“Bu sistem suç üreten bir sistemdir” diyor bir Türkiyeli yazar. Başka bir söylemle kirlenme boyutunda, insana karşı suç işleme boyutunda bu sistem metastaz yapıyor. Bunun için bu sistemi yenilemeye kalkışmak, tamir etmeyi denemek, restore etmeyi planlamak hepsi sonuçsuz kalıyor. Kendi kendini bir nevi yeniden kirler üzerinden üreten bu kirli sistem düzeltilemiyor. Bu işe el atanlar kısa süre sonra aynısının tıpkısına benzemekten kendilerini koruyamıyorlar.
Söyleyeceklerimize geçmeden bir kaç şey söylemeden geçmek olmaz. Hiyerarşik tahakkümcü yapıların tümü -ki devlet yapılarının tümü hiyerarşik ve tahakkümcüdür-zihnen kirlenmişlerdir. Vicdanen kirlenmişlerdir. Nedeni ise hiyerarşik ve tahakkümcü yapıların başkalarının emeği üzerine kurulmalarıdır. Başkalarının emeğini gasp etmeden, çalmadan, çırpmadan yaşamaları mümkün değildir. En basitinden bilinen vergiler bile insanlardan çalınan zoraki el konulan değerlerdir. İnsanları zoraki silâhaltına almak çalmanın başka bir adıdır. Bir bayrağa, bir sınıra, bir devlete, bir ırka, bir bir tapındırmak kirletmedir. Özcesi hiyerarşik ve tahakkümcü yapıların en ileri temsilcileri bugün ulus devletlerdir. Bir nevi insanları birbirine bırakarak, karşılıklı kırdırtarak yürütme işi ulus devlet modeliyle yapılmaktadır. Bunun içindir ki kim hiyerarşik tahakkümcü yapılara bulaşmış ise kirlenir. Bu sisteme bulaşıpta kirlenmeyen insan göremezsiniz. Boşuna anarşistlerin büyük önderleri devlet ve iktidar için: “en demokratım diyeni 24 saat içerisinde yoldan çıkarır” dememişlerdir.
Gerçekten iktidar ve devlet insan ahlakını bozan iki önemli olgudur. İktidar devlete yol açar, ancak devlet oluşmuşsa orada iktidar artık sonsuza dek yaşamasını garanti altına almış demektir.
İktidar üzerine en çok kafa yoran Micheal Foucault: “İktidar sadece bastırma, sınırlama yada yasaklama olarak algılanmamalıdır. İktidar kendi gerçekliğini, üzerinde olduğu alanı ve haklılaştırma mekanizmalarını üretir. İktidarın var olması bilgisiz mümkün değildir aynı zamanda bilginin iktidara yol açmadan var olması da olanaksızdır” diyor ve ekliyor: iktidarın üç biçimi vardır: Ekonomik iktidar: Nadir olan mal veya üretim kaynaklarını elinde tutup diğerlerinin emek gücüne sahip olmak. İdeolojik İktidar: Bir otorite tarafından desteklenen belirlenmiş bir yapıya ait fikirleri ve inançları elde tutmak. Siyasal iktidar: Fiziksel zor kullanmayı mümkün kılan bir takım donanımlara sahil olma” yani tutsak alma.
İşte devlet ve iktidar budur. bulaştığında da İnsanı kirleten bir yapısı vardır. Adeta yukarıda dile getirildiği gibi kendisini ona bulaşanda yeniden üretir. Öyle ki sonradan görmelerde, yani sonrada bu işe bulaşanları daha fazla kirletiyor ve vicdansız kılıyor.
Kürt halk önderliği yukarıda dile gelenleri daha rafine formüle ederek şöyle diyor:
“Kapitalizmin iktidar yapısına taşıdığı yeniliklerin başında kurumsal niteliğinin derinliği gelmektedir. Kişiye bağlanmış iktidardan iktidara bağlanmış kişiler, partiler, hatta toplumlar sistemine geçilmiştir. İktidarın görünmez, soyut niteliği geliştirilmiştir. Bunda ideoloji, politika ve ekonomi katlı işlevlere sahiptir. Ulus kavramından türetilen milliyetçilikle tüm bir ulus iktidarın kendisine ait olduğuna inandırılmıştır. Özünde hiçbir zaman iktidar ulusun olamaz. Her yerde ve her zamanda etnik grupların, hanedanların, ulusların azınlık kesimi iktidarın gerçek sahibidir. Fakat öyle bir sistem yaratılır ki, en alttaki ezilene kadar her birey bir anlamda kendini iktidar sahibi kılmak durumundadır.
Partiler de birey gibi iktidara göre kurulmuştur. Devleti topluma, toplumu devlete taşımak temel işlevdir. Toplumun kendisi devletin kılınmıştır.”
Evet, böyle bir sistem suç üreten bir sistemdir. Örneğin Türkiye’de yıllar yılı İttihatçı gelenek halklara, farklı görüş ve yaşam biçimlere kan kusturdu. Öyle ki Türkiye’de yaşayan tüm insanları –Beyaz Türkçü bir kısım dışında-nefessiz bıraktı. Türkiye kocaman bir katliamlar cumhuriyeti ve duvarsız zindanlara dönüştü.
Şimdi ise zihnen ve vicdanen iktidarcılık yani hiyerarşik ve tahakkümcü yapılara tapınıldığı için dünün ezilenleri bu kez bugünün bastıranları ve ezenleridir.
Mümtazer Türköne en son yazısında boşuna:
“Ancak onuncu yılına ulaşan bugünün AK Parti iktidarı, sahip olduğu gücü muhalefeti gerileterek elde etmedi. Yıllardır izlediği akılcı bir strateji ile devlet iktidarını devletin fiili sahiplerinden parça parça alarak bugünkü gücüne ulaştı. Eğer bugün AK Parti güç ve iktidar sahibi haline gelmişse, Genelkurmay Karargâhı'nın artık bir siyasî parti merkezi gibi iş görememesi sayesinde. AK Parti devlet içindeki silahlı-bürokratik iktidarla mücadele etti ve sonunda onları teslim aldı. Yüksek yargı oligarşisi ile Genelkurmay Karargâhı, bu iktidarın iki ana merkezi idi” diyerek bugünün onca haksız ve suç içeren uygulamalarına hukuki perdesini yaratmış olduğunu düşünüyor olmalıdır herhalde. Roborski katliamı, binlerce siyasi tutuklu, 6 aydır Öcalan’la görüşmeye izin verilmemesi, gerillaya karşı kimyasal silahlar kullanılması, Kürt halkına karşı düşmanlık ve tabii de birde son zamanlarda oldukça kirlenen dil ve üsluplar. Katliamı yapan genelkurmay başkanını ve komutanlarını kutlamalar, katliamdan sorumlu birinci derecedeki devlet yetkilisini yılın adamı seçmelerin hepsi işte bu iktidarın kirliliğiyle bağlantılıdır. Ulus devletin hiyerarşik tahakkümcü yapısıyla bağlantılıdır.
Evet, bu sistem suç üreten bir sistemdir. Bu sistemde kurtulmanın yolu ise devlet dışı çözümleri aramaktan geçiyor. Bu sistemden kurtulmanın yolu iktidardan uzak komünal değerleri güçlü taşıyan yapıları inşa etmekten geçiyor. İşte bunun için sürekli demokratik konfederal yapılar dememiz bundan. Bunun için devletsiz çözüm dememiz bundan.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Hrant Dink katledildiğinde on binler sokaklara inerek “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni'yiz” pankartları taşımışlardı. Ve bugün 19 Ocak, yani Hrant’ın katledilişinin yıldönümü.
Doğrusunu söylersek o günlerde de “Hepimiz Ermeni'yiz” sözleri bize dokunaklı gelmişti. Ne de olsa gerilla mücadelesine başlar başlamaz en çok faşist devlet bize Ermeni diyerek saldırmıştı. Bizim ne kadar Ermeni olduğumuzu ispat etmek için atmadıkları takla, atmadıkları iftira kalmamıştı. Kendilerince bizi Ermeni ilan edebilirlerse geçmişte kandırdıkları Kürtleri yeniden kandırabilecekler, bu kez de bize halkımızı düşman edebileceklerdi. Nitekim bizim Ermeni ilan edilmemiz değil ki etkili olmadı.
Faşist devlet Ermenilerin her türlü kötülüğün kaynağı ilan ettikleri için bizim bu kimlikten kaçmak için Ermenileri karalayacağımızı sandılar. Hatta halkımızı da buna göre örgütleyeceğimizi düşündüler. Ama yanıldılar. Ve sandılar ki biz 80-90 yıl önce Ermenilere ve Asurîlere karşı kışkırtılan Kürtleriz. Ve sandılar ki Kürt halkı yüz yıl önce Ermenilere ve Asurîlere karşı kışkırtılan hatta 1895-96 yıllarında Osmanlılarca oluşturulan Hamidiye Alaylarının eliyle Ermenileri katleden aynı egemenlerce yürütülen Kürtleriz. Ve sandılar ki “gâvur” söylemleriyle Kürt halkını kandırabilirler.
Ama unuttular ki bizler Kürdistan özgürlük gerillaları olarak ilk günden başlayarak halkların özgür, eşit, demokratik ve kardeşçe birliğinden yanaydık. Ve unuttular ki biz hem Kürt’üz, hem Türk’üz, hem Arap’ız, hem Asurî’yiz, hem Ermeni’yiz, hem Laz’ız, hem Felah'yız, hem Gürcü’yüz, hem Çerkez’iz. Ve tabi unuttular ki biz her halktan ve her inançtayız. Bunun için bizim onların hakaret etmek için sarf ettikleri “bunlar Ermeni'dirler” sözlerini hiçte hakaret olarak almadığımızı, tam tersine bu kimliği eğer Ermeni halkı kabul ederse gönüllüce o zaman kabul ettiğimiz gibi bugünde aynı onurla taşıyacağımızdı. Bunun içindir ki onların tüm oyunları boşa çıktı ve ondandır ki halkımız yüz yıllarca aynı topraklarda birlikte yaşadıkları Ermeni ve Süryanilere her zamankinden çok daha fazla saygı duyuyor ve onlarla aynı topraklarda yeniden kardeşçe yaşamın tüm yollarını bulmak için olağan üstü çaba sarf ediyor.
Evet, Hrant katledildiğinde “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” sözleri bunun için bize çok fazla dokunmuştu. Şimdi arada tam 5 yıl geçti. Bu kez ise Hrant’ı katledenlerin nasıl beraat edildiklerini, nasıl korunduklarını gördüğümüzde herkesten çok fazla bu durum bize dokunuyor.
Mahkeme kararlarına saygı duyulması isteniyor. Kimisi ise “bakmak gerekir, hak edilen cezalar” verilmiş diyerek Hrant’ın güpegündüz katledilişini meşrulaştırıyorlar. Türk yargı sistemine inancımız olmadığı için bundandır ki büyük beklentilerimiz de yoktur. Herkesin gözü önünde 1,5 milyon Ermeni’yi katleden İttihat Terakki’yi özenle aklayan, kollayan, savunan bir zihniyetten Hrant’ın katillerini bulmaları istemek elbette fazladır. Sistematik olarak katledilen bir halkın, katledilişlerini bile itiraf etmeyen bir zihniyetten devletten dediğimiz gibi çok beklentimiz yoktur.
Ancak gündüzün ortasında sisteme birkaç eleştiri yaptığı için katledilen bir insanın, katledenlerin ve bunların arkasında duranların böyle salıverilmeleri doğrusu biz gerillalara çok dokunuyor.
Bugün Hrant’ın katledilişinin yıldönümüdür. Faşist bir zihniyetten dediğimiz gibi bizim beklentimiz yoktur. Ancak halkların kardeşliğine inanan gerillalar olarak yeniden “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni'yiz” diyerek inadına halkların kardeşliğini savunmaya devam edeceğimize Dink ailesi şahsında tüm ermeni insanlarımıza veriyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Her fırsatta “Apo’yu peygamber gibi görüyorlar” diyerek Kürt halkı ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan arasındaki kopmaz bağları zayıflatabileceğini sanan, diğer yandan ise kendini tek şef haline getirmekten hoşlanarak Sultan Abdulhamid gibi gören Tayyip Erdoğan, narsistçe yaptığı son BDP eleştirilerinde yine bir dizi inci döktürmüş bulunuyor.
Kürt Halk Önderi’nin BDP’liler için “hakaret içeren” ağır sözler söylediğini ifade ediyor. Size “şunları, şunları söylüyor” diyor. Güya bu biçimde iç çelişki yaratmaya ve Kürt demokratik siyasetini Önder Abdullah Öcalan’a karşı tahrik etmeye çalışıyor. Fakat nedense Kürt Halk Önderi’nin kendileri için söylediği sözlerden, dile getirdiği sıfatlardan hiç söz etmiyor.
Kuşkusuz kendini beğenme düzeyi artık çoktan narsizm (Hayran olduğu mahcemalinin ay ışığı altında göle yansıyışını izlerken göle düşüp boğulan kişi) sınırlarını aşmış bulunan Tayyip Erdoğan’ın BDP’ye yönelik en parlak incisi şu oluyor: “Onların güçlü olduğu yerde faşizm vardır”! Yani Amed’te, Van’da, Hakkâri’de, Şırnak’ta “faşizm” yaşanıyor! Tabi bu mantığa göre demokrasi ise Ankara’da, İstanbul’da, Yozgat’ta, Tokat’ta hüküm sürüyor! Kürtlere karşı linç girişimlerinin geliştiği yerler Tayyip Erdoğan’ın “İleri demokrasi”sinin zafer kazandığı yerler oluyor.
Tabi normal şartlarda olsa Tayyip Erdoğan’ın bu sözlerine “Deli saçması” diyerek insan gülüp geçebilir. Ancak bunlar yoğun psikolojik savaş ortamında ciddi önem arzetmektedir. “Her şey gözle görülecek kadar açık” denerek de geçilebilir. Fakat bunu söyleyenin yüzde elli oy almış bir başbakan olması ve kendini padişah konumunda görmesi, bu sözler üzerinde durmayı gerektirmektedir.
Yukarda örnek olsun diye bazı şehirlerin adını anmış olmamız, oralarda demokratik toplum ve demokrasi mücadelesini gelişemez gördüğümüz anlamına gelmez. Sadece Tayyip Erdoğan’ın sözleriyle bir karşılaştırma olsun ve sözler daha anlaşılır hale gelsin diye böyle yaptık. Yoksa bu alanlarda da demokratik yaşam tüm özellikleriyle gelişebilir. Zira İstanbul’da da, Ankara’da da, Tokat’ta da güçlü demokrasi mücadelesinin verildiği görkemli dönemler yaşanmıştır.
Ancak günümüz koşullarında demokratik toplum ve demokrasi mücadelesini görebilmek için Amed’e, Van’a, Şırnak’a, Gever’e gitmek şarttır. Bunu sadece biz söylemiyoruz, dost-düşman herkes görüyor ve ifade ediyor. Eminizki “Oralarda faşizm var” derken Tayyip Erdoğan bile kendi sözlerine inanmıyor. Böyle olduğu zaten cümlenin sonunu, yani “faşizm” kelimesini çok sessizce söylemesinden anlaşılıyor.
Yoksa Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Hakkâri’de BDP’nin “faşizm uyguladığına” insanlar nasıl inandırılır? Türkiye demokrasi mücadelesinin kaleleri olan bu kentlerde “BDP faşizmi olduğuna” kim inanır? Belliki psikolojik savaş Tayyip Erdoğan’ın gözlerini şaşı kılmış. Amed’e bakmak isterken Yozgat’ı görüyor. BDP’lilere bakmaya çalışırken gözünün önüne AKP geliyor.
Oysa Amed için “Demokrasi başkenti” deniyor. Demokratik toplumu Amed meydanlarında, Newrozlarda, devletsiz Cuma namazlarında, kadınların özgürlük haykırışlarında görmek gerekiyor. Kürdistan’daki demokratik toplum mücadelesi sadece Türkiye demokrasisini yaratmakla kalmıyor, bölgesel ve küresel role sahip bulunuyor. Özgür insanlık yürüyüşüne çok büyük bir heyecan ve coşku katıyor.
Demokrasiyi Amed’te, Kürdistan kentlerinde görmek gerekiyor. Halkın yürüyüşünde, kadınların zılgıtında, gençlerin dilanında, çocukların iradesinde, yaşlıların yaşam umudunda yeşeren özgür ve demokratik yaşamı anlayabilmek gerekiyor. Kürt halkının özgürlük mücadelesi içinde yeniden demokratik dirilişini anlama gücüne sahip olmak gerekiyor. Özel savaşın kör ettiği gözlerle değil, adaletin gerçeği gösteren gözleriyle bakabilmek gerekiyor.
Tabi Amed demokrasisi radikal demokrasidir. Halkçıdır, özgürlükçüdür, farklılıklara dayalı eşitlikçidir. Tüm toplumsal kesimlerin bilinçli ve örgütlü katılımıyla var olur. Tayyip Erdoğan’ın baskı ve çıkar düzeninden uzaktır. Nitekim Ankara’da, İstanbul’da Tayyip faşizminden bunalan herkes Amed’e, Hakkâri’ye giderek biraz özgür nefes alma imkânı bulmaktadır.
Bu nedenle “BDP’nin etkili olduğu yerlerde faşizm var” demek, bir kişinin cehalet göstergesi olabilir. Demekki bu kişi “faşizmin ne olduğunu bilmiyor” denir. Tabi Tayyip Erdoğan’ın böyle bir cahil olduğunu söylemek fazla gerçeği yansıtmayabilir. Tayyip Erdoğan bilmediğinden değil, tersine bir özel savaşçı ve faşist olduğundan dolayı böyle demektedir. Dikkat edilirse, toplum tarafından faşizmin kötü görüldüğünün farkındadır. Dolayısıyla psikolojik özel savaş gereği, düşman gördüğü Kürtler için sarfettiği bütün kötülüklere “faşizmi” de eklemektedir.
Bunun bir Tayyip Erdoğan ve AKP klasiği olduğu biliniyor. Üzerinde taşıdığı tüm kötülükleri, yavuz hırsız misali ve medya gücüne dayanarak rakiplerine yükleyip temizleneceğini sanıyor. Bu da bir psikolojik savaş yöntemi olsa gerek. Yoksa Tayyip Erdoğan’ı faşizmi ve demokrasiyi dahi bilmeyecek kadar cehalet içinde saymak pek gerçekçi olmaz.
Kuşkusuz Kürdistan kentleri bu demokratik yaşama kendiliğinden veya kolaylıkla sahip olmamıştır. Bütün bunlar binlerce şehit kanıyla sulanan kırk yıllık demokrasi mücadelesi ile kazanılmıştır. Kürt halkı özgürlük ve demokrasi adına her şeyi kahramanca direniş içinde söke söke almıştır. Özgürlüğü ve demokrasiyi diş ve tırnakla sökerek yaratmıştır.
Şimdi sadece Kürtlerin de değil, tüm Türkiye’nin demokrasi değeri olan bu gelişmelere Tayyip Erdoğan gibi bir soykırımcı “faşizm” derken, Kemal Burkay gibi bir zavallı da Kürt halkını bu değerleri vareden “Direnişten vazgeçmeye” çağırmaktadır. Kırk yıldır Kürtlere “Aman direnmeyin, sömürgeciliğe teslim olun” çağrısı yapan bu kişi, sanki şimdi farklı bir şey söylüyormuş gibi “Siyasi mücadele yeterlidir” diyerek halkı aldatmaya çalışmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın “faşist” suçlamasını, “direnmeyin” diyerek tamamlamaktadır. Böyle efendiye böyle uşak, ne kadar da yakışıyor! Sanki tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş!
Elbette bu kadar bedel ödeyerek özgürlük bilinci edinen Kürt halkı, özel savaş kapsamında oynanan bu oyunların hepsini görecek ve aşacak güçtedir. Kendi sıfatını Kürtlere takmaya çalışan Tayyip Erdoğan’ın faşist yüzünü netçe göreceği gibi, faşizm karşısında direnmemeye çağıran Kemal Burkay’ın teslimiyetçi gerçeğini de netçe görecektir. Bunlara inat Kürdistan’da demokrasi mücadelesini daha da geliştirdiği gibi, demokratik toplum örgütlülüğünü de ilerletecektir.
Herkes biliyorki Kürt kentlerinde AKP’nin uyguladığı faşizm vardır, sömürgecilik ve soykırım sözkonusudur. Bu gerçeklere rağmen Kürtlere “faşist” demek eğer cehalet ve suçlama değilse, ancak bir deli saçması olabilir. Tersine Kenan Evren’den bu yana iktidara gelen faşist diktatörlere Kürt halkı nasıl demokrasi dersi verdiyse, onların sonuncusu olan AKP faşizmine de demokrasi dersi vermektedir ve daha da verecektir. Kürtler büyük demokrasi savaşımlarıyla Evren’leri, Çiller’leri siyaset mezarlığına gömdükleri gibi, onların günümüzdeki temsilcisi olan Tayyip Erdoğan’ı gömmeyi de bilecektir!..
Selahattin ERDEM
- Ayrıntılar
Tarihin en önemli evrelerinden birinden geçerken hiçbir Kürt rahat uyumamalı, rahat soluk almamalı rahat adım atmamalı. Hiçbir Kürt kanı taşıyan genç bugünlerin can alıcılığında olağan davranmamalıdır. Neden mi? Bizler her zaman karanlıkların içinden geçmiş bir halk olarak var olduk. Bu karanlığı bugün Önderliğimiz ve şehitlerimiz aydınlatmıştır. Bu aydınlığı söndürmek ve bizi tümden tarihin karanlığında kaybettirmek isteyenlerin olduğunu unutmamalıyız. Bundandır ki bu günlerimiz tarihi ve bir o kadar da hayati önemdedir.
Akp faşizmi ve onun tüm odakları her gün Kürt kanını akıtarak sefa sürmek istemekteler. Bizler buna eyvallah mı diyeceğiz?. Onlar her gün özgürlüğün yolcusu olan bu halkın evlatlarını katletmeye çalışırken bizler hiç bir şey yokmuş gibi davranabilir miyiz? Onlar tutuklayıp ülkemizin topraklarında rahat dolaşacaklarını düşünüyorlar bizler rahat dolaşmalarına izin mi vereceğiz.
HAYIR;
Kürdistan gençliği artık bu gidişe layık olduğu kahramanlık ve direniş geleneğiyle dur demelidir. Akp Kürdistan’da hiçbir yerde rahat dolaşmamalı, adımını bile atamaz hale gelmelidir. Hedef mi arıyoruz? Akp’nin tüm bürolarını başına yıkalım. Araçlarını ülkemizde dolaşamaz hale getirelim. Adım attıklarında çok güvendikleri ordularıyla gezsinler ki yedine yetmişe onların düştükleri hallere gülelim ve daha çok mücadele edelim.
Onlar tutuklarız diyerek her gün içeriye atarak yaşamımızı tehdit ediyorlar, bizleri yurdumuzdan ve özgürlük umutlarımızdan koparmaya çalışıyorlar. Bunu yapabilirler mi? Biz ki Önder Apo’nun öğretisinde yaşama merhaba diyenleriz, biz ki dört duvarın arasında örgütlenip direnişin ışığında aydınlananlarız, biz ki dağların zirvelerinde özgürlük şarkılarıyla düşmanı çılgına çevirenleriz. O zaman vakit durmak değil canlanıp kendinizi her yerde gösterme zamanıdır. Vakit gelmiştir. Hesabını soracağımız NEWROZ günlerimiz yaklaşmakta. Özgürlüğün ateşinin düşmanı kıskıvrak yakalayacağı günler şimdiden gelmiştir. Her yeri bir NEWROZ’a dönüştürmenin zamanını hep birlikte yaratalım.
Akp’nin tüm odaklarına cevabımız gecikmesin. Özgürlük ateşiyle şenlik yaratmanın günlerini Kürdistan’ı kalbinde yaşayan her gencimiz damarlarında bir volkan gibi fışkırmalıdırlar.
Mazlum Doğanların direnişinde yaratığı destanı, Beritanlar’ın şaşkına çevirdiği kahramanlığı, Viyanların Unutulmaz öğretisini yaşamımızın her anında var etmenin zamanı gelmiştir arkadaşlar. O zaman sıra bizde diyerek işe koyulmalıyız. O zaman bizleri görmenizin zamanıdır diyerek başlamayız. Başlamalıyız ki şaşkınlıktan deliye dönsünler, kaçacak yer bulamayarak yaptıklarının hesabını verebilsinler.
Direnişin evlatları olduğumuzu daha ne zaman göstereceğiz? Tarihin en köklü halkının gençleri olarak sefacıları, ziyafetçileri, kan emicileri, faşist odakları, katliamcıları görmezden mi geleceğiz? Elbette ki HAYIR!... O zaman işe canla başla, büyük coşku ve moralle başlamanın zamanıdır.
Çünkü bizlerde başlıyoruz…
Bahtiyar Doğan
- Ayrıntılar
Biliyor musun güzel arkadaşım ben insanın içyapısının hep temiz olduğuna giderek inanan biriyim. Kötülük dedikleri olgu sonradan insana bulaşıyor. İnsan özünde hep biraz adaleti, eşitliği, kardeşliği, beraberliği ve sevgiyi kendi içinde barındırıyor. Sınıflı toplum adeta her şeyi alt üst ediyor. Yılların alışkanlıkları tarz haline gelince neredeyse genetikleşiyor. Diyeceksin neden o zaman o kadar kötülük. Bende derim ki en kötü insanın o denli duygusal yaklaşım sergilemesini neyle izah edeceğiz o zaman. Çünkü insan gözlemliyor da, en kötü olan insan dahi o kadar duygu yüklüdür ki yaşamın pragmatist ve çıkarcı bakışı, ön yargılı eğitim biçimi, sınıflı toplum, dini dogmalar, kan bağı adına geliştirilen milliyetçilik insanı kirletiyor. Ve insan bu tuzaktan kendisini kurtaramıyor.
İşte değerli arkadaşım ben buna inanıyorum. Daha fazlasına da inanıyorum. Biliyor musun her insan birazda doğuştan bu nedenlerden dolayı PKK'lidir. Eğer PKK'li olma olgusu adalete, eşitliğe, kardeşliğe ve özgürlüğe adanmışlık ise her insanda bu değerler şöyle ya da böyle vardır. Önemli olan bu cevheri görüp açığa çıkarmadır. Kimi insan bunu açığa çıkaramıyor. Kolay olan sınıf eğilimlerine esir düşme yolu seçiliyor. Verili olanı herkese uygulayabiliyor. Ama önemli olan verili olmayanı yani sıra dışı olanı uygulayabilmektir. Kendi içindeki bir nevi bilinçaltına itilmiş olan ben’ini açığa çıkararak kendin olmayı becerebilme oluyor ki bunu da herkes yapamıyor ya da herkes buna cesaret edemiyor. Söylemek istediğim özcesi insanın toplumsal esaretinden dolayı kendi içinde var olan ilk insanı açığa çıkaramamasıdır. Kendi içindeki PKK’li olan insanı doğurtmamasıdır. Bu da insanlığın bir talihsizliğidir.
Güzel insan, ben PKK'li insanın çok temiz olduğuna içten inanan biriyim. PKK'li insan ilk sömürüsüz insandır. İlk tahakkümden uzak olan insandır. Hiyerarşiye hep kafa tutan insandır. Kan bağından uzaklaşmış olarak toplumsalmış insandır. Dini motifleri salt ayinle ilgili düzeyde ele alıp putlaştırmayan ilk insandır. Bak etrafında ki insanlara Katılma kararı verirken hep böyle değil miydiler? Yine daha büyük amaç ve umutlar için yola çıkmadılar mı?
Biz PKK’liler genelde her yeri kendi ülkemiz biliriz. Bizim için yer, ülke, kıta devlet fark etmez. Hep kendi kimliğimizle hareket etmeye alışık insanlarız. Bundandır ki hiçbir yerde bizim için verili sınırlar geçerli olmaz. Olamaz da, olmamalıdır da. Çünkü biz biraz da dünyalıyız. Ve eğer dünyalıysak bu sınırlar nedir diye hep kuşkuyla baktık. Ve doğrusu hiçbir gün de takmadık. Takmamaya da devam edeceğiz. Çünkü ilk insanlar yaşarlarken bu dünya da sınırlar yoktu. Kimsenin malı mülkü değildi. Hele hele kimsenin özelinde hiç değildi. Hani büyük ve muhteşem insan der ya “özel mülkiyet vicdanın kirletilmesidir” diye, işte bundan olmalıdır ki biz hep böyle özel olana kuşkuyla baktık. Öyle olunca da hep bir genel olan, komünal olan, kolektiflik kokan, paylaşımı olan, adaleti olan ve tabii ki biraz da hoşgörülü olanı aradık. Hani Şeyh Bedrettin’in deyimiyle “yârin yanığından gayri her yerde her şeyde hep beraber diyebilmek için” olanı aradık. Bunları nerede bulmuş isek hep rahatladık ve ruhumuz dinginleşti, ruhumuz saadete kavuşur oldu.”
E. Nucan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
15 Ocak günü Hakkari’in Şemdinli ilçe merkezinde bulunan bir polis noktasına yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda 1 özel tim elemanı gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
8 Ocak tarihli açıklamamızda 30 Aralık günü Dersim’in Pülümür ilçesinde işgalci TC ordusu ile gerillalarımız arasında çıkan çatışmada 7 arkadaşımızın şahadete ulaştığı bilgisini vermiştik.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
14 Ocak günü 14.00-18.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Kunişka alanı, Kunişka Vadisi, Mêzê Köyü ve Ava Basya alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
2012 yılı Kürdistan’da başka geçecektir. Dolu ve dolgun geçecektir. Kader belirleyen bir yıl olacaktır.
Yukarıda söylenenleri sadece biz söylemiyoruz. Yaşanan gerçeklerle bağlantılı olarak bölge ve dünya gerçekleri bunları alenen dile getiriyorlar.
Yaşanacak olanları kestirebilmek esasta başarının yarısı diyorlar. Ancak sadece yarısıdır. Belki de bu yarıdan daha fazla önemli olan ise öngörülenlere göre kendini konumlandırmaktır. Buna göre kendini hazırlamaktır. Başka bir deyimle örgütlemektir.
Örgütlü olmak ne demektir? Örgütlü olmak demek planlı, programlı yaşamaktır. Olup biteceklere karşı kendini hazırlamaktır. Bilinçlice olup bitene katılmaktır. Yapmak istemek istediklerimizin gerçekleşmesi için öncelikli olarak kendimizi bunları yapacak hale getirmektir. Bu ise ciddi bir şekilde bilinç düzeyinde hazırlık demektir. Kimisi buna zihinsel hazırlık diyor. Eskilerde buna biz ideolojik donanım diyorduk.
Evet, zihinsel olarak kendimizi hazırlamak önemlidir. Zihinsel hazırlıkla birlikte zihnimizde geçenleri dile getirmek için çalışmaktır. Buna biz söz gücü diyelim. Söz gücünü yakalamışsak, yapacaklarımızı yapabilmek için çevremize açılmaktır. Onları söz gücümüzle ikna olduklarımıza, doğru bildiklerimize çekmek için uğraşmaktır. Yani emek sarf etmektir. Emeğimiz esasta insanları bir amaç doğrultusunda bir araya getirmektir. Bir araya getirdiğimiz insanları eyleme döktüğümüz an artık bir örgütlülüğe başlamışızdır. Ve ortaya koyduğumuz eylemin ve eylemlerin sonuçlarını toplamak artık örgütlüğümüzdür.
Evet, önce kendimizi olup bitene karşı sorumlu göreceğiz. Olup bitene karşı kendimizi ikna edeceğiz. Olup bitenlere kendimizi katacağız. Hani “Kendini Bil” ilkesi temelinde önce kendimiz olup bitenlere karşı, olup biteceklere karşı kendimizi hazır hale getireceğiz ki başkalarını olacaklara katalım, kazanalım ve örgütleyelim.
Tekrar yazımızın başına dönersek: “2012 yılı Kürdistan’da başka geçecektir. Dolu ve dolgun geçecektir. Kader belirleyen bir yıl olacaktır.” Bu söylenenlere inanıyorsak o zaman kendimizi buna göre dediğimiz gibi konumlandıracağız. Buna göre kendimizi bireyselliklerden, keyfiyetçi ve sıradan yaklaşımlarımızdan kurtaracağız. Kendimizi tümden adeta tepeden tırnağa disipline edeceğiz. Bir dakikamızı bile boşa geçirmeden tüm yan ve suni çelişkileri bir köşeye bırakarak ilk elden işin içine gireceğiz.
Tarihi bir süreçten geçiliyor. Ortadoğu kaynıyor. Irak kaynıyor, Suriye kaynıyor, İran kaynıyor, Ortadoğu’nun geneli kaynıyor ve Türkiye kaynıyor. Bu durumda şunu açıkça belirtelim: Kim çok güçlü kendisini hazırlayıp yani örgütleyerek işin içine girerse kazanacak olan o ya da onlar olacaktır.
Türkiye devleti giderek faşizan bir yapıya kayıyor. Biz Kürtlerin kanımızla, canımızla elde ettiğimiz tüm değerlere karşı bir saldırı içerisindedir. Öncelikli olarak önderliğimize karşı bir saldırı içerisindedir. Demokratik Kürt siyasetine bir saldırı içerisindedir. Kürtlerin onlarca emekle elde ettikleri sivil toplum örgütlerine bir saldırı içerisindedir. Kürt gençlerine, Kürt kültürüne, diline ve cümle tüm değerlerine karşı bir saldırı içerisindedir. Gerillasına karşı kimyasal kullanmak dahil bir saldırı içerisindedir. En son ise Roborski’de 34 sivil Kürt gencini bilinçlice hedefleyerek katletmiştir.
Evet, TC devleti daha doğrusu Yeşil Türkî Faşist TC devleti giderek topyekun özgür kürde karşı bir saldırı içerisindedir. Bu saldırı gücünü ABD’ deden ve de her zaman ortada ekonomik çıkarları için sessiz kalan Avrupa’dan almaktadır.
Ancak dediğimiz gibi Ortadoğu’da her şey kaynarken Kürt özgürlük hareketi olarak eskisinden çok daha fazla imkânlarla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Ortadoğu hiç olmadığı kadar Kürt özgürlük hareketine açık hale gelmiştir. Karşımızda faşizmi aşarak ileri faşistleşen bir devletin sorunlu olmadığı tek devlet ve yapı kalmamıştır. İran'la, Ermenistan’la, Yunanistan’la, Kıbrıs’la, Suriye’yle, Irakla, İsrail’le özcesi etrafta ne kadar böyle yapı varsa hepsi itiş kakış içerisindedir. “Sıfır sorun” politikasından herkesle “hır cır sorun politikasına” geçmiştir. Ve bu hır cır kesintisiz devam edecektir.
Evet, 2012 yılı sıcak ve dolgun geçecektir. Her yılda kesinlikle farklı geçecektir. Sıcak bir yıl olacaktır. Öyle ki tüm bölgeyi ısıtacak kadar sıcak geçecektir.
“Doğrular her zaman başarı kazanırlar, yanlışlar her zaman olumsuzluğa yol açarlar.” Böyle değildir. Böyle olması için diyoruz ki gençler sıcak günlere hazır olalım. Yeni bir 15 Şubat’a gitmeden önce Kürt özgürlük hareketinin sembollerinden olan Viyan Soran yoldaşın 2 Şubat’taki şahadet yıl dönümü vesilesiyle güçlü örgütlü olalım. Yine 170 gündür süren tecride karşı topyekûn direnişe geçmek için örgütlülüğümüzü tamamlayarak harekete geçelim.
Evet, 2012 yılı çok farklı geçecektir. Renkli ve sıcak geçecektir. Buna hazır olalım. “Sessiz çığlıkları ancak yürekler duyar” ancak biz sadece yüreklerin duyacakları çığlıklar atmayalım, tüm dünyanın duyacakları çığlıklara sessimizi herkese duyuralım.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Yıllardır Kürt halkının temel haklarının TC sınırları içinde yürürlükte olan anayasa içinde yer etmesi için mücadele ediyoruz. Kürtlerin varlıklarının yok sayılmasını engellemek ve varlıklarını anayasal güvenceye kavuşturmak temel bir gerekçemiz konumunda.
Mevcut anayasanın en çok da Kürtleri vuran 12 Eylül 1980 askeri darbesinin bir ürünü olduğu, daha ilk günden itibaren bu anayasa karşısında mücadele yürüttüğümüz biliniyor. Bununla birlikte halkları bu denli sıkboğaz eden, haklarını ayaklar altına alan, keyfi ve despot yöntem ve yönetimlere izin vermesi nedeniyle demokrasi karşıtlığı kesin olan bu anayasanın değişimi için yürüttüğümüz mücadele de ortada.
Buna rağmen Kürtlerin haklarının güvenceye alınması için anayasal, kanuni bir statüye ihtiyaç vardır. Ve bu, Kürtlerin en demokratik hakkıdır.
Lakin hem 12 Eylül anayasası, hem de şu anda AKP hükümetinin iktidarının güvenceye alınması amacıyla oluşturulmaya çalışılan anayasa Kürtlerin haklarına cevap olması bir yana Kürt halkının tüm kesimleri karşısında ağır bir baskı ve şantaj unsuru olarak kullanılmak isteniyor.
Kürt halkı karşısında kültürel, siyasi, sosyal soykırım uygulayan, fizik şiddeti çekinmeden devreye koyan faşist yönetim en dinamik kesimleri vurmaya devam ediyor. Gençlere yönelik hazırlanan yeni yasalar bunu işaret ediyor. Toplumda bir ara yükselip dinen tepkiler dışında da şu anda hazırlanan bu yasalara yönelik herhangi bir engelleme girişimi görülmüyor.
Bir yandan molotofu silah sayan, diğer yandan gösterilere katılan çocuk ve gençleri ailelerinden alarak Hamidiye Alaylarının, yeniçeri ocağının günümüz versiyonu okullara kapatmayı öngören yasaların hedefi Kürt gençliğidir. Yarattığı ortam ile isyanı, direnişi süreklileştiren, Kürt gençlerine mücadele dışında yol bırakmayan faşist yeşil Türkçü anlayış bu sefer yasalara dayanarak resmi katliamlar yapma peşindedir.
Kürtlerin direnişçi, onurlu duruşlarının sinmeyeceği, geriletilemeyeceği, bu direniş içinde gençliğin asla geri adım atmayacağı bilindiğinden gösteri ve yürüyüşlerde yapmak istedikleri katliamlara resmi kılıflar üretmek istiyorlar. Gösteri yapan, hakkına arayan, birikmiş öfkesini kusmak isteyen her özgür Kürt genci sokak ortasında hem de resmi kanunlara dayanılarak infaz edilmek isteniyor.
Hoş, öldürmek, katletmek için bunlara ihtiyaçlarının olmadığı ortada. Son yıllarda sokak ortasında katledilen gençlerimiz halen hafızalarımızda taptaze duruyor. Küçük bebelerden tutun, üniversite öğrencilerine kadar her yaşta Kürt genci katledildi. Yetmedi devletin okullarında, sözde eğitim-öğretim kurumlarında gençlerimiz uyuşturucuyla, fuhuşla kandırılmak istendi. Küçük kız kardeşlerimiz tecavüze uğradı. Yani çocuklarımızı, geleceğimizi yok etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Fakat yere düşen gençlerimizin uğruna düştüğü dava büyüdükçe ve sistemi dara soktukça farklı arayışların gelişeceği kesindi. Her geçen gün dış despot ülkelere vaaz veren Erdoğan’ın gerçek katliamcı yüzü, Kürtler karşısındaki ikiyüzlü politikaları deşifre oldukça, uluslar arası alanda baskı hissettikçe bu katliamlarını daha ‘kabul edilir’ düzeylerde yürütmek zorunda kaldı. Bu da tüm dünyada sözde hukuk adı altında devletin güvencesi, iktidarların garantörü olan yasaları devreye koymak olacaktı.
Bu girişim sahiplerini şimdiden uyarıyoruz! Geçirdiğiniz bu yasalar, Kürt gençlerine yönelik uygulamaya koyacağınız bu resmi katliam belgeleri ilk olarak sizi vuracaktır. Bu sözümüzü bir kenara yazın.
Bunun dışında gençliğin de bu gelişmeleri gözlemesi, karşısında alacağı tavır ve tutumu netleştirmesi gerekmektedir. Herhalde elimiz kolumuz bağlı oturacak değiliz. Katledilmeye, soykırıma, asimilasyona, en doğal haklarımızın şantaj unsuru olarak kullanılmasına, günlük tecavüz sistemine karşı tavrımızı ortaya koymalıyız.
Bunu hazırlanarak yapabiliriz. Örgütlenerek, bir araya gelerek yapabiliriz.
Bunun dışında da tabii ki eylem yöntem ve taktiklerimizi gözden geçirmeliyiz. Öz savunma birimleri olarak bulunduğu her yerde görev ve sorumluluk sahibi olan Kürt gençlerinin daha yaratıcı ve caydırıcı eylem yöntemlerini geliştirmeleri çok önemlidir.
Birçok kez söylenmiş olsa da bir kez daha hatırlatmakta bir sakınca yoktur. Kürtlerin yaşadıkları yerlerde özgürlük ve demokrasi mücadelesi karşısında yer alan kesimleri iyi tespit etmek gerekir. Faşist devletin kolluk güçlerinin yerleri tespit edilmelidir. Yeni yasalarla gençlerimizi katledecekler o yörede, yerde, mahallede yaşayan kolluk güçleri, kontra örgütlenmeleri olacaktır. 90’lı yılların Hizbullah örgütlenmesine benzer ve Kürt Haması olarak örgütlenen kesimler olacaktır.
O zaman bu kesimleri şimdiden tespit etmek, evlerini, iş yerlerini, ilişkili oldukları devlet daireleri ve kurumlarını bulmak gerekecektir. Araçlarını, araç plakalarını tespit ederek tüm gençlerimiz arasında deşifre edilmesi sağlanmalıdır. Bunlarla işbirliği halinde bulunan ve Kürt kimliğini satılığa çıkarmış onursuzları bulmak, halk içinde deşifre etmek gerekmektedir.
Bunları bir hazırlık çalışması olarak her şeyden ve her görevden önce ele almalıyız. Madem onlar yasaların gücüne dayanarak, kurdukları işbirlikçi hain ağıyla, kontra örgütlenmeleriyle, kolluk güçlerin vuruş gücünü kullanarak bize yönelmek, gençlerimizi katletmek, esir almak, iğdiş etmek peşindeler, biz de o zaman meşruiyete dayalı bir savunma içinde bulunmalıyız.
“Toplumsal kimliğe kazınmış yasalar kolay kolay silinmez ve etkisini yitirmez” diyor Önderliğimiz. Biz de Kürtlerin temel yasası olan ve hepimizin genlerine yerleşmiş olan direniş yasasının verdiği güç ve cesaretle mücadelemizi yükselteceğiz.
Başımızı koyun gibi uzatmayacağız. Zindanlara girip pis nefeslerinin altında yaşamayacağız. Meydanlarda bizi katletmelerine izin vermeyeceğiz. Halkımızın geleceği olan çocuklarımızı, gençlerimizi koruyacağız.
Bunun için tabii ki daha örgütlenmek, çok çalışmak gerekecektir. Büyük bir savaş kapıya gelip dayanmıştır. Bu savaş, son savaştır.
O zaman bu savaşı kazanmak ve en son Roboski’de katledilen insanlarımız başta olmak üzere tüm şehitlerimizin intikamını almak için her şeyi bir kenara bırakarak, tüm bireysel planları askıya alarak yüklenmek en birinci görevimizdir.
Kürdistan’ı faşist odaklara, işbirlikçilerine, hainlere, tüm devlet ve faşist siyasi odaklara cehennem yapmak için hazırlanmak bir onur, namus meselesi olmuştur. Eğer biraz vicdan ve onur sahibiysek bunun dışında bir yaşam ve gelecek sahibi olmayacağımızı da görürüz.
Pir Kemal
- Ayrıntılar