Basına ve Kamuoyuna!
9 Kasım 2011 gecesi Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Devecik Köyü yakınlarında özel bir şirkete ait HES şantiyesine gerillalarımız tarafından bir baskın yapılarak iş araçlarının yakıldığı iddia edilmişti.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Haziran günü Ağrı’nın Diyadin ilçesine bağlı Kire Tûtek alanında işgalci TC ordusu tarafından başlatılan operasyonda 11 Haziran günü saat 17.45 sularında gerillalarımız ile düşman askerleri arasında bir çatışma yaşanmıştır. Çatışmada 2 yoldaşımız şahadete ulaşmıştır. Çatışmadaki düşman ölü ve yaralı sayısı güçlerimizce netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 10 Haziran günü Dersim merkeze bağlı Halbori köyü çevresine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon gerçekleştirilmiştir. Aynı gün gerillalarımız ile işgalci TC ordu askerleri arasında bir çatışma yaşanmıştır. Çatışma sonucunda 1 düşman askeri öldürülmüştür.
Eskiden hep “Osmanlıda oyun çok” derlerdi. Ancak boynuz kulağı geçmiş. Osmanlı türedisi AKP faşistlerindeki oyunlar, geçmiş “Osmanlı oyunları” temelinde yükseldiği için onları da aşmış bulunmaktadır. Fakat bir fark vardır: ne oyun tezgâhlarlarsatezgâhlasınlar, artık oyunlarını yutacak Kürt ulusu yoktur!
Sömürgeci faşist sistemin başı Erdoğan ile ondan rol kapmaya çalışan asimlado Kemal Kılıçdaroğlu buluşmasını tüm basın-yayın kuruluşlarının, köşe yazarlarının, “ Kürt sorunu için önemli adım, tarihi fırsat, önemli buluşma, çözüm umudu belirdi, vb. başlıklarla vermeleri yeni bir oyunun sahnelenmekte olduğunu göstermektedir. Bazıları kendilerini öylesine kaptırmışlar ki, hepsi de ellerini ovuşturarak, aslında Kürt halkının da tartışmaya katılmasını beklemektedir.
Türk sömürgeci devleti ve AKP hükümeti belki de tarihinin en zor dönemini yaşamaktadır Kürdistan özgürlük mücadelesi karşısında. Önder Apo üzerinde uygulanan ve artık kapsamlı bir işkenceye dönüşen tecrite rağmen tarihi bir direniş sürdürmektedir. 2012 Newroz ile birlikte Kürdistan halkı daha fazla bir duyarlılık, bilinç ve örgütlülükle yeni bir serhıldan sürecine girmiştir. Kürdistan özgürlük gerillası da, karların erimesiyle birlikte Türk sömürgeci ordu ve polis sürülerine karşı kapsamlı bir gerilla hamlesini başlatmış ve başarıyla yürütmektedir.
AKP’nin Kürdistan özgürlük hareketini ve Kürdistan halkını “yeni bir anayasa” gündemine çekerek oyalamak istedi. O, tutmadı. O tutmayınca bu kez “ Kılıçdaroğlu-Erdoğan görüşmesi” gündemleştirildi. Hemen arkasından, bazı sözüm ona liberaller, “ artık Kürt siyaseti de gereğini yapmalı, sorumlu davranmalı, PKK’ ye dur demeli” diye yazmaya başladılar. Demek ki amaçları, bir taraftan Kürtleri beklenti içine koymak iken, öte yandan Kürt legal siyaseti ile PKK’yi karşı karşıya getirmek.
Türk sömürgeciliğinin bu iki azgın temsilcisi ve Kürt ulusunu tarihten silmek üzere hazırlanmış Şark İslahat Planı üzerine yemin etmiş bu ırkçılar ne yapmışlar ki, sıra Kürt siyasetine gelsin. Bir takvim dahilinde Önder Apo’nun serbest bırakılacağını, Kürdistan halkını demokratik özerklik iradelerini tanıyacaklarını mı açıklamışlar, soykırımcı katil ordularını ve siyasi soykırımcı istihbarat-polislerini çekeceklerini mi açıklamışlar, koruculuğu lağvedeceklerini mi açıklamışlar… Ortada deyim yerindeyse fol yok, yumurta yok. Ama ortada tam bir yaygara var. Amaç, Kürdistan halkını bir kez daha sömürgecilerden beklentiye sokmaktır.
Bunun dışında herhangi bir amaçlarının olmadığı, ertesi günü AKP’nin faşist polis birlikleri Kürdistan’ın Van ilinde ve ilçelerinde ne kadar belediye başkanı ve BDP yöneticisi varsa hepsini rehine almış, bir gün öncesinde de Gever de, Özgür Taşar isminde bir Kürt gencini vurarak katletmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, tümüyle amaç, Kürt siyasetçilerini PKK ile karşı karşıya getirmek ve Kürdistan halkının yönünü yine Ankara’ya çevirmektir.
Fakat bunun tutmayacağını anlamış olacaklar ki, bu kez yeşil faşizmin önemli temsilcilerinden Beşir Atalay bir özel savaş bombası daha patlattı. “ ‘Yeni Açılım Paketi’ “Anadille ilgili çalışmalarımızı Başbakan açıklayacak. Kuzey Irak’ta silahların teslimi için görüşmeler yapılıyor. Bizim Hükümet olarak bu konuda çalışmalarımız durmuş değil.” Tabi ki, amaç yine aynıdır. Zaten Beşir Atalay’ın kendisi hemen arkasından da ekliyor, Vatandaşların devlete güvenlerini kaybettirici uygulamaların telafisi için çalışıyoruz. Yaz döneminde yeni bir anlatma çalışmamız olacak. Ücra köşelere kadar ulaşıp vatandaşlarımıza aydınlatacağız.” diyor. Amaç, sömürgecilikten, Kürdistan’ı işgalden vazgeçmek değil, hala “vatandaşlarının devlete güvenini yeniden yaratmaya” çalışmaktadır.
Bunun açık anlamı şudur: Türk sömürgecilerinin, işgal güçleri ve kurumlarının Kürdistan’da hiçbir meşruiyetleri kalmamıştır. Sömürgeci Türkiye Cumhuriyeti Devletinin soykırım, katliam, sürgün, asimilasyon, işkence, idam, göçerterek Kürtlerin nüfus yoğunluğunu bozarak ulusal topluluk olma konumundan çıkarma vb. politikalar tutmadı. AKP’de bunu meşrebince denedi, o da tutmadı. En son gerçekleştirdikleri Roboski katliamı ve sonrasında izledikleri politikalar sömürgeci, hilebaz iğrenç yüzlerini iyice açığa çıkarmıştır. Yaptıkları-yapmak istedikleri, bir kez daha Kürdistan halkını kandırmak, devlete bağlamaktır. Onun dışında bir anlamı yoktur. Kürt ulusunun belleğinde iyice yer etmiş bir söz vardır: baxte rume tuneye. Bu halk Önder Apo ve Kürdistan özgürlük hareketinin mücadelesiyle artık hem kendisini, hem de Türk sömürgeciliğini tanımıştır. AKP’nin faşist gerçeğini de kendi deneyimleriyle görmüş, anlamıştır.
Bu halk, Önder Apo’nun çağrısı üzerine barış elçisi olarak gönderilen PKK gerillalarının şu anda zindanda ağır hapis cezalarıyla cezalandırıldığını henüz unutmadı. Barış elçisi olarak Kandil’den Kürdistan Özgürlük Hareketinin mesajlarını, mektuplarını sömürgeci sistemin cumhurbaşkanına, başbakana, genelkurmay başkanına, meclis başkanına götüren evlatlarının zindanda olduğunu nasıl unutsun?
Bir yıla yakın bir zamandan beri sürekli koster bozuk yalanıyla Kürdistan halkının Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uyguladığınız tecridi nasıl unutsun?
Hiç kimse heveslenmesin artık kimse Kürtleri çatıştıramaz. Güney Kürdistan yönetimini PKK’ye saldırtmak için Türk devleti çok çalıştı, hala da çalışmakta olduğu anlaşılmaktadır. Güney Kürdistan yönetiminin PKK’ye silah bıraktırma, teslim alma, bunun için dayatmada bulunma gibi ne bir görevi, ne de sorumluluğu vardır. Beşir Atalay nerden çıkarıyor bunu? PKK ile Barzani arasında Beşir Atalay’ın iddia ettiği gibi ne bir tartışma, ne de bir görüşme vardır. Kürtlerin gündeminde çatışma değil, ulusal birlik konferansı vardır. Kürdistan özgürlük gerillasından her darbe yedikçe ve “kök kazıma” söylemleri boşa çıkıp, Kürt, Türk ve tüm dünya kamuoyu nezdinde prestijleri beş paralık olunca, Güney Kürtlerine yüklenmeyi bir siyaset bellemişlerdir. Ancak artık o dönemler geçti.
Bunun böyle olmadığını Türk devleti de bilmektedir ancak, kamuoyunu yanıltmak, Kürtlerde bir beklenti yaratmak amacıyla böyle özel savaş yöntemleri devreye konulmaktadır.
Sömürgeci Türk efendiler, boşuna uğraşmayın, Kürdistan halkı, üzerinde şekillendiği, rengini, sesini ve ruhunu aldığı kadım topraklarında sömürgecilerden, işgalcilerden kurtulmuş olarak her halk gibi kendi kaderini tayin ederek özgür yaşamını kurmak istiyor. Kürtçe kurs, seçmeli ders vb. zırva ve hakaretlerinizi duymak bile istemiyor. Sömürgeci efendiler siz dilinizi seçmeli derslerde mi öğrendiniz? Siz Kürt ulusunu ne sanıyorsunuz? Kürtler bu kararlılık, bilinç ve örgütlülüğe ulaşmışlardır. Bu toprakları bırakıp, defolup gideceksiniz. Her sömürgecinin, her işgalcinin işgal ettiği ülkeden çıkmak zorunda olduğu gibi… Artık bayat kardeşlik edebiyatınız sökmez! Biz Kemal Pir, Deniz Gezmiş kardeşliğini biliriz! Başka sahte, köleliği dayatan kardeşlik edebiyatlarınızı da tanımayız.
Kürdistan özgürlük hareketi ve Kürdistan halkının bir gündemi vardır: Önder Apo ve Kürdistan halkının özgürlüğü için Devrimci Halk Savaşı! Onun için Kürdistan, Van’da gerçekleştirdiğiniz ve Kürt halkının kendi oylarıyla seçtiği temsilcilerini esaret altına almanız karşısında gösterdiği serhıldan tutumunu tüm Kürdistan’a ve Türk metropollerine yayacaktır. Neden Van serhıldanı, sömürgeciliğin bozkırını tutuşturan bir kıvılcım olmasın? Bir kıvılcım bir bozkırı tutuşturabilirse, Van serhıldanı neden tüm Kürdistan’ı sarmasın? Neden Kürtlerin özgürlük ruhu serhıldanlarla şahlanmasın? Neden bir kene gibi bedenimize yapışarak kanımızı emen Türk sömürgeciliğinin kanımızı daha fazla emmesine izin verelim? Topraklarımızda katliam yapmasına, bizleri esaret altına almasına, bizi yönetmesine, kimliksiz bırakmasına neden izin verelim?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 10 Haziran günü saat 19.00 sularında Mardin’in Ömerli ilçesine bağlı Terê köyü karakolu askerlerince karakol çevresinde düzenlenen operasyon esnasında gerillalarımızla bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Haziran günü saat 07.30 sularında Hakkari’nin Gever ilçesine bağlı Dotkan köyü kırsalında operasyona çıkan işgalci TC ordusu ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışmada 1 yoldaşımız kahramanca direnerek şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
İnsanoğlu doğuştan doğru görmediklerine, bulmadıklarına karşı refleks gösteren bir varlıktır. Öyle ki ruhuna sindiremediklerine karşı bir duruş sergiler. Bu tabiatın da bir kanunudur. Doğanın en küçük, gözle görülmeyeninde dahi bu yaşam refleksini görürsünüz. Buna kimileri öz savunma diyor. Kimisi meşru savunma diyor. Ve kimisi de var oluşun yani doğuşla birlikte o varlığa verilen hakların korunması diyor. Sonuç itibariyle hangi isimle adlandırsanız adlandırın, tanımı ne olursa olsun, bu yeryüzüne gelişle birlikte her varlığın bir yaşama hakkı vardır. Bu yaşam hakkına el atılır atılmaz, bu hak gaspına karşı bir direnç gösterilmeye başlar.
Doğada özelde birinci doğada bu refleks adeta içselleşmiştir. Ve biz bu doğal reflekse çoğu zaman instinkt yani içgüdü diyoruz. İçgüdüyü sözlükler: “Bir canlı türünün bütün bireylerinde akıl ve düşünceden bağımsız olarak, doğuştan gelen bilinçsiz her türlü hareket ve davranış, insiyak, sevkıtabiî” diye tanımlıyor.
Biz sadece doğuştan bir varlığa bahşedilmiş haklardan bahsederken, bu direnci dile getirirken insanın insan olmayla yani toplumsal bir varlık olmayla da edindikleri haklarından da bahsediyoruz. Bu haklar ise başkasına devredilemeyecek kadar insanı insan eden haklardır. Kim olursa olsun, gücü ne olursa olsun bu haklardan asla ama asla vazgeçilemez. Bu haklara bir saldırı yöneltildiğinde bu haklara karşı karşı koyuş dediğimiz gibi bir var olmanın temel gerekçesi ve gayesidir.
Çok uzatmadan dolaysız söyleyelim ne söylemek isteyeceğimizi. Bugün Türkiye cumhuriyeti diye tabir edilen yapı içerisinde insana ve toplumlara bahşedilmiş doğal ve toplumsal haklar inkar edilerek en küçük dirence karşı korkunç cezalar yağdırılmaktadır. Öyle ki poşu taktı diye gençler 11 yıl hapis cezalarına çarpıtılmaktadır. Parasız eğitim istiyor diye gençler 8 yıldan daha fazla zindan cezası almaktadırlar. Cebinde 3 yumurta bulundu diye 11 yıl ceza alabilmektedirler. Bir gün grev yapıldı diye 315 işçi işlerinden atılmaktadırlar.
Halbuki yukarıda da dile getirildiği gibi var oluşsal hakların ötesinde bir şey istenmemiş ve var oluşsal hakların dışında gösterilen bir refleks ve tepki de sergilenmemiştir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, eğer oralarda faşizm denen bir siyasal sistem yoksa -belirtilen insani tepkilere bırakalım cezaların verilmesi -normal karşılanır ve bireylerin böylesine tepkilerine dışa vurmaları için teşvik edilir. Ne de olsa bireyin en küçük tepkilerinin dışarıya taşması demek daha büyük tepkilerin hatta yıkıcı tepkilerin önü alınması demektir. Bir nevi damlayken sorun çözümlenir ki göl olup bentleri taşmasın. Ve büyük yıkıcı zarar verici sonuçları olmasın.
Ancak faşizmin vuku bulduğu, despotizmin hakim olduğu, tekçi, otokratik, anti demokratik ve anti toplumcu rejimlerde-ki bu karakterleriyle zaten anti sosyal yapılar oldukları için-insani tüm refleksleri bastırırlar. Dediğimiz gibi böyle yapılar zaten ahlak dışı ve hukuk dışı yapılardır. İnsan vicdanında yerleri olmayan yapılardır. Böyle olunca doğalında insan ve toplum vicdanında yerleri olmayan bu yapılar kendilerini var etmek için hep var oluşsal hakları ezmenin, bastırmanın yollarını ararlar. Aksi taktirde kendilerine yaşama zemini bulamazlar. Bulamazlar çünkü bu halleriyle dediğimiz gibi zaten toplum dışıdırlar.
Evet, faşizmin, despotizmin, otokratik, tekçi yapıların hüküm sürdüğü yerlerde doğal insani refleksleri göstermenin yeri yoktur. İnsan olmanın verdiği hakları savunmanın yeri yoktur. O zaman yeniden, insan olmanın verdiği hakları tesis etmenin yolu bu faşizan yapılara karşı direnç göstermekten geçtiğini görelim. Ancak bu direnç ve haklar üç yumurta taşıyarak, bir pankart açarak, bir poşu takarak tesis edilemez. Bu hakları yeniden elde etmenin tek yolu vardır o da: Dağlara çıkmadır. Dağlarda özgürlük türküsünü hür ve gür haykırmaktır. Çünkü dağlar insana ve topluma bahşedilmiş olan doğal hakları yeniden tesis etmenin en kutsal mekanlarıdırlar.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Haziran günü saat 22.40 sularında Elazığ’ın Arıcak ilçesi ile Arıcak’a bağlı Tırmav karakolu arasında operasyona çıkan işgalci TC ordusu askerlerine yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Meçhul Asker Anıtı üzerine tartışıyorlar. ‘Kürdistan`ın her yerine bir Meçhul Asker Anıtı dikilmeli’ diyenlere karşı, ‘ne gerek var, hangi yana baksan orada toprağa katık olmuş bir can olduğunu bilirsin zaten. Dağıyla, taşıyla, toprağıyla, çeşmesiyle, çiçeğiyle bu coğrafya zaten baştan başa bir Meçhul Asker Anıtı değil mi?’ diyorlar.
Onlar, toprağı içindeki canla algılıyorlar hep. Onlara göre toprak, içinde can saklı bir dost, anı dolu bir bellektir. Hatırlamak için özel bir işarete gerek yoktur. Toprağa bakınca, toprağa verdikleri canları hatırlıyorlar. Ve toprağa bakınca kendilerinin de toprak olacakları zamanların ötesine geçip bir aynada kendilerine bakar gibi bakıyorlar. Toprağı güzelleştirmeyi seviyorlar. İlle de bir sembolü olacaksa canların; gül olmalı, çiçek olmalı dercesine toprağa gömdüklerinin yanı başlarına çiçek ekiyorlar. Toprağın en çok güzelleştirilen, en çok özenilen parçası can gömülü parçası oluyor. Ve güzellik şaşırtıcı bir titizlikle yaratılıyor.
Dağ başında görmeyi en son bekleyeceğiniz görüntülerle karşı karşıya getiriyor bu titizlik. Her yan zaten verilmiş adıyla bir canı temsil ediyor. Her canın ayrı bir hikayesi var. Bu hikayeleri dinleye dinleye bir süre sonra etrafınızdaki her şey yeni yeni biçimler kazanmaya başlıyor.
Bir çeşmeye adını vermiş bir gerillanın gülümsemesini avucunuza alıp içer gibi içiyorsunuz suyunu. Bir tepeye bakınca, gün batımını izleyen bir siluet görüyorsunuz karşınızda. Adı var, hikayesi var. Sanki seslenseniz size cevap verecek Şehit Sarya Tepesi.
Lelikan Tepesi`ne bakıyorsunuz, ‘heval’ desen, sana el sallayacak gibi duruyor karşında.
Ve karşıdan Goşinê`ye seslenseniz; ‘pismam’ deseniz, size cevap verecek sanki, ‘pismam değil, heval’ diyecek gibi duruyor oracıkta.
Aşağıda akan dere, çatışma mevzisinde ıslık çalmayı seven Bermal`ın ıslık sesinde akıp gidiyor. Biraz kulak verseniz; ıslığında Bêrîvanê`nin melodisini hemen anlayacaksınız. Bir de canların toplanıp çiçek bahçesi içinde sohbete durmuş olduğu ziyarete açık, sembolik anlamı olan özel mekanlar var dağ başında.
Dağ başının en özenilen, en güzel mekanları Şehitliklerdir.
Neden bu kadar büyük bir özen ve çaba sarf edilmiş bu yerler için diye sormadan edemiyorsunuz.
Kendisi baştan başa bir Şehitlik olan bu coğrafyada, bu Şehitlikler neyi anlatıyor? ‘Bir mezarı bile yok’ demesinler diye. Biz, mezar arayışında değildik, ama madem ‘bir mezarları olsun’ dedik, onlar her şeyin en güzeline layık. Yapılacaksa, en güzeli onlar için yapılmalı,’ diye yapılmış şehitlikler.
Ad bırakmak, kendini hatırlanır kılmak amaç değildir hiç bir zaman. Can vermek, can olmak ölümsüzleştirir insanı. Ad olsan başka ad gelir, sen silinirsin. Hatıra olsan, başka bir hikayenin hatırasında silinir gidersin hafızalardan.
Ama can olsan toprakta; adın değişir, hikayen değişir, sen hep yaşayan bir can olursun.
Bir de cana can katmak, can katılan toprağa yüz sürmek vardır.
Şehitlikler, ‘can katılan toprağın yüz sürülesi sembolleri,’ diye yapılmış.
‘Ne istiyorlardı acaba,’ diye sormaya gerek yok; bir şehitliğe ziyarete gittiğinizde çiçek eken, çiçek sulayan, toprağı avuçlayıp koklayan bir gerillaya, ‘ne istiyorsun,’ diye sorsanız; toprak konuşur, çiçek konuşur ve siz toprağın altındakinin konuştuğunu hissedersiniz.
Onlar birbirinden hiç ayrılmayan, birisinin yarım bıraktığı hikayeyi devam ettiren, bir sonrakinin anlatacağı hikayeyi başlatan, birisinin bıraktığı adı taşıyan bir sonrakine ad bırakanlar olarak yaşıyorlar.
Bitmez bir hikayenin, silinmez bir adın, toprakla bütünleşmiş canları olarak hep canlılar. Şehitlik, canın hep canlı olduğu bir mekandır.
Özellikle son yıllarda, savaş zamanında şehit düşmüş gerillaların farklı yerlerdeki cenazeleri toplanıp, büyük bir özenle yapılmış Şehitliklerde bir araya getiriliyor. Hangi alana giderseniz, o alanın en güzel ve ulaşılabilir yerinde ve çoğunlukla bir çiçek bahçesi görünümündeki Şehitliklerle karşılaşıyorsunuz.
Kendileri topraktan, taştan, kerpiçten yapılmış barakalarda yaşayan gerillalar, istisnasız bütün Şehitlikleri doğanın renkleriyle boyanmış duvarlarla örüyorlar. Tek tek her şehidin mezarını, mermerle süslüyorlar. Her tarafa ağaç ve çiçek ekiyorlar. Gelecek ziyaretçiler için oturma ve barınma yerleri yapıyorlar.
İnsanı şaşırtacak kadar büyük bir özen ve emekle çok güzel mekanlar halinde inşa ediliyor Şehitlikler. Her Şehitlikte, o bölgenin bütün şehitlerinin elde edilebilen bilgileriyle bir arşiv oluşturuyor. Son yıllarda çok geniş bir çalışmayla, çok zengin bir arşiv merkezi oluşturulmuş. Bu konuda sürekli bir araştırma çalışması yapılıyor. Tek tek her şehitle ilgili en küçük bilgiler bile toplanıp bir araya getiriliyor ve bu bilgilerden bütünlüklü bir arşiv oluşturulmaya çalışılıyor. Şehitlerin aile ve yakınlarına ulaşılmaya, bilgi alıp vermeye yine sürekli bir diyalog içinde olunmaya çalışılıyor.
Şehitlikler bu anlamda birer bellek, birer arşiv, birer ilişkilenme merkezi görevi görüyorlar. Bu çerçevede bir kurumlaşmaya gidilmiş. Buna Şehitlikler Kurumu deniliyor. Henüz yeni yeni oluşmaya başlamış bir kurumlaşma. İleriye dönük bir çok projesi var. Bu konuda kapsamlı bir çalışma içinde oldukları görülüyor.
Gerçi Apocu hareketin, şehitlere ve şehitlik olgusuna yaklaşımı başından beri çok farklı bir yere sahip. PKK`nin kuruluşu anlatılırken, sürekli ‘şehidin anısına verilmiş bir cevap’ olarak tanımlanıyor. Yine PKK, kendisini ‘bir şehitler partisi’ olarak tanımlıyor.
Şehitler hep yaşayan değerler olarak algılanıyor. Savaş zamanında şehitlerle ilgili sürekli bir arşiv çalışması yapılmaya çalışılmış; şehitlerin yaşamı kitaplarla, şiir, edebiyat ve basın yoluyla canlı tutulmaya çalışılmış. Ancak savaşın zorlukları içinde bir çok şehitle ilgili yeterli bilgi arşivlenememiş, ya da, arşivlenmiş bir çok bilgi, çeşitli nedenlerle kaybolup gitmiş.
Örneğin, bir eyalet ve bölgenin arşivleri toprağa gömülerek saklanmış. Bu tür gömmeler güvenlik nedeniyle yeri en fazla 2 kişi tarafından bilinen yerlerde yapılmış. Ve savaş zamanında çoğu arşiv saklayanların kendilerinin de şehit düşmesi nedeniyle kaybolup gitmiş. Sadece şehitlerle ilgili bilgiler değil, çoğu zaman gerillaya katılan kişilerle ilgili ilk bilgiler ve örgütün o alanla ilgili çalışma belgeleri, örgüt merkezine daha ulaştırılamadan kaybolmuş.
İşte, son yıllarda bu kaybolan belgelere ulaşmak, ya da, o dönemlerde yaşayan gerillalara ulaşarak bu bilgiler tekrar derlenip toparlanmaya çalışılıyor. Ailelerin bu yönlü taleplerini karşılayabilmek amacıyla yoğun bir çaba görülebiliyor.
Özellikle son yıllarda hareketin bu konudaki imkanları sonuna kadar kullanılarak bir tarih bilgisi ve bilinci oluşturulmaya çalışılıyor. Şimdilik yetersiz olsa da ileriye dönük bir çalışma olarak sürekli gündemde tutuluyor. Şehitlik Kurumu, bu çalışmanın merkezi olarak örgütlendirilmiş. Ve Şehitlikler bunun sembolü olarak geliştiriliyor.
Şehide bağlılık, şehidi yaşamak ve yaşatmak, insanın toprakla ve tarihle bağını en iyi ifade eden sembol oluyor. Zaten yapılan Şehitlikler de bu yaklaşımın ürünü. Şehitlikler, sadece gerillanın kendi arkadaşlarının anısına bağlılığın bir gereği değil, aynı zamanda, bütün Kürt halkının bu konudaki duyarlılığına cevap olmak amacıyla geliştiriliyor. Bu yüzden de dağlardaki Şehitlikler olabildiğince halkın rahatlıkla ulaşabileceği yerlerde yapılıyor. Yine halkın ziyaretine açık olan bu Şehitlikler gelen ziyaretçileri her yönüyle tatmin edebilecek bir biçimde örgütlendiriliyor.
Son yıllarda özellikle Güney Kürdistan sahasında bir çok Şehitliğin yapıldığı görülüyor. Kandil`de, Xinêrê`de, Xakûrkê’de, Zağroslarda, Behdinan`da, Garê`de, Zap’ta, Haftanin’de ziyaret ettiğim Şehitlikler, gerçekten de çok etkileyiciydi. Hem buralarda kalan gerillalar ile hem de ziyarete gelen ailelerle bir çok sohbetimiz oldu. Şehide verilen değer ve duyulan bağlılık, bölge halkını çok derinden etkiliyor. Kendi çocuklarının mezarını ziyarete gelen aileler, hem onların anılarının yaşatıldığını görüyor, hem de çocuklarının yoldaşları tarafından temsil edildiğini görüyorlar.
Şehitliğe gelen ailelerin çocukları, artık sadece kendi oğulları ve kızları olmaktan çıkıyor. Kendi çocuklarından, ‘heval’ diye bahsetmeye başlıyorlar. Ve her hevalı kendi çocukları olarak görüyorlar.
Toprağa bir veriyorlar, bin alıyorlar.
Toprağa can vermek, dağda çok bereketli ürünler veriyor. Verilen can ölümsüzleşiyor. Toprak, canlı bir çiçek bahçesine dönüşüyor Kürdistan dağlarında.
Toprağa çocuklarını verenler, heval alıyorlar. Hevallere heval verenler, binlerce çocuk sahibi oluyorlar. Bir oğlunu, bir kızını toprağa veren ana, binlerce oğul ve kız sahibi oluyor.
Şehitliklerde hevallerine oğul ve kız diye sarılan şehit anaları gördüm. Her birisi bereketli bir toprak gibi bakıyordu yeni çocuklarına. Zaten toprak, ANA değil mi? Dağ, en doğurgan ANA. Ve dağda bütün analar toprak bereketinde heval oğullar ve kızlar doğuruyorlar gözlerinin pınarlarından. Her damla yüreğine akıp bir ananın, yüreğinde çiçek bahçesi güzelliğinde evlatlar yeşertiyor. Dağın evlatları can evlatlar. Hayırlı oğullar ve kızlar doğuruyor can toprak.
Onlara sorsanız; kendileri bir dağı, bir ülkeyi, bir dünyayı mesken edinmişler. Onlar dağın, ülkenin, toprağın canı olmaya gelmişler. Topraktaki canla, can olmaya gelmişler. Nerede vurulup düşseler toprağa, çiçek olup yeşerecekler gibi yaşıyorlar. Onlar, yaşamı canlı olmak olarak anlamıyorlar; onlar, yaşamı can olmak olarak anlıyorlar.
Canlı olan, ölü de olur. Can olan, sadece suret değiştirir. Dağda insan, en çok da çiçek oluyor. Bundan olsa gerek, kim bir şehitliğe giderse çiçek ekiyor. Kim ziyarete giderse, yanına çiçek alıp götürüyor. Şehitlikler, hep çiçeklerin çoğaldığı yerler oluyor. Çiçeklerle konuşulan, çiçeklere söz verilen, çiçeklere ant içilen yerlerdir dağlarda Şehitlikler. Yeni katılan gerillalar, ilk ziyaret edip söz verdiği, eğitimini bitiren gerillanın yemin törenini yaptığı, bayramlarda ilk ziyaret edilip sevincin ilk paylaşıldığı yerlerdir bu çiçek bahçeleri.
Askeri törenlerin mekanı oluyor kimi zaman bu çiçek bahçeleri; En disiplinli, en derli toplu törenlerin huzurlarında yapıldığı komutanlardır toprağın canları, çiçek komutanlar.
Şehitlikler, semboldür çiçekle ifade edilen. Sembollerden yaşama indiğimizde ise bütün dağ bir çiçek bahçesidir. Bir gerilla, hüzünlenip bir yoldaşıyla konuşmak istediğinde, karı delip fışkıran bir berfin`in yanı başına oturur. Bir karanfil koklar. Bir papatyayla sohbete dalar.
Dağlarda toprak, candır. Can ise çiçektir. Ve dağlarda her çiçek bir Meçhul Asker`dir...
Jêhat Bêrtî
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 5 Haziran günü saat 23.50 sularında Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde bulunan askeri lojmanların nöbetini tutan askerlere yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylem sonucunda nöbet kulübesinde bulunan 1 asker öldürülmüş, 1 asker de yaralanmıştır.
- Ayrıntılar