Önder APO
Doğumgünü kutlamaları olmuş. Aslında mesele benim doğum günüm de değil, halk kendi doğuşu olarak görüyor. Mesele benim o şehirde, o köyde, o toprakta doğmuş olmam meselesi değil, halk kendi doğuşunu kutluyor, bunu kendi doğuş günü olarak görüyor, kendi rönesansı gibi görüyor. Gidenlere, kutlayanlara, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum, şükranlarımı sunuyorum. Ama içinin boşaltılmaması gerekir. Ortadoğu’nun böyle bir kültürü var, ben bu kültüre saygılıyım ama içi boşaltılmış bir kült haline dönüştürülmemesi gerekir. Benim bir anlamım var, ki böyle bir anlamım olduğuna inanıyorum. Benim bu anlamım üzerinde durmaları önemlidir, bunu anlamaları önemlidir. Ben bu 61 yıllık ömrüme bir çok şey sığdırdığıma inanıyorum. Halk bununla kendini özdeşleştirmiş.
Aslında Paskalya dolayısıyla Süryanilere ilişkin bir mesaj vermeyi düşünüyordum. Sadece Süryanilerle ilgili de değil, bütün Hıristiyanlara ilişkin bir mesaj vermek istiyordum. Ben Hıristiyanlık üzerinde epeyce duruyorum, araştırmalarım var. Islam ile Hıristiyanlığı ve Yahudiliği kıyaslıyorum. Hıristiyanlığa bazı haksızlıklar yapıldığını da düşünüyorum. Süryaniler Doğu Hıristiyanlığını temsil ediyor, Doğu’ya aittir. Batı Hıristiyanlığı özel olarak Doğu Hıristiyanlığını anlamalıdır. Ortadoğu’nun da bir Rönesansa ihtiyacı var; sadece Kürtler açısından değil, Süryaniler ve tüm Ortadoğu halkları için. Onların bayramlarını da bu temelde kutluyorum.
Savunmalarımda yerel yönetimlerin nasıl olması gerektiğini geniş olarak açıkladım. Devletin bir uzantısı olan belediyeler değil, topluma dayalı bir belediyecilik, bir yerel yönetim olmalıdır. Yerel komünler oluşturulmalıdır. Bu çalışmalar topluma dayanarak gerçekleştirilirse devlet de saygı gösterir. Devlet para vermedi, vermiyor şeklinde devletten para bekleyerek bir şey yapılmaz. Bu anlayıştan vazgeçilmesi gerekir. Güney’de oluşturulan model devlet-merkezlidir, bir ulus-devlet taslağıdır. Başarılı olmaz, yozlaşır, çürür gider. Ama bizim modelimiz topluma dayandığı için sürekli gelişir. Demokratik komünler kurulduktan sonra buna ihtiyaç da kalmaz. Her yerde güçlü bir örgütlenmeye gidildiği zaman para gibi diğer yan şeyler de gelir. Yerel komünler demokratik konfederasyon şeklinde de örgütlenebilirler. Toplumun sorunlarını ancak böyle çözebilirler. Ben, böyle yapılırsa, herşey yüzde yüz çözülecek demiyorum. Belki Türkiye şartlarında her şey yüzde yüz çözülmez ama yüzde elli oranında çözüm gelişebilir. Bunun için çok yoğun çaba olmalı ve yoğunca örgütlülük içinde olunmalıdır.
Avrupa’daki halkımız yoğun bir örgütlülük içinde olmalıdır. Kendi demokratik örgütlülüklerini geliştirmelidirler. Avrupa’daki örgütlenme bir KCK örgütlenmesidir. Oradaki yasaları da dikkate alarak bir örgütlenme içerisinde olmalıdır. Avrupa’daki örgütlenme belki tam başarılamıyor ama oradaki yasaları da dikkate alan bir KCK tarzında örgütlenme olabilir. Ben oradaki yasaları dikkate almayın demiyorum. Zaten orada her şey açıktır. Burada da yerelde bu örgütlenme tarzı başarılı olursa, birbirlerini etkiler, birbirlerine yansır. Benim savunmam en çok bu konular üzerinedir.
Kadın sorunu konusunda şunu söyleyebilirim: Aslında benim 61 yıllık yaşamım kadına dayatılan sahte namus anlayışıyla mücadele ile geçti. Köyden çıkışım da bununla bağlantılıydı. Ben bu konuda çok yoğunlaştım. Kadının kendi özgürlük bilincini ortaya çıkardığıma inanıyorum. Benim 61 yıllık yaşamımın bir başka özeti de budur. Adıyaman’daki kadının diri diri gömülmesi, yine küçük kız çocuklarına yapılanlar ortadadır. Kadınlar kendi örgütlülüklerini yaratmak kadar, küçük kızlar dahil, bütün kadınların eğitimleriyle de ilgilenmelidirler. Daha önce Özgür Kadın Akademilerinden bahsetmiştim. Bu basite alınmamalıdır. Sanattan spora, sağlıktan kültüre hatta modaya kadar her alanda yoğun bir eğitim olmalıdır. Geçenlerde Batman’da açılan bir mağaza için Ukrayna’dan getirilen bir kadın-modele ilişkin haber okumuştum. Bu bana çok gülünç geldi. Oysaki modanın doğduğu yer, Batman’ın da içinde olduğu Mezopotamya’dır. Önemli olan bunu ortaya çıkarmaktır. Sanattan spora, sağlıktan kültüre hatta modaya kadar her alanda yoğun bir eğitim olmalıdır, bunu kıyafetlerine de yansıtmalıdır.
Ben kadında bireyselliğin önemini yadsımıyorum, bireysellik tabii ki önemlidir. Ama toplumsallık olmadan bireysellik tek başına bir anlam ifade etmez. Böyle bir anlayış PKK’de de yerleştirilmeye çalışıldı. O bizim kaçkınların yaptığı basit evlilikler, birliktelikler bana göre kadının bitirilişidir. Böyle basit evliliklere, birliktelik değil, en ucuz tabiriyle birbirinin bitirilmesi diyorum. Kendilerine başarılar diliyorum, selamlarımı iletiyorum.
Solun, Mustafa Suphilerin neden ve nasıl tasfiye edildiğini iyi anlamaları ve çözmeleri gerekir. Sol bunu çözmeden bir atılım yapamaz.
Güney Kürdistanlıların tek blok olmaları iyidir, kutluyorum. Kürtlerin toplam sandalye sayıları Toplam 57 sanırım. Sandalye sayısı biraz düşmüş. Daha önce söylemiştim, bu şekilde başarmaları zor görünüyor. Kürtlerin ulusal birliğe ihtiyacı var. Kürtlerin bundan böyle ulusal birlik için çalışmaları gerekiyor. Talabani ve Barzani’nin de bu yönde çalışmaları gerekiyor. Onları seçimlerden dolayı da kutluyorum, başarılar diliyorum.
Anayasa tartışmaları konusunda öncelikle şunu belirtmek istiyorum, anayasa tartışmalarında Kürtlere yer yok. Kürtleri tanıyan bir anayasa değişiklik paketi değil bu. Sadece Kürtler de değil, bunun dışında diğer demokratik alanlarda da açılımlar yok, yeni şeyler yok. Bir tarafta CHP-MHP’nin temsil ettiği Beyaz Türk faşizmi var. Diğer tarafta ise AKP’nin başını çektiği bir iktidar-İslam çizgisi var. Ben, AKP’nin temsil ettiği bu çizgi, Beyaz Türk faşizm çizgisinden daha az tehlikelidir diyemem. Bana göre her ikisi de demokratik değil, hegemonik anlayıştır. Birincisi Ankara merkezlidir. Ikincisi de Kayseri-Konya hattında oluşturulan Suudi sermayesi tarafından desteklenen çizgidir. Bu her iki anlayışın da tarihsel geçmişi vardır.
Birinci anlayış Beyaz Türk oligarşisi ve faşizmidir. Bunlar İttihat-Terakki’nin devam eden zihniyetidir. Cumhuriyet kurulduktan sonra bunlar M. Kemal’i de kuşatarak etkisiz hale getirdiler. Kurtuluş Savaşı’nda M. Kemal dört yıl, 1916,17,18,19 boyunca Kürtlere dayanarak poltitka yapmıştır. Kürtlere dayanan bir politika ve savaş olmasaydı, kurtuluş mücadelesi denen bir mücadele de olmayacaktı. Bu ortaklaşma siyasal ifadesini 1921 Anayasasında buldu. Bu nedenle ben İttihat-Terakki ve bu Beyaz Türk faşizm çizgisinden bahsederken 1921 Anayasasını kastetmiyorum. 1921 Anayasası demokratiktir, devlet ve Kürtlerin ortaklaşması sonucunda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla 1921 Anayasasının bugünün şartlarına uyarlanarak güncellenmesi gerektiğini söylüyorum. BDP’nin 1921 Anayasası ve bugüne güncellenmesi konusunda çok yoğun bir çalışma içinde olması gerekmektedir. Bahsettiğim o dönemde devlet içinde Kürtlere karşı iki çizgi vardı: Birisi İnönü’nün başını çektiği İngiliz yanlsısı çizgiydi. İttihat-Terakki kadroları bu çizgiyi yürütüyordu. Diğeri de M. Kemal ve Fethi Okyar’ın çizgisiydi. Hatta Fethi Okyar Kürtlere karşı yumuşak davrandığı için onu başbakanlıktan alıp, yerine İnönü’yü geçirdiler. Cibranlı Halit’in iki torunu bana mektup göndermişler. Onlar da bizim dedelerimiz nasıl tasfiye oldular diye soruyorlar bana. Işte söylüyorum. Yine Şeyh Sait’in torunları var. Onların da durumu aynı. Bunlar bahsettiğim laik beyaz Türk faşizm çizgisi tarafından tasfiye edildiler. 1924 Anayasası bu İttihatçı oligarşik beyaz Türk faşizmi çizgisinin anayasal ifadesidir. Bu anlayış, bu 1924 Anayasası, daha sonra ufak değişiklikler olsa da çizgisini koruyarak geldi. Bugün de temsilini CHP-MHP çizgisinde buluyor.
İkinci çizgiye gelince; AKP’nin temsil ettiği bu çizgi İslamo-faşizm de denilen ve Emevilere kadar giden bir devlet İslamıdır, iktidar İslamıdır, karşı-İslam’dır. Her iki çizgide de Kürtlere yer verilmiyor. BDP’nin ve tüm demokrat kesimin bunu iyi anlaması gerekir. Her iki çizgide de demokratik açılımlar yok. Kürtler ve demokratik güçler bunların birinden birini tercih etmek zorunda değiller. BDP ve demokratik güçler anayasa için yoğun bir çaba içerisinde olur ve kendi önerilerini sunarlar. Izlediğim kadarıyla da zaten sunuyorlar. Baraj ve parti içi demokrasi meselesi bu anlamda önemlidir. Kürtler eğer kendilerini tanıyan, demokratik açılımlar getiren bir anayasayı kim yaparsa yapsın desteklemelidir. Bunu AKP de yapsa destekler, CHP ve MHP de yapsa destekler. Ama kendilerini tanımayan, demokratik açılımları bünyesinde taşımayan bir anayasayı da desteklemezler.
Daha önceki haftalarda da dile getirmiştim. Bizim mücadele tarihimizi üç döneme ayırmıştım. Birinci dönem, 93’e kadar devam eden ikinci dönem, 93’ten bu yana da devam eden üçüncü dönem. Bu üçüncü dönem aslında 2002’ye kadardır. Ben 2002’de bu üçüncü dönemi sonlandıracaktım ancak o dönemde AKP yeni iktidar oldu. AKP’ye şans vermek istedim ama AKP bizi oyaladı ve bugüne kadar oyalayarak getirdiler. AKP kesinlikle tasfiyeyi amaçlıyor demiştim. 17 yıldan beri ben rolümü yerine getiriyorum. Bir çok şey benim omzuma binmiş durumda. Herşeyin benim üzerimden yürütülmesi ya da herşeyin benim omzuma bindirilmesi doğru değil. Benim burada yerine getirebileceğim şeyler, barış için oynayacağım rol imkanlardan dolayı sınırlıdır. Bu önümüzdeki süreçte onlar her ne karar vereceklerse, mücadelelerini, politikalarını nasıl yürüteceklerse, nasıl bir seyir izleyeceklerse bunları kendileri belirlerler, kendileri karar verirler.
Mayıs’a doğru gidiyoruz, Mayıs’ta bazı kritik şeyler olabilir. Şimdiden her seçeneğe hazır olmak lazım. Kürtlerin artık ara bir seçeneği kalmadı artık. Bu önümüzdeki dönemde bazı şeyler gelişebilir, tasfiyeye de çözüme yönelik şeyler de gelişebilir. AKP bir yandan da binlerce Kürdü tutukladı, tutuklamaya da devam ediyor. Ben fiziksel yönelimleri de saymıyorum.
Devlet 1920’lerde Mustafa Suphiler şahsında solu, 1924 anayasasıyla birlikte Kürtleri, daha sonra da Mehmet Akif ve Said-i Nursi şahsında da İslamcıları tasfiye etti.
Çatı partisi ile ilgili çalışmalar var sanırım. Çatının çatısı diye bir öneride bulunmuştum. Birçok parti ve çevre vardı. Şimdi EDP de var. Hepsi birlikte ortak çalışmalar yürütebilir.
Kürtler kendi içindeki sorunlarına yönelebilirler. Iç barışın sağlanması için çalışmalar yürütülmelidir. Sadece buradaki Kürtleri kastetmiyorum. Her parçadaki bütün Kürtlerin iç barışı ve birliğinin sağlanmasına ilişkin çalışmalara ağırlık verilmelidir. Mesela korucular var, bir çok suç işlemişler ama bir araya gelip barış sağlanabilir. Demokratik Toplum Kongresi bu çalışmaları yürütebilir.
Diyarbakır Cezaevindekilerin hepsine de selamlarımı iletiyorum. Bana Newrozla ilgili çok sayıda kart geldi, ben de herkesin Newrozunu kutluyorum. Bismil’den de gelen mektuplar vardı. Bismil ve Hasankeyf halkı bu Ilısu Barajı’na karşı durmalı. Bunun sulamayla ilgisi yoktur. Askeri amaçlı ve stratejiktir. Sincan Cezaevinden gelen, Nilüfer Şahin isimli Malatyalı bir kadın arkadaşın mektubu vardı. Yazdıklarını oldukça beğendim, değerli buldum. Savunmalarımdaki Marx değerlendirmelerimi yorumlamış. Doğru, Marx emek-değer teorisi ve sosyoloji konusunda epey kafa yormuş ve yetkindir ancak Marx ulus-devlet ve endüstriyalizm konusunda sınıfta kalmıştır.
İstanbul’un tüm ilçelerindeki halkımıza selamlarımı iletiyorum.
- Ayrıntılar
Parti Merkez Okulumuz, Mahsum Korkmaz Akademisi’nin değerli öğrencileri, partililer ve tüm ARGK’liler, Newroz’unuz kutlu olsun!
Tüm Partililer, ARGK’liler, Halkımız, Dostlarımız!
Kutsal direniş, diriliş savaşımımız, 25. Newroz’unu da büyük bir başarıyla karşılama gücünü göstermiştir. Büyük tarihi düşüşü belki de Med’lerin yıkılışıyla başlatırsak, -ki bu bir Mezopotamya uygarlığıydı- 2500 yıllık gibi bir düşüşün ardından; belki de onun tam karşılığı olan, yani her bir yılı bir yüzyılı bulan bu 25. yıl gerçekten bir diriliş oluyor ve oldukça da kurtuluşa yakındır. Nerden geldiğimizi, nasıl bir duruma sokulduğumuzu anlayabilir ve nasıl olmamız gerektiğine dair düşünebilir ve neler yapabileceğimizi kararlaştırabilirsek göreceğiz ki, adına yaşam denilen ama ölümden beter bu durumdan, kendi insanlığımıza ve toprakla karışmış özgür kimliğimize ulaşırsak; bunun sınırlı bir nefes alışverişinin bile ne kadar değerli olduğunu mutlaka takdir etmek gerekir.
Büyük bir minnettarlıkla başta büyük Newroz şehitlerimiz Mazlum Doğan’ın, Zekiyelerin, Rahşan, Ronahi ve Berivanların o büyük şahadetlerini ve hemen her yıl o kutsal serhıldan isyanlarımızın son ifadesi, ’90’ yıllarındaki Nusaybin, Cizre, Şırnak, Lice, Van ve giderek bütün Kürdistan kent ve köylülerinin o şehitlerini de bu Newroz’un özüne yerleştirirsek göreceğiz ki; yaşamın başka türlü anlaşılması, savaşın da başka türlü verilmesi gerekiyor. Bu yirmi beş yıl üzerinde sürekli durulmalı, dersler çıkarılmalı ve varsa insanlık iddiamız, gerçekten ana topraklarımızda bir yaşamaya güç getirmek, yürekten ve irade ile bunu başarmak istiyorsak; kesinlikle bu yıllar, kendimizi yeniden yapma, yaratma ve hemen hemen kaybedilen her şeyi bulma yıllarıdır. Bu savaşın, bir özlü düşünceden tutalım, özgürce bir nefes alışverişe kadar, esasta bunun en son çabası olduğunu bilerek anlayabilmelisiniz.
Bu anlamda PKK; bir diriliş olayı, yeni gün olayı ve bir Newroz olayıdır. Biz bugüne boşuna PKK’yle başlamadık. Ama aynı zamanda bu, korkunç bitişin ve karanlığın eşiğindeki zayıf insanımızın, kendisine dürüst bir ad vermesidir. Kendine ‘ben dürüst olacağım’ sözünü vermesidir. İnsanımızın hiçbir umut işaretinin olmadığı bir dönemde bile, inandırıcılığı ve hiç bir şansı bile olmasa, ‘ben bu kimlikle ve bu söz için yaşayacağım, gerekirse savaşacağım’, diyebilmesi işin özüdür. Başka türlü olmuyor.
Ben o günü şu an gibi hatırlıyorum: Düşmanın başkentinde silik, iddiasız ve yutulmayla karşı karşıya olan bir gençlik döneminde, hem de sömürgeciliğin bütün çekici imkanlarıyla karşı karşıyken ve sizin hiçbir ilginize değmeyecek kadar geriyken, bitmişken böylesine bir günde bir tercih yaptım. İmhacı sömürgeciliğin oldukça imkan dahiline giren yaşamına hayır dedim. Oldukça umutsuz, olanaksız ve belki de imkansız gibi gözüken bu özgürlük umuduna, herkesin, mensupları da dahil hiç inanmadıkları, belki her şeye anlam verseler de anlam veremeyecekleri bir adıma, biz başlasak ne olur dedim. Belki de bunun tarihte eşi bile yoktur. Biz bu kararı verdik. İki sözcükle olacaksa, ana topraklı ve kimlikli bir yaşam, özgürlükle olsun dedik. Ve gerçekten o büyük umut savaşına giriştik.
Bu tarihi, şüphesiz bir hitapla dile getirmek mümkün değil. Bu yirmi beş yılı mümkünse sürekli incelemeye, değerlendirmeye almak ve gittikçe daha da derinleşen teorisini ortaya çıkarmak kadar, ki başlangıcından itibaren de iradesi vardır. Onun siyasetteki ifadesi nedir? Geliştirmek istediği yaşam ve askerlik dilindeki ifadesi nedir? Neyi gerçekleştiriyor. Gerçekleştirilen; bütün yönleriyle bir değil bin daire çizerek daha derin ve giderek yükselen bir biçimde bu yılları böyle anlayabilmek, bu yıllarla büyüyebilmek, bu yıllarla yeniden yaratılmaktır. Önderlik gerçeği denilen, PKK gerçeği denilen olay bu. İçinde neler yok ki: Silik insandan tutalım en hainine, eşsiz kahramanlarından tutalım en düşkününe, en güzelinden tutalım en çirkinine, en korkağından tutalım en kahramanına, en dirisinden tutalım en ölüsüne kadar her şey var. Bu yıllar, bu çağdaş Kürdistan yılları; PKK dışında her şeyin bittiği, adının bile kalmadığı son bir çare olarak, olacaksa insanlığımız, yaşayacaksa kimliğimiz, mümkün olacaksa kurtuluşumuz, her şeyden önce gelin bunu tartışın deme hareketidir. Daha sonra mümkünse bir karara, ondan da daha ötesi bir iradeye ve bir savaşa yol açabilir miyiz hareketidir.
Bugün büyük öfkelerimizi az da olsa dindirmişiz. Ama asıl büyük kavga için, kurtuluş için bu günleri yaratmanın bir başlangıç olduğunun da bilincindeyiz. Çağdaş partiler için yirmi beş yıl, zafer yıllarıdır. 20. asrın, hemen hemen büyük devrim yapan bütün partileri bu işi, on yıl, on beş yıl bilemedin yirmi yıla sığdırmışlardır. Bazıları da başarısız olmuş, hatta devlet kuranlar bile, devletini de kaybetmişlerdir. Biz ne devlet kurabildik, ne de tam başarısız olduk. İkisinin orta yerindeyiz. Önemli olan burası da değil. Önemli olan ve bizi ilgilendiren; bu büyük tartışmayı, aydınlamayı, iradeleşmeyi ve daha da önemlisi gerçekler ne ise olduğu gibi görmeyi ortaya çıkarmaktır. Kürdistan’daki çok kirli, işgalci ve imhacı gücün savaşı kadar, yine Kürt gerçeğindeki sosyal bir anlamı olmayan, bir eşkıya kavgası kadar değeri kalmayan o çok çirkin, bitik ve hiçbir amacı olmayan kavgacılığı ve bütün bunların Partimizin içine bir daha hesaplaşmak üzere çekilmesi bayıldığımız işlerdendi. Anlamsız kavgalara sınır çekmek istedik, kavga olacaksa bir çizgi temelinde, bir anlamı olan ve tarafları olan bir kavga olsun dedik. Bunu yapmak, sanırım hayırlı bir işti.
- Ayrıntılar
Benim kadınla ilişkilenmem farklıdır. Kendini özgürleşmeye, özgürlük mücadelesine adamış insanlar için ne olursa olsun iki kişi arasındaki tutku, kimseyi hiç bir yere götürmez ancak hiyerarşiye, patriarkal tutuma, baskıya, tecavüz kültürüne götürür. Kadınla erkek arasında ancak felsefik temelde bir buluşma olabileceğine inanıyorum. Geçende Taraf’ın yirmi soruluk anketine felsefeci Zizek bir cevap veriyor. Sizin için güzellik nedir diye soruyorlar, “benden güzel ve akıllı bir kadınla felsefe tartışmak” diyor. İlginçtir ama ben de aynen böyle düşünmüştüm. Benim kadınla buluşmam da tabi yeterince anlaşılmıyorsa da ama bu temeldedir. Kadınla felsefi buluşma dışında bütün buluşmalar, doğru bir buluşma değildir. Kadınla felsefi buluşma dışındaki bütün ilişkilerin, evliliklerin geleceği yer patriarkal, hiyerarşik ilişkidir ve bu tür ilişkiler eninde sonunda ilişkiyi tüketir, bitirmeye götürür. Felsefik buluşma dışında hiç bir buluşma bunu kurtarmaz.
- Ayrıntılar
Davaya girmek öyle kolay bir iş değildir, getirdiği birçok zorluk var, yaşamın kendi zorlukları da var. Duyuyorum, izliyorum korkunç bir işsizlik var. Üniversite mezunu gençler kahve köşelerinde yaşam tüketiyor, ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kapitalizm böyledir, insanı tüketir. Biliyorum hala sigara içen arkadaşlarımız var. Kapitalizme yanılmamak gerekir. Yaşlanma bence beyinle ilgilidir. İnsanın zihninin güçlü olması gerekir. Zihin ne kadar güçlü olursa beden de o kadar zinde kalır. Bunlar birbirine bağlı şeyler. Zihin güçlü olmazsa, sistemi iyi çözememişse beden de erken çöker. Kapitalist sistemde gerçeği bulmak, gerçeği doğru yorumlamak çok zordur, bireyleri saptırır. Saptırılmış birey de artık hiç bir şey yapamaz hale gelir.
Gelişmeler, ABD’nin kontrolünde gelişiyor. Balyoz planı ortada. Çıldırmış bunlar. Camileri bombalamaktan bahsediyorlar. Tam çılgınlık. Kürtleri de tamamen yok etmeyi planlamışlar, Kürtleri Yunanlıların yerine koymuşlar, Yunanlılar gibi sürmeyi düşünmüşler. Bu kadar kişi sürelim, öldürelim diye plan yapmışlar. Korkunç bir şey bu. Benim burada yıllarca Kemalizmi yeniden ele almak gerekir düşüncemin doğruluğu ortaya çıkıyor. Türkiye mevcut haliyle devam edemez demiştim. Bunlar şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bunlar bu korkunç planlarına NATO’nun destek vereceğini de düşünmüşler, hayal etmişler. Bu kadar katliama NATO bile destek vermez. Bu fikrin, planın çılgınlığı ortada ama bir defa işin içine girmişler şimdi çıkamıyorlar. Amerika da bunu kabul etmez. Veli Küçük onlar zaten daha önce tasfiye oldular. Bu Balyoz Planı Ergenekon’dan biraz farklı. ABD bunlarla bu şekilde artık işlerin yürüyemeyeceğini gördüğü için Başbakanı zorladılar, bunları tasfiye et diye, Başbuğ’u da uyarmışlardır. Ona da bu şekilde devam edilemeyeceğini söylemişlerdir. Bunlar şimdi tasfiye oluyor. Bir taraftan CHP, MHP ve ordu içindeki Kemalistlerin daha doğrusu ittihatçı artıkların olduğu, ulusalcı katliamdan yana olan kesim. Diğer taraftan AKP’nin olduğu muhafazakar kesim. Üçüncüsü de bizim ve demokratların temsil ettiği demokratik çizgi. Türkiye’deki durum şu anda tam bir karmaşa halidir. Bir yandan o katı ulusalcı kesim, bunların gücü az değildir. Haberde duydum Çetin Doğan son anda Meksika’ya kaçmayı planlamış. Bedrettin Dalan onlar da çalışma içindeler, İsrail’in sağcı kesiminin onlara desteği var. Amerika’da en uç kesim olan Neo-conlar bunlara destek veriyor. İsrail’de Netenyahu onlar da AKP’ye destek veriyor. Diğer taraftan da AKP ve Fethullah. Aslında tam Fethullah da değil. Birçok cemaat var, bir organizasyon halindeler. Diğer taraftan da Kürt hareketi var. Kürt Hareketi üzerinde birçok oyunlar oynandı, tasfiye edilmeye çalışıldı. Fakat ne oldu? PKK ve halk direndi, demokratik alanda büyük güçlenme yaşandı. Ben de burada büyük bir sabırla direndim. Ve oyun bozuldu. Artık Kürtler tasfiye olmaz. Kürt hareketinin de artık tasfiye olunamayacağı gerçeği var. Bu görüldü. Ama bu gerçekle ne yapacaklarını, bu gerçekle nasıl yaşayacaklarını bilemiyorlar. Her iki taraf da Amerika’nın kontrolünde. Bütün bu gelişmeler Amerikanın kontrolünde gelişiyor. Türkiye’de MHP ve laik kesim güçsüz değildir, AKP de güçlüdür, peki bu gelişmelerle bu süreç nasıl sonuçlanacak? Kanaatimce sonuçta demokrasi üzerinde uzlaştıracaklar. Bir demokratik şey üzerine uzlaşma olacak. Türkiye değişecek. Değişen Türkiye’de Kürtler de demokratik bir güç olarak kabul görecek. Kürtleri kabul ederler. Ben yol haritamda da belirtmiştim. Demokratik özerklik Kürtler için uygun bir çözümdür.
Aslında Cumhuriyet üç kesimi hep tasfiye etmek istedi. “İrtica” adı altında İslamcı çizgi, “yıkıcılar” diyerek Sol-Komünist kesimi, “bölücü” diyerek de Kürtleri tasfiye etmek istedi. Ama ne oldu? Erbakan üzerinden bir tasfiye oldu ama, AKP ABD ile bir şekilde ilişkilenerek kendisini korudu ve daha da güçlendi. Sol önemli oranda zayıflatıldı ama hala epey bir grupları, partileri var, kalıntıları var. Kürt halkı da tasfiye olmadı, tasfiye olmayacağı da anlaşıldı. Dolayısıyla Cumhuriyet bu gerçekleri kabul etmek zorunda kalıyor. AKP Kürtlerle uzlaşır mı, bu sorunu demokratik olarak çözer mi? AKP’de herşey Tayip Erdoğan’ın tutumuna bağlı. Ama AKP de demokratik davranmıyor. AKP kendi içindeki Kürt milletvekillerine, işbirlikçi Kürtlere dayanarak birşeyler yapmaya çalışıyor. Ama bunlar sorunu çözemez. Kürtlere ilişkin nasıl bir tutum takınır, bu önemli.
Kürt sorunu konusunda üç yol var. Birincisi 80-90 yıldır devam eden inkar-imha politikası, anlayışı. İkincisi küçük Kürdistan kurup tüm Kürtleri oraya bağlamak. Yani küçük Kürdistan’ı kurararak Büyük Kürdistan hayaliyle Kürtleri bir yüz yıl daha oyalamak. Tıpkı Yunanlıların megalo ideası gibi. Küçük Yunanistan’ı kurup, megalo ideasını yaşatmak. Yine tıpkı küçük Ermenistan’ı kurdurarak Büyük Ermenistan hayaliyle Ermenileri oyalamak gibi. Burada da küçük Kürdistan’ı kurup Büyük Kürdistan hayalini yaşatmak istiyorlar. Küçük Kürdistan’ı kurup bütün Kürtleri orası üzerinden kontrol edecekler. Bunu ortaya çıkarmak hayati önemdedir. On yıldır bunu söylüyorum. Kaçanların birçoğuna her türlü imkân verdiler. Birçok kişiye de orada şirket kurdurup kendilerine bağlıyorlar. Geçmişte nasıl ki ülkü ocakları üzerinden Sol pasifize edildiyse, bugün de bu cemaatler eliyle hareketimiz pasifize edilmek isteniyor. Çok güçlü ekonomik imkanları da var. Bunu da devreye sokuyorlar. Bazı aileleri bu çerçevede kendilerine bağlıyorlar. Osman “benim önümü açın ben gidip Muhafazakar Kürtleri örgütleyeyim” diyordu. Bunun gibi birçok oyun oynandı ama hiçbirisi tutmadı.
Üçüncü yol da bizim savunduğumuz demokratik çözümdür. Biz burada demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, demokratik toplum diyoruz.
Şu an yaşanan bu karmaşa halinden muazzam politika üretenler büyük gelişme kaydeder. Erdoğan ortalığı ayağa kaldırıyor. Bahçeli Baykal hergün feveran ediyorlar. Neden? Çünkü şu anki siyaset bunu gerektiriyor, onlar bunu biliyor. Günün siyaseti için böyle yapmaları gerekiyor. Bizimkiler gün gün muazzam politika yürütmelidirler. Kim bu karmaşa halinde çok iyi örgütlenirse iyi ve doğru politika yürütürse o kazançlı çıkar. Akademi kurun diye o kadar çok söyledim, bugün akademi ihtiyacı nasıl hissediliyor, ortadadır. Bu yaşananları süreci doğru kavrarlarsa tutuklamaları da boşa çıkarırlar. Kendi yerel demokratik önderliklerini ortaya çıkarmaları gerekir. Bu tutuklamalar devletin bir taktiğidir. İyi bir siyaset yürütümüyle bu tutuklamalar rahatlıkla boşa çıkarılabilir. Ben siyaseti iyi yürütün derken kimseye illegal bir alanı işaret etmiyorum. Demokratik zeminde yapılabilecek muazzam çalışmalar var, bunlar yapılmalı diyorum. Ama çok iyi anlaşılmıyor, hantal çalışılıyor. Yerel demokratik önderlikler ortaya çıkmadı. Teorik olarak da çok dogmatikler.
DTK Kürt toplumunun yasal demokratik örgütlenmesinin adıdır. Yine BDP yasal ve Türkiye’nin tümünde çalışmalarını yürüten bir siyasal partidir, Türkiye partisidir. Bunlar KCK’dan ayrı çalışmalardır, birbirine karıştırılmamalıdır.
Ben burada on yıldır hep söylüyorum, ortada bir çalışma göremiyorum. Sol’un geleneksel durumudur bu. Bir şeyler ezberlemişler habire aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Ben burada muazzam bir çaba sarfettim. Ben Stalinizmi katbe kat, fersah fersah aşmışım, dünya düşüncesine mal olacak kadar düşünce üretmişim, kendi düşüncemi oluşturmuşum. Ezbercilik ve dogmatizm diyorum ben buna. Önemli olan pratikleşmedir. Türkiye siyasetinde şu anda en önemli olan husus pratikleşmedir, pratik politikadır. Üç ana çizgi ve güçten söz etmiştim. Birincisi katı-ulasalcı milliyetçi çizgi, ikincisi AKP’nin temsil ettiği ılımlı-islamcı-muhafazakar çizgi. Türkiye’yi bu iki hegemonyadan kurtaralım diyordum, diyorum. Bunlara karşı bir çıkış olarak üçüncü yol ve çizgiyi önerdik, geliştirdik. Demokratların birlik çizgisidir bu. İşte dağ gibi kitle var ortada, ben daha ne yapabilirim! İster BDP içinde ister dışarıda önemli olan ortak çalışma yürütülmesidir. Bunun için bir koordinasyon kurulu kurulabilir, paralel çalışmalar yapılabilir, yürütülebilir.
Geçen gün de Aktüel’de Avni Özgürel’in yazısını okudum. Özgürel de Kürtler, PKK ve Öcalan konularının ayrı konular olduğunu ancak bunların bağlantılı, iç içe oluğunu, bir arada ele alınmazsa sorunun çözülemeyeceğini belirtiyor. İyi bir tespit yapmış, söylediği doğru. “Öcalan’ı devre dışı bırakan her seçenek Öcalan’ı güçlendiriyor” diyor. Bu da doğru. Bugüne kadar da güçlendirdi zaten. Ben burada kimseye, devlete falan yalvarmıyorum. Yol haritamda da belirttim, sağlığım hala elverişliyken rolümü oynamak istiyorum.
Adıyaman’da Malatya Yazıhan’lı bir lise öğrencisi bedenini ateşe vererek hayatını kaybetmiş. Ailesine sabır, metanet ve başsağlığı diliyorum.
Dil, bedendir. Coğrafya bedendir. Kültür bedendir. Bedenlerinize sahip çıkın. Öyle tek başına kuru bir dil bir anlam ifade etmez. Bunlar hepsi bütünlüklüdür. Bir arada düşünülürse demokratik bir toplulukla bunlar birlikte bir anlam ifade eder. Dil, coğrafya, kültür, bunların hepsine ben beden diyorum. Bedeninize sahip çıkmazsanız baş bir işe yaramaz bir anlam ifade etmez. Bütün bunlar DTK’nın çalışma alanlarıdır; dil, kültür, sanat, spor her alanda toplum içinde çalışmalarını yürütürler.
Kadın ile erkek ilişkisinde -bir yazar da belirtiyor– kadın mı erkeğe teslim oluyor yoksa erkek mi kadına teslim oluyor? diye. Burası tartışılabilir, bence günümüzde ikisi de birbirine teslim olmuştur. Kadın erkek ilişkisi doğru anlaşılmalıdır. Bir kadınla hangi temelde yan yana gelineceği önemli. Bu yaşıma geldim hala bir kadınla hangi temelde biraraya gelinebilir, bir kadınla bir araya gelirsek ne konuşacağız, hangi konuları konuşuruz kendisiyle diye düşünüyorum. Slovaj Zizek “beni en çok heyecanlandıran şey benden daha zeki bir kadınla felsefe konuşmaktır” diyor. Kadınla belli bir temelde diyalog ve ilişki kurulmalıdır. Doğru yaklaşımla yani kadınla erkeğin bir araya gelme konusunda, ben buna evrenin oluşum dili diyorum. Yani evrenin oluş tarzıdır diyorum. Ben kadın erkek ilişkisine böyle bakıyorum. Bu ilişki tarzı bu özgürlük temelinde yakalanırsa Nirvana’ya o zaman ulaşılabilir. Ben kadına saygı temelinde yaklaşıyorum. Kadınlar beni bu kadar takip ettiklerine göre demek ki bende bazı yönleri keşfetmişler. Ben kadına çok değer veriyorum. Kadın, özgürlüğünü savunmalıdır. Ben buna değer veriyorum. Kadın her türlü özgürlüğünü geliştirebilmelidir, kendini bu konuda yetkin hale getirmelidir. Ben buna örnek vermek istiyorum. İskenderiyeli Hypatia isimli bir kadın M.S. 415’te dönemin ilk Hıristiyanları tarafından fikirlerinden dolayı ölüme mahkum ediliyor. Kadına diyorlar ki, “sen bizim yasalarımıza karşı geldin”. Onların şiddetine karşı kadın felsefeyle cevap veriyor. Onlar saldırdıkça kadın felsefeye sarılıyor, felsefeyle kendini savunuyor, kendi felsefesini ortaya koyuyor. Etrafını saran gençlere de “siz bana faydacı, kaba cinsellik temelinde yaklaşıyorsunuz, ben bunu kabul edemem” diyor. Sonra kadını taşlarla linç ederek öldürüyorlar. İşte kadın özgürlüğü için kendini böyle savunmalıdır. Adıyaman’da kız çocuğunu diri diri toprağa gömmüşler, diri diri! Üzerine atılan toprak boğazına, iç organlarına kadar dolmuş, diriyken. Aslında toprağa gömülen kadındır, kadınlıktır, bütün insanlıktır. Bir kişinin toprağa gömülmesiyle bir milyon kişinin toprağa gömülmesi arasında fark yoktur. Dinsel dogma o dönemde de bu dönemde de tehlikelidir. Bu kızın anısını, hayatını roman yapabilirler. Adıyaman cezaevindekiler bunun üzerinde durabilir. Bunun için kadınlar kendilerini çok iyi yetiştirmelidir diyorum.
Kars halkına selamlarımı iletiyorum. Bütün cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.
- Ayrıntılar
İtalya’dan bir dergi makale yazmamı istiyormuş. İtalyan tarihine önem veriyorum. Gramsci’den özellikle daha önce de bahsetmiştim. Bu çerçevede Ortadoğu Kültürünün Demokratikleştirilmesi isimli savunmamda ana çizgileriyle belirtmiştim. Ama eğer olursa İtalyanlarla görüşlerimi paylaşmak isterim, İtalyanların görüşlerimi öğrenmesini, paylaşmasını önemsiyorum. Ayda bir makale yazmayı düşünebilirim. Daha önce İtalya çözümlemeleri ana hatlarıyla yapmıştım. Ama bundan sonraki Avrupa çözümlemelerimi İtalya üzerinden geliştirmeyi düşünüyorum. Kısmen de çözümlemiştim. İtalya’yı anlamak, İtalyan tarihini çözümlemek Avrupa’yı çözümlemektir. İtalya’yı anlarsanız, çözümlerseniz Avrupa’yı da anlarsınız.
Ermeni yazarlar birliğinde sanırım benim üyeliğim var zaten, PEN de olabilir, bir sakıncası yok. Bu yazarlar vesilesiyle Aram’ı da anarak Ermeniler için şunu söylemek istiyorum: Benim bu son çözümlememde geliştirdiğim konular, bütün Ortadoğu Kültürünün Demokratikleştirilmesidir. Savunmamdaki çözümlemelerim aslında Ermenileri de ilgilendiriyor, Ermeni sorunun çözümünü de sağlayabilir. Bu katı milliyetçilik yerine, demokratik çerçevede çözümün Ermeniler için de tartışılabilir olduğunu, bunu hayata geçirmelerini önemsiyorum. Güncel sorunlarını da ancak böyle aşabilirler.
Belediye Başkanlarına dönük bu operasyon aslında bir provokasyondur. Halkın tepkileri yoğundur sanırım bu provokasyonlara karşı. Kürt halkı her şeye karşı örgütlüdür, örgütlülüğünü koruyorlar. Kendi örgütlülüklerini elbette savunacaklar, protestoları da bu yönlü geliştireceklerdir.
Aslında benim KCK ile söylemek istediğim; KCK illegal bir yapılanma yani Türkiye’ye göre yasal sayılmıyor. KCK’nin ayrı bir yapılanması vardır, işte başı Kandil’dedir. KCK’nin bir sürü yerde örgütlenmeleri vardır, yapılanmaları vardır, Türkiye içinde de yapılanmaları vardır. Onların kendilerine göre bir sistemi vardır, çalışmaları da buna göredir. KCK ile legal siyaset ayrıdır. Belediye Başkanlarının, siyasetçilerin bu oluşumun üyesi olduklarını sanmıyorum, olmamaları da gerekir. Seçilmişlerin de bunu kabul edeceklerini sanmıyorum. KCK dediğim gibi ayrı, kendine göre sistemi ve örgütlenmesi olan bir oluşumdur, Türkiye’de yasal olmadığını bilir, buna göre davranır.
Demokratik siyaset farklı bir statüde örgütlenmeye gitmelidir. Bunun için dernekler şeklinde örgütlenmeler olabilir, sivil toplum kuruluşları, inisiyatifleri şeklinde örgütlenebilinir. Demokratik Toplum Kongresi’nin merkezi Amed’dedir. İçinde Kürtler elbette olur, ama başkaları da olur. Demokratik Toplum Kongresi pek çok alanda siyasetten ekonomiye, spordan sanata, kültüre kadar her alanda başta kadın ve gençlik olmak üzere, halkın içinde olurlar. Kürtlerin demokratik temelde örgütlenmesini söylemiştim. İstanbul’da da DTK’nin içinde yer alanlar olabilir ama bunlar Diyarbakır’a, Amed’e bağlıdır. İkinci halka Demokratik Toplum Kongresi’dir.
Üçüncü halka siyasal partidir. Bu, sadece Kürtlerin değil Türkiye’nin partisi olmalıdır, buna ne kadar hazırlıklıdırlar onu bilemiyorum. Sanırım hala tartışmalar sürüyor. Yerelden Kongrelerini yaparak, her türlü demokratik tartışmaya Türkiye’nin her yerinde hayata geçirerek bir yapılanmaya gidilebilir. Değişik çevrelerin, farklı görüşlerin bu parti içinde yer almasını önemsiyorum. Kendi düşünceleriyle, kendi gruplarıyla ortak ilkeler çerçevesinde olabilir. Siyasal parti içinde feminist grubun, feminist çevrelerin yer alması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bu çevresel problemler, bunlar önemlidir. Çevreciler de bu siyasal partinin içinde yer alabilir. Birçok çevreden akademisyenlerle, aydınlarla, farklı isimlerle, farklı görüşlerle, üç ilke çerçevesinde görüşülebilinir. Geniş çevrelerin siyasal partide yer alması gerekir. Ben feministlerin de, çevrecilerin de farklı grupların da parti içinde kendi görüşleriyle almaları gerektiğini düşünüyorum. Siyasal partinin üçüncü halka olarak Türkiye’nin her yerinde örgütlenmesi gerekiyor. Dürüst alevi kesimler de, alevi aydınlar da dahil edilmelidir.
Siyasal parti için bu üç hususu belirtmek istiyorum. Bu ortak ilkelerden birincisi Demokratik Cumhuriyet’tir. Bundan kastım, devletin demokratikleştirilmesidir. İkinci ilke; demokratik vatan’dır. Ben daha önce ortak vatan diye niteliyordum, bundan kastım bu bütün ülke toprağıdır. Vatan gene ortaktır ama herkesin bu topraklarda farklı ulusların, etnisitelerin yaşadığı gerçeğinin görülebilmesi için demokratik vatan diyorum. Üçüncü ilke demokratik ulus’tur. Demokratik ulus kavramı, ulusun demokratikleşmesi, burada söylemek istediğim aslında çoklu ulus’tur. Sadece Kürtler, Türkler değil, farklı etnisiteler, azınlıklar var, tümünü kapsayan çoklu kültür, çoklu kimlik, çoklu ulus, bunların bileşimine, bunların tümüne demokratik ulus diyebiliriz. İspanya’da bu var. İspanya’da tek bir İspanyol ulusu yok, ortak bir vatan var, İspanya var ama herkesi İspanyollaştıran, herkese tek tip ulus, tek tip dil dayatan bir anlayış, devlet yok. İngiltere’de buna benzer bir anlayış var. Tek devlet, tek ulus anlayışı Türkiye’de olduğu gibi, Kara delik gibidir. Her şeyi yutar, kendine benzeştirip tek tipleştirmeye çalışırken yok eder. Kürtler demokratik uluslaşmasını DTK yoluyla gerçekleştirebilirler. Kürtlerin demokratik temelde örgütlenmesini, Kürtlerin demokratikleşmesini, demokratik uluslaşmasını sağlamaya yöneliktir. Biz o yüzden DTK’nin merkezi Amed’dir dedik. Bu özellikle bölgede örgütlenir. Ancak siyasal parti tüm Türkiye’de olur. Programı da buna göre olur, Türkiye’nin sorunlarıyla, tüm Türkiye’nin demokratikleştirilmesiyle ilgili yani bir Türkiye partisi olması gerekir. Yeni partinin tüzüğünün, yönetmeliklerinin buna göre tartışılması yeniden düzenlenmesi gerekir. Bunun için savunmalarımdan, geçmiş tartışmalarımdan da yararlanılabilir. Yeni partinin kendini bu çerçevede geliştirmesini, stratejik olarak böyle örgütlemesini öneriyorum. Anadolu’daki kumar kapitalizminden ancak böyle kurtulabilinir. Herkesin içinde yer alabileceği ortak ilkeleri belirttim. Bu çerçevede yürütülebilir.
Ben stratejik önderliğim, sosyolojik belirlemeler yapıyorum, talimat vermiyorum, bunu uygun da bulmam, siyasi etik açısından doğru olmaz, görüşlerimi belirtiyorum. Herkes gibi benim de tartışma hakkım var.
Bütün bunlar danışıklı döğüştür. Yok, öyle operasyon moperasyon, özel harp dairesine girmişler, kozmik oda diyorlar. Ne zaman ki Kürtlere AKP bir operasyon yapıyor, bunu örtbas etmek için işte ben bazı adımlar atacağım ama bana engel oluyorlar, ordu bana engel çıkarıyor, diyerek Kürtlere yönelik belirsizlik yaratıyor. Ne zaman Kürtlere karşı bir operasyon yapılsa hemen orduya karşı da bir şeyler yapılarak, orduya karşı operasyon görüntüsüyle Kürtlere yapılanların üstü örtülmeye çalışılıyor. Olası gelecek tepkileri de ortadan kaldırdılar. KCK adı altında operasyon oldu bu bir provokasyondur ama hiç kimseden çıt çıkmadı, tartışılmıyor. AKP ordu ile danışıklı döğüş halindedir. Biraz özgür durmaya çalışan Kürtleri hapishanelere tıkıyor. Kürtlerin özgür-demokratik siyaset yapmak isteyen kesiminin önünü kesiyor, orduyu bahane ediyor. Yani Kürtlere bana sığının diyor. Bir yandan Kürtleri tasfiye ediyor öte yandan para vb. şeylerle bazı ailelerle Kürtleri kendine bağlamaya çalışıyor, bu açılım falan değil. Buna karşı Kürtlerin gerçek demokratik açılımı, kendi demokratik duruşlarını hayata geçirmeleri gerekiyor, bütün Türkiye için. Eğer siyaset yapacaklarsa, eğer özgürlükleri için mücadele edeceklerse bu provokasyonu, AKP’yi iyi görmeleri, bunun ne olduğunu bilince çıkarmaları gerekiyor. AKP’yi yüzde onun altına düşürmeleri gerekir. Bunların tasfiyeden başka bir çözümleri yok. Kürtleri bu yolla kendilerine bağlamak istiyorlar. Ben buna karşı savunmaları geliştirdim. Ortadoğu kültürünü demokratikleştirmek savunmamda buna ilişkin ayrıntılar var. Bu tür oyunları boşa çıkarmak, siyaset yapabilmek için bunları anlamak gerekiyor. Ben bu yüzden siyaset akademileri önermiştim ama gerçekleşmedi. Bunların mutlaka yapılması gerekiyor. Bunu bir sürü yerde hatta dört parçada, İran, Irak, Suriye, Türkiye Kürdistan’ı hatta Avrupa’da; kadınlar için de Özgürlük Akademisi demiştim, bunların hayata geçirilmesi gerekiyor. AKP bile söylediklerimizi alıp bir sürü siyaset akademisi açtı. Bütün demokratik kurumları etkin ve güçlü bir şekilde kullanmasını bilmek gerekiyor.
Bu vesileyle tekrar söylüyorum. 2010 mesajımı da bu temelde vermek istiyorum. İşte KCK, siyasal soykırımdır diyor, doğrudur, siyasal soykırımdır. Kürtlere uygulanan siyasal soykırımdır, ekonomik soykırımdır, kültürel soykırımdır. Buna karşı halkın ciddi bir direnişi olduğunu, örgütlü bir duruşla buna karşı çıktığını biliyorum ve onlara inanıyorum. 2010’da siyasal örgütlülüklerini yükselterek demokratik bir ulus olma temelinde özgürlüğe ulaşmak için bütün güçlerini seferber etmeleri gerekir. 2010 yılının demokratik temelde büyük bir mücadele yılı olması gerektiğini bir kez daha vurguluyorum. İşte 15 Şubat’a kadar AKP’nin tavrı da gerillanın duruşu da biraz netleşir. Abbas söylüyor, otonom gruplardır, kendi tepkileri var, biz bile engelleyemeyiz diyor, ben de engelleyemem. Şimdiye kadar bir şeyler yaptım, buraya kadar getirdik. Ama böyle devam edemeyeceğini Hükümet’in görmesi gerekir. Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik önderlik yapabilirim, bunları da sosyolojik değerlendirmeler olarak sunuyorum. Ama böyle gelişirse kimse bunun önünü alamaz. Sadece dağlarda değil, çok vahim sonuçları olacak çatışmalar derinleşir. Türk aydınlarının da bunları görerek o yüzden Kürtlerle demokratik siyaset yürütmesi gerektiğini söylüyorum. AKP’nin provokasyonlarına gelmek yerine bütün bunları açığa çıkararak onların da kıyamet koparmaları gerekir.
Ben kadın arkadaşların sonsuz boşanmayı kavradığını düşünüyorum. Bu anlamda manevi bir güç açığa çıkardıklarını da düşünüyorum. Sonsuz boşanmadan kastım beş bin yıllık erkek egemen kültüründen boşanmadır. Kadın üzerinde bu beş bin yıllık tahakkümü ben tecavüz kültürü olarak nitelendiriyorum. Bu kültürden boşanmak elbette kadının özgürleşmesini getirecektir. Kadının özgürlüğü toplumun demokratikleşmesinin özgürlüğünün de temelidir. Kadını ulusun, sınıfın ötesinde toplumun ilk ezilen kesimi, ulusu olarak niteledim. Elbette ki kadının özgürlüğü ve eşitliği, eşit bir topluma gidecek tek yoldur. Toplumun eşitliği diyorsak bunu sağlamak gerekir. Sonsuz aşk kavramından ise özgürlük aşkını, maddi anlamda değil ama manevi anlamda büyük bir gücü açığa çıkarmayı kastediyorum. Bundan maddi bir kazanç ya da mutluluk sağlayamazsınız ama sonsuz boşanmadan insan olarak, kadın olarak özgürlük ve güzelliğinizi, Helenleşme, tanrıçalaşma diyoruz ya, işte İştar, İnanna sağlayabilirsiniz. Manevi olarak kazanırsınız.
Ben kadının sadece siyasal anlamda değil, ideolojik ve manevi anlamda da derinleşeceklerini, derinleştiklerini düşünüyorum. 2010’da erkek egemen kültüründen sonsuz boşanma temelinde özgürlüklerini yükselteceklerini düşünüyorum.
Cezaevinde direnmek manevi bir şeydir. Sadece maddi olarak direnemezsin, sadece fiziki olarak cezaevi şartlarında direnemezsin. Sadece maddi olarak direnirsen bu fiziki yok oluşa kadar gider, manevi gücünüzü açığa çıkarmalısınız. Manevi olarak güçlü olmak gerekir ki cezaevi şartlarına dayanabilesin. 2010 yılı cezaevlerindeki arkadaşlar için manevi özgürlük yılı olacaktır, yeni yıllarını bu temelde kutluyorum.
Bana c.evinden gelen mektuplar var, Tekirdağ’dan pek çok küçük küçük mektuplar, Van C.evi’nden iki mektup. Bakırköy cezaevinden, mektuplar aldım. Bitlis, Midyat C.evinden, Genel olarak c.evinden gelen mektupları iyi buluyorum. Arkadaşların gelişmeleri fena değil. Arkadaşların da belirttiği gibi, direnmek, maddi bir şey değildir sadece. Cezaevinde direnmek manevi bir şeydir. Sadece fiziki olarak c.evi şartlarında direnemezsin. Manevi olarak güçlü olmak gerekir ki c.evi şartlarına dayanabilesin. Van, Muş ve Bulanık halkımıza selamlarımı iletiyorum.
- Ayrıntılar
Rêber APO
Odamda pencere açtılar. Havalandırmaya çıkarmayı da iki saate çıkardılar. Bir saat sabah bir saat öğleden sonra olmak üzere iki saat havalandırmaya çıkardılar. Dün dört arkadaşla tekrar görüştük. Onlarla da sohbet ettik.
Milletvekilerinin istifası konusunda ben farklı düşünüyorum. Ben “siyaset bir tıkanma noktasına gelmiş” demiştim. Ben bugünkü durumu 1975-76 yıllarımdaki duruma benzetiyorum. Bir yıl ADYÖD Başkanlığını yaptım. O zamanlar ADYÖD iki eğilimden oluşuyordu. DDKO ve Dev-Genç’in birleşmesinden oluşuyordu. Ben hem Dev-Genç’e hem DDKO’ya üyeydim. Gönlüm her ikisinden yanaydı. Biz ikisini birleştirmiştik. İki tarafı birleştirme, kardeşliği ve özgürlüğü esas aldığımı, böyle bir eğilimde olduğumu biliyorlardı. Birisi daha sonra küçük burjuva milliyetçiliğine kaydı. Diğeri de milliyetçiliğe kaydı. Diğer taraf da “biz Kürtlerle birarada yapamayız” diyordu. Sonunda ben ortada kaldım. Ama gönlüm her ikisinin birleşmesinden yanaydı. Daha sonra Kemal Pir ve Haki Karer’le birlikte Kürdistan’a geçtik. Kemal Pir ve Haki Karer benim iki halkı birarada tutmak istediğimi gördükleri, bildikleri için benimle beraber hareket ettiler. Biz bilinen tarihi Mart çıkışını yaptık. Mart 1976. Benim 1975-76 arası çalışmalarım tarihi önemdeydi. Her yıl dünya kadar çalıştım, çaba sarfettim. Her yıl bir kitap kadar dökümanlar hazırlıyorduk. Kürdistan’da mücadeleyi başlattık. İlk olarak Ağrı’ya gittim, Kars’a da gittik. Hatta oraya gidişim meşhurdur, Karslılar bilir halen buna çok değer verdiklerini biliyorum. Doğubeyazıtlılar da değer veriyorlar. Doğubeyazıt’ta gençlerle toplantılar yaptım, heyecanlı toplantılar oldu.
1970’ten bu yana çok büyük emeklerim oldu. Birçok kurum ve derneğe üye oldum. Bir yıl İstanbul’da kaldım. O yıl Hukuk Fakültesine kaydımı yaptırmıştım 1970-71 yılıydı. O tarihten itibaren çok düşündüm çaba sarfettim. Bugüne kadar kırk yıl oldu. Halkın bana bu kadar bağlı olmasının temelinde bu var. Halk beni bilir, halk tanır. Diyarbakır’dan çıkışım bu amaçlaydı. Kırk yıldır bunun mücadelesini veriyorum.
Böylece Kürdistan’da çok geliştik ancak Türkiye boyutu gelişmedi. Türkiye boyutunu daha sonra Ergenekon ele geçirdi.
Mahirlere, Denizlere saygım vardır. Ben onlara saygı duyuyorum. Deniz de Mahir de Kürtlerin varlıklarını ve haklarını kabul ediyorlardı. Deniz idam edilirken bile -bu çok zor bir şeydir idam edilmek– bundan hemen önce “benim mücadelem Kürt ve Türk halklarının kardeşliği mücadelesidir” demiştir. Aynı şekilde de Mahir de “Kürtler vardır, Kürt sorunu inkâr edilemez. Kürtlerin bütün hakları kabul edilip verilmelidir” diyordu. Ben bunu Mahir’in kendi ağzından duydum. Bunu söylemek büyük cesaret istiyordu. Biliniyor Mahir de vuruldu. Vurulduğunda da bunları söylemişti. Herkesin bunlara saygı duyması gerekir.
Çözüm demokratik mücadeledir. Bunu halka danışabilir ve karar alabilirler ama öyle yüzeysel değil, gerçekten halka sorarak, bunu kararlaştırabilirler. Diyarbakır’da binlerce kişiyle halk toplantıları yapabilirler, daha sonra il il halk toplantıları yapabilirler. Onlar da halka gidebilirler. Meclis’e dönüş de yapabilirler. Biz böyle gerekli gördük de diyebilirler. Bence henüz istifa edilecek aşamaya gelinmedi. Bizler henüz o aşamada değiliz. Meclise dönüp demokratik siyaset geliştirilebilinir. Ufuk Uras’ın teklifi değerlendirilebilir. Milletvekilleri Meclisi iyi kullanmalıdırlar. Demokratik kanalları açamadılar. Bu şekilde Kürtlerin demokratik kazanımları da boşa harcanmamalıdır. Meclis’te her şeyi tartışabilmeliler. Demokratik mücadele için demokratik siyaset gerekiyor. Bunun yapılabilmesi önemli.
Şimdi yeni parti var deniliyor. Ben buna bir şey demiyorum. Devlet birisini kapatır, birisi açılır ancak hukuk tekniği açısından bir parti olabilir. Ama bu siyasi-demokratik mücadeleye tek başına çare değil. Yeni bazı şeylerin olabilmesi gerekiyor. Demokratik siyaset yürütülmesi gerekir. Demokratik siyasetle ancak barış gelir. Türkiye’de hukuk zaten yok. Ben söylediklerimi legal ya da illegal olarak değerlendirmiyorum. Benim söylemek istediğim demokratik siyaset kanalıdır, mücadelesidir.
Türkiye’de ortak bir çalışma yürütülebilir. Demokratik kesimlerle geniş bir şekilde bir araya gelinebilir. THKO, Dev-Genç gibi bunların devamı olan kesimlerle ilişkiler kurulabilir, bunlar da içinde yer alabilirler. Aleviler de dahil olabilir. Diğer demokratik kesimler de dahil olabilir. Böyle demokratik bir oluşum olursa kırk elli milletvekili çıkarabilirler. Bunlar önemli şeyler yapabilir, demokratik siyasetin önü açılabilir. Bunu yaparlarsa demokratik siyasetin önü açılabilir. Demokratik mücadelenin Türkiye tarafı da bu şekilde oluşturulabilir.
MHP herkesi teslim almak istiyor. CHP, MHP faşist, katı tutum ve çizgilerini aşabilmek için Meclis’ten çıkıp gitmekle olmaz. Mecliste kalıp bu anlayışa karşı mücadele etmeliler. Bahçeli’nin Baykal’ın arkasında çok güçlü örgütleri vardır. Bahçeli muazzam örgütlüdür, bunlar örgütlü olma konusunu çok iyi biliyorlar. Baykal da aynı şekilde örgütlüdür.
Sayın Başbakan’a çağrıda bulunuyorum. Benim yol haritamda mevcut şiddetin önlenmesi için gerekli ilkeleri belirtmiştim. Biraz aceleye gelmişti. Ama yine de yeterli şeyleri söylemiştim. Sorumluluklar hep omuzlarıma yüklenmiş. Bu şekilde Hükümet de bütün yükü bana bırakıyor. Bu da benim sağlığımı bozuyor. Biz savaşın değil, barışın gerçekleşmesini istiyoruz. Barış projenizi ortaya koyarsınız. Benim rolümü oynayabilmem için barış projesinin ortaya konulması gerekiyor. Her şeyi benim omuzlarıma yıkmasınlar. Dürüstlükle bir demokratikleşme projesi hazırlanmalıdır. Ve hemen harekete geçilmelidir. CHP ve MHP zaten çözümsüzlükten yanalar. Yedi yıldır da demokratik bir çözüm gelişmedi. Ben demokratik olan hiçbir şeye de karşı değilim. AKP’nin içinde biraz samimi İslami demokratik bir çizgi de var. Ben buna da karşı değilim. MHP ve CHP dışında AKP’den de çözüm istemeyen kişiler var, isteyenler de var. Eğer bu sorun çözülmek isteniyorsa bu demokratik çizgi harekete geçirilmelidir. Ve Başbakan demokratik bir projeyi hayata geçirmelidir.
Türkiye’de aslında şu anda iki güç var. Bunlardan biri ittihat terakki çizgisinde olan sert-katı, faşist güçtür. Diğeri de kısmen AKP -AKP içinde kısmen demokratlar var, kısmen de askerlerin de içerisinde yer aldığı yumuşak güçtür. Aslında şu anda çatışan bu iki güçtür. Her gün subaylar, generaller tutuklanıyor. Tutuklanmalarının nedeni bu iki gücün çarpışmasıdır.
AKP içinde İslami demokratik bir çizgi var. Bu Erbakan onların çizgisidir. Yedi yıldır AKP’deki bu demokratik çizginin içi boşaltılıyor. Demokratik İslam anlayışının içini ılımlı İslamla boşaltıyorlar. AKP’nin hem Kürtler için hem Aleviler için hem de demokratikleşme için yaptıklarının içi boştur. Alevi çalıştayına Şendiller’i çağırmışlar. Bu da yapmış oldukları alevi çalıştayının içinin boş olduğunu gösteriyor. Kürtleri Kürtlerle pasifize etmeye çalışıyorlar. Bu da benim söylediklerimi doğruluyor. Biz demokratik islam çizgisine karşı değiliz. Demokratik bir çıkış yapılabilir.
Anadolu kapitalizmi dünyanın en vahşi kapitalizmidir. Bu kapitalizm, kumar kapitalizmidir. Dünyanın hiç bir yerinde uygulanmayan kapitalizm Anadolu’da uygulanıyor. Bunlar bir aile kurdular mı, biraz da para kazandılar mı, bir kadın, bir araba bir ev edindiler mi toplumsal mücadeleden vazgeçiyorlar. Toplumsal gerçekleri görmezlikten geliyorlar. Hatta toplumsal mücadelelere müdahale ediyorlar ve onların önünde engel haline geliyorlar. Demokratik siyaset ve barışla bunun önüne geçebiliriz.
Ben 1986’da Kürdistan’a ilk birlikleri, gerillaları gönderdiğim zaman onlara çok şey söylemiştim, onları uyarmıştım. Ancak ben her şeyi de bilemiyorum. Mesela Hogir’in Ergenekonla bağlantılı olduğunu yirmi yıl sonra öğrenebildim. Bunun gibi birçok kişinin Ergenekonla bağlantısını çok sonraları fark edebildim. Her şeyden de beni sorumlu tutmasınlar. Bizim mücadele tarzımız bu şekilde değildi. Bunlar birçok çete oluşturdular, Dörtlü çete, Hogir ve Şemdinler. Ergenekonla da işbirliği yaptılar. Bilge Köyü gibi birçok köy basıp çoluk çocuk katlettiler. Bunlar beni de öldürmek istediler. Hasan Bindal olayı biliniyor. Ben dikkatli olmasaydım beni de öldürürlerdi. Daha sonra bu anlayış Osman-Botanlarla devam etti. Bunlar bizim mücadelemizi de heba ettiler. Birçok insanın infazına göz yuman, öldürülmelerini sağlayan bu insanlar rahatlıkla gidip diğerleriyle işbirliği yapabildiler. Bunlar bizim mücadelemizi, demokratik mücadele anlayışımızı, değerlerimizi de boşa çıkarmaya çalıştılar.
Ben askerlerin de gerillaların da ölmesini istemiyorum. Ve gerçekten buna çok üzülüyorum. Anadolu insanları ölmesin. Anadolu kuzuları ölmesin.
Muş’taki olaylarda iki kişi yaşamını yitirdi. Bu öyle sıradan bir esnaf değil, devletin özel görevlisidir. Bunun gibi Bitlis, Siirt birçok yerde bunların hepsi bölgede örgütlüdür. Bunların etrafında daha bir çok kişiler vardır. Ben gazetelerdeki bazı başlıklardan bunları anlayabiliyorum, bu sonuçları çıkarabiliyorum. Bunun gibi Diyarbakır’da bile akla hayale gelmeyecek köşe başlarında bekleyen binlercesi vardır. Bunlar katliam gününü bekliyorlar. Ne zaman katliam olacak diye bekliyorlar. Katliam olsa bunların hepsi Kürtlere saldırmak için, Kürtleri öldürmek için bekler vaziyetteler. Daha öncesinden de Ceylanpınar’da, Viranşehir’de, Urfa’da, Diyarbakır’da bir çok kişi taranarak öldürüldü. Bunlar da her an beş kişi on kişi öldürebilirler. Buna karşı halkın kendini savunması gerekir. Buna karşılık savunma hazırlığın yoksa insanların bu şekilde ölmesini doğru ve sağlıklı bulmuyorum. Bulanık’ta yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı dileklerimi sunuyorum. Diyarbakır’da yaşamını yitiren gencin, Aydın Erdem’in ailesine de başsağlığı diliyorum. Ailelerine selam ve sevgilerimi iletiyorum.
Benim burada devleti tehdit ettiğimi söylüyorlar. Hayır ben kimseyi tehdit etmiyorum. Onlara “alçaklar ordusu” dediğim söyleniyor. İnfaz Hakimliği hücre cezamı onaylamış. İnfaz Hakimliği cezayı onamış itiraz hakkım var. Ağır Ceza Mahkemesi’ne itirazda bulunacağım. Bu bana verilen 12. Hücre cezası oluyor. Tabi bunlar doğru şeyler değil. Ben kimseyi tehdit etmiyorum, sadece tespitte bulunuyorum. Ben Meclis’te bireylere karşı bir şey söylemedim, bireysel olarak kimseye bir şey demiyorum. Kişiliklerine bir şey söylemiyorum. Benim söylediğim şey demokratik siyaset ve barış çizgisi seviyesinin altında kalan zihniyet içindir. Benim şahıslara karşı olumsuz bir şeyim olmaz. Ben Meclis’te bulunup da sorunu çözmek istemeyen anlayışa karşı söyledim bunları. Bu anlamda kullandım o kelimeyi.
İnfaz Hakimine yazdığım dilekçede de bunları belirttim. Benimle görüşme yapan heyete de söyledim. Hakimler hukuka, yasalara bakıyorlar. Dar hukuk tekniği bağlamında olayı değerlendiriyorlar. Sonuçta önündeki hukuk neyse onu dar olarak yorumluyorlar, gereğini o şekilde yapıyorlar. Benim söylediğim şey hukuku aşan bir şeydir.
Ben burada konuşurken, eleştiri yaparken de kimseye dayanarak söylemiyorum. Bana inanan halkım ve dostlarım vardır. Ben halka dayanıyorum. Ayrıca beni destekleyen dostlarım var. Zor zamanlarda bunlar yardım da eder. Ben kendi gücüme güveniyorum, kendi gücüme dayanıyorum.
Bingöl, Bitlis, Diyarbakırve Siirt cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Halkımıza selamlarımı iletiyorum.
- Ayrıntılar