Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Nisan günü sabah saat 6.30'da işgalci TC ordusu Skorski tipi helikopterle Amed’in Akdağ alanına indirmeler yaparak bir operasyon başlatmıştır. Operasyon, Dest Mala, Seferan, Kosan, Kewnik, Miçke, Tepe Tang ve Şehit Xeyri sırtlarınıda kapsamıştır. Bu alanlarda yoğun keşif faaliyetliliği ardından operasyon aynı gün sonuçsuz geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Terör kavramı bu dünyada birçok kavram gibi sadece ve sadece egemen sınıfların çıkarlarına göre içerik yüklenen bir kavramdır.
Bir ara Noam Chomsky terörizm kavramı için: “Terörizm genellikle; terör tohumlarını atmak yani kurbanlar kategorisindeki diğer insanların aşırı korkması amacıyla, kurbanlar kategorisindeki insanlara karşı yapılan eylemler olarak tanımlanır. Bu, ‘diğer insanların’ gelecekteki davranışlarını değiştirmek amacıyla yapılır“ tespitini yapmıştı.
Avrupa Sözleşmesi’nin 17. maddesinde de terör, “...başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem...” diye tanımlıyor.
Türkiye devleti hangi tanımı kendileri için esas alıyorlarsa o tanım üzerinden söyleyeceklerimizi dile getirelim. Ya da dinlerin tanımlamalarına göre bu kavramı ele alalım. Hangi terör tanımını esas alacaklarsa o göre değerlendirmelerde bulunalım. Yeter ki o Türkiye’de piyasaya sürülmüş ve mantar gibi orta yerde bitivermiş olan yarı bilmiş psikolojik özel savaş elemanları ile tüm ekranları kaplayan “terör” uzmanların tanımlamaları olmasın. Çünkü böyleleri yarı bilmişlikleriyle kendi boylarından çok ileri düzeyde değerlendirmelere doludizgin yalanları bile bile utanmadan yapabilmektedirler. Üstelik bu yalanları sıkarlarken yüz hatlarında tek bir utanma duygusunu da göremezsiniz. Göremezsiniz çünkü böyleleri Fuche tarzı karaktersiz kişiliklerdir. Birde Türkiye toplumlarından bilinen, “yarım hekim candan, yarım imam dinden eder” özdeyişinden yola çıkarak yarı bilmişlik ise yoldan çıkar insanı gerçeğinden dolayı bunların tanımlamaları dışındaki tüm tanımlamalara varız diyoruz.
“...başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem...” terör eylemi ise TC devleti adındaki yapı sadece bugün değil, dünde, evvelsi ki günde, bir daha evvelsi ki günde hep terör suçu işlemiştir.
Kürdistan’ı işgal edenler onlar, işgal ederek bu topraklarda yaşayan insanlar tüm doğuştan gelen haklarını sadece inkar eden değil, bu doğuştan gelen hakları yok etmek için gece gündüz çalan onlar, bir halkın en insani ve toplumsal hakkı olan dilini yasaklayan onlar. İsimlerini değiştirenler onlar. Coğrafyasını, kültürel mirasıyla oynayanlar yine onlar. Bunlar yeterli görülecek ise Kürtlerin binlercesini katledenler yine onlar. Hem katletmiş hem de yaptığı katliamları Kürtlere yığanlar yine onlar.
Şimdi sormak gerekiyor, Kürtler TC devletinin yaptıklarına karşı ne yapmışlar? Dağa çıkmak olmuş. Dağlara çıkan Kürtler ya da onların evlatları yaptıkları sadece ve sadece onlardan alınmış olan hakları yeniden geri almak olmuştur. Bu hakların yeniden geri iade edilmeleri için bu halkın evlatları dünyada en ağır çilelere katlanmayı göze alarak meydanlara çıkmışlardır. Ölmemek için kendilerini korumuşlardır. Vurulmamak için kendilerini savunmuşlardır. Ve tüm bu savunmalar hep Kürdistan’da olmuştur. Bu savunmalar başkasının topraklarına girilerek yapılmamıştır. Bu savunmalar kendi topraklarında yani Kürdistan’da işgal konumunda olan bir imha gücüne karşı verilen bir savunma olmuştur. Dolaysıyla başkasının “...başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem...” asla olmamıştır. Ortaya sergilenen eylemler sadece ve sadece savunma amaçlı olduğu gibi dediğimiz gibi bir halkın elinden zoraki gasp edilmiş olan haklarının geri alınması için yapılan eylemler olmuştur.
Şimdi Avrupa Konseyinde özgürlük savaşçıları için kullanılmış olan “aktivist” kelimesi bu bağlamda yeterli olan bir kavram değildir. Elbette gerillaların tümü aktivisttir. Ancak özgürlük aktivisti. Bunun için Avrupa Konseyin daha önce özgürlük hareketi ve onun militanlarına dönük kullandığı terör kelimesinden geri adım atması iyi bir adım olsa da, asıl yapılması gerekli olan Kürdistan özgürlük gerillalarını özgürlük aktivisti ya da özgürlük savaşçıları olarak tanımasıdır. Avrupa Konseyi Kürt özgürlük savaşçılarını böyle tanımlamasının yanı sıra TC devletini de yaklaşık yüz yıldır Kürt halkına karşı sistematik olarak uyguladığı terörden dolayı Terörist Devlet demesi gerekmektedir.
Denilecek ki şimdilerde TC devleti yapılan onca suçu telafi etmek için adımlar atmaktadır. Diyelim ki öyle olsun, bu yüz yıl boyunca Kürtlere karşı işlenmiş terör ve terörizm suçlarını silecek bir durum olamaz. Şimdi yapılanlar, ya da yapılması düşünülmüş olanlar olsa olsa gelecekte terörist faaliyetlerinden uzaklaşmış bir TC devleti olacaktır. Ancak tarihte işlenmiş suçlar olduğu gibi durmaktadır, bunların telafisi de yine TC devletine düşmektedir.
Özcesi Kürtlerin özgürlük savaşçılarını özgürlük savaşçıları olarak tanıması ve de TC devletinin yüz yıl boyunca hem Kürtlere hem de başka halklara ve inançlara karşı yaptıkları terörü de terör faaliyeti olarak tanımlarsa Avrupa o zaman bir nebzede olsa TC devletinin işlediği suçlardan kendisini arındırmış olacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
“Tarih bize yeniden Kemal Pir, Mazlum Doğan ve Haki Karer tarzından çalışmayı dayatıyor” demiştik. Bunun böyle olduğunu son zamanlarda olup bitenlere çok rahat bir şekilde gösteriyor bize.
Başkan Apo’nun başlattığı yeni süreçle birlikte Kürdistan’a adım atamayanların, halkımıza söyleyecekleri bir sözü olmayanların, toplumumuzda dıştalanmış olanların ve de benzerlerin Kürdistan’da nasıl cirit attıklarını görüyoruz. Cirit atmalarına bir şey diyeceğimiz olmaz ancak bu cirit atanların bir kısmı Dicle Üniversitesinde görüldüğü gibi 40 yıldır bu halkın ödediği ağır bedellere saldırarak cirit atıyorlar. Bir kısmı ise, bu halkın kendisini ölüm cenderesinden inanılmaz direnişlerle bugünlere getirmesini halen teröristlik olarak ele alarak yapıyorlar. Bir kısmı ise halkımızın değerlerine saldırdıkça saldırarak yapıyorlar. Ve bir kısmı ise ortaya çıkarılmış bunca değerlerin yokmuş gibi ajite ederek, halkımızla alay ederek yapıyorlar.
Özcesi gerillanın Kürdistan’ın kuzeyinden güneyine geçmesini fırsat bilipte halkımıza ve onun yarattığı değerlere farklı şekillerde de olsa dil uzatarak saldırılarda bulunmaktadır. Bir gerçekli budur.
Diğer gerçeklik ise Başkan Apo’nun 21 Mart Newroz’unda 2 milyon insanın önünde yaptığı tarihi açıklamayla özgürlük hareketi ve özgürlüğü bin kez hak etmiş halk ve halkların önüne müthiş fırsatların ortaya çıkmış olmasıdır.
Öncelikli olarak özgürlük hareketi, Kürt halkı ve de bu toprakların en güzel renkleri olan Ermeni, Asuri, Arap, Yezidi, Alevi derken tüm diğer güzel renkler için her alanda istedikleri gibi kendilerini dile getirme olanağı ortaya çıkmıştır.
Bu iki durumda da çıkaracağımız sonuç her hâlükârda eskisinden çok daha fazla çalışma yürütme görevlerimizdir. Birinci olarak halklarımızın karşısında gerici duruşlarını terk etmeyenlere karşı vereceğimiz mücadele görevlerimizdir. İkinci olarak ise yeni açılan mücadele sahalarında yürüteceğimiz çalışmalardır.
Kürdistan’da adeta inkarcılığı, imhayı, horlamayı, küçümsemeyi, hakaret etmeyi Kürt halkı ve diğer buranın güzel renklerine marifet bilenlere karşı yapacağımız kesinlikle güçlü duruşumuzu korumaktır. Örgütlülüğümüzü daha da pekiştirmektir. Mücadele ruhumuzu ve azmimizi koruyarak bu gerici cepheye karşı durmaktır. Bu ise kesinlikle eskilerden olduğundan çok daha fazla bir araya gelmekten, ortaklaşmaktan, çalışmaktan ve kesinlikle örgütlenmekten geçmektedir.
Hiç şüphesiz bu örgütlü duruşu ağırlıklı olarak demokratik mücadele içerisinde kalınarak yapılacaktır. En son Dicle üniversitesinde görülen paramiliter güçlerinin saldırılarına karşı istisnai olarak gerektiğinde öz savunma duruşuyla karşı duruş olacaktır. Ancak her hâlükârda Kürdistan’da halkların çıkarlarını düşünenler kesinlikle ama kesinlikle öz savunmalarını her şart altında alacaktır. Öz savunma her zaman ateşli silahlarla yapılan öz savunmalar olmak zorunda değildir. Ateşli silahlardan çok daha ilerisinde rol üstlenecek olan öz savunma ateşsiz olanıdır. Yani örgütlü duruşla kendini savunmaya alan öz savunmadır. Her saldırıya karşı savunmalı ve korunaklı olan savunmadır.
Diğer önemli durum ise yeni mücadele süreciyle birlikte önümüze açılan yeni fırsatlardır. Artık her yere açılma zemini yakalanmıştır. Örneğin en son Time Dergisinin Başkan Apo’yu dünyada 100 en etkili liderler arasında sayması, Avrupa Konseyi Meclisinde PKK’yi ve kadroları “aktivist” olarak görmesi hep yeni ve önemli açılım sahalarıdır. Legal siyaset gibi birçok çalışma alanı da yeni dönemde oldukça büyük fırsatlar yakalamış çalışma alanlarıdır.
Durum buyken o zaman yapılması gerekli olan açıktır; çalışmak, çalışmak çalışmak. Tabii ki yaratıcı bir tarzda çalışmak, yaratıcı bir tarzda harekete geçmek, yaratıcı bir tarzda açılmak.
Şunu peşinen söyleyelim, Kürdistan özgürlük mücadelesi bugünlere gelmek, bugünleri yakalamak için binlerce kahraman evladını verdi, binlerce köyü yakılıp yıkıldı, milyonlarcası sürüldü, yüz binlercesi sürgüne yollandı. Ve tabi kardeş halklarda yanan Kürt halkıyla birlikte yanmıştır. Ve bugünde aynı komşu halklar ve bu topraklarda yaşayan farklı inançlar nasıl ki özgürlük hareketinin çalışma sahaları genişlemiş ise aynı şekilde kardeş halklar içinde bu gerçekler ortaya çıkmıştır.
Bir diğer yazıda bu duruma tarihi moment dedik. Tarihi momentlerdeki çalışma tarzı sıradan olamaz. Tarihi momentlerde çalışma tarzı ancak ve ancak Kemal Pir tarzında olur. Mazlum Doğan tarzında olur. Haki Karer tarzında olur. Bu tarzın en belirgin olan özelliği en olmaz imkansızlıklardan muazzam çalışarak ürün ortaya çıkarmaktır.
İşte bunun için diyoruz ki dönem herkes için özelde de Kürdistanlı gençler için Kemal Pir tarzında Pir’ce çalışarak coğrafyamızın bin kez hak ettiği özgürlük imkanlarını elden etmektir.
Devam edecek
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Nisan günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Şîkeftanê köyü ve çevresine yönelik işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon düzenlenmiştir. Operasyon esnasında köylülere ait mazot bidonlarını ateşe vererek imha eden düşman askerleri köyde yeni bir karakol inşa etmek istemektedir.
- Ayrıntılar
Son mektubun üzerinden yedi yıl geçti ölçülebilir takvim zamanlarında. Yürek zamanında hep benimleydin oysa. Nereleri gezdim biliyorsun. Güzel dağların ardından isteksiz isteksiz mecburiyetten yolum yeniden düştü şehirlere. Sana hep yazmak istedim. Biliyorsun, dağlılığını sevdim en çok senin. Bir dağ gibi taşımak istedim yüreğimde. İkimizin de yüreğinin ortak mekânıydı dağ. Sıyrılıp bu mekanik zamanlardan dağın anlam zamanında yaşıyorduk sadece. Ötesi kirletiyordu ikimizi de. Zaman-mekân diyalektiğinde dağdan öte kirli, buruk, sesi soluğu kesilmiş oluyorduk. Hani alıp götürmese yüreklerimiz ve seslerimize sinen dağlar, dağın insanları, boğulurduk ikimiz de.
Hangi asfalt caddelerde beton duvarların ardında demir yığınlarının içinde gezinse de bedenimiz, yitik iki dağlıydık oysa sadece ikimiz de. Ölçülebilir zaman dışında yaşama tercihimizde kararsızlık geçirmedik ikimiz de. Hani bir dosta yazıyorum ya, hani adettir ya, seni ölçülebilir takvimlerin yedi yılında gönül alıcı bir özür dilemeliyim ya mektupsuz koyduğum için. Oysa biliyorsun bizim yürek âlemimizde pek ısınamadığımız kelimelerdir pardonlu, lütfenli, özür dilerimli seslenişler. Kırsak kalbini sevdiğimiz birinin, mahcup bir bakışımız, utangaç bir tebessümümüz, yere bakan gözlerimiz, kelimelerin bir türlü dökülemediği titreyen dudaklarımızın tamir edemeyeceği bir kalp yoktur, biliyoruz ikimiz de.
Her ne kadar hep yüreğimin dostlara ayırdığı o sımsıcak köşesinde taşısam da seni her yere, bir burukluk vardı hep içimde. Hani en iyi, dostlar bilir ya, bir dosttan sese dökülmüş, kalemde kalıcılaşmış ve sana ulaşmış bir selamın gururunu ve sevincini. Zaten ne isteyebilir ki bir dost bir dosttan yürekten bir selamın dışında. Ne kadar çok şey paylaşsalar da birbirleriyle, ne kadar birine ait bir şey, bir o kadar aitse ikisine de, yine de günde bin defa karşılaşınca gözleri, bir sıcak merhabanın, hasretle kucaklaşmanın yerini dolduramaz hiçbir paylaşma biçimi. Ama şehirlerde boğulmuş sesimle ve şehirlerde iyice bir yolunu şaşıran parmaklarımla kelimelere ve seslere dönüştürüp sana ulaştıramıyordum bir türlü selamımı.
Önceki mektupta gururla yazmıştım ya sana, seni en çok bu dağlarda anlayıp daha çok sevdiğimi. Yüreğimden hançereme bir yumruk gibi oturan sesim ve gözpınarıma asılı kalmış bir damla tuzlu suya gömülü bir gururla seslenmiştim sana.
Paylaşmak paylaşmaksa bütün güzelliklerini dostluk, en güzel yerlerde yaşadığın güzellikleri seninle paylaşamazlık edemezdim. Bu güzellikleri en çok hak eden ama en çok koparılmak istenen dostum, hasretinde olduğun bu dağlara ulaşmanın ve bu dağların en yüceleri Zağroslarda yaşadığım her şeyi seninle paylaşma sevincinde ve gururunda yazmak, duygularımı paylaşmak ne kadar rahatlatmıştı yüreğimi anlatamam.
Gördüğüm bütün dağlılara sana ve dostluğumuza dair bir şeyler anlatarak gururla taşırmak istedim seni dağlara. Dostlar kimseyle paylaşmak istemez dostlarını. Çok iyi bilirsin sen bunu, kıskançtır dostlar, en kıskanç sevgiliden bile daha kıskançtır dostlarını paylaşmada.
Ben seni dağlarla ve dağlılarla paylaşabilirdim ancak. Yüreği bir dağlı olarak çok iyi bilirsin sen, en ustasıdır onlar her şeyini paylaşmanın. Her şeyimle her şeyimi paylaşmak yakınlaştırıyor onlara beni en çok. Değer bilmez, dostluk bilmez şehir mekânlarında bize ait olan, dostlara ait olan paylaşılmışlıkların pazara düşme korkusudur kıskançlık. Her şey düşünce o pazarlara nasıl yitiriyorsa değerini, dostlukların da değerini yitirmesinden korkardık ikimiz de.
Ve iyi bilirdik asla pazarlara düşmemeliydi en insani yanımız olan dostluklar. O yüzden neyi düşürsen daha bir değer kazanan bu dağların dağ yürekli çocuklarıyla paylaşmıştım seni. Daha bir değer kazandı dağlara düşen dostluğumuz.
Sevgili dostum,
Yine o mekânlardayım bütün yüreğim ve üstelik bedenimle. Yeniden kavuştuğum bu güzellikleri bir selam yapıp dökmeden söze ulaştırmasam sana, ihanetlerin en büyüğü olan dost ihanetinde boğulacak yüreğim. Gururla şimdi sana selam veriyorum dağlardan. Bir dost sohbetinde gördüklerimi ve yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum seninle dostça. Hani ne kadar söze dökülünce sevinç veriyorsa insana bir merhaba, paylaşmada mahirdir en çok gözleri insanın. Biliyorum, merhabadan sonra gözlerimde paylaşabilirim her şeyi seninle. Hepsini yazmayı gerekli bulmuyorum sana. Ama gururlanacağını bildiğim için iki kelimeyle anlatayım sana yürümeye doyamadığım dağlarda dost yüreklerle seni nasıl paylaştığımı.
En çok sağlam dostluklara inanıyor onlar, hilesiz-hurdasız, fitnesiz-fesatsız, yalansız-dolansız, kirlenmesine asla izin vermedikleri bir parıltı olarak taşıyorlar yüreklerinde bütün dostluklarını. En küçük bir gölge düşürülse dostluklarına, hiçbir zulmün, işkencenin, acının, ihanetin kâr etmediği yürekleri bir çocuk kalbi gibi kırılıp daralıyor dünyaları.
Anlatırken seni, korumada maharetli oldukları yüreklerinde bir kıvılcım olarak hep taşıyacaklarını o göğüs kafeslerinde seni, biliyordum. Ve biliyorum şimdi, onların yüreğine düşmüş olmanın sevincindedir gözlerin. İsmini sevgiyle ve yiğitlikle sesine düşürse bile bir teki seni, bu, dünyalara bedeldir senin için. Ve bütün dost gayretimle seni anlatmaya çalışıyorum onlara. Anlayıp ‘yiğitliğine yakışır bu toprakların bir evladıymış’ diyorlar. Hani kolay kolay payesini kimseye vermedikleri yiğitlikle bir arada anınca onlar senin ismini, bir yiğitle dost olmanın gururuyla kabarıyor yüreğim. Bir çift söz etsem sana dair, dost paylaşımlarına inançta lekesiz, pırıl pırıl yürekleriyle ne kadar çabuk anlıyorlar seni, anlatamam. Ve dostluk ustası bu dostlar hemen teslim edip hakkını, veriyorlar sana hak ettiğin değerini.
Sevgili Burhan, güzel dostum;
Şimdi belki kızacaksın bana dostça bir sevecenlikle, ‘bırak sana ait çok iyi bildiğim o duygularını anlatmayı. Sen bana, o beni ben yapan o dağlarımı ve dağlarımın o güzel çocuklarını anlat’ diyeceksin. Hadi yine kızma öyle, kızgın çıkmasın bir nara gibi dağ hasretinde sarhoş sesin. Anlatacağım sana elbette, senin çocuğu olduğun dağların, seninle gurur duyan çocuklarını. Bir bilsen ne kadar ustalaşmışlar yeni dünyalar kurmada. Bir yurt yaratıyorlar şimdi bu güzel mekânlarda. En çok da dağ yüreklilerin koparılışlarında anayurtlarından öfkedeler. Kendileri için ne kadar sabır ve huzurla yaratıyorlarsa bu güzellikleri, bu güzelliklerden mahrum bırakılanlar bir an önce dönebilsinler diye bu güzelliklere, bir o kadar sevecen bir acelecilik ve telaştalar.
Sürgünlerde yurt hasretinde kanayan yürekleri, bu dağların güzelliğinde sağaltmak için bu bahara yetiştirmek istiyorlar güzellik inşalarını. Tek bir yüreğin dağ hasretinde kırık ayrılmasına bu dünyalardan kalmamış tahammülleri. Gömüldükleri, vurulup düştükleri bu dağlarda yanı başlarında olsun diye bütün dağ yürekliler, ha bire yer açma telaşındalar.
Seni anlatınca onlara ‘Bizim Karadeniz Burhan’a da güzel bir yer açmak gerekir bu dağlarda’ diyorlar. Gururlanıp seviniyorum. En çok gömülmek istediğin yerde bir yer açılacak sana. Kahpe kurşunlar düşürememişti seni toprağa. Dağ hasretine dayanamayıp sıyrılmıştın bedeninden. Dağlarda konacak güzelliklerin telaşında çırpınıyordu ruhun.
Dostlar hep müjdeli haberler bekler birbirinden. Madem bu kadar dostuz birbirimizle, yüreğime yerleşmiş bir müjdeyi vereyim sana. Zamanımız daha bir yakın gibi hissediyorum o güzel günlere. O güzel günlerde, o en güzel yerlerde, o olmayı en çok istediğin yerlerde bir yer açılıyor şimdi toprağa düşmüş bedenine. Her şeyinle seni dağlara getireceğim günler yakın diyor yüreğim. Bilirsin, kolay kolay yanılmaz dostluklardaki dağ yürekler. Çağırsam geleceksin, biliyorum. Sarhoş olacağız ikimiz de bu dağların güzelliklerinde. Bu sözleri duymak bile sarhoş etmiştir şimdi seni. Dağa ait bir damla, bir sözcük, bir selam bile ne kadar sarhoş edip sevinçlere boğar seni biliyorum.
Dağdayım şimdi Sevgili Burhan. Kalkmışsın o mahkûm edildiğin sandalyeden. Ayaklanmış, yürüyorsun benimle bütün patikalarda. Keyifli sohbetlerin, müjdeli haberlerin dost kucaklaşmalarının sevincinde çılgın ve sarhoş yüreklerimiz. Utanıp saklamaya gerek yok bu dağlarda sarhoşluklarımızı. Halden anlar dağlılar, anlayacaktır ikimizi de. Paylaşıyorum seni her şeyimle. Bu sarhoş, bu çılgın yüreklerimiz sofrasını buldu şimdi. Ekmeklerini paylaşacaklar bizimle ve sana ulaştıramadığım şaraptan dereler akacak yanı başımızda. Hangisi hangi dereden bir kadeh doldurup koysa önümüze, hangisi usulca okşayıp bir dağ çiçeğini, kokusunu savursa yüzümüze, hangisinin gözleri dikilse şarap renkli ufuklara gün doğumunda, biz de payımızı alıp yudumlayacağız büyük bir keyifle. Sonra sarhoşluğunda dağların, aylak aylak dolaşacağız bütün patikalarını. Dağ sarhoşluğundaki muhabbetlerimizde daha bir bulacağız kendimizi.
Sevgili Burhan,
Hasretlik bir mektup bu. Gecikmiş bir selam bu. Utancındayım gecikmenin. Duy titrek sesimi. Nemli ve utangaç gözlerimde kabul edeceksin biliyorum özrümü. Bu dağlar, her şeyiyle sen olan bu dağlar, bir ana gibi kucaklıyor ikimizi de. Böyle bir evladı doğurup ak sütünde emdirdiği için ne kadar minnetteyim bilsen o güzel ananın. Hepimize ana olan bu dağlarda sana saldığım bu selamda unutsam o güzel anayı, yarım kalacak bu selam biliyorum. En çok da seni yüreğinde taşıyan o güzel anaya da ilet selamımı. Seni kucaklayan ellerinden, seni seven yüreğinden ve seninle hep dolu dolu olan o gözlerinden öpüyorum hasretle. Gurur duyuyor seninle. Gurur duysun istiyorum benimle de, payımı alabildiğim için senin dostluğundan.
Analarımızın gururlanmasının bizimle, tutamaz hiçbir şey yerini. Bizimle gururlanan analarımızın gururundayız şimdi. Gururlanabiliriz ikimiz de, sen en güzel dağ, ben de en güzel dağın dostu olabildiğim için. Ana gururundayız ikimiz de. Dostuz ve anayız ikimiz de. Bir dost bulunca, en iyi dostu olan anasına kavuşmuş gibi olur insan. Ve en çok anasıdır insanın dostu. Sen yüreğimin dağ çocuğu, bütün açlıklarımda beni dostluğunla emziren sevgili anamsın. Varsa bir kusurum, en çok affedici olan çocuklar ve analar gibi affedeceksin beni, biliyorum. Bir dosta bir selam göndermenin ve kusurunu affettirmenin sevincinde kucaklıyorum seni.
Dağa geldim. Sana geldim. Yine ve yeniden, bütün yüreğimle merhaba dostum…
JÊHAT BÊRTÎ
- Ayrıntılar
Devrimci görevler köklü olan görevlerdir. Şartlar ne olursa olsun yerine getirilmesi gerekli ve zorunlu olan görevlerdir.
Tarih Kürtlere ve dostlarına yeni tarihi görevler yüklemiştir. O zaman yapılması gerekli olan bu tarihi görevlerin hakkını vermektir. Aksi taktirde tarih bizleri-kendisine devrimciyim diyenleri af etmeyecektir.
Tarihi bir momentten geçiyoruz. Bu tarihi momentin sürükleyici ve de itekleyici güçlerin başında gençler gelmektedir. Bunun için en büyük görevler gençlere düşmektedir.
Başkan Apo yeni bir süreç başlatmıştır. Bu yeni süreç herkese moral ve coşku vermektedir. Ancak bu sürecin çok ciddi tehlikeleri de vardır. Başkan Apo’nun belirttiği bu yeni çizgi birçok çevreyi harekete geçirebilmektedir. Çok geniş çevrelere ulaşma imkanı sağlamaktadır. Bugüne kadar ilişkilenemediklerimizle ilişkilenebilmekteyiz. Hareket sahamız ya da açılım sahamız çok genişlemiştir. Üstelik bu tüm çalışma sahaları için geçerli olan bir durumdur.
Diplomasiden siyasal çalışmalara, sivil toplum örgütlenmesinden çeşitli meslek çalışmalarına, kültürel etkinliklerden geniş sosyal etkinliklere, felsefik derinleşmeden ideolojik derinleşmelere, dünya halklarından bulunduğumuz alandaki halklara, inanç guruplarına derken kadınlara, yaşam arayışları ayrı olanlara, çevrecilere, sistem karşıtı birçok çevrelere ulaşma, ilişkilenme, ortaklaşma imkanları çok fazla artmıştır. Bunlar Başkan Apo’nun başlattığı yeni süreçle objektif olarak ortaya çıkan gerçeklerdir.
Ancak aynı durum yer yer belki de daha fazla bugüne kadar Kürtleri ve bu topraklarda yaşayan diğer halkları ve de farklı kültürleri baskılayan, yok sayan, küçümseyen ve çoğu zaman da bu ezenler içinde geçerlidir. Faşistlikleriyle nam salanlar bugün çok rahat bir şekilde sadece halkımızın arasına değil, insanlığın da arasına çıkma fırsatı yakalamışlardır. Dün itici ve nefret toplayanlar bugün tüm ekonomik imkanlarını da kullanarak bu durumu gidermek için de fırsatlar yakalamışlardır.
Dikkat edelim, posta posta Kürdistan’a akın etmeye başladılar. Dün halkımızın içine gelmeye korkanlar şimdi gövde gösterileri yapıyorlar. Ve zaman ilerledikçe bunu çok daha ileriye götüreceklerdir. Ekonomik, sosyal, teknik, medya derken tüm imkanlarını seferber edeceklerdir.
Açıkça belirtelim; Kürt halkını yine diğer farklı halkları, inanç guruplarını ve çevreleri öteleyen faşizan zihniyet yaptıklarını meşrulaştırmak için köklü bir SEFERBERLİK başlatacaklardır. Bu seferberliğin ilk işaretlerini şimdiden görüyoruz. Yılların psikolojik özel savaş tecrübelerini de kullanarak kesinlikle yeni süreci kendi lehlerine çevirmek için bin dereden su getirerek çalışacaklardır.
Bunu bilelim, buna göre yaşayalım. Başkan Apo’nun dile getirdiği: “Demokratik kurtuluş ve demokratik yaşam süreci”ne etkili katılmak istiyor isek, gerçek manada yeni bir demokratik yaşam inşa etmek istiyor isek o zaman bu sürece yüklenmemiz gerekiyor.
Başkan Apo çok önceleri “çalışalım, çalışalım, çalışalım” demişti. Yine “çalışanlara selamlarımı iletin” demişti. Demek ki tarih bize her zamankinden çok daha fazla çalışmayı dayatıyor. Adeta bir saniyemizi boşa geçirmeden ulaşabileceklerimize mutlaka ulaşmalıyız. Unutulmamalıdır ki Mazlum Doğan yoldaşlar Diyarbakır zindanlarında kitle ilişkilerini nasıl oluşturduklarını bizlere anlatmışlardı. Bir insanla konuşabilmek için nasıl aç kaldığını, ne kadar zorluk çektiğini bize anlatmıştı. Yine bir Kemal Pir yoldaşın “gerektiğinde 3 saat konuştuk, gerektiğinde ise 300 saat konuştuk” çalışma tarzı bizim yeni dönem çalışma tarzımız olmak zorundadır.
Evet, dönem Kemal Pir ve Mazlum Doğan tarzı çalışma dönemidir. Buna tabii ki Haki Karer yoldaşın Antep ve Adana’da birkaç genci eğitebilmek için nasıl hamallık yaptığını da bilmeliyiz.
Evet, çalışma tarzımız Kemal Pir tarzından, Mazlum Doğan tarzından, Haki Karer tarzından olmalıdır ki, yaratılan onca değeri daha büyük değerlerle, özgürlükle, eşitlikle taçlandıralım.
Evet, tarihi bir momenti yaşıyoruz. Bu tarihi momentin sürükleyici güçlerinin başında gençler gelmektedir. Gençlerin ise rollerini oynayabilmeleri için kesinlikle çok köklü ve güçlü bir çalışma tarzına ihtiyaçları vardır. Bu çalışma tarzını ise büyük devrimcilerimiz, büyük önderlerimiz 30 yıl öncesinde bize göstermişlerdir.
Evet, tarih bize yeniden Kemal Pir, Mazlum Doğan ve Haki Karer tarzından çalışmayı dayatıyor.
Devam edecektir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Nisan günü saat 08.00 ile 20 Nisan 03.00 saatleri arasında Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Oramar mıntıkasında bulunan Şehit Gafur ve Şehit Karker alanları işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bombalanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Amed’te Nesim Güzel isimli bir şahıs hareketimiz adına halktan para toplayıp halkımızı dolandırmaktadır. İsmi geçen şahsın hareketimizin herhangi bir organıyla hiçbir biçimde ilgisi/ilişkisi bulunmamaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
17 Nisan günü Hakkari’nin Yüksekova ilçesi Oramar mıntıkasında bulunan Şehit Gafur ve Şehit Karker alanları 11.00 ile 14.00 saatleri arasında obüs ve havan toplarıyla, 18.00 ile 19.30 saatleri arasında da kobra helikopterler tarafından bombalanmıştır.
- Ayrıntılar
Dicle Üniversitesi’nde yaşanan olaylar önemli. Bu olaylar doğrudan adına “Çözüm süreci” denen yeni süreçle bağlı. Öyle ODTÜ ve diğer üniversitelerde yaşanan öğrenci olaylarından çok farklı. Eğer bir yerdekine benzetilecek ve bağlanacaksa, Suriye devlet güçleri ile adına “Muhalefet” denen bazı çete gruplarının Rojava halkına yönelik Halep, Serîkaniyê, Kamışlo ve Hasekî’de artan saldırılarına benzetmek ve bağlamak daha doğru olur.
Bir kere olayların oluşu çok açık. Dicle Üniversitesi’ndeki yurtsever öğrencilere adını “Hizbullah” koyan, Kürt halkının ise “Hizbulkontra” olarak ifadelendirdiği çete güçlerinin polis gözetimindeki saldırısı gerçekleşmiştir. Yani saldıran bir taraf var: Hizbulkontra. Saldırıya uğrayan bir taraf var: Yurtsever Kürt öğrencileri. Onların şahsında Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi. Yine zemin yaratan ve saldırıyı destekleyen bir güç var: Muammer Güler yönetimindeki polis.
Bu saldırının amacı ya da amaçları da çok açık. Bir amaç, yerel amaç Dicle Üniversitesi’ni ele geçirmektir. Yani üniversitede kendi fikir egemenliklerini kurmaktır. Diğer amaç, genel amaç ise adına “Çözüm süreci” denen yeni süreci provoke etmektir. Yani PKK’nin ateşkesini bozmak ve gerillanın geri çekilmesini engellemektir. Dicle Üniversitesi’nde bile böyle bir saldırı olursa, o zaman PKK çatışmaları nasıl durdurabilir, ateşkesi nasıl yürütebilir, gerillayı nasıl Kuzey’den çekebilir? Bu saldırı ile PKK’ye mevcut süreci devam ettirdiğinde başına gelecekler gösterilmek istenmiştir.
Peki kimdir bu saldırıları yapan “Hizbullah” ya da Hizbulkontra? Bu güçleri Kürt halkı da, kamuoyu da çok iyi tanıyor. Çünkü bunları TC’nin özel savaş sistemi 1990’lı yılların başında Kürt Özgürlük Hareketine ve yurtsever Kürt halkına karşı tetikçi olarak kullanmıştı. Bu saldırılarla yaşanmış binlerce “faili meçhul” denen katliam var. Bu çeteci grubu 2000’lerin başında Ecevit hükümeti tutuklatmış ve ağır cezalara çarptırılmıştı. Ancak 2010 yılında AKP hükümeti bazı hukuksal numaralarla bu güçleri cezaevinden salıverdi. Kısa süre sonra haklarında yeniden tutuklama kararı verilmiş olmasına rağmen, çeteci grup sırra kadem salmıştı. Basına yansıyan bilgilere göreyse, bu grup İran’a geçmişti.
Bu çete grubu 1990’lı yılların başında Türk özel savaşının tetikçisi olarak Kürt yurtseverine saldırtılırken, bu grubun ardında İran’ın olduğu da söyleniyordu. Yani Türk özel savaşı ve İran birlikte Kürt yurtseverlerine saldırı yapıyordu. Tetikçi olarak iki gücün ortak kullandığı kesimse bu Hzbulkontra denen çeteci ekipti. Şimdi de aynı ekibin yeniden devreye sürülmeye başlandığı görülüyor.
O halde yapan belli olduğuna göre, yaptıranlar da bellidir. Hizbulkontra denen bu çete ekibinin arkasında İran ve Türk özel savaş güçleri vardır. Bu iki gücü, yani İran ile Türk özel savaş güçlerini bir araya getiren tek şey, Kürt karşıtlığıdır. Kürt Özgürlük Hareketine bu temelde Kürt varlığı ile Kürt sorununun çözümüne karşıt olmalarıdır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Newroz’da yaptığı büyük çağrının başlattığı yeni süreç bu kesimleri telaş içine sokmuştur. Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi bu kesimleri ciddi biçimde korkutmuştur. Hizbulkontranın yeniden devreye konması ve Dicle Üniversite’ndeki yurtsever öğrencilere saldırı bu süreci sabote etmek ve engellemek amaçlıdır. Rojava’da Kürtlere yönelik saldırıların artması da aynı amaçlıdır ve o saldırıların arkasında da aynı güçler vardır.
Bu durum bize, basına yapılan açıklamalarla gerçeğin çok farklı olduğunu göstermektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Newroz çağrısına destek verdiğini herkes açıklamıştı. MHP ile CHP bile açıktan reddedememişti. Tüm bölge güçleri ile küresel aktörler “Destek açıklaması” yapmıştı. Öyle ki, selamlayanlar, kutlayanlar, açıktan PKK’yi olumlayanlar peşpeşe gelmişti.
Fakat şimdi görülüyor ki, gerçek siyaset herkes açısından böyle değildir. Basına “Süreci desteklediğini” açıklasa da, aslında sürece karşıt olan ve el altından süreci engellemeye çalışan epeyce güç vardır. Hizbulkontra’nın bu güçlerden biri olduğu açığa çıkmıştır. Ardındaki İran ve Türk özel savaş güçlerinin de mevcut çözüm sürecine karşıt olduğu anlaşılmıştır.
Tabi karşıtlar topluluğu sadece bunlarla da sınırlı değildir. Örneğin KDP’nin gerçek tutumu pek net değildir. Çözüm sürecinden gerçekten yana olsa, o zaman Zağros TV böyle süreç karşıtı propaganda yapar mı? Yine Fransa ve Almanya gibi güçlerin de ikili oynadığından kuşkulanmak için çok neden vardır. Eğer bu güçler yeni sürece karşı olmasalardı, o zaman yüz güne yaklaşmış olunmasına rağmen Paris katliamı hiç böyle karanlıkta kalır mıydı?
Daha fazla irdeledikçe, neredeyse süreç karşıtlarının destekleyenlerden çok daha fazla olduğu açığa çıkacak. Belki de bu listenin ucu AKP’ye kadar gelecek. Dicle Üniversitesi’ndeki saldırının AKP yönetimindeki polisin gözetiminde yapılmış olması bu kuşkuyu daha da artırmaktadır. Yine sürecin yürütülmesindeki AKP isteksizliği ve süreci muğlaklaştırıcı yaklaşımları sözkonusu kuşkuyu neredeyse gerçeğe dönüştürmektedir. Bu durum adeta insana “Yoksa AKP gerillanın geri çekilmesine karşı mı?” sorusunu sordurmaktadır.
Dikkat edelim, “Silahlar sussun, fikirler konuşsun” diyen AKP, sürecin TBMM’ye götürülmesine ve yasal-siyasal çerçeveye kavuşturulmasına karşı çıkıyor. “Kürt inkârı ve asimilasyonu aşıldı” diyen AKP, yeni anayasada Kürt kimliğinin yer almasını istemiyor. Aslında AKP Kürt varlığını kabul etmek ve Kürt sorununu çözmek istemiyor. Deyim yerindeyse bir nalına bir mıhına vuruyor. İpe un sererek süreci sadece ateşkes konumunda tutmaya çalışıyor.
O halde Dicle Üniversitesi saldırısının AKP polisinin gözetiminde gerçekleşmiş olması bir tesadüf ve şaşırtıcı değildir. En azından AKP içindeki bir kesimin bu yeni sürece karşı olduğu ve dolayısıyla üniversite saldırısının ardında bulunduğu açığa çıkmıştır.
Tüm bunlar süreç konusunu daha da aydınlatıp, AKP yalanlarını gün yüzüne sermektedir. Bir kere bu yeni süreci geliştiren AKP değil, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır. İkincisi, içte ve dışta süreç karşıtı çok fazla güç vardır. Üçüncüsü, hepsi değilse de AKP’nin bir kesimi de sürece karşıdır. O halde bu gerçekleri çok iyi görmek, çok duyarlı ve tedbirli olmak ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği bu yeni süreci iyi sahiplenmek gerekir.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar