Basına ve Kamuoyuna!
18 Hazirandan itibaren Gabar da İşgalci TC ordusu tarafından pusulamalar yapılmaktadır. Bu pusulamalara korucularda katılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Demokratik Çözüm Yürüyüşü çerçevesinde Bingöl, Amed ve Garzan eyaletlerinden gelen gruplarımız Medya Savunma Alanlarına ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
21 Haziran günü saat 17.00 ile 20.00 arası Hakkari'nin Çukurca ilçesine bağlı Güvenlik tepesi ve boğazı, Erbiş boğazı, Şehit Karwan tepesi, Talısa, Bayrak Tepesi, Kepê Mirişka ve Hakan Tepesine yönelik
- Ayrıntılar
Basın ve Kamuoyuna!
HPG güçleri olarak sürdürdüğümüzü Demokratik Kurtuluş Yürüyüşümüz her türlü zorluğa rağmen büyük bir kararlılıkla sürmektedir. Bu çerçevede yeni bir grubumuz Medya Savunma Alanlarına Ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Haziran günü İşgalci TC ordusuna ait savaş uçakları Şırnak'a bağlı Kato Jirka alanımızda üç gün boyunda alçak uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Bugün sabah saat 10:15 ile 11:00 arası Medya Savunma Alanlarımıza bağlı Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basya, Kandil, Gare ve Xakurke bölgelerimizde işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Özgürlük Mücadelemizin aldığı karar doğrultusunda HPG güçleri olarak sürdürdüğümüz Demokratik Çözüm yürüyüşümüz sürmektedir. Bu temelde yeni bir gerilla grubumuz daha Medya savunma alanlarına ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Gezi Parkı etrafında gelişip, giderek siyasal ve toplumsal bir soruna dönüşen gelişmeler bir kez daha konu üzerinde durmayı gerekli kılmaktadır.
Önder Apo’nun ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin Taksim’deki direnişi selamlayıp belli bir ağırlık koymaya başlayınca, Taksim’in rengi de, sesi de değişmeye başladı. İlk günlerde hakim olmaya çalışan CHP, Ergenekon, ulusalcı vb. kesimler ortalıkta daha az görünür olmaya başladılar. Bunları alanı dolduran ve belli bir görsellik oluşturan pankart, döviz, slogan v.b’de de görmek mümkündür. Denilebilir ki, Kürdistan ve Türkiye’nin gerçek devrimci-demokratik muhalefet bileşenlerinin ortak mücadele platformu gecikmişte olsa pratik olarak ortaya çıkmış oldu.
Devrim sembollerinin yanısıra, daha çok halkların eşit, özgür kardeşliği, devrim, sosyalizm, demokrasi, demokratik çözüm, Kürt sorunun çözümü, barış vb. kavramlar öne çıkmaya başladı. Öteden sömürgeci Türk devletinin hükümetleri Kürdistan ve Türk devrimci ve demokratlarının biraraya gelerek mücadele birliklerinin gelişmemesi için ellerinden geleni yapmışlardır. Fakat Önder Apo’nun özenle hazırladığı , Kürt sorunun çözümünü ve Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesini öngören projesinin Newroz’da açıklanmasıyla birlikte belki de ilk kez böyle bir çıkışın güçlü bir zemini de ortaya çıkmış oldu. Taksim’deki gelişmeler başlatılan böyle bir sürecin öne çıkardığı olaylardır. Bu konuda yanılmamak gerekir.
Ergenekoncu ve ulusalcıların rejim sözkonusu olduğunda, rejimi koruyacakları çok açık. Öyle görünüyor ki, Kürdistan özgürlük hareketinin konu üzerinde durmasıyla birlikte önemli ölçüde sahneden çekilmişlerdir. Bu çekilme iyi de olmuştur. Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimci-demokrat güçler ile, diğer tüm ulusal, inançsal gruplar ile AKP sömürgeci hükümeti bir anlamda başbaşa kalmış oldular. Böylelikle direniş yeni bir döneme girmiş oldu.
AKP sömürgeci hükümeti ya diyalog yolunu, ya da ezme yolunu seçmekle karşı karşıya geldi. AKP hükümeti özellikle T.Erdoğan’ın ağırlığını koymasıyla birlikte, muhalefeti kırma, bastırma yöntemi önplana çıktı. Aslında birkaç gün önce de, İstanbul Güvenlik kurulu’nun almış olduğu kararlar da bu yöndeydi. 11 Haziran saat 7.30 sularında başlayan bastırma operasyonları bu temelde başlatıldı. Bir taraftan kamuoyunda “ başbakan direnişçilerle görüşecek” beklentisi yaratılırken, öte yandan taksime operasyon hazırlıkları tamamlanarak, pratiğe geçirilmiş oldu. Şu anda bu direniş kırılmaya, ezilmeye çalışılmaktadır. Böyle bir saldırı sözkonusudur. Taksim-Gezi Parkı ne kadar böyle bir saldırıya hazırdı? Bilemiyoruz. Ancak bir anda pankart ve dövizleri toplayabilmeleri ve pek az kişinin direnme konumuna geçmesi, güçlü bir hazırlığın olmadığını göstermektedir.
Saldırı sadece fiziki değildir, psikolojik, ideolojik ve politiktir. Böylesi toplumsal direnişlerin homojen bir kitlesi yoktur, olamaz da. Farklılıklar vardır, olacaktır da. Başta sömürgeci sistemin başbakanı, bakanları, yandaş medyası, polis müdürleri, öncelikle bu direniş kitlesini bölmeye, parçalamaya, bazı grupları ayrıştırmaya, yalnızlaştırmaya çalışmaktadır. Özetle, böl-parçala yönet politikasını son derece kurnazca ve sinsice uyguladıkları görülmektedir. T. Erdoğan, ideolojik-politik olarak “ dış güçler” vb. teraneler tekrar tekrar dile getirmektedir. “Camiye bira ile girmişler, başörtülü bacılarımıza saldırmışlar, Türk bayrağını yakmışlar vb. diyerek açıkça yalan söyleyerek sunni kesimleri ve ırkçıları harekete geçirmeye çalışmaktadır. Öte yandan, ekoloji için mücadele yürütenlerin adeta direnmemeleri gerektiğini salık vermektedir. Özellikle T. Erdoğan, devrimcilerin astığı pankart, bayrak, flama, resim vb. için ise paçavra diyecek kadar alçalabilmektedir.
Şimdi bu saldırı karşısında izlenmesi gereken tutum ne olmalıdır?
Konuyla ilgili önceki yazımızda da söylemiştik. Üçüncü bir çizgi olarak sömürgeci AKP zulmüne karşı ortak, geniş bir cephe örgütlenmesiyle güçlü bir direniş pratikleştirilmelidir.Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve Kürdistan’ın statüsü ile Önder Apo’nun özgürlüğü temelinde, Türkiye ve Kürdistan direnmeli, ama Taksim’in yalnız direnmesi yetmez, başta İstanbul olmak üzere, tüm Türkiye ve Kürdistan direnmelidir. Bu saldırıya güçlü bir karşılık verilerek yeşil faşizm püskürtülmelidir. Bunun için de Taksim platformunun şu saatten itibaren, Tayyip Erdogan ile konuşacak hiç birşeyinin olmaması gerekir.
Sömürgeci hükümet, görüşmek istediği kesimleri ezerek, öylece görüşmek istiyor. Eğer bir görüşme olacaksa,direnişi ezilmiş bir Taksim’in temsilcisi olarak değil, direnişi sürdüren ve dalga dalga her yana yayılan bir direnişin temsilcisi olarak görüşme masasına oturulmalıdır. Direnişi ezilmeye çalışılan bir Taksimin temsilcileri olarak masaya oturmak, sadece ve sadece AKP faşizmini meşrulaştırır. Kürdistan ve Türkiye’de giderek meşruiyetini yitiren bir hükümete, hem de 15 günlük direnişten sonra kendi elimizle meşrulaştırmış oluruz. Tam tersine AKP faşist hükümetinin meşruluğunun giderek yoğunca tartışıldığı bir dönemde, direnişi büyüterek, meşruiyetinin olmadığını iyice açığa çıkarmak gerekir.
Kürdistan Özgürlük Hareketinin, Önder Apo’nun başlattığı müzakere ve diyalogla sonuç alma süreci çerçevesinde üzerine düşeni olanca ciddiyeti ve samimiyeti ile yerine getirdiğini herkes görmekte ve izlemektedir. Ancak sömürgeci Türk devleti hükümetinin bu konuda attığı tek bir olumlu adım yoktur. Atacağına dair de ortada ciddi bir ibare gözükmemektedir.
Sömürgeci AKP devleti Kürdistan özgürlük gerillasının özellikle tam bir disiplin içinde Kuzey Kürdistan savaş sahalarından geriye çekilmesi karşısında, atmaları gereken pratik adımlar vardır. Özellikle Kürdistan’da, “artık Türk devletinin adım atması gerekir” söyleminin, talebinin yükseldiği bir dönemde, “ bakın bu kadar sorun var, nasıl adım atarım” diyerek süreci kendi lehine çevirmeye çalıştığı da görülmelidir. Yani sorunun çözümü, moda deyimle yapması gereken “ yol temizliği” konusunda görevlerini yapmaması için Taksim sürecini kullanmaya çalıştığını görmek lazım.
Yeni bir anayasanın yapımının tartışıldığı bir dönemde, eğer Türk ve Kürt halkları başta olmak üzere tüm inanç ve halklar ile, örgütlü güçleri birlik olursa sonuç alınabilir. Kürdistan statüsü ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi talepleri temelinde güçlü bir direnişi yükselterek sonuç almanın zamanıdır.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Ekranlarda: “Gerilla yürüyor, direniş sürüyor” diye analarımız, gençlerimiz ve de kadınlarımız tarafından yazılmış olan bir slogan okuyoruz.
Gerilla kuzey Kürdistan'da silahlı güçlerini adım adım çekiyor. Güneye çağırıyor. Gerillamız ise parça parça güneye doğru yol alıyor. Bazı guruplarımızın güneye daha doğrusu Medya Savunma Alanlarına ulaştıklarını ise hepimiz birlikte izliyoruz.
Süreç bu şekilde devam ediyor. Önderliğimizin çağrısı üzerine gerilla güçlerimiz çekiliyor. Birçok kez dile getirdiğimiz gibi bu geri çekiliş mücadeleden bir geri çekiliş değildir. Mücadeleyi zayıflatmak hiç değildir. Bunun böyle olmadığını Önder Apo Amed meydanında milyonların huzurunda:
“Bugün yeni bir dönem başlıyor.
Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.
…
Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.
Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum.
Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır” diyerek yeni dönemin görevlerini açıkça dile getirdi.
Yani mücadele çok daha sertleşerek yürüyecektir. Felsefik, ideolojik, siyasal, kültürel, sosyal, ekonomik, psikolojik derken yaşamın tüm alanlarında hem de keskinleşerek bu mücadele devam edecektir.
Bunun için GERİLLA YÜRÜYOR DİRENİŞ SÜRÜYOR! sloganını ya da pankartını çok anlamlı buluyoruz. Gerilla yürüyüşünü sürdürecektir ancak direnişini de her zamankinden kat be kat artıracaktır. Yürüyüşü sadece bir geri çekiliş olarak almamak önemlidir. Demokratik siyasetin görevlerini yerine getirebilmek için önümüzde binlerce yapılacak iş vardır. Bu işlerin başında birçok kez dile getirdiğimiz gibi zihniyetimizi yeniden oluşturmamızdır, yeniden ele almamızdır. Sürece cevap vermekten uzak olan düşünce yapımızı, bilgi birikim düzeyimizi düzelteceğiz. Geliştireceğiz. Bu ise gerçekten tümden bir yapma işidir. Yani bir inşa işidir.
Peki, bu yapma ya da inşa işi nasıl olacaktır? Tabii ki yürüyüşümüzü sürdürmekle direnişimizi güçlendirmekle olur. Bunun için diyoruz ki Gerilla yürüyor sözlerini KÜRDİSTAN GENÇLİĞİ GERİLLAYA YÜRÜYOR! diye genişletmek yukarıda dile getirdiğimiz zihniyetle birebir alakalıdır. Zihniyetin en berrak bir şekilde aydınlanacağı mekanların başında; iktidar güçlerinin, devlet güçlerinin, kapitalist modernist güçlerinin ulaşamayacağı mekanlar gelir. Var olanın dışında kendi zihniyet taşlarımızı oluşturacaksak o zaman gerçekten de var olan sistemin dışında bir yerlerde kalarak, günlük olarak kirli olan kapitalist zihniyetin olmadığı ya da az olduğu mekanlara gelerek bunları aşmaya çalışmamız gerekiyor.
Kapitalist modernist kültürün ve zihniyetin ise hakim olmadığı tek yer şimdilik Kürdistan dağlarıdır. Dağların doruklarıdır. Gerillanın bulunduğu özgürlük mekanlarıdır. Dağların özgürleştirici ter temiz ortamlarıdır.
Yeni dönemin görevlerinden bir tanesi olan zihniyet yapımızı güçlendirmek için geleceğimiz ya da gideceğimiz yerlerin başında kesinlikle dağlar olmalıdır. KÜRDİSTAN GENÇLİĞİ DAĞLARA YÜRÜYOR! derken söylemek istediklerimiz bunlardır.
Elbette dağlarda öğrenilecek birçok değer vardır. Alınacak birçok bilgi ve birikim vardır. Önemli olan bu değerleri, bilgi ve birikimleri alarak yeniden bu kez bilinçli bir şekilde yeni dönemin inşa çalışmalarında yer almaktır. Dönem gerçekten de bizlerde özelde de Kürdistan gençlerinde yeni dönemde çok daha büyük bir aktivite istediği açıktır.
Sonlandırırken, KÜRDİSTAN GENÇLERİNİN DAĞLARA YÜRÜYÜŞÜNÜ şimdiden gerillalar olarak selamlıyoruz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
İktidar güçlerinin kendi kirli iktidarlarının yanı sıra kendi ürettikleri kavramları, tanımlamaları, sözleri zamanla herkese bulaştırmak istediklerini az çok biliyoruz. Ancak bu kadar kısa zamanda kendilerince iktidar karşısında yer alanların iktidarın kavramlarını kullanmaları doğrusu bizlere tuhaf geliyor. Tuhaflığı şurada, bizler kendimizi sistem karşıtı bir hareket olarak gördüğümüz için mümkün mertebe söyleyeceklerimizi kendi sözlerimizle dile getirmeyi esas alırız. Hatta şimdiden başlayarak kendi kurumlarımızı var olan sistemin dışında kurmaya çalışıyoruz. Böyle olunca gerçekten de sistemin karşısında olanların iktidar odaklarının kullandıkları sözleri sarf etmeleri bizim çok fazla tuhafımıza gidiyor.
Bir örnek verecek olursak: Taksim Gezi Parkında hepimizi heyecanlandıran bir direniş yaşanıyor. Bu direniş Türkiye’nin her yerine yayılmış durumda. Nereye kadar bu direniş uzanır göreceğiz. Ancak şunu görüyoruz ki birçok yerde iktidarın vurucu polis güçleri, oldukça haklı olan eylemcilere karşı şiddet kullanıyor. Cop kullanıyor, tazyikli su kullanıyor, biber gazı kullanıyor, taş kullanıyor. Küfürleri, saç çekmeleri, yerlerde sürmeleri, hakaretleri derken birçok onur kırıcı yaklaşımlarından söz bile etmiyoruz. Polis doludizgin şiddet uyguluyor. Durum budur.
Durum böyle iken iktidarın bürokratları yine iktidarın siyasetçileri polisin orantısız güç kullanmadığını, eğer orantısız güç kullanmış ise bu orantısız güç kullananlara dönük sözde soruşturmalar açabileceklerini dile getirdiler.
Biz iktidar güçlerinin bu tür bir açıklamaya yapmalarını garipsemiyoruz. Nedeni de açıktır; onlara göre Gezi Parkı Direnişinde yer alanlar “ÇAPULCU”durlar. “Çapulculara” karşı ise çapulculuklarını engellemek için yapılması gerekli olan yönelmedir. Vurmadır. Sürmedir. Dövmedir. Tutuklamadır. Zindana atmadır. Özcesi ”çapulculara” karşı yapılması gerekli olan polis ya da başka güçlerle zor kullanarak yönelmedir.
Dediğimiz gibi devlet gibi iktidarın en yoğunlaşmış olan bir kurumun kendi polisi aracılığıyla şiddet uygulaması anlaşılırdır. Çünkü devlet ve iktidar odakları zor ile ayakta durmaktadırlar. Zorbalıkla ayakta durmaktadırlar.
Ne var ki polisin güç ile şiddet kullandığına ORANTISIZ diyen iktidar güçlerinin yanında birde aynı sözleri, sözde bu iktidarın karşısındakiler söylüyor. Örneğin BDP’liler “polis orantısız güç kullanmıştır” diyebiliyorlar. Ya da başka sol ya da demokratik kurum ve kuruluşlar bu sözleri sarf edebiliyorlar. “Orantısız güç kullandılar” sözlerini sarf etmek, tek kelimeyle polisin protesto eylemi gerçekleştirilenlere karşı uyguladığı şiddeti onaylamak demektir. Kabul etmek demektir. Yani “polis vurabilir ama vurmanın biraz ölçüsü olsun!” demektir. Niyetlerin dışında gerçeklik budur. Yapılan budur. Dile getirilenler bunlardır.
Böyle anlaşılmak istenmiyorsak, öncelikli olarak polislerin kullandığı her türden şiddeti şiddet olarak görerek ret etmek, karşı durmak ve asla ama asla kabul etmemek gerekiyor. Yine direnişçilerin, protestocuların var olanı ret etme haklarının olduğunu iyi idrak etmek gerekiyor. Direnişçilerin haklı olduklarını söyleyeceğiz ancak polisin şiddetini “bu kez fazla oldu” diyeceğiz. Bu olmaz. Tek bir polisin halka, sokaklara dökülen insanlara tek bir laf söyleme hakkı yoktur. Bırakalım coplarla vurmayı, dil uzatma hakkı bile yoktur. Bir kere bunu böyle göreceğiz.
Böyle görmezsek iktidar güçlerinin ısrarla ama ısrarla: “Hırsızlık yapanı bağışlayabilirim, ırza geçeni bağışlayabilirim, adam öldüreni bağışlayabilirim, imparatoruma kılıç çekeni bile bağışlayabilirim, ama polisime el kaldıranı asla!” diyerek polisine arka çıkmasını anlamış olamayız.
Bunun için diyoruz ki “ORANTISIZ GÜÇ KULLANMAYIN!” sözlerini artık terk etmemiz gerekiyor. Söylememiz gerekli olan cümle ise, “POLİS, ŞİDDET KULLANMA!” ,”POLİSİN HER TÜRDEN ŞİDDETİ SUÇTUR!” olmalıdır.
Sonuç itibariyle, iktidar güçleri ile farkımızı koyamaz isek yapacaklarımızın tümünün iktidar güçlerinin hanesine götürüleceğinden emin olmalıyız. Bunun böyle olduğunu kapitalist modernist iktidar güçlerinin son 200 yılda sergiledikleri pratikler oldukça hepimize öğreticidir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar