Savaş ve iktidar bloklarının en çok başvurdukları toplumsal politikalarından biri asimilasyondur. En genel deyimiyle kültürel eritme anlamına gelen asimilasyon politikalarındaki temel amaç, tahakküme tabi tuttuklarının tüm karşı direnç yeteneklerini ellerinden almak için, başta zihniyetin temel kullanım aracı olan yerel dili uygulama dışı tutup, hakim dilin yoğun işlenişini ifade eder. Resmi dil yoluyla yerel dil ve kültür kadükleşip dolaşımda rol oynamayacak kadar daraltılır. Hâkim dil-kültür yükselmenin, okumanın, siyaset ve ekonominin ifade dili olarak kullanana kazanım sağlar. Baskı altına alınan dil ve kültür ise kullanana zarar kaydettirir. Bu ikilem altında yerel dilin iktidar dili karşısında dayanması gün geçtikçe zorlaşır. Hele yazı dili haline gelmemiş, hâkim lehçesini kuramamışsa, bu dil ve lehçelerinin sonu karanlık olur. Asimilasyon yalnız dil alanında değil, iktidarın şekillendirdiği tüm toplumsal kurumlarda uygulanır. Hâkim ulus veya dinin, grubun kurumsal gerçekliğine uyarlanma her düzeyde yaşanır. Siyasal, sosyal, ekonomik, hatta zihniyet alanı resmen tanınıp hukukça korundukça, diğer azınlık ve yenilmişlerin eş kurumları kendilerini hâkim kurumlara göre zoraki veya gönüllü asimilasyona uğratarak, resmiyetinin içinde yer alırlar. Baskı ve ekonomik, siyasi çıkar ne kadar devreye girerse, erime o denli rol oynar.
Kürdistan kültürel varlığı üzerinde en az savaşlar ve terör kadar, zoraki asimilasyon tahripkâr rol oynamıştır. Aynı tarihsel yöntemi uygulayıp ilk çağlara kadar gidebiliriz. Sümercenin belki de ilk ve en büyük asimilasyon dili ve kültürü olduğunu belirtmek mübalağa sayılmamalıdır. Kelime ve cümle düzeninden bu gerçeği anlamaktayız. Sırayla Hurice, Mitanni, Urartu, Mad ve Parsça de önce Sümer dili, sonra sırayla Akadça kaynaklı Babilce ve Asrice, sonraları Aramice Ortadoğu’nun ilk çağlardaki en büyük asimilasyon dilleriydi. Bu gerçeği Hitit, Urartu, Mitanni, Med ve Pers yazıtlarında görmek mümkündür. Bir nevi günümüz İngilizce’si gibi dönemin ‘interetnisite’ dili olan Aramice ortak anlaşma aracıdır. Özellikle aristokrasi ve devlet bürokrasisinin yazı dilinin bir tanesinin Aramice olması yaygın rastlanan bir örnektir. Yerel dil ve Aramice birlikte kullanılmaktadır. Bugün de yaşadığımız gibi hakim iktidar dili nasıl resmi dil olarak devlet ilişkilerde esas ise, o dönemlerde de Aramice -daha önceleri Akadça ve Sümerce- esas dil olup, yerel dil daha çok okuma yazması olmayan halkın sözlü iletişim aracıdır. Aristokrat kesim büyük ihtimalle işbirlikçisi olduğu devletin resmi dili ile konuşmaktadır. Urartu yazılı belgelerinde bu gerçeği görmek mümkündür. Tıpkı bağımlı ülke yöneticilerinin çoğunlukla İngilizce ve Fransızca konuşmaları gibi.
Pers anıtlarında Aramice’nin yeri açıktır. Dönemin hem diplomasi hem ticaret ortak dili olarak tüm Ortadoğu’da dolaşımdadır. Asimilasyonun mimarlıkta, devlet yönetiminde, edebiyatta, hukukta yoğun rol oynadığı bu alanlar ile ilgili tüm belgelerde gözlemlenmektedir. İsa’nın bile Aramice bildiği tahmin edilmektedir. Aramice’nin daha ulusal biçimi olan Süryanice diğer yaygın bir asimilasyon aracıdır. İbranicenin sınırlı bir etki alanı olması nedeniyle, karşı yayılma halindeki Helenizm’in dili Helence de giderek Ortadoğu’ya nüfuz etmektedir. Bugünkü İngilizce ve Fransızca gibi Helence ve Süryanice rekabet halindedir. İkisi de Kürdistan’da, özellikle şehirlerinde etki savaşı vermektedir. Urfa bunun tipik bir örneğidir. Aramice, Ermenice, Süryanice, Arapça ve Kürtçe’ yi, en son Türkçe’ yi yaşamış bir kültür derinliğine sahiptir. Fakat aşırı asimilasyon aşırı bir kozmopolitizme de yol açmaktadır. Urfa’nın bugünkü halinden de bu gerçeği anlamak mümkündür.
Süryanice’nin Kürdistan kültüründeki yeri daha sonraki Arapça’ dan ileridir. Bir aydınlanma dili olarak rol oynadığı belirtilebilir. Süryanilerin esas olarak kentte oturmaları bu sonucu doğurmaktadır. Kürtler Koma gene halkı olarak göçerliğin, köylülüğün sözlü dili olarak Kürtçe lehçelerini kullanmaktadır. Yazılı kaynakları sınırlıdır. Hiç olmadığı anlamına gelmez. Özellikle Mitannilerin başkenti Waşukkani’de (Hoşpınar, bugünkü Suriye-Türkiye sınırındaki Resulayn ve Amude kentleri) bulunan çok sayıda yazılı belge, M.Ö 1500’lerde proto-Kürtçenin yazı dili olarak kullanıldığını göstermektedir.
Kürdistan’da M.Ö 300-250 Helen krallıkları döneminde Helen kökenli halkın varlığı ve özellikle kentlerdeki ağırlıkları, Helence’nin de uzun süre kullanıldığını göstermektedir. Bir nevi sömürgeci dili rolünü oynuyor. Günümüzdeki gibi Kürdistan kentleri yabancı dil ve kültüre göre yaşarken, kırsaldaki halk yerel dil ve kültürü yaşamaktadır.
İslamiyet ile birlikte öne çıkan dil Arapça’dır. Önceleri bedevilerin dili olan Arapça, kentleşme ve İslamiyet’in doğuşu ile birlikte Ortadoğu’nun en prestijli dil, edebiyat ve bilim dili oldu. Savaş ve iktidarın resmi dili olarak Arapça büyük bir üstünlük kazandı. Zayıf Afrika kökenli diller karşısında tüm Kuzey Afrika’dan ve Zağros,Toros sisteminin güneyine kadar hakim dil oldu. Kültür ve bilim de Arapça ile yaşanmakta ve yapılmaktadır. Ayrıcalıklıdır. Onu kullanan, bürokraside yer alabilir. İlim sınıfına girebilir, bilim yapabilir. Dolayısıyla Arapça yükselmenin, çıkarların etkin dilidir. Bugüne kadar ki önemini bu maddi gerçeklere borçludur. Arapça’dan sonra Farsça’nın etkisi daha sınırlıdır. O da özellikle Selçukluların İran’daki iktidarlarında resmi dil olması nedeniyle yaygınlaştı. Selçukluların Anadolu’yu ele geçirip Konya merkezli bir devlet kurmalarında da resmi dil Farsça’dır. Mevlana Mesnevi’yi Farsça yazmıştır. Türkçe de Kürtçe gibi o dönemde daha çok kırsal alan halkının sözlü dili ve edebiyatının aracıdır.
Arapça’nın hakimiyeti Kürdistan’da çok etkili olmuştur. Özellikle ‘melle-molla’ tabakasının Arapça’yı ibadet dili olarak kullanma gereği bunda temel rol oynar. Ayrıca Arap yaşam tarzına özenti şehirlerde hakim olur. Kılık kıyafetten tutalım, şecere-soy belirlemeye kadar Arap gibi olmak moda değeri kazanır. Herkesin hanedanlık öykülerinde bir Arap kulpu takmak usulden sayılır. Eğitim, öğretim, moda, siyaset, diplomasi, sanat, bilim alanındaki hakimiyet Farsça gibi güçlü bir devlet deneyimi olan dil üzerinde bile etkilidir. Yarı yarıya Arapça’nın istilasına uğrar. Tüm Ortadoğulular Arap isim ve lakaplarını takarlar. Bu üstünlük ulus-devletlerin ve ulus bilincinin gelişmesine kadar yoğunca devam eder.
Kapitalist sistemin yaygınlaşması, ‘ulus-devletin’ biçimlenmesi, Kürt kültürü ve dili üzerindeki asimilasyon sürecini daha da yoğunlaştırdı. Arapça, Farsça baskısına Türkçenin yükselen baskısı da eklendi. İlk ve ortaçağlarda etnisite bünyesinde varlığını koruyan Kürt dili ve kültürü, bilim ve tekniğin artan olanaklarını resmi dil ve kültür olarak kullanan üç hakim dil ve kültürün etkisi altında iyice ezildi, eritildi. Ortaçağda bile birçok edebi eser (Ahmedê Xani, Mem u Zin gibi) veren Kürt dili ve kültüründe siyasi baskının da etkisi ile gittikçe daralma yaşandı. Kürtlük dil ve kültür olarak kuşkulu hale dönüştürüldü. Suç konusu oldu. Giderek Kürt olmak kriminalize edildi. Burjuvazinin suç-hapishane pratiğinin en aşırı bir biçimi ile karşı karşıya kalındı. Kürt olgusu ve ona dayalı sorunsallık en tehlikeli suçlar kategorisine sokuldu. Her üç ulus-devlette -Türk, Fars ve Arap ulus-devletinde dil ve kültürü aşan, tüm varlığı üzerinde bir eritme, uzaklaştırma, hakim dil ve kültüre bağlama kampanyası bütün şiddeti ile yürütüldü. Kürtçe anadil eğitimi dahil, tüm eğitim okullarına kavuşma yasaklandı. Ancak o da imkânları olanlar için hakim ulus okullarında modernizm öğrenilebilirdi. Kürt ve Kürtçe her bakımdan modernim kapsamı dışına çıkarıldı. En basit Kürtçe müzik, gazete, kitap yayını ‘Kürtçülük’ sayılarak siyasi suç kapsamına alındı. Hâlbuki kendileri kendi dillerinde Hitler’i geride bırakan bir milliyetçiliği uyguluyorlardı. ‘En yüce ulus’ teorilerinden geçilmiyordu. ‘Necip millet’ Arapların unvanıydı. Türklük, mutlu olma gerekçesiydi. Farisilik en büyük tarihsel soyluluktu. Kapitalizmin uyandırdığı milliyetçi duygular bütün gerilik durumlarını örtbas eden bir uyuşturucuya dönüştürülmüştü.
Ancak kapitalizmin üçüncü büyük küreselleşme hamlesi, yerelliğin yükselen değer haline gelmesi, teknolojinin –radyo, TV- dil yasaklarını anlamsız kılması, yurtdışı faaliyet imkânları Kürt ve Kürtçe’nin biraz alan bulmasına, kendine gelmesine katkıda bulundu. Tabii bu olgunun temelinde çağdaş direniş gerçeğinin de belirleyici bir etkisi oldu. Ulusal demokratik direniş beraberinde Kürt kimliğini, dil ve kültürünü, kendine güveni getirdi. Asimilasyonu –zoraki- yaratan savaşçı-iktidar zoru karşısında savunmacı direniş, ulusal dil ve kültürün yeniden doğuşuna ebelik ediyordu.
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Haziran tarihinde saat 18:30'da Hakkari'nin Şemzinan ilçesine bağlı Gelişim köyü civarı ve Medya Savunma Alanları sınır bölgesinde işgalci TC ordusu askerlerinin yoğun hareketliliği yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Haziran 2014 tarihinde saat 18:00 ile 19:00 arasında işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Xakurke bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Kuşkusuz Türkiye’de demokrasi hareketinin geliştirilmesi ve birliğinin sağlanmasının çok önemli bir alanı da inanç cemaatleridir. Yani dinsel ve mezhepsel topluluklardır. Özünde özgürlük ve eşitlik arayışını içerdikleri için dinler ve mezhepler toplumcudurlar, dolayısıyla demokratiktirler. Bu nedenle de demokratik hareketin çok önemli bir parçası konumundadırlar. Eğer şimdiye kadar bunun dışında kalmışlarsa, bu durumun iki nedeni vardır. Birincisi sol demokratik hareketin yanılgısı, ikincisi ise iktidar ve devlet güçlerinin dini çıkarlarına alet etme yaklaşım ve çabalarıdır.
Demokratik toplum hareketi açısından kuşkusuz bütün dini ve mezhepsel topluluklar önemlidir ve demokrasi hareketinin kopmaz bir bileşenidir. Fakat Türkiye toplumunun çok büyük çoğunluğunun Müslüman olması ve İslamiyet’in egemen güçler tarafından iktidar ve devlete daha çok alet edilmeye çalışılması nedenleriyle Müslüman toplumun durumu çok daha önemlidir. İslami toplumun yaklaşımı diğer tüm din ve mezhep topluluklarının tutumu açısından belirleyici rol oynayacaktır.
Biz HDP’nin yeniden yapılanması sürecinde tüm demokratik güçleri kapsayacak ve birleştirecek bir yaklaşımın esas alınması gerektiğini tartışırken, aynı zamanda Diyarbakır’da Demokratik İslam Kongresi toplanmış ve çalışmalarını büyük bir ilgi ve yoğunluk içinde tamamlamıştır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın önerisi üzerine toplanan ve gönderdiği manifesto niteliğindeki mesajı büyük ilgiyle değerlendiren Kongre’de, çok önemli ve temel konular büyük bir ciddiyet ve derinlik içinde tartışılarak demokratik toplum hareketinin geliştirilmesi üzerinde büyük etkide bulunacak çok önemli kararlar alınmıştır. Dahası örgütlenmeye gidilerek Demokratik İslam Kongresi’nin sürekliliği sağlanmıştır. Böylece Türkiye demokrasi hareketi için çok önemli bir bileşen ortaya çıkarılmıştır.
“Medine İslam’ı” anlayışıyla gerçekleştirilen Demokratik İslam Kongresi, İslam’ın özgürlükçü ve paylaşımcı özünü açığa çıkartarak baskıcı ve sömürücü güçlerin elinden almayı başarmıştır. Emeviler’den beri iktidarlaştırılan ve devletleştirilen İslam anlayışı yerine gerçek toplumcu ve kültürel İslam gerçeğini açığa çıkarmıştır. Böylece Müslüman toplumun devlet ve iktidar aracı yapılmasını deşifre etmiş ve bu toplumu demokratik toplum hareketinin bir parçası haline getirmiştir.
Bu durumu İslam’ın ve Müslüman toplumun gelecekteki rolü açısından fazlasıyla önemsemek gerekir. Unutmayalım ki, eski çağları bir yana bıraksak da, son atmış yıldır DP, AP, ANAP ve bugün de AKP elinde İslam’ın iktidar ve devlet çıkarına alet edilmesi Türkiye’nin faşist ve oligarşik bir düzenin egemenliği altına sokulmasında belirleyici rol oynamıştır. Geçen sürecin pratiği kanıtlamıştır ki, bu oyun bozulmadan geniş toplum desteğine ulaşmak ve demokratik bir sistemi geliştirmek mümkün değildir. Demokratik İslam Kongresi egemen güçlerin çok ustaca ve sinsice oynadıkları bu oyunun bozulması açısından çok önemli sonuçlar yaratmıştır.
İslam’ın toplumcu gerçeğinin ortaya konması, özgürlükçü ve paylaşımcı özünün açığa çıkartılması ideolojik açıdan da çok büyük önem taşımaktadır. Özellikle “Anti-kapitalist Müslümanlar” tanımı, İslam’ın kapitalizm karşıtı olduğunun açığa çıkartılıp ortaya konması çok daha fazla önemlidir. Gerçekten ve bütünlüklü anti-kapitalist olmak demek, tam bir özgürlükçü, eşitlikçi ve paylaşımcı olmak demektir. Demokratik sosyalizm gerçeğinin de tamı tamına bu olduğu açıktır. Tutarlı ve bütünlüklü anti-kapitalistlik gerçek sosyalist olmayı ifade eder.
İslam’ın anti-kapitalist olduğunu ortaya koymak çok önemli bir görüştür. Bu görüş Avrupa sosyal biliminin iddia ettiği gibi kapitalizmin son beş yüzyıllık sürede Avrupa’nın bulduğu ve gerçekleştirdiği bir hamle olduğu anlayışını mahkum ettiği gibi, kapitalizmin neden Ortadoğu’da ve İslam Aleminde gelişemediğini de ifade etmektedir. Tabi aynı zamanda son iki yüzyıldır tam bir işbirlikçilik ve ihanet konumunda kendilerini kapitalist modernitenin ajanları yapanların maskesini de düşürmektedir.
İslam’ın kapitalizmle uzlaşamayacağının açığa çıkartılması tüm Müslüman toplumların demokratik gelişimi açısından önemlidir. Özellikle son kırk yıldır “Ilımlı veya radikal İslam” adı altında kapitalist modernite ile uzlaşma ve bütünleşme çabalarının mahkum edilmesi ve bu tür hareketlerin maskelerinin düşürülüp kapitalizm ajanı olduklarının ortaya konması Müslüman toplumlarda demokratik devrimin gelişmesinde büyük rol oynayacaktır. Kapitalist birikimin hırsızlık sayılarak reddedilmesi yeni bir paylaşım hareketini ortaya çıkartacaktır.
Kuşkusuz kültürel İslam gerçeğine bağlı olanların sadece söz konusu doğruları ortaya koymaları ve bunu propaganda etmeleri yetmez. Bu görüşü çeşitli biçimlerde örgütlü kılmaları ve kendilerini demokrasi hareketinin bir parçası haline getirmeleri de gerekir. Bunu söylerken, hemen ve mutlaka partiler kursunlar ve güncel siyasetin içine girip iktidar kavgası yürütsünler demiyoruz. Elbette isteyen çevreler partiler de kurabilirler, anlayışları gereği iktidar siyaseti değil de demokratik siyaset de yürütebilirler. Fakat daha önemlisi İslami yaşam baştan beri zaten topluluk yaşamıdır. “İslam Cemaati” en önemli ve güçlü kavramdır. Yani İslami yaşam cemaatseldir, toplumsaldır, paylaşımcıdır.
İşte şimdi de geliştirilmesi gereken demokratik çerçevedeki bu cemaat sistemidir. Parti olmak yanında ve ondan daha çok İslami toplum çok çeşitli biçimlerde yaşanan cemaat düzenini geliştirebilir. Kültürel İslam anlayışının bu temelde kendini örgütlü kılması ve hangi tür örgütlenme olursa olsun, söz konusu örgütlenmeleri ile kendini Türkiye demokrasi hareketine katması ve bu temelde demokratik siyasette rol oynaması gerekir ve bu çok önemlidir. Sadece bir anlayış olarak kalıp örgütlenmemek ne kadar yetersizse, örgütlenip de demokrasi hareketine katılmamak da o kadar yetersizdir. Böyle bir yetersizlik kesinlikle yaşanmamalıdır.
Tabi bu noktada kültürel İslamcı çevreler kadar, diğer demokratik güçlere ve özellikle de sol demokratlara da ciddi görev ve sorumluluk düşmektedir. İslami çevrelerin İslam’ın devrimci ve anti-kapitalist özüne dönerek kendilerini yenilemeleri gibi, devrimci-demokratların da genelde dinlere ve özelde de İslamiyet’e yönelik eski kaba materyalist yaklaşımlarını aşarak kendilerini yenilemeleri gerekir. Kaba laisizm kesinlikle sosyalizm değildir ve sosyalist hareketlerin kitleselleşememesinin de esas nedenidir. Eğer bu yanılgı düzeltilmezse, o zaman sosyalistlerin demokratikleşerek kitleselleşmesi ve halk yönetimi haline gelmesi sadece bir hayal olarak kalır.
O halde yeniden yapılanırken HDP’nin kendisini çok yönlü yenilemesi ve hangi inanç ve ideolojiden olursa olsun tüm demokratik güçleri kapsayıcı bir siyasal yapı haline getirmesi gerekli ve önemlidir. Sosyalist demokratları, sosyal demokratları ve liberal demokratları kapsadığı gibi, kültürel İslam’ı esas alan Müslüman demokratları da kapsamalıdır. Bu tür İslami çevrelerle, partilerle, gruplarla ve cemaatlerle sıkı ve sıcak ilişki kurmalı, onlarla yeterince tartışarak demokratik birliğe katılmalarını sağlamalıdır. Tabi başta Hıristiyan topluluklar ve Aleviler olmak üzere diğer tüm din ve mezheplere de benzer yaklaşımı göstermelidir.
Diyarbakır’da yapılan Demokratik İslam Kongresi böyle bir birliğin gerçekleşmesi için çok önemli ve güçlü bir zemin ortaya çıkarmıştır. Bunun mutlaka ve başarılı bir biçimde değerlendirilmesi gerekir. Hatta sadece Kongreye katılan çevrelerle de yetinmemek, mümkünse ve varsa onların dışındaki demokratik İslami çevrelere de ulaşmaya çalışmak gerekir. AKP’nin oyunlarını bozup aşmak ve demokratik hareketi AKP’nin alternatifi haline getirmek ancak böyle mümkün olur.
SELAHADDİN ERDEM
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
2 Haziran tarihinde saat 08:00 ile 10:00 arası işgalci TC ordusu Uludure sınır hattında bulunan Sinek tepesi ile Maymun tepesi (aynı zamanda Medya Savunma Alanları sınır hattıdır) arasında yeni yol yapımı çalışması gerçekleştirmek istemiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuyouna!
Türk basınında çıkan 'PKK işçilerin elini kolunu bağlayarak çadıra koyarak çadırın yanından askere ateş açtı.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Haziran tarihinde saat 8:00'de Dersimin Nazimiye ilçesine bağlı Dere Ova karakoluna malzeme taşıyan bir araca gerillalarımız tarafından uyarı amaçlı eylem yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Mayıs tarihinde saat 23:00 ile 31 Mayıs saat 08:30 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma Alanlarımızdan Kandil bölgesi üzerinde yoğun keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 29 Mayıs tarihinde saat gece 23:00 ile 30 Mayıs saat 09:00'a kadar işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Kandil bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
PKK’yi bu son çeyrek yüzyıl içindeki reel-sosyalizmin aşıldığı, kapitalist-emperyalist egemenliğin en güçlü bir sürecini yaşadığı bu süreçte, PKK’nin sosyalizmde ısrarı ve başarıyı sürdürmüş olması başlı başına bir inceleme konusudur. Kaldı ki, günlük basında da görmekteyiz ki, emperyalizmin başı olan ABD, boşuna ‘dünyanın en tehlikeli terörist örgütü’ olarak değerlendirmiyor. Bundan anlaşılması gereken; sistemin başı olan ABD’nin, sosyalizmi ve onda önemli bir konumu işgal etmesi kaçınılmaz olan PKK’yi daha şimdiden büyük bir tehlike olarak gördüğü ve değerlendirdiğidir. Ve doğrusu da budur.
Bir zamanlar Marks, Engels öyle değerlendirildi. Uluslararası gericilik tarafından Bolşevikler, böyle bir ucube olarak değerlendirilmişlerdi. Şimdi de PKK, uluslararası gerici ittifakın adeta üzerinde ortak yoğunlaştığı, hatta bununla ilgili zirveler yaptığı bir tehlike olarak değerlendirilmek istenmekte ve uluslararası alanda hakkında çok çeşitli kovuşturmalar geliştirilmektedir. Vahşi bir faşizm, uluslararası tüm gericilik tarafından desteklenerek, yürüttüğü soykırım savaşı yetmiyormuş gibi, uluslararası alanda da her gün yeni kovuşturmaların, mahkemelerin açılması, PKK gerçekliğinin bu yönünü oldukça iyi ortaya çıkarmaktadır. Uluslararası emperyalizm, ABD ve sıkı yandaşları Almanya, İngiltere gibi devletler bu konuda eski bir tecrübeye sahiptirler. Onları ilgilendiren dar bir Kürt ulusal kurtuluşçuluğu değildir. Bunu zaten destekliyorlar ve başarısı için de her türlü çabayı gösteriyorlar.
Bunların karşı oldukları önemli bir sorun olan; Kürt sorunundaki PKK öncülüğünün ve onun taşıdığı tehlikeli ideolojik, sosyal yaklaşımların, sistemleri için son derece tehlikeli bir hal almasıdır. Olasıdır ki, PKK’nin sosyalist içeriği, yeni bir Bolşevizm olması işten değildir. Ortadoğu’da; kapitalist- emperyalizmin bu en zayıf halkasında giderek öne çıkan PKK öncülüğü, gerçekten büyük bir tehlikedir.
Çapraşık bazı gelişmelerin 1990’lardan itibaren Ortadoğu’ya getirdiği darboğaz, bloklaşmada PKK’nin varlığını sürdürüp, pekiştirmesi, bunlar için daha da yakıcıdır ve dikkatle değerlendirilmeyi gerektiriyor. ABD’nin ikide bir “Ortadoğu dengelerinde PKK’yi söz sahibi yapmayacağız, etkili kıldırtmayacağız” demesi boşuna değildir. Denge hesaplarında bu beklenmedik gelişmeyi ortadan kaldırmak istiyor. Mümkünse ehlileştirmek, mümkün değilse ortadan kaldırmak, son yılların temel bir politikası olarak karşımıza amansız bir biçimde çıkarılmaktadır. Biz hiç şüphesiz, emperyalizmin bu etkisizleştirme, boğma taktiklerine ağırlık verdik ve PKK Önderliği’nin en çok böyle taktik hususlar üzerinde yoğunlaşmaya ağırlık vermesi boşuna değildir. Çünkü biraz da gizli bir biçimde boğuntuya getirilmek istenen; PKK’nin taktik-stratejik gelişimi olmasaydı, aslında bugün sosyalizmin özü de güçlü bir zemine kavuşamazdı.
Şimdi PKK’lileşme, sosyalistleşme bol stratejik ve taktik gelişmeler temelinde daha da büyük bir anlam kazanmış bulunmaktadır. Hatta Ortadoğu halklarını giderek etkilemesi kadar, uluslararası alanda da iddialı bir sosyalist öncülük olarak etki sağlayacağı, hatta öncülük edeceği anlaşılmaktadır. Kürdistan Devrimi, bu anlamda eğer içeriğini daha da zenginleştirse, özellikle PKK’lileşmeyi kendi içinde insan çözümünü, yeni tip insanı son yıllarda büyük bir yoğunlukla geliştirmesi gibi hakim kılarsa ve stratejik-taktik olarak da devrimci savaş yöntemleri tutarsa ve bu önemli bir devrim zaferiyle sonuçlanırsa, sosyalizm de çok iddialı bir süreci başlatması işten değildir.
Unutmamak gerekir ki, Kürdistan’ın parçalanmışlığı, geliştirilecek bir sosyalist federasyon deneyimi, dört temel ulusun ve bir çok azınlığın da içine gireceği bir modeli hızlandıracaktır. Bu dört büyük ulus ve çok çeşitli azınlık ve kültürlerin PKK etkisiyle sosyalizme doğru, demokrasiye doğru eğilim göstermesi, gerçekten Ekim Devrimi’nin bile etkisinin çok üstünde bir etkiye yol açması kaçınılmazdır. Temel Ortadoğu kaynaklarının ve tarihinin yeniden PKK tarafından ele geçirilişi önemini kat be kat arttırmaktadır. Bu potansiyel gelişme, Ortadoğu’yu uluslararası devrimin en nazik halkası haline getirmiş bulunmaktadır. PKK, tam da bunun en stratejik ve taktik olarak da gün be gün işleyen can alıcı gerçeğidir. Uluslararası gericiliğin giderek PKK üzerinde durması, bu can alıcı özelliğindendir. Bir çok stratejilerini, taktiklerini boşa çıkarması, onları dehşete düşürmüştür.
Son olarak Mısır’da yapılan zirvede, aslında bunun endişesini görmemek mümkün değil. Bu zirve, her ne kadar terör zirvesi olarak ve daha çok da, işte Filistin içerikli bazı sözler, terör olaylarına karşı cevap olarak toplantıya çağrıldıysa da, esas hedefi PKK’nin bu Ortadoğu zikzaklarındaki gelişmesinin durdurulmasının olduğunu, PKK’nin özellikle, hâlâ da oturmamış emperyalizmin yeni nizamındaki çatlaklardan iyi yararlandığını ve hatta sorunları olan devletlerle geliştirdiği ilişkilerin bir bloklaşmaya doğru aktığını gördükçe, bu zirveyle buna bir dur denilmek istendi. Fakat tersi sonuç verdi.
Zirve, bloklaşmayı daha da hızlandırdığı gibi, PKK’nin anlam ve önemini daha çarpıcı kıldı. Hatta işbirlikçileri vasıtasıyla Kürt hareketine dayattıkları çözümler de yerle bir oldu. Etkilerinin zayıflaması kadar, PKK’nin büyük bir güç olarak çıkması kadar, stratejik olduğu kadar, bölgedeki iktidar gelişmelerini de etkileyecek, onların mevcudunu yürütecek iddiaya girebilecek kadar bir konuma yol açtı. Bunlar, hiç şüphesiz stratejik iktidar, siyasi, askeri gelişmelerdir. Ama eğer gerekleri dikkatle değerlendirilir ve sosyalist içerikte bu taktiklerle iç içe, başta PKK Öncülüğü içinde olmak üzere, giderek halkı da bu temelde dönüştürülmeye oynatılırsa ve yine stratejik, taktik ilişkileri giderek Kürdistan Devrimi ile bağlantılı hale getirirse, Kürdistan federasyonlaşmasını da bunun için tam bir kaldıraç gibi kullanırsa, bu giderek Ortadoğu Halklar Federasyonlaşması’na götüreceği gibi, içeriği de “sosyalizm ve halklar demokrasisi” biçiminde büyük gelişme gösterecektir.
PKK, böyle bir gerçekliğe en çok yaraşan ve gereklerini yerine getiren, yeni sosyalizmde ısrarla birlikte, zaferini temsil eden bir parti durumundadır. Ve reel-sosyalizmi çözülüşe götüren bütün hastalıklardan kendini arındırdığı gibi, yeni sosyalizm arayışına iddialı bir zemini kendi içinde geliştiren bir sosyalist parti olarak şekillenmektedir. Hiç şüphesiz bu konuda yoğun sorunlar vardır. Ve tüm gücüyle bir Kürt ulusal kurtuluşçuluğunu, Kürdistan Devrimi’ni geliştirmeye uğraşmaktadır. Bu devrimin komşu ülkelere yayılış işini daha planlayamamıştır. Veya gereklerini sınırlı da olsa yerine getirememektedir. Yine, uluslararası etkilerini düşünce platformlarına taşıramamıştır.
Ama iyi bilmeliyiz ki; bunlar da Kürdistan Devrimi’nin başarısı oranında hızlı gelişecek ve gerekleri yerine getirilecek gelişmeler olarak belirlenebilir. Devrim kurtarılırsa veya ulusal kurtuluşçu biçiminde zafer kazanan bir PKK, Kürdistan Devrimi’nde büyük bir sosyalist aşama olacağı gibi, Kürdistan’ın parçalanışı nedeni ile ve esnek ulusal, bölgesel çözümler, yaklaşımlar ile bunu hızla bölgeselleştirecektir. Bunun yaratıcı taktiklerini gündemden eksik etmeyeceğine göre, bunun gelişmesi de kaçınılmaz olacaktır.
Bu da şu anlama geliyor; hızla PKK’nin sosyalist içeriği, halkların neredeyse ekmek-su kadar gerekli olan ideolojik boşluğunu dolduracak ve onları muhtaç oldukları sağlıklı gelişme ve kurtuluş yoluna itecektir. Günümüzde bunun potansiyelini PKK sonuna kadar barındırmakta, aktifleşen çabaları da her geçen gün bunu dosta, düşmana göstermektedir. Dolayısıyla, düşmanları üzerinde amansız durdukları gibi, dostları da önemle durmakta ve çoğalmaktadırlar.
Eminim ki, bu yeni bloklaşma döneminde PKK büyük bir bilinçle olduğu kadar, beklenmedik gelişmelerle iyi yorumlayarak yerini sağlamlaştıracaktır. Batı saldırısı karşısında Rusya hâlâ direnmeye çalışıyor; Çin’le yeni bir ittifak geliştirdi. Bu, Asya ittifakıdır. Yine, Ortadoğu’da Batı saldırısı, bölgesel ittifaklar geliştirmektedir. İran ve Suriye’nin geliştirdiği ittifak, giderek en iddialı bir karşı ittifaka dönüşmektedir.
Hele Türkiye ile İsrail’in başını çektiği bölgesel ittifak, karşılarında tüm Arapları ve İran’ı bulan bir ittifaka zemin olmuştur. Ve bu da tabii ki, Kürdistan Devrimi için hangi ittifakta yer alınır ve en önemlisi böyle bir bloklaşmanın gelişmesinin ne anlama geldiğini görüp, değerlendirmesi ve içinde yer alması olacaktır. Asya ittifakının bir Ortadoğu halklar ve devrimle birlikte devletler ittifakına dönüşmesi belki de çok çarpıcı ve bu kapitalist-emperyalist saldırıya karşı da en önemli bir direniş hattını ortaya koyacaktır ve biraz da işler bu yöne doğru evrim göstermektedir. Bunun hız kazanacağı söylenebilir.
Eğer Rusya daha da aşırı bir teslimiyete girmezse ki, gelişmeler tersini gösteriyor, eski komünistlerin parlâmentoda sağladıkları üstünlüğü devlet başkanlığında da gösterecekleri beklenmektedir. Çin, zaten eksiklikleri ne olursa olsun eski sosyalizmde ısrar ediyor. Ve Afganistan olsun, Hindistan olsun, Vietnam olsun, bunlar doğal olarak Asya ittifakı içinde yer alacak ülkeler konumundadır. Ortadoğu ise, adeta Asya’nın öncü savaş kolu durumuna gelmiştir.
Afrika’nın da doğal olarak bu bloğun yedeğinde yer alması, yine Latin Amerika’nın da bu yoksul ülkeler serisinde bunda yer alması, en azından tarafsızlık düzeyinin gelişmesi işten bile değildir. Kuzey-Güney çelişkisi diye tabir edilen durum da bununla bağlantılıdır. Ama esas olarak savaş kolu Ortadoğu’dur. Güçler bir kez daha burada sınanacaktır. Bütün yetersizliğine veya tutucu diye gösterilen yanlarına rağmen, İran devrimi mutlaka emperyalizm açısından dize getirilmesi gereken bir devrimdir ki, bu da kolay kolay olmayacaktır. İsrail’e karşı yine Arap direnişi de, ne kadar da bir uzlaşma sürecine girse -ki bu uzlaşma süreci bile başlı başına büyük bir mücadele dönemi olacaktır. Hele İsrail, Türkiye’nin hem bölge, hem Orta Asya’ya doğru taşan stratejik ittifakı tüm bölge halklarını daha da pür dikkat kesilmeye itmiştir. Ve böyle karşılıklı iki strateji, günlük olarak sıcak savaşım cephelerinde vuruştuğu gibi, bir çok diplomatik, siyasal, ekonomik alanda da dövüşmektedir.
Reber APO
- Ayrıntılar