Basına ve Kamuoyuna!
6 Nisan günü gündüz 12:00-16:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Sulê ve Nizurê Köyleri ile Kato Sulê ve Dola Kuliya Alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
7 Nisan 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Mart günü Mardin’in Bagok alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Nisan günü (bugün) sabah 05:00-06:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in PKK Boğazı ve Bektorya alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
2 Nisan günü akşam 20:00-22:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Kato Sulê, Dola Sulê ve PKK Boğazı Alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
3 Nisan 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Kumsaldaki kum taneleri gibi aktı aktı Kürt halkı.
Dağ gibi sarsılmaz yürekle aktı aktı Kürt halkı.
Aktı Amed’deki, aktı İstanbul’daki, aktı Düsseldorf’taki ve yüzlerce kentlerdeki, ilçelerdeki ve köyledeki Newroz alanlarına.
Bu yıl ki Newroz mahşeri sel sel kalabalığıyla hiç unutulmayacak.
Hele Colermerg’te yüzüne APO yazdığı için polisin yüzündeki yazıyı silmeye çalışırken polise direnen 4-5 yaşlarındaki asi general Kürt çocuğun asi duruşu hiç unutulmayacak.
Polise attığı öfkeli intikam bakışı hiç unutulmayacak.
Polisi elinin tersiyle iterken “ya git buradan” diye bir deyişi vardı.
Colermerg’li çocuğun o deyişi ve vakur duruş Kara Ergenekon ile Yeşil Ergenokon -AKP- ruhuna elfatiha okuyuşu ve duruşuydu.
Değişik ülkelerden Kürdistan’daki Newroz’u izlemeye giden heyetlerin, Kürt halkının özgürlük coşkusundan etkilenip şoka uğrayarak, yeni bir ruhla ülkelerine döndüler.
Artık hiç biri eskisi gibi olmayacaktı.
Basına verdikleri demeçlerde bu rahatlıkla ortaya çıkıyor.
Özgür Politika gazetesine demeç veren Newroz izleyicilerinden Almanya’lı sosyal danışman Monika Müller,”Kundaktaki bebekten seksen yaşındaki nineye kadar milyonlarca PKK’li gördük” demekte.
İsviçreli ressam Leida Wanzel ise, “Kürtlerin heyecanı, coşkusu ve özgürlük inancı karşısında çok etkilendim. Kendime ve insanlığa olan inancım arttı.Çok yoksul bir halk ama içlerindeki özgürlük aşkı zengin.Newroz’da büyülenmemek elde değildi.Wan ve Colemerg muhteşemdi özellikle Amed Newrozu tam anlamıyla bir kurtuluş yeriydi sanki. Sanki insanlar tanrılarıyla kucaklaşıyor ve özgürleşiyor....... Kendi içlerinde devletten bağımsız bir sistem kurulmuş.......Evet gizli bir PKK, açık bir topluma sistem vermiş ve insanlar bu sistemi kendi düzenleri haline getirmişler”.
İsviçreli serbest gazeteci Martin Reinman’da, “Herkes bir ağızdan Abdullah Öcalan adını çağırıyordu......Hepsinin ortak görüşü Öcalan’a karşı kendilerini borçlu hissetmeleriydi. O’nun insanlar için özgürlük simgesi olduğunu gördüm......... Newroz’un birçok halk için farklı şekillerde ve farklı isimler altında kutlandığını biliyordum ama Newroz Kürtlerle bütünleşmiş.....Zaten onlara da çok yakışıyor.”
Bunları söyleyenler bir daha eskisi gibi olmayacaklardan sadece üçü idi.
Ya Newroz alanlarında atılan bir slogan vardı.
Hani herkes diyordu ya, “Ya Demokratik Bir Çözüm Ya da Görkemli Bir Direniş!”
Artık bu Newroz’dan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.
Yeşil Ergenokuncu Türk Irkçıları-AKP- Kürtleri soykırımdan geçirmenin amentusundan vazgeçimiyor.
Milyonluk ordusunu Kürdistan’a yığmış.
Yüzbinlerce Fetullahçı katil sürüsü polisi Kürdistan kentleri ve ilçelerine kaydırmış.
Her yerde operasyonlar var.
PKK’nin üst yöneticilerine suikast planlarını yapıyor Yeşil Türk Irkçısı -AKP-
Bazı işbirlikçileri de Enqera’da ağırlamaya başladılar bile.
12 Nisan dolayında Qabeleri olan Washington’dan tam icazet almaya gidecek Yeşil Ergenekoncuların baş kontrası Katil-Qerdoğan.
Ayrıca asker ölümleri ile gerilla şahadetleri de-Şehit Pir Doxan ile Şehit Egit- var
Yakın bir zamanda çözüm ufukta görülmediğine göre geriye tek seçenek kalıyor.
O da görkemli bir direniştir.
Kürdistan gerillası buna hazırdır.
Kürdistan halkı buna hazır olduğunu Newroz’da gösterdi.
Gelişebilecek direnişin esas belirleyeni Kürdistan gençliği olacaktır.
Kentlerde direnişe varım diyen gençler kentlerin komutanları sizlersiniz.
En kutsal göreve varım diyen genç kızlar ile erkekleri de dağlar bekliyor ve dağların komutanları onlar olacaktır.
Her kentteki sokakların esas komutanları da Kürdistan’ın aslan yürekli küçük generallari olan çocuklar olacaktır.
Dağlarda, kentlerde ve köylerde birlikte başlayacak görkemli bir direnişe yenilmeyecek bir devlet yoktur.
Yeşil Türk Irkçıları ne kadar ABD, İngiltere, İsrail, AB ve Arap ile Fars faşizminden destek almaya çalışırsa da çalışsın er veya geç gelişebilecek görkemli direnişle bu devşirme rejim yenilecektir.
Eğer Newrozu izlemeye gelen bir Avrupalı olan Monika Muller, şoke olmuş bir şekilde diyorsa “Kundakitaki bebekten seksen yaşındaki nineye kadar milyonlarca PKK’li gördük” gerisini Fetul-Münafıkçılar ile Yeşil Türkçüler düşünsün.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Nisan günü (bugün) sabah 05:00 itibariyle Medya Savunma Alanlarına bağlı Zağros’un Govendê alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmaya başlanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
31 Mart günü gündüz 10:00-11:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in PKK Boğazı ve Bektorya alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
1 Nisan 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
“Eğilmesek sanki bize çarpacaktı” diyor Azad, az önce başımızın üstünden geçen ufak saka için. Büyük ihtimalle gördüğü bir kurtçuğa ya da bir böceğe öldürücü darbe için o kadar hızlı ve bir o kadar da acımasız üstümüzden geçen bu kuşun, herhangi bir dalda ötüşünü dinlediğinizde, saldırı anında bu kadar acımasız ve gaddar bir hale bürüneceğini mümkün değil tahmin edemezsiniz.
İyice ısınan bu havalarda yeni yeni tomurcuklarını patlatan yaprakları izlemeye koyulduğumda, hayatın sırrı nedir diye kendi kendime bir kez daha cevabi ömür olacak soruyu soruyorum. Ama nedense tomurcuklara iliştiğinde gözlerim, aklıma “her tohumda bir tutku gizlidir” diyen C. Halil Cibran geliyor. Evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya gelen bu büyük tasavvufçu ve felsefeci şairin bu yöndeki aforizmalarını günümüze uyarlamaya çalışarak düşünmeyi her zaman ilginç ve huzur verici bulmuşumdur.
Tohum-tutku ve giz, bütün meseleyi içinde barındıran güzel bir bilmece!
Tekrardan günümüze döndüğümüzde, önümüzdeki pirinçleri toparlamaya başlıyorum. Dağların dilinde ya da özgürlük maşuklarının, aşklarına yolculuk eylediği bu zamansal mekanda kendi ekonomisini oluşturan bir yaşamın varlığını ve bu yaşamın ekonomisi ile günümüz medeniyetinin ekonomisini düşünüyorum. Azad az ileride pirinç toplamaya devam ediyor ve benim bu düşüncelerimden hiç mi hiç haberi yok!
Saka ise yaptığı avın keyfini çıkarırcasına ötmeye başlıyor.
Yunanistan batmak üzere, çeşitli para fonları ortak mutabakatlarla elbirliği yapmaya çalışmakta. Her ne kadar büyük meblağlarla savunma sanayisine yani askeri harcamalara giderler olsa da.
Venezüella küresel boyutlarda sosyalist platformlarda söz sahibi olmaya çalışırken, OPET’in daimi üyesi olmaya devam etmekte, yani küresel güçlerin bölgede geliştirdiği her türlü savaş siyasetinin fikir babası olan OPET ile el ele bir durumun arkasına, GSMH ya da devletin kalkındırılması gibi payeler biçilmekte.
Ekonominin önemi ve tarihçesi günümüz dünyasında birçok kitapta, araştırmalarda uzun boylu olarak islenmekte. Önderliğimiz de bu konu üzerine yoğun değerlendirmelerde bulunmakta.
Özellikle son dönemde yaptığı “Ekonomik Soykırım” betimlemesi üzerine düşünmeyi, günümüzde yaşanılan birçok siyasi, politik oyunları daha iyi kavramayı şart koşuyor.
2008’in ortalarından itibaren bütün dünya genelinde bas gösteren bir ekonomik buhranın varlığı birçok yerde ve zamanda söz konusu yapılır. Aslında bunun arkasında yatan temel gerçeklik ekonomik düzensizliğin çok ötesinde, daha çok sistemin yaşamakta olduğu yapısal kriz olmaktadır. Bundan dolayı da, bu kaos-krizi asmaya yönelik ekonomik tedbirlerin ve paketlerin yoğunca işletilmesi ve reçete kabilinde kullanılması bir yerde gerçeğin maskesi oluyor.
Küresel çapta ve bölgesel düzeyde yaşanılanlar, devlet politikalarının temel belirleyenleri günümüzde bunlar olmaktadır. Devlet politikalarında bunlar belirleyici olurken, Kürdistan’da uygulanan ekonomik soykırıma da kısaca değinmek yerinde olacaktır.
Öteden beri ekonominin kendisi bir denetim kurma ve yönlendirme aracı olarak isletilmek istenmiştir. Sömürü sonrası dünya gerçekliğinde(sömürü=kolonyalizm) paranın ve ekonominin bir kırbaç olarak kullanılması mevcudiyet dahiliyesinde olmaktadır.
Kürdistan’da da son yıllarda hem hareketimize, hem de bölgedeki demokratik mücadele zeminine devlet nezdinde bu tür yaklaşımlar söz konusu olmakta ve bu şekilde bir iğdiş siyaseti uygulanılmak istenmektedir. Buradan yola çıkarak, halk üzerindeki tahakkümün yoğunlaştırılması hedeflenmektedir. Son dönemlerde yürütülmek istenen çeşitli krediler veya fonlarla, özellikle gençler devlete daha çok bağlanmakta ve bu sistemin basit bir piyonuna dönüştürülmekte.
Buna yönelik de sistemden, devlet gerçekliğinden kopuşun sağlanabilmesi için basta yapılması gereken; ekonomik alternatiflerin oluşturulması ve bu temelde kendi gerçekliğine dayalı bir ekonomik sistemin geliştirilmesi oldukça önemli oluyor.
“Bitirdik hadi gidelim, biraz da Kereng toplayalım” diyen Azad’ın sesiyle tekrardan bu düşüncelerden sıyrılıyorum. Pirinçleri toplamıştık, simdi sıra doğanın bize sunduğu nimetlere gelmişti. Gidip biraz ot toplayacaktık, aksam yemeği için.
Derin vadilerden yüksek tepelere doğru tırmanmaya başladığımızda; biraz ötemizden geçen bir sincap ağzındaki palamutla, büyük bir ağacın gövdesine girerek gözden kaybolmuştu. Arkama dönüp baktığımda vadinin içlerinden Sakanın ötmeye devam ettiğini anlıyordum.
“Tomurcuk ve tutku” diye kendi kendime bir şeyler söylediğimde, “ne oldu, bir şey mi dedin heval” diyen Azad’a; “hiiç, şu tarafa gidelim orada belki Soryaz da buluruz” dedim.
- Ayrıntılar
Yağan yağmurun altında, çalınan savaş davulların sesleri çok uzaklardan geliyordu. Sislerin arasından sızan kırmızı ışıklar, ışıltılar… Çaresizliği anımsatan esrik duygularla bezeli, bilinmezliğin yarattığı gizli korku… Taşların arasından usulca sızan su gibi kendinden emin ve gittikçe artan bir tempoda ilerliyor sesler. Bir yani çığlık, bir yani isyan, bir yani umut ve hayal. Seslerin çokluğu, karışıklığı kadar hissettirdiği sabit duygu da şaşırtıyor. Sanki binlerce, milyonlarca dil ayni çigligi, ayni notalarda yansıyan bir orkestra uyumunda atıyordu… yaklaşan savaşın tam tamları öylesine hissettiriyor ki kendini…
Her yer savaş kokuyor. Her kes savaşıyor. Haklısıyla, haksızıyla, sömürgecisiyle, direnişçisiyle, gizli, açık, konvansiyonel, orta yoğunluklu, psikolojik, özel… özel mi özel. Bir oyun gibi göreni de var, macera ya da is olarak bakanı da. Neden başladığı ya da nerede biteceği artik o kadar da önemli değil. Öylesine derine işlemiş, öylesine emin ki kendinden. Anlamazlık, anlayışsızlık duvarları örmüş insan toplumu varken, etrafındaki şehir kalabalıklarından, magazinsel dünya anlayışından hoşnut, mesut geçmişsiz ve geleceksiz insanlar varken hiç de öyle ayrı, özgün bir neden aramaz ki şiddet.
Tutturmuş gidiyor herkes, “ya çocuklar” diye.” Savaş en çok onları vurur, yapmayın efendiler, kıymayın fidanlarımıza” yakarışları anaların derin hisseden yürekleri dışında, yıldırım hızında akıp giden duygulanmaların söylettiği sözler olmaktan kurtulamıyor.
Bir çocuğun yasayacağı dünyanın nasıl olması gerektiği konusunda oturup düşünmek yerine, savaşsız, özgür, eşit bir dünya yaratmak yerine, itin kopuğun ne yaptığı ve ne söylediğine endeksli düşün dünyaları ile zaten başka bir şey de beklenmez ya…
Tarih içinde, geçmiş yıllarda neler yaşandı, neler yapıldı güzellik adına çocuklar için, bilmiyorum. Ama son birkaç senede neler yapıldığı az çok akıllardadır. Uğur Kaymaz kurşunlandı, Ceylan havan mermileriyle parçalandı, Medine canlı canlı toprağa gömüldü. Kolu kırılan, kafasına dipçik yiyen, gaz bombalarıyla, tazyikli sularla bayramlarını kutlayan, yaşıtlarıyla katıldığı gösteriden baba dayağıyla götürülen, sinir hatlarında hayvan otlatırken ‘bulduğu bir cisim ile oynayan’ mayınlarla dans eden, büyüklerinden gördüğü şamarları, küfürleri yaşamın bir gerçeğiymiş, hakkıymış gibi gören çocuklar bir de…
Var mi bunlar dışında yapılan güzellikler.?
Olmaz mi?
Dilin, konuşmanın ne olduğunu unutuyor çocuklar. Satılıyor çarşı mezat. Kültüründen, geleneklerinden uzaklaştırılıyor. Kardeşini, abisini, ablasını, oyun arkadaşını zindanlara, işkencehanelere atıyorlar çocukları. Ve daha neler neler…
Savaşın ve savaşın yarattığı bir militarist düzenin dolaylı etkilemeleriyle şekillenen duygu ve düşünce dünyalarından söz etmek zaten gereksizleşti.
Bir de utanmadan, bir de bir şey bilmezmiş gibi, bir de şuursuz bir nöbete tutulmuşçasına “Tas Atan Çocuklar” nakaratını söylüyorlar tekrardan. Bu tanım bir gerçeğin tanımlanması olarak söylenmiyor. Yasamdan, yaşıtlarından koparmanın bir ilanı. Bir kriminalize etme çabası. Kategorize edilerek dışlanması toplumdan. Bir ayıp, bir günah, bir suç algılamasını oturtmak için yapılan bir tanımlama.
Ve yine utanmadan, sahtece duyarlılıklarla çözüm arıyorlar tas atan çocuklara. En son icatları, iste karsınızda. “Molotof atan ile tas atan birbirinden ayrılarak yargılansın.” Gerçi bu da biraz gelişme olarak görülebilir. En azından artik parayla kandırılmış, ‘teröristlerin’ öne sürdüğü edilgen pozisyondan çıkıp, polis karşısında kullanacağı silahı tercih eden pozisyona gelebilmişler.
Ama yine de tutamıyor insan kendini. Bu “Avêl’lik” karşısında şapka çıkarılır. Bravo size. Saflıktan mi, art niyetten mi, cahillikten mi yapıyorsunuz bunları? O çocukların, hayalleri kadar büyük çocukların eline aldığı şey her ne ise, onunla kategorize edilemeyeceğini anlayamıyor musunuz? Gerçi anlasanız bunları söyler misiniz?
Siz çocukların göğüslerinin ortasında duran o askla, tutkuyla bezeli kini ve öfkeyi anlamadan;
daha sevgiyi doyasıya yasamadan alınan, koparılan ebeveynlerinin yaşattığı acıyı görmeden;
kendilerine küçük komutanlarımız diyen ağabey ve ablalarının elde silah asi dağlarda ölümüne sundukları bağlılıklarının onlar için anlamını çözmeden;
onlara bir dil, onur, tarih, gelecek kazandırmış Güneş’lerinin her gün türlü işkence ve baskıyla tehdit edilmesinin ve buna karşı bir şey yapamamanın verdiği çaresizliğin tedirginliğini hissetmeden;
özgürlük ve barış dışında hiçbir seçeneğin yer almadığı hayal dünyalarını anlaşılmaz bir duyarsızlık ve şiddetle yıkan türlü devlet erkanının, kolluk kuvvetlerinin onların gözünde bir sistem, bir düzen kadar köklü temsiller olduğunu ve atılan her neyse bundan bir parça kopardığını bilmeden;
tabii ki o çocuklar için bir şey yapamazsınız ki.
“İnsan, hayallerinin büyüklüğü kadar özgürdür” diyor büyük devrimci önder CHE. Kürt çocukları, her şeye ve herkese rağmen hayallerini büyüterek, onları koruma mücadelesi yürüterek yaşıyorlar. Güncel aklin imkansız olarak gördüğü, güncel karmaşıklığın ötesindekini görebilenin yaptıklarını yapıyorlar. Yani bir mucize gerçekleştiriyorlar. Çocuklar ellerine aldıkları her ne ise, onunla bir sistemi yıkıyorlar…
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Mart günü akşam 21:00-22:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Haftanin Köyü ve Kuraniş alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar