İnsan içine doğduğu toplumla var oluyor. Çoğu zaman toplum olmadan insanın var olamayacağı, var olsa bile bizim kullandığımız manada insan olamayacağı söyleniyor. İnsan bu bağlamda sadece biyolojik bir varlık olarak ele alınmıyor. İnsan derken toplumsallık bir varlık olarak ele alınması söz konusudur.
Bugün içine doğduğumuz çağda halen Kürtler tanınmıyor. Başka bir deyimle Kürtlerin toplumsallığı kabul edilmiyor. Kürtler kendi toplumsal varlıklarını kabul ettirebilmek için tam 40 yıldır direniş halindedirler. Toplumsallığını kabul ettirmek için verilen bedeller oldukça ağır da olmuştur. Belki de bu toplumsallığı köklü bir şekilde kabul ettirmek için daha büyük bedeller de ödenebilir. Bunun nedeni açıktır; toplumsallığın tanınmıyorsa, kabul görmüyorsa orada bir ret ve inkar vardır. İnkarın ve ret olduğu yerde ise fiziki ve kültürel yok oluş süreci devrededir demektir.
Eğer bugün Kürdistan’da yüksek bir sesle kültürel soykırım diye haykırıyorsak bunun nedeni bu gerçekliktir. Kürtlerin toplumsallığı bilinçli bir şekilde kabul edilmiyor, ret ediliyor, inkar ediliyor. Ve bununla da hedeflenen uzun vadeye yayılmış bir yok etme yani imha sürecidir. Buna kimimiz asimilasyon diyoruz, kimimiz de kültürel soykırım diyoruz. Kürt halk önderliği kaleme aldığı bir çalışmasında: “Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak” başlığını kullanıyor. Gerçekten de Kürt toplumsallığını ısrarla ret etmek özü itibariyle Kürtler için tehlike çanlarının çalması demektir.
Kürt toplumsallığına en büyük saldırı ise bilinçli bir şekilde geliştirilen, geliştirilmek istenen bireycilikle yapıldığını unutmamız gerekiyor.
Bireycilik bilindiği gibi kapitalizmin bir hastalığı daha doğrusu kapitalist modernitenin bilinçli bir şekilde tüm insan toplumsallığını dağıtmak için özenle geliştirdiği, ahlaki ve politik değerlerden uzak yaşam biçimidir.
“Toplumsal ahlakın çok zayıfladığı ve kapitalizmin özellikle postmodern aşamasında içine girdiği ‘gemisini kurtaran kaptandır’ ilkesinin egemen olduğu aşamasında, toplumsal değer yargılarıyla bağlarını kopartmış kimliği ifade eden insanlık durumu tam bir bireycilik hali olmaktadır. Bireycilikte bireyin kendi toplumuyla ilişkisi topluma saldırı durumu olmaktadır. Bu durum bir bencil olarak sadece tüketmekle yetinme hali değildir. Bencilik sadece kendini düşünme gerçekliği olduğundan, kendi çıkarı için toplum ve diğer toplumsal katmanlarla sürekli çatışır halde olmayı yaratır.”
Dikkat edecek olursak, insanlığın şafak vaktinde bugüne gelmesinde en önemli rol toplumsallığın oynadığı roldür. Toplumsallık insanlığı bugüne getiren temel güç olmuştur. İnsanlığın en temel değerleri olarak her zaman ahlak örnek gösterilir. Dayanışma yine öyle. Ortaklaşma keza. Yardımlaşma. Birbirini düşünme. Birbirini koruma, savunma, ortak değerler uğruna birlikte yaşama vb. yine tüm dinlerin verdikleri mesajlar da hep toplumsallığın güçlendirmesine dönük mesajlar olmuştur.
Ne zaman toplumsallığı kutsayan mesajlar azalır, ağırlıkta yıkım anlarında yani ahlaki çöküşlerin yaşandığı anlarda. Ahlaki çöküşlerin yaşandığı anlar en büyük vurgunların yapıldığı an’lar olarak da bilinir. Hırsızlık, fuhuş, pazarlama, yıkma, çalma, yalan-dolan, savaşlar gibi durumlar dikkat edilirse en çokta ahlaki çöküş anlarında rağbet bulur.
Bunun için öncelikli olarak ahlaka vurmak gerekir. Yani öncelikli olarak toplumsallığa vurmak gerekiyor. Toplumsallığa vurmanın en etkili silahı da yukarıda ifade etmeye çalıştığımız bireycilikle yapılır.
“Bireycilik, birey ve bireyselliğin toplumsal değerlerden adeta intikam alırcasına tam bir toplum karşıtlığına dönüşmesi durumunu yaşamasıdır. Bunun için bireyciliğe kapitalizmin insan tipi demek yerindedir. Bu insanda toplumun tüm ahlaki değerlerine saldırmak temel bir davranıştır. Her şey ama her şey –kendisi de dahil- bu kişiliğin alım-satım malzemesidir. Günübirlik yaşam felsefesi içinde olmak ve tarihsel değer yargılara yabancılık, bu insan tipinin en belirgin özelliği olmaktadır. Toplumsal kolektivizme gelmeyen bireycilik, insanlar arası ilişkilerde çıkarcı olduğundan saldırgandır.”
Saldırganlığını kendi çıkarları için inanılmaz ölçüde savunmasıyla bağlantılıdır. Bir bit’i için yakmayacağı döşek ya da yorgan yoktur. Kendi çıkarı için satmayacağı değer de yoktur.
“Bireycilik, bireyin toplumda göstermesi gereken sorumluluk ve yaratıcılığı gösteremez. Bu gerçeklik, toplumu ören temel ilke olarak ahlaka saldırmak demektir. Sürekli kendi çıkarını esas alan insanın karşısındaki insanları düşünmemesi gerekir. Bunun için de karşıdakini kendisi gibi bir insan olarak ele almamak, kendisinden faydalandığı ve kendisi için kullanabildiği kadar yakınlık duymak, bireycilikle ortaya çıkan önemli bir anti-sosyal ilişki olmaktadır. Bu yaklaşımda insanın insana güven duyması gerçekleşmez. Toplumsal ilişkilerde ören ve kuran değil çözen ve yıkan ilişkiler üzerinden toplumda yeni ilişki ağları gerçekleştirir. Toplumdaki dayanışma, yardımlaşma, kolektivizm gibi temel insani ilişkiler en anlamsız ilişkilere dönüştürülünce, kendini kurtarmak, kendini kurtarınca da birçok insanı batırmak temel 'insani' özellikler biçiminde yeni bir sapkın yaşamın doğrusu haline getirilir.”
Kürt halk önderliği: “Kapitalist modernite dönemi, bireycilik ve tekelciliğin azami geliştirilmesi sonucunda ahlâki ve politik toplumun en işlevsiz halini yaşadığı dönemdir. Azami iktidar olarak ulus-devlet, politik karakterini azami ölçüde yitirmiş toplumdur. Ulus-devlet böylesi bir toplumu doğurur. Hatta ortada toplum diye bir şey kalmaz. Toplum ulus-devlet ve küreselleşen şirketler içinde âdeta eritilmiştir. Michel Foucault bu noktada toplumun savunulmasını özgürlüğün temeli olarak görür. Toplumun yitirilmesini (aşırı bireycilik ve tekeller tarafından, modernitenin ta kendisi olarak) sadece özgürlüğün değil insanın da yitirilmesi olarak değerlendirir” demektedir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ekim günü saat 11.00 ile 17.00 arası Medya Savunma Alanlarımızdan Zap bölgemize bağlı Talısa, Ş.Karwan,Tepê Mırişka, Boğaza Erbiş, Gara Biçuk, Gara Mezin ve Şehit Dünya alanlarına işgalci TC ordusu Obüs ve havanlarla bir bombardıman gerçekleştirmiştir
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Eylül günü saat 04:00'te Hakkari'nin Şemdinli'ye bağlı Gelişim köyü çevresi, Boğaza Tehta Sıla ve Tepê Kanalan alanlarında işgalci TC ordusuna Bağlı 150 asker ile kobra desteğinde bir operasyon başlatılmıştır
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
21 Ağustos 2012 tarihinde medya savunma alanlarımızdan Xakurke bölgemize işgalci TC ordusu tarafından yapılan hava saldırısında Zerdeşt yoldaşımız ağır yaralandıktan sonra özgürlük şehitler kervanına katılmıştır.
- Ayrıntılar
Her insanın bir hikayesi vardır ama Kürdistan dağlarında olan ise daha da farklıdır. Çünkü dağlarda her hikayenin bir tamamlayan hikayesi olur. Bazen bir yerde yaşanan bir olay, diğer hikayenin bir bağı olur. Aynı mayınlı bir sınır hikayesinin gelip de Baran ile tanışma hikayesine dönüşmesi gibi...
Nefes nefese ilerliyorduk, Doğu Kürdistan’ın Kelareş alanında çıktığımız yolcuğumuzda. Güzergahımız Güney Kürdistan’dı. İran devleti ile girilen çatışmalar yüzünden günlerce operasyondan kalmıştık. Ne zaman ve nerede pusuya düşeceğin belli olmayan bir yolculuk. Her yerde İran korucuları ve devrim muhafız güçlerinin dolaştığı coğrafyada nefeslerimizi tutarak, eller tetikte ve el bombalarımızın pimleri her an çekilmeye hazır bir şekilde yürüyorduk. Daha birkaç gün önceydi Welat arkadaşın şehit düştüğü, Bager Hakkari arkadaşın da yaralandığı çatışma hemen yarım saatlik uzağımızda yaşanmıştı. Yaralanan Bager arkadaşı almaya giden ekip havan toplarının yağmuru altında Bager arkadaşı getirmişti. Biz ise bulunduğumuz noktaya atılan havan ve obüs toplarının saldırılarından kıl payı kurtulmuştuk. Hatta patlamayan bir obüs topu ise birkaç metre yanıma düşmüştü. Belki de bir şanstı benim için o an ki durum. Yaşam ile ölüm arasındaki derin duyguların ne olduğunu daha da yakından hissettiğim anlardan biri olmuştu o an...
Her anı soluk soluğa geçen yolcuğumuz tam on altı gün sürmüştü. Yolculuğumuzun son günü ise İran-Irak-Türkiye üçgeni olan Xakurkê alanına geçtiğimiz Dalamper dağının aşılmasıydı. Bizim geldiğimiz güne kadar Gelişim denilen boğaz kullanılmıştı. Gelişim Boğazını geçeceğimizin bir gün öncesi İran devletinin döşediği mayınlar ile Serhat’a giden bir grup arkadaş mayınlı araziye girmiş ve içinde de birkaç arkadaş da yaralamıştı.
O arkadaşların yaşadıkları talihsiz olay sonrası bizi Xakurkê’ye götürecek olan kuryeler yol güzergâhımızı değiştirmiş ve akşam saat altıda başlayan o geceki yolcuğumuz sabah beşe kadar sürmüştü. Hiç durmadan süren yolculuk boyunca mayınlara basmamak için tırmandığımız yamaçta taşlara ve kayalara basarak ilerlemiştik. Taş olmayan yerde en öndeki arkadaşın ayak izine basarak ama yine de her an mayın paylayacak kaygısı ile toprağa temas etmiştik. Birçok sefer mayınlı arazide geçmiştim. Her zaman da o mayınlı arazileri gördükçe düşmana olan öfkem daha da artıştı. Dünyada başka örneği olmayan Kürdistan coğrafyasında yaşanılan bu durum karşısında düşmandan nefret etmemek olmazdı. O gece sınırı geçip Xakurkê’ye ulaşana kadar hem mayınlı araziye düşen arkadaşları düşünmüştüm hem de aynı duruma düşmemek için pür dikkat yürümüştüm.
Aradan geçen yıllar sonrası daha önce hiç görmediğim Baran arkadaşla bir gerilla mekânında karşılaştım. Karakaşlı, kara gözlü, esmer tenli tam bir Serhat’lı. Güler yüzlü ve cana yakın olan Baran ile yaptığım kısa ve mütevazı bir sohbet sonrası o mayınlı sınırda geçen geceyi ve yaşadıklarımı hatırladım. Daha dün gibi geliyordu o 2008’nin Ağustos’unda geçen ama hafızamın bir kenarında hep kayıtta kalacak olan o gece. Baran bizden önceki grupta mayınlı araziye giren ve yaralanan arkadaşlardan biriydi. O olayda bir ayağını kaybetmiş ama dağların heyecanında hiçbir şey kaybetmemiş.
Baran, bir tek kalan ayağına rağmen yine özgürlük mücadelesinde en aktif bir şekilde yerini alıyor. Sürecin kendisinden istediği görevleri eksiksiz bir şekilde yerine getiriyor. Kendisi usta bir suikastçı. Kaldığı yerlerde genç arkadaşlara suikast eğitimi veriyor. Zaten yaralanmadan önce güçlü bir eğitim aldığı için sağlam bir bünyeye de sahip. Tarih yazan genç gerillalara tecrübelerini aktararak deneyimlerinden onlarca Baran’ı yaratıyor. Her şeyi ile sonuna kadar bu dağlara ve mücadelesine bağlı, sevdalı genç ve hem de yüreklerindeki özgürlük aşkı bitmeyen gerillalar.
Bir ayağını kaybettikten sonra Baran esas acıyı birlikte gerilla saflarına geldiği ve bu dağlarda kardeşten daha öte olan yoldaşlık ettiği ablasının şahadetinde yaşamış-yaşıyor. Ablası 2012 yılındaki Devrimci Operasyonlar sürecinde Zagroslarda gerçekleşen Şitazın-Oramar eyleminde şehit düşmüş. Yaşadığı o coşkunun yanında hüzün ve kederle Baran kendine has bir hava yaratmış. Ne kadar dışarıya belli etmese de içinde fırtınaların koptuğu bir gerçek. Her kelimesinde ablasını yitirdiği Zagroslara gitmenin yolunu aradığını da söylüyor.
Şimdi Baran elinde ablasından kalan günlükleri kitaplaştırmak için yazıyor. Günlükler iki kardeşin arasında geçen diyaloglarla geçiyor. Baran ve Ezda her bir cümlede bir birlerini hissederek yazmışlar günlüklerin her bir kelimesini. Yazan daha çok Ezda olmuş ve her satırda da dağlarda yaşadıklarından küçük kardeşini düşünerek yazmış. Baran şimdi hem kendisi hem de Ezda olmuş. Her iki kardeşin yüreği ve idealleri Baran’da buluşmuş ve devrim mücadelesinde en coşkulu bir şekilde atıyor...
Otuz yıllık savaşın bir detayıdır Baran’ın hikayesi. Kürdistan dağlarında dinlenecek daha çok hikâye var bir biriyle buluşan. Her biri bir birinin peşinde koşan ve bir birine bağlı o kadar hikâye var ki hangisini dinlesen kendi hikâyeni unutuyorsun.
Hüseyin Boran
- Ayrıntılar
Dünya tarihinde de görüldüğü gibi eğer bir toplumun dili yok olursa o toplum da yok olur. Hele hele bir de fiziksel bir yok oluşta yaşatılıyorsa o toplum tarihin tozlu sayfalarında yerini alır.
İnsanı bu dünyada var eden temel öğelerden birisi de toplumsallaşma gerçeğidir. Toplumsallık geliştikçe insanın tabiat içerisindeki yeri daha belirginleşti ve var oluş arayışı daha da güçlendi. Toplumsallığın da temel argümanı her toplumun kendi dili oldu. Dil toplumun kimliği, yaşama gerekçesi ve her şeyden önce de arayışlarına cevap oldu.
Tabiatta birçok soru vardır. En temel sorular her zaman ve her dönem için soruldu ve onlara cevaplar arandı. Bu soruların başında hiç şüphesiz ki “özgürlük nedir?” ve “nasıl özgürce yaşanır?” soruları geldi. Hele hele toplumsallaşmanın gelişmesine karşılık gelişen özgür yaşamın yok edilmesine neden olan sömürgeci zihniyet geliştikçe bu sorular daha da yakıcı hale geldi. “Nasıl yaşamalı?” sorusu da bunların ilklerinden biri oldu.
Nasıl yaşamalı? Tabii ki insan her şeyden önce kendi diliyle yaşamalı. Kendi diliyle yaşayan insan dünyayı dahi iyi algılar, daha iyi yorumlar, daha iyi takip eder. Eğer bir insan dil kargaşası yaşıyorsa o insanın toplumsallık içerindeki gelişimi diyalektiğe göre olmaz. Diyalektiğin kendisi doğallığa göre olanıdır. Eğer ki yaşamı doğallığında koparmaya çalışırsanız orada diyalektikte de sorun çıkar. Kimse buna da doğal gelişim diyemez. Bir de toplumun gelişimini ve yaşamına zorla ve bilinçlice müdahale ediliyorsa ona kesinlikle doğal gelişim denmez. Onun için de insanlık nasıl yaşmalı derken, doğal yaşamanın en vazgeçilmez gerçek olduğunu ifade etmek istemiştir.
“İnsan nasıl özgür yaşar?” sorusu ise ilk insandan günümüze kadar güncelliğini korumuştur. İnsan toplumsal gerçekliğiyle özgür yaşar. Adaleti, hak, hukuk ve ahlakı toplumsallığında bulur. Başkasının toplumunda bunların hiç birini bulamaz. Eğer özgür duygularla yaşamak isteniyorsa kendine ait yaşam argümanlarını ayakta tutmak zorundadır. Diğer haliyle nereye gitse de bu dünyada hep “yabancı” kalacaktır. Çünkü onu insan yapan temel argümanı olan dilini kimse kabul etmiyordur. Aynı Kürdistanlılarda olduğu gibi.
Kürt dili için bazıları “evrensel değil” onun için gerek yok diyorlar. Sözde evrensel olmayanın bilimsellikle alakası olmazmış, diyorlar. Özellikle şimdinin AKP’li Türk faşist ideologları bunları akademik söylemlerle topluma yutturmaya çalışıyorlar. Tabii kendileri bir kere alışmış her hapı yutmaya, aynı hapı Kürtlere de yutturmaya çalışıyorlar.
Bugün elli milyonluk bir toplumunun dili olan Kürtçe Güney Kürdistan’da temel eğitim dilidir. Yine Rojava devrimi ile birlikte oradaki tüm okullarda eğitim Kürtçe verilmektedir. Bu yerlerde Kürtler Kürtçe eğitim gördükleri için bilimsel gelişmelerde geri kalmadılar-kalmıyorlar. Daha düne kadar Arapça, Çince, Japonca vb. diller için “kargacık-kurgacık” diyenler bugün de Kürtçe için aynı sözleri söyleyerek politik olarak Kürtlere temel hakkı olan Kürtçe eğitim hakkını vermeyeceklerini söylüyorlar. Biz de bu sözleri söyleyenlere diyoruz ki; sizin o yüz yıllardır süren asimilasyon politikalarınıza rağmen biz anadilimizde eğitimi gerçekleştireceğiz. Belki bizim nesillere anadilde eğitim görmek nasip olmadı ama gelecekteki Kürt nesilleri için bunu gerçekleştireceğimize dair ant içtik.
Türkiye’de Türk olmayan çocuklara özellikle de Kürt çocuklarında “Türküm, doğruyum, çalışkanım...”sözlerini her sabah söyletmek en büyük faşizm olmaktadır. Bir taraftan Kürtlere anadillerinde eğitim vermeyeceksin bir taraftan da Kürt çocuklarını faşistçe asimile etmede ısrar edeceksin. Dünyada bir eşi benzeri olmayan bu faşist uygulamayı artık Kürtler kabul etmiyorlar-etmeyecekler. 19. Yy Hitler faşizmini bile geride bırakan bu uygulamalar insanlığın bir ayıbı olmasına rağmen halen kendini var ediyorsa, dünyanın adalet terazisinden sorun var demektir. Böylesi bir durumu en iyi görecek ve deşifre edecek olanların başında Kürt gençleri gelmektedir. Özellikle dünyayı yeni yeni tanıyan Kürt gençleri bu politikaları iyi okumak zorundadır. Özgürlük ve adaletin arandığı her alanda kendi toplumsallığına sahip çıkarak mücadelelerini her yerde yükseltmelidirler.
Hüseyin Boran
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Eylül tarihinde saat 12.00'de işgalci TC ordusu Bingöl'e bağlı Ş.Serxwebun alanında kobra ve Skorsky helikopterler desteğinde bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Eylül tarihinde Batman Sasona bağlı Yeniköy (NU) ile Kelhisna köyleri arasındaki bölgede işgalci TC Ordusu tarafından sabah saat 5.30'da bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Ne demiştik Vekâlet kelimesi için, vekillik demiştik. Vekilliği ise: “Birinin, işini görmesi için kendi yerine bıraktığı veya yetki verdiği kimse” diye tanımlamıştık. Vekâlet etmeyi ise: “Birinin yerine, bakmak, görevini üstlenmek” diye kullandığımızı hatırlatalım.
Bunun için Vekâlet Savaş’ına “başkalarının yerine, bir savaşı yürütmek” demiştik.
Ortadoğu bugün hiçbir zaman olmadığı kadar başkaları adına yürütülen savaşlara sahne oluyor. Geçmişte bu işin başını hep İngiltere çekerdi. Ve bu savaş biçimine bizler “böl, parçala, yönet” dediğini biliyoruz. Bu savaş biçimi süreçle tüm emperyalist güçlerin savaş biçimi haline geldiğini de herkes gördü. Bir maşa’n varsa neden elini yakasın ki?
Öyle görülüyor ki TC devleti de tamamen böyle bir savaş biçimini kendisine esas almaya başlamıştır. Birilerini kendisi için savaşır hale getirerek Ortadoğu’da büyük savaşların fitilini çakmaktadır.
Rojava Kürdistan’ında Kürtler adım adım kendi öz yönetimlerini oluşturuyorlar. Ve bu onların hakları. 1963 yılından bu yana SuriyeKürtleri eritmek için her şeyi yaptı. Dil yasakları, kimliksizlik, tehcir, aşağılama, muhacirlik statüsü derken Kürtler her zaman tüm hakların dışında tutuldular. Kürtler bu statüsüzlüğe ve de horlamaya karşı en az 10 yıldır aralıksız mücadele ediyorlar. Hatırlayanlar bilir ki 2004 yılında Rojava’nın Qamışlo kentinde bunun için onlarca Kürt katledildi.
Özcesi Rojava’da Kürtler on yıllarca süren baskılara karşı direnişe geçerek kendi devrimlerini 19 Temmuz 2012 yılında ilan ettiler. Ve dediğimiz gibi adım adım o gün bugündür kendi öz yönetim çalışmalarını da yürüttüler. Ne var ki TC devleti, AKP öncülüğünde Kürtlerin bu uyanışına tahammül edemedikleri için birçok hile ve oyuna başvurdular. Önce Özgür Suriye Ordusu adındaki oluşumu Kürtlerin üzerine sürmeye çalıştılar. Ve çok tutmadı. Bu kez ABD’yi farklı şekilde Kürtlerin üzerine sürdüler. KDP’nin Rojava Kürtlerinin üzerine sürülmesi esasta bu gerçeklikti. Buda ilk etapta istenen sonucu almayınca bu kez Kürtlerin başına Cephet El Nusra adındaki hareketi musallat etmeye başladılar.
Herkese tuhaf gelebilir, güya AKP kuzey Kürtleriyle sorunlarını çözmeye çalışıyor havası veriyor. Bu havayı verirken, bolca kardeşlik, Türk ve Kürt ortaklığından da dem vurmadan edemiyor. Tüm bunları dillendirirken Rojava Kürtlerine ise inanılmaz derecede düşmanlık yapıyor. Dediğimiz gibi silahlı çete örgütleri para, silah, lojistik destek ve birde askeri eğitim imkanı sunarak, yetmediğinde ise bizatihi kendi komutanlarını içlerine koyarak bu savaşı sürdürüyor. Özcesi TC devleti Kürtlere açıktan düşmanlık ettiğini söylemiyor ancak parayla kendisi için savaşacakları bularak Kürtlere karşı savaş ediyor. Çok mu ama çok kirli bir Vekalet Savaşını Türkiye devleti AKP hükümeti öncülüğünde Kürtlere karşı sürdürüyor.
TC devleti bunu yaparken Kürdistan’da da Vekalet Savaşlarına katılan bir güç var. Bu gücün adı KDP’dir. Bir önceki yazımızda: “Dikkat edilirse Suriye’de yürütülen savaş bir nevi ABD’nin bölgede hegemonyasını daha fazla geliştirme savaşıdır. Ancak şimdiye kadar ABD devreye girmemiştir. İngiltere devreye girmemiştir. Lakin savaş da durmamıştır. Başka bir deyişle, ABD’nin yerine savaşan başka güçler vardır. Yani birileri ABD ve İngiltere’nin savaşını Vekaleten alarak yürütmektedir. Bu durumda Vekaleten Savaşı yürüten güçlerin başında birisi Türkiye iken diğer önemli Vekalet Savaş gücü ise KDP’dir” demiştik.
Bunun böyle olduğunu her geçen gün herkes daha iyi görüyor. KDP bırakalım ABD’nin çıkarları için Rojava’da savaşmayı, bu kez TC devletinin çıkarlarını korumak için Rojava’da bir Vekâlet Savaşı veriyor. KDP hem kendisi TC devletinin Vekalet Savaşını yürütüyor hem de kendisi adına başkalarını savaştırtıyor. Örneğin El Parti böyle bir çete örgütü konumunu yaşıyor. Hatırlayanlar bilir geçen sene TC dış ilişkilerinin Hewler Türk konsolosuna gönderdiği çok gizli belge basına yansımıştı. Bu belgede KDP’nin Rojava Devrimi’ne karşı nasıl bir rol oynayacağı açıkça dile getirilmişti. Rojava Devrimi’ne karşı silahlı faaliyetlerden tutalım da, ajanlaştırmalara, hatta Rojava’da gelecek olan Kürtlerin nasıl özgürlük hareketine karşı kullanılacağına kadar birçok detay belgede yazılmıştı.
Özcesi KDP’nin Rojava Kürtlerine karşı yapması gereken kontralık ve karşıtlık açıkça TC devleti tarafından çizilmişti. Ve o gün bugündür dikkat edersek KDP Rojava Devrimi’ne karşı tüm kirli oyunların içerisinde yerini almaktadır. Rojava Devrimi’ni ezmek için ne kadar çete gücü varsa bizatihi desteklemekte, silahlandırmakta, para vermekte ve Rojava Devrimi’ne karşı bu güçleri öne sürmektedir.
Yine bir önceki yazımızda: “Maalesef bu kez Vekaleten devralınan Savaşı emperyalist devletler ve Türkiye adına KDP, Rojava Kürtlerine karşı yürütmektedir. Bunun ise Kürtlerin iç ilişkileri açısından çok hayırlı bir savaş biçimi olmadığıileride tarihin bize göstereceği açıktır” demiştik.
Bir adım ileriye götürerek şunu söyleyelim: KDP’nin başkaları adına yürüttüğü bu kirli Vekalet Savaşı kesinlikle eninde sonunda en çok zararı KDP’ye verecektir. Çünkü Kürtler özelde de Rojava Kürtleri kendilerine karşı yürütülen bu kirli savaşa, politikalara gerekli olan en sert cevabı vererek, kim nereyi hak ediyorsa oraya gönderecektirler.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Aynı zamanda yeni özgür Kürt gerçeği de oluyor bu. Çünkü PKK çağdaş Kürt direnişini temsil ediyor. Kırk yıllık yoğun bir mücadele içinde yeni Kürt bireyini ve toplumunu yaratacak düzeyde bir gelişme ortaya çıkarmış bulunuyor. İşte bu büyük gelişmeyi temsil eden bir olayı izliyoruz TV ekranlarında. PKKnin 11. Kongresini yaptığı haberini veriyor bültenler.
11. Kongre görüntüleri kırk yılın birikimini yansıtacak düzeyde. Divanın arkasında Önder Abdullah Öcalanın büyük boy bir resmi ortada duruyor. Resmin iki yanında on kadın ve on erkek resmi asılı. Hepsi de önemli süreçlerde direniş mücadelesine damga vurmuş şehitlerin resimleri. Haki Karerden Sakine Cansıza kadar bir zincirin halkaları gibi diziliyorlar. Doğal ya da resmi Merkez Komite üyeleri oluyorlar. Önder Abdullah Öcalanla birlikte KCKnin yirmi bir ışınlı güneşini oluşturuyorlar.
Kuşkusuz PKKnin şehit Merkez Komite üyeleri bunlarla sınırlı değil. Salonun sağ ön yanında, hemen konuşmacı kürsüsünün önünde on dokuz resimden oluşan bir pankart asılıyor. Bunlar da şehit Merkez Komite üyelerinin resimleri oluyor. Kongre salonundaki şehit resimleri sadece bunlar mı? Kuşkusuz hayır! Salonda neredeyse iki yüze yakın şehit resmi bulunuyor. Hepsi de şehit gerilla komutanlarının, ERNK ve KCK yöneticilerinin resimleri. Kimi genç kimi yaşlı, kimi kadın kimi erkek! Salon Önder Abdullah Öcalanın ve şehitlerin resimleriyle donanmış. Her yerde Önderlik ve şehitler var. PKK gerçekten bir Önderlik ve Şehitler partisi! Her konuşma Önder Abdullah Öcalanı ve kahraman şehitleri anarak ve selamlayarak başlıyor.
Kongre salonunu 120den fazla kadın erkek dolduruyor. Kimisinin saçı dökülmüş veya bembeyaz olmuş. Burdan bakınca insan Acaba PKK yaşlanmış mı? diyor. Diğer yandan daha henüz yirmisinde olan insanlar var. Kongre bileşimi kırk yıllık mücadelenin birikimini yansıtıyor. İçlerinde 26-27 Kasım 1978de Licenin Fis Köyünde yapılan birinci kuruluş kongresine katılmış olanlar da var, yeni ilk defa bir PKK Kongresine katılmakta olanlar da. Çoğunluğun ilk defa bir PKK Kongresine katılmakta olduğu anlaşılıyor. Fakat hepsinde aynı heyecan ve coşku var. PKK Kongresiyle Kürdistan Özgürlük Hareketinin yeni önemli kararlar alacağını herkes biliyor.
PKK Merkez Komitesinin kongrenin aldığı kararları açıklayan bildirgesi katılanlardaki bu bilincin abartı olmadığını açıkça gösteriyor. PKK Kongrede Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu ve dünyaya ilişkin ne varsa hepsini tarihsel bir perspektif içinde tartışmış ve hepsine dair de demokratik modernite çizgisinde yeni ve tarihi kararlar almış bulunuyor. Merkez Komite bildirgesinde sadece Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalanın başlattığı demokratik siyasi çözüm süreci temelinde Kürt sorununu çözmek için AKPye, Kürdistan Ulusal Kongre çalışmalarını başarıya ulaştırmak için başta KDP olmak üzere tüm Kürt partilerine, Rojava halkının özgür iradesinin kabul edilmesi için mevcut çete saldırılarının arkasında olan herkese çağrı ve uyarı bulunmuyor, bunlarla birlikte ideolojik sorunlardan askeri sorunlara, örgütsel sorunlardan ekonomik sorunlara kadar her türlü sorun için önerilen çözüm yolları yer alıyor.
Aslında PKKnin kongrede yaptığı değerlendirmelerin içeriğine ve geliştirdiği çağrıların gücüne de fazla takılmamak gerekiyor. Hiç kuşkusuz bunlar da çok önemli ve PKKnin değerlendirme ve çözüm gücü çok yüksek. Çünkü Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalanın İmralıda geliştirdiği Savunmaların teorik ve felsefik düzeyi çok ilerde. Yirmi birinci yüzyılda başta kadınlar olmak üzere tüm ezilenlere kurtuluş yolunu gösterecek bir düzeyde. Tüm ezilenler için yeni bir özgürlük bilinci ve eylem kılavuzu olmayı ifade ediyor. Dolayısıyla PKKnin teorik ve ideolojik düzeyi tarihinin en ileri noktasına ulaşmış bulunuyor.
Bu nedenle elbette PKK Kongresinin içeriği ve verdiği mesajlar çok önemli. Ama bununla birlikte PKKnin 11. Kongresini de başarıyla yapabilmiş olması çok daha önemli. Herhalde şimdiye kadar 11 kongre yapabilmiş ilk Kürt partisi PKK! Kırk yıldır büyük zorluklar yaşanmış olsa da yenilip ezilmeden mücadele yürüten ve zafer iddiasını hala çok güçlü bir biçimde koruyan tek ve ilk parti PKK! Esas olarak bunları hiç küçümsememek ve büyük bir ciddiyetle ele alıp önemle değerlendirmek gerekir. Çünkü bu durum, PKKnin kırk yıldır özgürlük mücadelesinde sürekliliği kesintisiz olarak sağlayabilmiş olması her bakımdan Kürt toplumu için etkisi yüzyıllara yayılacak olan büyük birikimler ortaya çıkartmıştır.
PKK fiili doğuşunun kırk birinci, resmen kuruluşunun ise otuz beşinci yılında bulunmaktadır. Resmen PKK Kongresi olarak tam 11 kongre gerçekleştirilmiştir. Oysa daha 1977 yılında kültürel soykırım rejimi tarafından PKK oluşumunun imhasına karar verilmişti. 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi tarafından en çok PKKnin imha ve tasfiyesi öngörülmüştü. Cunta şefi Kenan Evren Kürdistan üzerinde uçarken darbeye karar verdiklerini açıkça itiraf etmişti. O zaman NATOnun hararetle desteklediği Ergenekoncu yönetim PKKye altıncı kongre yaptırmayacağını iddia etmişti. 9 Ekim 1998den itibaren harekete geçirilen uluslararası komplo Önder Abdullah Öcalanın imhasına dayalı olarak PKKyi tasfiye etmeyi hedeflemişti.
Oysa PKK ideolojik, örgütsel ve pratik bakımdan tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. Kendi adıyla 11.Kongresini de başarıyla gerçekleştirmiş bulunuyor. Bunun dışında PKK adıyla yapılmış olan altı genel konferans var. PKK Hareketi içinde kadın, gençlik, emekçi, basın, kültür örgütlerinin düzenlediği onlarca kongre ve konferans söz konusu. 2003 yılından bu yana Kongra Gel Genel Kurulu hemen hemen her yıl toplanıyor. Elbette bütün bunlar PKKnin gücünü ve ulaştığı düzeyi gösteriyor. Kürt toplumunun nasıl örgütlü ve demokratik bir toplum, bir demokratik ulus haline geldiğini ifade ediyor.
İşte PKK 11.Kongresi tüm bu gelişmelerin hem çok açık bir ifadesi, hem de başarıyla taçlanmasıdır. PKKnin kırk yıllık mücadele içinde yarattığı bu gerçekliği görmek ve artık kabul etmek gerekir. PKK ile Kürtler artık yeni bir toplum, yeni bir ulus haline gelmiştir. Kürt bireyi ve toplumu yeniden doğmuş, yeni bir ruh ve bilinç kazanmış, her bakımdan örgütlenip kendi özgür iradesini ortaya çıkarmış, ne pahasına olursa olsun var olma ve özgür yaşama kararlılığına ulaşmıştır. Gelinen bu noktayı ve ortaya çıkan Kürt gerçeğini artık kabul etmek zorunludur. Hala Kürdü inkar etmeye çalışmak anlamsız, bu temelde kan dökmek cinayetten de öteye en büyük insanlık suçudur.
Artık gerçekleşen PKK hakikatini ve onun netleştirip özgür kıldığı Kürt gerçeğini görmek ve kabul etmek gerekir. Bu temelde Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmek gerekir. Kürt halk varlığını artık inkar etmek mümkün değildir. Benzer bir biçimde PKK ile Kürt gerçeğini birbirinden ayırmak da mümkün değildir. PKK 11.Kongre gerçeği ortadayken, hala inkarcı bir zihniyeti ve politikayı sürdürmeye çalışmak anlamsızdır. Aklı olan bu gerçeği görür ve PKK ile özgür Kürt gerçeğini kabul ederek demokratik ve halkların kardeşçe birliğine ulaşır.
11.Kongre ile PKK gücünü bir kez daha ortaya koymuş ve ciddi bir atak yapmıştır. Bu hamle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalanın özgürlüğüne kilitlenmiş bir ataktır. Çünkü Kürt Halk Önderinin özgürlüğü Kürt halkının, Kürdistanın, Kürt kadınının ve gençliğinin özgürlüğüdür. Dolayısıyla güçlenen PKK, güçlenen Kürt halkı ve Kürt demokratik uluslaşmasıdır. Önümüzdeki süreç bu gerçeği çok daha net bir biçimde herkese gösterecektir. Merkez Komite bildirgesinde ifade edildiği gibi, Kürt sorununun çözümünde 11.Kongre zaferi yaratan bir final olacaktır.
Selahattin Erdem
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar