Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Ağustos tarihinde İşgalci TC ordusu askerleri Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesine bağlı Kırê Celalê de pusulamalar yapmaktadır. 9 Ağustosta başlayan bu pusulamalar ayın 10’u öğleden sonraya kadar devam etmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Ağustos tarihinden itibaren dört gün boyunca Van’ın Özalp ilçesine bağlı Kartallar ve Mele Hasan köyleri civarında işgalci TC ordusu askerleri pusulamalar yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Planlamada diğer bir husus da; daha çok vuruş tarzına, çalışma ve yaşam tarzına ilişkindir. Devrimci savaşın dayanaklarını iyi göz önüne getirdik, düşmanı da, hedefleri de daha ayrıntılı değerlendirdik. O halde gerisi nedir? Gerisi, çok yoğun günlük çalışma tarzıdır. Eğer hedeflere eylemle ulaşmak söz konusuysa, burada vuruş tarzı önem kazanır. Tabii ikisi de, günlük olarak militan bir yaşam tarzını gerektirir.
Devrimci yaşam üzerine çok durduk. Devrimci yaşamın günlük olarak nasıl icra edilmesi gerektiği konusu üzerine yapılmış değerlendirmeleri tekrarlamak istemiyorum. Bunlar her zaman planlamaya almanız gereken hususlardır. Devrimci yaşam herhangi bir yaşam değildir; olağanüstü bir yaşamdır, özellikleri vardır, bunları sıralamaya gerek görmüyorum. Dikkatlilik, duyarlılık, bilinçlilik, örgütlülük, sağlam bir düşman kavrayışı, devrimci dayanaklar, hedefler kavrayışı kesinlikle gereklidir. Bunlarla devrimci tarzda yaşanılır. Kişilik hep böyle olmalıdır. Hayali, tembel ve kaytarmacı olan kişilik asla kabul edilemez. Bir devrimci “canım sıkılıyor, bıkmışım” demez. Devrimci kişilikte bunlar suçtur.
Siz, devrimci bir yaşam tarzınız olmadığı için kaybediyorsunuz. Yaşam söz konusu olduğunda, sağa sola yıkılıyorsunuz, tembel, istismarcı, kaytarmacı, kariyerist, düşkün, havai yaklaşıyorsunuz. Böyle birçok özellik sayabiliriz. Eğer sizde bunların zerresi bile varsa, kişiliğinizin sağlam bir yaşamı yoktur. Sağlam bir yaşam, sağlam bir kişilik olmadan da sağlam bir çalışma tarzına ulaşamayız. Sağlam çalışma tarzı, sağlam kişiliğe ve sağlam yaşam tarzına bağlıdır. Demek ki iyi bir planlayıcı olmak için çok sağlam bir yaşama sahip olmak gerekir.
Köylü kurnazlığı veya küçük burjuva kendini bilmezi yalnız kendisiyle değil, yaşamla da oynuyor. Beni bile saptırmaya çalışıyor. Yaşam tarzıyla tam bir ağa, tam bir küçük burjuva kurnazlığı; kendini aldatmış, yanındakileri aldatmış, devrimci yaşamla bağdaşmayan ne varsa gün be gün yaşıyor. Köylü kurnazlığı, küçük burjuva yüzsüzlüğüyle hareket edenler, partinin sapmaz değerleri var, parası var, onu nasıl alıp harcarım, kadroları nasıl yedeğime alıp kullanırım, halkı nasıl hizmetine koştururum diyor. Tarzı böyle olan biri tabii ki suçludur. Ağalık dediğimiz, küçük burjuva dediğimiz, hatta kölelik dediğimiz olay burada düğümleniyor.
Bu yaşam tarzıyla, bırakın hedefler üzerine gitmeyi, devrimciliği kurtarmayı, ancak objektif ajan olunur. Böyle birçok objektif ajan var. Bunların işi gücü, bana şunu bunu şikayet etmektir. Bırakın şunu bunu da, sen ne durumdasın, senin yaşamın nasıl diyorum. O, o kadar kurnazlaşmış ki, kendi görevini bana yaptırtmaya çalışıyor. Ne yazık ki, çoğunuz bilmeyerek bu pozisyonu yaşıyorsunuz. Sıkıntılarınız, önünüzde engelleriniz var. Onu devrimci yaşamla aşacağınıza, mevcut yaşamınızla aşmaya çalışıyorsunuz. Bu da mümkün değildir.
Doğru yaşama ulaşmada kişilik savaşımı çok önemlidir. Devrimci yaşamda ısrar çok önemlidir, olmazsa olmaz kabilindedir. Belirttiğim hususlarda ısrar etmek, ihanetten daha tehlikelidir. Ama bütün raporlar bunlarla dolu. Hepsi ayak kaydırmacı, hepsi çevresini suçlayıcı, hepsi kariyerini artırıcı, tasfiyeci... Bu kişilik, hedefler konusunda belirttiğim gibi, derhal tutuklanması gereken bir kişiliktir. İçinizde iyi niyetliler, dürüstler var. Bastırıcı kişiliğin yaşam tarzı felakettir. Bunu yaşayanları derhal tutuklayın. Devrimci değerlere biraz saygınız varsa, “yetkin ne olursa olsun senin buradaki yaşamın dürüst değildir. Zengin evinde kalıyorsun, parayı çok harcıyorsun, yoldaşların üzerinde kötü tasarrufta bulunuyorsun. Savaş imkanlarını, silahlarını düşmana kaptırıyorsun, tembelsin” demelisiniz. Eğer eski tutumunda ısrar ederse, örgüte bilgi verirsiniz. Bilgi verme imkanınız yoksa, çok tehlikeliyse hayatınızı ortaya koyup onunla mücadele etmelisiniz.
Devrimci yaşamın kendisi olmadan, hiçbir devrimci görev başarıyla yerine getirilemez. Devrimci yaşam derken olağanüstü bir yaşamdan bahsetmiyorum. Asgari dürüstlük ölçülerinde bir devrimci yaşam mümkündür, bunu göstereceksiniz. Gösteremezseniz, bu PKK’de er veya geç sizi bulacak olan feci bir sondur. Kesin dürüst yaşayacaksınız. İstismarcı, kariyerist, tembel, değerleri bastıran, tasarrufuna çeken biri olmayacaksınız. Başkaları yapsa da, siz alet olmayın, ne de kendiniz yapın. Saflarda iyi bir yaşam savaşçısı olun. Bununla bağlantılı olarak ortaya çalışma tarzı çıkar. Tabii ki kişiliği sağlam olan, yaşamı sağlam olan sağlam çalışabilir. Nedir çalışma tarzı? Günlük olarak ne kadar eğitim, ne kadar örgütlenme, ne kadar eylemlilik akla gelir. Günlük olarak benim propaganda gücüm ne kadardır? Örgütlenme gücüm ne kadardır? Hedeflerim eylemliliğe ne kadar ulaşır? Bu işler için sınır yoktur.
İnceleme, araştırma görevi de çalışma tarzına eklenmelidir. Baktın propaganda yapabileceğin kimse yok, kitle yok; hemen inceleme yap. Çünkü sizin incelemeye, araştırmaya, kendinizi eğitmeye şiddetle ihtiyacınız var. Baktın teksin, bunu yapabilirsin. Çalışma tarzın budur. Baktın ki çevrende eğitimsiz insanlar var, onlara propagandanı yap, eğitimini ver; baktın ki daha kalabalık bir alandasın, ajitasyon çek. Baktın ki, eylem fırsatı doğuyor, eylem görevlerini hemen yerine getir. Gücün oranında eylem yap. Birinci gün yapamıyorsan, ikinci gün yap veya haftada bir yap. Her gün kendini de bir saat eğit.
Demek ki bir devrimci hiçbir zaman, hiçbir yerde benim çalışma tarzım oluşamaz diyemez. “Uğraşacak ne örgütlenme ne de eğitim vardı, sırtüstü uzanıp yattım. Çalışma tarzım, tembel tembel günleri harcamaktı, imkanları harcamaktı” gibi tutumlara girmek suçtur. Görüyorsunuz ki görevler diz boyudur. Hiçbir devrimci, bir tek gününü bile doğru çalışma tarzı olmadan geçiremez. Bir güne sığdırılacak işler dev boyutludur. Sen de tüm kişiliğini, yaşamını devrime, devrimin çalışma tarzına adamışsın. O halde gününü en verimli tarzda geçirmelisin. En verimli tarz; eylemse eylem, örgütse örgüt, eğitimse eğitim, artık onu sen tayin edeceksin.
Çalışma tarzında verimlilik şarttır. Süreklidir, yoğundur ve verimlidir. Kitlelerin örgütlenmesi çok acilse, hemen örgütlersin. Bir komiteyi örgütlemek çok önemliyse, hemen komiteyi örgütlersin. Demek ki çalışma tarzına, yoğunluk itibarıyla, verimlilik itibarıyla en doğru karşılığı vermeden devrimci militanlık yapılamaz. Günü çalışmasız, verimsiz geçirme, hatta çalışma tarzı diye bir sorunu var mı, yok mu hiç oralı bile olmama en tehlikeli tarzdır, devrimcilik de değildir. Görüldüğü yerde hesap sorulmalıdır. Doğru devrimcilik; çalışma tarzı mükemmel olan, gücünü mükemmel planlayan ve en verimli bir biçimde bu planı hayata geçirendir.
Örgüt için nasıl bir plan çiziyorsak, çalışma tarzı için de, aynen bir örgüt gibi, parti gibi günlük plan gerekir. Bunun için gününüzü iyi planlayın. Planlarınıza iyi hedefler koyun ve hedeflerinize iyi bir yaşamla, yoğun bir çabayla ulaşın. Çalışma tarzında başarılı olan bir militanın tarzı budur. Kişilikte aranması gereken, özellikle eylem adamlarının, hareket komutanlarının koparma tarzı budur. Bu serhıldan ve ideolojik mücadele için de geçerlidir.
Yaşama tarzı, çalışma tarzı günü birliktir. Eğer bir kişi çok daha ileri bir komutayı yakalamak istiyorsa, yaşama tarzıyla çalışma tarzını birleştirmelidir. Mesela benim yaşama tarzım, çalışma tarzım hemen hemen iç içedir ve aynıdır. Tabii bu güç ister, çaba yoğunluğu ister. Herkesten aynı derecede istenmeyebilir, fakat hedef aynıdır. Yaşam, çalışma ve savaş tarzını veya koparma tarzını birleştirmektir. Eylemde koparma tarzı dediğimiz olay nedir? Özellikle yaşamı, çalışmayı iyi düzenlemişse, son öldürücü darbeyi vurarak veya koparıcı adımı atarak bütün devrimci görevler yerine getirilir.
Düşman iyi tanınmış, halkın durumu iyi değerlendirilmiş, hedefler iyi belirlenmiş, devrimci yaşama, çalışmaya da dört dörtlük bir hak verilmişse, o noktada saldırılır. Nasıl hedeflerde olumluluk, olumsuzluk varsa; burada da aynı durum söz konusudur. Tam yöneliş anındayken bazıları ikircikliğe düştük, çok taciz edildik, kenarından geçtik, teğet geçtik diyor; bu durumlar vuruş tarzına en kötü yaklaşımı içerir. Halk içinde on ikiden vurma denilir, vuruş tarzı biraz da böyle izah edilir. An, vurma anı, vurulma anıdır. Sen vurmazsan, o seni vurur. Düşman pusuda veya savunmada, sen ise saldırıdasın, pusudasın. Kim bir dakika gecikirse, o gider. Pür dikkat olunmalı. An, yaşamın bir noktaya, bir dakikaya sığdırılma anıdır.
Vuruş tarzına ulaşan kişilik; en yoğunlaşmış askeri kişiliktir. Komutanlar, delidolu adamlardır, dopdoludur. Askeri okullarda da en temel ders, aslında bu özelliklerdir veya yoğunluk dersidir. Siyasette, askeri teoride, kültürde, ahlakta en yoğunlaşmış ifade komutan kişiliğidir. Komutan deyince akla ne gelir? Emreden ve vuran kişi gelir. Koparıcı kişilik nedir? Bütün bu konularda en yoğunlaşmış, yani bir yumruk haline gelmiş kişiliktir. Komutanın dili çok serttir, yüreği de, iradesi de buna yeterlidir. Fakat çok hazırlanmıştır, yoğunlaşmıştır. Çoğunuzun yaptığı gibi, sahte komutan değildir; bütün koşullarını hazırlamıştır, koşullarını değerlendirmiştir, hedeflerini belirlemiştir, örgütünü kurmuştur ve kararı doğrudur. O zaman vurur, vurdurur. Yani koparış tarzı da, vuruş tarzına yaklaşmış demektir. Bu da komutanlık halkasını tam yakalamak demektir.
Türk sistemine bakın, bütün dünya sistemine bakın; komutanlar dili ve eylemiyle çok yetkindir. Yani vuruş tarzına ulaşmış demektir. Bir de kendinize bakın; çoğunuzun dili yetişmiyor, emredemiyorsunuz bile. Hazırlık yapmamışsınız ki emredesiniz. Güç oluşturmamışsınız ki, hazır gücü bile değerlendiremiyorsunuz. Benim bin bir emekle emrinize verdiğim bir gücü, emirle ayağa kaldıramıyorsunuz. Zaten komutanın zavallılığı burada. Komuta sorunlarının ağırlaşması burada. Hazır gücü seferber edemiyor, emre koşturamıyor. Çoğunuzun diline bakın; sağlam bir emretme kabiliyeti yok.
Bunları belirtirken, asalım, keselim demiyorum. Sağlam bir komuta kişiliği, gerekirse yılanı tatlı dille deliğinden çıkarmaktan tutalım düşmanı farkına vardırmadan yenmeye kadar bu tarzı konuşturan kişiliktir. Çoğunuza bakıyoruz; “tam vuracakken ikircikliğe, kararsızlığa düştüm, biçildim, kurşunu sıktım, ama kenarından sekti, teğet geçti” diyorsunuz. Bütün bunlar sizin tarzınızdır. Düşmana gider böyledir, halka gider böyledir. “Üslenemedim, halkla ilişki kuramadım, örgütü hazırlamadım” der. Silahı varsa morali yok, morali varsa silahı yok, ikisi varsa örgütü yok; hepsi darmadağınık. Böyle komutan olmaz, böyle vuruculuk olmaz. Bu kişilikler koparıcı olamaz.
Askeri an; her an eylem durumunu yaşamak demektir. Bu anı yaşayamazsan biçilirsin. Nitekim arkadaşlar umulmadık yerde biçilmiştir. Şu deniliyor; “hiçbir grubumuz, bilinçli bir biçimde savaşı nasıl verdiğini, kaybettiğini veya kazandığını bilmiyor.” Bu doğru bir tespit ve çok egemen bir yandır. Beklenmedik yerde vuruluyor, beklenmedik bir biçimde vuruluyor. Bunu biz kabul edemeyiz. Böyle vurup kaybetmesi de, kazanması da kabul edilemez. Doğrusu tamamen planlanmıştır, her şey önceden düşünülmüştür. İkirciksiz yaklaşılmış ve düşmanın ruhu bile duymadan vurulup koparılmıştır. Halka gidilmiştir, halkın canı, ruhu olunmuştur, kazanılmıştır. Örgüte bakılmıştır, noksanlığı görülmüştür. Morali zayıfsa üstün moral, örgütü zayıfsa üstün örgüt sağlanmıştır. Vuruş tarzı, koparış tarzı böyledir. Kendinize bakın, durumunuzu yorumlayın. Çok yetersiz, sağa sola yalpalayan, tereddütlü; düşmana karşı tereddütlü, kendine karşı tereddütlü... Bu felaket bir kişiliktir. Bu kişiliği terk edeceksiniz. Koparıcı kişiliğe, vuruş tarzına ulaşmış kişiliğe tam ulaşmazsanız bütün çabalarınız boşa gider.
Mevcut planlamanızın bütün hususları tam olsa bile, vuruş tarzınız, vuruş stiliniz, üslubunuz ciddi noksanlıklar içeriyorsa; bir saatin elli dokuz dakikası sağlam işlense bile, son bir dakikayı iyi işleyemezseniz, altmışıncı dakikada kaybettiniz demektir. Veya bunu bir futbol maçına benzetirsek; seksen dokuz dakika iyi oynamışsınız, iyi götürmüşsünüz. Doksanıncı dakikada gol yediğinizde, elenmişsiniz demektir. Yani vuruş tarzının kendisi gol atma dakikasıdır, vurma dakikasıdır, sonuç alma dakikasıdır. Düşünün; o an gol atacağız, o an hemen koparıp alacağız. Bir an olarak değerlendiriyorsunuz ve kişiliğiniz buna hep hazır. İşte komuta kişiliği, gol kişiliği, hücum kişiliği... Bu da taktik önderlikte en sonuç alıcı özelliktir. Ve ne yazık ki bu, saflarımızda en az gelişen özelliktir. Biz aslında elli dokuzuncu dakikaya veya seksen dokuzuncu dakikaya kadar iyi gidiyoruz, ama sonuncu dakikayı kötü tamamlıyoruz. En temel taktik önderliksel sorununuz da budur.
Elli dokuz dakikaya ne girer; uzun süre eğitim, sabır, sıkıntılara, acılara katlanma girer, bilinçlenme girer. Her türlü inceleme, araştırma, diğer hazırlıklar girer. Bütün bunlar elli dokuz dakika eder. Ama bütün bunları niçin yaptınız? Aslında sonuncu dakikayı tamamlamak için, yani iyi vurmak için, koparmak için. Bir meyve ağacını düşünelim; yetişip meyve vermesi için ne kadar süre gerekir? Gübre, sulama, zaman ne kadar gerekli? Meyve olgunlaşmak üzere ve düşme anı var, söz konusu an, o anı yakalamaya benzer. Bir yıl beklediğiniz o ağacın bir dakikada meyvesini koparacaksınız, emeğinizin sonucunu bir dakikada alacaksınız. İşte vuruş tarzı da, olgun meyveyi koparma tarzıdır. Bu olmadan da bir yıl boşa gider, harcadığınız zaman boşa gider. Böyle bir planlama en başarılı bir vuruş tarzıyla tamamlanır. Bunun adı başarıdır. Eğer çok ciddi bir hedefin üzerine gitmekse zaferdir.
Parti saflarımızda, ordulaşma, savaş sürecimizde emek harcamamıza rağmen, vuruş tarzına ulaşmamış kişiliği mahkum edelim. Onun yaşam ve çalışma tarzını mahkum edelim. Bunun yerine vuruş tarzını başarıyla gerçekleştirecek yaşama gücünü, çalışma tarzını kendimizde egemen kılalım. Ve mutlaka sonuncu anı veya hedefi düşürmeyi mümkün kılan bir militan tarzı egemen kılalım. Buna ulaşmadan devrimciliğinize asla tamamlanmış gözüyle bakmayın. Yaşamaya, çalışmaya yeterlilik anlayışıyla yaklaşmayın. O halde, hepinizin en temel bir özelliği de vuruş, koparış tarzında ikirciksiz olduğu kadar keskin, usta olduğu kadar yaratıcı, sonuçlarını derleyici, bütün örgüte, savaşa mal edici olmalıdır. Örgütçümüzün, savaşçımızın, onun ordusunun en zayıf olduğu bu yönünü giderebilirsek -buna devrimci savaşımın geliştirilme sorunları diyoruz, özel savaşımın çöktürülmesi diyoruz- bunun böylesine bir vuruş tarzı ile bağlantılı olabileceğini göz ardı etmeden, militan tarzı tamamlayabilir ve ancak bu tarzda savaşarak başarabiliriz.
Bir kez daha ana hatlarıyla hatırlatırsak; bütün savaşan birimler, ideolojik cepheden tutalım kültür cephesine, en acımasız devrimci katılım cephesinden tutalım serhıldan cephesine kadar, böyle bir plan anlayışıyla yaklaşmaktan vazgeçilmez. Parti tecrübesinin getirdiği en önemli sonuç budur. Bütün savaşan birlikler ve ona hazırlanılmakta olan eskiler ve yeniler, küçükler ve büyükler, niteliği, çapı ne olursa olsun, nerede olurlarsa olsunlar; devrimci savaşın geliştirilme sorunlarına, bu sorunların başarılı bir planlama ile aşılmasına, böyle yaklaşmaya kesinlikle başarı şansı verilmeli, verdirilmeli. Başarıdan uzaklaştıran her şeye bununla karşı koysunlar. Gerekirse kendileriyle savaşarak böyle bir yaklaşımı gerçekleştirsinler.
Böyle bir önderlik tarzına sahip olduğumuzda, savaşımız gelişmenin her türlü sorunlarına çözüm getirebileceği gibi, ucunda nihai zafer de varsa, en sağlam ölçülerine kavuşmuş demektir. İçinden geçilen dönem için bu böyledir. Böyle bir yaklaşımla başarıyı garantiye almış demektir. Karşımızdaki özel savaşa bakalım; yenilgisini, tıkanıklığını önlemek için tepeden tırnağa kadar her şeyi ile tam gücünü seferber etmişken ve bunun için tetikteyken; onun açısından ölmek, Türk ulusunun veya halkının imha olmasını beraberinde getirmez -zaten bu da bizim amacımız değil- ama emperyalizmin işbirlikçilerinin, bir avuç vurguncunun sonu gelebilir. Bizim içinse asla böyle değildir. Bizim devrimci savaşımımızın gelişmemesi, bir yenilgiyi yaşaması halinde, sadece savaş cephesinin yitirilmesi değil, hatta partinin darbelenmesi de değil, bir halkın, ulusun ve ilerici insanlığın en önemli bir yaşam şansını kaybetmesi demektir.
Dolayısıyla düşmandan daha fazla her şeyimizi ortaya koyarak, yaşamı kazanma savaşımımızın dışında başka seçeneğimiz olmadığını bilelim. Başarıya ulaşmak, sonuca gitmek zorunda olmamız emredicidir. Ondan da öteye, en gönüllü, coşkuyla hücum ederek üzerine yürüyüp kazanacağımız tek seçenektir. Bir kez daha bu imkanı sağlam bir biçimde kazanma ile yüz yüzeyiz. O halde, bu eşsiz kazanma şansımızı mükemmel bir yaşam, çalışma ve vuruş tarzıyla değerlendirelim. Başarıdan ve zaferden başka hiçbir şeye imkan vermeyen yürüyüşümüze, savaşımıza yüklenelim ve mutlaka kazanalım.
Reber APO
6 Ağustos 1992
- Ayrıntılar
Hatırlamayanlar ya da bilmeyenler için belirtmekte fayda var; 1979 yılının karakışında İran’da islam devrimi yapıldığında; Tahran’da CIA bürosunu basmıştı göstericiler… Burada ortaya çıkan istihbarat raporlarında PKK hakkında yazılanlar; “…çok tehlikeli bir örgüttür. Sürekli takip edilmeli, mümkünse denetim altında tutulmalıdır” şeklindeydi. Hani geçtiğimiz sene “Argo” adıyla, Oscar ödüllerini alan sinema filminde de anlatılmaya çalışılan CIA’nin Tahran bürosunda bu belgelere ulaşılmıştı.
1980 yılının sonbaharında ise ABD destekli bir “eylül” darbesi Türkiye’de gerçekleştirildi. Hedef ise yine PKK’ydi… Hatta dönemin cunta lideri Evren; “…koşulların oluşmasını bekledik. Artık milli menfaatlerin çıkarları doğrultusunda bu müdahaleyi gerçekleştirmek temel görevimiz olmuştur” açıklaması ve bütün Kürt coğrafyasında gerçekleştirilen katliamlar-estirilen devlet terörü PKK’ye her yönüyle saldırıya geçmişti. Yine aynı Evren’in Amed cezaevinde direnen PKK’li önderler ve militanlar için söylediği “burada öyleleri var ki, kellesini kopartsanız düşüncesinden vazgeçmiyor” cümlesi, cuntacıların çaresizliğini de ortaya koyacaktı.
1992 yılında ise Kuzey’deki bütün Kürt illerinde ulu orta estirilen bir devlet terörü vardı. Yine aynı yılın sonbaharında Güney Kürdistan’a yönelik geliştirilen askeri operasyon da, hem yerel kürt grupları/hem de uluslararası güçler (İsrail/ABD başta olmak üzere) ortak hareket ederek “PKK’nin kökünü kurutmaya” çalışmışlardı…
Bu saldırılardan umduğunu bulamayanlar, bir sene sonrasında bu sefer İngiltere’nin destek verdiği yeni bir kök kurutma politikasına başvurmuşlardı. Dönemin genelkurmay başkanı D. Güreş; “bize yeşil ışık yakıldı” diyerek, başlatılan ortak operasyonu da dile getiriyordu. Ayrıca PKK’nin ’84 yılında gerçekleştirdiği ilk eylemde dönemin başbakanı olan Özal; “…birkaç eşkıyanın işidir, 24 saat içerisinde sorunu çözeriz” demişti. PKK’nin sorununu 24 saatte çözemeyen başbakan, 93 yılında Cumhurbaşkanıyken PKK sorunu yüzünden devlet tarafından katledilmişti. Kendi cumhurbaşkanını zehirleyen devlet aklında, binlerce köyün yakılıp yıkılmasına, on binlerce insanın katledilmesine ve JİTEM gibi paramiliter oluşumlarla yaşanan toplumsal travmaların açığa çıkarılmasına rağmen; PKK’nin kökünü kurutma politikaları yine sonuçsuz kaldı.
Durumu hastalık haline getiren bu kesimler, yenilgiye doymuyorlardı! Bu sefer 1996 yılında; Şam’da bomba yüklü bir taksiyle PKK’nin ve Kürt Halkının Önderine bir suikast girişiminde bulundular. Fakat bu girişimde, bu evdeki hesap da diğerleri gibi sonuçsuz kalmış ve PKK’nin kökü kurutulamamıştı.
Gerçekleşen bu başarısız suikast girişiminin ardından geçen bir yıl boyunca yeni bir planlama ve taktik üzerinde çalışan bu kesimler; 1997 yılının Mayıs ayında yine çok devletli ve yerel Kürt gruplarının da katıldığı bir saldırıyı devreye koymuşlardı. Konu yine aynıydı! Zap olarak bilinen alanda düşürülen bir Skorsky tipi helikopter ile bütün planlar ve ham hayaller yine başka bir bahara kalmıştı. Düşen helikopterin içindeki subay cenazelerinin içinde İsrail’li subayların olduğunu ilgili çevreler çok iyi bilmektedir…
1998 yılında ise PKK kuruluşunun yirminci yılını yaşamaktaydı. Hem kuruluşundan, hem de gerçekleştirdiği ilk eylemin üzerinden uzun yıllar geçmişti. 98 yılında Akdeniz kıyısına yerleşen ABD donanması, sınıra yığılan TC’nin 2. Ordusu bile PKK’nin kökünü kurutmaya yetmemişti…
1999 yılında hemen hemen bütün dünyanın ortak hareket ederek gerçekleştirdiği 15 Şubat komplosuyla, PKK’nin ve Kürt halkının önderi esaret altına alınmış ve PKK’nin bu sefer kökünün kuruyacağını sanmıştı bu çevreler… Aradan geçen 15 yıl tüm dünyaya ve bu çevrelere gösterdi ki; PKK’nin kökü kurumadı… Öyle kolay kolay kuruyacak gibi de değil!
PKK önümüzdeki günlerde sıktığı ilk kurşunun üzerinden geçen 29 yılı geride bırakacak! Bugün stratejik hamlesinden dolayı belki kurşun sıkmıyor ama bu sıkmayacak anlamına da gelmez… Dile kolay PKK parti olarak 36 yılını da geride bırakmıştır… Sayısız saldırıyı, türlü dalavereleri ve envai çeşitteki kulamparayı sonuçsuz bırakmış, heveslilerin kursaklarında bir yumruk gibi oturmuş bir harekettir.
Şimdi “dünün çocukları”, “ne oldukları belli olmayanlar” çıkmış, enselerine üfleyen batılı güçler tarafından öyle bir şişirilmişler ki; PKK’nin kökünü kurutacağız diyorlar. Ne diyelim…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Özgür ve demokratik bir yaşam inşa etmeye çalışan Rojava halkına yönelik son üç aydır alçakça saldırılar yöneltiliyor. Adına Cephetül Nusra denilen, El Kaideci olduğu söylenen, gerçekte ise ne idüğü bilinmeyen bazı çete grupları, insanlık dışı vahşi yöntemler kullanarak katliamlar yapıyor. Kürt soykırımı Rojava Kürdistan’da bu biçimde gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Bir Kürt-Arap çatışması yaratabilmek için bazı güçler alçakça çaba harcıyor.
Bu çerçevede Kamışlo’da gerçekleştirilen bir saldırıda Kürt Yüksek Konseyi Diplomasi Komitesi Üyesi İsa Hıso vahşice katledildi. Halep’te iki köyde gerçekleştirilen katliamlarda ellinin üzerinde sivil Kürt, kadın ve çocuk vahşice öldürüldü. İkiyüzelliden fazla sivil insan rehin alınarak kaçırılmış durumda. Kürt özgürlük güçlerine yönelik saldırılarda onlarca YPG gerillası şehit düşmüş bulunuyor.
Başta büyük Kürt yurtseveri İsa Hıso olmak üzere çete saldırılarında yaşamını yitiren tüm Rojava şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz. Rojava halkının intikam direnişini selamlıyoruz. Çeteler ve tüm devrim düşmanları şu gerçeği çok iyi bilmeliler ki, Rojava halkı asla yalnız değildir. Tüm Kürt halkı ve demokratik insanlık arkasındadır, Rojava halkıyla birliktedir. Dolayısıyla Rojava halk direnişi asla kırılamaz, Rojava özgürlük devrimi asla boğulamaz.
Aslında 19 Temmuz özgürlük devrimi tam bir halk devrimiydi. Rojava halkı kansız bir biçimde yönetime el koymuş ve kendi kaderini belirlemeye yönelmişti. Rojava’da Kürt demokratik özerkliğini inşa etmeye koyulmuştu. Kürt demokratik toplumunu örgütlüyordu. Böylece Kürt sorununun genel çözümüne ve demokratik Suriye’nin inşasına katkı sunmak istiyordu. Kürt-Arap kardeşliğini özgürlük temelinde yaratmayı ve geliştirmeyi arzu ediyordu. Ortadoğu’nun kangrenleşmiş sorunlarının çözümünde pay sahibi olmaya çalışıyordu.
Öyle anlaşılıyor ki, tüm bunlar bazı çıkar çevrelerinin planlarını bozdu. Deyim yerindeyse arı kovanına çomak sokmak gibi bir şey! Bilcümle gericiliğin oyunları ve hesapları bozuldu. Şimdi hepsi elbirliği etmiş ve kendilerine bir de tetikçi çete bulmuş Rojava devrimine ve halkına saldırıyor. Hem de hiçbir kurala riayet etmeden, hiçbir ahlâki ölçü tanımadan, sivil-asker ayrımı yapmadan.
Peki ne yapmak, hangi sonuca ulaşmak istiyor bular? Besbelliki iki yıldır oluşan Kürt demokratik özerkliğini yıkmak istiyor. Kürt özgürlük devrimini tasfiye ederek Rojava Kürdistan’ı kölelik altına almak istiyor. Böylece Rojava’da oluşan demokratik Suriye alternatifini ortadan kaldırmak istiyor. Kürt-Arap kardeşliğini dinamitleyerek bir Arap-Kürt savaşına, boğazlaşmasına yol açmak istiyor.
O halde bu saldırgan katil sürüsü ve ardındaki güçler Kürt halkına düşman, Kürdün özgür iradesine ve demokratik örgütlenmesine karşı. Demokratik özerklik temelinde Kürt sorununun çözümünü istemiyor. Dolayısıyla demokratik ve barışçıl Suriye’ye karşı. Suriye halklarının kardeşçe bir arada yaşamasını istemiyor. Kürt-Arap çatışmasından ve Suriye’de iç savaşın tırmandırılmasından yana. Suriye ve Ortadoğu’daki sorunların çözülmesine karşı.
Besbelliki bu çevreler Rojava’da istikrarın ve çözümün gerçekleşmesinden rahatsız. Kürt halkının özgür, örgütlü ve iradeli olmasını istemiyor. Yeni ve demokratik bir Suriye’nin gerçekleşmesinden korkuyor. Kürt-Arap dostluğunun ve kardeşliğinin gerçekleşip tüm Ortadoğu’da etkili olmasından rahatsızlık duyuyor. Bu temelde yeni ve demokratik bir Ortadoğu’nun şekillenmesinden korkuyor.
Peki kim bunlar? İşte burası biraz karışık ve müphemli. En genel olarak ‘Kim değil ki?’ demek mümkün. Gerçekten çok sayıda gücün elinin bu saldırıların içinde olduğu anlaşılıyor. Bölgede ve dünyada birbirine en karşıt olanlar, Rojava devrimine karşı yan yana gelmiş bulunuyor. Bazı hain Kürtlerin bu işin içinde olması da cabası!
Rojava devrimine karşı baştan beri en çok saldırıda bulunan AKP hükümeti olduğu biliniyor. Çeteleri Türkiye’de eğittiler ve Ceylanpınar başta olmak üzere tüm sınırdan Rojava’ya saldırttılar. Bir yıldır tüm sınır kapılarını kapatarak Rojava halkına yönelik tam bir ambargo uyguladılar. Fakat son haftalarda AKP hükümeti sanki politika değiştiriyormuş gibi bir görüntü veriyor. PYD Eşbaşkanı Salih Müslim ile görüştü. Güney Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani’yi ağırladı.
Acaba bu görüşmelerle AKP hükümeti ne yapmak, nereye varmak istiyor? Eski stratejik duruşu ve izlenen politikaları değiştirerek bir çözüm gücü haline gelmeyi mi hedefliyor? Yoksa yeni oyunlar mı oynuyor? Sol gösterip sağ mı vuruyor? Tabi netleşmeyen bu hususların yeterince bilinmesi gerekiyor. Eğer AKP hükümeti görünüşte görüşme yapıp alttan ise bu saldırıları örgütlüyorsa, o zaman bu AKP’nin sonu olur. Böyle bir durumun netleşmesi halinde AKP’ye Kürt desteği tamamen biter.
Burada tam netleşmeyen bir duruş da ABD ve AB’nin duruşu. Oysa Rusya oldukça açık bir tutum geliştirdi. ABD ise, ‘Bir Suriye Kürdistan’ı istemediklerini’ ifade etmişti. ABD neden bunu istemez? Kürtler olmazsa Suriye ve Ortadoğu’nun sorunlarını nasıl çözecek belli değil! Bu politika doğrultusunda olsa gerekki Rojava halkına yönelik gerçekleştirilen katliamlara ses çıkarmıyor. Katiller El Kaideci olsalar bile!
El Nusra Cephesi denen çete oluşumunun ardında İran ve Suriye devletlerinin olduğuna yönelik yaygın söylentiler var. Irak’ta ABD’ye karşı savaşta bunları İran ve Suriye devletlerinin desteklediği söyleniyor. Şimdi de Rojava’daki Kürt özerkliğine saldırtılarak hem oluşan yeni demokratik Kürt statüsü tasfiye edilmek isteniyor, hem de Kuzey’deki ateşkes ve demokratik çözüm süreci boşa çıkartılmak! Acaba böyle olabilir mi? Olmaması için bir neden yok. İran politikalarının buna açık olduğu biliniyor. Suriye ise açıktan uçakla vuracağına böyle yapmayı daha ‘Hayırlı’ görebilir. El Nusracıların topraktan mantar biter gibi bir anda Suriye muhalefetinin en büyük grubu haline gelmiş olması da bu kuşkuyu artırıyor.
El Nusracıların “İslam Devleti Kuracağız” açıklamasının bir hikâye olduğu anlaşılıyor. Onların El Kaideci oldukları bile şaibelidir. Başkasınca beslenen basit bir tetikçi grup olduğu ortada. Sivil halka yönelik vahşi katliamlarla Kürtleri sindirmeyi ve korkutup kaçırtmayı hedefliyor. Belliki Kürt toplumunu ABD askeri sanıyor. Vahşette ve alçaklıkta sınır tanımıyor.
Burada anlaşılması gereken bir durum da KDP’nin tutumu. Bu süreç boyunca Başur-Rojava sınırını kapalı tutuyor. Hiç ilişkisi olmasa bile, objektif olarak El Nusra planının bir parçası haline geliyor. Hem de Ulusal Kongre çalışmalarının en yoğun olduğu bir ortamda. KDP’nin de bu yaptıklarının altından kalkması çok zor. Eğer PYD’ye boyun eğdirmek için bu tür planların parçası oluyorsa ve bu durum açığa çıkarsa, o zaman KDP için de bir bitiş olacağı açık.
Rojava halkına ve özgürlük güçlerine gelince, onlar zaten kahramanca direniyorlar. 19 Temmuz devrimiyle insanlığa yeni bir özgürlük umudu oldular; gerici saldırılara karşı direnerek de umut olma konumlarını sürdürüyorlar. Belliki gelinen noktada kahramanca direnişle devrimi ve ülkeyi savunmaktan başka çare kalmadı. Ama bunu yaratıcı yöntemlerle yapmak ve akıllı siyasetle birlikte yürütmek de gerekiyor.
Rojava halkı zaten bu gerçeği biliyor ve pratiğini buna göre yapıyor. Tüm Kürt halkının ve insanlığın desteği her gün artan oranda Rojava’ya akıyor. YPG’nin seferberlik ilanı Rojava’da olduğu gibi, tüm Kürdistan’da ve dünyada karşılık buluyor. El Kaideci çetecilerin ve ardındaki güçlerin bu sefer sert kayaya çarptıkları ve artık sonlarının geleceği anlaşılıyor!...
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Rojava’da yüzlerine islam maskesi, dillerine islam kelamı yerleştirmiş, ama özünde vahşi, barbar olan El Kaideye bağlı El-Nusra adlı çeteler Kutsal Ramazan ayı bile demeden elli (70) Kürt insanını, elli Müslüman katlettiler. Öncelikle şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, anılarına Kürdistan’ın her karışını özgürleştirme sözünü yineleyerek yazmaya başlıyorum.
Kürtler seçilerek, kadın-çocuk ayrımı yapılmadan bu öldürme olayı gerçekleştirildiği için de, bu bir soykırım ve insanlık suçudur. Kürtlerin soyunu ortadan kaldırmayı hedefleyen bu jenosidi kınamak, protesto etmek ve lanetlemek yetmez. Kürtleri tarihten silmeyi hedefleyen bu soykırımcıları, bir daha böyle birşeyi aklından dahi geçiremeyecek bir duruma getirmek gerekir. Başta Kürt ulusu olmak üzere, kendisini müslümanım, demokratım, sosyalistim ve hatta insanım diyen kim varsa Kürtlere karşı El Nusra adlı çeteci grupları ve ardındaki sömürgeci AKP hükümeti ve bazı işbirlikçilere karşı ayağa kalkmalıdır.
ANHA’nin çektiği görüntüleri izleyipte ayağa kalkmayan, vicdanı ayaklanmayan, bilinci isyan etmeyen insan, insan değildir, Kürt Kürt değildir. Herkes tereddütsüz, bir insan, bir demokrat ve bir Kürt olarak ayağa kalkmalıdır.
Rojava Kürtleri altmışlı yıllarda Amude’de sömürgeci Suriye rejimi Kürtlere karşı büyük bir soykırıma girişmiş, 350 insanımız katledilmişti. 2004 baharında da, benzer saldırıları rejim gerçekleştirmişti. Kürtler soykırım kıskacı altında bulunan bir halk konumunu sürdürmektedirler. Dün Koçgiri, Palu-Genç-Hani, Zilan, Dersim, Halepçe, bugün ise Halep’te soykırım gerçekleştiriliyor. Dün bunu rejimler, devletler yapıyordu. Bugün ise, sözümona muhalefet yapıyor. Dün henüz devletleşmeyen direniş konumunda olan Türk ırkçıları Koçgiride soykırım yapmıştı. Bugün de El-Nusra vb. çete grupları henüz muhalefet konumunda iken soykırım gerçekleştirmektedirler.
Amaç açıktır, Kürtlerin özgürlüklerine kavuşmasını engellemek, Rojav devrimini tasfiye etmek ve Kürtleri bir daha ayağa kalkamaz, direnemez konuma getirmektir. Bu kapitalist modernite güçlerinin öteden beri bir planıydı. Lozan konferansı somut olarak bu suçun planlandığı bir konferanstır. Bugün de yetmiş masum Kürt insanının, ki bunların çoğu kadın ve çocuktur. Yine yüzlercesinin kaçırılarak rehine alınması sözkonusudur. Şimdi bu soykırım değil de nedir. Peki neden “müslüman AKP” bu soykırıma karşı sessiz? Peki neden “ hak ve özgürlükler merkezi Avrupa” sessiz? Petrole bulanmış karabatak kuşunu müdahale gerekçesi sayan ABD sözkonusu katledilen Kürtler olunca neden sessiz? Rojava Kürtlerinin haklı olarak kendilerini yönetme hakkını dile getirmeleri karşısında demeç üzerine demeç veren bu çevreler bu katliam ve soykırımın arkasındaki güçlerdir. Peki Kürtler kendi kendisini savunmasınlar da, soykırıma, katliama mı uğrasınlar?
Sözümona Suriye muhalefetiyle başta ABD olmak üzere bazı temel güçler görüştü, görüşmektedir. Türk sömürgeci devleti de her türlü desteği sunmaktadır. Dolayısıyla bu katliamın arkasında görüşen güçler vardır.
Kürtlere karşı birleşen tüm El-Kaideye bağlı grupları neden böyle bir dönemde Kürtlere saldırmaktadırlar? El-Kaideci gruplar çok kısa sürede Esad rejimini devirerek iktidar olacaklarını düşünüyorlardı. Fakat bilinen gelişmeler nedeniyle rejim ömrünü uzatıp, hatta rejim karşı saldırıya geçecek kadar kendisine güven duyunca, kısa sürede iktidar olma planları bozulan çeteler, Türk devletinin yakın korumasını elde etmek için, Rojava devrimini tasfiye ederek, Kürdistan’ı kendisine kalıcı bir üs haline getirmeyi hedeflemişlerdir. Aksi taktirde kendileri tasfiye olacaklardır. Suriye rejiminin etkin olduğu sahalarda ilerleyemeyen bu çeteler, bu nedenle de en vahşi yöntemlerle Kürtlere ve onların devrimine saldırmaktadır. Kürtlere saldırarak aynı zamanda Türk devletinin desteğini sürekli kılmayı amaçlamaktadırlar. Daha açıkçası, Rojavayı kendi geri cepheleri yapmak istemektedirler. Burada soluklanıp, eğitim yaparak ve türk devletinden her türlü desteği alarak bölgede kalıcı olmak istemektedirler. Strateji ve zihniyet budur. O açıdan saldırıları sıradan ve geçici olarak görmemek gerekir. Bu durumda da çok daha fazla saldırgan ve vahşi olacaklarını öngörerek, ona göre bir yaklaşım içinde bulunmak gerekmektedir. Rejim tarafından geriletilmiş, iktidar olma konumunu yitirmiş, Kürdistan’da da tutunamayan bir çete grubu kendisini nasıl yaşatacak? Dolayısıyla Kürtlere saldırmayı ve kendilerine yer açmayı kendileri için ölüm-kalım savaşı olarak görmektedirler. Bu açıdan da saldırıları öyle kısmi, geçici olarak görmemek gerekir.
Aynı şekilde Sömürgeci Suriye rejimi de bu durumdan yararlanmak istemektedir. Fırsat buldukça o da Halep’te Kürtlere saldırmaktadır. Dolayısıyla farklı, hatta birbiriyle savaşan güçler olsa da Kürtler ve hakları sözkonusu olduğunda bir yerde birleşmektedirler.
Tasfiye edilen, darbelenen Rojava devrimi, tasfiye edilen Kuzey Kürdistan devrimi başta olmak üzere tüm Kürdistan’dır. Ve devrimle elde edilen tüm kazanımlardır. Tüm ulusal-toplumsal kazanımlar tehlikeye girer. Buna Güney Kürdistan da dahildir. Hiç kimse kendisini kandırmamalıdır. Dolayısıyla Kürtler ve Kürdistan tehlike altındadır. Sadece Kürtler de değil, Aleviler, Asuriler, Keldaniler, Ermeniler vb. halklar ve inançlar da tehlike altındadır.
Kuzey Kürdistan devriminin başarısı, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, Önder Apo’nun özgürlüğü ve bölgenin gerçek anlamda demokratikleşmesinin yolu Rojava devrimini savunmaktan geçer.
Bu açıdan kuzey Kürdistan’daki güçlerin 4 Ağustos’ta Ceylanpınar’ da yapacakları etkinlikler önemlidir. Urfa Valisinin böyle bir mitingi engellemeye çalışması, aslında AKP devletinin bu soykırımdaki payını da ortaya koymaktadır. Dolayısıyla herkesin daha güçlü bir kararlılık, örgütlülük ve serhıldan ruhuyla harekete geçmesi daha fazla bir gereklilik halini almıştır. Ancak bu bir-iki günle sınırlı olmamalıdır. İslahiye’den Mardin’e kadar sınır hatlarında bulunan Kürt gençleri, kadınları ve tüm halkımız bu el-kaideci çetelerin rahatça dolaşmalarına, etkinlik göstermelerine izin vermemeleri gerekir. Elbette bu da örgütsüz ve rastgele olmak. Örgütlü bir çabayla bu önlemleri almak mümkündür. Bugüne kadar bunun yapılmaması da hepimiz için bir özeleştiri konusudur.
Esas görev budur. Her welatparez esas olarak bunun için çalışmalıdır. Kuzey Kürdistan’ı Rojava için bir geri üs durumuna getirmek isteyen bu çetecilere karşı herkesin daha örgütlü ve bilinçli hareket ederek üzerine düşeni yerine getirmesi gerekir.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
5 Ağustos günü saat 07:00 - 08:00 ile 17:00-18:00 arası Medya Savunma Alanlarımızdan Zagros bölgemize bağlı Xapuşke mıntıkası işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs toplarıyla bombalanmıştır.
- Ayrıntılar
Sömürgecilik özü itibari ile faşizmdir. Çünkü sömürgecilik başka insanları, toplumları ve kültürleri küçümsemedir, horlamadır, değersiz görmedir ve çoğu zaman yok etmedir. Sömürgecilik bu bağlamda insanlık dışı bir eylem biçimidir.
Sömürgeciliğin birde sömürü altına aldığı toplumları kendi içine alarak eritme politikaları vardır. Toplumları cendereye alarak kendisinden uzaklaştıran politikalardır bunlar. Kimi yerde buna asimilasyon deseler de özü itibariyle bir toplumu kültürel olarak bitirme eylemidir yapılan.
Sömürgeciliği derinliğine uygulayanlar birde sömürü altına aldıkları toplumları bitirmek için özel misyonerler çıkarırlar. Bunlar da halkları devşirme misyonarlarıdır.
Sömürgecilerin bir nevi avantgardları yani öncü misyonerlerine rolünü üstlenmiş olanları birde adeta kahraman ilan ederler. Halbuki bu kişilikler kendi sömürgeci kültürünü götürdükleri yerler başka halkların kültürlerini yaşadıkları yerlerdir. Onlarda başka halklar gibi kendi kültürlerini yaşamayı esas alırlar. Ancak bu misyonerler her devşirdikleri insan için sömürgeci rejim tarafından aferinler alırken, kendileri de bu görevi çok fazla gönüllüce sürdürürler.
Tuhaf gelebilir ancak bu misyonerlerin bir kısmı adeta tam birer gönüllü savaşçı olarak başka toplumların bağırlarına birer hançer gibi saplanmaktan asla tereddüt etmezler.
Bu hançerlerden bir tanesi Dağ Çiçeklerim kitabının yazarı olan Sıdıka Avar ismindeki sömürgeciliğin kültür yayılmasının öncülerinden olan kişiliktir. Dağ Çiçeklerim kitabı boydan boya “Kürt çocuklarını nasıl devşiririm, nasıl Türkleştiririm” çabası ve çalışmasıdır. Bir Kürt kızını Türkleştirmek için katlanmayacağı bir zorluk yoktur. Adeta sanki dünyaya Kürt kızlarını ve erkeklerini küçük yaştan alarak devşirmek için gelmiştir. Başkalarını erittikleri halde sanki dünyanın en kutsal işini yapmışçasına birde kitabı dökmüştür.
Evet,Kürt halkının yürüğüne saplanmış bir hançer. Özelde de çalışma yürüttüğü yer ise 1937 yılında ve 1938 katledilen yerler olan Dersim topraklarıdır. Bir nevi kızıl katliamla katlettikleri katletmiş geri kalanları ise bu kez beyinsel yok etmeyle yani Beyaz katliamla katletmektedirler.
Kitabın bir sahnesinde Kürtlerin en büyük katili olan İnönü yani namı diyar sağır İsmet devreye girer. Kürt çocuklarının devşirildiği Kız Enstitüsüne gelir. Kürtlerin nasıl Türkhaline getirildiğini ve nasıl kendi kültürlerinden uzaklaştığını görmek ister.
Kitapta bir sahne şöyle işlenir. Elmas ismindeki Dersimli kız elini uzatmaz, selam vermez sağır paşaya. Sağır paşa rahatsız bir şekilde bu durumu öğrenmek ister. Kürt kızlarını devşiren hoca hanım devreye girer ve:
“Çünkü "Büyük elini uzatmadan küçük uzatamaz. Paşa, Vali gelse, onlar elini uzatmazsa başımla selamlarım, elimi uzatamam" diye anlatmıştım. İnönü tatlı tatlı gülerek, - Ben elimi veriyorum, diye uzanınca Elmas koştu, yere diz çöküp iki elinin üstünde o büyük eli "hürmetle öptü ve alnına koyup durdu. Herkes duygulanmış, gözleri yaşarmıştı. İnönü Elması omuzlarından tutup kaldırdı. Mebusumuza hitaben, - İşte eser bu ;" KÜRT " dedi. Bu söz üzerine ayağa fırlayan milletvekili, Elmas'ın sağ bileğinden yakalayıp havada sallayarak, - Bu el. Silah tutmaz, bu el kılıç tutmaz, bu el dost eli, bu yürek dost yüreğidir! - Kalem tutar, iğne tutar... diye bir nutuk çekti.”
Dikkat edilirse Kürt, devletin elini öpendir. Kürt bir el işaretiyle eli öpendir. Ve tabii birde ortaya çıkarılmış olan Kürt artık kendi değerleri için mücadele edemeyecek olan Kürt’tür. Boyunduruk altına alınmış Kürt’tür.
Evet, gerçeklik bu olduğu halde kitabın yazarı ve öncü bir misyoner olan hanım ne kadar da büyük bir iş yaptığıyla övünür durur. Sadece kendisi övünmez başkaları da onunla övünür.
“Tokat'ta denedik sizi, burada misyonerliğini görmeliyiz. Bir Türk misyoneri. Bu konu üstünde sessiz sedasız çalışmazsak oradaki vatandaşlarımızı gücendirirsiniz” sözleri Kürdistan’daki kızları devşirilmesi için sarf edilen sözlerdir. Ve bu sözleri sarf edenler devletin resmi eğitim görevlileridir.
Yine başka bir sahnede bu hoca hanım Kürt kızlarını toplayıp yatılı okullara götürmek için köy köy dolaşırken, bir köyde ilginç bir sahneyle karşılaşıyoruz.
“Yukarı Mahalle'de bizi askerden yeni dönmüş iki genç karşıladı. Evleri beraber dolaştık. Onlar da kızların okumaya gönderilmesini istiyorlardı. Volga ana, biz askere gidende okuma - yazma örgenirik, dünya görürük. Askerden dönende canımız istemez ki bu kızlarla evlenek. Bu köyde ne göriler ki örgeneler Hepi eşek. Biz de eskere gidende örgendik her şeyi. İnsan dünya göri, gözü acili. İkisinin de kız kardeşi vardı.”
Türklerin askerliğini yapıpta gelen iki sözde Kürt genç kendi köylerinde yaşayan kızlara “hepi eşek” sözleri esasta ne hale getirildiklerini göstermesine rağmen, sömürgecinin misyonarı için müthiş bir duygu seli ve kabarmasına yol açıyor. Halbuki dünyanın neresine gidersek gidelim kendi toplumuna bu kadar uzaklaşmış olan insanlar, insanlıktan çıkmış olarak kabul edilir. Ancak söz konusu sömürgecilik oldu mu durum farklılaşır. Sömürgecilik için en iyi insan devşirilmiş ve kendi öz değerlerinden uzaklaşmış insandır. Kendisini başkalarının değerlerine yatıran insandır. Haşa ama “eşek” haline gelen insandır.
İnsan böyle kitapları okuyunca sömürgeci kültürün neden bu denli halen içimizde çok güçlü yaşadığını daha iyi anlıyor. İnsan sömürgecilerin bir Kürt kızını düşürmek için ne kadar çaba sarf ettiğini görünce bizlerin bu sömürgeci ve yayılmacı kültüre karşı ne kadar zayıf durduğumuzu da iyi görüyor. Günlük olarak yaşadığımız oto asimilasyonu gördükçe bu söylediklerimizin ne kadar doğru oldukları da net görülüyor.
Sözü uzatmadan, sömürgeciliğin yürütülmüş olan bin bir türlüsüne karşı yeniden bir nevi bir kültür hamlesi temelinde, kendi kültürümüze sahip çıkararak ama bu kez yaşamın her anında bunu yaparak bizler sömürgeciliğin üzerimizdeki kültür soykırımını kırabiliriz. Ancak sömürgecilerin misyonarlarından çok daha fazla çalışarak, çok daha büyük bir inatla kendimize yüklenerek ve de bu mücadelenin kutsal bir çalışma olduğunu bilerek yüklenirsek kıra biliriz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
Siirt doğumlu Azad yoldaşımız özgürlük hareketimize büyük vicdani sorumluluğunu hissederek kararlı yürüyüşü sürdürmek üzere özgürlük dağlarımıza yönelmiştir
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1.4 ağustos tarihinde işgalci TC ordusu sabah saatlerinde Amed'in Şehit Serxwebun alanına bağlı Şehit Serhat mıntıkasına indirmelerle bir operasyon başlatmıştır. Bu operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar