Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Eylül tarihinde saat 3:00 – 4:00 arası işgalci TC ordusuna ait Savaş uçakları Xakurke bölgesi sınırında hareket etmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13-15 Eylül tarihleri arasında Medya Savunma alanlarımızdan Kandil bölgemiz üzerinde İşgalci TC ordusuna ait insansız hava araçlarıyla yoğun keşif yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12-13 Eylül tarihlerinde Hakkari'nin Şemdinli'ye bağlı Museka ve Gırana da işgalci TC ordusunun yoğun hareketliliği gelişirken kısmen çevre operasyonu da yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Büyük boşluklar, amansız iç çekişmeler geride kalanlar için,
Soğuk düşler…
Ağrıyan bir yüreğin çaresizliğinde sadece derin bir boşluğu yaşayan o kalanlar…
Gidenlerin bıraktığı, kalanlar…
Ve yarım
Ve çok eksik… Kalanlar… Bizler…
Alışılmamış bağlanmalar, anlatılamayan arkadaşlıklar yoldaşlıklar ve birbirlerine sevdalanan yürekler…
Yüreğini ve ruhunu Gabarın herhangi köşesinde bırakıp gelenler
Bir Gabar Yalnızlığına bıraktığı yüreğinin ve ruhunun hal hatırını sorduğumda
Orda kaldı ikisi de demişti Heval Nupelda…
Sonra uzandım oralara… Feraşinden Gabara kadar uzanan yolculuğa dokundum
Anlamak için orada bırakılan her şeyi…
Kaybolmanın ve yitirilmenin kıyısında yaşadığım onca hayatın anlamsızlığında büyürken, çocukluğuma ve geleceğe bir anlam bulamanın çaresizliğiydi hep yaşadığım. Amaçsızlık, ya da sadece günleri geçirmenin tuhaflığı… Oysa dağlarda kurulu bir yaşam vardı. Kendi canlarını yeni bir hayat kurmak için feda edenlerin hikâyeleri vardı dağlarda… Kavgaları armağanları ve kazandıkları güzel bir yaşam vardı… Avuçlarımda yitirilmeye az kalmış birkaç yaşanmışlığın dışında hiçbir şey kalmamıştı… Hayatım ve yaşadığım zaman içinde söylenmiş, söyletilmiş onca cümlelerde bir umut doğmamıştı o ana kadar… Oysa bazen bir cümlenin ardında yepyeni bir başlangıç olur. Yolları inişli çıkışlı ama yine de olması gereken yepyeni bir başlangıç…
İşte her şey istenilen yerde başladı, tam da başlanması gereken o nokta da, o ilk tokalaşmada…
Onunla daha sonra onlarla, ilk söylenecek bir cümlede yeni bir başlangıç doğacaktı, taze ve hiç dokunulmamış…
''Merhaba heval, hoş geldin aramıza kavgamıza yüreğimize''… Gözlerinin parlayan bakışlarıyla bu cümleyi uzattığında yüreğime, hayatını değiştirecek ilk kapıyı, Heval NERGİZ açmıştı. Bir başlangıçtı bu sadece… Bir akşam saatinde, karanlığa gömülmüş bütün yanlarım aydınlığın sarılışında bir yolculuğa en heyecanlı saatlerini yaşıyordu.
Merhaba heval hoş geldin. Gerilla ya hoş geldin… Bazen bir başlangıç için yeterliydi bu cümleler… Eğer istenilen bir başlangıçsa…
Ve Heval NERGİZ'in rehberliğindeki yolculuğumuz başlamıştı…
Heval NERGİZ'i daha önce de tanıyordum. Arada yapılan tartışmalarda hayata bakışından anlıyordum ona ait kavgasının büyüklüğünü, anlamını ve gerekliliğini… Oysa benim kendime ait hiç bir kavgam yoktu, halkıma kavgam yoktu… Ama onun halkı uğruna verdiği bir kavgası vardı. Ben uğruna verdiği bir kavga… Ve bunu gördükçe onda, söylediğim şeylerin bir anlamı olmuyordu.
Şimdi onun verdiği kavganın yoldaşı olabilmeyi seçtiğim için yaptıklarımın, yapacaklarımın bir anlamı olacaktı…
Uzun ve ince bir yolculuğun gecesiydi zaman… o büyük karanlığında Feraşinin, uzayıp giden patikalarından geçiyorduk. Yıldızlarından, sessizliğinden, direnişinden geçiyorduk. Onu izleyerek yürüdüğümde mırıldanarak türküler söylüyordu Heval Nergiz. Onunla her şey yolunda gidiyordu. Ben sadece onun izinden o karanlıktan yürümenin sessizliği içindeydim. Yüreğimde sayısı çoğalmış ve çoğalmakta olan duygular… Sevinçler doğuyordu attığımda her adımı…
Yüksek bir tepesinde Feraşinin, yeşilliğinin üstünde sanmıştım kendimi o noktadan baktığımda… Kalabalık bir arkadaş grubu vardı. Güneyden yeni gelen Dersim Grubu da gelmişti. Hepsiyle tanıştıktan sonra, Heval Mehmet karşıladı bizi. Gülümseyen yüzüyle, bütün sıcaklığıyla karşılamıştı bizleri. İçten sohbetinin içinden geçen sıcak yoldaşlığının havası çarpıyordu yüzümüze. Yanına çağırdığında, silahını da alarak bir kayanın üzerine çıkardı beni, sonra duygularımı amacımı niçin katıldığımı sordu. Verilen kavganın bir ucundan tutmak için geldiğimi, Yapabileceğim bir şeylerin olabileceğini söyledim ve hepsi bu dedim. İyi dedi, yapabileceğin çok var burada… ''Tu Xêr hati disa… Em gelek keyxweş bûn, bı hatina te''…
Bu ikincisiydi hoşgeldi'nin… Gördüğüm herkesin en anlamlısı olan hayata hoş gelmemi diliyordu ve bu en iyi destekti benim için… Yüzümdeki tebessümle ve gözlerimdeki parlayan neşeyle Heval Mehmet, elini omzuma atarak'' demek bu yemyeşil uzun, geniş Feraşin senin öyle mi'' dediğinde o an aklım başka yerdeydi… İçimde heyecan ve ruhumun bir komutanın yanında sohbet ediyor olmasından doğan gururla ilgileniyordum ve şaşırarak'' evet benimdir'' dediğimde büyük bir kahkahanın ortasında bulmuştum kendimi. Heval Mehmet ve yanındaki bütün arkadaşlar gülmüştü bu şaşkınlığıma…
Güzeldi onların yanında olmak. Onlar gibi bakmak, uzanmak çay bardağına ve hissetmek o anı. Sevebilmek onlar gibi her şeyi, bir sarılmayı, bir anısı yaşanmışlığın… Güzeldi onlarla aynı göğün altında seyretmek olup bitenleri, dünyayı yorumlayabilmeyi… Her şey güzeldi…
İki çay alıp yanıma gelen Heval Merxwaz ile sohbet etmiştik. Derin sohbetinden kendimi görmüştüm. O kanayan yanlarına, acıyan, sızlayan yaralarıma dokundukça, sohbetlerinden geçiyordu bütün her şeyin çözümü. İlerde yapmam gerekenleri sıralıyordu. Eğer kendime, halkıma, kavgama, partime yararlı olacaksam ilk önce kendime yararlı biri olmam gerektiğini söylemişti. Çünkü her şey insandan başlar. Kendimi düzelttiğimde eğri ve yolunda olmayan ne varsa bu şekilde düzeltebileceğimi anlatmıştı. Heval Merxwaz derinleştikçe sohbetini, tozlara bürünmüş ve daha ince hiç karşılamadığım o yaşantılarımla tanışıyordum.
Herkes iyi şeylerden söz ediyordu. Olması gereken şeylerden, tam da zamanı gelmiş geçitlerden…
Yaklaşık dört gün onların yanlarında kaldıktan sonra, farklı bir alana gitmem gerektiğini söylemişti Heval Memet. Noktaya gelen Dersim Grubuyla birlikte Kato' ya gitmek üzere yola koyulduk. Uzanırken uzayıp patikada, son defa ardımdakilere yönelttim gözlerimi… Onlar bana gülümsüyor ve el sallıyorlardı. Heval Memed, Heval Mexwaz, Heval Serhat… El sallıyorlardı…
Unutur muyum o anları… O en son bakışları… Yüreklerinde iyi bir yaşam kurmaktan başka bir şeyi olmayan o yoldaşları unutur muyum? Bütün yol boyunca aklımda hep onlar vardı. Heval Serhat… Gençliğiyle etrafa neşe ve güç veren temiz suretiyle herkese sevinç veriyordu. Uzaklaştığımızda ardımızda koşup koluma takmıştı saatini… ''Eğitimini al sonra buraya önerini yap bekliyorum seni'' demişti en son…
Kato' da bir gece kalıp sabah Besta' ya gitmek üzere yola koyulduk Dersim Grubuyla. Yedi kişilik bir gruptu ve hepsi de çok dinamikti. Onlarla birlikte sonsuz güvenlikte gidiyordu yolculuğumuz…
Geniş bir alana yayılan coğrafyası büyülemişti beni Besta. Ormanların içinden yol alırken, burada verilen mücadelenin gizemliliği çarpmıştı ruhuma. Daha sonra Heval Bawer bana anlatacaktı Besta'nın o kutsal tarihini.
Yaklaşık üç ay kalmıştım bu alanda. Eğitimimi almıştım. Yapılan törende ilk defa büyülenmiştim. Heval Haki törene gelmişti ve kalabalık bir arkadaş grubu katılmıştı. Her şey güzeldi. Yeminler yapıldı, silahlar alındı, halaylar çekildi… O sırada yanıma gelen bir arkadaş bana alacağım ilk rozeti hediye etmişti. Kendi elleriyle yakama taktığında bembeyaz yüzü ve mavi gözleri ne kadar o ana yakışmıştı. ''Hoş geldin Heval'' dediğinde o ana benim de sevincim eklenmişti. Adı Serxwebun'du. Mardinliydi. Yitirdiğim ama en son anda kurtardığım hayatıma benziyordu beyaz yüzü… Düşmekte olan ama en son anda parmak uçlarımı uzatıp tekrar hayata döndürdüğüm kavgama benziyordu o mavi gözleri…
Botan'ın basın birimine düzenlemem olmuştu. Alan alan geziyor, gördüklerimin, hissettiklerimin resmini çekiyordum… Uzun zamandır birbirlerini göremeyen ve bir anda buluşanların o anlatılmayan sarılmaları, uzun bir yol yolculuğunda bir ara tadında içilen suyun kutsallığını, uzaktan bir hayale benzeyen dağların, bulutların kardeş yüzlerini çekiyordum büyük bir istekle… Güzeldi her görüntünün anlamı, yorumu, bir ifadesi…
Gabar' da geçen günlerimin en yoğun süreçleriydi. Gabar'ın yüreğinde yaşıyordum. Üzüm bahçeleri, ceviz ağaçlarının kıyısındaki uzun dost patikalar ve tadı emeğe, kavgaya benzeyen sabah hevdeli… Bir emek yeriydi Gabar… Onca karakol arasında kendi özgünlüğünü koruyor ve içinde yaşattığı onlarca canı ağırlıyordu en misafirperverliğiyle ve asla kendi üzümünden, cevizinden, suyundan eksik etmiyordu gerillayı… Ne de olsa Büyük komutan Heval Egit' ten almıştı kahramanlığını, cesaretini, büyüklüğünü ve kutsallığını…
Bütün sonsuzluğuyla geçerken aramızda zaman, alışıyordum yaşama, yürümeye, geceye, seslere, savaşa ve olmam gerekene…
Ama alışılmasının henüz bir yorumu olmadığı bir parçası vardı. Bağlanılan, yüreğine sevdalanan, gelecekte onların suretlerinden başka bir görüntünün olmadığı, ruhunun kahramanlarını yitirmek… Bir an da hasret kaldığım, bir tek gün bile unutamadığım, yolculuğumun başkahramanlarını birer birer yitirmenin suskunluğu, alışılması… Bu benim için olmayan, olmayacak, olması mümkün de görünmeyecek bir şeydi. Ben bu gerçekten uzaktım, yabancıydım kayıplara… Oysa bu en gerçeğiydi yaşamın…
Önce Heval Memed, Heval Merxwaz ve Heval Serhat sonsuzluk kervanına katılmışlardı. Daha sonra Heval Nergiz'in şahadetini öğrendim ve bir an aklımdaki yeşilliği koskoca bir siyaha dönüşmüştü sonsuz yeşilliğiyle gururlanan Feraşinin… Kızmıştım kırgındım ona… O büyük sonsuzluğuyla koruyabilmeliydi Heval Nergizi… Akan 24 pınarlarından kurumalıydı birkaç tanesi, Nergiz'i korumak için…
İlk aldığım rozetini kendi elleriyle yakama takan beyaz yüzlü mavi gözlü savaşçı, Heval Serxewun o da şehit düşmüştü… Aklımda kalan mavi gözleri hala canlı hala rengârenk. O gözlerle bakıyorum her şeye…
O ilk başlangıçtaki ve masalımın başkahramanları sonsuzluğa uzanmıştı özgürlüğün…
Sonsuzluğa gitmeden önce, düşmana en ağır darbeyi vurarak, ihanetinin ve düşmanlığının yırtıcı kanatları kırarak, yüzlerinde canavar gibi bakan gözlerindeki zalimliğin o haksız savaşını yerle bir ederek… Savaştılar kahramanca. Olması gerekeni yaparak savaştılar…
Avuçlarıma güzel bir hayatı koyup ruhuma armağan verenler… Yaşanan bunca acıları bunca hikâyeleri yazmam için bana cesaret yol gösterenler…'' Hoş geldin hayatımıza, kavgamıza aramıza''… Bütün gizemliliğiyle kolumdan tutup anlamlı bir hayata çeken cümlelerin sahipleriydiler…
Heval NERGİS, Heval MÊRXAS, Heval MEMED, Heval SERXEBUN… Hepsi şehit düşmüşlerdi. Yüreğimin en büyük kahramanları Yeni bir çocuğa yeni isim verenler… İlk sarılanlar, kucaklaşanlar, gülümseyen ilk yüzler… Her birisi yüreğimde sayısız acı bırakarak ama savaşarak en cesaretli halleriyle… En onurlu kavgalarını bu halk için vererek… Korkmadan düşmanı beyninden kalbinden vurarak… Savaştılar… Savaştılar… Ölüme ve ihanetin üzerine yürüdüler… Bir an olsun akıllarında halkını önderlerini savaşçılarını ve yoldaşlarını düşürmeden ne varsa kendilerine ait, hepsini bırakarak geride kalanlara öylece savaştılar… hatırımızda vazgeçemeyeceğimiz gizemli ve dokundukça kendimiz olacağımız değerler bıraktılar heybemize… Geride kalanlar… Onların ardından kalanlar
Yarım eksik kalanlar…
Bizler…
Tamamlamak için şimdi sarıldık yoldaşlıklarına…
Yeniden dirilttik canımızı ruhumuzu ve öfkemizi…
Attık bir kenara kahreden sancılarımızı, kırıklıklarımızı…
Nergiz'den kalan gülüşü taktık yüzümüze, yüreğimizin en güzel coğrafyasına dağıttık Heval Memed'in cesaretini… Ve baktığımız her şeyi gri gören gözlerimizin bozuk rengini söküp yerine, Heval Serxwebûn'un mavi bakışlarını asttık ve şimdi dünya daha mavi daha sonsuz… Ruhumuzun çürüyen bütün yanlarını Mêrxaz Heval'in sadakatiyle yıkadık ve pırıl pırıl yiğitliğimiz… Çirkin ve yarım doğmasın diye güneş,
Bütün gidenlerin izinde duruyoruz sonsuz bir kararlıkla… Merhaba güneş hoş geldin aramıza, kavgamıza, yüreğimize… Gabar'da, Besta'da, Kato'da, Feraşin'de bırakılan ruhuna ve yüreğine dokundum Heval Nupelda'nın ve bütün görkemiyle ben de uçurdum ruhumu oralara… Daha iyi anlasın diye kahramanların kavgasını… Yaşamlarını…
Masidar Masiro
- Ayrıntılar
Türkçe’de bazı kelimeler var ki onların yaşamdaki karşılığını bulmak büyük keyif verir insana. Mesela, sereserpe yatmak! O kadar çok çağrışımlı bir kelime ki hem her durumu anlatan, hem de anlattığı her durumda gerçeği eksik bırakan bir kelime. Bir adam şimdi uzanmış yanıbaşımda. Kelimenin gerçek anlamıyla sereserpe... Yaşlı ana kıta gibi duruyor. Ben kucağımda bilgisayarım, onun yakın kıyısında Aborjin kıtası gibi duruyorum. Ona yıllardır Aborjin kıtası hikâyeleri anlatıyorum. Her seferinde yaşlı ana kıtanın Himalayalarına benzeyen göbeğinde depremler oluyormuş gibi gülerek dinliyor hikâyeleri.
Uzak kıtanın yakın halkı olan Aborjinleri anlatırken, Kürt masalları ve destanlarındaki atalarının hikâyelerini dinler gibi sevecenlik ve merakla dinliyor. Yine göğsünün sol kafesinden kopup yan kıyıdaki Aborjin ülkesine göç etmiş olan kardeşlerinden bahsederken, sanki onlar hala kalbinin içindeymiş gibi sevgi ve özlemle bahsediyor onlardan. Bu sohbetler zaman-mekân mesafelerinin allak-bullak olduğu duygular dünyası yaratıyor ikimizde de. Size mektup yazacağımı duyan bütün dağlılar gibi sevinçle selamlarını yolluyor. Aborjinleşmiş Kürt ve zaten Kürt olan Aborjin kardeşlerine benim üzerimden selam göndermeleri beni hem onure ediyor, hem de onların selamına içerdikleri bütün anlamları ulaştırabilir miyim kaygısıyla beni tedirgin ediyorlar.
Aborjine çıkmış ya adım, beni bir nevi uzak bir kıtanın yakın temsilcisi olarak görüyorlar. Keşke anlatabilsem Aborjin kardeşlerime, kendilerine kalpleri kadar yakın dağların oğulları ve kızlarının kalplerinin ne kadar Aborjin olabildiklerini. Ve keşke Türkçe’nin sınırlı kelime hazinesinin çok çok dışlarına taşarak anlatabilsem Aborjin ülkesine göç etmiş kardeşlerini ne kadar yakın hissettiklerini. Dünya denen bu gezegende mekân olarak kendilerinden koparılmış her kardeşlerini yüreklerinde nasıl bu kadar ustaca biraraya getirebildiklerini size tam anlatamamanın kaygısıyla yazıyorum her kelimeyi.
İnsanın gerçek ülkesi kalbinin coğrafyasıdır. Ve dağların kalbinin coğrafyasında Aborjin ülkesindeki kardeşlerinin yeri oldukça belirgin. Uzun yıllardır bir kıtayı dağlara ve dağlıların kalbine taşırmanın elçiliğini de yapıyorum bir anlamda. Hani bu elçilik Aborjin ülkesini işgal edenlerin şatafatlı ama taş gibi soğuk elçilikleri kadar olmasa da, Aborjinlerin Avustralya parlamentosunun tam önüne yeşil çimlerin kenarına kondurdukları baraka kadar sıcak ve içten bir temsiliyet kazanmış durumda. Ve emin olun, Aborjin ülkesini sorarlarken bir güne bir gün, işgalcilerin o namı almış yürümüş modern kentlerine dair en küçük bir merak ve ilgi görmedim onların dağ gözlerinde.
Ne zaman söz açılsa ana kıtanın kıyısından uzaklara sürüklenmiş o kara parçasından, ya kardeşleri olan Aborjinlerden ya da Aborjin kardeşlerine karışmış topraklarının kardeş çocuklarından açılıyor sohbetlerimiz. Size bu mektubu yazarken o sereserpe yaşlı ana kıtaya, sizin, kendinizi ne kadar devrimin ve dünyanın merkezinde gördüğünüzü anlatıyordum espriyle karışık. Ve her zamanki gibi zamanın ve mekânın neresinde olursa olsun, kendileriyle birlikte atan her kalbin, evrenin merkezi olduğuna inanan ve kalplerini oraya akıtan bir ilgi ve sevgiyle dinlemesine şaşırmadan edemedim.
Her geçen gün daha iyi anlıyorum bu içinde yaşadığım dağların nasıl bu kadar canlı olabildiğini. Bu dağların kalbi dünyanın dört bir tarafına yayılmış halkların kalbi ile birlikte atıyor. Kalplerinin damarı görünmez bağlarla kendilerini hisseden bütün dünyalıların kalplerine bağlanmış adeta. Nerede bir kalp onları hissederek kımıldasa, kanı onların yüreğine heyecanla yaşam diye akıyor.
Milyonlara ulaşmış bir hareketin temsilcileri olan bu insanların dünyanın öte kıyısı sayılabilecek bir kıtadaki bir avuç kardeşlerinin kendilerine dair tek bir sözlerini bile bu kadar büyük bir coşku ve sevgiyle karşılamalarına anlam veremedim uzun zaman. Şimdilerde onların kalplerinin görünmez damarlarla bir ağ gibi dünyayı sararak kendilerine dair en küçük ilgi ve sevgi zerreciklerini toplayarak koskocaman bir kalbe dönüştürebildiklerini görebiliyorum. Ve o kadar hassasiyetle koruyorlar ki kurdukları bu bağları, hani kalbinizin bir damarı kopsa ya da bir damardan kalbinize kan akmasa çalışmaz olur ya kalbiniz, onların da bağları tamamen böyle örülmüş. Tek bir bağın bile ne kadar yaşamsal değerde olduğunu, kalbim onların kalbine karışınca daha iyi anlıyor ve görebiliyorum.
Şimdi bu satırları size yazarken Zağrosların en asi mekânlarından, kelimeleri aşan o bağı kurabilir miyim diye telaşlanıyorum bir taraftan. Ama bir tarafım da, zaten kalbimin damarlarının Aborjin topraklarından hiç kopmamış olmanın rahatlığında kelimeler ötesi ulaşmaya çalışıyorum sevincindedir.
Onları size taşırmanın sevincine ,sizleri dağların ve dağlıların kalbine taşırma sevinci ile bütünleştirerek yazıyorum. Bir tarafım kalbime dağları sığdırmanın coşkunlukla taşan heyecanındayken, bir tarafım o uzak kıtaya kalbimin damarlarından bir köprü döşüyebilmiş olmanın mutluluğu ve sevincindedir. Belki bazen yarı şaka ‘siz dünyanın merkezi değilsiniz’ diyordum ya, şimdi size rahatlıkla diyebilirim ki, bu dünyanın merkezi sizin dağlarla ve dağlılarla birlikte atan yüreklerinizdir. Çünkü dağların merkezi zaman ve mekânın ötesinde, onlara hayat veren ve onlarla birlikte atan kalplerin damarındaki kanın tek bir hücresidir bazen.
Ve şimdi sizi dağlarda dağlılarla birlikte anmanın keyfini yaşarken bir yanım, bir yanım tek tek her birinize ulaşamamış olmanın burukluğundadır. Aborjin toprakları benim için sadece sürgünlük yurdum değildir. Ben o topraklarda Sydney denen o kentin meydanında ateşten doğurdum kendimi. Belki de ondandır bir yanım Şerevdinlerin koçer çocuğuyken, bir yanım Aborjin yurdunun Aborjin çocuğudur. Ve belki bu yüzdendir bir yanım, Zağros dağlarında Şerevdîn’ini bulmanın huzurundayken, bir yanım, Aborjin ülkesinde sürgün olmanın burukluğundadır.
Bir yanım bütün dağlıları birer Bêrtî koçeri gibi kucaklamanın sevincindeyken, bir yanım Aborjin kardeşlerime misafirliğe gitmiş sürgün kardeşlerimin özlemindedir. Kalbimin bir yanı Zağrosların uçurumlarında kelebek çırpınışlı sevinçlerdeyken, diğer yanı bir kangurunun kesesindeki yavrunun şaşkınlığında ve çocukça hüznündedir. Bir yanım doğduğum toprakların bağrında olmanın halayındayken, bir yanım ateşten doğuşuma tanıklık eden kardeşlerimin hasretindedir. ..
Umarım aklımı bir kenara koyarak sadece kalbimde yankılanan kelimelerle size ulaştırmaya çalıştığım bu mektubu hepiniz okursunuz. Ve eğer umduğum gibi şu anda bu mektubu okuyorsanız, eksik ifadelerimi dağları kelimelere sığdıramama çaresizliğime vermenizi diliyorum. Kaldı ki sizinle paylaştığım duyguları kelimelere dökülmeksizin anlayabildiğinizi kalbimin çırpınışları bana hissettiriyor.
Eğer bugün bu dağlarda bir devrim fırtınası esiyorsa, emin olun ki bu bir kelebek devrimidir. Dünyanın dört bir yanındaki kalbi kelebek insanların kalp çırpınışlarının rüzgârı, Kürdistan dağlarının asiliklerinde bir fırtınaya dönüşüyor.
Bu dağlara dair kalbinizdeki her duygu, dilinizdeki her kelime, hayatınızdaki her eylem dağların kalbine akan kan damarlarıdır. Kelamın ötesinde kalplerimiz arasında kurulu olan en kadim köprüler bizi birbirine bağlayan hayat damarlarıdır. Bu damarlardan duygu ve düşüncelerimiz her hangi bir biçimde ve her hangi bir vesileyle akmaya devam ediyorsa, bilin ki dinmeyecektir bu fırtına. Ve yine bilmenizi isterim ki, kalplerinize dağları ne kadar sığdırıyorsanız, siz de o kadar dağların kalbinde atan hayat damarlarısınız.
Bu mektup vesilesiyle Aborjin topraklarında yaşayan bütün kardeşlerimi dağların kelebek çırpınışlı kalbinin heyecanı, özlemi ve sevgisiyle kucaklıyorum. Sizler dağların kalbisiniz. Umarım kalbiniz dağlarla dolar. Ve bugüne kadar uzak bir umut diye kalbimizde taşıdığımız herşeyin adım adım gerçekleşmesine sizin de katılmanızın yolları açılır bir gün. Umarım bugün dağlardan başlayıp ülkemizin dört bir yanında ve halklarımızın bulunduğu bütün zaman ve mekânlarda özgür bir yaşama dönüşen hayatlarımızın her şeyiyle bütünleşeceği günleri birlikte yaşarız.
Kalplerimizin görünmez damarlarından birbirine akan duygu ve düşünceleri, birbirimizin gözlerine bakarak kelama dökmenin bir gerçek olduğu günlerdeyiz. Paylaştığımız sevinçleri dağların dilanlarında el ele paylaşmanın, özlemimiz olan özgür topraklarda Amed surlarında bir ADALI’nın sesinde ve soluğunda, kulaklarımızdan kalbimize aktığı günleri kelebek heyecanında yaşayacağımız zamanların geldiğine olan inancımı paylaşmak isterim. Bu inanç, duygu ve düşüncelerle hepinizi tekrar ve teker teker kalbimin yanık göğüs kafesine bastırarak kucaklıyorum...
Sevgilerimle!
Zağroslardan ...
Jêhat Bêrtî
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
10 Eylül tarihinde Dersim'in Aliboğazı alanına bağlı Bozanlar mıntıkasında işgalci TC ordusunun bir operasyonu başlamıştır. Bu operasyon zırhlı araçlarla pusulamalar biçimde halen sürmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Eylül tarihinden itibaren işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Zap bölgemiz üzerinde yoğun keşif uçuşları yapmıştır.
- Ayrıntılar
Demokrasi kavram olarak halkın yönetimi anlamına geldiğini herkes söyler. Yada klasik anlamda halkın iktidarı sözcüğü de çokça kullanılır.
Devrimlerin alt üst oluşları ifade ettiği de bir gerçek. Eskinin yıkıldığı, yeninin ise doğmaya aday olduğu da bir o kadar gerçek.
Geçmişlerde alt üst oluşları sadece negatif anlamda bir yıkma olarak anlaşıldığı da bilinmektedir. Yani yıkmanın, sözün tam manasıyla yıkmak olarak algılandığı gerçekliği göz önüne getirildiğinde neredeyse negatif anlamlarla yüklendiği de bir gerçektir.
Devrimlerin ise halkların tarihlerinde ne anlama geldiğini ise en çok halklar bilir. Çünkü devrim anları sözün tam manasıyla halkın demokrasinin yaşandığı anlardır. Sistemlerin yıkıldığı ya da yıkılmaya yüz tuttuğu ancak yeninin de henüz ortaya çıkmadığı anlarda -kimisi buna geçiş anları, kimisi kaos anları demekte-demokrasini en yalın ve derin hali yaşanır.
Boşuna tarihin böyle anları tüm renklerin ve ustaların “yüz çiçek açsın, yüz fikir birbiriyle tartışsın” manasında söylediği gibi kendisini açığa vurduğu anlar olmamışlardır. Böyle anlarda toplumun tüm kesimleri istemlerini en yalın bir şekilde kendilerini açığa vururlar.
Demokrasiyi bir yönüyle halkın kendi kendine yönetmesi olarak ele almıştık, ancak bir başka daha çarpıcı tanım ise yetkilerinin paylaşımıdır. Yani yetkilerin mümkün mertebe çok ele yayılması ve dağılmasıdır. Devrim anları işte tam da böyle anlardır.
İktidar güçleri artık yapmak istediklerini yapamaz durumdaysalar ve iktidar güçleri tüm yönetim güçlerini yitirmişler ise ya da yitirmeye başlamışlar ise, sistemleri param parça olmaya doğru gitmiş ise orada sözün tam manasıyla artık devrim anları yaşanıyordur demektir.
Şimdi Rojava’da yaşananlar, yukarıda dile gelenler ışığında tamamen bir devrimdir. Sömürgeci güçlerin iktidarı sarsılmıştır. Rojava’da Kürtler ve diğer halklar yan yana Baas rejiminin denetimi dışında yaşamaktadırlar. Kendi yönetimlerini parça parça inşa etmektedirler. Yıllardır söyleyemediklerini, yapamadıklarını özgürce her ortamda, tüm platformlarda haykırmaktadırlar. Bir adım daha ileriye götürecek olursak, sözün gerçek anlamında kendi demokrasilerini hürce yaşamaktadırlar.
Devrim anları dediğimiz anlar işte böylesine inşa anlarıdır. Bugün Rojava’da büyük bir inşa çalışması yaşanmaktadır. Kimin ne yeteneği varsa, kimin ne düşüncesi varsa, kimin nasıl bir projesi varsa bu anlarda gerçekleştirme zemini tüm zamanlarda daha fazladır.
Kim hayallerini gerçekleştirmek istiyor?
Kim tüm potansiyelini açığa çıkarmak istiyor?
Kim halkının ve halklarının yüreğinde ebediyen yerini almak istiyor?
Kim tarihin bu en nazik anında tarihe ismini altın harflerle yazmak istiyor?
Kim bugüne kadar bir türlü yapamadıklarını tüm yüreğiyle gerçekleştirmek istiyor?
Gerçekten de böyle onlarca soruyu peş peşe dizmek mümkündür. Çünkü süreç bir devrim anıdır. Süreç en ileri düzeyde demokrasiyi yaşama ve yaşatma anıdır. Süreç böyle hızlı akan tarihi bir anda akma anıdır.
Bunun için diyoruz ki kendisini gerçekleştirmek isteyenler yönünü Rojava Kürdistan’ına vermelidir. “Rojava’yı destekliyoruz” sözleri yerine bizatihi Rojava’ya yüzümüzü dönerek devrim anlarının tüm sıcaklığını yaşamaya gidelim.
Devrim anları hem böyle bireyin kendi hayallerini gerçekleştirdiği anlar iken, hem de yeteneklerini zirveye çıkardığı anlardır. Yani sevinçli ve coşkulu olma anları tamamen en iyi bir şekilde böylesi anlarda yaşandığı için birde yüreğimizi coşku seli ile çağlama anıdır bu an.
Sözü uzatmadan, bugün Rojava’da yaşanan böylesine coşkulu devrim anlarına katılmak, kendine gerçekleştirmek her Kürdistanlı gencin temel bir görevidir.
Yeniden belirtelim, yüzümüzü Rojava’ya çevirelim.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6-7 Eylül tarihlerinde Medya Savunma Alanlarımızdan Haftanin, Metina, Zap ve Gare de işgalci TC ordusuna ait insansız hava Araçları'nın yoğun keşif uçuşları olmuştur.
- Ayrıntılar
Vekâlet kelimesini vekillik olarak ele almıştık. Vekilliği ise: “Birinin, işini görmesi için kendi yerine bıraktığı veya yetki verdiği kimse” diye tanımlamıştık. Vekâlet etmeyi ise: “Birinin yerine, bakmak, görevini üstlenmek” diye kullanmıştık.
Bu durumda Vekâlet Savaş’ını “başkalarının yerine, bir savaşı yürütmek” olarak ele alınabileceğini dile getirmiştik.
Bir önceki yazımızda Vekalet Savaşlarının yerine sorunları kendi içinde çözme anlamına gelecek yaklaşımımızı dile getirerek: “Bu ise gerçekten artık başkalarının savaşlarını sürdürmekten vazgeçmekten geçer” demiştik. Yine, “Bu ise gerçekten var olan sorunları, başkalarını araya koymadan dolaysız çözmekten geçiyor” demiştik.
Kürdistan’ın 1800’lerden bu yana tümden savaş altına ya da içine alındığını hemen belirtelim. Bu savaş altına alma sadece Kuzey Kürdistan’da yaşanan bir gerçeklik olmadığını da hemen belirtelim. Kürdistan’ın dört parçasında başta Osmanlılar olmak üzere, İranlılar ve özelde de İngilizlerin çok kirli bir şekilde Kürtlere karşı savaş içerisinde yer aldıklarını da belirtelim.
İngilizlerin kendileri için her zaman birilerini savaşa sürdüklerini belirtmiştik. İngilizlerin o meşhur olan: “Böl, parçala ve yönet” politikaları gerçek manada tamda Vekâlet Savaşlarını dile getirir. Bölerek, parçalayarak sonrada yöneterek politika yapmak demek esasta başkalarını kendi maşası haline getirerek, kendi yerine savaşa sürmek demektir. Başkalarını kendi yerine savaşa sürmek demek gerçekten de ciddi maharet ve yetenek sahibi olmak demektir. Ve bu ciddi zeka ve yeteneğin İngilizlerden bulunduğu, Afrika’nın köleleştirme tarihini bilen herkes iyi bilir. Afrika’da insanların nasıl insanlık dışı uygulamalarla adeta insanlıktan çıkarıldığını tarih bize yazar.
Afrika’yı biliriz ancak biz Amerika’da nelerin yapıldığını da biliriz. Halkların nasıl soykırımdan geçirildiklerini de bilmeyenler yok gibidir. Eğer bugün ABD dünyanın her tarafında cirit atıyorsa bunun akıl hocalığını kesinlikle İngiliz siyasetinin yaptığını bilmeyen de yoktur.
Özcesi Kürdistan 1800 yıllarında boydan boya savaşa sürüklenmiş ve yüz yıl boyunca da onlarca katliamlarla yüz yüze gelmiştir. Kürtlerin tüm yenilgilerinin altında İngilizlerin bulunduğunu da tarih bize yazıyor. Asurlarla Kürtlerin, Ermenilerle Kürtlerin, Yezidilerle Müslümanların derken birçok farklı rengin birbirine karşı kırdırılmasının altında da kesinlikle İngilizlerin olduğunu da tarih yazıyor. Bu kadar kirlilik sadece ve sadece Ortadoğu’da kirli emellerini yürütebilmek içindi. Yine Basra Körfezi’nin Rusların eline geçmemesi içindi. Çıkarları zedelenmemesi için on binlerce insanı birbirine karşı kullanarak, kırdırarak savaştırmak sadece ve sadece kendi adına savaştırmaktı ki buna da biz Vekalet Savaşı ya da Vekalet Savaşları diyoruz.
Benzer bir durumu Kürtler bu kez daha ağır bir şekilde 1920’lerin başında yaşadılar. Bu kez Kürtler daha fazla katliamlarla yüz yüze gelmişlerdir. Ancak daha ağır olan durum ise bu kez Kürtlerin uluslararası sistem dışına itilmeleri daha doğrusu atılmaları olmuştur. Yani Kürtler yok sayılmışlardır, inkar edilmişlerdir. Sonrada göreceğiz ki uluslararası hukukun dışında tutulan Kürtler bu inkardan dolayı birçok İngiltere destekli ulus devleti tarafından imhaya tabi tutulacaklar, ancak dünyanın hiçbir ülkesinde- devletinde demek daha doğru olur- bu soykırımlara karşı tek bir itiraz ve refleks bile gelişmemiştir. Bırakalım sömürgeci devletlere karşı duruşu, uluslararası güçler birde Kürtleri gerici, şaki ve günümüzde ise terörist diye damgalayarak soykırımcılara arka çıkmışlardır. Bunları yaparlarken de her zaman birilerini kendileri için kullanarak yaptıklarını da belirtmemiz gerekir.
Sözü çok uzatmadan, bugünde İngilizler-buna siz ABD’de diyebilirsiniz-birilerini kendileri için savaştırıyor. Yani Vekaleten kendilerini için Savaşanları bularak, parasını vererek savaşa sürüklüyorlar.
Örneğin bugün Rojava Kürdistan’ında Kürt halkı ilk kez kendi öz yönetimini oluşturmak için kollarını sıvamıştır. 19 Temmuz 2012 yılında ilan edilen devrim esasta kendi yolunu çizme devrimidir. Kürtler kendi yolunu daha güçlü bir şekilde çizmek isterlerken bu kez yeniden ama daha kirli ve sinsi bir şekilde Vekalet Savaşçıları devreye girmiştir.
ABD ve İngiltere Suriye’de kendi sistemlerini kurmak istiyorlar ancak bir türlü bugüne kadar istediklerini gerçekleştiremediler. Bu hengamede Kürtler kendi devrimlerini ilan ederek bir adım ileriye atıldılar. Kürtlerin Rojava Devrimi bunların beklemediği bir adım olmuştur. ABD’nin bölgede jandarması olan AKP hükümeti Rojava Devrimi’ne en sert karşı çıkan olmuştur. Bunun için bölgede taşeron rolünü oynayan AKP birçok paralı çeteleri devreye koyarak Rojava Devrimi’nin üstüne salmaya başladı. Tüm bu planlar tutmayınca bu kez Rojava Devrimi’ne karşı Güney Kürdistan’da ilişkileri en üst seviyede olan güçleri Türkiye’nin eliyle ABD harekete geçirdi. Yani Türkiye’nin harekete geçirdikleri Güney Güçleri Rojava Devrimi’ne karşı şimdilik açıkta olmasa da, fiilen bir savaş başlatmışlardır. Sınırın kapatılması, El Parti adındaki çete bir örgütün silahlandırılması gibi birçok fiili karşıtlığını içerisinde bizatihi KDP vardır. KDP’nin bir kısmı vardır.
Dikkat edilirse Suriye’de yürütülen savaş bir nevi ABD’nin bölgede hegemonyasını daha fazla geliştirme savaşıdır. Ancak şimdiye kadar ABD devreye girmemiştir. İngiltere devreye girmemiştir. Lakin savaş da durmamıştır. Başka bir deyişle, ABD’nin yerine savaşan başka güçler vardır. Yani birileri ABD ve İngiltere’nin savaşını Vekaleten alarak yürütmektedir. Bu durumda Vekâleten Savaşı yürüten güçlerin başında birisi Türkiye iken diğer önemli Vekalet Savaş gücü ise KDP’dir.
Maalesef bu kez Vekaleten devralınan Savaşı emperyalist devletler ve Türkiye adına KDP, Rojava Kürtlerine karşı yürütmektedir. Bunun ise Kürtlerin iç ilişkileri açısından çok hayırlı bir savaş biçimi olmadığı ileride tarihin bize göstereceği açıktır.
Devam edecek
Kasım Engin
- Ayrıntılar