Birkaç gün önce Kürt özgürlük hareketi, elinde tutsak bulunan bazı askerlerle kimi kamu görevlisini resmi heyetler aracılığıyla TC devletine teslim etmiştir. Kürt özgürlük hareketi bu yaklaşımlarını geçmişten beri de yapmaktadır. Yani esir aldığı askerleri TC devletine çeşitli aracıların devreye girmesiyle teslim etmesi yeni bir şeydir.
Hatırlayanlar bilir daha birkaç yıl önce 8 askeri teslim etmişti. 1996 yılında Zap’ta yine birçok tutsağı teslim etmişti. Ve yine onlarca kez farklı sahalarda aracılarla teslim edilmiş askerler, polisler olmuştur.
Özcesi özgürlük hareketi tutsak aldığını nihayetinde teslim etmek için yanında tutsak almıştır. Sert savaş ortamlarında tutsak almalar, tutsak düşmeler yaşanabilmektedir. Savaşın doğasında bu vardır. Savaşa gitmiş isen her şeyi hesaplayıp gideceksin.
Ne var ki Türk askerlerini savaşa süren bir devlet ya da hükümet ya da bürokrasi artık ne derseniz deyin, askerleri tutsak düştüğünde bu tutsak düşen askerlerine sahip çıkma erdemliliğini bile gösterememektedir.
Hatırlayanlar bilir 2008 yıllarıydı, o zaman sözde TBMM başkanı olan Mehmet Ali Şahin Oremar’da gerillaların eline esir düşen askerler için “keşke ölselerdi” demişti. Buna benzer yaklaşımlar aslında yukarıda saydığımız devleti temsil eden tüm güçlerde vardır.
Örneğin savaşımızın içerisinde yer yer tepeler, karakollar ya da mevziler düşmüş ise, buralarda askerlerin tutsak alma imkanımız varsa, TC ordusu aniden çok büyük top ve uçak saldırılarıyla bu askerlerin elimize esir düşmemesi için yoğun saldırılarda bulunarak kendi askerlerini onlarca kez vurmuştur, öldürmüştür. Savaşımızın içerisinde her gerilla böyle olaylara çok kez tanık olmuştur.
Bu TC devletinin bir yaklaşımıdır. Hem askerini savaşa sürecek hem de askerinin kaderine sahiplenmeyecek. Ne de olsa “bir Türk dünyaya bedeldir” ya! Bunun için Türk askeri tutsak düşemez! Savaşta yenilemez?
MHP lideri bahçelinin o “nasıl tutanak tutarlar, onlar kimdir ki tutanak tutarlar” ve de Diyarbakır ciğercisi olmuş gibi “gidip ciğerlerini söküp almak gerekir” zihniyeti esasta bu köklü olan TC devlet zihniyet yapısıdır.
Onlara göre bu dünyada bir kendileri okul okumuş, bir kendileri zabıt tutabilir, bir kendileri esir alabilir, bir kendileri tutsak alabilir, bir kendileri savaşa bilir, bir kendileri kükreye bilir, bir kendileri her şeyi hak ediyorlar diğerlerine ise sadece müstahaklık kalıyor.
Dikkat edilirse Bahçeli’nin yaklaşımları biraz uç kaçıyor ama genelde öyle görülüyor ki bu devlet zihniyetine bezenmiş tüm yapılar benzer yaklaşım içerisindedirler.
Örneğin Bülent Arınç güya bu parti içerisinde en fazla insani olma reflekslerini doğal göstermekle biliniyor. Duygularını çok fazla yaşayan biri olarak genelde hem takdir görüyor hem de siyasal karşıtlarınca kullanılıyor. İşte bu aynı kişi –hele çözüm süreci diye bilinen böylesi bir süreçte- yine en fazla rol oynayacak olanlardan olacak olan biri, insani olarak tüm görevlerini yerine getirmiş bir özgürlük hareketinin iyi niyet gösterisi olarak, askerleri teslim ederken, onları Salı veren özgürlük hareketi temsilcisine el vermeyen bir askerinin yaklaşımlarını normal görebiliyor, hatta arka çıkabiliyor da. Kendilerini tutsak alan, aylarca da tek bir fiske vurmadan, tek bir hakaret etmeden, uluslar arası hukuk normlarına göre yaklaşmış olan bir hareketin gösterdiği iyi niyet yaklaşımını suiistimal eden o askere bir şey demiyoruz. Tarih ona bir gün ne hak ettiğini açıkça söyleyecektir. Lakin çözüm süreci, barış süreci, İmralı süreci diye diye ağızlarından tüy bitenlerin böyle bir yaklaşım içerisinde olmaları tek kelimeyle ayıplanacak bir davranış biçimidir. İnsanlar arasındaki nezaket ilişkilerine ters olduğu kadar, toplumsal ahlak ölçüleri açısından da terstir.
Böylesine yaklaşımlar yarın başka şeyleri tetiklerse kimse kalkıp ah vah yapmamalıdır. Ne ekersen onu biçersin misali. Atılacak bir sürü iyi niyet adımları vardır. Peki, bu yaklaşımlar ortadayken atılacak her adımı bu kez insanlar on kez ölçüp biçmez mi?
Özcesi böyle çiğ yaklaşımları özelde sürecin hassas olduğunu söyleyipte hiçte hassas yaklaşmayanlar iyi bilmelidir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Halepçe Kürtlerin dinmeyen acısıdır. Yarasıdır. Kürtlerin tarihinde çok daha büyük yaşanan acılar elbette vardır. Binleri çok çok aşan insanın katledildiği, yakılıp yıkıldığı olaylar dediğimiz gibi fazladır.
Ancak Kürtler için Halepçe farklıdır. Çünkü Halepçe daha dün herkesin gözü önünde, herkesin gözünün içine bakılarak yapılan bir katliamdır. Jenosittir. Halepçe’nin farkı budur.
Kürtler örneğin Dersim’de, Zilan’da çok önceleri Şehrezor’da, daha daha önce Magmoni’de dediğimiz gibi çok çok daha büyük katliamlarla yüz yüze gelmişlerdir. Dersim ve Zilan’ı dünya görmek istememiş, belki de dünyanın görmemesi için hem büyük çabalar harcanmış hem de bu olayları dünyaya yayacak imkanlar olmamış. Kürtler bu durumu asla ama asla hazmetmeseler bile bu durumu başkalarına anlatmayı bir türlü yukarıda dile gelen her iki durumdan dolayı anlatmakta zorlanmışlardır.
Ancak Halepçe böyle yaşanan bir katliam değildir. Halepçe Kürtleri çok derinden etkileyen ve ciğerlerini söküp alan bir katliamdır. Nedeni ise açıktır? Daha dün yapılmıştır, daha dün gerçekleştirilmiştir. Ve de dünyanın gözünün önünde yapılırken bile refleks gösterilmemiştir. Refleks göstermeyi bırakalım göz yumulmuştur. Üstü örtülmeye çalışılmıştır.
Çok tuhaf gelebilir ama bu görmemeyi en fazla da sözde o yıllarda bizim sosyalist blok diye bildiğimiz, sonrada kup kuru çıkar ilişki içerisinde olduğunu öğrendiğimiz reel sosyalistler olmuştu.
Bu durumu 1990 yılında Berlin duvarı yıkıldığında Doğu Almanya’ya yaptığım bir gezide çeşitli sol ve etkili çevrelerle yaptığım görüşmelerde net görmüştüm. Duvarlar yıkılıyor, Doğu Almanya Batı Almanya ile birleşiyordu. O yıllarda özelde de sol ve sosyalist olan bu çevrelere en fazla sorduğum soru, Halepçe katliamı olmuştu. Halepçe katliamını neden kınamadınız(?) sorum hep öncelikli sorum olmuştur. Tuhaf dediğim işte bu soruma verilen cevaptı: Cevapları, Cevapsızlıktı. Cevap verilmiyordu. Nedeni açıktı, Saddam gibi diktatör birinin katliamı kınanması gerekirken tek bir eleştiri ve kınama yapmamışlardı. Cevapsızlıklarını daha sonra Doğu Almanya ile Saddam arasındaki ilişkiler olduğunu öğrendiğimde doğrusu reel sosyalizmin ne olduğunu iyi öğrenmiştim.
Reel sosyalistler böyle iken Saddam’a hardal gazı satan Almanya ve Hollanda firmalarının yanı sıra, sözde İran karşıtı olan batılı ülkelerin çoğu Saddam’ı silahlarla donatarak sadece Halepçe değil, 182 bin kürdün Enfal diye bilinen güya Kuran’ın bir ayetine dayandırılan ve İslam’ın küfür diye bilinen insanlardan temizleme hareketini uygulamasının tüm öldürücü tekniklerini vermişlerdi.
Başka bir dille dile getirecek olursak, Saddam’ı öldürücü bir silah haline getirenler batılı emperyal güçlerdi. Yine bu diktatörün katliamlarına kendi dar ve bencil çıkarları için gözlerini yuman reel sosyalist ülkeler olmuştur.
İşte Halepçe Kürtler için bu durumdan dolayı asla ama asla unutulmayacak bir jenosittir. Herkesin görüpte ses çıkarmadığı, göz yumduğu, karşı tavır almadığı, gizliden gizliye sevindiği, hele birde haberleşme tekniklerinin bugün ki gibi olmasa bile oldukça gelişkin olduğu bir çağda yapılmış olmasını Kürtler unutmamış ve unutmamıştır.
Halepçe bu bağlamda uluslar arası hukukun Kürtleri en açık bir şekilde ret ettiğinin, yok saydığının en belirgin olayı olmuştur. Bunun için Kürtler Halepçe’yi unutmazlar. Belleklerinde silinmeyecek bir şekilde yerleştirmişlerdir.
Kürtler eğer inanılmaz bir şekilde direnişe geçmişler ise bir nedeni kesinlikle Halepçe’dir.
Hukuksuzluğu, statüsüzlüğü aşmak için eğer Kürtler bu kadar direniyorlarsa bir nedeni yine Halepçe’dir.
Ulusal arası yok saymaya karşı eğer Kürtler inadına ulusal birliğe sarılmak için direniyorlarsa bir nedeni Halepçe’dir.
Eğer Kürtler bugün demokratik ulus diyerek ulus devlet yapılarına karşı duruyorlarsa, nedeni uluslar arası daha doğrusu kapitalist modernist kültürün halkları birbirine karşı bırakan düşmanlaştırma siyasetini Halepçe’de yaşadıkları içindir.
Özcesi Halepçe Kürtlerin büyük acı çektikleri bir katliam ve jenosittir. Ancak bunun yanında Halepçe Kürtlerin tarihe daha görkemli olarak çıkmaktan başka bir yollarının olmadığını, kalmadığını öğreten en büyük vicdan uyandıran katliamıdır.
Bunun için Halepçe’yi biz Kürtler sadece Halepçe olarak almıyoruz. Biz Halepçe’yi bu dünyaya Kürtlere bir statü elde etmeden yaşamanın her gün, her an Halepçe’lerin yeniden yaşanacağının bilincini edinerek, asla ama asla statüsüz yaşanmayacağını öğreten en büyük olayıdır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
13 Mart günü 08.30 ile 09.30 saatleri arasında Hakkari'nin Çukurca ilçesine bağlı Talisa ve Erbîş köyleri ve Güvenlik tepesine yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Dünya tarihin de 20. Yüzyılda epey kanlı savaşlar olmuş, atom bombası gibi önemli bir silah Hiroşima ve Nagazaki’de kullanılmıştır. Bu da katliamların gelmiş olduğu düzeyi bize göstermiştir. Tarih sahnesinde insanlığa her türlü vahşet, imha, sömürü dayatılmış ve bu dayatmalar da belli kesimlerin çıkarları uğruna yapılmıştır. Birçok halk da bu siyasetlerin kurbanı olmuşlardı.
Tarihte Kürtler her zaman uluslar arası hegemonik güçlerin siyasetlerinin ve çıkarlarının kurbanı olmuşlardır. Özellikle 20. Yüzyılda yapılan politikalar da İngilizlerin ve bölge devletlerinin oyunları ile yapılmıştır. Halepçe katliamı da bunlardan biridir.
Bilindiği gibi İran-Irak arasındaki savaş döneminde Germiyan bölgesinde bulunan Halepçe kasabasına Saddam’ın cellâtlarından Hasan Ali Mecit Kimyevi’nin emri ile kimyasal gazlar, bombalar atılarak beş bin masum Kürt insanı katledildi. Geride binlerce yaralı ve sakat insan kaldı. Bu katliam geçmişte yapılan Kürtleri tarihten silme katliamlarının bir devamıdır. Kürtler topyekûn yok sayılmak istenmiştir. Dünyanın bu katliama karşı tavrı sessizlik olmuştur. Saddam rejimi sivil Kürt insanlarını katlederek adeta dünyaya meydan okumuştur. Aynı zamanda böylesi bir silahın elinde olduğunun mesajını vermek istemiştir. Bu siyasal boşluğun yaratılmasında ve katliamın gerçekleşmesinde işbirlikçi Kürt örgütlerinin de payı vardır.
Uluslar arası güçlerin desteği ile bu katliamı yapan Saddam, alelacele bir şekilde de aynı güçler tarafından idam edildi. Çünkü Halepçe gibi katliamlar da uluslar arası güçlerin payı ortaya çıkartılmak istenmiyordu.
16 Mart 1988 Enfal'ini gerçekleştiren Hizbil Baas rejiminin geride bıraktıkları da hiçbir zaman unutulamayacak olaylardandır. Binlerce köy boşaltıldı, birçok insan zindanlara atılarak ya idam edildi ya da ölüme terk edildi. Ailece zindanlara atılanlar oluyordu. Yine Saddam’ın kaleleri olarak nitelendirilen ve askerlerin kaldığı bu yerlere binlerce insan getirilip gözetim altında tutuluyordu. Toplu bir şekilde insanlar diri diri toprağın altına atılıyordu-gömülüyordu. Köylerde insanlar toplu şekilde kurşuna diziliyordu. Boşaltılan köylerde toplanan insanlar da özel olarak kooperatif evlerde tutuluyordu. Ortada kalan insanlar da Bahırke kampında toplanıyordu. Görünüşte beş bin insan katledildi. Ancak Enfal’e uğrayan insan sayısı yüz binlercedir. Verilen rakam 182 bindir.
Aradan 21 yıl geçmesine rağmen halen bu katliamın yaraları sarılmış değildir. Dünya bu utancı üzerinden atmış değildir. Halkımız halen bu katliamın acılarını gün be gün yaşıyor. Onun için bu katliamın yaralarını sarmak, sorumlularından hesap sormak en medeni yaklaşımdır. Yoksa kendisine çağdaşım, demokratım diyen, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok güç bu utançla yaşamaya devam edecektir. Güneyli güçler de her yıl bu katliamın duygu sömürüsünü yapacaklarına kendi politikalarını gözden geçirip halkın sorunlarına çözüm olmalılar. Güney’li halkımız da bu katliamın anısına kendisini daha fazla örgütleyip işbirlikçi siyasetlere karşı tavır sahibi olmalılar. Nasıl ki Halepçe katliamından sonra binlerce insan Amed, Muş, Kızıltepe kamplarında Kuzeyli Kürtler tarafından bir ilgi görmüşlerse Güneyli Kürtlerde aynı ruhla yaklaşmalıdırlar.
Doğan Doski
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 14 Mart günü 05.00 ile 06.00 saatleri arasında Hakkari’in Şemzinan ilçesine bağlı Nehrê ve Derya köyleri çevresine yönelik işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Bazı basın yayın organlarında 13 Mart itibarıyla serbest bıraktığımız 8 esirin dışında elimizde bırakılmayan kişilerin olduğuna yönelik kimi bilgiler yer almaktadır. HPG olarak elimizde esir statüsünde olan hiç kimse yoktur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
12 Mart günü saat 11.00 sularında Şırnak’ın Cizre ilçesinde birçok şehit yoldaşımızın kanında eli bulunan hançer timi üyesi korucu Mehmet Sait Coşkun isimli şahıs gerillalarımız tarafından vurularak öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Önderliğimizin çağrısı ve KCK Yürütme Konseyi'nin talebi üzerine elimizde bulunan Zihni Koç , Abdullah Söpçeler, Kemal Ekinci, Nadir Özgen, Kenan Erenoğlu, Reşat Çaçan, Ramazan Başaran ve Hadi Gizli isimli esirlerin dün HPG Anakarargah Komutanlığımız tarafından serbest bırakılacağı kamuoyuna bildirilmişti.
- Ayrıntılar
8 Mart kutlamaları bu yıl her zamankinden daha güçlü geçti. Kadınlar onbinler halinde sokağa inerek kendi renklerini ortaya koydular. Kürt kadınları Paris’te şehit verdikleri Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leya Şaylemez’i bayrak yaparak yürüdüler. Şehitleri gibi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a da mücadele meydanlarında sahip çıkıp özgürlük istediler.
Şurası açık bir gerçek ki, tabandan gelen güçlü bir kadın devrimi yaşanıyor. Kadınlar özgürlük ve eşitlik istiyorlar. Kadın özgürlüğüne ve eşitliğe dayalı bir demokrasiyi gündemleştiriyorlar. Kadın devrimine dayanan demokratikleşmenin çok daha farklı ve derin olacağı anlaşılıyor. Böyle bir demokraside farklılıkların kendilerini çok daha rahat örgütleyip ifade edecekleri görülüyor. Kadın devrimi demokratik toplum mücadelesini çok daha güçlü hale getiriyor.
Kadınların onbinler halinde sokağa inip özgürlük istemesi erkek toplumunu pek memnun etmese de, bunaltıcı siyaset üzerine kadın renginin düşmesi belli bir rahatlama ve iyimserlik yaratıyor. Siyasette kadın etkisinin artmasının siyaseti daha çok demokratikleştireceği ve çözümleyici kılacağı ortaya çıkıyor. Kürt özgürlük mücadelesinin Türkiye ve Ortadoğu’ya kazandırdığı çok önemli bir gelişme de bu oluyor.
Tabi yaşadığımız şu günlerde toplumsal iyimserliği artıran başka etkenler de var. Bir tanesi ve en güçlü olanı İmralı’dan esen barış ve çözüm rüzgârları. Gerçekten de İmralı iyimserliği gittikçe artıyor. Bazı pürüzler ve itirazlar olsa da, Türkiye toplumunda barış umudu ve bundan doğan iyimserlik iyice güçleniyor. Öyleki, giderek geri dönüşü olmayan bir noktaya gelecek gibi.
Toplumda böyle bir iyimserliğin oluşmasını sağlayan kuşkusuz Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan oluyor. Kürt halkı yıllardır “Barışın elçisi İmralı’da” diye boşuna söylemedi. Kürt-Türk savaşını sona erdirip barışı sağlayacak tek kişinin Kürt Halk Önderi olduğu görüşü laf olsun diye ifade edilmedi.
Şimdi bu görüşler yaşamda doğrulanıyor. Çok ağır ve zor koşullarda bulunsa da, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yeni bir barış umudu yeşertmeye çalışıyor. Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme üzerine hazırladığı yeni yol haritasının böyle bir umuda ve iyimserliğe yol açtığı görülüyor. Türkiye’de herkes nefesini tutmuş, İmralı’ya BDP ve PKK’den gelecek cevapları bekliyor.
BDP’nin tutumu kendilerine ulaşan mektup üzerine yaptığı açıklamalardan az çok anlaşılıyor. BDP’nin olumlu görünen tutumu da, oluşmakta olan umudu ve iyimserliği ciddi bir biçimde besliyor. Mektupları hiç vakit geçirmeden sahiplerine ulaştırdı. PKK ve diğer Kürt çevrelerini etkilemek için yoğun bir diplomatik çalışma yürüttü. Kendi görüşlerini oluşturmak amacıyla da ciddi tartışmalar yürütüyor. BDP’nin barış ve çözüm sürecini daha da güçlendirmeye çalışacağı anlaşılıyor.
Konuya PKK’nin daha dikkatli ve temkinli yaklaştığı görülüyor. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş! Geçmişte ilan ettiği ateşkesler ve sunduğu çözüm projelerinden sonuç alamaması PKK’yi bu duruma getirmiş bulunuyor. Fakat herkeste PKK’nin engel yaratmayacağı konusunda genel bir kanaat var. Geçmişte çok sayıda tek yanlı ateşkes ilan etmiş olması bu kanaata yol açıyor. Ayrıca Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a bağlılığı da bu kanaatı yaratıyor.
PKK yöneticileri yaptıkları açıklamalarda İmralı’dan gelişecek demokratik çözüm arayışlarına bağlı kalacaklarını sürekli ifade etmiş bulunuyor. Mevcut gelişmelere dikkatli yaklaşımları da bu girişimi ne denli ciddiye aldıklarını gösteriyor. Kendilerini engel olarak değil, çözümün önünü açan temel güç olarak değerlendiriyorlar. Görüş ve üslûplarıyla şimdi de benzer bir rol oynamaya çalışıyorlar.
Son haftada AKP yöneticilerinin üslûplarında da gözle görülür bir değişiklik yaşandı. Ağustos 2005’te Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Amed’te söylediklerinden sonra ilk defa böyle bir üslûp değişikliği görülüyor. Eğer bunu devam ettirebilirse, bu üslûbun Kürtlerdeki güvensizliği belli ölçüde giderebileceği gibi, Türkiye toplumundaki gerginliği ve milliyetçiliği de ciddi biçimde azaltabileceği anlaşılıyor.
Bu noktada AKP şunu çok iyi bilmeli ki, çok daha cesur, dikkatli ve çalışkan olması lazım. Çünkü çözümün anahtarı AKP’dedir. Sorun oluşturan sistemi yönettiğine göre, başta Kürt sorunu olmak üzere tüm sorunların çözüm kapısını açacak olan da odur. Bunun için cesur ve çözümleyici politikalar oluşturmak zorunda. Ayrıca faşist-milliyetçilikle doldurulmuş olan Türkiye toplumunu bu zehirden arındıracak olan da o. Her bakımdan önaçıcı olması gerekiyor. Sürecin geleceğini AKP’nin tutumu belirleyecek.
Bir kez daha belirtmek gerekiyor ki, CHP’nin tutumunu anlamak gerçekten çok zor. Kürt sorununun çözümünü ve demokratikleşmeyi bu kadar oy siyasetine alet etmesi çok kötü. Barış ve demokratik çözüm arayışına bu denli karşı çıkması anlaşılır gibi değil. CHP’nin bu tutumunun kalanı da tükenişe götüreceğini söylemek abartılı olmaz.
İmralı’dan esen barış ve çözüm rüzgârının yarattığı iyimserlik Türkiye gündemini tümüyle belirler durumda. Herkes bunu tartışıyor. Fakat tartışmalar yüzeysel ve içeriksiz. Hâlbuki iyimserliğin içeriğinin doldurulması lazım. Bu yapılmazsa mevcut iyimserliğin fazla sürmesi ve sonuç vermesi zor. Özellikle bu iyimserlikten olumlu etkilenen güçler bunu yapmalı.
Kuşkusuz yalnız başına sözkonusu iyimserlik bir şey yaratmaz. Bunu reddetmemekle birlikte, bir sonuç olmadığını da bilmek lazım. Yaratılan iyimserlikle içine girilen aslında yeni bir mücadele süreci. Yani siyasal ve diplomatik mücadelenin öne çıkacağı bir süreç. Dolayısıyla daha karmaşık ve riskleri çok olan bir süreç durumunda. Bu süreçte kazanmayı yaratacak olan örgütsel sağlamlık ve siyasal çözücülüktür. Mücadele eden güçler karşılıklı bu çizgiyi izleyecektir. Doğru uygulayan da başarı kazanıp sonuca ulaşacaktır.
Kürt halkı ve demokratik güçler bu gerçeği çok iyi görmek durumundadır. Mevcut iyimserliğe ve yol açacağı rehavete asla düşülmemelidir. Yeni mücadele sürecinin temel karakteri çok iyi görülmeli ve yüklediği görevler herkes tarafından mutlaka başarılmalıdır.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
8 Mart günü işgalci TC ordusunun operasyonlarına misilleme amacıyla Amed'in Hani ilçesine bağlı Hegasor karakolunun güvenliğini sağlayan 2 mevziiye yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar