Bekletmez aşığını Govende. Kendine hasret bıraktığı gibi hasreti yoldaşının tebessümle ikram ettiği bir bardak soğuk suyunda ya da çayında dindirmesini de bilir. Ama derinlerde hep bir hasret bırakır. İnsanı kendine mahkûm eden gizli bir yanı her zaman olur. Belki de asıl gizemi burada saklıdır Govendê’nin.
Uzun bir yolculuktan sonra tekrar Govendê’ye veriyorum yönümü. Ayrı kaldığım bir hafta boyunca duyduğum özlemi anlatacak kelimemin olduğunu düşünmüyorum. Oysa Govendê’de sadece yaklaşık bir ay kaldım. Ansızın çıkan bir görevden dolayı çıkmak zorunda kaldım. Ayrı kaldığım bir hafta boyunca bulunduğum her yerde gözüm taşlarını aradı. Govendê’ye doğru yola çıkmaya başladığım andan itibaren yanımda bulunan arkadaşların sohbetlerine ara sıra katılırken hükmüm altından çıkan gözlerim ve fikrim sadece Govendê’ye baktı.
Konberfleri, jilet keskinliğindeki taşları, dağları yaşam merkezi yapan sıcak yoldaşları ve onlarla birlikte yediğimiz kuru ekmek ve her türden yapılan otlu yemekleri... Anılar bir bir canlanırken gözümde gelişimize son beş dakika artık sabrım taşımış halde; “bu yol ne kadar uzadı” dedim kendi kendime.
Yolculuğun sonunda ilk durağımıza varıyoruz. Üslenme yapan arkadaşların yanına geçiyoruz. Bir önceki yeri değiştirmişler. Kampa girdiğimizde üslenme grubunda yer alan arkadaşların değiştiğini gördüm. Tüm bu değişimler içerisinde gözlerim kadın arkadaşları arıyor. Kimse bir şey demeyince kendim Mervan arkadaşa; “kadın arkadaşlar nerede” diye soruyorum. “Biraz önce hepsi tepeye çıktı” deyince of çekiyorum. “Biraz daha erken gelmiş olsaydım görürdüm onları” diyorum ki bir ses duyuluyor arkadan. Avesta arkadaşın sesi bu. Hemen sesin bulunduğu yöne doğru yürüyorum. Avesta ve Amara arkadaşları karşımda görünce duyduğum özlem ve sevinçle sarılıyorum ikisine. Beni görünce şaşırmaktan öte, duyduğum sevincin benzerini kendilerinde de görüyorum. İşte bu an ve bu sahneyi özledim.
Görünümüyle harabe bir kenti andıran bu yeri sevdiren nedir? İnsanın yaşam kaynağı olan suyun dahi olmaması, suyun sadece kıştan kalma kardan elde edilmesi, sayılamayacak bin bir eksiklik ve zorluk… Her şeye rağmen her zaman çekim merkezi olma başarısını elde tutmasının asıl nedeni ne olabilir? Cevabını verecek olsam tek bir kelimeyle ‘yoldaşlığı’ derim. Govendê’yi Govendê yapan yoldaşlığıdır. Govendê’ye olan bağlılığım, bir hafta içerisinde duyduğum özlemin asıl nedeni yoldaşlığında gizlidir.
Sıcak bir kucaklaşmadan sonra bana kaldıkları yerleri gösteren Avesta ve Amara yoldaş, benden on dakika sonra geliyorlar. Gelir gelmez koyu bir sohbete başlıyoruz. Yıllardır birbirinden ayrılan dostlar gibiyiz. Tara ve Ezda arkadaşların düzenlemelerinin olduğunu, Jindar, Rozerin ve Amara arkadaşın da benden hemen önce yola çıktıklarını ve ayrı kaldığım yedi gün boyunca yaşanan tüm değişimleri bir bir anlatıyorlar. Daldığımız sohbete ara verince birden saatin gece yarısına geldiğini fark ediyoruz. Yarım kalsa da konuşmalar uyuyalım yarın devam ederiz diyoruz.
Geceyi süsleyen yıldızlar ve dolunaya seyre dalan gözlerimiz gün doğumuyla birlikte açılıyor. Gün doğumu her gerillanın en sevdiği saatlerdir. Her yeni günle birlikte yaşamımıza yenilik getiren güneşin kutsallığını sabahın erken saatlerinde uyanan gerilla bilir ancak.
Güneşin doğmasıyla birlikte yakılan ateşte kara çaydanlıkta çay kaynatılıyor. Kahvaltı hazırlanılıyor. Her şey tamamlandıktan sonra üçümüz kahvaltıya oturuyoruz. Kahvaltı ettikten sonra ocaktan indirdiğimiz kara çaydanlığımızı kenara koyup bir yandan çay keyfi yaparken diğer yandan da günün planlamasını konuşuyoruz. Tam bu esnada hava kirliliği yapan keşif o iğrenç sesiyle yine dikiliyor başımızın üzerine. Gerilla da kimse sevmez bu sesi. Doğanın dengesini bozan bu sesi kimsenin sevdiğini düşünmüyorum. O sadece birer casus değil doğadaki su, rüzgar ve sayısız hayvanın ortak sesiyle çıkan melodiye karışan ne olduğu belirsiz bir ritimdir ayrıca. Kısa bir zaman sonra insan avcıları geliyorlar. Tencere kapağını buluyor. Ve patlama sesi. Buda düşmanın sabah karşılaması oluyor. Düşmandır. Ancak böyle bir karşılama yapar. Yanımda bulunan Avesta arkadaş yeni katılmasına rağmen yerini sağlama aldıktan sonra soğukkanlı bir şekilde nereye vurduklarını anlamaya çalışıyor. 2015 yılının Temmuz ayında ilk hava saldırılarının başladığını televizyondan öğrenip gerilla saflarına katılan Amara arkadaş ise biraz daha farklı bir ruh haline kapılıyor. Korkuyor. Yaşadığı korkunun tek nedeni insan avcılarının arkadaşları vurmuş olabilme ihtimalidir. Televizyonda izlerken duyduğu öfke katılımına sebep olmuştu. Şimdi ise kendisi bombardıman altındadır. Bu düşmanına olan öfkesini kat be kat artırırken, direnişin kutsallığını ve her zamankinden daha fazla mücadele edilmesinin şart olduğu bilincine bir kez daha erişiyor. Ama ya arkadaşlara bir şey olduysa düşüncesi çıkmıyor bir türlü aklından. Govendeyî tanımlamaya çalışırken bunu anlatmaya çalışıyordum. Nerede olurlarsa olsunlar yürekleri daima birdir ve daima bir biri için çarpar yoldaşın.
Doğanın dengesini bozan sesler kesilince bir haber alıyoruz. Tez duyulan kötü değil iyi haber oluyor. Arkadaşlar sağlam ve kimseye hiç bir şey olmamış. Bu haber karşısında Amara arkadaşın yüzüne bir gülümseme yerleşiveriyor. İçi rahatlıyor. Soğukkanlı Avesta; "T.C ordusu gerillanın gölgesinden dahi korkuyor olmalı ki keşif doğada bulduğu her şeyi gerilla sanıp Uçakları Kürdistan Dağlarına davet ediyor. Doğrudur gerilla misafirperverdir. Ama misafirde misafirliğini bilmelidir. Uçaklarla dalış yapan pilotlar daldığı yere düşüverir bir daha çıkmak nedir bilemez. Nereye girdiği de belli olmaz” diyor.
RENGİN DENİZ
- Ayrıntılar
Baharı yaşıyoruz. Bahar yeniden yaşam ve yeniden diriliştir. Tabiatın canlanışı, insanın canlanışı öz itibariyle yaşamın canlanmasıdır, bahar.
Önderliğimizin deyişiyle: “Baharın Nisan ayı, canlanmanın alabildiğine hızlandığı ve yaşamak isteyenlerin büyük bir tutkuyla kendini aştığı ve anlam bulduğu birçok canlının yaşam günleri oluyor. Yıllardır bizde böyle Newroz günleri, Nisan günleri, ulusal çözümlenmeyi, onunla birlikte diriliş, yaşamı geliştirmeyi temel görev bellediğimiz günler oldu ve halen üzerinde duruyoruz...
Ne kadar düşürülmüşsek, ne kadar baharlarımız kavrulmuşsa, o kadar yüceltme ve kasıp kavrulan baharlarımızı kendimizde, savaşla yeşertmeye ihtiyacımız vardır… Benim her bahara vereceğim anlam, önce kendi baharımdır. Bir halk için bahar olmazsa, baharın gerçekten diriltici etkisini de duyamaz…”
Şimdi halkımızın baharını yaşıyoruz. İlk kez kaderimizi kendi elimize alarak, kaderimizi tayin edecek günleri daha doğrusu bir baharı yaşıyoruz. Böylesine bir baharı yaşarken, bir bahar günü aramızda ayrılan yoldaşlarımızı, bizi bugüne getiren silah arkadaşlarımızı, bizi biz yapan temel değerlerimize ilişkin birkaç söz söylemek-hem de bir yeni nisan yaklaşırken- hem görevimiz hem de borcumuz.
Bilinen ismiyle Xelîl Dağ, sivilde ise Halil Uysal yoldaşı, ben de dağların doruklarında tanıdım. İlk dağa gelişinden Botan’a yürüyüşüne, yola çıkışından şahadetine kadar, şöyle ya da böyle tanıdığımız, yer yer yakın kaldığımız, kimi zaman ise birlikte çalıştığımız Xelîl yoldaşı anlatmak onu tanımış, tanıyan her yoldaş gibi benim için de zor, hem de çok zor. Bir yoldaşımız Xelîl yoldaş için:
“Xelîl Arapça bir isimdir, anlamı en yakın arkadaş, en yakın samimi dost. Dağ; Türkçede görkemli, heybetli olmanın adıdır. Xelîl Dağ ise; dağ gibi bir arkadaş, dağın dostu, dağa en yakın, görkemli olanı ifade eder. Bu isim sana ne kadar da yakışıyor Xelîl yoldaş” demişti.
Gerçekten de dağ denildiğinde, insanın içine Xelîl arkadaş akıyor, aklına Xelîl arkadaş geliyor. Çünkü Xelîl arkadaş kadar dağ sevdalısı bir insana, bu denli coşkulu yaklaşan insan sayısı ne kadardır diye sorduğumuzda, vereceğimiz cevapta zorlanabiliriz.
Gerillalar elbette dağ sevdalısıdır. Dağa bu sevdadan dolayı binlerce, on binlerce Kürdistanlı, Türkiyeli hatta başka halklardan genç akmıştır. Ve bu akışın devam edeceği de kesindir. Dağ bir arınma yeridir, kirlerden, paslardan, hilelerden, hurdalardan arınmanın yeri. Az biraz temizliği, doğruluğu, güzelliği, güleçliği, onuru, gür haykırmayı, adaleti, eşitsizliği, paylaşımcılığı ve tabii özgürlüğü arayanlar, onların peşinde yürümek isteyenler hep dağlara akacaktır.
Ancak Xelîl arkadaş gerçek manada dağın ayrı bir güzelliğiydi. Coşkusu dinmeyen, coşkusu hep zirvelerde seyreden bir Dağ Sevdalısıydı.
Kürdistan tabiatıyla bu denli bir olmuş, ona hayran olmuş, onunla özdeşmiş bir kişilik olarak Xelîl gerçekten de Dağın Samimi Bir Dostu’ydu.
Xelîl’i elbette tanımak önemlidir. Ancak Xelîl yoldaş o kadar açık ve sade bir kişilikti ki, onu yazılarında, resimlerinde, fotolarında ve tabiatı ekrana taşıdığı karelerde, çektiği tüm kliplerde görmek mümkündür.
Dağı acaba Xelîl gibi yazan var mıdır(?) diye hep içimizde tartışmışızdır. Ya da bir tane daha Xelîl’i acaba çıkartabilir miyiz(?) hususunu da sıkça tartışmışız ve halen de tartışıyoruz.
Dağ’da basın denildiğinde akla ilk gelen Xelîl’dir, anı denildiğinde ilk akla gelen yine Xelîl’dir, film ya da sinema denildiğinde gerilla için yine akla gelen Xelîl’dir. Fotoğrafçılığını hiç dile bile getirmeyelim. Kendi sahasında tekti.
Bir de Xelîl derken, yoldaşlığını dile getirmeliyiz. İnsanın içine akan yoldaşlığını, alçak gönüllüğünü, sevda dolu yüreğini, güleçliğini, dağa olan bağlılığını ve de kayadan sert iradesel duruşunu…
Bizim yüreğimize böyle işlemiş olan Xelîl yoldaşı bir nisan günü sonsuzluk diyarına uğurladık. Xelîl yoldaşı anarken, nisan ayında yüreğimizi kora çeviren Nuda’yı anmamak olmaz. Dağların direnişçi kimliği olan Ferhat’ı anmamakta olmaz. Onların şahsında tüm nisan şehitlerini anmamak hiç olmaz.
Bir de Xelîl ismini andığımızda Arjîn’i, Arjîn Amed ismini dile getirmememiz olmaz. Hem de, sönmeyen yaşam ateşi olan, Arjîn’İ…
Arjîn yoldaş sözün tam manasıyla Sönmeyen bir Yaşam Ateşi, genç PKK kadın militanı olarak tanıdık. Yaşam coşkusu ile yaşam duruşu ile olgunluğu ile kıvrak zekâsıyla, mütevazılıği ve insana ruh veren yoldaşlık sevgisi ve saygısıyla hep yüreklerimizde taht kurmuş bir Kürdistan Özgürlük Savaşçısı olarak bizimle, içimizde, ruhumuzda, yüreğimizde ve tüm benliğimizde…
Arjîn yoldaşı ise hem yıllar öncesinde tanımış hem de çok uzun bir süre aynı mekânda, aynı çalışmada, aynı örgütsel işbölümünde birlikte yer almıştık.
Fiziki olarak oldukça zayıf ancak kişilik olarak granit gibi sert, sıcaklığı ve direngenliği ile ise hep bir örnek.
HPG BİM bünyesinde birçok çalışmayı en güzel bir şekilde yürüten biri olarak herkesin beğenisini kazanan Arjîn yoldaş, mesleki yetkinliğinin yanı sıra yoldaşlar içerisinde de özel ve özgün bir yeri her zaman olmuştur.
Kişilik olarak hem çok olgun ama ayna zamanda da çok espri yüklü bir yoldaş olarak, nerede neyi söyleyeceğini, eleştirecekse eleştirisini en doğru ve en etkili bir şekilde ifadeye kavuşturan bir yoldaş olarakta, yoldaşlar ortamında her zaman en çok değer gören yoldaşlardan olmuştur.
Özgürlük saflarına birçok yoldaşı gibi erken gelen biri değildi. Sivilde iktisat okumuş, yine sivil yaşamda birçok pratik işi yapan biri olarak yoğun tecrübelerle dağlara akan Arjîn yoldaş, bulunduğu ortamlara bu yaşam tecrübesini en iyi bir şekilde yoldaşlarına sunarak yoldaşlarına destek olmasını da hep en iyi bir şekilde bilmiştir.
Onun güçlü yaşam duruşundan etkilenmeyen acaba kaç yoldaş vardır? Yoğun düşünce gücü ve yaşama pozitif yansımasını imrenme düzeyinde hayranlıkla ben nasıl izlemiş isem, benzer bir şekilde onu tanıyan her yoldaş izlemiştir. Bir insanın iddialı ve direngen yönlerinin yanı sıra, nezaketi ile insanları bu kadar etkileyebileceğini, insanları incitmeden söyleyecekleriyle yön verebileni en çok Arjîn yoldaş şahsında görülmüştür. Bunun için bulunduğumuz ortamlarda onun söylediklerini, eleştirdiklerini, görüşlerini dikkate almak her zaman en doğru sonuçlara götürdüğünü edindiklerimizle öğrenmiştik.
Çalışma disiplini, çalışmanın temizliği, sonuç alıcılığı derken akla ilk gelen isimlerden biri her zaman Arjîn yoldaş gelmiştir.
25 Mart 2012 yılında Garzan Eyaletinde 15 kadın gerillamızla birlikte şehitler kervanına katılan Berfin Roza-Selma Avcı ile birlikte Arjîn yoldaş bu özellikleriyle tam muhteşem bir ikiliyi oluşturuyorlardı. Öyle ki yoldaşlıkları, çalışma disiplinleri ve azimleri, girişkenlikleri, yaratıcıkları, mütevazılıkleri, cana yakınlıkları, incelikleri birbirine çok yakındı. Her ikisi de seçkin militan özelikleriyle yüreklerimize işlemişlerdi.
Arjîn yoldaşın granit gibi sert olan iradesinden söz etmiştik. O’nun nasıl bir dağ sevdalısı olduğunu da. Ancak Arjîn yoldaş bir de Xelîl yoldaşın en iyi öğrencilerindendi. Ondan yazımı, ondan fotoğraf çekmesini, ondan kamerayı kullanmasını, ondan montajlamayı derken ondan basıncılığı ve muhtemelen bir de dağa sevdalanmayı öğrenmişti.
Bunun için Arjîn dediğimizde bir de Xelîl’i anlamalıyız, Xelîl’i anmalıyız. Xelîl gibi yapmak istediklerinin, hayallerinin, ütopyalarının peşine düşmekten asla geri durmayan Arjîn yoldaş fiziki olarak zayıf olsa da yönünü Botan’a vermişti. Botan’dayken kansere tutulduğunu ona söyleyen doktoru uyararak, örgüte ve örgüt yönetimine söylememesini istemişti hatta doktorun ağzından söz almıştı. Böyle olunca Arjîn yoldaşın kansere yakalandığını örgüt ve örgüt yönetimi çok geç öğrenmişti. Öğrenir öğrenmez de Arjîn yoldaşı Botan’dan tedavi amaçlı geri çağırarak tedavi olabileceği bir ortama göndermişlerdi.
Arjîn yoldaşı işte ben böyle bir ortamda yeniden gördüğüm de sözün tam manasıyla şok olmuştum. Hep kanser oluşuna hem de coşkusunun sonsuz oluşuna, zindeliğine, yaşam dolu bakışlarına, ışıldayan gözlerine, yerinde durmayan kişiliğine, hızla tedavi olup geri dönme istemine…
Arjîn yoldaş oldukça canlı ve zindeydi. Coşkusundan –her zaman olduğu gibi- bir milim bile bir eksilme yoktu. Tam tersine kuzey pratiklerini konuşurken oldukça coşkulu ve moral düzeyi yüksekti. Onun kanser olabileceğini inanmak çok zordu. Hele onun coşku seli dolu sıcaklığını yeniden gördükten sonra inanmak kesinlikle imkânsızdı.
Ne var ki; kanseri doğru çıkmıştı, ama onun coşku ve morali ise Arjîn’ceydi, sönmeyen yaşam ateşinceydi…
Ve böyle bize yürek olmuş, bize yoldaş olmuş, bize yön olmuş, bize yol olmuş, bize benlik olmuş, içimizde biz olmuş bir yoldaşın şahadeti bizde akıl tutulması ile kelimelerin söze dil arayıcılığıyla dökülemediği an misali, aklımız tutulmuş ve sözlerimiz dillimizde asılı kalmıştı. Gözlerimiz donup kalmıştı.
Dopdolu yaşam coşkusu ile sıcaklığı, tebessümü, insana ruh katan akışkan kişiliği ile direngen kadın militan heyecanı ve iradesiyle, iddiası ve inancıyla ve de sonsuz yaşam heyecanıyla bize ruh ve moral olan Sönmeyen Yaşam Ateşi yani ARJÎN yoldaş seni asla ama asla unutmayacağız, sana yol olmuş, sana can olmuş, sana yürek olmuş ve sana her zaman bir öncü olmuş olan Xelîl yoldaşı da asla ama asla unutmayacağız.
Yeni bir bahara girerken bahar ayında kanlarıyla özgürlük umudu yaratan tüm yoldaşlarımızı, tüm Kürdistan Özgürlük Savaşçılarını, insanlık için mücadele eden tüm yürekleri anarken, onların her zaman iyi bir takipçisi olacağımızı, onlara layık olabilmek için sonuna kadar kendimize yükleneceğimizi, yollarını kendi yolumuz bilerek o yolun iyi bir takipçisi olacağız.
Ve önderliğimizin bize atfen söyledikleri sözler temelinde yoldaşlarımıza bağlı kalarak: “Böylesine bir baharın canlanışına, görevlerde başarıyla ancak karşılık verilebilir. Bir halk için gerekli olan çalışmalara güç getirilmiştir, yeterlilik gösterilmiştir. Halkın temel ihtiyacı, şeref-onuru ortaya çıkarıldığı gibi savunulmuş ve hatta yenilmez bir noktaya getirilmiştir. Hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar bu savaşım imkânlarını sizlerle de paylaşmak isteriz. Sizin de talebiniz budur ve buna göre savaşın imkânları da büyük bir değerdir. En az yaşam değerleri kadar, onun maddiyatı, maneviyatı kadar bir kişiye tutkuyla sahip olmayı, onu amansız paylaşmayı isteyen değerlerdir, onları size sunuyoruz.
Bu ne bir zorlayıcılık olarak görülmeli, ne de bir maceracılık olarak karşılanmalıdır. Yaşamımızın bu dönemi için bize en çok lazım olanının hazırlanıp size sunulmasıdır. Büyük bir saygıyla, büyük bir şükran duygusuyla da karşılayabilirsiniz. “Gerisi bize düşer” diyerek sizde yaşamınıza böylesine çok canlı bahar tazeliği kadar, taze, yaşam gücü kadar güçlü bir karşılık verir ve başarırsınız” sözünü yeniden Xelîl ve ARJÎN yoldaşlarımız şahsında tüm şehitlerimizin huzurunda veriyoruz.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Her gerillanın özgürlük dağlarına katılım hikâyesi farklıdır. Her birinin aklına, yüreğine sığamayacak hayalleri, düşünceleri vardır. İşte bu hayal ve düşüncelerdir özgür Kürdistan dağlarını çekim merkezi yapan. İliklerine kadar sömürülen, özgürlüğe susamış bir halkın evlatları olarak, her birimizi dağlara çeken ortak noktamız, özgür yaşam arzusudur.
Düşünce ve hayallerimizin ittifakı sonucunda çıktığımız bu yolculuk, kimine göre sıradan, kimine göre aklını yitirmişlerin baş koyduğu yol, ya da sıra dışı, gizemli ve her yüreğin cesaret gösteremeyeceği bir yol. Ama biliyoruz bizler, tarihe iz bırakan ve bırakacak yolcularız. Umut yüklü yüreklerimizle, özgür yaşama sevdamızın savaşçılarıyız.
Her birimizin birde hikâyeleri vardır. PKK, Önderlikle buluşan yaşamlarımız, dağlara ayak bastığımız ilk günden son anımıza kadar birer hikâye, roman destan olur. İşte buda benim dağlarla ilk buluşma hikâyemdir.
Katılmadan önce benim için gerçekleşmesi imkânsız olan özgürlük dağlarında iki yılımı geride bırakırken, yeni yaşamın kokusunu taşıyan bu baharla yine dağlara yürüyen ilk adımlarımı ve ardımda bıraktıklarımla son vedayı hatırladım.
Parıltılı ışıklarıyla göz kırpan güneş, ağaçların patlayan tomurcukları, gün yüzene çıkmanın sevinciyle yeşeren otlar ve canlılık kokan hava adeta baharı müjdeler gibiydi. Takvimler baharın ilk ayı, 13 Mart 2014'ü gösteriyordu. On kişilik arkadaş grubuyla beraber bir öğrenci evindeyiz. Akşam yemekleri yeniliyor, sohbetler ediliyor ve ardından şarkılar söyleniliyor. Ben ve Azad yoldaş arkadaşları gözlemliyoruz. İçeride sigara dumanın havasına birde ayrılık havası karışıyor. Ben ve Azad yoldaş, arkadaşları bir daha görememe düşüncesiyle her sözlerini, mimik hareketlerini izliyor, taze kalacak bir anı olarak hafızamıza, yüreğimizin sol yanına yerleştiriyoruz. Biraz da hüzün hakim bizde. Bizler özgürlük yolculuğuna çıkarken, arkadaşlarımızın ardımızda kalmasının verdiği hüzünle iç çekiyor, sonra gizliden birbirimizle bakışıp; "kendi kararları, yapacak bir şey yok" diyerek susuyor, onları izlemeye devam ediyoruz. Odada bulunan birçok arkadaşın saatler sonra yolculuğumuzdan haberlerinin olması sonucu ortamı buruk, gizlice odalarda dökülen gözyaşlarından şişen gözler ve hüzünlü bakışlar sarıyor. Anlam veremiyorum bu hüzne. Belki de ardımızda kalmanın hüznüdür bu. Evet, kesinlikle öyle olmalı. Anlayacağınız bizler onları bırakmanın, onlar da ardımızda kalmanın hüznünü yaşıyor.
Her gerilla adayına moral yapılmaz ama bizler şanslı adaylardık. Büyük bir moralle uğurlananlardık. Ne yalan söyleyeyim bizde böyle bir ortam ve uğurlama beklemiyorduk. Ş. Şoreş (Mustafa Kızılkaya) 'in bizlere sürprizi oldu. O gece herkes hünerlerini sergiledi. Saatlerce süren moralden sonra veda zamanı beklenmedik bir anda, tak yerleşiverdi odaya ve ortamın dakikalar öncesindeki havasını silip süpürdü. Ben ve Azad yoldaş, içimize sığmayan heyecanla arkadaşlardan teker teker hatır isterken, kulaklarına; "gözlerimizi yollarda bırakmayın ha, hemen gelin" demeyi de unutmuyoruz. Gerçektende gözlerimizi yollarda bırakmayarak içlerinde Ş. Şoreş'in de olduğu 13 kişilik bir gurupla baharın son ayında dağın yolunu tuttular.
Bir sabah vakti o kapıdan bir daha girmemek üzere tüm arkadaşlarımızı geride bırakarak Azad arkadaşla ıssız ve sessiz sokakta yürümeye başladık. Bu gerillaya, özgürlük dağlarına yürüyen adımlardı. İçim buruk, arkama bakmadan yürüyorum. Arkama bakarsam, sanki hayallerime kavuşamayacakmışım hissi gelişiyor yüreğimde, fikrimde. O yüzden yol boyunca sadece sol tarafımda doğum günü sürprizini çaktırmamak için bin takla attığım ve kandırdığım, yani bir taşla iki kuş vurduğum ve dağlara getirdiğim Azad arkadaşla konuşuyorum. Azad yoldaşın beni doğum günümde kandırdın espirisi, yolculuğumuza komik bir boyut kazandırdı. Seçili sözcükler çıkıyor ağzımızdan. Tam anlamıyla konuşamıyoruz. Birazda korku var bizde. Sanki birileri bizleri bu yoldan döndürmek için peşimize takılmış. Bizleri yolumuzdan alıkoyacaklar gibi tuhaf bir duyguyla, dört gözle etrafımızı gözlüyoruz.
Hiçbir eksiklik yaşanmadan ilk noktamıza varıyoruz. Birkaç gün beklediğimiz noktadan nihayet beş kişilik bir arkadaş gurubuyla yola çıkıyoruz. Hiç birimiz bir birini tanımıyor. Ama hepimiz sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi sıcak sohbetler geliştiriyoruz. Gerillanın yoldaşlığı bu olsa gerek.
Her şey gizli yapılıyor. Örgütlü mü desem? Evet, bu daha iyi olur. Olan bitenden habersiziz. Sadece arkadaşların gelip bizleri alacağını biliyoruz. Ama kim bu arkadaşlar, nereden alacaklar ve nereye gideceğimiz hakkında bir bilgimiz yok. Karanlığın çöktüğü bir saatte karşıdan birileri geliyor. Arabanın arkasından net göremiyoruz kimler olduğunu. Camdan iyice bakınca, karşıdan gelenlerin gerilla olduğunu anlıyoruz. İçerisinde bulunduğumuz arabanın kapısı kapalı olduğu için dışarı çıkamıyoruz. O an ki ruh halimizi, ağzımızdan çıkan sözcükleri söylemek… Bende kalsın komik duruma düşeceğim. Kapıyı tekmeliyoruz ve; “açın bizde gerillaları görmek istiyoruz” diyoruz. Heyecandan ikimizde bayılmak üzereyiz. İlk defa gerilla görmek, yaşamımız boyunca kurduğumuz bir hayal… Gerçekleşen bir hayal… O an dağlara, gerillaya geldiğimize inanamıyoruz. Bizler kapıyı tekmelerken, bağırıp çağırırken birden kapı açılıyor.
Oda ne!
Karşımda bir gerilla. Karşımda gördüğüm gerillanın gerçek olduğuna inanmamış olsam gerek istem dışı; "Aaaaaa siz gerçek misiniz?" sözcükleri dökülüyor dudaklarımdan. Bir kaç dakika sonra adının Hebun olduğunu öğrendiğim gerilla, sakin bir şekilde gülerek; "İn in, gerçeğiz biz" diyor. Biz arabadan iniyor ve üç gerilla arkadaşla kucaklaşıyoruz. Gerilla Egit, Hebun ve Özgür sıcak bir gülümsemeyle; "hoş geldiniz" diyorlar.
Hoş geldin sözü kulağıma hiç bu kadar anlamlı ve güzel gelmemişti. Hoş geldiğimiz, yıllardır özlemini çektiğimiz dağlardı. İnanamıyorduk ama gerçekten de bir bahar günü dağlardaydık. Özlemini duyduğumuz gerilladaydık ve artık gerillaydık. Ülkemizin, halkımızın özgürlük umudu olan gerillaydık. Partimizin, önderliğimizin fedai militanıydık.
İlk Newroz'u kutladığımız dağlarda H Cuma'nın neden "dağlarda Newroz bir başka kutlanılır" dediğini daha iyi anlıyorduk. Hele birde baharda gerillaysan o zaman şansına söyleyecek laf yok. Evet, bizler şanslıydık ve bahar gerillalarıydık. Canlılığın, yeni yaşamın getirdiği baharla, bizlerde gerillayla birleşerek yeni bir yaşama kavuşup can bulduk.
Şimdi bu bahar, özgür dağlara gelen gerillalar olacak elbet. Gerillayı ilk gördüğüm heyecanla, dağlara ilk ayak bastığım coşku ve yoldaşlarımın hoş geldiniz cümlesinin tılsımıyla, baharı ilk defa dağlarda geçirecek olan tüm gerillalara ben de "hoş geldiniz" diyorum.
Rengîn Amargî
- Ayrıntılar
Genel bir özelliğimizdir belki,bir arkadaş şehit düştüğünde onun direnişinden ve şahadet şeklinden söz ederiz. Nasıl kahramanca direndiklerini ve nasıl kahramanca şehit düştüklerini anlatırız. Fakat pekçok şehit arkadaşımız var ki yaşarlarken de nasıl kahramanca yaşadıklarından bahsederiz. Öve öve ve de gururla. Bu değerli arkadaşlardan bir tanesi de Reşit arkadaştır, çünkü O yaşarken de bir kahramandı. Yaşamında da, yoldaşlığında da, savaşında da ve en son şahadetinde de kahramanlığını gösterdi.
PKK tarihinde yaşanan şahadetler bir dönemin sembolü de olurlar. Önderliğin bir ölçüsünü temsil ediyorlar. Bir dönemi kapatıp yeni bir dönemi başlatıyorlar. Haki yoldaşın şahadetinden günümüze kadar PKK hareketinde ve Önderlik yaklaşımında bu böyle süre gelmiştir. Bu ölçü PKK’ nin kuruluşundan bugüne kadar bir başarının temeli yeni bir hamlenin temeli ya da yeni bir çıkışın gerekçesi olarak ele almıştır. Nasıl ki Haki yoldaşın şahadeti partinin kuruluşu zemini olmuşsa, Amed zindan direnişçilerinin şahadeti 15 Ağustos atılımının temeli olmuşa, Beritan yoldaşın şahadeti kadın ordulaşmasına götürmüşse yaşanan her şahadetin böyle bir anlamı var.Reşit arkadaşın şehadeti de içinde yaşadığımız dönemin sembolüdür ve HPG 7. Konferansı bunu böyle tanımladı.
1 Haziran’dan şimdiye kadar binlerce arkadaş şehit düştü. 1 Haziran hamlesine özellikle de Oramar eylemiyle doğrultu kazandıran, “Êdi Bese” hamlesine Oramar eylemiyle cevab olan, yine Zap operasyonunda en fazla başarı sahibi olan, Bezele eyleminde başarının mimarı olan tarihimizde ilk defa bu kapsamda, bu büyüklükte yapılan 2011 deki Çele eyleminin başarısının mimarı Şıtazın Harekatının planlayıcısı ve uygulayıcısı ve en sonda da savaş tarihimize güçlü bir deneme olarak geçecek olan Şemzinan hamlesini baştan sona kadar planlayan, öncülük yapan da yine Reşit arkadaştır. Bunun içinde 7. Konferans Reşid arkadaşı devrimci halk savaşı hamlesinin öncü ve yaratıcı komutanı olarak olarak kabul etti. Karadeniz’deki arkadaşlardan tutalım Dersim, Amanoslar, Serhat, Amed ve tüm alanlardaki tüm arkadaşlar Reşit arkadaşı duymuşlardır. Arkadaşlar Reşit arkadaşın ismini duyduklarında savaşı, savaşı duyduklarında da Reşit arkadaşın ismini hatırlamışlar. Reşit arkadaşı bir de bu şekilde sembolleştirebiliriz. Zaman zaman yaşamda, gerilla pratiğinde veya bir savaş sırasında zorlu koşullarla karşılaşırız. Böylesi durumlarda yanımızda sırtımızı dayayacağımız bir arkadaş ararız. Bazen bir sevinç yaşarız, coşarız moralli oluruz o zamanlarda da yanımızda gülüşümüzü, sevincimizi paylaşacağımız bir arkadaşın olmasını isteriz. Bir çatışma esnasında düşmanla karşı karşıya geldiğimizde nasıl hareket edeceğimiz noktasında sıkıntı yaşadığımızda acaba düşmana bir darbe vurabilecek miyim yada başarabilecek miyim diye tereddüt yaşadığımız bir anda buna cevap olabilen yine özellikle büyük eylemlerde o ruh ve cesaret yaratıldığında Apo’cu kinimizi ve Apo’cu fedai ruhumuzu silahlarımızın namlusundan düşmana karşı kusmak isteğimizde harekete geçmek için bir talimat beklediğimizde o an '' Haydi yoldaşlar bu zebanileri Kürdistan'dan söküp atalım'' talimatını verecek bir işaret bekleriz. İşte tüm bu sorulara cevap olabilecek bir arkadaş da şüphesiz ki Reşit arkadaştır. Sadece savaşta değil yaşamda da yoldaşlıkta da sevinçte de paylaşımda da yanımızda bir arkadaş görmek istediğimiz de bize yoldaşlık yapabilen, buna cevap olabilen Reşit arkadaştı. Bazı mitolojilerde insanları Zeus’un zulmüne karşı koruyan savaş tanrıları var. Reşit arkadaşı da bu sıfatla değerlendirsek yanlış olmayacaktır. Düşman da Reşit arkadaşı bu şekilde tanıdı. Reşit arkadaşın yaşadığı her yerde bu temelde tedbirlerini almaya çalıştı. Reşit arkadaş savaşta abartısız her zaman bir adım öndeydi. Esas özelliklerinden birisi de bütün merkezi büyük eylemlerde yine operasyon diye adlandırdığımız devrimci hareketlerde mutlaka Reşit arkadaşın damgası vardı. Oramar eylemini baştan sona kadar hazırlayan, planlayan keşfini yapan, arkadaşları hazırlayan ve uygulamada en önde olan Reşit arkadaştı. Zap operasyonunda Çele de geçen yıl yapılan tarihimizin o zamana kadarki en büyük eylemi olan eylemde yine Reşit arkadaşın damgası vardı. geçen yıl Ştaza eylemiyle başlayıp yıl boyu süren Şemzinan'daki harekat yine Reşit arkadaşın inisiyatifinde gelişti yani bütün büyük eylemlerde büyük harekatlarda Reşit arkadaş öndeydi. Bir çok komutanımız vardır savaşta çatışmalar sırasında arkadaşlara ön cepheye gitmeyin deriz size bir şey olursa kaldıramayız; örgüt için, halk için yine Önderlik için ağır olur deriz. Şüphesiz ki o arkadaşları korumak yoldaşlığın bir ölçüsüdür, hatta bir PKK ölçüsüdür de. Eğer bir tehlike varsa kendimizi öne veririz zorlukları biz omuzlarımıza alırız. Fakat bazen de komutanlarımızı koruyoruz diye ön cepheye gitmesini engelliyoruz. Fakat biz de gitmiyoruz. Bu durumda da yapılması gerekenler yapılmıyor. Yine bazı arkadaşlarımız var işte güç topluyoruz eylem koordine ediyoruz veya ne gerekiyorsa onu yapıyoruz diyorlar. Bu şekilde davrananlar da oluyorlar. Bu durum konferansta da eleştiri konusu oldu. Komutanın katılımı pratikte belirleyici oluyor. Bu anlamda Reşit arkadaş çalışma sırasında arkadaşlara moral ve cesaret kaynağı oluyordu. Reşit arkadaşın en önemli özelliklerinden birisi de komutanlık konumunu bir kalkan olarak kullanmıyordu. Tam tersine Reşit bu konumunu en önde yer almak için değerlendirdi. Arkadaşların gitmediği bir çok yere gidip keşif yaptı düşmanı takip etti. Arkadaşların keşifler için bile gitmediği yerlere gidip eylem koordinet etti. Reşit arkadaşın konumu gereği gitmemesi gereken bir çok yere gitti. En son şahadeti de bekli de bu tarzından dolayı oldu. Keşke gitmeseydi diyoruz ya fakat eğer gitmişse deo öncülük tarzından dolayı gitmiştir. Bizler de yoldaşları olarak onun tarzını kendimize esas alacağız.
Bir başka özelliği de yoldaşlarına karşı gösterdiği mütevaziliktir. Bazen yaşamda doğal sınırlarımız oluyor,bazı arkadaşlara rahat yaklaşamazsın. Sen yanaşamıyorsun ve herhangi bir konuda sohbet edemiyorsun. Bir çoğumuz da belki böyleyiz. Fakat Reşit arkadaşta arkadaşları kendisinden uzaklaştıracak hiçbir sınırı yoktu. Her arkadaşı yanına çekebiliyordu, alıp verebiliyordu, sohbet edebiliyordu. Moral kaynağı olabiliyordu. Bir konuda zorlandığında güç veriyordu. Bununla beraber pratiğe katabiliyordu. Bir çok devrimci için Che Guvaera nın önemli bir anlamı var. Reşit arkadaş bir ara yaşamda şöyle demişti: “Benimle Che Guevara'nın tek bir farkı var; O puro içiyor ben içmiyorum'' diye. Bu değerlendirmesi gerçektende yerinde bir belirlemedir.
Heval Reşit'te fetihçi bir ruh ve bir tarz vardı. Kendisinin olduğu yerde düşmanın oraya girmesine izin vermiyordu. Disiplinsizliği kabul etmiyordu. Öz disipliniyle tanınıyordu. 2009 da Reşit arkadaşın düzenlenlemesi tekrardanZagrosa yapıldığında arkadaşlar parti kesin Zagros ta hamle başlatacak diye tahmin yapıyorlardı.Çünkü gündeminde hep savaş vardı. Sürekli Önderlik vardı gündeminde.
Şehitlere yaklaşımız büyük önem taşır. Biz şehidi bir kayıp olarak değerlendirmeyiz. Kayıp kavramını literatürümüzden silmemiz gerekiyor. Şehit bir halkın en büyük kazanımıdır. Tabi bunu yerinde olan şahadetler için söylemek gerekir. Şehit vermek bir yönüyle mücadelenin sürekliliğini mücadeledeki ısrarı, özgürlüğü, özgür yaşamı fethetmedeki ısrarı ve inadı ortaya koyar.
Şahadeti ölümde değil yaşamda zirveleşmek olarak görmek zorundayız. Şehadet amaç ve idealler uğruna yaşamın zirveleşmesidir. Şehit yaşamın ve mücadelenin en diri gücüdür. Yaşamda anlam ne kadar gelişirse o kadar güzelleşir. Anlam ifadesini özgür yaşamda bulur. Ölüm yaşamın hizmetindedir. Ölüm diye bir şey yok, asıl ölüm, anlamamaktır. Anlamak özgürlüktür. O açıdan hayatı anlayarak yaşamak önemlidir. Dolayısıyla kendini toplumu ve yanındaki yoldaşı anlayarak insanı anlamak önemlidir.
Maddi silahlar önemli değildir denilemez ama manevi silahlar en önemlisidir. Maneviyat bizim anlam gücümüzdür, yani amacımızdır. Amacımızın büyüklüğüdür. Duygu dünyamızdır bu duyguları yüceltmeliyiz. Şahadete bu temelde baktığımızda o zaman devrimciliğinin nasıl olması gerektiğinde netleştirmiş oluyoruz. Devrimcilik sadece eylemle sınırlı değildir anlam olursa eylem gelir arkasından, eylem anlamın dilidir. Anlam ve eylem bir bütündür. Fikir zikir ve eylemden bahsediyoruz. Reşit arkadaş bunu yapıyordu işte.
Bu büyük insanlık sembollerinden biri de Reşit yoldaştır. Reşit yoldaşın özelliklerine, mücadele içerisindeki yerine baktığımızda insanın gözünde hep Kemal Pir arkadaş canlanırdı. Özgürlük hareketinde her bir arkadaşın belli bir özelliği de var. Mücadele aynı zamanda PKK militanlarının özelliklerini ortaya koyuyor. Her bir arkadaşın bu özelliklerle donanmasını isteriz. Ama bu özelliklerle donansa da her bir yoldaşın kendine özgü yönleri var. Bu anlamda bizim felsefemizde her bir insanın bir dünya olduğu gerçeği var. Bu buyotuyla Reşit yoldaşa gerçekten en güzel, en anlamlı şahsiyetlerden birisi, en güzel dünyalardan birisi olarak görülebilinir. Kemal Pir arkadaşın en temel özelliğinden biri şuydu; O yanınızda ise dünyanın en büyük ordusuna kafa tutabileceğinizi düşünürsünüz, sizde müthiş bir özgüven yaratırdı. Aslında Kemal Pir arkadaşın bulunduğu ortamda sizin fark ettiğiniz sadece O’nun gücü değil, onunla birlikte kendi gücünüzü fark edersiniz. Kendi gücünüzün bilincinde olursunuz. Bir bakıma kendinizi tanımış olursunuz. Kemal arkadaşın bir diğer özelliği bir arkadaş topluluğu içerisindeyse diyelim yeni gençlerin varlığından söz edelim onlar Kemal'in gücünü fark ettiklerinde eziklik duymazlardı. Kemal arkadaş böyle bir duygu yaratmazdı. Tam tersi bir duygu ortaya çıkartırdı. Deyim yerindeyse yeni katılan bir kişi “ben de bir Kemal Pir’im” derdi. Kemal Pir arkadaşın insanda ve gençlerde yarattığı duygu buydu. Kendine güvenerek aslında Kemal Pir’leşeceğini, onun gibi olacağını hissetmek. Bu anlamda onun karşısında eziklik duyma yerine onun eşiymiş gibi davranmak biçiminde bir duygu yaratırdı.
Reşit arkadaşta da böyle bir gerçeklik vardı.Savaşta ve yaşamda herkes Reşit arkadaşın yanında kendisini öyle hissederdi. Apo’cu ruh böyle cisimleşiyor insanda Apo’cu ruhla donanmış bir insanın kendi çevresinde yarattığı etki bu. Bir devrimciliği ve kadroyu tanımlarız. En güçlü kadro tanımı var. Kadro Önderliğin değişiyle örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikattir. Bu sıradan bir tanımlama değildir. Hakikat demek yaşam demektir. Bu yaşam da özür yaşamdır. Dolayısıyla devrimciliğin, kadro olmanı komutanlığın doğrudan yaşamla bağını kurmak zorundayız. Reşit arkadaş mücadele içerisinde çok fazla duyulan bir arkadaştır. Yaşama tutkulu bağlılığıyla, yaşam coşkusu ve heyecanı, sevinci ve yaşam sevisiyle dolu bir komutan olarak biliniyor. Onda ölüm adına hiçbir şey yoktu. Şahadete özlem diye hiçbir şey yoktu. Tam tersi kavramlar vardı. Başarma ve zafer kazanma, onun temel lügatını oluşturan anlamlı kavramlardı. Bu anlamlı kavramların üstündeyse yaşamı güzelleştirme, yaşamı daha da çekici hale getirmektir. Şu çok önemlidir. Yaşamı, yani özgür yaşamı her şeyin merkezine koyarak inşa etmek gerekiyor. Yaşamın niçini ne ve nasılına cevap vermek gerekir. Devrimcilik bunun cevabıdır. Devrimcilik sadece eylemle sınırlı değildir. Anlam olursa eylem gelir arkasından. Anlam ve eylem bir bütündür. Bunlar bir birinden ayrılan şeyler değildir. Fikir ve zikirden bahsediyoruz. Bunlar iç içe olan şeylerdir. Reşit arkadaş bunu yapıyordu.
Bizim en anlamlı savaşımımız bu son süreçte oldu. Son iki yıl en muhteşem savaşın geliştiği bir süreçti. Büyük kahramanlıkların yaşandığı bir süreçtir. PKK’de fedai ruhunun en çok zirveleştiği bir dönemi yaşıyoruz. 72’den beri bu harekette fedai ruh var ama bu düzeyde ilk defa karşılaşıyoruz. Yine tarihimizde hiçbir zaman bu kadar bedel de ödememişizdir. Çok ağır bedeller ödedik, oysa Önderliğin belirttiği tarzda savaşsa daha az bedellerle daha büyük zaferler kazanabiliriz.Bütün arkadaşların şahadetleri insanları derinden etkiliyor. Bu şahadetleri duyduğumuzda apayrı duygular yaşarız. Onun yarattığı en büyük duygu nedir; Reşit arkadaşın büyüklüğü, o büyüklüğün aramızdan fiziki olarak ayrılışının boşluğu ve aslında öncesinde o büyüklüğün farkına varamayışımızın ezikliği. Bir çoğumuz bunu yaşadık. Örneğin yaratılanları kişi yaratıyor. Ama o kişi öncesinde de içimizdeydi. Zamanında ondaki büyük gerçekliği, büyük hakikati ondaki muhteşem güzelliği zamanında fark ettiğimizi söyleyemeyiz. Bunun yarattığı duygu, bunun yarattığı acı gerçekten büyüktür. O büyüklüğün karşısında yanındakine nasıl baktığın, yanındaki en yüce parti değerine, yanındaki her hangi bir yoldaşa nasıl baktığın önemlidir. Yanındakine, insana baktığında onda neyi aradığı, onda neyi görmek istediğin önemlidir. Yoldaşlık şudur; ondaki zenginliğin, potansiyelin farkına varmaktır, ondaki özgür yaşam potansiyelini acığa çıkartmaktır. Yoldaşına yardım etmek ve böylece onunla birleşmek! İşte yoldaşlık budur. Biz güzelliğin arayışçılarıyız. Güzellik, iyilik, doğruluk ve özgürlük, yanımızdaki insandadır. Dolayısıyla hakikat insandadır. Yoldaşlık bağları bambaşka ilişki bağlarıdır, aslında hakikat ilişkileridir. Şimdi Reşit arkadaşın yarattığı duyguları önemliydi, ama o büyüklüğün açığa çıkmasının veya ona bakan gözlerin onun görmesinde yarattığı bir sevinç var bu bizim kazanımımızdır. Beri yanda Reşit arkadaş şahadetinde çıkan dugyu şudur, boşluğu nasıl doldurulacak, gerçekten Reşit arkadaşın boşluğu doldurulabilinir mi? İlk açığa çıkan duygu budur. Böylesine savaşçı bir yetenek, böylesine büyük mücadeleci yetenek açığa çıkabilir mi? Tabiki kolay değildir. Tek bir kişiyle onun yerini doldurmak kolay değildir. Şahadete layık olmanın, şehide bağlı olmanın en temel görevlerinden biri onların ortaya çıkardığı boşluğu hızla doldurmak ve düşmana bu anlamda moral vermemektir. Bunun için büyüyebilmek için bunu önümüze koymalıyız.
Bizim mücadelemiz bir bütündür. Parti içersindeki yapılanmamız da bir bütündür. Fakat bu bizde bir bütünlen yaşanmıyor. Muazzam bir fedai ruh var, bu bir yüzüdür. Bu yetmez, fedailiğin her şeye yettiğini söyleyemeyiz. Hele hele rahatlıkla ölüme gitmek bir fedailik biçimi olabilir öyle değerlendirilebilinir. Ama bu, zafer getirmiyorsa kendimizig özden geçireceğiz. Adanmak tek başına yetmiyor. Fedailik adanmaktır. Bu önemlidir ama çözüm getirmek daha önemlidir. Şimdi temel ihtiyacımız bunu yaratmaktır.
Reşit arkadaşın boşluğu nasıl doldurulur, kolay değil ama yine de kendimize yükleniriz. Onun gibi olmakla onun boşluğu doldurulabilinir ancak. Bu bize sorumluk yükler özgürlünün kendisi de sorumluluk almak değil midir?. Ne kadar büyük özgürleşmişsen o kadar büyük sorumluluk almışsın demektir. PKK hareketi canlı-cansız tüm varlıklardan sorumludur. Tüm evrene karşı sorumlusundur. Tüm doğaya karşı sorumlusun, bu açıdan şehidin anısına bağlılık gerçekten büyük önem taşır. Bu açıdan şehidi hep yaşamla bağlantılandırmak lazım. 14 Temmuz’da arkadaşlar şehit düştüklerinde Önderliğin içindeki başkaydı ama yüzüne yansıyan şey bambaşkaydı. Yüzünde okuduğumuz duygu gururdu. Kemaller ve Reşitler bizim gözümüzde en canlı insanlardır. Kemal ve Reşit arkadaşlar hep buradadırlar. Onların manevi komutanları daima bizimledir, bizi hep denetimde ve kontrol altında tutar. Bunlar birer ajite değildir. İşin gerçeğidir. Şehit mücadelenin kendisidir. Mücadele akıp gidiyorsa, devam ediyorsa o zaman şehit yaşıyor demektir. Şehit, özür yaşamın kendisidir, bir akıştır bu akış sürüp gidiyorsa bu akışta doğru yaşayıp doğru savaşmalıyız. Önderliğin sözcülüğünü yaptığı şehitler gerçekliğiyle bütünleşmek bir inşa ve üretime katılmaktır. Bu eğitim devrenin şehit Reşit arkadaş adına açılması bile onun burada olduğu anlamına gelir. Biz aramızda olmayan, bir daha geri dönmeyecek birinden değil, bizden daha diri olan birinden söz ediyoruz. Şehit yaşamın en diri gücüdür. Bu sözleri beynimize ve yüreğimize kazarak nakş edeceğiz. Doğruların temsilciliğini yapanlar, yaşama bağlı olarak kalacak olanlar, asla gerçeklikten, hakikatten, topraktan, halktan, insanlıktan kopmayacak olanlar şehitlerimizdir. Şehit kopmamanın, sonuna kadar değer olmamın, değerle anılmanın ifadesidir. Şehidi böyle tanımlamak lazım. Bizim ölçü olarak alacağımız, hep yerinde duran, asla kopmayan, sarsılmayan şey, şehitler gerçeğimizdir. Önder Apo, Partimizi şehitler partisi olarak tanımladı. Şehitler bizim en büyük değerlerimizdir. Bizim onlara, Kürdistan halkına borcumuz var. Kürdistan gerçekten özgürlüğün fethedildiği bir ülke haline getirilmelidir. Sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Doğru yolda olan biziz. Demokratik Türkiye ve özerk Kürdistan gerçekten şehitlerimizin anısına dikilen en büyük abide durumundadır. Biz böyle bir abide dikeceğiz!.....
Mücadele Arkadaşları
- Ayrıntılar
Bir yanmadır fotoğraf çekmek...
Işık filme düşer, filmi yakar...
Işık kalbe düşer, kalbi yakar...
Dağın dışındaki insanlar şimdiye kadar sadece çekilmiş fotoğrafları görebildiler. Ya çekilmeyenler, çekilemeyenler... Sadece kalbimizin gördüğü ve kalbimizin çektiği o fotoğrafları insanlara nasıl ulaştırabiliriz...
Fotoğraf makinesinin deklanşörüne dokunularak yaratılan fotoğraf ne kadar bir zamanı kaplar... Karanlıkların içinden gelen Kürt tarihini anlatacak kaç fotoğraf vardır... Şimdiye kadar çekilenler ne kadar anlatabilirler veya yeterince anlatabilirler mi?
Yıllardır içinde yer aldığım, yaşadığım Kürt dağlarının kaç fotoğrafını çektim tam olarak bilemiyorum ama her defasında yetersizliğin sızısını yüreğimin derinliklerinde yaşadım. Bunu burada söylemem gerekiyor. Fotoğraf makinemin çektiklerinin, kalbimin çektiklerinin yanında hiç denecek kadar az olduğunu düşünüyorum.
Son zamanlarda üzerinde uzun uzun düşündüğüm kalbimin çektiği fotoğraflar var. Hiçbir fotoğraf karesine yerleştiremediğim yüzler, sözler ve ilişkiler var. Fotoğraf makinesinin yetmediği kapsayamadığı zamanlar var.
Bir arkadaşım buna ‘biyolojik fotoğraflar’ diyor. Ben ‘kalbimizin çektiği fotoğraflar’ diyorum. Sanırım aynı şeyi kastediyoruz.
Görüntüleyebildiklerimiz mi çoktur, görüntüleyemediklerimiz mi...
Görüntüleyebildiklerimiz mi bizi biçimlendirir, görüntüleyemediklerimiz mi...
Bir yanmadır fotoğraf çekmek.
Işık objektiften geçer, kimyasal filmin üzerine düşer,
film yanar renge dönüşür. Biz fotoğrafı görürüz. Bir de kalbimizin çektiği fotoğraflar vardır. Işık kalbe düşer. Kalbimiz yanar renge dönüşür. Bu da kalbimiz de kalan fotoğraftır, onu kimse görmez. Bir biz görürüz. Bir tek biz biliriz.
Bir gerilla bir söz söyler. Bir başkası bir şarkı. Bir mermi sesi ulaşır kulağına. Bir yaradan kan akar. Maskeli bir yüz gülümser. Bir kadın uçuruma düşer. Birisi kendine ve herkese ihanet eder. Sen hepsinin fotoğrafını çekersin. Fotoğraf makinen bunların yüzde kaçını yakalayabilir bu tartışılır. Ama kalp hepsini yakalar. İstese de istemese de bunların fotoğrafını çeker. Belki fotoğraf makinesi ile seçme hakkına sahipsindir ama kalbin iyi ve kötü, acı ve neşeli, güzel ve çirkin her yaşananın fotoğrafını çekmek ve saklamakla yükümlüdür. Bunu sen bilmeden, sen farkında olmadan olamadan büyük bir dikkat ve ısrarla yapar ve biriktirir.
Fotoğraf makinesinin çektiği fotoğraflar insanı nasıl etkiler tam olarak bilemiyorum ama kalbimizin çektiği fotoğraflar önce kalbimizi, sonra yüzümüzü ve gözlerimizi etkiler. Kalbimiz de çekilen her fotoğraf kalbimize bir çizgi çeker, kalbimize bir renk düşürür. Kalbimiz de karanlık veya aydınlık bir bölge oluşturur. Ve biz kalbimiz de oluşanlara benzer biçim alırız. Kalbimizin çektiği fotoğraflar bizi oluşturur. Yanı başında birisi vurulur, bu senin kalbine vurur. Bir kadının hıçkırıkları duyulur, gözyaşları kalbimize düşer. Terli bir yüze rüzgar çarpar, kalbimiz serinler. Fotoğraf kalbimiz olur, kalbimiz yüzümüz olur, yüzümüz gözlerimiz olur...
İki yönlü bir ilişkidir fotoğraf çekmek. Fotoğraf gözleri yaratır, gözler fotoğrafı. Bu nedenle kalbin enstantanesi ustaca ayarlanmalıdır ki, kalp yanmasın, çürümesin, yok olmasın. Bir göz nasıl bakarsa, fotoğrafı öyle çeker. Çekilen her fotoğraf gözü dönüştürür, gözü oluşturur. Ve bu şekilde sürüp gider. Bir merdiven gibi birbirini oluşturarak yükselir veya alçalır.
Görmesini bilmek gerekiyor.
HALİL DAĞ
- Ayrıntılar
Seran Anatolia yoldaşı ilk kez 2006 yılında görmüştüm. Okul okuyan, hatta okulunu bitirdikten sonra İtalya’da stajyerliğini yaparak doktora tezi üzerine çalıştığını öğrenmiştim. Avrupa’da yurtsever kurumlarda çalıştığı, birçok dil bildiğini de biliyorduk. Henüz tanışmamıştık ama bir yurtsever olarak yürüttüğü çalışmaları az da olsa biliyorduk.
Böyle bir arkadaşın dağlara gelip, gerillayı tanıması, tanıdıktan sonra yeniden çalışmalara katılması özgürlük hareketi için bir kazanım olacaktı. Birinci husus buydu, ikinci husus ise Seran yoldaşın yazdığı raporları vardı. Raporları üzerine tartışmak onun hakkıydı. Ve öyle de yapılacaktı.
Seran yoldaşla ilişkilenecek olan ben olacaktım. Hem raporuna cevap verilmiş hem de bir müddet dağa gelmeden önce düzenli olarak görüşmüş ve gıyaben de olsa tanışmıştım. Ve dağa gelene kadar da belirttiğim gibi düzenli bir şekilde ilişki içeresinde olmuştum. Ve Seran yoldaş dağa gelmişti.
Bizim amacımız belli tartışmalar ardından onu yeniden bulunduğu alanlara yurtsever çalışmalara geri göndermekti. Ancak Seran yoldaş yürüttüğü tartışmalar ardından bir yurtsever olarak kalma yerine bir PKK militanı olarak katılmak istediğini örgütün gündemine koymuş ve bir süre sürdürülen tartışmalar ardından ise dağda kalabileceği, belli eğitimlerde geçebileceği ona söylenmişti.
İlk dağa gelişiyle birlikte hep şöyle ya da böyle ilişki içerisinde oldum. Düzenli olarak hep yazıştım. Seran yoldaş ise dağda birçok alanda kaldı. Xınere, Kandil’de çeşitli alanlarda kaldıktan sonra askeri çalışmalar içerisinde yer aldı. Zap, Zagros, Metina, Haftanin ve belirttiğim gibi birçok alanda savaşçı ve komuta düzeyinde aktif katıldı. Bir ara kuzey güçleri içerisinde yerini almak için ısrarcı olsa da, yanlış değilsem göz sorunlarından dolayı kuzey gruplarından alınmıştı. O zaman ne kadar zorlandığını benimle yazışma üzerinde paylaşmıştı.
Kendim, dile getirdiğim gibi tüm süreçlerde hep ilişki içerisinde olmuş ve her zaman en üst düzeyde bir paylaşımım da olmuştur. Yine ifade ettiğim gibi yazışmalarım ve büyük cihazlar üzerinde de ilişkilerim hiç eksik olmamıştı. Yaşadıklarını, önerilerini, eleştirilerini varsa rahatsızlıkları ya da şikâyetlerini de biliyordum. Onun ilk gerillada tanıdığı arkadaşı olarak bende hep bu gerçeği bilerek özenle yaklaştım, özel yaklaştım.
Seran yoldaşın en belirgin özelliği olarak herhalde dik duruşunu ifade etmem olacaktır. Seran yoldaş kendisine ileri düzeyde güvenen, bunun için de inandıklarında asla taviz vermeyen bir kişilik olarak gerçekten de büyük bir iradi duruşun temsili ve timsaliydi. Saflara katılırken yaşça büyüktü. Okulunu okumuş, bitirmiş biriydi. Yaşam tecrübesi yoğundu. Bu aynı zamanda belli bir bilinç demekti. Bu ise her şeye hemen evet demek olamazdı. Tersine belli bir bilinç sahibi olunduğu için olup bitenlerde ciddi ciddi tartışarak karara gitmek demekti. Bu Seran yoldaşın avantajıydı.
Muhtemelen başka bir özelliği olarak korkunç düzeyde zeka düzeyiydi. Okul okuduğunu biliyorduk ancak olup bitenleri birbirine bağlayarak, ilişkilerini kurarak, belli bir analiz ardından ne yapıldığını çok rahat bir şekilde anlayan, hatta neredeyse yüzde yüz bir isabetle ifadeye kavuşturan bir kişiydi. Gerçekten de bu Kürtler içerisinde muhtemelen çok ender rastlanılan bir durumdur. Soyutlama gücü ileri düzeyde olan bir Kürt kızı olarak hep yüreklerimizde yerini alacaktır.
Böyle zeka düzeyi çok güçlü olan biri olmasına rağmen ileri düzeyde de duygusaldı. Duygusallık bir insani özellik olduğu açıktır. Lakin duygusallık akıl ile arasındaki bağ koparıldı mı o duygusallık zarar da verebilmektedir. Seran yoldaşın duygusal yaklaşımları birlikte kaldığı yoldaşları üzerineydi. Yürek ile aklı buluşturan bir duygusallıktı. Bu bağlamda insana güç veren, güçlendiren bir özellikti.
Hatırlıyorum, 2008 yılında Hakkarili Bager yoldaş şehitler kervanına katılmıştı. Çok etkilenmişti. Çünkü Bager yoldaş gerçekten de seçkin bir PKK militanıydı. Ve muhtemelen dağa yeni gelmiş olan Seran yoldaşa, birlikte yer aldıkları eğitim devresinde ona en yakın duran arkadaşlardan olmuştu. Büyük tecrübe sahibi olan Bager yoldaş yeni olan Seran yoldaşa katkı sunduğunu kendim birçok eğitim ortamında Seran yoldaşı ziyaret ederken görmüştüm. Bager yoldaş şehit düştükten sonra bir ara Seran yoldaşla görüşmüştüm. Söylediği: “Tüm sevdiklerim şehit düşüyor, kaldıramıyorum” demişti. Yoldaşlarını çok seven, onlarla olan bağını ve ilişkilerini asla koparmayan bir yoldaştı Seran yoldaş. Ve onu dağa en çok bağlayan muhtemelen şehitlerdi, şehitler gerçeğiydi.
Seran yoldaşı anlatmak gerekirse muhtemelen bir de karar kılmış ise kararının arkasında duruş iddiasını dile getirmek olacaktır. O gerçekten de bir karar vermiş ise artık kimse onu o kararından geri alıkoyamazdı. Böyle söz ile eylemin sahibi olan bir kişilikti.
Seran yoldaşı sayfalara aktarmak zor olacaktır. Onu belki şiirlerle, öykülerle, türkülerle anlatmak gerekecek. Şair, yazar ve sanatçı olmadığımız açıktır. Şair olsaydık Seran yoldaşı şiirlerle anlatmak isterdik, onu bir Anatolia’lı olarak şiire dökmek isterdik. Tarihi köklerinde alarak bir destan haline getirerek ifade etmek isterdik. Biliyorum her türlü şiir ve söz Seran yoldaşı anlatmaya yetmez, öyle durumlar var ki sözler ifade edemez. Ve Seran yoldaş böyle bir gerçekliktir…
Seran Anatolia, Anadolu gibi sevgi dolu, saygı dolu, yürek dolu, sevda dolu bir Anadolulu Kürt kızı olarak hep yüreklerimizde bizimle olacak, onu hep özgürlük mücadelesinde yaşatacağımızın sözünü yeniden yeniden yoldaşlığımıza ve halklarımızın gelecek aydın yarınları için verirken, Anadolu’da yaşayan başta Kürt kızları ve erkekleri olmak üzere, baskılara, zorbalara, tekçilere karşı çıkmak isteyipte bir şeyler yapmak isteyen herkesi ama herkesi özgürlük dağlarına çağırıyoruz.
Anadolu ya da Anatolia isek o zaman Seran Anatolia yoldaş gibi-gerektiğinde okulları bitirmiş olsakta-yüzümüzü dağlara verip cümle cemaat tüm kötülüklere karşı durmak için dağlara diyoruz.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar