Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Ağustos günü 12.00-13.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Kurê Jahro
alanına yönelik olarak TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
Gerçekleştirilen saldırı sonucunda alanda başlayan yangın halen devam ederken, gerillalarımızın
herhangi bir kaybı olmamıştır.
- Ayrıntılar
Özgürlüğümüzü kazanmanın tam zamanıdır.
Tarihin hiçbir döneminde sahip olamadığımız büyük bir fırsat var önümüzde. Bu tarihi fırsatı değerlendirip değerlendirmemek tamamen bize kalmıştır. Tarih her zaman böyle büyük fırsatları bizim gibi halkların önüne koymaz. Bu fırsatlar bazen bin, bazen yüz, bazen de eli yılda bir gerçekleşir. Bu fırsatlar zamanında layıkıyla değerlendirilmezse belki de tekrar bin yıl, yüz yıl eli yıl daha beklemeye sebep olur. O halde tam da önümüze gelmişken bu tarihi fırsatı değerlendirmemezlik etmeyeceğiz.
Yarının özgür Kürdistan’ında özgürce hareket edebilmek için, korkmadan, güven içerisinde sevdiklerimizle yaşayabilmek için, adeta avuçlarımızın içine girmiş olan bu tarihi fırsata dört elle sarılacağız. Çünkü bu tarihi fırsatı değerlendirmenin her türlü imkanına fazlasıyla sahibiz. Arkamızda, halkımızın on, bin on beş bin yılın ötesine götürülebilen tarihi geçmişi, tarihte neredeyse uygarlığın bütün hâkim güçlerine kafa tutmuş halkımızın direniş geleneği, çağımızın dünya çapındaki en kapsamlı ve en ekili özgürlük hareketi olan PKK’nin amansız mücadele geleneği durmaktadır. Sadece Türk devletinin değil, uluslar arası ve bölgesel tüm hakim güçlerin yok etmek için her türlü imkanlarını seferber ettiği ama bir türlü baş edemediği PKK hareketinin yenilmezliği kanıtlanmakla kalmamış, arktık zaferini gerçekleştirmenin nihai aşamasına gelmiştir. Bu artık tartışılmaz bir gerçektir. Türk devletinin adeta çıldırmış halde kopardığı son savaş yaygarasının asıl sebebi, artık görmekte olduğu özgürlük hareketinin zafere gidiyor olması ve bunu önleyemiyor olmanın verdiği büyük korkudur. Şimdiye kadar denediği hile ve oyunların hiç birisi tutmadı. Yüzüne taktığı sahte maskelerin hiç birisi işe yaramadı. Yaptığı yalanların hiç birisi yutulmadı. Elinde kala kala tekrar o vahşi, barbar, katliamcı yüzüyle sahneye çıkmak oldu. Özgürlük hareketinin en büyük başarılarından biri de onun tüm sahte maskelerini düşürmesi, güya sevimli maskeler altında saklamaya çalıştığı canavarlığını çırılçıplak açığa çıkarmasıdır.
Artık saklayamayacağı en vahşi yüzüyle bir kez daha açığa çıkmış olan Türk devleti, Kürt gerillalarının üzerine filolar halinde savaş uçaklarını kaldırarak, tekniğin gücüyle güya yeni askeri strajiler devreye sokarak, büyük bir psikolojik savaşla PKK gerillaları karşısında yenilmiş, darmadağın olmuş, birbirine girmiş Notunun ikinci büyük ordusu olarak değerlendirilen o koca ordunun bir yerde yenilgisini de gizlemeye çalışarak sanki şimdiye kadar hiç denenmemiş gibi, adeta askeriyeye alternatif yeni polis, özel tim sistemlerini devreye sokarak sonuç alacağını sanmaktadır. Otuz yıldır koca ordunun ve ordunun arkasındaki bütün devlet kurumlarının yapamadığını sanki yüzü boyalı, iri kemik ve et yığınından oluşan korkunç görünümlü timler gerçekleştirecekmiş gibi bir hava estirilmektedir. Bunların artık küçücük Kürt çocukları üzerinde bile bir etkisi olmadığını bilmeyen yoktur. Şişirilmiş, yüzü boyalı bu ızbandutlarla Kürt çocuklarına bile geri adım attıramazken, Kürt halkına ve yılların büyük deneyimine sahip Kürt gerillalarına mı geri adım attıracaklar? Buna kendilerinin bile inanmadığını zaman zaman kendi ağızlarından kaçırdıkları sözlerden biliyoruz.
Bütün bunlar bir yana, bir gerçek var ki, artık Kürt halkının canına tak etmiştir ve Kürt halkının bundan böyle buna tahammül göstermesi mümkün olmamaktadır. Bu coğrafya üzerindeki yaşayışı ve yarattığı kültür, bilimsel bulgularla tarihi on on beş bin yıllarına kadar götürülebilen Kürt halkı gibi büyük bir halkın varlığı hala inkâr edilmektedir. Bir tavuğa, bir eşeğe, bir köpeğe bile kendi ismi veriliyor iken, tarihin ve bu coğrafyanın en kadim halkı olan Kürt halkının ismi ve kimliği dahi kabul edilmemektedir. Hala yok sayılmakta, varlığı görmezden gelinmektedir. Dünyanın başka bir yerindeki güya birkaç Türk’ün ana dilde eğitim hakkı için kıyametler koparılırken, nüfusu yaklaşık kırk milyon civarında olan Kürtlerin çocukları için ana dilde eğitim hakkı söz konusu olduğunda ikiyüzlülüğün, sahtekârlığın, inkârcılığın en gaddar halli sergilenmektedir. Zere kadar namusu, şerefi, guru olan hiçbir kürdün artık buna tahammül göstermesi mümkün değildir. Kürtler bundan böyle adeta bir köle gibi onun işçiliğini yapmayacak, gidip onların kapısında dilenciler gibi iş aramayacak, inşaatlarında çalışmayacak, onların kapı bekçisi, temizlikçisi, hamalı olmayacak, bağlarındaki fındığı, üzümü toplamayacak, bu tür işlerde artık daha fazla onurunu ayaklar altında çiğnetmeyecektir. En önemlisi de Kürt gençleri bundan böyle Türk ordusu saflarında yer almayacak, kendi halkına cephe alarak kendine düşman hale gelmeyecektir. Bu tarihi fırsat eşiğinde artık ne yapacaksa kendisi için yapacaktır. Kendini yurtsever bilen her bir Kürt bunun farkına varmıştır, varmayanlar da bundan sonra varmak zorunda kalacaktır. Varsın cumhurbaşkanıyla, başbakanıyla, generalliyle, Kürtlere düşman ağzı kanlı kalemşoruyla, şişirildikçe şişirilmiş et ve kemik yığını yüzü boyalı timi ve askeriyle Kürtler korkutulmaya çalışılsın. Kendi farkına varmış kürt insanının buna artık karnı toktur ve bunun için gereken cevap neyse vermeyi bilecektir.
Söz konusu cevabın ismi ne mi olacak? Kuşkusuz ki bunun adı halka savaşı olacak, gerçek bir halk savaşı. Bu savaşta, yediden yetmişe herkes yer alacaktır. Küçücük Kürt çocuklarının son birkaç yıldır yaptıkları göz önündeyken, Kürt gençlerinin yapacaklarını varsın bu savaşı başlatanlar düşünsün. Yediden yetmişe topyekûn bir halk olarak harekete geçildiğinde bunun yol açacağı sonuçları varsın bu güne kadar Kürt halına saygısızlıkta sınır tanımayan, önder APO’nun on sekiz yıldır tüm barış çabalarını boşa çıkarmaya çalışanlar düşünsün.
Bundan sonra bir Kürt nerede duruyorsa orada bir yangın, bir yıkım tehlikesi vardır. Elinde en az imkânın olduğu sıradan bir Kürt bile rahatlıkla bir fabrikayı, bir binayı, bir mağazayı, bir ormanı ateşe verebilir, bulunduğu yerde hayatı cehenneme çevirebilir. Bunun için tek bir kibrit çöpü bile yeter de artar. Artık onlar, bir ağacımızı yakıyorsa Kürt insanı bir ormanı yakacaktır. Onlar bir insanımızı öldürüyorsa, Kürt insanı devletle bağlantılı olan beş insanı öldürecektir. Ne çarşıda sokakta, ne evinde ne de görevinin başında hiçbir devlet görevlisi, hiçbir polis, hiçbir asker güvende olmayacaktır. Bunun için ilada elde bir bomba, bir otomatik silahın olmasına da gerek yok, bazen bir polisi, bir askeri öldürmek için bir iki bıçağın bulunması bile yeterli gelir.
Şüphesiz bu savaşta yediden yetmişe herkese yer vardır, ama yine de en büyük görev yiğit Kürt gençlerinin üzerine düşmektedir. Çünkü halk savaşının bel kemiği onlar olacaktır. Üzerine gidecekleri hedefi önceden belirleyecek, bazen bir kişi tek başına hareket edebileceği gibi, bazen iki veya üç, bazen on, bazen de daha kalabalık gruplar halinde büyük bir disiplin ve örgütlülük içerisinde hareket edecek, üzerine gidecekleri hedefi yıkmadan geri dönmeyeceklerdir. Kendi analarının, kız kardeşlerinin, polisin vahşi tekmelerinin ve coplarının altında kafalarının, kemiklerinin kırılıp parçalanmasına seyirci kalmayacak, arkadaşlarının kendilerinden koparılıp barbarca işkence edilmesine fırsat vermeyecek, bunun olduğu her yerde büyük bir cesaretle kendilerini yıldırmaya çalışan polis ve askerin üzerine yürüyecek, onların yaptıklarını onlara misliyle ödeteceklerdir. Eğer eli veya yüz polis yüzlerce insanı rahatlıkla kovalayıp dağıta biliyorsa, bilinsin ki bu gençlerin en büyük ayıbı olmaktadır. O halde buna fırsat vermemek için yiğitçe davranmak, her an hazırlıklı, örgütlü, planlı olmak şarttır. Polis ve askere karşı koymak için gerekli tüm araçlar önceden hazırlanmalıdır. Yaralayıcı, hatta öldürücü araçların hiçbirinden kaçınılmamalıdır. Binlerce genç erkek ve kızın aynı anda büyük şehitlerimiz Mustafa Malkoç ve Evrim Demirlerin ruhuna yakışır şekilde hareket ettiği yerde önlerinde hangi serseri polis ve asker dayanabilir. Kaldı ki böyle hareket etmek için her türlü maddi ve manevi değere sahip bulunmaktayız. Şehitlerimizin ruhuna yakışır şekilde hareket ettiğimiz takdirde Mısır, Tunus ve Libya gibi ülkelerin devriminden on kat daha büyük devrimler yapabilecek güçteyiz. Tarih önümüze böylesine bulunmaz bir fırsat koymuştur. Başkan APO’ya halkımıza, gerillamıza ve yakın sevdiklerimize sevgimizi kanıtlamanın günü bu tarihi günlerdir. O halde sevgimizin büyüklüğünü kanıtlayalım ve ülkemizin, halkımızın önder APO’nun özgürlüğünü gerçek kılalım.
Bütün bunları belirtmişken, küçük bir uyarıya da yer vermek yerinde olacaktır. Batman, Amed, Siirt, Van, Cizre vb. kentlerde düşürülüp birer serseri mayına dönüştürülen, uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık işlerinde kullanılan, halkına zarar veren polisin denetimindeki gençlerin bir an evvel akıllarını başlarına toplamaları, yönlerini onları o hale getirenlere çevirmeleri, gerçek düşmanlarını görmeleri gerekir. Aksi takdirde başlarına geleceklerden yalnızca kendileri sorumlu olacaklardır.
Sabri Tolhıldan
- Ayrıntılar
Yazların sıcak geçtiği hep söylenir. Ancak Kürdistan’da bu yıl güzün sıcak geçeceğe benziyor.
Edebiyatta hep yazın sıcaklığı, yazın kavuruculuğuyla duygular anlatılır. Bir yere kadar bu yerindedir. Ancak biz dağdakiler biliriz ki bizim en çetin kavgalarımız bir baharda verilir birde güzün verilir.
Ancak bu kez sıcağın ötesinde bir güzü yaşayacağız. Bilinir güzler serin ve soğuk geçer. Ancak bu güz başka bir güz olacak. Sıcak geçecek. Bir nevi bir hesaplaşmanın güzü olacak. Kavgamızın belki de en güçlüsünü bu güzünde vereceğiz. Tarih yazacaksak birde bu güzün yazacağız.
Biz devrimciler hem de devrimciliği gerilla tarzında yapanlar bilirler ki kavgamız sadece bizim belirlediğimiz stratejiler üzerinde yürümez. Düşman diye tanımladığın -bu durumda cümle cemaat işbirlikçiler ve sömürgeciler-güçlerin de planları olur, senin planların da bu düşman güce göre şekil alır.
Savaş sadece bir tarafın belirlediği bir kavga değildir. Savaş, savaşan güçlerin belirledikleri karşılıklı taktikler üzerine gelişen bir gerçekliktir. Bu durumda senin tek başına iraden her şeyi belirlemez. Düşman diye tanımladığın gücün her adım seni birebir etkiler. Hatta etkilemenin de ötesinde taktiklerini günlük olarak bu saldırılara göre uyarlamaya zorlar.
Bu güzün TC sömürgeci devleti uluslar arası güçler başta olmak üzere kimi sömürgeci bölge gücünün de yardımlarıyla hatta teşvikleriyle kendi boyunu aşacak konseptlere başvurmaya hazırlanıyor. Biz buna ikinci uluslar arası komplo dedik. Birilerinin Ortadoğu’daki projeleri için taşeron güç olarak Türkiye kendisini hazırlıyor. Doğrusu getirisi eğer başarılırsa çok olacak bir taşeronluktur.
Taşeronların belirgin bir karakterleri vardır. Ağızları çok argodur. Bozuktur. Küfürlüdür. Kabadayıcadır.
Bir işveren ya da müteahhit işini yaptırırken belli kurallara dikkat ederek iş yürütür. Ne de olsa bir bu işin kültürünü biliyor. Yani sömürmenin kültürünü edinmiştir. İkinci olarakta bir gün karşısına başka şeyler çıkacağını bildiğinden daha ölçülüdür. Ancak bu işi bir taşerona devretmişse bu taşeron daha ham, daha aç gözlü ve daha pervasızca yürütür. Kârın kârından alıyordur. Yani daha az kazanıyordur. Fazla kazanmasının yolu mal çalandan bir nebze de olsa alabilmesi için çalıştırdıkları işçilere daha fazla yönelmesi gerekiyor. Daha fazla çalıştırması gerekiyor. Bu ise dediğimiz gibi kişilik olarak birçok üslup bozukluğunu beraberinde getiriyor.
İşte Erdoğan’ın üslubu tam da bir taşeronun üslubudur. Bozuktur. Lümpencedir. Kabadayıcadır. Çiğdir. Kırıcıdır. Vurdum kırdılıdır.
Evet, birde taşeron bir görev almıştır. Bu görevi yerine getiremezse tüm yaptıklarını da müteahhide kaptıracaktır. Bunun için telaşlıdır. Sekterdir. Sabırsızdır.
Erdoğan bu taşeron kültürüyle uluslar arası güçlerin istediklerini yerine getirmek için savaş tamtamlarını çalmaya başlamıştır. Eskilerden söylerdi ama şimdi bizatihi savaş kurmayı olmuştur. Askeri şura toplantısındaki edası tam bir genelkurmay başkanlığı edasıydı. Bunu yapmışken sadece edasıyla kalmasın bizatihi genelkurmay başkanı olsun. Onun ruh ikizi gibi duran Bülent Arınç ise Kara Kuvvetler Komutanı olsun. Nede olsa faşizan, anit demokratik, kadın karşıtı görüşleriyle Ku Klan Klaxlara çok benziyor. Açılım bakanı Atalay ise Jandarma Genel Komutanı olsun. Kendi kürdü olan Hüseyin Çiçek ise İkinci Ordu Komutanı olsun. Ne de olsa İkinci ordu Malatya’da konuşlandırılmıştır. Malatya ise Kürdistan’dır. Birinci Ordu Komutanlığına Abdulkadir Aksu’yu getirsin. Hava Kuvvetler Komutanlığına en havalı konuşan Cemil Çiçek’i getirsin. Üçüncü Orduya ve Ege ordularına da birilerini bulurlar herhalde.
Özcesi Erdoğan mademki uluslar arası güçlerin taşeronluğunu çok ciddi olarak üstlenmiş o zaman bizatihi bu savaş işini kendisi yürütsün. Ne de olsa tüm Akepeler şahinleşmişlerdir. Hepsi savaş komutanı olmuşlardır. Ve ne de olsa kendi eski genelkurmay başkanları nasıl bir orduya sahip olduklarını kendi ağzıyla dile getirmiştir. “Kepazelik” durumda olan bir orduya ancak şahinleşmiş Akepeler “düze” çıkarabilir.
Ama öyle görülüyor ki Akepe tek başına bu işi yürütemiyor. Bunun için cümle cemaat ne kadar yağdancılık yapan tip varsa hepsi bir ağızdan şahinleşmişler. Hepsi savaş istiyor. Hepsi havadan, karadan, denizden varsa başka bir yerden savaş istiyor. Kendilerine liberal aydın diyen bir kesimde bu koroya aktif katılmışlardır. Bu taşeronlukta onlarda yer almak istiyorlar. Taşeron hepsine iyi gözdağı vermiştir. “Ya benimlesin ya da gidicisin” demiştir. “Ya taraf olursun ya da bertaraf olursun” misali yok olup gideceksin. Kimisi korkusundan ama kimisi Nasreddin Hoca’nın gölü mayalaması gibi “ya tutarsa diyor” ve işin içine karambolajdan giriyor. Çünkü tutarsa kazanacağı çok maddi külfet vardır. (Ama biz de ekleyelim; ya tutmazsa ne olacak! O zaman söz size eğer hepinizi halkın divanına sevk etmezsek bize de devrimci demesinler.
Evet Türkiye’nin büyük bir şovenist kesimi şahinleşiyor. Ve bu şahinlerin tümü Kürdistan’a saldırmaya hazırlanıyorlar. Ve biz ise Kürdistan’da kendi topraklarımıza yüreğimizi yatırarak yaşıyoruz. Bu topraklarda özgürlük yeşersin diye yüreğimizi yıllardır veriyoruz. Aynen Prometeus gibi tüm tiranlara inat direniyoruz. Vücutlarımıza leş kargaları sürseler de inadına her gün her gün kendimizi yeniden yaratarak küllerimizden diriliyoruz.
Evet, biz bu kez de varlığımızla yüreğimizi yatırarak gelecek aydın yarınlar için yeniden kavgaya tutuşmak için hazırlanıyoruz. Ve bunun için diyoruz ki bu güz sıcak geçecek. Ve hiçbir güz bu kadar güzel ve sıcak yaşanmamış olacak. Gelecek kuşaklar güzlerden bahsederken birde 2011 güzünden söz edeceklerdir.
Gelecek kuşaklara miras olarak kalmak isteyen gençler bu güzün hatırı için inadına tüm faşist saldırılara karşı sıcak geçecek bu güz için tarih yazmak, tarih olmak için dağlara diyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Bu günlerde TC’nin hava saldırıları çok tartışılarken en çokta kara saldırısı ya da karadan güneye bir operasyon tartışılıyor. Durum bu olunca bol keseden konuşanlar çok oluyor. Bol konuşupta boş konuşanlar bunun için çok fazla oluyor. İnsanların ağzı çuval değil ki bağlayasın. Tanrı bu ağzı konuşmak için ne de olsa vermiştir.
Söz konusu askeri bir saha olduğu için herkes asker kesiliyor. General oluyor. Ve tabii ki oradan buradan bir yolunu bulup ne kadar askeri bilim okuduğunu dile getirerek taktiksiyen geçiniyor. Kimisi de hızını alamıyor stratejist oluyor.
Tuhaf bir durum doğrusu. İlgili ilgilisiz hepsi uzman kesiliyor. Özelde strateji kelimesi geçen ne kadar kurum kuruluş varsa buralarda yer alan bireyler tamda birer uzman edasıyla konuşur oldular. Bilmeyen derki askeri saldırılarının tümünü bu cenah yürütmüş ve şimdi de emekliye ayrılarak yorum geliştiriyorlar. Hâlbuki hiçbiri bir askeri çalışmanın yanında geçmemiştir. Bir mermi başlarının ucunda vızıldasa, yanlarına bir şarapnel parçası uçsa nereye saklanacaklarını bilmeyecek olan bu zatı keremler insan yaşamı söz konusu olan savaşta müthiş uzman olup akıl veriyorlar. Akıl vermeleri de tümden insan yaşamının sonlandırılmasına dönük olduğu için insanlıkları bile doğrusunu söylersek tartışmalıktır.
Biz böyle işin ehli olmayanlarına dönük yazı yazma yerine kendilerince yıllarca savaş meydanında savaşmış, kendilerince kahramanlıklar yapmış olanlarına dönük bir iki cümle söyleme ihtiyacı duyuyoruz.
Kara operasyonları tartışılınca herhalde en çok konuşulacak olan olay da 1995 yılında gerçekleştirilen Çelik Operasyonudur. Çelik Operasyonu da derken TC basının aklına ilk gelen isimlerden bir tanesi Hasan Kundakçı diğeri ise Osman Pamukoğlu’dur.
Hasan Kundakçı konuşuyor, hem de bol keseden. Şöyle demiş Fikret Bila:
“Harekât yapılan bölgede kış şartları belli ölçülerde etkisini sürdürüyordu. Korgeneral Kundakçı “Teröristler de, kış şartları bitmeden gelmeyeceğimizi düşünüyorlardı. İkincisi, mesela karlı dağlarına üzerinden geleceğimizi beklemiyorlardı. Ben komandoların hepsini sızdırarak, bütün bölgeye, bütün bölge üzerinden soktum içeriye” diyor. Ve burada söylemediklerini biz ekleyelim. Hasan Kundakçı’nın yazdığı bir kitap vardı. Orada da ne kadar başarılı olduklarını, yukarıdakine benzer olarak sınır kapısından nasıl gizil askeri güç geçirerek birden gerillaları şoke ettiklerini, nasıl alanı temizlediklerini derken gerillaya yüzlerce zayiat verdirttiklerini ve tabii ki nasıl büyük başarılarla geri çekildiklerini… Hasan Kundakçı bunların hepsini daha önce yazmış şimdi de söylüyor.
Doğrusu bir asker yalan söylememelidir. Bir general asla yalan söylememelidir. Ne yapmışsa olduğu gibi söyler. Ne olmuşsa olduğu gibi dile getirir. Sonuçta bir generaldir insanların kaderini eline almıştır ve kaderlerini bir nevi belirleyen onun yetenekleridir. Yetenekliyse askerleri yaşar, yeteneksizse askerleri ölür. Özcesi bir general ölüm kalım sahasında karar verendir. Mücadele edendir. Bunun için hiçbir yalana başvurmadan aynen savaşın çıplaklığı gibi ne olmuşsa, ondan kaynaklı olanlar, hasmında kaynaklı olanlar derken arazi, coğrafya, iklim, insan, teknik, taktik, dostlar, düşmanlar derken olumlu olumsuz faktörleri bir araya getirerek kendi durumunu değerlendirir. Zarar vermiş ise Samuraylar gibi onurlu davranarak harakiri yapar. Ya da Roma askerleri gibi yenilmiş ise Patus ilkesini uygulayarak kendi cezasını kendisi verir.
Maalesef Türk ordusunda bunlar yapılmıyor. Bir askerin yapması gerekeni komutanlar ve generalleri de yapmıyor ve yapamıyor. Madem askerliğin en basit prensibi olan yalan söylememeyi becermiyorsan o zaman bari askerlik yapmayın ve kendinize başka meslek seçin.
Hasan Kundakçı paşa ne kadar gizli girdiklerini anlatıyor. Ancak yalan söylüyor. Hasan Kundakçı paşanın askerleri Haftanin’de giriş yapmak isterlerken pusuya düşmüşlerdir. Hasan Kundakçı paşanın askerleri Metina’nın Kaşura tarafının Hıror mıntıkasında girmek isterlerken yüzün üstünde ölü vererek zor bela bizim kapsamlı bir pusumuzdan çıkmışlardır. Hasan Kundakçı paşa Kani Mase tarafından girmek isterken bizim güçlerin pususuna düşmüştür. Peki, nerede o “mesela karlı dağlarına üzerinden geleceğimizi beklemiyorlardı” hikâyesi.
Metina Yekmal’de 21 ya da 22 Nisan 1995 gününü geri çekilme yapmak isterken sormak gerekir Tamburalı generale ne zaman geri çekilme yaptı diye? Örneğin Osman Pamukoğlu 21 yada 22 Nisan askerlerini Zagroslarda çekmiştir. Peki, Tamburalı ne zaman çekmiştir? Tamburalı paşa ancak 2 ya da Mayıs günü o da bize bir hile yaparak ancak çıkabilmiştir. Çünkü Yekmal’de bölüğümüzle onu tugayını içimize alarak tam on gün gitmesine izin vermedik. Üç kez güç değiştiriipte gidemeyen o meşhur komutan kimdi? Yekmal’de ilk pusu da 50 asker ölü veren komutan kimdi? Gare ettiklerinde ki pusuda 50’nin üzerinde ölü veren komutan kimdi? “Komutanım tüm komutanlarımız öldü kurtaran diyen askerler kimin askerleriydi? Hangi alanları temizleyip gittiniz? Bu ne temizlemedir ki bir hileyle Deştana doğru kaçarken yine kuyruğunuzdan yakalayarak vuruluyorsunuz?
Vallah temizleme buysa siz iyi temizlediniz.
Ancak yine belirtelim bir asker yalan söylememelidir. Bir general bir komutan asla ama asla yalan söylememelidir. Doğrusu bu askerlik mesleğine sığmaz.
Bir not olarak: yakında Çelik Operasyonda ne olup bittiğini tüm belgeleriyle kendiniz göreceksiniz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Ağustos günü Ağrı Merkeze bağlı Sindo köyünde bulunan bir şantiyeye gerillalarımız tarafından girilmiştir. Buradaki bir araç gerillalarımız tarafından yakılırken şantiyede bulunan 9 işçi gerillalarımız tarafından gözaltına alınmış, sorguları yapılan işçiler 26 Ağustos günü (bu sabah) serbest bırakılmıştır.
- Ayrıntılar
Basina ve Kamuoyuna!
1. 24 Ağustos gününden beri Hakkari'nin Çukurca ilçesine bağlı Bê, Bêlatê, Serê Sêvê ile Girê Daholê alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmaktadır. Alandaki bombardıman halen devam etmektedir. Ayrıca bordobereliler tarafından alanda pusulamalar yapılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Ağustos günü Amed’in Ergani ilçesi ile Maden dağı arasında, Tine ve Kalende karakolları arasında bulunan ve yol kontrolünden dönen düşman askerine yönelik olarak gerillarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda içinde 15 askerin bulunduğu bir Reyo tipi askeri araç imha edilmiş, düşmanın çok sayıda ölü ve yaralıları sayısı ise tarafımızdan netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Ağustos günü 10.30-14.00 saatleri arasından Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Kaşura alanı ile Dêreşiş ile Sararo köylerine yönelik olarak TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir hava saldırısı gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen saldırı sonucunda köylülere ait tarlalar zarar görmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Ağustos günü 11.00-12.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Metina'nın Kani Guzê alanına yönelik olarak TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Ağustos günü 11.00 - 16.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap'ın geneline yönelik olarak TC Ordusuna ait savaş uçakları tarafından taciz uçuşu yapılmıştır.
- Ayrıntılar