İnsana düşman bir devlet ve bir rejim var.
Hayvana düşman bir devlet ve bir rejim var.
Bitkiye düşman bir devlet ve bir rejim var.
Bütün canlı alemine düşman bir devlet ve bir rejim var.
Kürdistan, Anadolu ile Trakya halklarına düşman olan bu rejim T.C dir.
Bu devlet ve bu rejim ne Türkün ne de Kürdündür.
Ne de Süryani, Ermeni, Çerkez, Arap, Laz, Terekeme, Boşnak ve diğer halklara dosttur.
Bu devlet ve bu rejim devşirmelerin rejimidir.
Bu devleti kuranların külliyeti devşirmedir.
Bu devleti kuranların külliyeti, makam, mevki ile para-pul uğruna Türk ırkçılığını geliştirenlerdir.
Bu devleti kuranların külliyeti, Batı, ABD ile Siyonizme jandarma olma misyonunu yerine getirmek için yanıp tutuşanlardır.
Bu devleti kuranların külliyeti, Türklük maskesiyle hem ruhi olarak hem de ta damardan batıdan daha batıcıdır. Siyonizmden daha fazla siyonizme hizmet edenlerdir.
Bu devleti kuranların külliyetinden hiç biri Türk değildir.
Bu devleti kuranların külliyeti ile devletinin şimdiki sahibi AKP’liler gibi kökü başka, üstü Türk gözüken virus kişiliklerdir.
Dolayısıyla ne bu devlet meşrudur ne de bu rejim.
Bu devlet Ortadoğu’nun içine uzanan bir Batı hançeridir.
Bu devlet Kürdün, Arabın, Farsın ve Türkün kalbine saplanan bir Batı hançeridir.
Dolayısıyla bu devletin ordusuda bir Batı hançeridir.
Çünkü bu devleti kuranlar devşirme olup, kendini inkar ederek Türkleşerek iktidara gelmeyi amaçladıkları için, ilkin kendi kendine düşman olmuşlardır.
Bunu yaptıkları için tüm insanlığın düşmanıdırlar.
Bundan daha öte olduğunu ruhbilimci psikologlar şöyle tanımlıyorlar.
“Bir insan kendi ırkını inkar edip başka bir ırkın kimliğini kabul ederse, o artık bir insan değildir.
O artık hayvan bile olamaz.
Çünkü kendini inkar eden insan ilkin kendi halkına ve kendine düşman olur.
Halkına ve kendine düşman olan biri tüm insanlığın düşmanı olur. Halkına ve kendine karşı düşmanlaştığı için insanlıktan çıkmıştır. Canavarlaştığı için O, artık bir canavardır
Halkını ve kendini inkar ettiği için herkesin kendini inkar etmesini şart koşar.
Bunu kabul etmeyenlere karşı canavarca, canice katliamlar planlar.
Bunun için her türlü soykırım yöntemine başvurmaktan geri durmaz.
Bu nedenle devşirme kişiler ile onların kurduğu devletlerin varlığının ortadan kaldırılması gerekmektedir”.
Ruh bilimcilerin bu söyleminden şu sonuç çıkıyor mu?
Gürcü Erdoğan devşirmesinin başında olduğu Yeşil Türk Irkçı iktidarı insanlık düşmanı bir iktidardır. Bu iktidar ABD’nin hançeridir.
ABD Başkanı Obama, AKP, Erdoğan ile Gül’ün misyonu için deme di “Erdoğan her şeyi bizim adımıza konuşuyor, bizim adımıza yapıyor, O bizi temsil ediyor”.
Devşirme Türk Ordusu’da, ABD’nin, Ortadoğu’daki ileri karakoludur.
Bu nedenledir ki, Botan’a sefer eyleyen Sebatayist Başkomutan Abdullah Gül’ün başında olduğu bir ordu devşirme ordudur.
Bu orduda askerlik yapmak batının hançeri olmaktır.
Batının hançeri olan bu devşirme orduda askerlik yapmak, her gün birer birer öldürülmek demektir. Ardından intihar etti yalanına inandırılarak pisi pisine ölmektir.
Batının hançeri olan bu devşirme orduda askerlik yapmak, Uğur Kantar gibi disko adlı işkenceyle katledilmektir.
Batının hançeri olan bu devşirme orduda askerlik yapmak, bir Kürd için kendi vatanını düşmanına teslim etmek, kendi kardeşine karşı canilik yapmak demektir.
Batının hançeri olan bu devşirme orduda askerlik yapmak, bir Türk, bir Çerkez veya başka bir halka mensup bir genç için hem Kürtlere düşman olmak hem de Kürdistan’da işgalci bir ordunun elemanı olarak ölmekten başka hiçbir anlam taşımaz.
Hele başta Kürd gençleri için halkının özgürlük gerillası olmak dururken, devşirme ordusunda yer almanın ne anlam taşıdığını yazmak bile insanı utandırıyor.
Ben tüm Kürd gençlerine soruyorum, dünyanın hiç bir yerinde başka bir ulusa ait bir genç vatanını işgal eden bir orduda yer alıyor mu?
Bunu herkes araştırsın.
İsrail ordusunda tek bir Filistin genci var mı?
Bir araştırın tek bir Filistin gencini İsrail ordusunda bulamazsınız.
O zaman sizler niye Türk ordusuna askerlik yapıyor ve üstüne üstlük öldürülüyorsunuz?
Yine hiç düşünmediniz mi Devşirme Türk Ordusu niye 27 yıldır gerilla karşısında kepaze oluyor?
Hele bu yılki direnişte ise kendi eski komutanları Sebatayist Koşaner dediği gibi tam kepazelik bir durumu yaşıyor.
Eğer elinde dünyanın en gelişkin teknolojik silahları olmazsa değil dağda, ova da yürüyecek yürek kalmamıştır Devşrime Türk Ordusu’unda.
Aslında Devşirme Türk Ordusu, HPG’nin bu son vuruşları karşısında ruhen bir çöküşü yaşıyor. Cesareti kırılmış, korkunun esiri olmuş durumda.
Kürdistan’ın yalçın dağlarından bir şahin gibi süzülüp şehirlerdeki Fetullahçı Polis Çetelerini tarumar eden Kürdistan gerillası dururken, Devşrime Türk Ordusu’nda yer almak bir utanç değil mi?
İnsanlığa düşman olmak değil mi?
Düşün ve kararına ver.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
12 Eylül karanlığından bu sözün pratikleştirilmesiyle çıktık. Varlığı inkar edilen bir halkın dirilişini sağlamak amacıyla başlatılan tarihi yürüyüş bu söz etrafında kilitlenmiş militanların, yiğit Kürt gençlerinin inanç ve iradeleriyle bugüne dek geldi. Karanlık duvarlar, kalın sisler bu küçük ışıktan alınan güçle ve sadece insanın kendisine inanmasıyla aşılabildi.
Bu karanlık dönemler belli oranda aşıldı. 12 Eylül’ün faşist askeri yönetimi gerilla atılımıyla yenilgiye uğratılmış, yaşadığımız coğrafyada belli bir özgürlük düzeyi yaratılmış olsa da liberalizmin yeni plan, proje ve konseptleriyle çok daha fazla iddialı bir biçimde saldırılarının devam ettiği kesindir. Bu saldırılarda düşünceye yönelim, bilinç karartması çok daha fazla. Kavramlara biçilen anlamlarla çokça oynandığından doğru/yanlış, iyi/kötü ayrımı içinden çıkılmaz bir düzeye getirilmiş bulunuyor.
Bu gerçeklik karşısında Önderliğimiz İmralı’da tüm insanlık tarihinin en ağırlaştırılmış tecrit ve izolasyon politikalarına rağmen yaratılan bu çarpıtmaları aydınlatmak adına değeri her geçen gün daha fazla anlaşılan bir külliyat oluşturdu. Sırf insanların kendine inancını yükseltmek, tarihin çarpıtmalarını düzeltmek, Kürt kimliğine anlam kazandırmak adına kendi düşünce ve duygularına yüklenerek bir şaheser yarattı.
Ciltleri bulan savunmalar yaşadığımız dünyanın gerçeklerini anlamak için de oldukça önemli. Hakikat yolunda yürümek isteyen her birey, dürüst ve onurlu her insan evladı bu savunmalarda kendi mücadelesi için çok değerli bir düşünce sistemini edinebilir, yürüteceği mücadelede güçlü bir moral desteği sağlayabilir.
Yapılan tespitlere doğru anlamlar yüklemek şartıyla tabii.
Bir Halkı Savunmak adlı eserde Önderlik “her kavrama kutsallık düzeyinde önem vererek yeniden ele almalıyız” diyerek liberalizmin demagoji sanatı karşısında bize güçlü bir silah vermişti. Şu anda yaşanan karmaşa buradan ileri geliyor. Barış derken kimin ne kastettiği, demokrasi, özgürlük denildiğinde sistemin neden söz ettiğini iyi anlamamız gerektiğini belirtmişti. Yine Kapitalist Moderniteyi tüm yönleriyle çözümlediği son savunmalarında “sistemin her yerinden ona karşı durarak” mücadelenin yükseltilebileceğini belirtmiş, sistem karşısında zaferin de bu şekilde elde edilebileceğini söylemişti.
Günümüzde mücadelemizin geldiği aşama göz önüne getirildiğinde yaptığı ciddi uyarıyı tekrardan hatırlamakta fayda var. “neoliberalizmin yeni dalgalarında kaybolmamak” adına neler yapılabileceğini herkesin sorgulaması gerekiyor.
2002’den beri Türkiye’de iktidarda bulunan AKP hükümetinin duruş ve politikalarını bu perspektifler ışığında yeniden değerlendirmek gerekiyor. Şüphesiz Kürtler üzerinde yürütülen soykırım politikaları salt bu hükümet tarafından uygulanmıyor. Çok geniş bir batı dünyası ve bölge gericiliğiyle işbirliği halinde böylesi bir yönelim sahibi olabiliyor. Fakat hakkını yememek, AKP hükümetinin liberalizmin demagoji sanatındaki üstünlüğünü de görmek gerekiyor. Bu denli rahat yalan söyleyerek, gerçekleri tersyüz ederek, ilke ve değerleri ayaklar altına alarak, ahlaktan yoksun bir politika yapabilmek Ortadoğu coğrafyasında çok mümkün değildir. Batı dünyasının ahlaktan boşaltılmış bireycilik stratejisi olmadan, hileci, yalancı kapitalist modernite mirası olmadan Ortadoğu toplumları üzerinde böylesi bir politika uygulanamaz.
Bu anlamıyla AKP hükümetinin ideolojik, paradigmasal kökenini iyi görmek gerekir. AKP Ortadoğu geleneğinin değil, kapitalizmin yaratıcısı batı dünyasının bir piçi durumundadır. Ortadoğulu halkların değerler sistemini onlara karşı kullanan, dini kendi emellerine alet eden faydacı, ilkesiz, ahlaksız bir harekettir.
Bu gerçekliğinin yanında AKP’nin politik uygulama alanları ve bunun yarattığı algı dünyasının da ciddi bir çözümlemeden geçirilmesi gerekir. Ortaya konulan pratikler ve değerlendirmeler bu konuda özellikle Kürtler arasında ciddi yanılgılar yaşandığını gösteriyor.
Örneğin siyaset, demokrasi çarpıtması ve savaş/barış kavramlarına yüklediği anlamlar herkes tarafından doğru değerlendirilebilmeli. Buyurun siyaset yapın diyen, ardından herkesi zindanlara tıkan bu zihniyet doğru çözümlenmedikçe sistem karşısında ciddi bir mücadele yürütülmeyeceği anlaşılmalıdır. Buyurun siyaset yapın demek, gelin teslim olun demekle aynı kefede ele alınabilir.
Bu düşünceyi dillendiren iyi niyetli insan ve gruplar olsa da sistem içinde bunu denemenin kesinlikle bir şekilde sistemle işbirliği içinde olmaktan geçtiğini iyi biliyoruz. Nitekim BDP üzerinden yürütülen politikalar, meclise gidişi ve ardından siyasi partilerin, devlet erkanının yaklaşımları bunu çok açık bir şekilde göstermiştir.
Daha da önemlisi bunun karşısında gelişen reflekssizlik bu durumun ne kadar içselleştirildiğini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Soğuk suya atılarak yavaş yavaş arttırılan ısıyla kendinden geçen ve en sonunda kaynar su içinde ölen kurbağa örneğini yeniden hatırlamakta fayda var. Şu anda Türkiye devlet ve hükümetinin yarattığı siyaset alanı içinde yer alan her bireyin böylesi bir sonu öngörmesi yerinde olur. Buna karşı direniş adına kimi girişim ve yaklaşımlar söz konusu olsa da beş bin yılık bir devlet geleneği karşısında yer alındığı çokça hatırda tutulmadığından bunu aşacak politik duruşlara ulaşılamamakta, dolap beygiri gibi dönülmektedir.
(Ayrıca bunun bir hakaret olmadığını bir sistem gerçeği olduğunu hatırlatmak isterim)
En son üç seçilmiş milletvekili için açılan davalara da bakıldığında teslim alma politikalarının ne kadar yürürlükte olduğu, devlet sistemi içinde muhalif politika yapılmasının ne kadar zor olduğu rahatlıkla görülebilir.
Böylesi bir durumu çok yoğun hissetmek gerekir. Sadece görmek değil, bu teslim alma zihniyetini, teslim alma yöntemlerini, taktik ve planlarını, konseptlerini çok yönlü değerlendirmek gerekir. Bunun dışında eğer gerçekten politika yapılmak isteniyorsa güçlü bir dayanak bulunmalıdır. Halktan desteğini aldığını iddia eden birçok hareket tarih içerisinde kısır düşünce dünyaları, bulanık zihniyet nedeniyle yenilmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu sistem karşısında bunca uzun yılları alan bir mücadele yürütebilmesinin altında yatan da aynı destektir. Ama tek bir farkla.
PKK ve etrafında oluşan sistem halkı temel dayanak, destek merkezi olarak ele almakla birlikte asla sistem içinde olmamayı da ilkesel bir duruş olarak kabul etmiştir. Hem sistemin suyundan içip, hem de ona karşı mücadele etmeye kalkmamıştır. Sistem dışında olmayı, ona karşı mücadeleyi de her zaman dağa, özgürlük mekanlarına dayanarak yürütmüştür. Günümüzde yaşanan gerçeklerden de anlaşılacağı üzere ovada siyaset yapmanın tüm yolları tıkanmıştır. Ama halen mecliste, seçilmiş olmanın verdiği avantajlarla siyaset yapılabileceği düşünülmektedir.
Durum ortadadır. Daha seçimlerden çok önce, yine geçmiş yıllarda legal siyasetin gelişimini sürekli desteklemiş olsak da var olan Kürt karşıtı konseptin yönelimlerinin ancak halkın yürüteceği direniş ile yenilgiye uğratılabileceğini belirtmiştik. Bunun karşısında birçok neoliberal tutum ve etrafında şekillenen yarım yamalak sözde demokrat kesim bizi savaş çığırtkanlığı yapmakla, legal siyasetin iradesine ipotek koymakla suçlamıştı. Bu kesimlerin durumu tekrardan değerlendirmesini öneriyoruz.
Yine siyaset yapmak, halkın mücadelesine destek sunmak isteyen kesimleri de mücadele yöntem ve araçlarını gözden geçirmeye davet ediyorum. Kürt halkının 12 Eylül karanlığından çıkışında ne denli rolü olduğu ortada olan Teslimiyet ihanete, direniş zafere sözünü yeniden mücadelenin merkezine yerleştirerek Kürt halkının dirilişini sağlayan mücadelenin pratiklerinden dersler çıkarmasını öneriyorum.
Anlamak lazım. Eğer doğru mücadele yürütülmek isteniyorsa dağa dayanmak zorundasınız. Bunu yapmadığınız müddetçe tutuklanacak, hakarete uğrayacak, işkencelerden geçecek, onursuzluk dayatmalarıyla yüz yüze kalacaksınız. Legalin de, illegalin de yolu dağdır. Bunu görmeyenin mücadelesi, bunu kabul etmeyenin istemleri asla hedefine ulaşmayacaktır. Eğer TC devletine, bölge gericiliğine ve batı dünyasının özgürlük adına geliştirdiği kölecilik dayatmalarına karşı PKK hareketi bugünlere gelmişse ve zaferi elde etmeye ramak kalmış bir eksende dimdik ayakta ise dağa dayanarak bunu başardığını anlamak lazım. Yoksa emekler, çabalar, bedeller boşa çıkacak, tarih bir kez daha tekerrür edecektir.
Bunu sadece Kürtler değil, Kürtlerin haklı davasına yakınlık duyan Türkiyeli demokrat kesimler ve tüm sistem muhalifleri de anlamalıdır. Sistem karşısında yer almak mekan olarak da ondan soyutlanmayı gerektirir. Bunu bir kez kabul ettiğinizde, dağın özgürleştirici gücünü hissettiğinizde içinizdeki gücün kudretine kendiniz bile şaşıracaksınız…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Kaldığımız yerde devam edelim.
Böyle tuhaf bir dünyaya doğanlar öncelikli olarak kendilerine dayanak noktaları ararlar. Böyle bir dünyaya doğanlar yardım eli uzatılmadan yaşayamazlar. Hele hele çocukluk gelişimimizin ne kadar sürdüğünü de buna eklerseniz ne kadar biçare bu dünyaya doğduğumuz daha iyi anlaşılır.
Yukarıda insanın toplumuyla var olduğunu söylemiştik. Toplumsuz insanın zayıf olduğunu da eklemiştik. Böyle zayıflıklarla bir ortama doğanlar toplumuyla güç olmaya çalışırlar. Toplumlarıyla zayıflıklarını aşmaya çalışırlar. Bu belki de en doğal olan, en olması gereken kendini yaratma yöntemi oluyor. İçine doğduğun toplumla kendini var etme…
Ne var ki yukarıda da belirttiğimiz gibi içine doğduğumuz toplum ise bize şekil vermeye çalışan bir toplumdur. Daha doğrusu bugün içine doğduğumuz verili toplum esasta hiyerarşik, tahakkümcü ve sınıflı bir iktidar toplumudur. Ya da baskın olanın bu olduğunu söyleyelim. Geçmişin komünalcı toplumunu bin yıllarca gerilerle iteleye iteleye bu baskıcı, tahakkümcü toplum kendisini çok daha fazla egemen kılmaya çalışmış ve önemli oranda da başarmıştır.
Böyle bir toplumda insanlar sağlıklı yetişemezler. Çünkü her zaman var olan bir tahakküm vardır. Baskı vardır. İktidar vardır. Hiyerarşi vardı. Özcesi her zaman doğal olmayan çok ama çok şey vardır. Bu durumda bu topluma doğanlar ilk elden temiz duygularıyla adım atsalar da giderek temiz adımların sınırları onlara çizilir. Ve bir müddet sonra bu sınıflı toplum kendisini var edebilmesi için kendisine benzeyecek insanları şekillendirmek için el atar. Aslında doğumla birlikte buna başlasalar da belirgin olarak birkaç yaşına insan basar basmaz buna başlar. Ve birinin yapacaklarıyla yapmaması gerekenleri iyice öğretirler. Yasaklar yani tabular devreye girer. Devlet denen zor aygıtı zaten esasta tabularla sınırlanmış bir yapıdır. Tahakkümcü yapıların kurumlaşmış hali biraz da devlet oluyor. Bu yapılarda bireylerin iç durumlarıyla dış durumları çelişik olur. Yani iç dünyayla dış dünyaları çoğu zaman karşıtlıklar gösterir. Psikoloji biliminde bu duruma alt benlik ile üst benlik deniliyor. Ya da şuur altıyla şuur üstü de diyebiliriz.
Bir bireyin şuur altıyla şuur üstü bir değilse ya da şuur altıyla şuur üstü birbirine yakın değilse orada anormal bir durum var demektir. Yani orada hastalıklı bir durum söz konusudur. İnsanın yapmak istedikleriyle yapmasına izin verilmeyenler oldukça insan gerçekten hasta demektir. Ve hiyerarşik tahakkümcü yapılar böyle bir insanı yaratmaya hep özen gösterirler. Bir kere böyle bir insan yaratıldıktan sonra bu insanı korkuları üzerinde yönlendirmek herhalde dünyanın en rahat işi olmaktadır. Nitekim tarihte o bilinen meşhur rahipler, şamanlar cümle cemaat insanı yönlendirmek üzere kurulu yapıların hedefledikleri tiplerde bu tiplerdir. Yani yönlendirmeye açık bireyler.
İçiyle dışı bir olmayan bireyler, şuur altlarıyla şuur üstleri bir olmayanların korkuları çok fazla olur. Böyleleri içten içe korkularla yaşarlar. Böyleleri kendilerine güvensizdirler. Ne de olsa onları içten içe kemiren korkuları vardır. Böylelerinin ayakta kalabilmesi için dayanaklara ihtiyaçları hep vardır. Böyleleri hep dışarıdan gelecek desteklere muhtaç hissederler kendilerini. Ve doğrusu bu durumu aşmayanlar, bu bağımlılık durumuna isyan etmeyenler, bu korkulu ruh halini gideremeyenler, şuur altlarıyla şuur üstlerini birbirine yakınlaştırmayanlar hatta güçleri varsa ortada kaldıramayanlar, hep birilerine bakarlar. Hep birilerinin elline bakarlar. Hep birilerinden medet umarlar. Ve böyleleri doğaldır ki bağımlı olurlar, bağımlı yaşarlar.
Çok uzatmadan böyleleri çok fazla öbür dünyalara bağlı yaşarlar, böyleleri çok fazla yalana dayalı yaşarlar, böyleleri çok fazla başkalarında yardım beklerler, böyleleri çok fazla tekniğe dayalı ya da çok fazla tekno manyak olarak yaşarlar, böyleleri çok fazla komplo teorileriyle yaşarlar.
Devam edecek
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’a karşı geliştirilen 9 Ekim uluslar arası komplo’nun 13. Yıldönümünde, Kürdistan halkı bir kez daha, hem Kuzey Kürdistan’da hem de Türk metropollerinde uluslar arası komplocuları, sömürgeci AKP hükümetini lanetlemiş ve Önder Apo’yu büyük bir kitlesellikle ve kararlılıkla sahiplenmiş, Özgürlüğünü haykırmıştır. Halkımız, Türk sömürgeci devletini, onun soykırım üzerinde kurgulanmış sistemini, siyasal yapılanmasını, hukukunu, askeri işgal ve polis yapılanmasını, ekonomik sömürü çarklarını kabul etmediğini ortaya koymuş, demokratik özerk ve özgür Kürdistan’ı sahiplenmiştir.
AKP Hükümetinin yoğun bir psikolojik savaş eşliğinde, Gemlik yürüyüşünü engelleme, yoğunlaştırılmış soykırım operasyonlarına, askeri imha saldırılarına ve sokaklarda estirdiği sömürgeci devlet terörüne ve ABD-AB’nin TC. sömürgeciliğine sunduğu tüm desteklere rağmen halkımızın uluslar arası komplocu güçleri ve AKP hükümetini lanetleme, Önder Apo’yu sahiplenme eylemliliklerinin yakaladığı düzey daha bir anlam kazanmıştır.
Bu yıl özellikle Güneybatı Kürdistan’da halkımızın, Önderliğini, gerillasını sahiplenmede yakalanan düzey, yine Güney Kürdistan’da geçmiş katılımları çok çok aşan kitleselleşme ve Doğu Kürdistan’da İran sömürgeciliğine karşı gerilla cephesinde yükselen destansı direniş başta komplocu güçler olmak üzere tüm sömürgeci güçlere büyük bir ders olmuştur. En önemlisi de Avrupa’da, kapitalist modernitenin her türlü eritme-sindirme politikalarına ve PKK’yi Avrupa’da marjinalleştirme çabalarına rağmen halkımızın ve özellikle Kürdistanlı gençlerin tüm riskleri göze alarak gösterdikleri eylemlilik ve direniş değerlendirilmesi gereken başarılardır.
Tüm Kürdistan alanlarında ve yurtdışında ortaya konulan eylemlilikler şüphesiz ki, önemlidir. Selamlanması gereken halk direnişleridir. En zor koşullarda gerçekleştirdiği bu eylemlilikler, AKP hükümetini bir kez daha derinden sarsmıştır. Ulusal ve uluslar arası alanda önemli yankılar yaratmıştır.
Ancak bu ve son dört-beş yıldan bu yana gösterilen eylemliliklerin üzerinde önemle durulması gereken yönler vardır.
Kürdistan halkı yurt içinde, yurtdışında ve metropollerde, bilinçlilik, örgütlülük, eylemlilik ve kitlesellik bakımından önemli ve küçümsenmemesi gereken bir düzeyi yakalamıştır. Denilebilir ki, tüm uluslar arası ve bölgesel sömürgeci güçlerin varını-yoğunu ortaya koyarak sergiledikleri saldırılara, parçalanma, komplo ve her türlü akıl almaz yöntemlere rağmen halkımız Önderliğiyle, partisiyle, legal- yasal kurumlaşmaları ve gerillasıyla Kürdistan’ın kutsal toprakları üzerinde özgürce yaşamaya, kendi kaderini eline almaya, geleceğini belirlemeye, her halk gibi yaşamı hakkında kendisi karar verme düzeyine gelmiştir. Tek devlet, tek vatan, tek millet, tek dil stratejini boşa çıkarmış, halk olarak Kürdistan topraklarında özgür yaşamını kurma kararlılığına ulaşmıştır.
Büyük bedeller verilerek, fedakarlıklar yapılarak yakalanan bu düzeye rağmen, eylemselliklerde önemli düzeyde tekrarlar vardır. Hep bir sınır-çerçeve içerisinde gelip-gitme vardır. Bunun görülmesi ve üzerinde mutlaka durularak aşılması gerekir.
Bir dönem Kürt halkının yaşadığı sorunları dile getirmek, sorunun çözümünü talep etmek, dikkatleri çekmek, propaganda yapmak, protesto etmek, kamuoyu yaratmak amacıyla yapılan eylemlilikler önemliydi. Aynı şey Önder Apo’ya karşı geliştirilen uluslar arası komplo karşısında, komploya dikkat çekmek, tecrit ve saldırılar karşısında protesto etmek, bağlılığımızı ortaya koymak için yapılan eylemlilikler de belli bir rol de oynamıştır. Bugün üzerinde eylemliliklerin, örgütlülüğün geliştiği zemin bu eylemler temelinde yaratılmıştır. Ancak bu eylemlilikler sorunu sadece gündemleştirmeye yetebiliyordu. Fakat bu eylemliliklerle daha fazla ileriye gitmek mümkün değildir.
Çünkü işgalci-sömürgeci Türk devleti, Kürdistan’ı kendi toprakları, burada efendi olmayı de kendi doğal hakkı olarak görmekte, Kürdistan’ın varlığını, halkımızın özgür yaşamını, demokratik özerklik temelinde kurma ilanını, sömürgeci faşist Erdoğan “ bu ülke toprakları üzerinde kimseye operasyon yaptırmam” diyebilecek kadar ileri gitmektedir. Zorla, hileyle girdikleri, işgal ettikleri ülkemizi kendi toprakları, halkımızı da kendi milleti görecek kadar inkarcı-imhacı bir zihniyeti taşımaktadır. Kürdistan’ı bırakmamak, halkımızın özgürleşmemesi için, ulus-devlet stratejisini sürdürmek için daha fazla saldırganlaşacağı açıktır. Soykırım operasyonlarının ulaştığı düzey, özellikle Gemlik eyleminin engellenmesinden sonra, gemlik başta olmak üzere birçok yerde sivil faşist sürülerinin sokaklara salınması, gerilla cenazelerine karşı sergilenen insanlık dışı vahşi uygulamalar, çocuklarımıza, kadınlarımıza yönelik saldırılar, AKP’nin izlediği politikaları gösterdiği gibi, önümüzdeki süreçte halk olarak neler ile karşı karşıya kalacağımızı göstermektedir.
Halk olarak kendi ana topraklarımızda, Önderliğimizle, kimliğimizle özgürce yaşamak istiyoruz. Ve halkımız sömürgecilere, “ sen bu ülkeye, zorla, katliamla girdin, artık buradan çık! Çekil!” demelidir. Bu bizim en doğal hakkımızdır. Çünkü halk olarak doğal haklarımızın talebini Önderliğimiz ve hareketimiz yıllarca dile getirdi. Karşılığında aldığımız cevap, üç binin üzerinde soykırım operasyonlarıyla esaret altına alınan Kürt legal-demokratik siyasetçileri, belediye başkanları, milletvekilleri, insan hakları temsilcileri, sanatçıları, askeri imha operasyonları, ormanlarımızın, köylerimizin yakılması, milyonlarca köylünün göçertilerek Türk ulus devleti içinde eritilmeyle karşı karşıya bırakılması, hala asimlasyon politikasında ısrar ve binlerce faili meçhul cinayet… Açıktır ki, sömürgeci Türk devleti, faşist, katliamcı, inkarcı kuruluş felsefesini terk etmek niyetinde değildir. Kürdü yok etmek, Kürdistanı tarihten silmek için geliştirilen Şark Islahat planını yeniden güncellemek istemektedirler.
Önderlik ve hareketimizin yönetimiyle yaptıkları diyalogların hangi niyetle yapıldığı da ortaya çıkmıştır. Oyalama… çünkü bu soykırım operasyonlarının hepsi bu sözüm ona diyaloglar döneminde yapılmıştır.
Tüm bunlar şunu önümüze koymaktadır. Artık halk olarak ne yapacaksak, kendimiz yapacağız. Özgücümüze dayanarak, kendimize, mücadele deneyimimize güvenerek, Önderliğimizi, halkımızı ve ülkemizi sahiplenip savunacağız. Çünkü talep ederek, yapılacak fazla bir şeyin olmadığı ortaya çıkmıştır. Bunun için yapılan eylemliliklerle de ancak buraya kadar gelebildik. Daha ötesine, demokratik özerkliği inşa etmek, savunmak ve geliştirmek için eylemlilik ve örgütlülüğümüzü daha ileriye taşımak gerekmektedir.
Halkımızın mücadele tarihi boyunca yarattığı tüm kurumlaşmalar aslında demokratik özerkliğin zeminini oluşturmaktadır. Fakat sömürgeci AKP hükümeti haberi, polis-istihbarat güçleriyle şehirlerde, kasabalarda, köylerde inşa edilmeye çalışılan demokratik özerklik örgütlülüklerini dağıtmaya çalışmaktadır. Halkımız habire deyim yerindeyse demokratik özerklik için, taş üstüne taş koyuyor. Ama sömürgeci AKP hükümeti gelip vuruyor ve taşları yıkıyor. Tıpkı sömürgeci ataları gibi, “ taş üstüne taş, omuz üzerine baş koymayın” prensibiyle, zihniyetiyle hareket etmektedir. Varlığımızı, irademizi dağıtmaya, geleceğimizi bir kez daha köleci bir karanlığa mahkum etmek istemektedir. O zaman, “dur, yaptıklarımı yıkamazsın” demek lazım ve ısrarı halinde de, yıkamayacağını göstermek gerekir. Bunun için de, buna denk düşecek bir örgütlülüğü geliştirmek önem kazanmaktadır.
38 yıllık mücadele ve direnişle, kan-can, emekle yaptıklarımız bu soy kırım operasyonlarıyla yok edilmeye çalışılmaktadır. Bu sömürgeci güçler defalarca ama defalarca uyarıldı. Diyaloglarda bu söylendi, açıklamalarda söylendi. Halkımız söyledi, şehirlimiz, köylümüz, emekçimiz, çocuklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız, ihtiyarlarımız, sanatçılarımız söyledi. Gazilerimiz söyledi. Sokakta söylendi, gazetede, televizyonda, radyoda, mahkemelerde söylendi, TBMM’de söylendi. Masada söylendi. Türk sömürgeciliği ve onun temsilcisi AKP ilettiğimiz her türlü taleplerimizi duymakta, yıllardır sokaklarda yürüyen halkımızı görmekte. Ama bu taleplerimize karşı verilen cevap: Teslim olun! Yeni bir anayasa gündemdedir. Bu anayasada, Kürdün-Kürdistan’ın inkarının ifadesi olan sömürgeci Türk devletinin anayasasının 1.2. ve 3. Maddelerinin korunacağına dair AKP-CHP-MHP ulusal antlarını içmişlerdir. Gerisi Kürdü aldatma, Kürdistan’ın inkarı!
Demek oluyor ki, AKP sömürgeciliğinin duyma, görme ve anlama sorunu yok. İnkar-imhada diretme vardır.
O zaman artık bilineni tekrarlamanın anlamı yoktur! Artık eylemde kendimizi tekrarlamanın anlamı yoktur. Bilineni söyleme, yapılanı yapma konumundan vazgeçilmeli, geçmiş döneme ilişkin eylem alışkanlıklarımızı tekrarlamamalıyız.
Ortadoğu’da halklar ayaktadır. Baharlarını yaşamaktadırlar. Kürtlerin, Kürdistan’ın baharını yaşamaya hakkı yok mudur? Kürtlerin, Kürdistanlıların ayağa kalkma gerekçeleri, hangi ülkenin halkından daha azdır? Hiçbir halkın soykırımla karşı karşıya kaldığı bir durum yok. Ancak halklara dayatılan zulme bir başkaldırı vardır. Biz halk olarak hem zulüm altında hem de soykırımla karşı karşıyayız. Dil-kültür asimlasyonu tüm hızıyla okullarda sürdürülmektedir. O halde ayağa kalkma gerekçelerimiz tüm ayağa kalkan Arap haklarının iki katıdır! Hatta daha fazladır. Halk olarak el atılmadık, saldırılmadık hangi değerimiz kaldı? Tehdit ve soykırım tehlikesi altında olmayan neyimiz var?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Ekim günü 17.00-18.00 saatleri arasında Dersim Erzincan arasında bulunan Zagê alanında gerillalarımız tarafından bir yol kesme eylemi gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda 100 araç durdurulmuş ve burada halkın karşısında 26 Eylül günü gerillalarımız tarafından gözaltına alınan korucu İsmail Gürbüz’ün mahkemesi yapılmış, halkın aldığı karar doğrultusunda kendisine son bir şans verilmiş ve serbest bırakılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Ekim günü (bugün) saat 04.00-05.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Çinar Boğazı, Şetanus ve Dê köyleri, Geliya Notê ile Avaşin – Basya üçgenine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan, obüs ve top saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Ekim günü saat 17.30 sularında Iğdır ile Ağrı’nın Doğubayazıd ilçesi arasında bulunda Gevro köyü yakınlarında bir tepenin güvenliğini sağlayan düşman askerine yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın 4 askeri gerillalarımız tarafından öldürülürken 2 panzer ve bir akrep tipi zırhlı araç darbelenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Ekim günü 22.00-23.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Metina’nın Zinarê Kêstê, Kanî Guzê ve Kaşura alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen saldırı sonucunda köylüelere ait arı kovanları, bağ ve bahçeleri zarar görmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Ekim günü saat 17.00 sularında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Helena karakoluna yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda biri rütbeli olmak üzere düşmanın 2 askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Sonbaharda üslenme çalışmalarını başlatmıştık. Bahara kadar ki tüm hazırlıklarımızı yapmayı planlıyorduk. Düşman ise içeride hazırlık yapmamızı istemiyordu. Sınırın dışına çıkmamız, düşman için büyük bir başarı demekti. Onuncu ayda Hallac Köprüsü’nde üslenme yapmıştık. Karakol bize yakın olmasına rağmen, bulunduğumuz yerde birçok mağara ve iki de sarnıcımız vardı. Serhat’ta Kış’ın su bulunmadığından, bütün su ihtiyacı kar eritilerek karşılanıyordu. Hemen üslenme faaliyetine başlanmış, kimin nereye gideceği netleştirilmişti. KirêKor tarafında bulunan Deniz arkadaşın gücü cephane için yanımıza gelmişti. Yanımızda bulunan bütün cephaneyi onlara vermiştik. Benim sadece altmış mermim, arkadaşların da birkaç şarjörü kalmıştı.
Cephane ve ayakkabı gibi ihtiyaçlarımızı karşılamak için bizim gruptan birkaç arkadaş Kırêkor tarafına, Şehit Çem arkadaşın üzerinde bulunduğu bir grup üslenme yerine, üç arkadaş da ovaya gidecekti. Kalan arkadaşlar da üslenme yerine odun çıkaracaktı. Hava koşulları çok kötü olduğundan, odunları sabaha kadar ancak bir yere kadar götürebilmiş, yolun ortasına dahi yetişememiştik. Bunun üzerine biz de odunları bırakarak tekrar arkadaşların yanına gitmiştik.
Diğer gruplar kendi yerlerine gitmek için yola koyulacaklardı. O zaman bölge komutanı düzeyindeki Şehit Çiya arkadaş da yanımızdaydı ve o da bizimle birlikte gelmişti. Çiya, Simko Derik ve adını hatırlayamadığım birkaç arkadaşla birlikte randevu verdiğimiz yere gitmiştik. Sabah olduğunda karı temizleyerek bir kayalığın altını kazmıştık. Tam bulduğumuz bir çaydanlığı temizleyerek içinde kar eritmiştik ki, o sırada havan ve tank atışlarının sesini duymuştuk. Çatışma başlamıştı... Gruplar dağıldığında Rojhat arkadaş grupları denetlemek için iki güvenliği ve fiziki olarak zorlanan birkaç arkadaşla birlikte köyün yakınında kalmıştı. Ancak düşman arkadaşları fark etmiş ve sabah saatlerinde arkadaşları çembere almıştı. Arkadaşlar çatışarak bize yarım saat uzak olan bir yere kadar gelmişlerdi. Fakat düşman burada da önlerini tutmuştu. Fakat bulunduğumuz yer itibariyle bizim müdahale etme durumumuz söz konusu değildi. Arkadaşlar beş saat süren bir yerden kendilerini ovaya bırakmasına rağmen, düşman bir türlü peşlerini bırakmıyordu. Ancak akşam olduktan sonra arkadaşlar bu çemberden kurtularak bize ulaşmışlardı. Üç saatlik yolu çatışarak yanımıza gelmişlerdi. Yanımıza geldiklerinde de çatışmanın nasıl başladığını anlatmışlardı.
Anlatımlarına göre; Ali Direj arkadaşın karargâhı dediğimiz yere geldiklerinde çok yorgun olduklarından uyuyakalmışlardı. Sabah uyandıklarında ise karşılarında bir asker görmüşlerdi. Ali arkadaş Karnas silahıyla ateş ederek askeri öldürmüş ve böylece çatışma başlamıştı. Zaten biz de silah seslerini duyduğumuzda hemen yakınımızdaki tepeleri tutmuştuk. Bu çatışmada bir arkadaş yaralanmıştı. Yaralı arkadaşı yanlarında götüremedikleri için bir battaniyeye sararak bir ağaç kovuğuna saklamışlardı. Bu şekilde onu sağlama almak istemişlerdi. Yaralanan arkadaş, Kazım adında on yedi yaşında bir arkadaştı. Önceden Erci köyünde çobanlık yapmış olan ve çok sevilen bir arkadaştı. Herkes ona ‘Kalo’ diyordu ve biraz kamburu vardı. O an Kalo için hiçbir şey yapamıyorduk. Ertesi gün yanına gitmeyi planlamıştık, ama düşman çemberi iyice daraltmıştı…
Kirêkor tarafına giden grubumuz bizimle bağlantıya geçmişti. Bir ateş gördüklerini, bunun arkadaşların mı, yoksa düşmanın mı olduğunu netleştirmek istediklerini söylemişlerdi. Ateşe doğru gelirlerken, arkadaşlar gördükleri ateşin düşmanın olduğunu söylemişlerdi. Arkadaşlar yanımıza ulaştıklarında kendileriyle birlikte birçok eşya (çorap, mont) da getirmişlerdi. Ancak ayakkabımız yoktu. Birçok arkadaş ayakkabılarını şütikle bağlayarak ayaklarında tutmaya çalışıyordu.
Tekrar bir planlama yapılmıştı. Manga komutanımız, Güney Savaşında da yer almış olan Cizreli Mêrxas arkadaştı. Ben de Mêrxas arkadaşın yardımcısıydım. O gece Mix tepesini tutmamız gerekiyordu. Bawer Siverek ve iki bayan arkadaşın da içinde olduğu altı kişilik bir grup olarak tepeye gitmiştik. Mêrxas arkadaşın ayakları soğuktan şişmişti. Sabah olduğunda düşmanın büyük bir yığınak yaptığını görmüştük. Mêrxas arkadaş ayağından dolayı çok zorlanıyordu. Mêrxas arkadaşa arkadaşların yanına gitmesini söylemiştim ancak kabul etmemişti. Merxas arkadaşı Bawer arkadaşla birlikte biraz zor da olsa ikna etmiştik.
Mêrxas arkadaş aşağı inmek üzereyken, düşmanın tepeye doğru geldiğini görmüştük. Yanımızda çok fazla cephane de yoktu. Elimizde bulunan cephaneyi çok sınırlı bir şekilde kullanarak düşmanın tepeye çıkmasını engellemeye çalışıyorduk. Mermileri tek tek atıyorduk. Bu çatışmada dört düşman askeri vurulmuştu. Akşama doğru sis çökmüş ve düşman geri çekilmek zorunda kalmıştı.
İkindi vakti bir arkadaş daha yanımıza gelmişti ve iki bayan arkadaşı önceden gönderdiğimizden, dört erkek arkadaş kalmıştık. Arkadaşlar kendileriyle birlikte dört tane yağlı ekmek ve birkaç odun parçası getirmişlerdi. Yanımızda sadece bir battaniyemiz vardı. Sabaha kadar bir ağacın altında beklemiştik. Arkadaşların gelişleri ve yanlarında odun getirmeleri bizi çok sevindirmişti. Arkadaşlar ayrıca düşmanın durumuna ilişkin olarak da bize bilgi getirmişlerdi. Operasyonu yöneten Türk komutanı dağdaki bütün Apocu militanları bitirmeden operasyonu sonlandırmamaları yönünde talimat vermişti. Ancak operasyonu fiili yöneten komutanları ise; stratejik yerleri tuttuğumuzdan üzerimize gelemeyeceklerini biliyordu. Bu yüzden üstlerine ‘eğer sen yapabiliyorsan işte, ordu sana, sen gel yönet.’ cevabını vermişti. Bu esnada Çem arkadaş da yerine ulaşmış ve istenen malzemeleri de kendisiyle birlikte getirmişti. Çem arkadaş ve grubu elbette ki içine girdiğimiz durumu bilmiyorlardı. Düşmanın karargâhını geçmiş ve yukarıda güvenli bir yer olduğunu düşünerek orada uyumuşlardı. Sabaha doğru tekrar yola çıktıklarında Küçük ve Büyük Ağrı Dağı’nın arasında hareket olduğunu görmüş fakat bu hareketin arkadaşların hareketi olduğunu düşünmüşlerdi. Fakat kısa bir süre sonra, düşmanın tepeden üç kol halinde üzerlerine doğru geldiğini görmüşlerdi. Bunun üzerine eşyalarını bir taşın altına koyup üslenme yerine doğru koşmaya başlamışlardı. Düşman tarama yapmış ve üç arkadaş kolundan yaralanmıştı. Arkadaşlar yaralı arkadaşları da kurtarmış ve üslenme yerindeki mağaralara saklanmışlardı. Düşman da çok fazla üzerlerine gidememişti.
Düşmanla çatışmaya girerek kendilerini ova tarafına veren arkadaşlardan da haber alamamıştık. Ancak Gever adında biri yakalanmış ve yerlerimizi düşmana göstermişti. Düşman da cephanenin olduğu yere gelerek iki Doçka silahımızı ve diğer cephanelerimizi almıştı. Üslenme yerimize de bir koldan inen düşman, tam olarak üslenme yerimize giremedi. Her yeri tespit ettiklerini artık biliyorduk. Bir taraftan Çem arkadaşlar kopmuştu, bir taraftan da Gever teslim olmuştu. Tarih bir kez daha ateşin ve güneşin çocuklarının gücünü, iradesini, yüreğini sınıyordu adeta. Çünkü bu kadar yoğun bir kuşatma altında umudu, inancı diri tutmak gerçekten çok önemliydi. Ve bu tarihe, halka ve Önderliğe karşı asla vazgeçilmeyecek bir görevdi. Yiyecek hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Yalnızca biraz unumuz vardı ve bununla un çorbası yaparak karnımızı doyurmaya çalışıyorduk. Tek bir çaremiz kalmıştı, sınıra ulaşma…
Bir can yaralı halde arkadaşlardan ayrı düşmüştü. Evet, Şirin yoldaş Kalo’muzdu bu, yoldaşları ne olursa olsun ona ulaşacaklardı. Ve ikinci gün arkadaşlar sızma yaparak Kazım Kalo’nun yanına ulaşmışlardı. Ancak onlar ulaştıklarında Kalo çoktan yüreğini ülkesine gömmüş, genç Kalomuz şehit düşmüştü. Bu çatışmada Kazım, yani Kalo arkadaşla birlikte iki şehit vermiştik. İntikam adında bir arkadaş da kolundan hafif yaralanmıştı.
Düşmanın çemberini birkaç yerde kırmamız gerekiyordu. Savunmalı bir şekilde harekete geçerek üslenme yaptığımız yere gitmiştik. Bu kadar çemberi kırarak geçmiş olmamız bize oldukça büyük bir moral vermişti. Çem arkadaşla bağlantı kuramıyorduk. Gevro arkadaşların da düşmanın eline geçtiğini biliyorduk. Ancak durumu tam olarak bilemiyorduk. Karakolun tam altında her tarafı düz olan bir yer vardı. Burada kalmıştık ve birkaç arkadaş üslenme yerine giderek iki teneke kavurma getirmişlerdi. Uzun süre hem açlıktan, hem de yorgunluktan bitkin düşmüştük. Bütün arkadaşlar soğuktan öksürüyordu. Ancak düşmana çok yakın olduğumuzdan, ses çıkarmamamız gerekiyordu. Çok sıkı bir alandı. İran tarafı mayınlıydı, diğer üç tarafta da TC karakolları vardı. Akşama kadar bekledik. Fark edilirsek, üstümüzdeki karakol tarafından imha edilebilirdik. Öksürürken kefiyemizi ağzımıza koyuyorduk. Akşama kadar o taşların üzerinde kaldıktan sonra ikindi vakti sınıra yakın bir yerde keşif yapmaları için keşifçilerimizi çıkartmıştık. Keşifçilerimiz düşmanın son hazırlıklarını yaptığını ve geri çekilme yapacağını söylemişlerdi. Her tarafa sis çökmüştü. Yarım saat boyunca sızma yaparak nizamiyeye yaklaşmıştık. Bu yarım saat bize yıllar gibi gelmişti. En küçük bir ses hepimizin imhası anlamına geliyordu.
Düşman bütün alanı tutmuş ve izlerimizi de görmüştü. Çok kritik bir durumdu ve beklemekten başka bir şey elimizden gelmiyordu. Birden düşmanın tepeyi bıraktığını gördük. Elli metrelik virajı geçtikten sonra biz de yola çıkarak caddeye indik. Teller yolda ayağımıza, vücudumuza batıyordu ama bunlar bize engel teşkil etmiyordu. Tel örgüyü aşarak yüz iki yüz metrelik bir mesafeyi tel örgüler arasında yürüdük. Kısa bir mesafe kalmıştı. Bir tepe vardı ve o tepeye doğru yürüyorduk. O tepeyi de aşsak diğer tarafa, yani İran sınırına geçecek ve tehlikeyi atlatmış olacaktık. Çok az bir mesafe kalmıştı ki, tankların sesini duyduk.
Rojhat arkadaş çok acele bir şekilde hareket etmemiz gerektiğini söylemişti. Yüz adımda aşmazsak hepimiz imha olacaktık. Bitkin düşmüştük... Tank sesi halen geliyordu... Tam tepeyi aşacağımız anda, bizi taramaya başlamışlardı. Ancak hiçbir topları bize isabet etmemiş ve kayıp vermeden kendimizi sınırın diğer tarafına atmıştık.
İran tarafına geçmiştik ve yakındaki bir Doğu Kürdistan köyüne ulaşmıştık. Bütün arkadaşlar bir deri bir kemik kalmışlardı. Bu esnada bağlantı kurulmuştu, Çem arkadaşın grubu da geçmiş ve yaralıları tedaviye göndermişlerdi. Bu da bize büyük bir moral vermişti. Alanda, cepheci arkadaşlar ve İhsan arkadaş bulunuyordu. Piro arkadaşın kardeşi olan Mithat arkadaşla bağlantı kurarak milislerimizin bulunduğu bir köye gittik ve orada bizim için hemen hazırlık yaptılar.
Üslenme yerimizi değiştirmek zorunda kalmıştık ve Rojhat arkadaş hemen ertesi günü o çevrede üslenme hazırlıklarına girişmişti. O kış güçlü bir eğitim görecektik. Düşman Serhat alanına yönelik bir taktik belirlemişti. Bir yere yönelim yapıyor, sonra başka bir alana yöneliyordu. Böyle olmazsa sonuç alması mümkün değildi.
Alanda genel olarak kış koşulları çok ağırdı. Biz alandan çıktıktan sonra düşman başka bir grubumuza yönelmiş ve o grubumuz da alandan ayrılmak zorunda kalmış, daha sonra o grup da bizim bulunduğumuz alana ulaşmıştı.
Toplum yaşamında birisi öldüğünde onun için ağlıyor fakat ne için ağladığımızı tam olarak bilmiyorduk. Fakat mücadele içinde, genç yaşta ölenlerin ne için öldüğünü biliyorduk. Yaşam uğruna yaşamlarını feda etmenin erdeminin simgesiydi ölümlerimiz… Ve bu yüzden ağlarken, bütün insanlık için ağladığımızı biliyorduk. Bütün bunlar büyük bir fedakârlığın sonucu gelişmişti. Eğer bu irade olmasaydı, bütün bu zorluklara dayanmak gerçekten çok zor olacaktı. Ve eğer ideolojimiz bu kadar güçlü olmasaydı, bu zorluklara bir hafta bile dayanmak mümkün değildi. Bu kadar fedakârlık ve kahramanlıkla örülü bir tarihin bugüne bıraktığı büyük değerler günden güne büyüyerek yarınlara akıyor ve hep akacak.
Sabır Sereko
- Ayrıntılar