Rojava devrimi, onun yol açtığı ve açacağı sonuçlar politik düzlemde çokça tartışıldı. Belli ki bu tartışmalar sürecek. Bu hem gerekli hem de kaçınılmaz. Ancak gerçek şu ki devrim sosyolojik bir olgu olarak daha derin anlamlar taşıyor. Her devrim kendi iç devinimleri temelinde büyük bir devrimler zincirini ifade ediyor. Toplumsal alana nüfus eden ‘yeni’ olgusu siyasi, politik, ekonomik, ideolojik, kültürel, sosyal, sanatsal, felsefik vs. vs. her bağlamda gerçekleşme imkanı bularak, tüm bu alanlarda eşi görülmemiş ve toplum adına cesur deneyimler açığa çıkıyor. Toplumsal sorunlar yaralarını bir bir kaparken tarihsel bakımdan toplumsal gelişim gerçek rotasına bir adım daha yakınlaşıyor.
Rojava’daki ‘yeni’ duruma bir ad koyma arayışı kapitalist modernitenin ulus devletçi zihniyetlerinin bildik verileriyle “statü” tartışmalarına esir düşüyor. Haliyle toplum içinde sonuçları belki yüzyılları etkileyebilecek ‘devrimler’ silsilesi perdelenip hep büyük fotoğraf öne çıkıyor. Ulus devlet zihniyetinin o yapay, politik ve siyasi zemininde yürütülen statü tartışmaları süredursun toplumda yaşanan o devrimler silsilesi bu yapaylıktan uzak kendi statüsünü yaratıyor.
Rojava’da yaşananların en iyi izahı ancak tarihe dayanan bir sosyolojik bakışla izah edilebilir. Toplumun insanlığın gelişimine beşiklik ettiği o kadim topraklarda yeniden öz değerleriyle buluşmasına yol açan gelişmeler aslında dünya insanlığına bir oh çektirecek düzeydedir. Toplumun hakikate ulaşması anlamında karşısına çıkan kapitalist modernite tuzaklarının aşılmasında en etkili şey modernitenin azgın organizasyonu olan ‘büyük devlet’in ‘olmaz’larının yıkılması ve ‘olur’un bir türlü zihinlerde cisimleştirilemeyen şeklinin deneyim kazanmasıdır. Rojava’yı Ortadoğu için olduğu kadar tüm dünya için önemli kılan husus Rojava’nın demokratik modernitenin deneyim sahası haline gelmesidir. Başka bir dünya mümkün mü sorusuna cevap pratikte Rojava’da verilmektedir. Cevap herkesin ‘olmaz’ gördüklerinin 19 Temmuz’dan bu yana Rojava’da ‘olur’ kılınmasıyla verilmeye başlanmıştır. Geçmişte ‘olmaz’ diyenlerin bu gün herkesten daha çok devrime odaklanması uykudan uyanmanın, aydınlığa çıkmanın şaşkınlığı ve heyecanı nedeniyledir.
Toplumsal gelişimin -ki başta da ifade ettiğim gibi bu gelişim birbiriyle içiçe devrimler yumağı biçimindedir- fitili ateşlenmiştir. Bin yılların barajlamasına karşı toplumsal hafızanın ve tarihin gösterdiği direnişle engeller aşılmıştır. Şimdi devrim coşkulu bir nehir misali akmaktadır. Bu nehir hem kendi ana yatağına koşmakta hem de gerçek yatağını temizleyerek tüm kollarını kendine çağırmaktadır.
Rojava’daki yeni durum sadece yeni statü değildir. Bu statüyü gerçek anlamını veren yeniden insanlaşma ve toplumsallaşma mücadelesidir. Toplumun zihninde yeni bir anlayış yaratmak, toplumu her ferdiyle belli bir felsefik bakış açısı temelinde yaşamın gerçek anlamına doğru yöneltmek, dolayısıyla doğru yaşamanın sınırlarında gezinmek en büyük devrimlerden yalnızca biridir. Zihinlerde yıkılan azgın ve korkunç devlet ve onsuz olunamayacağı safsatası, tanrı krallar çağındaki ‘Ve tanrı yaralı…’ derecesinde bir aydınlanma yaratmıştır. Bu bir başka devrimdir. Toplumsal gelişimin toplum mühendisliği çabalarından uzak kendi rotasında, kendini inşa etmesi Rojava devrimini özgün kılan bir başka devrimsel değerdeki gelişmedir. Rojava’da, milliyetçiliğin ve ulus devlet faşizminin gelişebilmesinin her türlü imkanı ve tahrik ediciliğine rağmen tüm toplumsal kesim ve halkların ortak yaşama arzusu, bunun gittikçe gelişim göstermesi ve kurumlaşması, ancak ve ancak çok yeni ve kendine has sevgi ve değer yargılarının yaratılmasını gerektirir ki bu, parçalanarak küçülen, her geçen gün kanayan toplumsallığa yapılabilecek en büyük pansumandır. Yeni bir ulus anlayışının demokratik ulus paradigması temelinde yeni toplumsallığın kavramsallaşması olarak ortaya çıkması bin yılların hastalığına bulunmuş bir ilaç gibidir. Toplum için ilk kez kendine ait olma fırsatı ortaya çıkmıştır. Kendini gerçekleştirmeyi deneyimleyen bir toplum her türlü baskıcı, egemen, iktidarcı, tekelci gücün varlığını daha köktenci sorgulayabilecekken, bunun toplumun fertlerine nüfus eden yaşama biçimi ölçü ve değerleri daha cesur reddedilecektir. Her ne kadar daha uzun bir döneme ihtiyaç olsa da toplumu aslında parçalayarak bir arada tutan her türlü kapitalist modernist organizasyon ve kurumsal yapıların yerini gittikçe politik ve ahlaki güç alacaktır. Politik ahlaki toplum biraradalığın temel tutkalı olacak, kapitalizmin korkunçlaştırdığı ‘çokluk’ daha çok baskı, daha çok tekel, daha çok iktidar değil daha çok demokrasi doğuracak, farklılık ve karmaşa güce dönüşecektir. Biraz mistik, doğal olarak otantik ve elbette ki doğal toplum orjinli, yaşamın anlamına en uygun yeni yaşam anlayışıyla toplum ve doğa arasındaki hem maddi hem manevi, hem düşünsel hem fiziki olarak iktidarcı ve tekelci ilişkinin ve anlayışın kalkması mümkündür. Söz konusu Kürt toplumu Ortadoğu halkları olduğundan yaşanılan durum zaten çok da uzak değildir. Bu konuda doğal toplumun yol göstericiliği Kürt halkı için büyük bir şanstır.
Ekonomik bakımdan da Rojava’da yeni belki alışılmamış deneyimlerin ortaya çıkmasını beklemek gerekmektedir. Tüketen toplum ve dolayısıyla tükenen toplum devrimin yaratıcı ve üretici dinamizmi içinde üreten ve yaratan topluma doğru bir ivme kazanmış durumdadır. Üretim araçlarının ve sahalarının toplumsal örgütlenmelerin elinde ihtiyaçlara göre düzenlenmesi, azgın kar hırsı yerine emeğe dayalı optimal kazanç, tıpkı doğal toplum süreçlerinde dayanışma ve takasın hakim olduğu pazarları andıran yeni pazarlar yaratacaktır. Ayrıca toplumsal ve örgütsel yapıların kapitalist ulus devletçi ve tekelci karakterden arınması ekonominin iktidar aracı konumundan çıkarılıp toplumsal yaşamın idame ettirilmesi anlamına uygun dev bir dayanışma sistemine dönüşmesine yardımcı olacaktır.
Bir başka ve en önemli devrim aslında Rojava devriminin en büyük iç dinamiği olan kadın devrimidir. Kadının kendi dirilişini gerçekleştirmiş olması toplumun yeniden dirilişinde öncülük konuma ulaşmasını sağlamıştır. Aslında Rojava’da toplum kadınla dirilmektedir. Kadının ve temsil ettiği demokratik komünal değerlerin yeni topluma rengini vermesi ‘erkek’lik temelinde toplumda kendini inşa etmiş olan iktidarın ve devletçi anlayışın aşılması hem özgür yaşamın gerektirdiği demokratik ilişkinin doğuşuna imkan sunacak hem de günümüzden doğal topluma doğru uzanan sağlam köprülerin oluşumuna yol açacaktır.
Tüm bunlar ve sayılabilecek daha onlarca devrimsel gelişme rojava devriminin bağrında devinim halinde olan, her geçen gün gerçekleşen devrimler yumağıdır. Tüm bunların komünler, ocaklar, kooperatifler, özerk otonom topluluklar, demokratik yönetimler, özgürlükçü eğitim kurumlaşmaları, vs. biçiminde vücut bulması demokratik modernitenin doğuşunun işaretleridir. Deneyimler bu güne dek eskinin aşılmasının mümkün olduğunu, Önder APO’nun yeni paradigmasının 21. yüzyılın kurtarılmasına en uygun model olacağını göstermektedir. Tüm bunlar insanlığın Rojava devrimine daha fazla odaklanmasına yol açacak, yine her deneyim ve başarıdan insanlık ışık, feyz ve cesaret alacak, Ortadoğu zihniyet ve vicdan temellerine dayalı demokratik devrimi için ayaklanacaktır.
Rojava devrimi deneyimlediği ve ezberleri bozan bir diğer devrimsel gelişmesini de savunma alanında yaşamaktadır. Savaş, iktidar ve devlet üçlemesi temelinde dumura uğrayan toplumun kendini savunması ve devrim olgusu Meşru savunma çizgisi ve modern gerillacılık temelinde yeniden canlanmakta ve ezilen halkların özgürlük mücadelesindeki büyük açmazlara cevap vermektedir. Bu konu ayrıca üzerinde durulması gereken çarpıcı bir konudur.
Harun DOĞAN
- Ayrıntılar
Rojava devrimi, onun yol açtığı ve açacağı sonuçlar politik düzlemde çokça tartışıldı. Belli ki bu tartışmalar sürecek. Bu hem gerekli hem de kaçınılmaz. Ancak gerçek şu ki devrim sosyolojik bir olgu olarak daha derin anlamlar taşıyor. Her devrim kendi iç devinimleri temelinde büyük bir devrimler zincirini ifade ediyor. Toplumsal alana nüfus eden ‘yeni’ olgusu siyasi, politik, ekonomik, ideolojik, kültürel, sosyal, sanatsal, felsefik vs. vs. her bağlamda gerçekleşme imkanı bularak, tüm bu alanlarda eşi görülmemiş ve toplum adına cesur deneyimler açığa çıkıyor. Toplumsal sorunlar yaralarını bir bir kaparken tarihsel bakımdan toplumsal gelişim gerçek rotasına bir adım daha yakınlaşıyor.
Rojava’daki ‘yeni’ duruma bir ad koyma arayışı kapitalist modernitenin ulus devletçi zihniyetlerinin bildik verileriyle “statü” tartışmalarına esir düşüyor. Haliyle toplum içinde sonuçları belki yüzyılları etkileyebilecek ‘devrimler’ silsilesi perdelenip hep büyük fotoğraf öne çıkıyor. Ulus devlet zihniyetinin o yapay, politik ve siyasi zemininde yürütülen statü tartışmaları süredursun toplumda yaşanan o devrimler silsilesi bu yapaylıktan uzak kendi statüsünü yaratıyor.
Rojava’da yaşananların en iyi izahı ancak tarihe dayanan bir sosyolojik bakışla izah edilebilir. Toplumun insanlığın gelişimine beşiklik ettiği o kadim topraklarda yeniden öz değerleriyle buluşmasına yol açan gelişmeler aslında dünya insanlığına bir oh çektirecek düzeydedir. Toplumun hakikate ulaşması anlamında karşısına çıkan kapitalist modernite tuzaklarının aşılmasında en etkili şey modernitenin azgın organizasyonu olan ‘büyük devlet’in ‘olmaz’larının yıkılması ve ‘olur’un bir türlü zihinlerde cisimleştirilemeyen şeklinin deneyim kazanmasıdır. Rojava’yı Ortadoğu için olduğu kadar tüm dünya için önemli kılan husus Rojava’nın demokratik modernitenin deneyim sahası haline gelmesidir. Başka bir dünya mümkün mü sorusuna cevap pratikte Rojava’da verilmektedir. Cevap herkesin ‘olmaz’ gördüklerinin 19 Temmuz’dan bu yana Rojava’da ‘olur’ kılınmasıyla verilmeye başlanmıştır. Geçmişte ‘olmaz’ diyenlerin bu gün herkesten daha çok devrime odaklanması uykudan uyanmanın, aydınlığa çıkmanın şaşkınlığı ve heyecanı nedeniyledir.
Toplumsal gelişimin -ki başta da ifade ettiğim gibi bu gelişim birbiriyle içiçe devrimler yumağı biçimindedir- fitili ateşlenmiştir. Bin yılların barajlamasına karşı toplumsal hafızanın ve tarihin gösterdiği direnişle engeller aşılmıştır. Şimdi devrim coşkulu bir nehir misali akmaktadır. Bu nehir hem kendi ana yatağına koşmakta hem de gerçek yatağını temizleyerek tüm kollarını kendine çağırmaktadır.
Rojava’daki yeni durum sadece yeni statü değildir. Bu statüyü gerçek anlamını veren yeniden insanlaşma ve toplumsallaşma mücadelesidir. Toplumun zihninde yeni bir anlayış yaratmak, toplumu her ferdiyle belli bir felsefik bakış açısı temelinde yaşamın gerçek anlamına doğru yöneltmek, dolayısıyla doğru yaşamanın sınırlarında gezinmek en büyük devrimlerden yalnızca biridir. Zihinlerde yıkılan azgın ve korkunç devlet ve onsuz olunamayacağı safsatası, tanrı krallar çağındaki ‘Ve tanrı yaralı…’ derecesinde bir aydınlanma yaratmıştır. Bu bir başka devrimdir. Toplumsal gelişimin toplum mühendisliği çabalarından uzak kendi rotasında, kendini inşa etmesi Rojava devrimini özgün kılan bir başka devrimsel değerdeki gelişmedir. Rojava’da, milliyetçiliğin ve ulus devlet faşizminin gelişebilmesinin her türlü imkanı ve tahrik ediciliğine rağmen tüm toplumsal kesim ve halkların ortak yaşama arzusu, bunun gittikçe gelişim göstermesi ve kurumlaşması, ancak ve ancak çok yeni ve kendine has sevgi ve değer yargılarının yaratılmasını gerektirir ki bu, parçalanarak küçülen, her geçen gün kanayan toplumsallığa yapılabilecek en büyük pansumandır. Yeni bir ulus anlayışının demokratik ulus paradigması temelinde yeni toplumsallığın kavramsallaşması olarak ortaya çıkması bin yılların hastalığına bulunmuş bir ilaç gibidir. Toplum için ilk kez kendine ait olma fırsatı ortaya çıkmıştır. Kendini gerçekleştirmeyi deneyimleyen bir toplum her türlü baskıcı, egemen, iktidarcı, tekelci gücün varlığını daha köktenci sorgulayabilecekken, bunun toplumun fertlerine nüfus eden yaşama biçimi ölçü ve değerleri daha cesur reddedilecektir. Her ne kadar daha uzun bir döneme ihtiyaç olsa da toplumu aslında parçalayarak bir arada tutan her türlü kapitalist modernist organizasyon ve kurumsal yapıların yerini gittikçe politik ve ahlaki güç alacaktır. Politik ahlaki toplum biraradalığın temel tutkalı olacak, kapitalizmin korkunçlaştırdığı ‘çokluk’ daha çok baskı, daha çok tekel, daha çok iktidar değil daha çok demokrasi doğuracak, farklılık ve karmaşa güce dönüşecektir. Biraz mistik, doğal olarak otantik ve elbette ki doğal toplum orjinli, yaşamın anlamına en uygun yeni yaşam anlayışıyla toplum ve doğa arasındaki hem maddi hem manevi, hem düşünsel hem fiziki olarak iktidarcı ve tekelci ilişkinin ve anlayışın kalkması mümkündür. Söz konusu Kürt toplumu Ortadoğu halkları olduğundan yaşanılan durum zaten çok da uzak değildir. Bu konuda doğal toplumun yol göstericiliği Kürt halkı için büyük bir şanstır.
Ekonomik bakımdan da Rojava’da yeni belki alışılmamış deneyimlerin ortaya çıkmasını beklemek gerekmektedir. Tüketen toplum ve dolayısıyla tükenen toplum devrimin yaratıcı ve üretici dinamizmi içinde üreten ve yaratan topluma doğru bir ivme kazanmış durumdadır. Üretim araçlarının ve sahalarının toplumsal örgütlenmelerin elinde ihtiyaçlara göre düzenlenmesi, azgın kar hırsı yerine emeğe dayalı optimal kazanç, tıpkı doğal toplum süreçlerinde dayanışma ve takasın hakim olduğu pazarları andıran yeni pazarlar yaratacaktır. Ayrıca toplumsal ve örgütsel yapıların kapitalist ulus devletçi ve tekelci karakterden arınması ekonominin iktidar aracı konumundan çıkarılıp toplumsal yaşamın idame ettirilmesi anlamına uygun dev bir dayanışma sistemine dönüşmesine yardımcı olacaktır.
Bir başka ve en önemli devrim aslında Rojava devriminin en büyük iç dinamiği olan kadın devrimidir. Kadının kendi dirilişini gerçekleştirmiş olması toplumun yeniden dirilişinde öncülük konuma ulaşmasını sağlamıştır. Aslında Rojava’da toplum kadınla dirilmektedir. Kadının ve temsil ettiği demokratik komünal değerlerin yeni topluma rengini vermesi ‘erkek’lik temelinde toplumda kendini inşa etmiş olan iktidarın ve devletçi anlayışın aşılması hem özgür yaşamın gerektirdiği demokratik ilişkinin doğuşuna imkan sunacak hem de günümüzden doğal topluma doğru uzanan sağlam köprülerin oluşumuna yol açacaktır.
Tüm bunlar ve sayılabilecek daha onlarca devrimsel gelişme rojava devriminin bağrında devinim halinde olan, her geçen gün gerçekleşen devrimler yumağıdır. Tüm bunların komünler, ocaklar, kooperatifler, özerk otonom topluluklar, demokratik yönetimler, özgürlükçü eğitim kurumlaşmaları, vs. biçiminde vücut bulması demokratik modernitenin doğuşunun işaretleridir. Deneyimler bu güne dek eskinin aşılmasının mümkün olduğunu, Önder APO’nun yeni paradigmasının 21. yüzyılın kurtarılmasına en uygun model olacağını göstermektedir. Tüm bunlar insanlığın Rojava devrimine daha fazla odaklanmasına yol açacak, yine her deneyim ve başarıdan insanlık ışık, feyz ve cesaret alacak, Ortadoğu zihniyet ve vicdan temellerine dayalı demokratik devrimi için ayaklanacaktır.
Rojava devrimi deneyimlediği ve ezberleri bozan bir diğer devrimsel gelişmesini de savunma alanında yaşamaktadır. Savaş, iktidar ve devlet üçlemesi temelinde dumura uğrayan toplumun kendini savunması ve devrim olgusu Meşru savunma çizgisi ve modern gerillacılık temelinde yeniden canlanmakta ve ezilen halkların özgürlük mücadelesindeki büyük açmazlara cevap vermektedir. Bu konu ayrıca üzerinde durulması gereken çarpıcı bir konudur.
Harun DOĞAN
- Ayrıntılar
Cenevre-2 diye tanımlanan konferans tahmin edildiği gibi boşa kürek sallanılan bir arena oluyor, katılanlar havanda su dövmeyi sürdürüyor.
Dünyanın dört bir yanından gelmiş güçler Suriye sorununu çözmeye çalışadursunlar Rojava halkı Suriye sorununu kendi bölgelerinde çözmenin önemli bir adımını attılar. Rojava’nın üç önemli bölgesi de özerk yönetimlerini ve meclislerini ilan ettiler. Böylelikle gerek Kürdistan gerekse de dünyanın dört bir yanındaki ezilen halklara, mazlumlara ümit verdiler. Esin kaynağı oldular.
Bu durum halkların ancak uluslararası güçlere dayanarak statü kazanabileceği fikrini alt üst etti, öz gücün, öz örgütlülüğün önemini bir kez daha ortaya çıkardı. Bırakalım uluslararası güçlerin desteğini, dünyanın en azılı çete gruplarının saldırılarına karşı hem kendini savunup hem de kendi öz yönetiminin kurulabileceğini Rojava ispatladı.
Bu durum yüz yıllık statüleri, planları alt üst etti. Yoksayılan Kürt, Ortadoğu’nun alternatif sisteminin öncü, kurucu gücü oldu.
Rojava’da yaşananlar pek çok yeri çok etkilese de iki yeri daha çok etkilemektedir. En çok etkilenen TC devletidir. Buradaki gelişmelerin kendisine yansıyacağını bilmektedir.
Rojava’da yaşanan gelişmelerin en çok etkileyeceği ve yaşanan devrimi tamamlayacak nitelikte gelişmelere yol açacak ikinci yer Kuzey Kürdistan’dır. Rojava’da yaşananlar, yerel seçimler öncesinde Kuzey Kürdistan’da büyük sevinç yaratmıştır. Bununla birlikte yol gösterici olmuştur.Kuzey Kürdistan halkı artık o katil, adaletsiz, paralel yapılardan oluşmuş devletten bir şey beklemiyor. Örgütlülüğüyle, mücadelesiyle hem Türkiye’yi hem de tüm Ortadoğu’yu değiştireceğini biliyor.Söylenenlere karnım tok diyor ve kendi işine bakıyor.
Şimdi Kuzey Kürdistan’ın pek çok ilinde zaferin garanti olduğu seçimler öncesinde yapılan seçim çalışması değil, yeni kantonları inşa çalışmasıdır.
Her köyün, her mahallenin, her sokağın meclisleri yoluyla kentin yönetimine katılmasının sisteminin örüldüğü çalışmalar yapılmaktadır. Belediye başkanlığı seçimi için değil milyonlarca insanın, farklı etnik grupların, inanç gruplarının demokratik bir şekilde kentin yönetimini ele alacağı bir sistem kurmak için çalışılıyor. Nasıl Rojava’da yirmiyi aşkın bakanlıklar yoluyla toplum kendi ihtiyaçlarını giderecekse Kuzey Kürdistan’da da sağlıktan, ekonomiye, hukuka, kültüre, ekonomiye pek çok alanda kendi öz örgütlülüğüyle ihtiyaçlarını gidermek için örgütlenme çalışması yürütülüyor.
Rojava’da yaşanan bu tarihi adım Kuzey Kürdistan’ında kaderini belirliyor. Demokratik Özerklik diye tanımlanan sistem Kuzey Kürdistan’da da kent kantonları olarak somutlaşıyor. Kuzey Kürdistan halkı Kuzey’de de kurulacak özerkliğin, kantonların, Rojava devrimine en büyük destek olacağı bilinciyle coşkuyla yükleniyor inşa çalışmasına.
Büyük bir yarış devam ediyor. Yarış AKP ile değildir.Tüm bölgeler, iller bir diğeriyle yarışıyor. En güçlü örgütlenmeyi, en derin örgütlenmeyi, en kapsamlı örgütlenmeyi yapmak için yarışılıyor.
Evet, ufukta yirmi yeni kanton görünüyor. Bakalım! Dördüncü kanton ilanı hangi ile nasip olacak?
Haydi hayırlısı!
G. Suat Tekin
- Ayrıntılar
Nihayet beklenen Rojava Kürdistan Demokratik Özerk Yönetimi ilan edildi. Hem de bu İkinci Cenevre Konferansının hemen öngününde yapıldı. Televizyon ekranlarına yansıyan görüntülere göre, Rojava halkı Demokratik Özerklik ilanını çok büyük bir coşkuyla karşıladı ve kutladı. Sadece Rojava halkı da değil, dört parçadaki ve yurtdışındaki Kürt halkı büyük çoğunlukla aynı coşkuyu yaşadı. Tüm Kürt kurumları Demokratik Özerkliki kutlayan mesajlar yayınladı. Aynı coşkuyu biz de paylaşıyor ve Demokratik Özerk Rojavanın tüm Kürt halkına ve insanlığa kutlu olmasını diliyoruz.
Rojavada 21 Ocakta Demokratik Özerklik ilan edilmesinin, İkinci Dünya Savaşı ardından ilan edilen Mahabat Kürt Cumhuriyeti ile aynı günde olması tüm Kürtler açısından ayrı bir coşku ve heyecan yarattı. Kürdistanın Doğu parçasında altmış sekiz yıl önce atılan adımın bir benzerinin şimdi Batı parçasında da atılması halkın umut ve iradesini daha da biledi. Tabi benzerlik yanında her iki ilanın farklı yanları da çok fazlaydı. Rojavanın Demokratik Özerk Yönetimi tarihten ders çıkartarak Mahabat Kürt Cumhuriyetinin yaşadığı akıbete düşmemek için gereken duyarlılık ve tedbiri daha şimdiden alacak bilince elbette sahiptir.
Bu noktada 19 Temmuz 2012 Rojava Özgürlük Devrimini çok iyi anlamak gerekir. Kuşkusuz bu devrim Suriyede yaşanan iç çatışmanın yarattığı elverişli konjonktürden yararlanmıştır. Yani devrimin başarısının elverişli konjonktüre bağlı olma gibi bir boyutu vardır. Fakat her şeyin elverişli konjonktür olduğunu söylemek doğru değildir. Kaldı ki böyle bir konjonktürün oluşmasında da Kürdistanda yürütülen özgürlük ve demokrasi mücadelesinin çok büyük bir payı vardır. 19 Temmuz Devriminin esas olarak 1979dan günümüze yürütülen devrimci-demokratik çalışmanın ortaya çıkardığı birikime dayanarak başarıya ulaştığı ise tartışmasız bir gerçektir. Bu nedenle ilan edilen Demokratik Özerk Yönetimin temelleri çok sağlamdır.
Dahası 19 Temmuz 2012den 21 Ocak 2014e kadar geçen bir buçuk yıllık süreçte devrimin kökleştirilmesi ve demokratik toplum örgütlülüğünün geliştirilmesi için çok yoğun bir çalışma yürütülmüştür. Aynı zamanda arkasında dünya ve bölge gericiliğinin olduğu çete saldırılarına karşı kahramanca bir direnişle devrim savunulmuştur. Yani Demokratik Özerk Yönetim ilanı bir anda ortaya çıkan veya başka güçlere dayanan bir adım değil, tamamen Rojava halkının kahramanca mücadelesinin birikimine dayalı olarak atılan bir adım olmuştur.
Rojava Kürdistanda Demokratik Özerklik ilanının, çözüm bulunamayan Suriye için uygulanabilir bir çözüm modeli olduğu açıktır. Hele hele Esad rejimi dışında Suriye içinde bulunmayan güçlerin katılımıyla toplanan İkinci Cenevre Konferansının ölü doğum yaptığı bir ortamda Rojava halkının gündemleştirdiği Demokratik Özerklik çözümü çok daha büyük bir anlam ve önem taşımıştır. Özellikle çok toplumlu, çok kimlikli, çok dinli ve çok kültürlü bir ülke olan Suriye için Demokratik Özerklik çözümü dışında başka kalıcı bir model bulmak da imkansız gibidir.
Çünkü Demokratik Özerklik modeli her toplumsal kimliğin, dilin, kültürün, dinin, mezhebin ve kesimin özgürce örgütlenerek demokratik birlik temelinde katılım gösterdiği bir sistemdir. Suriye sınırları içerisindeki toplumsal yapının da bu tür özellikler taşıdığı dikkate alınırsa, sorunların çözümüne dayalı demokratik ve birlik içinde yeni bir Suriyenin yaratılması ancak Demokratik Özerklik modeliyle mümkündür.
Nitekim 21 Ocakta ilan edilen Rojava Kürdistan Demokratik Özerk yönetimi çok dilli ve çok toplumlu yapısıyla böyle bir modelin ilk adımını atmış durumdadır. Giderek demokratik ulus inşası temelinde tam bir özgürlükler toplumuna ulaşılacağı açıktır. Daha şimdiden Kürtlerin, Arapların ve Süryanilerin örgütlenerek özgürce katıldığı bir sistem ortaya çıkarılmıştır. Bu temelde mevcut toplumlar dışında tüm dil, kültür ve kimliklerin, nüfus olarak azlığına veya çokluğuna bakılmadan özgürce örgütlenerek sisteme katılım gösterecekleri kesindir.
Kuşkusuz Demokratik Özerk yönetim sadece farklı diller, dinler, mezhepler ve kültürler açısından özgürce örgütlenme ve katılma rejimi değildir. Aynı zamanda başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm sosyal kesimlerin özgürce örgütlenerek kendi iradesiyle katılım gösterdiği bir sistemdir. Zaten Özgürlük Devrimi kadın ve gençlik öncülüğünde gerçekleşen bir devrim olmuştur. Bu temelde Demokratik Özerklike dayalı Demokratik Konfederalizm inşası da kadın ve gençlik öncülüğünde gerçekleşecektir.
Bu sistem yediden yetmişe örgütlü bir topluma ve özgür bireye dayalı olarak gerçekleşecektir. Toplumsal örgütlülük tüm sosyal kesimleri kapsadığı gibi, toplum yaşamının tüm alanlarını da içerecektir. Yani ekonomik yaşam, eğitim, sağlık, kültür, siyaset, öz savunma gibi her alan örgütlü kılınacaktır. Demokratik konfederalizm sistemi, devlet gibi şiddet kurumlarının baskı ve sömürüsüne dayalı olarak değil, örgütlü toplumun özgür ve iradeli katılımına dayalı olarak şekillenecektir.
Baskı, sömürü ve çıkar çevreleri 22 Ocakta Cenevrede toplanıp, Suriye üzerinde pazarlıklar yaparak, yeni bir tahakküm sistemi üzerinde anlaşmaya çalışırken, Rojavada Kürt, Arap ve Süryani halkları baskı ve sömürüye son veren Demokratik Özerklik sisteminin inşasında anlayış ve karar birliği yaratmış durumdadır. Böylece yeni demokratik Suriyenin önü açılmıştır. Bu, aynı zamanda baskısız ve sömürüsüz yeni bir dünya yaratmaya doğru adım atış demektir.
Kürt, Arap ve Süryani halkları böyle bir anlayış ve karar birliği yaratmışken, Rojava Kürdistanda inşa etmeye başladıkları özgürlük ve demokrasi sistemini diğer halkları da katarak tüm Suriyeye yaymayı başarmaları mümkünken, Cenevrede toplananların Suriyeyi paylaşmaya çalışmalarının ciddi bir değer ifade etmeyeceği açıktır. Cenevre 2 toplantısının ölü doğmuş olduğu ortadadır. BM ve ABD tarafından toplanıyor olmasına rağmen, bu iki gücün meşru kabul etmediği Esad yönetimi dışında Suriye toplumunu temsil eden hiçbir gücün toplantıya katılmamış olması bu gerçeği açıkça ifade etmektedir.
Cenevre Konferansı, Suriye toplumuyla ilişkisi olmayan bazı kesimlerle bölgenin ve dünyanın bir kısım devletlerinin bir araya geldiği bir toplantı olmuştur. Kürt, Arap, Süryani, Ermeni ve Dürzi halkların temsilcileri toplantıya katılmadığı gibi, Suriye içinde savaşan örgütlerin temsilcileri de konferansa katılmamıştır. Peki, bu durumda Cenevre 2nin kararlarını kim uygulayacaktır? Toplantıya katılmayan tüm kesimler, içinde yer almayacakları bir toplantının kararlarını kabul etmeyeceklerini ve uygulamayacaklarını açıkça ilan etmişlerdir. Bu durumda Cenevre 2nin hükümsüz kalacağı ortadadır.
21 ve 22 Ocakta yaşananlar gösteriyor ki, yeni Suriyenin şekillenmesini toplumdan kopuk bazı sömürücü güçlerin bir araya geldiği Cenevre 2 değil, örgütlenmiş Kürt, Arap ve Süryani halklarının özgür birliğinden oluşan Rojava Demokratik Özerklik Yönetimi belirleyecektir. Bu nedenle Cenevre 2yi haddinden fazla önemsemek ve öne çıkarmak fazla anlamlı olmamaktadır. Yine Kürtler açısından Cenevre 2ye katılamamış olmak çok fazla önemsenmemelidir. Çünkü önemli olan ölü doğmuş Cenevre 2ye katılmak değil, yeni özgür ve demokratik toplumu yaratacak olan Demokratik Özerklik adımını atabilmektir. Bu adım da tam bir başarı içinde ve kararlılıkla atılmıştır. Yeni demokratik Suriyenin ve Ortadoğunun temellerini atmayı ifade eden bu tarihi özgürlük adımı bir kez daha herkese kutlu olsun!
Selahattin ERDEM
Yeni Özgür Politika
- Ayrıntılar
Yaza benzer bir kış vaktinde kulak kabartmış etraftaki tartışmaları dinliyorum:
- Neden bu kadar körüz?
- Ben kör değilim ama!
- Kör olmadığını nereden biliyorsun?
- Gözlerim görüyor.
- Gözlerin çalışması görmek için yeterli midir? Etrafındakilere bakıyor olmak gördüğün anlamına gelir mi ki?
- Neden bahsediyorsun? Anlamıyorum!
- İşte tüm mesele burada bakıp da görmemek de! Duyup da, yaşayıp da anlamamakta!
- Neyi anlamamak?
- Hakikati!
- Ne hakikatini?
- Çevrende olup bitenlerin, tartışılanların hakikatini!
- Hangi tartışma, hangi olup bitenden bahsediyorsun?
- Son dönemlerin en çok tartışılan meselesinden!
- Paralel devlet mi?
- Evet!
- Neyi anlaşılmaz ki?
- Şimdi sen ve senin gibi pek çok kişi devletin iyi, paralel devletin kötü olduğunu düşünüyorsunuz değil mi?
- Evet.
- Ve diyorsunuz ki bu paralel devlet denilen şey devlette arada sırada ortaya çıkan bir sapma!
- Evet!
- Bu arada-sıradalık bir istisna diyorsunuz değil mi? bu istisnalarda kaideyi bozmaz yani. Devletin iyiliği kaidesini!
- Evet!
- İşte buna karşı çıkıyorum ben.Devletin başından beri sorunları çözen olduğuna karşı çıkıyorum. Devlet sorun çözen değil, sorun yaratan, sorunları kangrene çeviren olmuştur. Bu kadar çok paralel devlet üzerinde tartışmak bile devletin bekasını ve imajını korumak için yapılıyor şimdi. Sanki sonradan çıkmış gibi bir yaklaşım sergiliyorlar. Binlerce yıllık devlet tarihinde, yüzlerce devlette olan bir gerçeği getirip 17 aralık operasyonuna ve Gülen cemaatine sıkıştırmaya çalışıyorlar.
- Daha fazlası da mı var?
- Tabi!
- Devletin mayasında paralellikler mevcuttur.
- Ne mayası?
- Mayanın ne olduğunu anlamak için ilk başta devleti iyi tanımak gerekir.
- Devlet nedir?
- Devlet mi? babamızdır, koruyucumuzdur, her şeyimizdir! Güvenliğimizi sağlar, toplumun düzenini kurar. Ulusun, dinimizin, namusumuzun koruyucusudur!
- Söylediklerin sadece propagandadır.
- Somut konuşalım. Devlet dediğin en tepedekilerin yaptıklarına baksana! Güvenliği sağlıyoruz, düzeni, vatanı milleti koruyoruz adı altında Karun’ları geçtiler. Kasalar yetmiyor, ayakkabı kutuları bile para dolmuş. O korudukları vatanın, ulusun bir üyesi olan vatandaşa bak.
- Devletin hakikati nedir o zaman!
- Devleti dar anlamda artık-ürün ve artık-değer üzerine kurulu ekonomik tekel olarak tanımlamak daha doğru olur. Artık-ürün ve değeri toplumdan sızdırmak isteyen devlet, kendini toplum üzerinde ideolojik araçlardan zor araçlarına kadar bir üstyapı kurumu olarak örgütleyip tekelleştirir. Devletin, bu dar tanımı ışığında bakarsak, siyasetin, devlet politikacılığının son tahlilde artık-ürün ve değerleri gerçekleştirmeyi koordine eden bir yönetim sanatı olduğunu görürüz. En kaba bir formülleştirmeye bağlarsak, DEVLET = ARTIK ÜRÜN-DEĞER + İDEOLOJİK ARAÇLAR + ZOR AYGITLARI + YÖNETİM SANATI diyebiliriz.
- Artık ürün nedir?
- Senin ömrün boyunca çalışman sonucu biriken şimdi bilmem kimin ayakkabı kutularının içinde olanlar!
- Peki ideolojik araçlar?
- Medyada, okullarda, camilerde devleti, iktidarı meşrulaştırmak için söylenen, yapılan her şey!
- Zor aygıtları nedir?
- Ordu, polis ve toplumları demokrasi idealinden uzaklaştırıp köleleştirmek isteyen kültür endüstrisi!
- Yönetim sanatı ne?
- İşte tüm bu olanları kabul edilebilir kılıflara sığdırma sanatı! Ekonomiyi, hukuku, eğitimi, sağlığı kordine etme aslında tekeline, kontrolüne alma sanatıdır. İşte bu sanat ve ideolojik araçlar, başından beri devlet içinde var olan paralel yapıları gizlemekteler.
- Hangi paralellikler?
- Devlet içindeki paralellikler! İlk devlet hangisidir?
- Uruk şehir devleti yada Sümerleri!
- Onlara bir baksana, hangi güçler kurulmasında etkindirler.
- Hangileri?
- Asker-Rahip-politikacı!Bu üç sınıf bir olup ana tanrıça düzenini yıkmış, kendi düzenlerini kurmuşlardır. Toplumu yönetmek içinde hep birlikte çalışmışlardır. Devleti ekonomik tekel olarak dile getiriyoruz ya, bu tekeller çeşitli alt ekonomik kolların birleşmesinden oluşur. Bu kollar, bu güçler bazen iktidar için uzlaşır, bazen de çatışırlar. Devletin mayasında bu vardır. Tarih boyunca da bu maya hep varlığını korumuştur.
- Yani?
- Günümüze de bir bakalım. Ergenekon, Gülen, CHP, MHP, ordu vs. hepsi bazıları, bazen legal, bazıları illegal güçlerdir. Bazen tüm bu güçler uzlaşırlar, bazen çatışırlar. Hepsi devleti var eden bir paralel güçtür aslında. Bu güçler her zaman daha fazla iktidar, daha fazla kar için mücadele ederler.
- Bunlara karşı çözüm nedir?
- Demokrasi mücadelesi!
- Nasıl?
- O mayasında hileyi, kurnazlığı, hırsızlığı barındıran devletin dışında halkın kendi kendine yetecek şekilde örgütlenmesi ve bu hırsızlıklara dur diyebilecek güce, örgütlülüğe kavuşması!
- Peki, bunu nasıl yapacak?
- Tabi bunu devletin, sistemin düşünce kalıplarının dışına çıkarak yapacak!
- Önceliklisi nedir sence?
- Paralel yapıların devletin mayasında olma gerçeği!
…. Susuyorlar. Ben de susuyorum.
G. Suat Tekin
- Ayrıntılar
Kim ağzını açsa paralel devletten bahsediyor. Tartışmaları dinledikçe devletin hakikatinin, sosyolojik, politik tahlilinin yetersizliğini hissediyoruz. Bu ya bilinçsizlikten, bilgisizlikten oluyor ya da bilerek, saptırmak için yapılıyor.
Saptırma amacı taşıyanlarla bilinçsizlik ve bilgisizlikten kaynaklı yorum yapanların ana eksende buluştuklarını görüyoruz. Her iki kesimin de yaptıkları yorumların aynı eksende buluşmasının farklı nedenleri olsa da asıl neden paradigmasal yaklaşım sorunlarıdır.
Yürütülen tartışmalarda temel amaç durum analizi olsa da sonuçta yapılan devletin aklanması oluyor. Devletin başına “paralel” kelimesini getirince asıl devlet iyi, paraleli kötü oluyor. Sanki tarihte ve günümüzde devlet başından sonuna kadar bir iyilik timsaliymiş havası yaratılıyor. Tarihte ve günümüzde olmuş ve olmaya devam eden eşitsizlik, hırsızlık ve katliamların nedeninin devlet olduğu unutturulmaya çalışılıyor. Devletçigüçlerin, devletlilerin bu yalanlara sarılması, bu üslubu kullanması anlaşılır da demokrasi güçleri neden bu dili bu kadar yoğun kullanıyor anlaşılır gibi değil. Yürütülen demokrasi mücadelesinde devletin hakikati bir kez daha gün gibi ortaya çıkmışken ana akım devlet savunucuları gibi durmadan paralel devletten bahsetmek, devleti meşru kılıyor, gerçekleri çarpıtıyor. Buna dikkat edilmezse şöyle tartışmaları duymak çok zor olmayacak;
Aslında Hiroşima’ya ABD’deki paralel devlete bağlı bir güç atom bombası attı.
Halepçe katliamını yapan ve Halepçe’de kullanılan Fransız ve Hollanda’ya ait kimyasal silahları Irak’a veren güçler bilmem hangi güç odağına bağlı paralel yapılarmış.
Ermeni katliamını, Yahudi katliamını paralel yapılar yapmış, o dönem egemen olan paralel yapılarmış.
Bu söylediklerimin doğru olma ihtimalleri yüksektir. Çünkü devlet idaresinde çok çeşitli güçlerin farklı çıkarları ve farklı amaçları vardır. Geçmişte de bu böyledir. Günümüzde de böyledir. Sadece Türkiye’de değil. Güney Kürdistan’da, Irak’ta, ABD’de, İsviçre’de ve tüm devletlerde.
Tarihin bildiği ilk devletin kurulduğu yıllara gidelim. Çıkışında Sümer Rahibi, ordu komutanı ve şehir yöneticilerinin hem işbirliği hem de çatışmaları vardır. Roma’da senatörlerle ordunun çelişkileri günümüzde filmlere bile konu olmaktadır. Osmanlı imparatorluğunda padişahların en güçlü olduklarının söylendiği dönemlerde devlet yönetiminde her zaman farklı güçlerin etkileri ve çatışmaları vardır.
Yedisinde neyse yetmişinde de odur diye bir söz vardır ya. Normalde bu söz insanlar için söylenir.Bu, insanların yaratmış olduğu, kurmuş olduğu devletler içinde hakeza böyledir. Devlet başlangıçta ne amaçla, nasıl var olduysa halende aynı amacı ve yöntemi korumaktadır. Olan amaç ve yöntemin daha kökleşmesi, yaygınlaşmasıdır.
Sümer rahibinin yarattığı mitolojiyle, günümüz akademik merkezlerde üretilen bilim aynı amacı taşımaktadır; İktidarı meşrulaştırmak! Sümer ordularının kullandıkları silahlar dışında günümüz ABD güçlerinden farkları yok gibidir. Onlar da “fethettikleri” yerleri yağmalıyorlardı, günümüzdeki ABD’liler de yağmalıyor, sömürüyorlar. Eski dönemlerin tecrübeli ihtiyarları kent yaşamını kendi çıkarlarına göre düzenliyorlardı, günümüz politikacıları da aynısını yapıyor. Eskisinin sanılanın aksine günümüzdekilerinden çok daha insaflı olduğu kesindir. Devletin ilk oluşumundaki Rahip-Asker-şehir yöneticisi(politikacı) ortaklığı devleti var eden temeldir. Bu güçlerin hepsi devleti oluşturmak için bir araya gelmişler uzlaşmışlardır.Ancak bu uzlaşmanın altında güçler arasındaki iktidar savaşı da hep varolmuştur. Yani ilk devletin oluşumunda üç paralel güç vardır. Günümüz devletlerinde bunların isimleri, sayıları ve şekilleri değişmektedir. Bazen bu çatışmalar su yüzüne çıkmaktadır, bazense gizli şekilde yürütülmektedir. Yani devlet varoluşsal olarak paralel yapılardan oluşmaktadır. Hatta varlığını da, yıkılışını da pek çok kere bu varoluşsal duruma borçludur.
Devletteki bu paralel yapıları bir vücudun uzuvlarına benzetebiliriz. Bir paralel güç ayakken, diğeri koldur, bir diğeri göz. Birisine tokat attığınızda ne oluyor diye soran kişiye “ben tokat atmadım, elim vurdu” demek ne kadar mantıksızsa günümüzde yürütülen tartışmalarda devlet içindeki paralel yapıların vukuatlarının dile gelmesi de aynı mantıki çerçeveye sahiptir.
Bu durumu devlet gerçeğini teşhir etmek, demokratik örgütlenmemizi güçlendirmek için fırsat olarak görmek güncel görevlerimizdendir. Tersi durum ortamı devletlilere bırakmaktır.Bu da farklı bir paralel yapının hizmetine girmek anlamına gelir.
K.Kato
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızda yoğun keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
PKK hareketi olarak verdiğimiz mücadele ve amaçlarımız uğruna ödediğimiz bedellerin, sonucunda önemli gelişmeleri elde etmiş bulunmaktayız. İdeolojik anlamda da, siyasi anlamda da daha şimdiden dengeleri zorluyoruz. Türkiye dengesi zaten alt-üst olmuştur. Bölge dengelerine de tamamen oturmuş durumdayız. Olası bir devrim, sonuca giden bir devrim, Türkiye’yi ardına kadar devrime açmakla kalmayacak, Ortadoğu’yu da ve giderek dünya dengelerini de çok önemli bir konuma sürükleyecek siyasi gelişmeye yol açabilecektir. Bu nedenle ABD ideologlarının, diplomatlarının iki de bir “Kürt sorunu dünyanın şu anda en önemli sorunudur” demeleri, yine “PKK, en tehlikeli terör örgütüdür” deyip işi uluslararası yasaklamalara kadar götürmeye öncülük etmeleri tesadüf olmadığı gibi, mevcut gelişmemize de bir cevaptır.
Emperyalizm, ne kadar haklı olsak da, ağzına doladığı insan hakları, programlarına ne kadar aykırı gelse de, en insanlık dışı uygulamaları temsil etse de, TC faşizmini bu kadar ayakta tutmak istemesi ve her türlü desteği sunarak bütün suçlarını gizlemesi, aklaması onun ancak devrimimizin içeriğinden duyduğu endişeyle, korkuyla izah edilebilir. Kürt milliyetçiliğinin arkasında yer aldığını veya en azından kendisine bağlı bazı işbirlikçi, kişi veya örgütlerce durumu kontrol ettiği biliniyor.
Mesele ucuz bir Kürtçülükse, ABD bunun arkasında, ama içine bizim yürüttüğümüz devrimin gerçekleşmesi olayı girince, onu dehşete düşürüyor. Ve neredeyse Çekiç Güç, Irak rejiminden ziyade, bize doğrultulmuş gibidir. Son dönemlerde bu açıkça dile getirildi, nedenler gösterildi. PKK karşıtı Çekiş Güç, yani bir anlamda da “Kürdistan Devrimi’ne karşı alınan tedbirdir” deniliyor ki bu doğrudur. Yoksa Türk parlamentosunun Güneydeki Kürt devletinin kuruluşuna yardımcı olması düşünülemez. O kadar sıkıştırılmıştır ki, bir önleme hareketi olarak, Güneyde bir Kürt işbirlikçi federe devleti kurulsa ve eğer bu biraz Güneyde devrimi sıkıştıracaksa, bunu bile ehven-i şer olarak görüp desteklemek durumunda kalabiliyorlar.
Güney federe devleti gerçeği de, aslında olası bir devrimsel gelişmeye karşı alınan bir kontrol mekanizmasıdır. Bu da şimdi daha iyi anlaşılmıştır. Federe devlet, her zamankinden daha fazla, Kürdistan’da gelişmelerin bir kontrol aracı olarak elde tutuluyor. Parlamentodaki son tartışmalar, işin özünün bu olduğunu açığa vurmuştur. Ayrıca şunu söyleyemiyorlar; “biz bir Kürt devletçiği kuruyoruz, bunun sebebi PKK’dir” diyemiyorlar. Böyle deseler kamuoyunun farklı tepkilerini alırlar, Kürdistan halkından farklı tepkiler alırlar. “İnsan halklarına karşı, Irak rejiminden gelen büyük tehlikeye karşı kuruyoruz” diyorlar. Kendi kamuoyunu bununla aldatıyor ve özellikle PKK’ye karşı da ustaca bir taktikle tavır belirleme oluyor.
Bu ayda geliştirilecek Ortadoğu görüşmelerinde, özellikle ABD dışişlerinin, şimdi de Suriye’yle yaptıkları görüşmelerde, Filistin meselesinden ve hatta Suriye’nin İsrail’le olan meselesinden daha çok, PKK’yi tartışmaya getirmek istemeleri, bölgedeki siyasi ağırlığımızın ne düzeye gelmiş olduğunu veya nasıl değerlendirildiğini ortaya koyuyor. ABD’yi Filistin-Suriye-İsrail meselesinden daha ziyade, Kürdistan’daki gelişmeler ilgilendirmektedir.
Demek ki, ideolojik-siyasi gelişme Kürdistan tarihinde çok önemli bir aşamaya gelmiştir. Eğer bağlı kalınırsa, sonuçları önümüzdeki yıllarda da hayli büyük olacaktır. En önemlisi partinin içyapısındaki netleştirilmenin çok ileri boyutlu bir çözümlemeye tabi tutulmasıdır. 1994’ün üzerine giderken, partinin içi o kadar aydınlatılıyor, ayrıştırılıyor, netleştiriliyor ki, belki de hiçbir parti tarihinde, yalnız çağdaş partiler için değil, tarihi birçok parti diyebileceğimiz oluşumlarında görülmeyen bir doğru ile yanlışı, sahte ile sağlamı ayırt etme yöntemi ve onun başarıyla uygulanması söz konusu. Hiçbir partinin bu anlamda insanı bizim gibi çözümlemeye tabi tuttuğu, bilimsel yaklaşımını adeta en kapsamlı bir operasyona tabi tuttuğu görülmemiştir. Psikolojiyle siyaset arasındaki ilişki oldukça bilime uygun ve hatta örnek düzeyinde gerçekleştirilmiştir.
Örgütlülük ile siyasallık arasındaki ilişki çok açık ortaya konuldu. Siyaset-askerlik arasındaki bağlar en kapsamlı bir biçimde gösterilmişti. Bir kişinin kazanılmasıyla, bir partinin kazanılması veya bir kişinin şahsında bir partinin çürümesine dönüştürülmesi nasıl olur sorularına cevaplar verilmiştir. Birçok devrim tarihine bakalım; sağ sapmalar, tasfiyeler, restorasyonlar çok gelişmişken veya her devrimin başına böyle belalar çok yönlü gelmişken, bizim gibi son derece geri, devrimsel gelişmesini çok az iddialarla, olanaklarla sürdüren, bir o kadar düşmanın çok tecrübeli olduğu, sadece dıştan imha değil, içten de hatta yarattığı kişilikle çok kısa bir süre içinde sonuca gidebileceği ortadayken, bizim bu kadar uzun süreli bir partileşmeyi gerçekleştirmemiz, büyük bir özenle üzerinde durmayı gerektirir ve bu çok önemli bir partileşmedir.
Son dönemlerin partileşme çabaları, büyük bir kuvvetin nasıl geliştirilebileceğini, belki de dünyada örnek bir şekilde gösterebilir. Çünkü uygulanan, sadece kaba bir Türk sömürgeciliği değildi; onun her türlü yarattığı, dayattığı düşman kişilik değildi. Şunu gösterdik; yarattığı kişilik, bilinçli ajandan daha tehlikeli, kişilikler çıkmıştır. Öyle tipler içimizde ortaya çıktı ki, en değme kontraya taş çıkartır. Bunu açığa çıkaran bir hareketiz. Hiç şüphesiz emperyalizmin de bütün deneylerini bize dayatması söz konusu, onu görmek ve özellikle son ABD, Avrupa saldırılarını göz önüne getirdiğimizde, ister bizi işbirlikçiliğe çekmede olsun, ister bizi emperyalizmin üstünlük arz eden yaşamına katarak olsun, bu mümkündür. Birçok işbirlikçi devreye sokarak etkisizleştirmesi mümkündür.
Bütün bunlara karşı büyük bir parti mücadelesi verilmiştir. Örgütsel mücadele, yaşam mücadelesi verilmiş ve başarı kazanmıştır. Demek ki, öncülük anlamında kazanımlar oldukça ileri olduğu gibi, 1994’ün kazanılmasının da yönünü veya boyutlarını oluşturmak, böylesine sağlamlaşan parti içi yaşam, özellikle bunca provokasyon ve tasfiyeciliğe karşı kendisini böylesine çelikleştiren demiyorum, en önemlisi değerlendirme kabiliyetine dönüştüren bir parti, bir çok gelişmeyi daha şimdiden kendi kapsamına almıştır, gelişmeye eşlik, öncülük edebilir.
Hiç şüphesiz bu derinlikli, kendini gittikçe yüzeye vuran bir gelişme olmakla birlikte, en önemli gelişmeyi yine savaşta, ordulaşmada, geldiğimiz seviyede gösterebiliriz. Ajitasyon, propaganda ve kitleselleşme faaliyetlerine ulaşmak önemlidir. Hilvan-Siverek direnişi, bir anlamda silahlı propaganda direnişidir. Onun da sonuçlarının hayli önemli olduğu, eğer devamını getirmezsen, partiyi boğuntuya götürmek için kendi başına yeterli olabileceğini, silaha başvurmanın önemi kadar, silahlı mücadeleyi sürdürmenin ondan daha önemli olduğu, bu silahlı propaganda döneminde de kendini oldukça kanıtladı. 15 Ağustos Atılımı, bir anlamda gerilla yanı ağır basan bir silahlı propagandaydı, ama gerilla yaratıcılığı, gerilla sorumluluğu, dayanıklılığı gösterilemediği için, adeta çakılıp kaldı.
1990’larda, gerillanın yürütülebileceği kanıtlandı. Gerillanın Kürdistan’da savaşı yürütebileceğinin kanıtlanması büyük bir olay ve aşamadır. Sanıldığı gibi kolay sağlanması şurada kalsın, birçok tarihi hareketin pratiğinde görülmeyecek iç ve dış çalışmalar söz konusudur. Hiçbir hareketin tarihinde görülmemiş hazırlıklar söz konusudur. Yurtdışında binlerce gerilla adayının hazırlanıp donatılması söz konusudur. Bunu son yıllarda, hem de içte ve dışta her türlü engellemelere karşı, düşmanca yürütülen, her türlü olumsuzluklara karşı sağlayabildik. Bu açıdan önemlidir. 1993’ün deneyimi, gösterdi ki, savaşta bir adım daha ileri gitmek, biçim değişikliğine gitmek bizi zorluyor. Hem ordu kuruluşunda, hem de savaş biçiminin geliştirilmesinde biçim değişikliğini sağlamamız gerekir. Son gelen cephe haberlerinde de bunu açıkça görmekteyiz.
Önemli bir gelişmenin de siyasal ve diplomatik olacağı anlaşılıyor. Gerek düşman cephesindeki başarılı olmayışın getirdiği tıkanıklıklar ve gerekse Türk sömürgeciliğiyle, ağa-babası emperyalistler arasındaki ilişkiler, yine bölge devletleriyle olan çelişkilerin, bütün ağırlığı diplomasi de anti-PKK boyutuna indirgemiştir. Kendi deyişiyle, “1993’ü bütünüyle diplomaside, PKK’yi uluslararası sahada kuşatma, tecrit etme ve desteğini kesme” biçiminde değerlendirdikleri ve bunda da sözüm ona kendilerine göre önemli sonuçlara ulaştıkları, yine kendilerine göre 1994’ün girişinde bunu kendileri için hayli umut verici bir gelişme olduğu, bunun küçümsenmemesi gerektiğini söylüyorlar.
Mevcut hükümet iç siyasi gelişmelerinde de buna dayanarak puan toplamaya çalışıyor. “On yıldır yapılamayanı ben yaptım” diyor. “Bunun karşılığını, yerel seçimlerde destelenerek görmeliyim” diyor. Zaten yerel seçimler en önemli sorundur. O da tümüyle bizim mücadelemizin etrafında düğümlenmektedir. Yerel seçimler Kürdistan’da olacak mı, olmayacak mı? Hala tartışılıyor. Partiler bu konuda bir çıkmaz içindedir, siyasi yaşam durmuştur. Aşılması için her gün uğraşı veriliyor. 1994 için bu gelişmelerin önemli bir diplomatik faaliyeti ve siyasi faaliyeti kaçınılmaz kıldığı anlaşılırdır. Hiç şüphesiz, bu faaliyet biçimlerinde yoğunlaşmayı gerektirir.
Bazı genellemelerle, ideolojik katılık arz eden yaklaşımlarla, politik esneklik adı altında her türlü işbirliğine açık yaklaşımlarla; devrimin yarar görmesi şurada kalsın, çok ciddi sakıncalarla karşı karşıya getirebilir ki, her ikisi de bizde vahim bir biçimde etkilerini göstermiştir. Sözüm ona ideolojik katılık veya ideolojik dönemin katılığıyla politikaya, diplomasiye yaklaşanlar zarar görüyorlar. Yine siyasette esneklik adı altında veya siyasi yöntem adı altında işbirlikçiliğe kadar giden tiplerin sayısı az değil. Halen bizi de için için uğraştırıyor. Göz ardı etsek de, fazla önem vermesek de, doğru olmadığı gibi, zarar verebilir veya bizi önemli gelişmelerden alıkoyabilir.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, diplomatik-siyasi sahayı ne devrimin aleyhine bir taviz olarak görmek, onun karşıtı olarak ele almak, ne de onun kendiliğinden pasif bir izleyicisiymiş gibi değerlendirmek yerine, her zaman yaptığımız gibi devrimsel gelişmeyi güçlendirecek bir tarzda ele almak ve bunun oldukça inandırıcı ustalığını göstermek fazla değil, çok yaratıcı pratik adımlarla, görünüşte çelişkili de olsa tutum ve davranışları vaktinde sergilemekle bu sağlanır.
Nitekim geçen yılın bağrında, aslında önemli bir diplomatik siyasi atağı biz böyle sağladık. Hiç şüphesiz dönem değişmiştir. Şimdiki gelişme çerçevemiz, geçen yılınkinden daha lehtedir. Diplomatik-siyasi alana müdahale, bizi daha iddialı kılmaktadır. Ezbere, kendiliğinden, özellikle bize çok geçerli olan basmakalıp yaklaşımlarla, bu elverişlilik değerlendirilemez. Yine yaratıcı yaklaşım gerekecek, belki de şimdiye kadar eşine rastlanmayacak tutum ve davranışları yakalamak, sergilemek önem taşır. Her başarılı taktikte olduğu gibi, düşmanın kestiremeyeceği yönelimleri bulmak gerekir. Düşman kontrolüne girmeyecek bir politik ustalığı sürekli gündem de tutmak önem taşır. Kimin ne kadar yarar elde edeceğini, hakimiyet, çalışma tarzına verilecek karşılıkla görmek gerekir. Hiç şüphesiz düşman boş durmaz, tüm gücünü ortaya koyuyor ve bu da büyük bir tecrübe ve özellikle bize yönelik bir yoğunlaşmayla birlikte oluyor.
Düşman diplomatik sahaya özel savaştan daha fazla bel bağlamıştır. Hatta denilebilir ki, özel savaşımla alamadığı sonuçları, diplomasiyle elde etmeye çalışıyor. Yine siyasi faaliyet alanında yediği darbeleri, DEP üzerinde oynayarak ve yine birçok sol çevreyle oynayarak, sosyal-demokratları kullanarak elde etmeye çalışıyor ve oldukça da başarmıştır.
Bizim siyasi sahaya çok sınırlı müdahalelerimiz, şüphesiz olumlu sonuçlar vermiştir, ama düşman bunu kolay bize bırakır gibi de gözükmemektedir. Hiç şüphesiz siyasi gelişmeler aleyhinedir. Bizim gelişmeleri sağlamamız daha fazla imkan halindedir. Çünkü çizgi doğruluğu, haklılığı muazzam sonuç aldırıyor. Onun tükenmiş bir sömürgecilik politikası var. Ne kadar siyasi ustalığı olsa da, onu genel olarak başarısızlığa uğratır, ama bu demek değildir ki, günlük siyasi gelişmeleri de sağlayamaz. Hatta başarabilir de. Gericiliğin de siyaseti var, tükenişin de siyaseti vardır ve bazen devrimi imhaya da götürebilir. Devrimci güçlerin siyasetine, dikkat edilmezse, gereken tedbirler zamanında alınmazsa, özellikle taktik yaratıcılık sergilenmezse, bu hep böyle geçer.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, Kürdistan tarihinde, 1994 diplomasisiyle de önemli çalışmaların ilk defa devrime de biraz hizmet edebileceği, devrimi kullanamayacağı, Kürdistan halkının direnişini eskisi gibi ucuz pazarlayamayacağı bir yıl olma imkânına, onun olanaklarına kavuşur gibidir. Yine onunla birlikte, siyasi gelişme yansımaları, çok yoğun, çarpıcı gelişim göstermektedir. Hem iç, hem dış siyasi gelişmeler, hızlı değişikliklere uğrayana kadar, kapsamıyla, lehte ve aleyhte göstereceği seyirle, beklenmedik çok önemli sonuçlara yol açabilir. Mühim olan burada ideolojiden taviz olmayacağıdır. Sekterizm ve işbirlikçilik eğer gafilce girmişse, bu, en tehlikeli sonuçlara götürebilir. Bu da çok dikkat ister.
Devrimin halen silahlı savaşıma dayanarak geliştiği göz önüne getirildiğinde, onun uzun vadeli amaçları veya uzun vadede gelişmedeki etkileri kadar, günlük olarak sorunlarını görmek de önemlidir. Her zaman müthiş çalışan, savaşan bir ordu bazen kendi içinde çürümeyi de yaşayabilir. Çünkü siyaseti ihmal ediyordur. Nasıl ki yalnız siyasetle, hem de başarılı bir siyasetle çalışma yapıldığında, ordu çalışması olmadığında o güç yürürse, yalnız askeri savaşımla ittifak edip, onun siyasi sonuçlarını görmemek, görüp de değerlendirmemek o orduyu çürütmeye götürebilir. Halka öncülük düzeyinde bir siyasi faaliyetle değerlendirilemeyecek bir ordu çalışması, hak etmediği yenilgilere bile uğrayabilir. Bunu da göz ardı etmeyen bir siyasi çalışmayla, belli ki, hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar, önümüzdeki bu dönemde veya bu yılda hayli bizden çaba isteyecek bir çalışmadır.
Siyaset üzerine çok şey söylendi, siyasi görevler üzerine çokça duruyoruz; yerel seçimlere yönelik tartışmalardan tutalım Ulusal Meclis, eyalet meclisleri nasıl oluşturulur? Yine Serhıldan-cephe çalışmaları nasıl oluşturulur, çalışmaları nasıl sürdürülür? Güneyli güçlerle, komşu devletlerle, hatta emperyalist ülkelerle ilişkiler, diplomatik ilişkiler nasıl geliştirilir? Yönetimimiz ne basmakalıpçı bir tarzda “evet”, ne de “hayır” diyemez. Ak ile kara gibi bir yaklaşımı değil, gözü körcesine bir yaklaşımı değil; ihtiyatını, tedbirini hiçbir zaman elden bırakmayan, ilkede her türlü ilişkiye karşı olmayan, ama hangisini, nerede, nasıl korumak gerektiğini de bir mühendis inceliğiyle seçen tarzda yaklaşacaktır. Bir yerde bir ilişkiyi bırakmak gerekiyorsa mutlaka bırakmak, bir ilişki kurmak gerekiyorsa kurmak, önem vermek gerekiyorsa önem vermek, ikinci plana düşürmek gerekiyorsa ikinci plana düşürmek gerekir. Çok hassas bir yaklaşımla, ayrıntı derecelerine ustalıkla yaklaşmak, başarılı bir siyasi faaliyet için çok gereklidir. Bizde de en az olan çalışma tarzı budur.
Çok zarar gördük, çok büyük siyasi gelişmeleri, çok kötü bir çalışma tarzıyla adeta boşa çıkardık. Bu kadar muazzam kitlesi olan, bu kadar silahlı savaşımla desteklenen bir siyasi çalışma nelere yol önderliğe ulaşmaktır.
Gerek kitle içinde olsun, gerek çok çeşitli sahalardaki temsilciliklerde olsun, parti siyasetimizin doğru temsiline büyük önem düşmektedir. Kaliteli kadro, temsil yeteneği olan kadro büyük önem taşımaktadır. Bizi temsil yeteneği olmayan, çok yetersiz, yeteneksiz kadrolar vardır. Bunu aşmaya çalışıyoruz. Aynı çalışma diplomatik saha için de geçerlidir. Bir de uzmanlaşmadığımız, hassasiyeti oldukça elden bıraktığımız, üstün körü bir çalışma alanı da bu sahadır. Bizim adımıza başkaları adeta bu boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Her türlü reformist, işbirlikçiler, diplomatik desteğini en çok kendilerini kanıtlayabilecek, gelişmelerine yol açabilecek bir çalışma alanı olarak değerlendiriyorlar. Bu boşluğu bizim doldurmamız gerekiyor. Dolayısıyla biraz daha teknik yanı olan ve siyasi temsil yanı güçlü olması gereken kişiliklerin ortaya çıkarılması zor olmayacaktır. Önemini gittikçe hissettiren ve çözüm bekleyen bir sorundur. Önümüzdeki yılda bunu da ileri bir destekle çözüme kavuşturacağız.
Görülüyor ki, 1994’ün Kürdistan için özgürlüklerle dolu bir yıl haline gelmesi bir hayal değil. Güçlü verilere dayalı, gerçek bir gelişme olasılığını ifade etmektedir. Hiç şüphesiz devrimler için fazla rakam verilmez, gerekli de değildir, ama parti öncülüğümüzün nicel ve nitel gelişmesini, her türlü gelişmeye yeterli düzeye getireceği açıktır. Özellikle ordulaşma, savaşım biçiminin gelişim sağlayacağı kesindir. Geçmiş yıllarda on binleri zorladık, önümüzdeki yılda on binlerle hareket eden bir ordulaşmamızın ve her türlü hareketli savaşı da kullanan çok karmaşık bir savaş biçimiyle ülkenin her sahasında savaşan bir silahlı savaşım gücümüzün büyük gelişme göstereceği mevcut verilerden açıkça anlaşılmaktadır.
Diplomatik ve siyasi sahadaki gelişmelerin de, hepsinden daha fazla gelişim göstereceği, çok önemli bir siyasi ordulaşma, siyasi savaşım göreviyle karşı karşıya olduğumuz kadar, onun başarılabilir, çözülebilir olanaklarına daha şimdiden çok sahibiz. Sorunları her ne kadar ağır da olsa, çözüm olanaklarının fazlalığı, bizi oldukça başarılı olma iddiasına ve çalışmasına daha şimdiden götürüyor.
O halde, 1994 yılına miladi takvimle sağlam bir başlangıç yapılmıştır derken abartmasız bir değerlendirmede bulunuyoruz. Bunun Newroz’unu da daha gelişmiş bir hazırlıkla ve hatta oldukça seviye kazanmış bir kararlılıkla yakalayacağımız umudundayız. Parti en derli-toplu hazırlıkları bu zaman dilimi içinde yürütmeyle karşı karşıyadır, yine ordu çalışmaları ilk defa bu kadar derli-toplu, çok büyük bir alanda ve sayıda bunu gerçekleştirmektedir. Daha sonra ister adına barışçıl, demokratik, siyasi gelişme yolu denilsin, ister sert askeri savaşım yolu denilsin, ister hepsi iç içe olsun, bütün bu savaşım biçimlerini zorlayarak yılı kazanacağımız, dolayısıyla özgürlüklerle dolu bir Kürdistan yılı haline getireceğimiz kesindir.
Biz, bu temelde tekrar bütün parti çalışanlarımıza, özellikle onun ordu faaliyetlerinden ileri düzeyde sorumlular başta olmak üzere tüm savaşçılar, yine çok önem kazanan siyasi, diplomatik faaliyetleri de olanaklarımızın elverdiği, zorladığı çerçevede bir başarıya götürmeleri için oldukça dikkatli, çok hassas, sorumluluklarına bağlı bir biçimde yaklaşmaları, bunu yaşam tarzında vuruş tarzıyla karşılamaları, bunun engin çabalarını göstermelerini, tarihi bir fırsat kadar, büyük bir şans olarak da değerlendirmelerini ve mutlaka başarmalarını diliyoruz.
Tekrar bu temelde, hepinizin yılını kutluyor, sağlık ve üstün başarılar diliyor, sevgiler sunuyorum.
REBER APO
Ocak 1994
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Avaşin bölgemizde saat 7:30 ile 21:00 arası yoğun keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Avaşin bölgemizde saat 7:30 ile 21:00 arası yoğun keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar