1. 21 Ekim günü Dersim'e bağlı Geliyê Xarçık, Uzuntarla, Zagê, Dokuzkayalar ve Hıngırvan alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 22 Ekim günü operasyon kısmen geri çekilirken halen alanda gizli birlikler keşif ve pusulamalar yapılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Ekim günü 17.00-19.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Şehit Beritan, Telefon Boğazı ile Şehit Kurtay alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Ekim günü 04.00-06.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Şehit Beritan alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Ekim günü saat 01.00 sularında Hakkari’nin Çukurca Merkez’de bulunan askeri hedefler, Bilican Karakolu ve güvenliğini sağlayan 4 tepe, Xantepe, Êrîş, Sere sêvê taburları, Girê karakolu, Maruka Tepesi ile Tepê Ortê ye yönelik olarak Şehit Çiçek Devrimci Harekat Opersayon gücümüz tarafından eş zamanlı eylemler gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Türk devleti yetkilileri bol keseden asker edebiyatı yapıyorlar. Bu asker edebiyatına basın kelli felli bir şekilde eşlik etmekte. Öyle ki savaş davullarını daha hızlı çalmak için Kürdistan’a teftişe gelen Başkomutan olarak isimlendirdikleri Abdullah Gül’ün gezisini askeriyenin üst düzey komutasının da içinde yer aldığı bu savaş hazırlığını manşetlerden verdiler. TC işgalci devletinin savaş hazırlıkları bir yana, savaş ganimetleri üzerinde şekillenen bir imparatorluğun devamcısı olan bu devletin temel beslenme gıdası savaştır.
TC devleti yürütülen savaşın hazırlıklarını daha güçlü yürütme planları yaparken İsrail devleti ile Filistinliler arasında esir değiş tokuşu yapıldı. Bir askere karşı tam 1027 Filistinlinin serbest bırakılacağı söylendi. Yani, Galid Şalit’e karşın 1027 Filistinli direnişçi!
İsrail devletinin geçmişte de kendi esir askerlerini almak için yoğun arayış içerisinde olduğunu biliyoruz. Hatta bir esir askerini kurtarmak için insan aklının alamayacağı girişimlerde bulunduklarını da biliyoruz. Lübnan’a saldırılarının bir gerekçesi olarak Galid Şalit’in özgürlüğünü göstermişlerdi. Bu ne kadar doğrudur bu tartışılabilir ama İsrail devletinin savaşa sürdüğü askerlerini ortada bırakmadığı görülüyor. İsrail siyonizmini beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ancak “yiğidin” hakkını yememek gerekir. Ne de olsa bizler Ortadoğuluyuz ve biz Ortadoğulularda esas olan bir karakter de mertliktir. Namertlik bu toprakların özünden esasta hep uzak durmuştur. Daha sonraları bu topraklara namertlik ekilmiş ise farklı yerlerden taşırıldığı da bir o kadar aşikârdır.
Evet, siyonizmi beğenmeye bilirsiniz hatta bunun karşısında ciddi durarak mücadelede edebilirsiniz. Nitekim Kürt özgürlük hareketi olarak 1982 yıllarında mazlum Filistin halkının yanında, İsrail siyonizmine karşı bugün olduğu gibi o yıllarda da ön cephede hep karşı durduk. Bunun için on’un üzerinde yoldaşımız şehit düşerken, Önderliğimiz bizatihi Siyonist rejiminin yoğun istihbarat paylaşımının yanı sıra bir fiilen TC devletine sunduğu katkılardan dolayı, TC devletine esir verilmiştir. Özcesi, biz kendi cephemizde insanlığa karşı büyük suçlar işlemiş Siyonist rejime karşı kendi cevabımızı her zaman net olarak vermişizdir.
Şimdi bu Siyonist rejim Filistinlilere esir düşmüş bir askeri için binin üzerinde Filistinliyi bırakarak kendi askerine sahip çıkıyor. Bunun karşısında İsrail askerinin bırakılacağı tartışmaları henüz medyaya yansımadan önce özgürlük hareketinin elinde esir bulunan iki askerle bir kaymakam adayı televizyonlara mesajlar gönderdiler. Serbest bırakılmalarını bekliyorlar. Hatta direk ve dolaylı olarak Türk devletinden yardım talep ettiler. Ne var ki esir askerlerin görüntüleri ekranlara geçerken devlet yetkililerinin yanı sıra tek bir TC devleti basını ve medyası bu durumu haber geçmedi. Ama ne zaman ki Galid Şalit meselesi gündeme geldi onlarca televizyon canlı olarak bu meseleyi haber konusu yaptı. Hatta TC devletinin yetkili ağızları birinci elden açıklamalarda bulundular. Dediğimiz gibi kendi esir askerlerine ilişkin ise tek bir açıklama, tek bir haber, tek bir tartışma yürütmediler.
Özgürlük hareketinin elindeki esir askerlere ilişkin tek bir söz etmemeleri hatta geçmişte bir meclis başkanının esir olarak özgürlük hareketinin eline düşenlere dönük “keşke ölselerdi” demeden de edememişti.
Özcesi bu devlet yani TC devleti kendisinin bizatihi savaşa gönderdiği askerlere sahip çıkma onurunu göstermiyor. Tersine savaş meydanlarında askerlerini terk edip kaçıyor. Hatta imkan bulursa esir düşecek askerlerini bizatihi kendileri esir düşmemeleri için katlediyor. Vuruyor.
Bu durumda: TC askerliğine niçin gidilsin ki? Bu durumda vicdani retçiler başta olmak üzere kendi askerini koruma sorumluluğu duymayan bir devletin askerliğini neden yapsınlar ki?
Evet, kendi askerini koruyamayan, esir düştüklerinde sahiplenmeyen, bu saygın, onurlu duruşu göstermeyen bir devletin askerliğini yapma. Askerlik yapıyorsan biran evvel kaç. Terk et. Ve vicdani retçiysen devletin bu onursuzluk durumunu kendinin haklı davası için daha güçlü bir gerekçe yap.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Sömürgeci Türk devletinin oluşumu ve ilanı Kürt soykırımı üzerine gerçekleşmiştir. Türk ulus devlet oluşumu, esas felsefesi ve temel ilkesi “tek vatan, tek millet, tek devlet, tek dil, tek kültür” esasına dayanmaktadır. Bu nedenle Kürdistani ve Kürt olan her şey yasaklanmış, yok edilerek tarihten silinmek istenmiştir. Bu çerçevede fiziki katliamların yanı sıra toplumu Kürtlüğünden, Kürdistani bilinçten yoksun kılmak için tam bir soykırım ve asimilasyon sistemi oluşturulmuştur. Sömürgeci AKP hükümeti, bu siyasete kutsal İslam dinini alet etmek istemektedir. Bununla Kürt ulusal uyanışını, bilinçlenmesini ve örgütlü gücünü yok etmek istemektedir.
AKP TRT 6, Kürtçe kurs gibi uygulamalarla Kürt sorununu çözmüş olarak kabul etmektedir. Köklü bir tarihe, kültüre sahip Kürt halkını bir iki televizyonla veya kursla kandırmaya, oyalamaya çalışmaktadır. Hiçbir biçimde Kürt halkının sorunları bir televizyon ve Kürtçe kursa indirgenerek çözülemez. Bu, olsa olsa o halkla alay etmek anlamına gelir. Kürt sorunu, ulusal ve toplumsal bir sorundur. Bir halkın var oluşsal haklarından kaynaklı tüm haklarının tanınması gerekir. Tayyip Erdoğan, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğla uzlaştıktan sonra “bireysel haklar” kapsamında ve yerel yönetimler seçimi öncesi TRT 6’nın açılması, bir halkı parçalamayı, yok saymayı amaçlayan bir uygulama olmuştur. Bir ulusun hiçbir hakkını tanımamak ama sözüm ona bireysel haklarını tanımak, yeni bir inkâr etme tarzıdır. Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etme amacından başka bir şey değildir. Dolayısıyla AKP’nin bir Kürt sorunu çözümü niyeti ve hedefi yoktur. Zihniyeti gereği olamaz da!
Bu zihniyetin bir numaralı temsilcisi Tayyip Erdogan denilen ağzı salyalı sömürgeci itin, Kürtlere din konusunda yaptığı son saldırı karşısında, tüm yurtsever Müslüman Kürtlerin Cuma namazlarında gerekli cevap vereceği kesindir. Biz Türk egemenlerinin kutsal İslam dinini nasıl kendi sömürgeci egemenliği için kullandıklarını da biliyoruz. Ama şu tarihi bir kesinliktir. Kürtler, Türk egemenlerinin kutsal islamı tanımadan önce, bu İslam dininde alimler yetiştirdiğini de biliyoruz.
En son Botan’da geliştirilen siyasi soykırım operasyonları başta olmak üzere Amed, İstanbul, İzmir, Batman vb yerlerde yapılan operasyonlar artık her Kürdü uyandırmalıdır. PKK sempatisi olsun olmasın, BDP ile ilişkisi olsun olmasın hâlâ kendini Kürt sayan, Kürt hisseden herkes artık bu AKP oyununa bir an önce son vermelidir. Çünkü bununla amaçlanan, özgür iradeli, boyun eğmeyen, kendi toprakları üzerinde her halk gibi kendi yaşamı ve geleceği hakkında karar vermek ve bunu uygulamak isteyen Kürt halkını stratejik olarak yok etme istenmesidir. Hâlâ kışla düzeninde Kürt çocuklarını Türkleştirme merkezi okullarda eritilmeye çalışılması en ufak bir özgür gelişmeye izin vermemesinin anlamı budur.
Bugüne kadar siyasi soykırım operasyonları kapsamında Kürt halkının kendi özgür iradesiyle seçtiği milletvekilleri hâlâ esaret altındadır. Belediye başkanları esaret altına alınmış ve en son Botan’a Şırnak, Cizre, İdil, Silopi’de belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, BDP’nin il ve ilçe yöneticileri sudan gerekçelerle esaret altına alınmışlardır. Uludere belediye başkanı henüz esaret altına alınmamasına rağmen, ancak o da görevinden uzaklaştırmışlardır. Özellikle Botan’daki bu esaretten sonra alel acele bir tarzda belediye başkanları ve belediye meclis üyelerinin, il genel meclis üyelerinin görevlerine son vermiştir. “Esaret altına al ardından görevinden düşür.” Bu ne anlama gelmektedir?
AKP hükümeti 2009 Mart yerel yönetim seçimlerinden hemen sonra yaptığı siyasi soykırım operasyonlarıyla, Kürdistan halkının özgür iradesi karşısındaki tahammülsüzlüğünü ve bunu kabul etmeyeceğini ortaya koymuştur. Bu bir politikadır. Bir sömürgeci refleks, duyuş ve hissediştir. Şimdi de, artık esaret altına alarak boşalan yerlere kendi işbirlikçi hain AKP’lileri yerleştirmeye çalışmaktadır.
Bugüne kadar siyasi soykırım operasyonlarında önemli sayıda belediye başkanı, belediye meclis ve il genel meclis üyesi, Kürt siyasetçisi esaret altına alınmıştır. Bunun karşısında gösterilen tepkiler ve protestolar başlangıçta belli bir düzeyde olmakla birlikte giderek rutinleşen, perşembe günleri belediye başkanı tutuklanan belediyelerin önünde küçük gruplara daha çok da belediye çalışanlarıyla sınırlı arada bir çeşitli demokratik kitle örgütlerinin desteği ile süren açıklamalar yapmakla yetinilmektedir. Belki bugüne kadar dikkatleri çekmek, toplumsal bellek oluşturmak ve direnişi canlı tutmak için bu eylemliliklerin bir anlamı vardı. Hele hele halkın kitlesel olarak bu eylemliliklere katılmaması yönünde ciddi bir çabanın harcanmamasını anlamak mümkün değildir. Botan’da yapılan soykırım operasyonları ve ardında da hepsinin görevden düşürülmesi biraz da bu konuda yaşanan yetersizliğin sonucudur. Sömürgeciler, bundan cesaret almıştır. Seçilmişlere yönelik bu saldırılar görünüşte seçilmişlere dönü olsa da aslında onları kendi milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyesi, parti yöneticisi olarak seçen halka saldırıdır. O halkın seçimine, tercihine, kararına ve iradesine bir saldırıdır. “Ey Kürtler siz kim seçim yapmak kim? Siz, seçseniz de bunun bizim açımızda bir değeri, kıymeti har biyesi yoktur.” Bundan daha büyük bir saldırı, hakaret, aşağılama olabilir mi? Sömürgeci AKP hükümetine, bu hakaretlerine daha ne kadar dayanılabilinir? Bu hakaretler daha ne kadar sineye çekilebilir? Amed’te Kürtlerin seçtiği milletvekillerine açıkça çok ahlaksız ve alçakça küfür ettikten sonra İdris Balukan’a “ben devletim” demesinin anlamı yeterince açık değil mi? Bunu diyen o polis onu anlık öfke ve tepki ile söylememiştir ya da ağzından kaçırılmış bir söz değildir. Sürç-i lisan hiç değildir. Bir polis bunu Türkiye’de söyleyemez. Bir Türk milletvekiline hiç söyleyemez ama bunu Kürde milletvekili de olsa söyler. Çünkü O, Kürdistan’da kendisini Kürt toplumunun üstünde ve onun efendisi olarak görmektedir. Milletvekili ya da belediye başkanı olmuş bu, onun için fazla bir anlam ifade etmez. Çünkü 30’lu yıllarda Türk sömürgeci sisteminin adalet bakanı Mahmut Esad Bozkurt da “Türkler efendidir. Başkaları onlara ancak hizmetçilik ve kölelik yapabilir” demiştir. Türk sömürgecilerinde ve onun şu ya da bu bürokratik aygıtında görev yapan herkes bu sömürgeci terbiyeyi doğuşundan itibaren alır, içselleştirir. Başta Botan’da belediye başkanı, belediye meclis üyesi, il genel meclis üyesi ve diğer seçilmişleri esaret altında bulunan tüm iller, ilçeler, beldeler, kendi seçtiklerini sahiplenmelidirler. Kişisel olarak bir belediye başkanını, milletvekilinin, belediye meclis üyesini beğenip beğenmemek, sevip sevmemek veya eksiklikleri yetersizlikleri olmuş olmamış çok da önemli değildir. Varsa ki mutlaka vardır, bu, Kürt toplumunun kendi demokratik işleyiş ve platformlarında eleştiri ve özeleştiri ile üzerinde durulacak şeylerdir. Türk sömürgecileri yani kürdü tarih boyunca katliamlarla korkutmak, sindirmek ve yok etmek için bu kadar çalışan bir düşman herhangi bir Kürde, kendi seçilmişlerine yönelttiği eleştiri veya bu seçilmişlere Kürt halkına hizmette gösterdikleri yetersizliklerden dolayı esaret altına almıyor; esaret altına almasının amacı, bu seçilmişlerin şahsında özgür Kürdü kabul etmemek ve onun seçilmiş iradesini tanımamak ve ona kendi topraklarında hayat hakkını tanımamaktır.
Bu nedenle Kürtler, artık seçilmişlerinin esaret altına alınmasını küçük gruplar halinde protesto etmeyi, sadece belediye çalışanları veya küçük grupların işi olarak görmemelidirler. Daha kitlesel bir biçimde kendi seçtikleri iradelerine sahip çıkmalı, savunmalı ve onların özgürlüğü için mücadele edilmelidir. Kürt Halk Önderliğine uygulanan tecride karşı direnişiyle birleştirilmeli ve güçlü bir halk hareketine dönüşebilmelidir.
Ortadoğu’daki halkların baharından sonra ABD’de ve Avrupa’da da halklar, emekçiler kapitalist modernitenin sömürü sistemine karşı bir başkaldırı sürecini yaşamaktadırlar. Bölgemizde ve dünyada yeni bir sistem, yeni bir yaşam arayışı mücadelesi giderek radikalleşerek yükselmektedir. Böyle bir dönemde bu kadar direniş tecrübesine sahip bu direnişte ortaya koyduğu duruşla bölgedeki halk hareketlerini tetikleyen halkımızdan beklenen bu döneme güçlü direnişleriyle öncülük etmesidir.
Sömürgeci Türk devletinin, AKP’nin, Önderliğimize ülkemize, halkımıza, seçilmiş temsilcilerimize yönelik saldırı ve gösterdikleri sömürgeci refleks, karşısında halkımızın da, yurtseverlik refleksleri, duyarlılığı gelişmeli, pratikleşmeli ve serhıldanlaşmalıdır.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
TC devleti Kürt halkına karşı mücadele ederken hep birilerine dayanmadan edemiyor. Bir; dış güçlere endeksli hareket etmeleri, iki; hep bana karşı komplo var teorileri, üç; “birliğim ve bütünlüğüm” hedefleniyor farazileri, dört; Kürtlere karşı mücadele etmek için ne kadar yeni teknik varsa onun peşine takılma hastalıkları, beş; Kürtlerin nerede olursa olsun bir araya gelmelerinde kendisine karşı bir karşıt cephenin örgütlenmesini oluşturuyorlar kompleksleri. Ve tabii ki bu hastalıklı durumları daha fazla sıralamak mümkündür. Ama yukarıda dile getirilenler herhalde en önemli olanlarıdır.
Evet, uzun yıllardır gerilla mücadelesinde yer alan biri olarak TC devletinin, askerlerinin, siyasetçisinin ve aslında bir bütünen insanının kendine güvensiz duruşu üzerinde epeyce kafa yormaya çalışıyoruz. Bir devlet ki hem de cihan imparatorluğunu yapmış, bir devlet ki NATO’nun ikinci en büyük ve güçlü ordusu, bir devlet ki dünyanın bilmem kaçıncısı büyük ekonomisi, bir devlet ki kaç tane Türkî Cumhuriyeti kardeşi ve kendisini de bunların abisi gören, bir devlet ki burnundan kıl aldırmayarak, “bir türk dünyaya bedeldir” sözünden geri atmayan, bir devlet ki çok gururlu ve kibirli olarak her gün, her sabah her akşam, “ne mutlu türküm diyene” tekerlemesini tekrar eder dursun.
Ama işte böyle kocaman bir devlet birkaç ya da birkaç bin gerillaa karşı neden insan aklının alamayacağı ilişkilere girer, pazarlamadığı bir yerini bırakmaz, gece gündüz bu birkaç gerillayı ortada kaldırmak için her şeyini ortaya serer ve ilginç ama bir milyonluk ordusuyla ve namı diyar askerlik geçmişiyle övünen bu devlet neden bu kadar tekno manyak olur? Neden dünyanın neresinde bir öldürücü teknik varsa peşine takılarak getirterek, bu birkaç gerillaya karşı kullanmak ister?
Özcesi bu kocaman devlet ve karar veren pozisyonda bulunan siyasetçileri ve askerleri hatta daha fazlaları neden bu kadar kendisine karşı güven eksikliği yaşar? Sahiden özgüven eksikli nedir?
İnsan toplumuyla vardır. Toplumuyla güç olur. Toplumuyla benlik kazanır. Kişiliği toplumuyla oluşur. Toplumun dışında yaşayan insanlar yukarıda dile gelenlerden mahrum kalırlar. Ürkek olurlar, çekingen olurlar, lafın tam manasıyla hassas olur ve dikenlerin üstünde yaşarlar.
İnsan toplumuyla vardır dedik. Ne var ki bizler dünyaya doğduğumuzda insanlığın oluşumundaki topluma doğmuyoruz. Verili olan bir topluma doğuyoruz. Bu ise bizim dışımızda olupta gelişen verili bir toplum oluyor. Toplumun inşa edildiği gerçekliğini bilirsek insanın da inşa edileceğini biliriz. Yani insanlara doğdukları toplumlar şekil verirler. Hani o ünlü Fransız feministi Simon Beavoir’ın dediği gibi “Kadın doğulmaz, kadın yapılır” cümlesi esasta bu inşa edilmeyi iyi ifade eden bir cümle oluyor.
Bizim içine doğduğumuz verili dünya ise hiyerarşik ve tahakkümcü bir dünyadır. Sınıfların, tabakaların, adaletsizliğin, korkuların, vurdum kırdımların dünyasıdır. Baskıcı güçler olarak devlet, bunu yürüten ve ayakta tutan vurucu güç olarak asker, polis derken bu çarkı ayakta tutan onlarca böyle tahakkümcü ve hiyerarşik yapı söz konusudur.
İşte biz böylesine çokta mahsum ve temiz olmayan bir dünyaya doğarız. Bu mahsum ve temiz olmayan dünyada ilk günden başlayarak hep birileri için hazırlanırız. Bu birileri sadece bir kişiye hazırlanma anlamında değildir. Daha geniş manada birileri için hazırlanmadır. Evde anaya, babaya göre, dışarıda mahalledekilere göre, okulda öğretmenlere göre, biraz ötede resmi makamlara, erkek iseniz askerliğe, kadınsanız kadınlığa ve tabii erkekse kadına kadınsa bir erkeğe, paraya, mala, mülkü derken hep bir şeyler için birileri için hazırlanırız.
Böyle bir verili dünyanın içine doğan insanın en belirgin karakteri dediğimiz gibi birileri için hazırlandığı için hep birilerine endeksli büyütülür. Adeta bu verili topluma doğan bu birileri kendine güvensiz yetişir. Hele siz bu güvensizliğe bir de öte dünyaları eklerseniz, bizim büyüdüğümüz toplumdaki gibi in cinleri de katarsanız, vampir hikayeleri derken devlerin masalları, mantığın alamayacağı ama insanın ruh dünyasının alabileceği bir sürü korkutucu şeyi de eklerseniz bu güvensizliğin insanı nasıl dışa dönük ikircikli, korkak, içine kapalı, çekingen, kuşkulu, inançsız, birilerine bağlanmadan yaşayamayan, duygu dünyasında tereddütlü, insanlara karşı güvensiz derken tümden var olan bu verili dünyaya karşı kaygılarla yetişir ve yaşarsınız.
Devam edecektir
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Ekim günü (bugün) 01.00 de başlayan ve Hakkari’nin Çukurca ilçesinde bulunan Merkez Alayı, Bilican Alayı ve çevre karakollara yönelik olarak gerillalarımız tarafından eş zamanlı eylemler gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylemler sonucunda düşmanın 100’e yakın askeri ve özel harekat polisi ölü ve yaralı olduğu bilgisine ulaşılırken, düşmana ait 21 silaha ise gerillalarımız tarafından el konulmuştur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Ekim günü Dersim Merkeze bağlı Kaxperi alanına yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait kobra tipi helikopterler tarafından bombardıman yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Ekim günü Dersim’e bağlı Anafatma, Veraniş ve Milê alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından indirmeler yapılarak bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar