Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızda yoğun keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
PKK hareketi olarak verdiğimiz mücadele ve amaçlarımız uğruna ödediğimiz bedellerin, sonucunda önemli gelişmeleri elde etmiş bulunmaktayız. İdeolojik anlamda da, siyasi anlamda da daha şimdiden dengeleri zorluyoruz. Türkiye dengesi zaten alt-üst olmuştur. Bölge dengelerine de tamamen oturmuş durumdayız. Olası bir devrim, sonuca giden bir devrim, Türkiye’yi ardına kadar devrime açmakla kalmayacak, Ortadoğu’yu da ve giderek dünya dengelerini de çok önemli bir konuma sürükleyecek siyasi gelişmeye yol açabilecektir. Bu nedenle ABD ideologlarının, diplomatlarının iki de bir “Kürt sorunu dünyanın şu anda en önemli sorunudur” demeleri, yine “PKK, en tehlikeli terör örgütüdür” deyip işi uluslararası yasaklamalara kadar götürmeye öncülük etmeleri tesadüf olmadığı gibi, mevcut gelişmemize de bir cevaptır.
Emperyalizm, ne kadar haklı olsak da, ağzına doladığı insan hakları, programlarına ne kadar aykırı gelse de, en insanlık dışı uygulamaları temsil etse de, TC faşizmini bu kadar ayakta tutmak istemesi ve her türlü desteği sunarak bütün suçlarını gizlemesi, aklaması onun ancak devrimimizin içeriğinden duyduğu endişeyle, korkuyla izah edilebilir. Kürt milliyetçiliğinin arkasında yer aldığını veya en azından kendisine bağlı bazı işbirlikçi, kişi veya örgütlerce durumu kontrol ettiği biliniyor.
Mesele ucuz bir Kürtçülükse, ABD bunun arkasında, ama içine bizim yürüttüğümüz devrimin gerçekleşmesi olayı girince, onu dehşete düşürüyor. Ve neredeyse Çekiç Güç, Irak rejiminden ziyade, bize doğrultulmuş gibidir. Son dönemlerde bu açıkça dile getirildi, nedenler gösterildi. PKK karşıtı Çekiş Güç, yani bir anlamda da “Kürdistan Devrimi’ne karşı alınan tedbirdir” deniliyor ki bu doğrudur. Yoksa Türk parlamentosunun Güneydeki Kürt devletinin kuruluşuna yardımcı olması düşünülemez. O kadar sıkıştırılmıştır ki, bir önleme hareketi olarak, Güneyde bir Kürt işbirlikçi federe devleti kurulsa ve eğer bu biraz Güneyde devrimi sıkıştıracaksa, bunu bile ehven-i şer olarak görüp desteklemek durumunda kalabiliyorlar.
Güney federe devleti gerçeği de, aslında olası bir devrimsel gelişmeye karşı alınan bir kontrol mekanizmasıdır. Bu da şimdi daha iyi anlaşılmıştır. Federe devlet, her zamankinden daha fazla, Kürdistan’da gelişmelerin bir kontrol aracı olarak elde tutuluyor. Parlamentodaki son tartışmalar, işin özünün bu olduğunu açığa vurmuştur. Ayrıca şunu söyleyemiyorlar; “biz bir Kürt devletçiği kuruyoruz, bunun sebebi PKK’dir” diyemiyorlar. Böyle deseler kamuoyunun farklı tepkilerini alırlar, Kürdistan halkından farklı tepkiler alırlar. “İnsan halklarına karşı, Irak rejiminden gelen büyük tehlikeye karşı kuruyoruz” diyorlar. Kendi kamuoyunu bununla aldatıyor ve özellikle PKK’ye karşı da ustaca bir taktikle tavır belirleme oluyor.
Bu ayda geliştirilecek Ortadoğu görüşmelerinde, özellikle ABD dışişlerinin, şimdi de Suriye’yle yaptıkları görüşmelerde, Filistin meselesinden ve hatta Suriye’nin İsrail’le olan meselesinden daha çok, PKK’yi tartışmaya getirmek istemeleri, bölgedeki siyasi ağırlığımızın ne düzeye gelmiş olduğunu veya nasıl değerlendirildiğini ortaya koyuyor. ABD’yi Filistin-Suriye-İsrail meselesinden daha ziyade, Kürdistan’daki gelişmeler ilgilendirmektedir.
Demek ki, ideolojik-siyasi gelişme Kürdistan tarihinde çok önemli bir aşamaya gelmiştir. Eğer bağlı kalınırsa, sonuçları önümüzdeki yıllarda da hayli büyük olacaktır. En önemlisi partinin içyapısındaki netleştirilmenin çok ileri boyutlu bir çözümlemeye tabi tutulmasıdır. 1994’ün üzerine giderken, partinin içi o kadar aydınlatılıyor, ayrıştırılıyor, netleştiriliyor ki, belki de hiçbir parti tarihinde, yalnız çağdaş partiler için değil, tarihi birçok parti diyebileceğimiz oluşumlarında görülmeyen bir doğru ile yanlışı, sahte ile sağlamı ayırt etme yöntemi ve onun başarıyla uygulanması söz konusu. Hiçbir partinin bu anlamda insanı bizim gibi çözümlemeye tabi tuttuğu, bilimsel yaklaşımını adeta en kapsamlı bir operasyona tabi tuttuğu görülmemiştir. Psikolojiyle siyaset arasındaki ilişki oldukça bilime uygun ve hatta örnek düzeyinde gerçekleştirilmiştir.
Örgütlülük ile siyasallık arasındaki ilişki çok açık ortaya konuldu. Siyaset-askerlik arasındaki bağlar en kapsamlı bir biçimde gösterilmişti. Bir kişinin kazanılmasıyla, bir partinin kazanılması veya bir kişinin şahsında bir partinin çürümesine dönüştürülmesi nasıl olur sorularına cevaplar verilmiştir. Birçok devrim tarihine bakalım; sağ sapmalar, tasfiyeler, restorasyonlar çok gelişmişken veya her devrimin başına böyle belalar çok yönlü gelmişken, bizim gibi son derece geri, devrimsel gelişmesini çok az iddialarla, olanaklarla sürdüren, bir o kadar düşmanın çok tecrübeli olduğu, sadece dıştan imha değil, içten de hatta yarattığı kişilikle çok kısa bir süre içinde sonuca gidebileceği ortadayken, bizim bu kadar uzun süreli bir partileşmeyi gerçekleştirmemiz, büyük bir özenle üzerinde durmayı gerektirir ve bu çok önemli bir partileşmedir.
Son dönemlerin partileşme çabaları, büyük bir kuvvetin nasıl geliştirilebileceğini, belki de dünyada örnek bir şekilde gösterebilir. Çünkü uygulanan, sadece kaba bir Türk sömürgeciliği değildi; onun her türlü yarattığı, dayattığı düşman kişilik değildi. Şunu gösterdik; yarattığı kişilik, bilinçli ajandan daha tehlikeli, kişilikler çıkmıştır. Öyle tipler içimizde ortaya çıktı ki, en değme kontraya taş çıkartır. Bunu açığa çıkaran bir hareketiz. Hiç şüphesiz emperyalizmin de bütün deneylerini bize dayatması söz konusu, onu görmek ve özellikle son ABD, Avrupa saldırılarını göz önüne getirdiğimizde, ister bizi işbirlikçiliğe çekmede olsun, ister bizi emperyalizmin üstünlük arz eden yaşamına katarak olsun, bu mümkündür. Birçok işbirlikçi devreye sokarak etkisizleştirmesi mümkündür.
Bütün bunlara karşı büyük bir parti mücadelesi verilmiştir. Örgütsel mücadele, yaşam mücadelesi verilmiş ve başarı kazanmıştır. Demek ki, öncülük anlamında kazanımlar oldukça ileri olduğu gibi, 1994’ün kazanılmasının da yönünü veya boyutlarını oluşturmak, böylesine sağlamlaşan parti içi yaşam, özellikle bunca provokasyon ve tasfiyeciliğe karşı kendisini böylesine çelikleştiren demiyorum, en önemlisi değerlendirme kabiliyetine dönüştüren bir parti, bir çok gelişmeyi daha şimdiden kendi kapsamına almıştır, gelişmeye eşlik, öncülük edebilir.
Hiç şüphesiz bu derinlikli, kendini gittikçe yüzeye vuran bir gelişme olmakla birlikte, en önemli gelişmeyi yine savaşta, ordulaşmada, geldiğimiz seviyede gösterebiliriz. Ajitasyon, propaganda ve kitleselleşme faaliyetlerine ulaşmak önemlidir. Hilvan-Siverek direnişi, bir anlamda silahlı propaganda direnişidir. Onun da sonuçlarının hayli önemli olduğu, eğer devamını getirmezsen, partiyi boğuntuya götürmek için kendi başına yeterli olabileceğini, silaha başvurmanın önemi kadar, silahlı mücadeleyi sürdürmenin ondan daha önemli olduğu, bu silahlı propaganda döneminde de kendini oldukça kanıtladı. 15 Ağustos Atılımı, bir anlamda gerilla yanı ağır basan bir silahlı propagandaydı, ama gerilla yaratıcılığı, gerilla sorumluluğu, dayanıklılığı gösterilemediği için, adeta çakılıp kaldı.
1990’larda, gerillanın yürütülebileceği kanıtlandı. Gerillanın Kürdistan’da savaşı yürütebileceğinin kanıtlanması büyük bir olay ve aşamadır. Sanıldığı gibi kolay sağlanması şurada kalsın, birçok tarihi hareketin pratiğinde görülmeyecek iç ve dış çalışmalar söz konusudur. Hiçbir hareketin tarihinde görülmemiş hazırlıklar söz konusudur. Yurtdışında binlerce gerilla adayının hazırlanıp donatılması söz konusudur. Bunu son yıllarda, hem de içte ve dışta her türlü engellemelere karşı, düşmanca yürütülen, her türlü olumsuzluklara karşı sağlayabildik. Bu açıdan önemlidir. 1993’ün deneyimi, gösterdi ki, savaşta bir adım daha ileri gitmek, biçim değişikliğine gitmek bizi zorluyor. Hem ordu kuruluşunda, hem de savaş biçiminin geliştirilmesinde biçim değişikliğini sağlamamız gerekir. Son gelen cephe haberlerinde de bunu açıkça görmekteyiz.
Önemli bir gelişmenin de siyasal ve diplomatik olacağı anlaşılıyor. Gerek düşman cephesindeki başarılı olmayışın getirdiği tıkanıklıklar ve gerekse Türk sömürgeciliğiyle, ağa-babası emperyalistler arasındaki ilişkiler, yine bölge devletleriyle olan çelişkilerin, bütün ağırlığı diplomasi de anti-PKK boyutuna indirgemiştir. Kendi deyişiyle, “1993’ü bütünüyle diplomaside, PKK’yi uluslararası sahada kuşatma, tecrit etme ve desteğini kesme” biçiminde değerlendirdikleri ve bunda da sözüm ona kendilerine göre önemli sonuçlara ulaştıkları, yine kendilerine göre 1994’ün girişinde bunu kendileri için hayli umut verici bir gelişme olduğu, bunun küçümsenmemesi gerektiğini söylüyorlar.
Mevcut hükümet iç siyasi gelişmelerinde de buna dayanarak puan toplamaya çalışıyor. “On yıldır yapılamayanı ben yaptım” diyor. “Bunun karşılığını, yerel seçimlerde destelenerek görmeliyim” diyor. Zaten yerel seçimler en önemli sorundur. O da tümüyle bizim mücadelemizin etrafında düğümlenmektedir. Yerel seçimler Kürdistan’da olacak mı, olmayacak mı? Hala tartışılıyor. Partiler bu konuda bir çıkmaz içindedir, siyasi yaşam durmuştur. Aşılması için her gün uğraşı veriliyor. 1994 için bu gelişmelerin önemli bir diplomatik faaliyeti ve siyasi faaliyeti kaçınılmaz kıldığı anlaşılırdır. Hiç şüphesiz, bu faaliyet biçimlerinde yoğunlaşmayı gerektirir.
Bazı genellemelerle, ideolojik katılık arz eden yaklaşımlarla, politik esneklik adı altında her türlü işbirliğine açık yaklaşımlarla; devrimin yarar görmesi şurada kalsın, çok ciddi sakıncalarla karşı karşıya getirebilir ki, her ikisi de bizde vahim bir biçimde etkilerini göstermiştir. Sözüm ona ideolojik katılık veya ideolojik dönemin katılığıyla politikaya, diplomasiye yaklaşanlar zarar görüyorlar. Yine siyasette esneklik adı altında veya siyasi yöntem adı altında işbirlikçiliğe kadar giden tiplerin sayısı az değil. Halen bizi de için için uğraştırıyor. Göz ardı etsek de, fazla önem vermesek de, doğru olmadığı gibi, zarar verebilir veya bizi önemli gelişmelerden alıkoyabilir.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, diplomatik-siyasi sahayı ne devrimin aleyhine bir taviz olarak görmek, onun karşıtı olarak ele almak, ne de onun kendiliğinden pasif bir izleyicisiymiş gibi değerlendirmek yerine, her zaman yaptığımız gibi devrimsel gelişmeyi güçlendirecek bir tarzda ele almak ve bunun oldukça inandırıcı ustalığını göstermek fazla değil, çok yaratıcı pratik adımlarla, görünüşte çelişkili de olsa tutum ve davranışları vaktinde sergilemekle bu sağlanır.
Nitekim geçen yılın bağrında, aslında önemli bir diplomatik siyasi atağı biz böyle sağladık. Hiç şüphesiz dönem değişmiştir. Şimdiki gelişme çerçevemiz, geçen yılınkinden daha lehtedir. Diplomatik-siyasi alana müdahale, bizi daha iddialı kılmaktadır. Ezbere, kendiliğinden, özellikle bize çok geçerli olan basmakalıp yaklaşımlarla, bu elverişlilik değerlendirilemez. Yine yaratıcı yaklaşım gerekecek, belki de şimdiye kadar eşine rastlanmayacak tutum ve davranışları yakalamak, sergilemek önem taşır. Her başarılı taktikte olduğu gibi, düşmanın kestiremeyeceği yönelimleri bulmak gerekir. Düşman kontrolüne girmeyecek bir politik ustalığı sürekli gündem de tutmak önem taşır. Kimin ne kadar yarar elde edeceğini, hakimiyet, çalışma tarzına verilecek karşılıkla görmek gerekir. Hiç şüphesiz düşman boş durmaz, tüm gücünü ortaya koyuyor ve bu da büyük bir tecrübe ve özellikle bize yönelik bir yoğunlaşmayla birlikte oluyor.
Düşman diplomatik sahaya özel savaştan daha fazla bel bağlamıştır. Hatta denilebilir ki, özel savaşımla alamadığı sonuçları, diplomasiyle elde etmeye çalışıyor. Yine siyasi faaliyet alanında yediği darbeleri, DEP üzerinde oynayarak ve yine birçok sol çevreyle oynayarak, sosyal-demokratları kullanarak elde etmeye çalışıyor ve oldukça da başarmıştır.
Bizim siyasi sahaya çok sınırlı müdahalelerimiz, şüphesiz olumlu sonuçlar vermiştir, ama düşman bunu kolay bize bırakır gibi de gözükmemektedir. Hiç şüphesiz siyasi gelişmeler aleyhinedir. Bizim gelişmeleri sağlamamız daha fazla imkan halindedir. Çünkü çizgi doğruluğu, haklılığı muazzam sonuç aldırıyor. Onun tükenmiş bir sömürgecilik politikası var. Ne kadar siyasi ustalığı olsa da, onu genel olarak başarısızlığa uğratır, ama bu demek değildir ki, günlük siyasi gelişmeleri de sağlayamaz. Hatta başarabilir de. Gericiliğin de siyaseti var, tükenişin de siyaseti vardır ve bazen devrimi imhaya da götürebilir. Devrimci güçlerin siyasetine, dikkat edilmezse, gereken tedbirler zamanında alınmazsa, özellikle taktik yaratıcılık sergilenmezse, bu hep böyle geçer.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, Kürdistan tarihinde, 1994 diplomasisiyle de önemli çalışmaların ilk defa devrime de biraz hizmet edebileceği, devrimi kullanamayacağı, Kürdistan halkının direnişini eskisi gibi ucuz pazarlayamayacağı bir yıl olma imkânına, onun olanaklarına kavuşur gibidir. Yine onunla birlikte, siyasi gelişme yansımaları, çok yoğun, çarpıcı gelişim göstermektedir. Hem iç, hem dış siyasi gelişmeler, hızlı değişikliklere uğrayana kadar, kapsamıyla, lehte ve aleyhte göstereceği seyirle, beklenmedik çok önemli sonuçlara yol açabilir. Mühim olan burada ideolojiden taviz olmayacağıdır. Sekterizm ve işbirlikçilik eğer gafilce girmişse, bu, en tehlikeli sonuçlara götürebilir. Bu da çok dikkat ister.
Devrimin halen silahlı savaşıma dayanarak geliştiği göz önüne getirildiğinde, onun uzun vadeli amaçları veya uzun vadede gelişmedeki etkileri kadar, günlük olarak sorunlarını görmek de önemlidir. Her zaman müthiş çalışan, savaşan bir ordu bazen kendi içinde çürümeyi de yaşayabilir. Çünkü siyaseti ihmal ediyordur. Nasıl ki yalnız siyasetle, hem de başarılı bir siyasetle çalışma yapıldığında, ordu çalışması olmadığında o güç yürürse, yalnız askeri savaşımla ittifak edip, onun siyasi sonuçlarını görmemek, görüp de değerlendirmemek o orduyu çürütmeye götürebilir. Halka öncülük düzeyinde bir siyasi faaliyetle değerlendirilemeyecek bir ordu çalışması, hak etmediği yenilgilere bile uğrayabilir. Bunu da göz ardı etmeyen bir siyasi çalışmayla, belli ki, hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar, önümüzdeki bu dönemde veya bu yılda hayli bizden çaba isteyecek bir çalışmadır.
Siyaset üzerine çok şey söylendi, siyasi görevler üzerine çokça duruyoruz; yerel seçimlere yönelik tartışmalardan tutalım Ulusal Meclis, eyalet meclisleri nasıl oluşturulur? Yine Serhıldan-cephe çalışmaları nasıl oluşturulur, çalışmaları nasıl sürdürülür? Güneyli güçlerle, komşu devletlerle, hatta emperyalist ülkelerle ilişkiler, diplomatik ilişkiler nasıl geliştirilir? Yönetimimiz ne basmakalıpçı bir tarzda “evet”, ne de “hayır” diyemez. Ak ile kara gibi bir yaklaşımı değil, gözü körcesine bir yaklaşımı değil; ihtiyatını, tedbirini hiçbir zaman elden bırakmayan, ilkede her türlü ilişkiye karşı olmayan, ama hangisini, nerede, nasıl korumak gerektiğini de bir mühendis inceliğiyle seçen tarzda yaklaşacaktır. Bir yerde bir ilişkiyi bırakmak gerekiyorsa mutlaka bırakmak, bir ilişki kurmak gerekiyorsa kurmak, önem vermek gerekiyorsa önem vermek, ikinci plana düşürmek gerekiyorsa ikinci plana düşürmek gerekir. Çok hassas bir yaklaşımla, ayrıntı derecelerine ustalıkla yaklaşmak, başarılı bir siyasi faaliyet için çok gereklidir. Bizde de en az olan çalışma tarzı budur.
Çok zarar gördük, çok büyük siyasi gelişmeleri, çok kötü bir çalışma tarzıyla adeta boşa çıkardık. Bu kadar muazzam kitlesi olan, bu kadar silahlı savaşımla desteklenen bir siyasi çalışma nelere yol önderliğe ulaşmaktır.
Gerek kitle içinde olsun, gerek çok çeşitli sahalardaki temsilciliklerde olsun, parti siyasetimizin doğru temsiline büyük önem düşmektedir. Kaliteli kadro, temsil yeteneği olan kadro büyük önem taşımaktadır. Bizi temsil yeteneği olmayan, çok yetersiz, yeteneksiz kadrolar vardır. Bunu aşmaya çalışıyoruz. Aynı çalışma diplomatik saha için de geçerlidir. Bir de uzmanlaşmadığımız, hassasiyeti oldukça elden bıraktığımız, üstün körü bir çalışma alanı da bu sahadır. Bizim adımıza başkaları adeta bu boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Her türlü reformist, işbirlikçiler, diplomatik desteğini en çok kendilerini kanıtlayabilecek, gelişmelerine yol açabilecek bir çalışma alanı olarak değerlendiriyorlar. Bu boşluğu bizim doldurmamız gerekiyor. Dolayısıyla biraz daha teknik yanı olan ve siyasi temsil yanı güçlü olması gereken kişiliklerin ortaya çıkarılması zor olmayacaktır. Önemini gittikçe hissettiren ve çözüm bekleyen bir sorundur. Önümüzdeki yılda bunu da ileri bir destekle çözüme kavuşturacağız.
Görülüyor ki, 1994’ün Kürdistan için özgürlüklerle dolu bir yıl haline gelmesi bir hayal değil. Güçlü verilere dayalı, gerçek bir gelişme olasılığını ifade etmektedir. Hiç şüphesiz devrimler için fazla rakam verilmez, gerekli de değildir, ama parti öncülüğümüzün nicel ve nitel gelişmesini, her türlü gelişmeye yeterli düzeye getireceği açıktır. Özellikle ordulaşma, savaşım biçiminin gelişim sağlayacağı kesindir. Geçmiş yıllarda on binleri zorladık, önümüzdeki yılda on binlerle hareket eden bir ordulaşmamızın ve her türlü hareketli savaşı da kullanan çok karmaşık bir savaş biçimiyle ülkenin her sahasında savaşan bir silahlı savaşım gücümüzün büyük gelişme göstereceği mevcut verilerden açıkça anlaşılmaktadır.
Diplomatik ve siyasi sahadaki gelişmelerin de, hepsinden daha fazla gelişim göstereceği, çok önemli bir siyasi ordulaşma, siyasi savaşım göreviyle karşı karşıya olduğumuz kadar, onun başarılabilir, çözülebilir olanaklarına daha şimdiden çok sahibiz. Sorunları her ne kadar ağır da olsa, çözüm olanaklarının fazlalığı, bizi oldukça başarılı olma iddiasına ve çalışmasına daha şimdiden götürüyor.
O halde, 1994 yılına miladi takvimle sağlam bir başlangıç yapılmıştır derken abartmasız bir değerlendirmede bulunuyoruz. Bunun Newroz’unu da daha gelişmiş bir hazırlıkla ve hatta oldukça seviye kazanmış bir kararlılıkla yakalayacağımız umudundayız. Parti en derli-toplu hazırlıkları bu zaman dilimi içinde yürütmeyle karşı karşıyadır, yine ordu çalışmaları ilk defa bu kadar derli-toplu, çok büyük bir alanda ve sayıda bunu gerçekleştirmektedir. Daha sonra ister adına barışçıl, demokratik, siyasi gelişme yolu denilsin, ister sert askeri savaşım yolu denilsin, ister hepsi iç içe olsun, bütün bu savaşım biçimlerini zorlayarak yılı kazanacağımız, dolayısıyla özgürlüklerle dolu bir Kürdistan yılı haline getireceğimiz kesindir.
Biz, bu temelde tekrar bütün parti çalışanlarımıza, özellikle onun ordu faaliyetlerinden ileri düzeyde sorumlular başta olmak üzere tüm savaşçılar, yine çok önem kazanan siyasi, diplomatik faaliyetleri de olanaklarımızın elverdiği, zorladığı çerçevede bir başarıya götürmeleri için oldukça dikkatli, çok hassas, sorumluluklarına bağlı bir biçimde yaklaşmaları, bunu yaşam tarzında vuruş tarzıyla karşılamaları, bunun engin çabalarını göstermelerini, tarihi bir fırsat kadar, büyük bir şans olarak da değerlendirmelerini ve mutlaka başarmalarını diliyoruz.
Tekrar bu temelde, hepinizin yılını kutluyor, sağlık ve üstün başarılar diliyor, sevgiler sunuyorum.
REBER APO
Ocak 1994
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Avaşin bölgemizde saat 7:30 ile 21:00 arası yoğun keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Avaşin bölgemizde saat 7:30 ile 21:00 arası yoğun keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
22 Ağustos 2012 tarihli açıklamamızda 13 Ağustos 2012 günü Van’ın Özalp ilçesi Kültepe köyü yakınlarında işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında yaşanan çatışmaya ilişkin verilen bilgilerde bu çatışmanın Özalp AKP ilçe başkanının ihbarı sonucunda gerçekleştiği kaydedilmişti.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 18 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma Alanlarımızdan Metina bölgesinde 7:30 ile 11:30 arası, Gare bölgemizde 11:30 ile 21:00 arası, Zap bölgesinde 16:30 ile 18 arası yoğun keşif uçuşları yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Ocak tarihinde saat 12:30'te işgalci TC ordusuna ait Kobra tipi helikopterlerle Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Hacibeg suyu ve Geniş Tepe çevresini vuruyor.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
9 Ağustos 2011 tarihinde Urfa'nın Suruç ilçesinde bulunan Çelikten Petrol'e yönelik düzenlenen saldırıda Bilal ve Deyah Çelikten isimli iki kardeş katledilmiş ve bu olay hareketimiz üzerine yıkılmaya çalışılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
8 Mayıs 1988 tarihinde Mardin'in Midyat ilçesine bağlı Devrik köyü nüfusuna kayıtlı Çelik ailesi üyesi 11 kişi Nusaybine bağlı Bahminin mezrasında katledilmişti. Tarafımıza yapılan başvuru üzerine olay hakkında bir inceleme yapılmış ve şu sonuçlara ulaşılmıştır.
- Ayrıntılar
Özel savaşı anladıkta bu “Derin Özel Savaş” nedir diye soranlar olacaktır.
Örneğin klasik sömürge zamanlarında halklara karşı kullanılan savaş türü açık olan zordu. Yani işgal edilmek istenen ülkeler ya da topraklar zor gücüyle işgal edilir ve zor gücüyle işgal edilen topraklarda sömürgeciler güçleri yettikçe her şeyi yapardı.
Ancak ikinci dünya savaşından sonra bu savaş biçimi sonuç almaz olmuştu. Çünkü bu savaş biçimi halkların tepkisini topladığı için halklar karşı direnç gösterdiler. Nitekim bunun için birçok halk emperyalizme ve açık sömürgeciliğe karşı büyük direnişlerle meydana çıkarak bu işgalci güçleri ciddi zorlamışlardı. Bu gerçeği analiz eden sömürge merkezleri artık açık askeri sömürü zor’un yerine, halklar tarafından görülmeyecek olan, gizlenmiş, arkadan yürütülen bir savaş biçimini icat ettiler. Bu yeni icat edilen savaş tarzına Özel Savaş denildi. Özel savaş bu bağlamda siyasi literatüre yeni sömürgeciliğin geliştirildiği ya da geliştirilmek istendiği yerlerde uygulandı. Ve o gündür bugündür dünyanın her yerinde hamaratla uygulanmaktadır.
“Özel savaş olarak ele aldığımız olgu, sınıflı uygarlıklar boyunca geliştirilen baskı ve egemenlik aracı olarak başvurulan savaşın bir biçimidir. Değişen koşullara göre sürdürülen bir savaş biçimi oluyor. “Kuralsız savaş” tarzında bir savaştır. Kuralsız savaş tanımı, özel savaşı anlatmaya yeter mi? Kuralsızlığı genel bir çerçeve olarak değerlendirip içine her şey sığdırılırsa olabilir...
Özel savaş denen savaşta, salt askeri olarak hasmı alt ederek ona iradeyi kabul ettirme söz konusu değildir. Özel savaş, siyasetin şiddet araçlarıyla sürdürülmesi değildir, ama şiddet araçlarının kullanılmasını da içeriyor. Onun için özel savaş egemenler ve sömürücüler tarafından topluma karşı her alanda sürdürülüp, ilan edilmiş olan bir savaşı simgeler. Özel savaş kapsamına sadece ekonomik, siyasal, askeri, kültürel alanlar değil, bir bütün olarak insana ve topluma karşı savaş da giriyor. Kısacası toplumla ilgili ne varsa bunlar özel savaş kapsamına giriyor.”
Hiç şüphe yoktur ki bu kirli savaş türünün kendine has yol ve yöntemleri de vardı ve halen de vardır. Burada derinliğine girmeyeceğiz. Hatırlayalım 1970’lerde Şili’de halkçı olan Salvatore Allende’yi iktidarda almak için o yıllar çok etkili olan “yirmi yalan bir doğru eder” prensibiyle hareket etmiş ve Allende’yi halkın gözünün önünde bu yalana dayalı savaş biçimiyle alt etmişlerdir.
Ancak bu özel savaş’ı aşan başka savaş tarzlarının üzerinde çok yoğun bir şekilde çalışıldığını siyasetle uğraşan her insan az çok bilir. Yeni sömürgecilik birçok ülkede uygulanmaya konuldu. Ancak dünyada gelişen bilim teknik artık bu tarz bir sömürgeciliğin de aşılmasını gerekli kıldı. Çünkü bileşim tekniği her eve istenilen saatte girebildi. Her ne kadar emperyalist güçler bu tekniği öncelikli olarak kendileri için kullandıysalar da yine de zamanla tüm dünyaya yayıldı. Bugün dünya bir köy kadar küçülmüştür. Unutmayalım ki bir köyde ahlaki değerler çok gelişkindir. Bir köyde herkes kimin ne yaptığını bilir. Herkes herkesi tanır. Doğrudan ilişki esastır. Başka bir deyişle bir köyde sömürünün çarkları ayrı dönmek zorundadır. Çark daha inceltilmek zorundadır. Göz boyama daha güçlü olmalıdır. Daha etkili kandırma yöntemleri bulunmalıdır. Öyle ki birinin cebine eğer elini atacaksan o zaman o birinin ruhuna daha fazla hem de kimsenin çakmayacağı tarzda nüfus etmenin yolunu bulmalısın.
İşte bu yeni yol yöntem bulmaya biz Derin Özel Savaş diyoruz.
Örneğin Türkiye devleti Kürtleri kültürel olarak soykırıma tabii tutabilmesi için 24 Eylül 1925 yılında Şark Islahat Planı diye bir plan geliştirdi. Bu planın özü Kürtleri yok etmekti. Fiziki olarak yok etmek. Kültürel olarak yok etmek. Siyasal olarak yok etmek. Sosyal olarak yok etmek. Psikolojik olarak yok etmek. Derken Kürtleri Kürt olmaktan çıkararak başkalarının uzuv’u haline getirmek için ne kadarda çok plan ve program geliştirdiler. Dersim’de örneğin o 7 meşhur T’ler vardı. Tedib, Tenkil, Tasfiye vs…
Örneğin Kürtlerin yaşadıkları mekanlaraTürk okulları açarak Türkleştirmek istediler. Kürtlerin yaşadıkları yerlere zindanlar inşa ederek, Kürtleri bu zindanlarla terbiye etmeyi esas aldılar. Kışlalara alarak kişilikleriyle oynamaya çalıştılar. Sporu getirerek Kürtleri kendilerine eklemlemeye çalıştılar. Sanatı ancak kendi sanatlarını Kürtlere götürerek Kürt sanatını yok etmeyi, yine Kürtlerin sanatlarını kendilerine alarak içini boşaltmaya çalıştılar. Ve tabii Kürt gençlerine diğer S’yi de götürerek toplumu ahlaki dokusundan boşaltmaya çalıştılar.
Evet, Şark Islahat Planı ile Kürtler tümden hedeflendiler.
Ancak dikkat edersek bu Şark Islahat Planı neredeyse 90 yıllıktır. Bu plan bugünkü dünya da söker mi? Herhalde sökmez. Örneğin bu Planı’nın ilk üç maddesi şöyledir:
“1. madde: Kürdistan’a idare i örfiye dedikleri sıkıyönetimin ilan edilmesi.
2. madde: Kürdistan, 5 umumi müfettişlik mıntıkasına düzenlenir ya da bölünür.
3. madde: Mahakim-i nizamiye ve divan-ı harb-i örfilerde yani sivil ve askeri mahkemelerde sivil hakim bulunmayacaktır.”
5. madde ise bugünkü Türkçeyle ele alacak olursak:
“Ermenilerin ve Kürtlerin yerlerine balkanlarda getirilecek olan Arnavutlar, Bulgarlar ve Kafkasya ile Azerbaycan’dan getirilecek olan Türk kökenliler yerleştirileceklerdir. Öyle ki getirilenlerin tüm masrafları devlet karşılayacak, bura yerlileri mal ve mülklerini satamayacaklardır.”
Şimdi bu maddeler dediğimiz gibi bugünkü dünyada söker mi? Sökmez dedik. O zaman Kürt halkının kültürel soykırımını farklı yol ve yöntemlerle yürütülmesi gerekiyor.
İşte bu farklı yol ve yöntemlerle Kürtlere karşı sürdürülen üstü örtülü savaşa biz Derin Özel Savaş diyoruz.
Elimize birkaç yıl önce TC devletinin gizli odakları tarafından daha doğrusu “Derin Özel Savaş Merkezi” tarafından hazırlanan bir belge geçti. Bu belgenin başlığı: “Türkiye’de Düşük Yoğunluklu Çatışma ve Psikolojik Harekât Dâhilinde Terör Örgütüne Karşı Alınması Gereken Tedbirler”dir.
Bu belgenin bazı maddelerini sıralarsak Derin Özel Savaş’ın ne demek olduğunu daha iyi görmüş olacağız.
Belgenin girişi çok ilginçtir. Belgenin girişinde şöyle denilmektedir:
“PKK’nın başarısı, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürdürülen “Milli Bütünleşme Projesi” çerçevesinde henüz ulusal bütünlüğe tam olarak eklemlenememiş yurttaşlarımız ile ulusal bütünleşmeyi sağlamış olan yurttaşlarımızın bir kısmını ulusal bütünlük sürecinden kopararak, Kürt “etnik gruplaşması” sürecine sokmuş olmasıdır. Bölge insanının kafasında kendisine Kürt oluşundan ötürü farklı davranıldığı tezi oluşmuş olması, etnikleşmeyi güçlendirmektedir. Esasen milli bütünleşme projesi 1980’lerde GAP projesinin devreye girmesi ile dev adımlarla hızla sonuca doğru gidecek Türkiye Cumhuriyeti’nin milli bütünlüğü sosyolojik olarak tamamlanacaktı. PKK’nın bu dönemde ortaya çıkması “Milli Bütünleşme Projesini” sekteye uğratmış ve toplumu “Milli Bütünleşme Projesine” karşı harekete geçirmiştir.
Dikkat edelim: PKK güya “Milli Bütünleşme Projesini” sekteye uğratmıştır. Peki, nedir bu “Milli Bütünleşme Projesi” dedikleri proje?
Tek kelimeyle söyleyecek olursak: Kültürel Soykırımdır. Kültürel Soykırım ise: “Temel mekanizma olarak hakim elit ve ulus-devletin dil ve kültürü içinde tümüyle tasfiye olmaya amaçlayan başta eğitim olmak üzere her türlü toplumsal kurumların cenderesi içine alınıp varlıkları sona erdirilmeye çalışılır. Fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür. Yarattığı sonuçlar fiziki soykırımdan daha felaketlidir. Bir halk veya herhangi bir topluluk için yaşamda karşılaşabileceği en büyük felaket niteliğindedir.Varlığını, kimliğini toplum doğasının tüm maddi ve manevi kültürel unsurlarını terk etmeye zorlanmak, uzun sürece yayılmış kitlesel çarmıha gerilmekle özdeştir.”
PKK Kürt halkının çarmıha kitlesel olarak gerilmesini önlediği için:“PKK’nın bu dönemde ortaya çıkması “Milli Bütünleşme Projesini” sekteye uğratmış ve toplumu “Milli Bütünleşme Projesine” karşı harekete geçirmiştir” denilmesi boşuna değildir.
Devamla:
“Yapılması gereken, bölücü ideolojinin ulaştığı bütün başarıları ortadan kaldıracak bir politikayı bilimsel esaslara dayandırmaktır ve kendisini Kürt olarak tanımlayan bölge halkının eritilerek “Milli Bütünleşme Projesine” dahil edilmesidir. Özetle, örgütün etnik tarih inşası engellenmeli, sosyolojik ve psikolojik bölünmeyi tamir edici, toplumsal bütünleşmeyi geliştirici politikalar geliştirilmelidir” denilmektedir.
Peki, nedir bu politikalar?
“1. Bölgede mağduriyetin ortadan kaldırılması için; psikolog, psikiyatrist ve sosyal psikologların öncülüğünde birçok kapsamlı araştırmanın yapılması şarttır. PKK’nın kurduğu psikolojik tuzak ve mekanizmalar iyi tespit edilmelidir. Toplumsal rehabilitasyon önlemleri için;
a. Bölgede rehabilitasyon
b. Bölge dışında göç neticesinde oluşan gettolarda rehabilitasyon, olmak üzere iki genel çerçeve oluşturmak gerekmektedir.”
Peki, bu nasıl yürütülecektir?
Başka bir paragrafı olduğu gibi alıyoruz. İçindekiler çarpıcıdır.
“2. Başta öldürülen PKK’lıların aileleri olmak üzere yakın çevrelerine yönelik olarak kapsamlı rehabilitasyon çalışmaları başlatılmalıdır. Bu insanlar düşman oldukları halde, düşman olarak görülmemeli kendilerine öyle davranılmamalıdır. Terör ile mücadelede terör sürecinin yaşandığı coğrafyanın insanlarının büyük çoğunluğu potansiyel suçlu olmakla birlikte, bunların potansiyel suçlu olarak görülmesi ve bunun onlara yansıtılması tepkilere yol açabilir. Özellikle PKK’lı gençlerin anneleri ve babaları kazanılmalı, çocuklarını PKK’dan geri almak üzere yönlendirilmelidirler. Bu çerçevede özellikle “Cumartesi anneleri” gibi örgütün politikleştirerek istismar ettiği gruplar tahlil edilerek terör örgütünden koparılmalıdır.”
“Bu insanlar düşman oldukları halde,” cümlesi Derin Özel Savaş merkezlerinin Kürt halkına yaklaşımını açıkça dile getirmektedir. “Bunlar düşman ama düşman gibi yaklaşmayalım aksi taktirde kazanamayız.” Yani kandıramayız yaklaşımı belirgindir. Dikkat edelim “düşmandırlar ama düşman olduklarını bilerek, ancak düşman olduklarını hissettirmeden yaklaşalım” denilmektedir.
Başka ilginç bir bölüm ise: “Devlet ile Halk Arasında Sıcak İlişkiler” adı altında toplanmıştır.
Bir maddesi şöyledir:
“Bölge halkı ile güvenlik güçleri arasında güçlü bir organik bağ oluşturmak gerekmektedir. Bunun için uygulanabilecek birçok yol vardır. Bunun için yapılması gerekenlerden biriside dini bağın vurgulanmasıdır. Bir askeri birliğin bir köye girdiği zaman camide namaz kılması, Ramazan ayında komutanların iftar vermesi, Cuma namazlarına subayların katılması bu alanda olumlu bir örnek teşkil edecektir. Radikal dinciliğe karşı TSK tarafından zaman zaman sergilenen radikal laikçi uygulamalar sadece ve sadece radikal dincilerin zeminini güçlendirmekte, Türk ordusunu olduğundan farklı göstermektedir.”
Bu yukarıda yazılanları okuduğumuzda TSK’nin yine birçok emniyet biriminin özelde bunların üst düzey yetkililerinin Kürdistan’da dini değerlere gösterdikleri hassasiyetin hiçte dine karşı gösterilen saygıdan geçmediğini görmek herhalde zor olmayacaktır. Yapılan sadece ve sadece Kürt halkını kendi özgürlük değerlerinden uzaklaştırma plan ve programları olduğu gözler önündedir.
Başka önemli bir madde ise şöyledir:
“Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatına da toplumsal rehabilitasyon sürecinde çok önemli görevler düşmektedir. Ancak Başkanlığın mevcut yapısı ve klasik görev zihniyeti ile böyle bir görevin üstesinden gelmesi mümkün değildir. Başkanlığın bu noktada devletin ilgili kurumları ile daha etkili bir dayanışma içinde olunması gerekmektedir. Özel olarak yetiştirilmiş imamların bölgeye gönderilmesi ve bu imamların örgütün anti-propagandasını yapacak şekilde donatılması, bölgedeki istihbarat güçlerimizle birlikte çalışmaları gerekmektedir.”
İlginç değil mi? Şimdi TC’nin Kürdistan’a Diyanet Başkanlığının eliyle imam gönderdiği daha iyi anlaşılmaktadır. Tüm bu imamların Derin Özel Savaş’ın projesi temelinde Kürdistan’a gönderildiği, bu temelde çalışma yürüttüklerini:“Görmeyen gözler sadece ve sadece kördür. Duymayan kulaklar sadece ve sadece sağırdır. Bilmeyen beyinlerin ise sadece ve sadece örümcek ağıyla beyinleri örüldükleri için bilinçten yoksundurlar,” diyelim. Diyelim ama peşini de bırakmayalım.
Derin Özel Savaş’a ilişkin yazı devam edecektir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar