Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Temmuz günü akşam saat 21.00 ile 21.30 arası Medya Savunma Alanlarımıza bağlı Zagros bölgemizin Cilo ve Çarçela alanları üzerinde işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları alçak uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Temmuz tarihinden itibaren 3 gün boyunca işgalci TC ordusu Şırnak’a bağlı Gabar ve Çiyayê Reş alanlarında pusulamalar yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Siirt'in Perwari'ye bağlı Osyan köyünden olan Sıdık Bilen adlı gencin kaybolması ile hiç bir ilgimiz bulunmamaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
19 Temmuz tarihinden itibaren 3 gün boyunca işgalci TC ordusu Siirt’in Pervari ilçesine bağlı Hêşet ve Noreşin köyleri ve çevresinde pusulamalar yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19-20 Temmuz tarihleri arası Bitlis Norşine bağlı Aşağımork ve Xest köyleri çevresinde işgalci TC ordusu pusulamalar yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Temmuz günü Muş güneyine bağlı Zengok, Newala Mara, Kara Hamza, Kozmê, Murat suyu ve çevresine yönelik işgalci TC ordusu tarafından Skosky ve zırhlı araçlarla sabah saat 05.00 'te bir operasyon başlamıştır.
- Ayrıntılar
Sömürgeciliği yüreğimizden ve beynimizden söküp atmamız gerektiğini söylerken, hemen şimdiden devasa bir mücadele 30 yıldır kıran kırana yürütülmüşken, halen hangi sömürgecilerin bizlere ektiği özelliklerden bahsedebiliriz ki diye sorulabilir, haklı olarak?
Sömürgeciliğe karşı gerçektende 30 yıldır silahlı olmak üzere toplam 40 yıldan fazladır dişe diş bir mücadele tüm cephelerden yürütülmüş ve halende yürütülmektedir. Lakin sömürgeciliğin beyinleri felç eden, işlemez kılan, kendisi olmaktan uzaklaştıran, yabancılaştıran, kendisi olmaktan çıkarak sömürge kişiliği oluşturma politikalarına maruz kalan bir gerçekliğin etkileri halen birçok insanda gözle görülür bir şekilde sıratmaktadır. Değişimler ve dönüşümler kuşkusuz çok büyük olmuştur. Kürt halkı, Kürdistan'i halklarla büyük bir dönüşümü yaşaması muhakkaktır; lakin Kürdistan’da herkesin böyle olduğu ya da aynı benzer güçlü dönüşümü yaşadığı tartışmalıktır. Yine dönüşmüş olanların ne kadar sömürgeciliği yüreklerinden ve beyinlerinden söküp attıkları da tartışmalıktır.
Örneğin söz konusu Kürtçe dilini ele alarak, ruhsal değişim dönüşümün ne kadar gerçekleştirildiğini en iyi bir şekilde gösterecek bir örnek dil meselesi olabilir.
Bizler: “Üstelik sömürge insanının ana dili, duyguları, düşünceleri ve rüyalarıyla ayakta kalan dili, yumuşaklığını ve merakını ifade ettiği o dil, yani en büyük duygusal etkiyi yapan dil, aslında en az değer verilen dildir. Ülkede ya da halkların birliğinde bir statüsü yoktur. Bir işe girmek, kendine bir yer edinmek, toplulukta ve dünyada var olmak isterse, önce efendilerinin diline boyun eğmek zorundadır. Sömürge insanı içindeki dil çatışmasında, ezilen anadil olur. Bu zayıf dili bir kenara bırakmaya, yabancıların gözünden saklamaya bizzat kendisi koyulur.
Kısacası, sömürge iki dilliliği ne bir yerli dilinin bir püristin diliyle yan yana yaşadığı (ikisi de aynı hissetme dünyasına ait) iki dillilik durumudur, ne de fazladan ama görece yeni bir alfabeden yararlanan yalın birçok-dillilik zenginliğidir: bir dilbilim dramıdır” bu söylenen gerçeğinin ne kadar farkındayız ve ne kadarını aşmışız bu dramın diye bir soruyu herkes kendisine sorabilir?
“Her sömürgeci ulus, faşist eğilim tohumunu bünyesinde taşır.”
Halbuki yıllar önce bir Fransız aydını olan Sartre sömürgecilik ve sömürgeciliğin yarattığı kişiliğe ve sonuçlarına dönük:
“Ve bir halkın ölme şeklinden başka hiçbir seçeneği yoksa bir halk ezenlerinden sadece umutsuzluk hediyesi almışsa, kaybedecek neyi olur? Bir halkın şanssızlığı, onun cesareti haline gelir; sömürgeciliğin onu sonsuz reddini, sömürgeciliğin mutlak reddine çevirir.
Üstelik bu bir açıdan çifte gayrı meşruluktur. Tarihin kazaları sonucu bir toprağa gelen bir yabancı olarak, sadece kendisine bir yer yaratmayı başarmakla kalmamış, ora sakinlerinin yerini elinden almayı da başarmış, onların hakkı olanlar pahasına kendisine hayret uyandırıcı ayrıcalıklar bahşetmiştir. Bunu da, bir açıdan bu eşitsizliği gelenekle meşrulaştıran yerel yasaların gücüyle değil, var olan kuralları kaldırıp kendininkileri koyarak yapar” demiştir.
Dikkat edilirse sömürgecilik hem gelip Kürdistan’a yerleşmiş, çalmış, çırpmış, katletmiş ve ardından da ayak ayaküstüne atarak bu topraklarda yaşayan halkların dilleri ve kültürleriyle alay ederek yok etmek için elinde geleni alenen devlet politikası olarak yürütmüştür. Bu topraklarda yeşeren kültürleri asimile etmenin de ötesinde soykırıma tabi tutarak yok etmeyi tüm kurum ve kuruluşlarıyla gerçekleştirmeyi esas almıştır.
Gerçeklik buyken, halen sömürgeciliğin diline, kültürüne hayranlık duymak olsa olsa yukarıda dile gelen dramın kendisidir. Sömürgecilik tüm gücüyle adeta“Her şey kusursuz olurdu… yerliler olmasaydı,” der gibi üstelik bu toprakların orijin renklerine hakaret etmekten de bir gün geri durmamıştır. Ancak sömürge haline getirilenler ise adeta sanki bir şey yokmuş gibi yapmalarına da ise hiçbir akıl ve zihniyet alamaz. Bu da ayrı bir dram ya da trajedi…
Bu bağlamda bir nevi: “Sömürgeleştirilen belleğini yitirmeye mahkûm olmuştur adeta.”
Ne diyor filozof ya da hakikat arayışçısı:
Halbuki, “Bir halka başka hangi yolla miras bırakılır? Çocuklarına verdiği eğitimle ve dille, yeni deneyimlerle sürekli zenginleşen o harika depoyla. Gelenekler ve edinilen şeyler, alışkanlıklar ve fetihler, yapılan işler ve geçmiş kuşakların eylemleri bu şekilde miras olarak bırakılır ve tarihe kaydedilir.”
Bir zamanların 1945 yılın Fransa’sında bir seçim kampanyasında şöyle bir propaganda yapılır:
“Radyomun düğmesini çevirince Amerika’da Zencilerin linç edildiğini işitiyorum ve diyorum ki kendi kendime:
O zaman bize yalan söylemişler: Hitler ölmemiş
Radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki Yahudiler hala aşağılanıyor, hor görülüyor ve yurtlarından kovuluyorlar:
O zaman diyorum ki kendi kendime, hala bize yalan söylemişler: Hitler ölmemiş.
Radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki Afrika’da çalışma kampları kurumlaştırılıyor, yasallaştırılıyor:
O zaman diyorum ki kendi kendime, bak bize yalan söylemişler; Hitler yaşıyor.”
Peki, bizim bu “radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki” Kürdistan’da ne kadar çok Kürtlere ve Kürdistanlılara hakaret dolu sözleri, davranışları, pratikleri, uygulamaları nasıl ele alacağız?
Bu “radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki” verilerle binlerce ama binlerce örnek vererek faşizmin, Hitlerciliğin ne kadar derin olduğunu göstermemiz zor olmayacaktır. Bizler bırakalım günlük olarak saatlik ve dakikalık olarak “O zaman diyorum ki kendi kendime, bak bize yalan söylemişler; Hitler yaşıyor” örneklerini sunabiliriz. Çünkü gerçekten Kürdistan’da ve Türkiye’de Kürtlere ve bu topraklarda yaşayan nice halklara çok mu ama çok fazla sömürgecilerin inkar ve imhayı esas alan uygulamaları söz konusudur.
Örneğin: “Sömürgeci boyun eğdirmek ve sömürmek için sömürge insanını tarihsel ve toplumsal, kültürel ve teknik akımdan dışarıya itti. Sömürge insanının kültürünün, toplumunun ve teknolojisinin ciddi bir zarar gördüğü gerçektir ve sağlaması yapılabilir.” Gerçeklik buyken hangi kardeşlikten söz açılabilir peki? Hangi birliktelik ve beraberlikten bahsedilebilir peki?
Özcesi sömürgecilik kültürü tüm gücüyle kendisini tüm toplumsal gerçeklere dayatırken buna karşı toplumlarında tüm güçleriyle özelde kendi yerellerinde güçlü karşı koyuşlarıyla bu sömürgeciliğin zihniyet yapısı ve uygulamaları ortadan kalka bilir. Yine kendi kültürel değerlerini çok güçlü sahiplenme ve yaşatmayla sömürgeciliğin kültürü geriletilebilir.
Not: isimlendirilmemiş olan tırnaklar Albert Memmi’nin –“Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi,” kitabından alınmıştır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Demokratik çözüm yürüyüşü çerçevesinde Karadeniz, Dersim ve Garzandan yola çıkan ve uzun yürüyüş gerçekleştiren gerilla gruplarımız Medya Savunma Alanlarına ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Temmuz günü işgalci TC Ordusuna ait insansız hava araçları ve skosky helikopterler desteğinde Amed Lice ilçesine bağlı Xazmas, Gıt, Bamitnê, Cabitmê ve Akdağ köyleri etrafında bir operasyon başlanmıştır.
- Ayrıntılar
Biz Kürtlerin 1920’li yıllardan daha doğrusu 1940’lardan sonra yaşadığımız en büyük sorun kendimiz olamamamız gerçekliğidir. Buna biz kendine yabancılaşma ya da yabancılaştırma diyoruz.
Denilecek ki Kürdistan tarihinde kendi olamama gerçekliği şöyle ya da böyle her zaman var ola gelmiştir. “Buna ilk örnek olarak Enkidu’yu gösterebilir. Ya da Harpagos gösterilebilir. Aslında böyle tarihte kendi halkına ve kendi değerlerine bolca ihanet eden kişilikleri sıralamak mümkündür de denilebilir. En son Aşiret mekteplerinde eğitilipte halklara karşı kullanılmış olanları da dile getirmek olasıdır” da denilebilir.
Hiç şüphe yoktur ki Kürtlerin tarihinde bolca ihanet etmiş kişilikler çıkmıştır. Bu ihanet etme gerçekliği başka halklarda da bolca görülebilir. Gidip halkların tarihine baktığımızda ne kadar da çok halklarına karşı ihanet etmiş olan insanları gördüğümüzde şaşırmamak hiçte elden olmayacaktır. En çarpıcı örnek bugün neredeyse dünyaya en ileri düzeyde hükmeden Yahudileri gösterebiliriz. Söylediklerimizi ispata kalkmadan sadece Tevrat kitabında Yahudilere dönük söylenenleri, yazılanları dile getirmek bile bu makalenin çok daha ötesinde büyük hacimli kitapları aşabilecek nicelikte ihanet ve iç çelişkilerle doludur.
Özcesi halkların tarihinde ihanetlerin yaşanması hiçbir zaman kabul edilmeseler de birer gerçeklik oldukları açıktır. Ancak biz Kürtlerde özelde 1940’lardan sonra özelde de Kuzey Kürdistan'da yaşanan başka gerçekler de vardır.
1920 ile 1940 yılları arasında Kürdistan'da inanılmaz ölçüde bir Kürt soykırım yaşanmıştır. Bugün bizlerin kimi, Dersim katliamını duymuşuzdur. Halbuki Zilan, Ağrı ve onlarca böyle irili ufaklı katliamlar Kürdistan'da bu yirmi yıl içerisinde bolca yaşanmıştır. Demirel’in bir dönem söz ettiği “28 isyan” özünde Kürdistan'da 28 büyük-küçük soykırım pratikleriydi. Biz bu yirmi yıllık sürece Kırmızı Katliam diyoruz. Kürtçe sözcüklerle, Komkujıya Sor diye bu katliamları tanımladık.
Kırmızı Katliam’dan sonra Kürdistan'da uygulanmaya konulan yeni ve daha tehlikeli ve yok edici soykırım türüyse Beyaz Katliam olmuştur. Beyaz Katliam’ı bizler beyinsel ve kültürel soykırım olarak tanımlıyoruz. Önder Apo kültürel soykırım için: “Hakim elit ve ulus-devlet kültürüne göre zayıf ve gelişmemiş durumda bulunan halk, etnik ve inanç gruplarının üzerinde uygulanır. Temel mekanizma olarak hakim elit ve ulus-devletin dil ve kültürü içinde tümüyle tasfiye olmaya amaçlayan başta eğitim olmak üzere her türlü toplumsal kurumların cenderesi içine alınıp varlıkları sona erdirilmeye çalışılır. Fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür. Yarattığı sonuçlar fiziki soykırımdan daha felaketlidir. Bir halk veya herhangi bir topluluk için yaşamda karşılaşabileceği en büyük felaket niteliğindedir. Varlığını, kimliğini toplum doğasının tüm maddi ve manevi kültürel unsurlarını terk etmeye zorlanmak, uzun sürece yayılmış kitlesel çarmıha gerilmekle özdeştir”demişti.
Özcesi Kürdistan'da 1940’larda uygulanan esasta kültürel soykırım olmuştur. Kültürel soykırımın temel hedefi vurmak istediği insanı beyninden, yüreğinden ve de vicdanından vurmaktır. Önce beyin ve yürek felç edilecek ki bir daha o bireyi şaha kalkmasın, kendisi olamasın. Bu beyin ve yürekten vurmanın en temel silahı eğitim kurumlarına alarak gerçekleştirmektir. Söz konusu Kürtler ise Türk devlet okullarına alarak Türkleştirmektir. Yapabilir ise Kürtçeyi yani hedef aldığı bireylerin ana dillerini unutturarak onları Türk haline getirmektir. Bunu yaparken birde sanki çok büyük bir iyilik yaparcasına bu vahşet uygulamısını uygulayabilmek ciddi bir maharet işidir. Yine diğer etkili bir silah ise askerliktir. Meslek edindirmektir. Memurluktur. Derken kendi siyasal partilerinin içine alarak tümden kendinden birisi haline getirmektir.
İşte yukarıda dile getirdiklerimiz gerçekleştirmenin yolu yordamı Beyaz Katliam politikalarıdır. Ve TC devleti bu vahşet politikalarını Kürdistan'da çok acımasızca uygulamasını bilmiştir.
Öyle ki Kürtleri en çok Dersim’de olsa da Kürdistan’ın birçok alanında katliama tabi tutan partinin adı CHP’dir. Bu katliamı en içten uygulayan kişi ise İsmet İnönü’dür. Yine Atatürk’tür.
Ancak bugün bu katliamı uygulayan partinin başında bulunan kişi, bir Kürt, daha doğrusu Beyaz Kürt’tür. Yine Tuncelili-dikkat edilirse Dersim demiyoruz-Tuncelili diyoruz. Çünkü bu kişi Kürdistan'da Beyaz Katliamı en iyi özümsemiş kişiliklerin başında gelen bir kişiliktir. Bu öyle bir kişiliksizliği yaşıyor ki AKP gibi özünde milliyetçi bir parti bile “Beyaz Türklere kendini kabul ettirmek için kendi aslına bile sahip çıkamıyor” mealinde sözlerle bu Beyaz Katliam’la kendisi olmaktan çıkarılmış kişiliğe yönelebiliyor.
Bizlerin çok söyleyeceği bir şey olamaz. Beyaz Türk beyaz Türk’tür. Beyaz Türklerin de ne kadar Kürdistan'da halkların düşmanlığına oynadığı da herkesin malumudur. Özelde de CHP adındaki geçmişin Kemalist faşizan partisinin de Kürtlere ve halklara neler yaşattığı da ortadadır.
Bizim söyleyeceğimiz ya da söyleyebileceğimiz olsa olsa Kürtler başta olmak üzere Kürdistanlı ve Türkiye halkların artık ellerini böylesine kirli bir partiden ellerini yıkamalarıdır. İslamiyet’in o meşhur sözüyle “boş ol, boş ol, boş ol” diyerek yollarını CHP ile ayırmalarıdır.
Kılıçdaroğlu ve Kılıçdaroğlu gibi olan kişiliklere ise bizler; Frantz Fanon’un Siyah Deri Beyaz Maske kitabında söylediği gibi onlar: “KENDİ OMUZLARI ÜZERİNDE BAŞKALARININ KAFASINI TAŞIMAYA-GEZDİRMEYE RAZI” kişiliklerdir deyip kendi mücadelemize devam edeceğiz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar