Bir yanmadır fotoğraf çekmek...
Işık filme düşer, filmi yakar...
Işık kalbe düşer, kalbi yakar...
Dağın dışındaki insanlar şimdiye kadar sadece çekilmiş fotoğrafları görebildiler. Ya çekilmeyenler, çekilemeyenler... Sadece kalbimizin gördüğü ve kalbimizin çektiği o fotoğrafları insanlara nasıl ulaştırabiliriz...
Fotoğraf makinesinin deklanşörüne dokunularak yaratılan fotoğraf ne kadar bir zamanı kaplar... Karanlıkların içinden gelen Kürt tarihini anlatacak kaç fotoğraf vardır... Şimdiye kadar çekilenler ne kadar anlatabilirler veya yeterince anlatabilirler mi?
Yıllardır içinde yer aldığım, yaşadığım Kürt dağlarının kaç fotoğrafını çektim tam olarak bilemiyorum ama her defasında yetersizliğin sızısını yüreğimin derinliklerinde yaşadım. Bunu burada söylemem gerekiyor. Fotoğraf makinemin çektiklerinin, kalbimin çektiklerinin yanında hiç denecek kadar az olduğunu düşünüyorum.
Son zamanlarda üzerinde uzun uzun düşündüğüm kalbimin çektiği fotoğraflar var. Hiçbir fotoğraf karesine yerleştiremediğim yüzler, sözler ve ilişkiler var. Fotoğraf makinesinin yetmediği kapsayamadığı zamanlar var.
Bir arkadaşım buna ‘biyolojik fotoğraflar’ diyor. Ben ‘kalbimizin çektiği fotoğraflar’ diyorum. Sanırım aynı şeyi kastediyoruz.
Görüntüleyebildiklerimiz mi çoktur, görüntüleyemediklerimiz mi...
Görüntüleyebildiklerimiz mi bizi biçimlendirir, görüntüleyemediklerimiz mi...
Bir yanmadır fotoğraf çekmek.
Işık objektiften geçer, kimyasal filmin üzerine düşer,
film yanar renge dönüşür. Biz fotoğrafı görürüz. Bir de kalbimizin çektiği fotoğraflar vardır. Işık kalbe düşer. Kalbimiz yanar renge dönüşür. Bu da kalbimiz de kalan fotoğraftır, onu kimse görmez. Bir biz görürüz. Bir tek biz biliriz.
Bir gerilla bir söz söyler. Bir başkası bir şarkı. Bir mermi sesi ulaşır kulağına. Bir yaradan kan akar. Maskeli bir yüz gülümser. Bir kadın uçuruma düşer. Birisi kendine ve herkese ihanet eder. Sen hepsinin fotoğrafını çekersin. Fotoğraf makinen bunların yüzde kaçını yakalayabilir bu tartışılır. Ama kalp hepsini yakalar. İstese de istemese de bunların fotoğrafını çeker. Belki fotoğraf makinesi ile seçme hakkına sahipsindir ama kalbin iyi ve kötü, acı ve neşeli, güzel ve çirkin her yaşananın fotoğrafını çekmek ve saklamakla yükümlüdür. Bunu sen bilmeden, sen farkında olmadan olamadan büyük bir dikkat ve ısrarla yapar ve biriktirir.
Fotoğraf makinesinin çektiği fotoğraflar insanı nasıl etkiler tam olarak bilemiyorum ama kalbimizin çektiği fotoğraflar önce kalbimizi, sonra yüzümüzü ve gözlerimizi etkiler. Kalbimiz de çekilen her fotoğraf kalbimize bir çizgi çeker, kalbimize bir renk düşürür. Kalbimiz de karanlık veya aydınlık bir bölge oluşturur. Ve biz kalbimiz de oluşanlara benzer biçim alırız. Kalbimizin çektiği fotoğraflar bizi oluşturur. Yanı başında birisi vurulur, bu senin kalbine vurur. Bir kadının hıçkırıkları duyulur, gözyaşları kalbimize düşer. Terli bir yüze rüzgar çarpar, kalbimiz serinler. Fotoğraf kalbimiz olur, kalbimiz yüzümüz olur, yüzümüz gözlerimiz olur...
İki yönlü bir ilişkidir fotoğraf çekmek. Fotoğraf gözleri yaratır, gözler fotoğrafı. Bu nedenle kalbin enstantanesi ustaca ayarlanmalıdır ki, kalp yanmasın, çürümesin, yok olmasın. Bir göz nasıl bakarsa, fotoğrafı öyle çeker. Çekilen her fotoğraf gözü dönüştürür, gözü oluşturur. Ve bu şekilde sürüp gider. Bir merdiven gibi birbirini oluşturarak yükselir veya alçalır.
Görmesini bilmek gerekiyor.
HALİL DAĞ
- Ayrıntılar
Seran Anatolia yoldaşı ilk kez 2006 yılında görmüştüm. Okul okuyan, hatta okulunu bitirdikten sonra İtalya’da stajyerliğini yaparak doktora tezi üzerine çalıştığını öğrenmiştim. Avrupa’da yurtsever kurumlarda çalıştığı, birçok dil bildiğini de biliyorduk. Henüz tanışmamıştık ama bir yurtsever olarak yürüttüğü çalışmaları az da olsa biliyorduk.
Böyle bir arkadaşın dağlara gelip, gerillayı tanıması, tanıdıktan sonra yeniden çalışmalara katılması özgürlük hareketi için bir kazanım olacaktı. Birinci husus buydu, ikinci husus ise Seran yoldaşın yazdığı raporları vardı. Raporları üzerine tartışmak onun hakkıydı. Ve öyle de yapılacaktı.
Seran yoldaşla ilişkilenecek olan ben olacaktım. Hem raporuna cevap verilmiş hem de bir müddet dağa gelmeden önce düzenli olarak görüşmüş ve gıyaben de olsa tanışmıştım. Ve dağa gelene kadar da belirttiğim gibi düzenli bir şekilde ilişki içeresinde olmuştum. Ve Seran yoldaş dağa gelmişti.
Bizim amacımız belli tartışmalar ardından onu yeniden bulunduğu alanlara yurtsever çalışmalara geri göndermekti. Ancak Seran yoldaş yürüttüğü tartışmalar ardından bir yurtsever olarak kalma yerine bir PKK militanı olarak katılmak istediğini örgütün gündemine koymuş ve bir süre sürdürülen tartışmalar ardından ise dağda kalabileceği, belli eğitimlerde geçebileceği ona söylenmişti.
İlk dağa gelişiyle birlikte hep şöyle ya da böyle ilişki içerisinde oldum. Düzenli olarak hep yazıştım. Seran yoldaş ise dağda birçok alanda kaldı. Xınere, Kandil’de çeşitli alanlarda kaldıktan sonra askeri çalışmalar içerisinde yer aldı. Zap, Zagros, Metina, Haftanin ve belirttiğim gibi birçok alanda savaşçı ve komuta düzeyinde aktif katıldı. Bir ara kuzey güçleri içerisinde yerini almak için ısrarcı olsa da, yanlış değilsem göz sorunlarından dolayı kuzey gruplarından alınmıştı. O zaman ne kadar zorlandığını benimle yazışma üzerinde paylaşmıştı.
Kendim, dile getirdiğim gibi tüm süreçlerde hep ilişki içerisinde olmuş ve her zaman en üst düzeyde bir paylaşımım da olmuştur. Yine ifade ettiğim gibi yazışmalarım ve büyük cihazlar üzerinde de ilişkilerim hiç eksik olmamıştı. Yaşadıklarını, önerilerini, eleştirilerini varsa rahatsızlıkları ya da şikâyetlerini de biliyordum. Onun ilk gerillada tanıdığı arkadaşı olarak bende hep bu gerçeği bilerek özenle yaklaştım, özel yaklaştım.
Seran yoldaşın en belirgin özelliği olarak herhalde dik duruşunu ifade etmem olacaktır. Seran yoldaş kendisine ileri düzeyde güvenen, bunun için de inandıklarında asla taviz vermeyen bir kişilik olarak gerçekten de büyük bir iradi duruşun temsili ve timsaliydi. Saflara katılırken yaşça büyüktü. Okulunu okumuş, bitirmiş biriydi. Yaşam tecrübesi yoğundu. Bu aynı zamanda belli bir bilinç demekti. Bu ise her şeye hemen evet demek olamazdı. Tersine belli bir bilinç sahibi olunduğu için olup bitenlerde ciddi ciddi tartışarak karara gitmek demekti. Bu Seran yoldaşın avantajıydı.
Muhtemelen başka bir özelliği olarak korkunç düzeyde zeka düzeyiydi. Okul okuduğunu biliyorduk ancak olup bitenleri birbirine bağlayarak, ilişkilerini kurarak, belli bir analiz ardından ne yapıldığını çok rahat bir şekilde anlayan, hatta neredeyse yüzde yüz bir isabetle ifadeye kavuşturan bir kişiydi. Gerçekten de bu Kürtler içerisinde muhtemelen çok ender rastlanılan bir durumdur. Soyutlama gücü ileri düzeyde olan bir Kürt kızı olarak hep yüreklerimizde yerini alacaktır.
Böyle zeka düzeyi çok güçlü olan biri olmasına rağmen ileri düzeyde de duygusaldı. Duygusallık bir insani özellik olduğu açıktır. Lakin duygusallık akıl ile arasındaki bağ koparıldı mı o duygusallık zarar da verebilmektedir. Seran yoldaşın duygusal yaklaşımları birlikte kaldığı yoldaşları üzerineydi. Yürek ile aklı buluşturan bir duygusallıktı. Bu bağlamda insana güç veren, güçlendiren bir özellikti.
Hatırlıyorum, 2008 yılında Hakkarili Bager yoldaş şehitler kervanına katılmıştı. Çok etkilenmişti. Çünkü Bager yoldaş gerçekten de seçkin bir PKK militanıydı. Ve muhtemelen dağa yeni gelmiş olan Seran yoldaşa, birlikte yer aldıkları eğitim devresinde ona en yakın duran arkadaşlardan olmuştu. Büyük tecrübe sahibi olan Bager yoldaş yeni olan Seran yoldaşa katkı sunduğunu kendim birçok eğitim ortamında Seran yoldaşı ziyaret ederken görmüştüm. Bager yoldaş şehit düştükten sonra bir ara Seran yoldaşla görüşmüştüm. Söylediği: “Tüm sevdiklerim şehit düşüyor, kaldıramıyorum” demişti. Yoldaşlarını çok seven, onlarla olan bağını ve ilişkilerini asla koparmayan bir yoldaştı Seran yoldaş. Ve onu dağa en çok bağlayan muhtemelen şehitlerdi, şehitler gerçeğiydi.
Seran yoldaşı anlatmak gerekirse muhtemelen bir de karar kılmış ise kararının arkasında duruş iddiasını dile getirmek olacaktır. O gerçekten de bir karar vermiş ise artık kimse onu o kararından geri alıkoyamazdı. Böyle söz ile eylemin sahibi olan bir kişilikti.
Seran yoldaşı sayfalara aktarmak zor olacaktır. Onu belki şiirlerle, öykülerle, türkülerle anlatmak gerekecek. Şair, yazar ve sanatçı olmadığımız açıktır. Şair olsaydık Seran yoldaşı şiirlerle anlatmak isterdik, onu bir Anatolia’lı olarak şiire dökmek isterdik. Tarihi köklerinde alarak bir destan haline getirerek ifade etmek isterdik. Biliyorum her türlü şiir ve söz Seran yoldaşı anlatmaya yetmez, öyle durumlar var ki sözler ifade edemez. Ve Seran yoldaş böyle bir gerçekliktir…
Seran Anatolia, Anadolu gibi sevgi dolu, saygı dolu, yürek dolu, sevda dolu bir Anadolulu Kürt kızı olarak hep yüreklerimizde bizimle olacak, onu hep özgürlük mücadelesinde yaşatacağımızın sözünü yeniden yeniden yoldaşlığımıza ve halklarımızın gelecek aydın yarınları için verirken, Anadolu’da yaşayan başta Kürt kızları ve erkekleri olmak üzere, baskılara, zorbalara, tekçilere karşı çıkmak isteyipte bir şeyler yapmak isteyen herkesi ama herkesi özgürlük dağlarına çağırıyoruz.
Anadolu ya da Anatolia isek o zaman Seran Anatolia yoldaş gibi-gerektiğinde okulları bitirmiş olsakta-yüzümüzü dağlara verip cümle cemaat tüm kötülüklere karşı durmak için dağlara diyoruz.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Nuda’sız geçen bir başka 1 Nisan’a giriyoruz. Ve Nuda’sız girdiğimiz her başka 1 Nisan bizim için katlanılmaz bir gün.
Nuda ve bir gurup yoldaşımız 8 yıl önce Besta’nın Hezil Vadisinde şehitler kervanına katılarak sonsuzluklara yol aldılar. Her biri yüreğimizin başka bir parçası. Ferhat, Xelil, Ararat ve niceleri…
Ve Nuda yüreğimizin ta kendisi…
Özgürlük mücadelesine katılan her Kürdistanlı gencin elbette bir kahramanlık öyküsü vardır. Her birinin elbette kendine has bir yaşam ve direniş öyküsü de vardır. Ancak birde Nuda vardır, hepsinden ayrı, hepsinden farklı, hepsini içine alan, hepsinden bir şeyler taşıyan…
Nuda her şeyden önce yaşam coşkusu…
Nuda yaşam heyecanı ve tutkusu…
Nuda yaşam iradesi ve yaşam inadı…
Nuda inadına özgürlüğe susamışlık…
Nuda insan olmanın en saf ve yalın hali…
Nuda mütevazilik, NUDA alçakgönüllülük, NUDA insanlığın özü…
Nuda yoldaşlık abidesi, NUDA bizim kadın tanrıçamız…
Ve NUDA içimizdeki öz, içimizdeki biz ve de devrimci öz.
Arada sekiz yıl geçmesine rağmen etrafımızda hep aradığımız, yanı başımızda sesini özlediğimiz, gözlerinin gülümseyişinde kaybolduğumuz, insan sevgisi dolu merhabasına halen hasret olduğumuz, üzerine ant içtiğimiz yemin ettiğimiz; Nudamız, yoldaşımız.
Ve Nudamızın mısralarında dile getirdiği gibi:
“YEMİN ETTİLER
Yemin ettiler yarınlarına
Su seslerinde dinleyecekler türkülerini
Gözleri hep yıldızları görerek
Ve toprakta olacak sırtları
Elleri toprak
Gözleri yıldız
Sesleri su
Çocuktular ölümlere gittiler
En çok da yaşam ektiler…
Işıkları cılız evlerin
Duvarlarına yansıdı gölgeleri
Yiğitlik utangaç bir günahsızlık
Diye taşınacaktı.
Her şey zamansız bir dans ile başlayacaktı.
Ve gözleri ay çocuklar
Akan derelerin parıltısında
Dansa duracaktı.
Yemin ettiler
Sonra da ağlamayı haram ettiler
Ateş dansı kızların sözlerinde
Ve akan derede
Gözlerini bıraktılar
Ay vakti zamanlara
Dengbej nağmeleriyle
Hayal kurdular
Yemin ettiler
Suları onlara çarpar
Tüm derelerin onlarda parlar
Tüm ışıklar var ve tüm gözler
Onlardan haber sorar
Onlarsa yemin ettiler
Bir ay vakti
Bir derede
Bir dans izlemeden
Gitmeyecekler
Yemin ettiler
Suya,
Toprağa ve
Yıldızlara”
Ve bizde soluduğun, nefeslediğin ve adımını attığın her Suya, her karış Toprağa, her Yıldıza senin yolunda sonuna kadar seninle yürüyeceğimize dair olan yaşam sözümüzü, yeminimizi yeniden huzurunda veriyoruz.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Gecenin bu vaktinde kar yağıyor tüm nefeslere. Biraz da damlalar var tüm kirlenmişliklere inat saflığı barındıran içinde. Karını ayıklamak, bir taç yapmak isterdim ama kar eridi, damlalar ıslattı tüm gülüşlerimi. Sebepsiz takılıyorum peşine bir sis bulutunun. Karma karışık düşünce yoğunluğunun kanatlarında havalandım ve zamanın dar bir aralığında boşluktan yuvarlanmışçasına belirsiz bir yarına doğru yol aldım. Daralan bir geceden arta kalan sessizliği yırtmak, sınırlar delmek, sürgünler bozmak istiyorum ama her köşe başında devriye yasaklar yakalar bakışlarımı. Firarlar eklerim sonra not defterime, susmalar barındıran, korkmuş ve bir yanı hep bozguna uğramış halde. Ve sonra diğer yanıma sarılmak isterim. Yakamı bırakmayan tüm çirkin, kokuşmuş sırıtmalara aldırış etmeden, utanmadan, sıkılmadan. Dün gibi, tertemiz, çocuk saflığında… Ama bir yanılgıdır benimkisi, üstü açıktır şimdi her şeyin, gün yüzüne vurmuştur, ulu orta yerde, tüm bakışlar üzerimde. Kim ne derse desin, ben ne dersem diyeyim. Kime göre, neye göre! Ama yine aynı yerde ve soluksuz kalmış halde. Tarih bizi affedecek miydi? Ben tarihi affedecek miydim?
Aynalar yine yalancı, gözler masum. Eller terlerken dolunaya yakın, benim uykularım kaçar, kâbuslar kovalar düşlerimi. Ten solmuş, buz gibi ve biraz da ürpermiş halde. Üzerime çığ düşmüşçesine çaresiz ve yapa yalnız… Göğsümün tam üzerinde bir sızıdır beni savunmasız yakalayan bakışların. Gizlidir şimdi gözlerimden akan her yaş. Birde alnımdan dökülen ter taneleri… Islaktır bakışlar, ıslatıyor yağmurlar, bu gece hep ıslak kalacak.
Nice yaşanılanı bıraktık ardımızda, kanadı kırık bir kuş misali çırpınsa da, ardımıza bile bakmadan devam etmiştik yollara. Oysa acılar çöktükçe bağrımıza, ağır aksak, sarhoş sızılar yüklendik. Sonra delice bir çırpınma ve sisli, dumanlı bir gökyüzü. Bir hayli zaman oldu, haberim bile olmadı ama göçtü buralardan dolunay.
Gecenin bir yarısı, her yer karanlık, bir diğer yanı aydınlık. Yok olmak ya da var oluşun kırılgan sureti. Ha desen yırtılacakmış gibi sesler. Gecenin rengi olmaz diyenler gecede boğulacaklar. Islanırken gecede gülüşler bir algının aldanmışlığına kapılacak ve sere serpe uzanacaktır yalnızlığa, farkında bile olmadan. Hep bir şeyler eksik, bir yanı acı ve sessizlik…
Başucumda bir defter, bir kalem, birde en ucuzundan bir paket sigara… Dumanını ciğerlerime, ta en derine çekiyorum, belki diye… Bir yıldız yakalarım, bir haykırsam sesim duyururum belki de. İzi kalsın her bir taşın üzerinde susmaların, hiç kimsenin sözüne yoktur sözüm. Ölene dek mühürlerim gözlerime, kendi sesinde sessizliğe mahkûm olmuş seslerimi.
Sarıl şimdi diyor yüreğim, sarıl sımsıkı gülen her göze. Masumdur onlar, yalan bilmez, sadece doğrulardır zulasında bir ömür beslediği. Kırılma, nedensiz değil hiçbir şey. Kaybeden bulur, aramasını bilirse, peşine takılma gücünü kendinde yaratırsa, yüzleşme cesareti varsa.
Kış incitse de dağları, yüreğinin derinliklerine kar pınarları akıtır. Yüzü ıslatan yaşlar ağrıtsa da gözleri, onlar yüreği birçok kirden arındırandır. Aksın, bırak hep kaçak olacak değil ya ıslanmalarımız. Keder diye akıtılanlar bir reyhan inceliğinde şimdi tam karşımda. Emanet diye saklarım tüm ayrılıklarımı. Boşalan ellerime merhem diye sürdüm yaşlarını, yumuşatır diye nasırlarımı. Kader diye sarıldıklarım! Oysa ne de günahsızdı farkında olmadan avuçlarımdan kayıp gidenler. Görseniz ne ihtişamlıydı, bir öfke patlaması beklide…
Bu gecede bitecek, yarın yine bu gün olacak. Bu geceden bana arta kalan mı? Koynumda biriktirdiğim yağmur kokusu ve… Bir dahası olmayacak biliyorum. Bu kış bahara evirilecektir, dağ boylarından sular akacaktır ve şafaklar dolunaylı bir geceden sonra bir başka kızıl olacaktır. Ama bu gecede kalmasın diye hiçbir bakış, not düşüyorum belirli bir zaman aralığına. Ve kalın harflerle adını kazıyorum bu gecenin gözlerine. Ve biriktirdiğim nice ay kokulu gülüşlerimi rüzgârın kanatlarına takıyorum. Götürsün diye nice uzak diyarlara. Ne de olsa bir dahası olmayacaktı bu gecenin. Savur şimdi diyorum yüreğime, sesinin soluğunda yükselt haykırışını ve elveda kalana, merhaba yeniden gelene…
Güneşin kıyısında, ateşten sahillere vuracağım. Ve alevleriyle yıkayacağım tüm birikmiş yalnızlıklarımı. Küllerini rüzgârlara bırakıp nefeslerimi dumanından arındıracağım. Söyleyemediğim, dilden dökülemeden buharlaşmış nice sevinçlerimi tozlanmış raflardan indireceğim. Ve tüm ağlamalarımı başucuma koyup yollara koyulacağım. Yollar uzun, engellerle dolu, bazen düşerken, bazen yalpalanacağım ama her şeye inat umudun ezgisinde dillendireceğim özgürlük türkümüzü.
Çığlık çığlığa, bir o diyardan bir diğer diyara sürerim tüm duygularımı. Islık gibi, kulakları delercesine yankılanacaktır ve tüm boşlukları dolduracaktır haykırışım. Alevler saçılacak, ateşler yanacak gökyüzüne doğru. Dumanlar yükseltip, yağmurlar yağdıracağım o özlem bulutlarından. Çember daralacak belki de. Kaygılar artacak, biten güller solmaya yüz tutacak. Ama her şeye rağmen muradına erinecektir özlemi çekilen umut dolu yarınlara, özgür yarınlara… Ve kekik kokulu çocuklar yükselecek dört parça yurdumun her bir yanından, körpecik bir fidan gibi, özgürlüğe susamış, güneşe ulaşma umuduyla nefes alan…
Haydi, takıl peşine rüzgârın, tüm vücudunda hisset, teninin her zerresine işlensin. Bırak tarasın saçlarını, sonra esintiyle gelen ıslaklığı merhem diye sür kapanmak bilmeyen yarana. Biraz da sakla, kötü günlerinde dost olsun diye sana. Ve bağır, haykır, bir çığlık ol, bastır tüm bastırma girişimlerine karşı. Es gecenin yüreğine doğru, estikçe öğren özgür olmanın sınırsızlığını.
Yücesinde, en zirvesinde kahpelikler, kendini bilmezlikler ve daha nice soysuzluklar... Hepsine inat, gecede savrulan bulutların kanatlarında türkü söylemek var ya…
Bu gece de bitecek, yarın sabah olduğunda belki kar yeniden yağar ve beyaza bürüyecek her yanı. Bana kalan mı? Koynumda biriktirdiğim yağmur kokusu ve bu gecenin ıslak bakışları…
Gerillanın kaleminden
2014
- Ayrıntılar
“Elbet bir bildiği var dağların
Varsın aman vermez
Yol vermez olsun
Yaşamaya başladın mı öğrenirsin
Dağlar hep dosttur”(A. Hicri İZGÖREN)
Parçalı bulutlar arasından henüz çıkan dolunaya derin bakışlar fırlatıyordu. Bir dahası olmayacakmış gibi tüm içtenliğiyle tebessümler fırlatıyordu. Tüm durma hallerine inat O; ayın yürek coşturan akışkanlığında akıp gidiyordu dolunayın aydınlığında aydınlanan gecenin koynuna. Ay kokulu nice anısı gelip önüne duruyordu. Her bir anıda başka bir güzellik, sonsuz mutluluk…
Derin bir nefes çekti. “Dağlarda olmak, dağ rüzgârlarıyla dost olmak, dağların doruklarında yüzünü dolunayla ıslatmak… İşte benim cennetim, Gılgameş’in arayıp da bulamadığı sonsuz yaşam iksirim.” diye mırıldanıyordu kendi kendine. Ama hayır! Karşısında biri varmış gibi konuşuyordu. Oysa karşısında bir tek ay vardı…
Dağların yolunu tuttuğu gece dolunaylı bir geceydi. Pusular atlatmış, ölümlerden kıl payı kurtulmuştu. İlk fırsatta ise ayın kucaklayıcı bakışlarına sığınmıştı. Usul usul inen gözyaşlarını dindiren ve ıslak gözlerine tebessüm yerleştiren ayın kendisiydi. Uzun ve yorucu bir yolculuğun sonunda, henüz ay gökyüzündeyken yüreğindeki kutsal mekânlara vardığında söz vermişti kendisine. “Her dolunaylı gecede burada, seninle olacağım.”
Tüm yoldaşları O’nun ay ile olan arkadaşlığını bilirdi. Bundan böylesi zamanlarda çok aranmazdı. Herkes O’nun, şimdi bir kayanın üzerinde oturmuş ya da toprağın serin kucağına uzanmış olduğunu biliyordu.
Genç yaşına rağmen acıyla bezenmişti yaşamı. Gözlerinin kenarında belirmiş kırışıklıklar kader diye kabul ettikleri değildi. Yüzyılların ağır sancısı sonucu bir dövme gibi işlenmişti bakışlarına. Sonra diğer Kürt çocuklarını düşündü. Kendilerine yaşanılanları kadermiş gibi dayatılan, oyunları elinden alınıp, gözyaşına mahkûm edilen çocuklar… Ağır ve zorlu bir hayatın ezgisini dillendiren kavallar değildi. Ne de bir resim karesiydi yaşadıkları. Çocukların bakışları her şeyi anlatıyordu zaten. Islanmış gözlerin derinliklerinde görünen, karabasan bir sistemin dayattıklarıydı.
Bir rüzgâr gelip saçlarında dolandı. O an daha derin bir tebessüm yerleşti bakışlarına. Dolunayın bakışlarıyla buluşan dağ rüzgârı içini daha da ferahlatıyor. Rüzgâr oturduğu taşın etrafında dolanıp, saçlarını dalgalandırıyordu. Yüzüne, gözlerine hafif dokunuşlarda bulunup hemen yanında olan ağaçla dans edercesine yaprakları sallıyordu. Rüzgârın ağaçla olan bu etkileşimi ve gecenin melodisi olarak çıkarttığı ses yüzündeki bakışı daha da yumuşatıyor. Dağlara ulaştığı ilk anda arkadaşların onu karşıladığı an geldi aklına. “Her şey farklıydı. Bakışlarda gördüğüm şefkat değil, sonsuz ve yürekten sevgiydi. Öyle içten gülümseyip kucakladılar ki, üzerimdeki tüm yorgunluğumu atmama yetti.”
Dağlarla buluştuğu ilk andan itibaren dağlar ona kucak açmış, dost, yoldaş olmayı kabul etmişti. Hem yaşadıkça gördü, gördükçe daha çok sevdi ve yürekten, kopmamacasına bağlandı. Zalim tanrılar Ana’nın tüm güzelliklerini çaldığında, kötülüğü ve her türden hastalığı da insanlığa salmışlardı. Bir umut kalmıştı insanın elinde.
Kendine baktı, aya baktı, etrafını yoklayıp dağların tüm güzelliklerini bir bir gözlerinin önüne getirdi. Sonra “Burada umuttan öte şeyler var. Burada Ana’nın bin bir emekle, alın teri ve gözyaşıyla oluşturduğu tüm güzellikler var. Dağlar zalim tanrıların ulaşamadığı ve nefesleriyle kirletemediği mekânlardı. Bundan işte Kürtler hep dağların yolunu tutmuştu ve Kürt çocukları dağların doruklarında özgürlük türküleri dillendirmişti. Çünkü her şeye rağmen dağlar dosttur, arkadaştır, yoldaştır…” deyip ellerine göğsüne koydu.
Gözleri yine ayın dolgun yüzüne kaydı. Aya baktıkça su olup akıyor gecenin koynuna. Kalp atışlarını duyar gibi oldu. Yüreği ferahlıyor. Burada olmanın coşkunluğu sarıyor bakışlarını. Bakışları ayın aydınlığıyla bir olup sınırlar aşıyor. Uzaklara, çok uzaklara gidip geliyor. Uzadıkça mesafeler dolunay daha çok yer ediniyor yüreğine. “Zamansız gidenlerin anısına” deyip amaçlarının kutsallığında her an daha da büyüyen özlemlerini avucuna alıp aya sunuyor.
Bu dağlar nice can bağrına basmıştı. Yürekleri ve gülüşleri amaçları kadar güzel canlar… Dağlarla bir olmuş, dağların asiliğini ve sonsuz güzelliğini almış canlar… O canlar ki yolda onurlu bir yolcu olmanın sevinci ve gururuyla patikalar arşınlayan ve düşmanın üzerine yürüyen canlar… Kimisi körpe fidan, kimisi asırlık çınar kimisi ise… “Dağların bir diğer anlamı da budur işte. Dağlar, kendini özgürlüğe adamış bu canların yerleşkesidir. Budur bizi dağlara ölesiye bağlayan, dağların doruklarında bir n olsun durmaksızın celladın üzerine yürüten. Tarihten böyle geldi, bugün böyle yaşanıyor ve yarın da bu böyle olacak. Dağlar her zaman özgür yaşamanın kutsal mekânları olacak. Dağlar, dünün, bu günün ve yarınların hep beraber yer edindiği en saf resmi olacak…”
Arkasından birinin seslendiğini fark etti. “Heval yola koyuluyoruz. Biraz acele etsen iyi olur…” Gözlerindeki tebessüm gülmeye döndü. Elinden destek alıp kalktı. Bir kez daha aya baktı ve dağlarda olmanın coşkunluğuyla arkadaşlarına doğru hızlı adımlarla yürüdü…
Diren RONAHİ
- Ayrıntılar
Kürt kadını günümüzde Kürdistan’ın dört parçasında güçlü bir örgütlülüğü sağladığını görmekteyiz. İşte en son Şengal ve Rojavada halkımıza dönük uygulanan çete saldırılarına karşı savaşın en sıcak cephesinde yer alan ve amansız mücadele ettiğini belirtebiliriz. Bu temelde görüldüğü gibi YJA Star güçlerinin akın akın savaş sahasına gidişleri halkımız arasında büyük bir moral ve motivasyona yol açmıştır.
YJA Star, YPJ ve YJRK kadın askeri birliklerinin Kürt halkının ulusal ve tarihsel değerlerine karşı gerçekleşen saldırıları boşa çıkarmak için sergiledikleri direniş ruhu dünya genelinde kadına ve toplumlara örnek teşkil edecek bir öneme sahip olduğunu belirtebilirim. Çetelerin en çok kadın ve çocuklara yönelimlerini baş hedefi yapması karşılığında kadın ordulaşması ve savunma birliklerinin harekete geçmesi anlamlı ve önemli bir tutumdur. Bu anlamda günümüzde hem Kürt halkı hem de kadını uluslararası emperyalist güçler tarafından varlığı ve kültürel değerleri ciddi tehditler altında olmaktadır. Kürtler geçmiş tarihte olduğu gibi, günümüzde de katliam ve imha eşiğine getirilmek istenilmektedir. Bu saldırıları boşa çıkaracak tek güç ve irade PKK öncülüğünde örgütlenen HPG ve YJA Star askeri güçleri olmaktadır. Bunun için tarihi dönemlerde tarihi yaratımları ve kazanımları elde edecek olan bu güçler olmaktadır.
YJA Star güçleri askeri ve ideolojik bakımdan önemli bir mirasa ve tecrübeye sahip olmaktadır. Elde etmiş olduğu bu tecrübe düzeyi ile üstesinden gelemeyeceği bir güç ve engel bulunmaktadır.
İşte çok yakından da görüldüğü gibi Şengal ve Rojavada YPJ ve YJA star askeri güçlerimizin sergilediği amansız direniş, Kürt kadınının ulaşmış olduğu düzeyi göstermektedir. Günümüzde kadın hareketini Ortadoğu toplumu üzerinde yaratmış olduğu etki oldukça büyük olmaktadır. Bütün kadınların sistem tarafından görmüş olduğu adaletsiz, eşitsiz ve cinsiyetçi yaklaşımlar karşısında kendini savunmak ve aşırı iktidarlarmış sistem gerçekliğine bir dur deme zamanının geldiğini vurgulamak yerinde olacaktır. Gerçekten de Kürt toplumu olarak çok tarihi bir dönemden geçerken bu tarihsel dönemin yanı sıra, içinde çok büyük riski ve tehlikeli olasılıkların da içinde bulunduruyor. Örneğin uluslararası emperyalist ve modernite güçler eliyle örgütlendirilen ve bir veba hastalığı gibi her gün yaygınlık kazanan İŞİD çeteleri Kürdistan’ın coğrafik ve kültürel zenginliklerine ve savunmasız halka saldırı düzenlemektedir. Öyle anlaşılıyor ki geçmişte olduğu gibi günümüzde de Kürdistan Ortadoğu’nun siyaset merkezini belirlemektedir, jeostratejik öneminden ileri gelen bu yönelimler ahlak ve insani değer tanımaktadır. Bu açıdan YJA star ve YPJ güneçlerini de çetin ve kutsal bir mücadele beklemektedir. İşte görüldüğü gibi binlerce kadın Şengal’de tacize, tecavüze ve katliama uğradılar. Bundan büyük bir vahşet olabilir mi? Binlerce katledilen masum insanların intikamı adına, yine yüzlerce çocuğun açlıktan ve susuzluktan dolayı yaşamını yitirmesi kadar bir insanlık suçu olabilir mi? Tabi ki olamaz ve bu şiddet politikalarına en çok sessiz kalan başta BM, bütün insanlık adına var olan kurum ve kuruluşlarının sessizliği bence en büyük terörizm suçunu işlemektedirler.
Kürt kadının mevzilerde büyük bir direniş ruhuyla amansız savaşımı günümüzde bütün ezilen halklar ve uluslar için bir umut ışığına dönüşü ifade etiği kadar, anlamlı bir güven kaynağına da yol açtığını vurgulayabilirim. HPG YJA Star ve YPJ güçlerimizin öncülüğünde gerçekleşen meşru savunma savaşı, Kürdistan toplumunda güçlü bir ulusal birlikteliğin sağlanmasına önemli bir katkıda bulunacaktır.
Umut ediyoruz şimdiye kadar her zaman dış güçlerin maşası ve kuyruğu konumunda olan işbirlikçi, feodal güney Kürdistan federe hükümetinin önde gelenlerin akılları başlarına gelmek için olumlu bir tutum içine girerler. Çünkü her zaman ulusal birlikten kaçan ve bu konuda özgürlük hareketinin bütün çaba ve girişimlerinin yanıtsız bırakan bir tutum ve davranıştan kaçınırlar. Eğer bu süreçte biz Kürtler arasında sağlam ve samimi bir zemine, ulusal çıkarlara dayalı bir dayanışma sağlansa bütün dünya bizim üzerimize gelirse gelsin, verilen güçlü mücadelenin sonucu zaferle taçlandırılmış olacaktır. Bu konuda Güney Kürdistan’ın da ortak savunma güçlerinin oluşması ve meşru savunma stratejisine denk düşebilecek bir savaş pozisyonuna geçilirse, sonuç Kürt halkının uluslararası çapta demokratik özerklik haklarının tanıtılmasına dönüşme olasılığı her zamankinden daha çok güçlü olduğunu belirtebilirim.
Bu bakımdan Özel olarak YPJ ve YJA star güçlerimizin, HPG YPG güçleri öncülüğünde geliştirilecek olan bu savaşın sonuçları bedensel anlamda her ne kadar ağır olsa da Kürt halkının geleceğini özgür temellere dayandırma ve uluslararası çapta kürdistan’ın bağımsız bir statü hakkının tanınmasında belirgin bir rol ve misyon oynanacağı kuşkusuz gözükmektedir.
Gerçekten de her zaman dünyanın her alanında yaşanan savaş ve katliamlardan en çok etkilenen kadınlar olmaktadır. Bunun nedeni ise kadınlar savunmasız ve çaresiz bırakılmaktadırlar. Sistem tarafından bilinçli bir şekilde erkeğin gölgesi altında bırakılan kadınların ne yasal ne de gayri yasal anlamda dilsiz ve mücadelesiz bırakılması trajedik ve acı verici bir durum olmaktadır. Eğer kadınların da sosyal, siyasal ve anayasal haklar anlamında kendini temsiliyet düzeyi olsaydı, bu kadar trajedik tablolarla karşı karşıya kalmayacaktık. Ancak gel gör ki ne siyaset alanında ne de politik zeminlerde kadına kendini savunacak hiçbir alan bırakılmamaktadır. Kürt toplumu ve kadını açısından bu durum tamamıyla değişmiş ve artık Kürt kadınları sosyal, siyasal ve özelde de askeri alanda kendilerini savunacak bir güç ve iradenin yaratılması söz konusudur. PKK Önderliği ve örgütü öncülüğünde yaratılan 5000 yıllık erkek egemenlikli sistem ve tabularının yıkılıp kırılması gerçeği vardır. Artık Kürt ve Ortadoğu kadınlarını, dünya kadınlarına direnişin öncülüğünü çekecek bir YJA star ve YPJ, YJRK askeri kanadı vardır. Bu anlamda kadınların hem sistemin cinsiyetçi eğilimlerine dur diyebilecek ve savunmasının güçlü sağlayacak önemli bir oluşumun varlığı söz konusudur.
Kürdistanda bütün kadınların ulusal birlikteliğinin sağlanmasının zamanıdır ve kürdistan toplumunun özgürlüğü kadın devriminden geçmektedir. Bu anlamda önder APO ‘unda büyük özen ve titizlik gösterdiği kadın özgürlüğünün sağlanmasının mekân ve zamanının geldiği gerçeğinden yolla çıkarak bütün kadınların el ele vermesi gerektiğini vurgulamak yerinde olacaktır.
Bu kadın özgürlük ideolojisini başta bütün Ortadoğu olmak üzere özelde de kürdistan’ın toplumunda yaymak ve bir çıkış kapısı olarak bütün kadınlara mal etmek en kutsal görevlerin başında gelmektedir.
Bu vesileyle kadın toplumsallığın temel kök hücresi konumunda olmasından ötürü, toplun ahlaki ve politik şekillenmesi konularında da kendini bu alanda yetkinleştirmek ve güçlendirmek kaçınılmaz bir vektör konumunda olmaktadır. Çünkü bir toplumun gelişmişlik düzeyi genelde kadınının gelişmişlik düzeyiyle eş anlamlı ele alınır bu konuda da Kürt kadınınınım hem sosyal hem de askeri alanda gelişmişlik düzeyi hiçbir tapulununkiyle kıyaslanamayacak düzeyde gelişim gösterdiğini göstermiş bulunmaktadır. Kendisinin dünyanın her alanında örgütleyen ve bir konumda olan Kürt kadınları artık bütün ezilen halklar ve kadınların umudu konumuna geldiğini belirtebilirim. Artık o eskiden içinde bulunduğu ölüm uykusundan uyanan ve her türden eğemenlikli sisteme karşı boyun eğen kadın gerçekliği adım adım tarih sahnesinden silinmiş bulunuyor.
Bu bakımdan da ciddi bir uyanış ve diriliş gerçekleşmektedir. Kuşkusuz tüm bu gelinen düzeyi her şeyden önce Kürt özgürlük güneşi Önder APO ‘un verdiği eşsiz emek ve katkılarına dayalı geliştiğini vurgulamak en gerçekçi yaklaşım olacaktır. Kürt özgürlük hareketi ve kadın özgürlüğü eksenin de sağladığı görkemli gelişmeleri görüp her anlamda moral ve güç almak gerekir. Hem YJA star, YPJ ve HJRK güçleri olarak yaşadığımız bu devrim atmosferinde güçlerimizi her zamankinden daha çok birleştirip sosyal, ideolojik ve askeri alanda güçlü bir direniş ve mücadele sahibi olmamız önem taşımaktadır. İŞİD çetelerinin eliyle yapılan bütün kadın katliamlarının intikamını almak en anlamlı cevap olacaktır. Her gün basında yapılan röportajlarda ve verilen ŞENGALİ halkımızın demeçlerinden de anlaşıldığı gibi yüzlerce ŞENGALİ kadınların çeteler tarafından satıldığı, tecavüze uğradığı, akıbetleri beli olmayan bütün Kürt kadılarının intikamı adına öz savunma konumuna geçmek gerekecektir. Onca savunmasız insanların suçu neydi ki, inançlarından dolayı bu kadar pervasızca yaklaşmak en büyük vicdansızlıktır.
Bakın her gün haberlerde ve basın bültenlerinde de geçtiği gibi İŞİD çeteleri tarafından yüzlerce kadın ve çocuk kaçırıldığı belirtiliyor ve hepsi de Kürt çocukları, kadınlarıdır. Bunlara karşı sesiz kalan bütün ülkeler bu insanlık suçunun ortağıdır anlamına geliyor. Bu nedenlerden dolayı Kürt kadının savunma gücü olan YJA star, YPJ, YJRK güçlerinin hem güney Kürdistan’ın ŞENGAL bölgesinde, yine Rojava kürdistan da verdiği silahlı mücadele meşru bir savaş anlamına gelmektedir. Bana göre Kürt halkının yiğit evlatlarının her tür zorlu koşul altında verdiği silahlı mücadele her kes tarafından desteklenmesi ve takdir edilmesi gereken bir gerçektir. İŞİT saldırılarından kurtulan ve zor bela canlarını kurtaran bir çok insanın anlatımlarından geçiyor. Sayısız kürt insanı ve kadını teslimiyeti kabul etmemek için kendi bedenlerini diri diri uçurumlardan atanların sayısı halen bilinmemektedir. Bu anlamda kürt kadını Dersimde, Geliye Zilan da ve daha sayma gereğini duymadığım bir çok yerde yapılan katliamlarda inanç ve varlığı uğruna gösterdiği direniş, sergilediği yurtseverlik duruşu, günümüzde de ŞENGALLİ Kürt kadınları bu ruhu temsil ediyor. Kürt kadın tarihinde her zaman adlandırılan Zarife, Bese, Beritan ve Zilan’ların düşman yönelimlerine karşı teslimiyeti kabul etmemeleri günümüzde bir kez daha canlanmaktadır. Kendi toprak ve gelenek, göreneklerine bağlı olmanın en somut ifadesi olmaktadır. Kürt kadını gerçekten de onurlu ve gururlu bir karakter yapısına sahip olması her bakımdan toplumsal gelişmeye önemli katkılarda bulunmaktadır. Kendinde temsil etiği kürtlük kimliği ve onun mücadelesi sayesinde kayıp olmamıştır. Her ne kadar var olan resmi ideolojilerin asimilasyon politikalarına uğrayan bir toplumsal Kürt gerçekliği olsa da, Kürt kadının bu konuda ki bağlılığı dilimizin, dilimizin ve toplumsal gerçekliğimizin tarihten silinmemesine önemli katkıda bulunmuştur.
Günümüzde Kürdistan ülkesi üzerinde sürdürülmek istenilen talan ve şiddet yönelimlerine boyun eğmeyen bir Kürt toplumsal gerçekliğiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Elbette bu Kürt toplumunu nezlinde zihinsel anlamda ulaştığı aydınlanma ve ideolojik gelişmişlik düzeyinin belirlemektedir. Artık özgür kürdi demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma ekseninde kendinde yaratmış olduğu ahlaki ve politik bilinçle yakından alakalı olduğunu vurgulamak gerçekçi olacaktır. Bu anlamda hem Kürt özgürlük hareketimizin öncülüğünde gelişen mücadelenin sonuçları olarak sağlanan siyasallaşa, diğer yandan da kürdistan toplumunda öyle eskisi gibi her sömürgeci ve işgalci güçlere karşı teslimiyeti ve çözümsüzlüğü kabul etmeme durumu söz konusudur. Kürt halkı PKK gerçeğinde kendi kurtuluşunu ve gerçek özgürlük yolunu görmüştür. Dikkat edilirse dünya toplumları içinde en çok haksızlığa, uğrayan, varlığı ve kültürü tehdit altında olan Kürt tapulumu olmaktadır. Bütün bunlara karşı en çok ta varlık ve yokluk savaşında direnen, pes etmeyi bilmeyen bir ulusal Kürt gerçekliğine tanıklık etmemekteyiz. Bunların en bariz örneği Rojavada yaşlı anaların babaların ve eli silah tutabilen bütün insanlarımızın, düşman yönelimlerine karşı savaşın ön cephesinde mevzilenmelerdir. Bu direnişi görmezden gelmek mümkün olabilir mi? Sağlanan bu gelişmeler tarihi ve önemli kazanımlara yol açmaktadır.
Diyana Amanos
- Ayrıntılar
