Basına ve Kamuoyuna
1. 8 Ağustos günü işgalci TC ordusu Bitlis'in Norşin ilçesi kırsalında zırhlı asker araçlarla bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 6 Ağustos tarihinde akşam saat 22.00'de Van'ın Özalp ilçesine bağlı Qeyseran ve Paçoğlu köyleri arasında görevde bulunan bir gerilla birimimiz işgalci TC ordusu tarafından pusuya düşürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 5 Ağustos günü saat 11:00'de İran rejim ordusuna ait askerler İran ile Medya Savunma Alanlarımız arasında bulunan Hakkari'nin Esendere Beldesine bağlı Şehidan bölgesinde bir operasyon başlatmıştır. İran rejim güçlerine bağlı bu birlikler yer yer pusulama ve sızma faaliyetleri ile gerilla güçlerimize saldırı hedeflemektedir.
- Ayrıntılar
Şengal Kürtlüğün tarihi mirasıdır. Kürt Ezidiliğinin son kalesidir. Bir avuç Kürt Ezidisini korumasını bilemeyen, bilmeyen bir Kürtlük, Kürtlük olmadığı gibi, Kürtlük sözünü kullanma hakkı da yoktur, olamaz da.
Gerçeklik böyle iken, KDP’nin profesyonel ve özel güçleri DAİŞ’in Şengal’e saldırısı ile gerisin geriye Şengal’i terk ettiler. Terk etmenin de ötesinde arkalarına bakmadan alanda uzaklaştılar. Kameralara, ekranlara yansıyan bunlar. Herkesin izledikleri ve gördükleri de bunlardır. Ancak 60 yıllık askeri deney ve tecrübesi olan bir gücün eğittiği, hazırladığı, dünyanın en modern teknolojisiyle donattığı bir gücün böyle arkasına bakmadan Şengal’i terk etmesi doğrusu düşündürücüdür. Bir de kime karşı Şengal terk ediliyor? Dünyanın dört bir yanında rastgele, düzensiz, disiplinsiz, kuralsız, başka bir yerde geldiği için bu coğrafyaya yabancı kişilerden oluşmuş olan bir DAİŞ’e karşı. Bu durumun kendisi bile tek bir sözcük ile ifade edecek olursak, ayıptır. Utanç verici bir durumdur.
Ama gerçekten de durum böyle midir? Yani on yıllarca deneyimi olan bir güç neredeyse tek bir mermi sıkmadan gerisin geriye kaçması mantıklı mıdır? Ortam farklı olsaydı anlaşılabilirdi. Örneğin DAİŞ’in saldırıları şiddetli olsaydı, bu “seçme” güçler de çok kayıp verseydi, ani darbeler gibi darbeler sonucu koordinasyon merkezi dağıtılmış olsaydı, direnmiş ama daha sonra da büyük kayıplar vermiş, cephanesi azalmış ya da bitmiş bir güç olsaydı, gerisin geriye gidişi, bırakışı anlam vermek, -kabul edilmese bile -mümkün olabilirdi. Ancak yukarıda ifade edildiği gibi gerçeklik böyle değildir. Sapa sağlam, tek bir mermi sıkmadan Şengal terk edilmiştir. Sadece bu yapılmamıştır. Üstelik Şengal’de halka daha önce verilen silahları da KDP toplamış, halkı silahsız bırakarak kaçmıştır.
Şimdi sormak gerekiyor, KDP’nin bu seçme güçlerinin tümü neden, Şengal’i terk etti? İçlerinde tek bir mermi sıkacak olan bir kişi yok muydu? Vicdan sahibi hiç mi bir kimse yoktu? Herhalde kaçanların tümünü aynı kategoriye koymak doğru olmayacaktır ama genel tablo budur.
İşte o zaman yeniden soralım, KDP Şengal’de neden çekildi? Ya da neden KDP HPG güçlerinin Şengal’e geçmesine izin vermedi? Bırakalım izin vermesine, neden Şengal’e giden HPG komutanlarını tutukladı? Ve neden tüm bu gerçeklerle bağlantılı olarak meydanı terk etti?
İlk günden beri dile getirdiklerimizi yeniden dile getirelim. KDP ilk günden beri örneğin Rojava Devrimine karşı sömürgeci güçlerden daha fazla saldırdı ve karşı durdu. Hatta birçok provokatör hazırlayarak, devrimi sabote etmek için Rojava’ya göndererek kirli birçok çalışmanın içerisinde oldu. Hendek kazdı, köprüleri kapattı, Rojava halkını aç bırakarak dize getirmek istedi ve tabi ekranlara yansıdığı gibi günlük olarak Rojava devrimine hakaret yağdırdı. Ve tuhaf gelebilir ama daha birkaç gün önce “DAİŞ’in Kürtler için tehlike olmadığını” söyledi. Halbuki deseydi ki; “DAİŞ KDP’ye zarar vermez” daha doğru söylemiş olacaktı.
Rojava’yı bırakalım Kuzey parçasındaki özgürlük hareketine karşı -AKP hükümeti başta olmak üzere,- iktidarda kim varsa onların yanında yerini alarak, özgürlük hareketine saldırdı. AKP’nin kuzey Kürdistan'da oy alabilmesi için Mesut Amed’e gitmiş, Neçirvan ise Van’a gitmiştir. Bunlar yetmemiş ağızlarına ne kadar hakaret gücü varsa sarf etmişlerdir.
Ve tabii birde yakın tarihte Rojhılat’ta ne kadar Rojhılat devrimcisini katlettiler. Ne kadar çok Doğu Kürdistan devrimcisini faşist İran rejimine teslim ederek katledilmelerine yol açtılar.
Ve tabii yine kuzeyde Dr. Şıvanları hangi hile ve oyunlarla, hangi işkence yöntemleriyle katlettiğini öğrenmek isteyenler Dr. Şıvan’a ilişkin yapılmış olan belgeseli izlemelidir. Burada, Dr. Şıvan’ın KDP’nin etkisinde sıyrılma ve kendi yolunu çizme planlarını ve hazırlıklarını yaparken, Türkiye’de 12 Mart 1971 yılında ABD’nin onayı ve planlaması ile Nihat Erim’in başa getirileceği darbe gerçekleştirmişti. 12 Mart 1971 yılında gerçekleştirilmiş olan askeri darbenin, Muhtıra’nın Türkiye devrimci solunu nasıl biçtiği gözler önüne getirildiğinde Barzani’nin “kendi bölgesindeki Amerikan karşıtı unsurları temizlemeye hazırdır” sözleri çok daha iyi anlaşılırdır.
Dikkat edelim, birilerinin düşmanlarını temizleme gücüdür KDP. Ve bu uzun yıllardır böyledir. İlk günden olmazsa bile uzun yıllardır bunun böyle olduğunu en çok Doğu Kürdistanlılar, ardından Kuzey Kürdistanlılar ve tabii daha iyi bir şekilde ise Güney Kürdistanlılar ve onların devrimci, demokrat ve farklı düşünenleri iyi biliyor.
Sözü uzatmadan belirtelim ki KDP’nin tüm gerçekten de Şengal’deki kaçışın içerisinde saklıdır. Öyle sanıldığı gibi peşmergeler kaçmamıştır. Kaçmış olanlarda olabilir-sonuç itibariyle para ile çalışan, maaşlı olan bir güçtür-lakin esas olan bu değildir. Esas olan Ortadoğu’da kemik kırma hareketini DAİŞ’in eliyle yürüten ABD’nin politikaları gereği peşmergelerine talimat vererek Şengal’de çekmiştir. Şengal’de peşmergeleri kaçırtarak Şengal’i DAİŞ’e teslim etmiştir. Ve hedefi ise kendince Musul’u tümden bu çetelere bırakarak, güney ile Rojava’nın arasını kapatarak kendisini sağlama alacaktır. Ve tabii bunun karşılığında ise kendince 140. Maddenin pratikleştirmesini sağlama alacaktır.
Bir Kürdistani güç Kürtlükten bu kadar uzak olabilir mi, olabilir. Olabilir çünkü KDP neredeyse ilk günden beri tüm rengi Kürdistan'da gelişen her türlü özgürlükçü eğilimlere karşı durmak olmuştur. Bu sözü Amerika’ya vermiştir. Bu sözü Türkiye’ye vermiştir. Bu sözü İran’a vermiştir. Bu sözü Irak’a vermiştir. Ve bu sözü Esatlara vermiştir.
Özcesi kendi ailesel çıkarlarına hangi güç prim vermiş ise o gücün hizmetine girmekten geri durmamışlardır. Ve bu aile çıkarları için ne kadar Kürt'ün feda edilmesi gerekli olmuş ise o kadar Kürt’ü feda etmişlerdir. Bunu yaparlarken de tek bir kaygı duymamışlardır. Çünkü KDP ve Barzaniler on yıllarca bu ahlaki uzaktan politik duruşu istikrarlı bir şekilde sürdürmüşlerdir.
En son Şengal’i DAİŞ’e bilinçli bir şekilde bırakmış oldukları gibi.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 5 Ağustos günü saat 17:00'da işgalci TC ordusu Hakkari'nin Şemzinan sınır hattı üzerinde bulunan Mamreş Tepesinden yine sınır hattındaki bir başka tepe olan Şehit Ronahi tepesine ağır silahlarla bir bombardıman gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ağustos ile 2 Ağustos günleri arasında işgalci TC ordusu Amed'e Bağlı Ergani, Maden ve Guleman'da bir operasyon başlatmıştır. Bu operasyonu esnasında işgalci TC ordusu araziyi ateşe vermiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 1 Ağustos ile 2 Ağustos günleri arasında işgalci TC ordusu Amed'e Bağlı Ergani, Maden ve Guleman'da bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 1 Ağustos ile 2 Ağustos günleri arasında işgalci TC ordusu Amed'e Bağlı Ergani, Maden ve Guleman'da bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Gezi bir devrim çığlığıydı ve bu devrimci çığlık halen sürüyor ve zorbacılar var oldukça da kesintisiz sürecektir.
Gezi Direnişine kim ne derse desin, kim nasıl yaklaşmak isterse istesin ve hatta kim nasıl kullanmak isterse istesin, ancak bir gerçek vardır ki o da gezinin; ezilenlerin, dışlanmışların, dilleri susturulmuşların, kadınların, kimsesizlerin, horlananların ve de boyun eğmeye yeter diyenlerin direnişi ve devrim çığlığıydı ve çığlığıdır.
Türkiye’de zulme ve baskıya karşı durulmak isteniyorsa Gezi Direnişi gibi direnişler şarttır. Hatta Gezi Direnişi sadece Gezi’de değil türkiye’nin ve Kürdistan’ın her yerinin, birer Gezi olması gerekiyordu. Lakin bu Gezileşme sınırlı kaldı. Halbuki aralıksız ve daha yüksek bir dozajla Gezileşmenin sürdürülmesi gerekiyor.
Yukarıda ifade edildiği gibi Gezi için kim ne derse desin, hatta dediğimiz gibi bazı Kemalist ve milliyetçi çevreler bu Direnişi kendi kirli emelleri için kullanmaya kalkışsalar bile nasıl ki güneş balçıkla sıvanmıyorsa Gezi Direnişi’ne de gölge düşürülemez. Evet bunun için her yerin ve her zamanın bir Gezi Direnişi ve Gezi zamanı olması gerekiyor.
Şimdi Gezi Direnişi ve Zamanı Rojava’da yaşanmaktadır. Tüm baskılara, geriliklere, zorbalıklara, kendi beğenmişliklerine, maşa olmalarına, horlamalara, faşistliklere, ırkçılıklara derken her türlü kadın rengine karşı düşmanca ve erkeksiliklere karşı duruşun yaşanması gereken yer Rojava’dır. Başka bir deyişle bugün Gezi Rojava’dır, Rojava Gezi’dir.
Gezi Direnişine katılanların, katılmayıpta kendi içlerinde katılanların, uzak durup gönlünde destek verenlerin, bu çığlığa bir hecede benden diyip evlerinde haykıranların, birşeyler söylemek isteyipte bir türlü söyleme cesareti gösteremeyenlerin, temiz bir ülke isteyen çevrecilerin, günlük olarak kadın katliamlarında ciltleri diken diken olanların ve de kendi içlerinde haykırmak istediklerini bir türlü haykıramayan ve de bu fırsatı yakalamamış olanların bu haykırışı yakalayabilecekleri yegane yer bugün Rojava Devrimi’dir.
Evet Gezi’den Rojava’ya bir devrim çığlığı olmak, olabilmek isteyenlerin, yapmaları gereken tek eylem biçimi; Türk ve Türkiyeli Ciwan Tırko gibi yönünü Rojava’ya vermeleridir. Ciwan Tırko arkadaşın dile getirdiği gibi “Özgürlük kavgasına atılmak için Rojava’ya geldim” diyerek özgürlük hedeflerine kilitlenerek katılmaları gerekiyor.
Gezi haksızlığa, ezilmişliğe, hiçleştirilmişliğe karşı bir devrim çığlığı ise o zaman bu devrim çığlığı bugün en güçlü bir şekilde rojava’da yaşanmaktadır. Rêber Apo’nun dediği gibi: “Bizim felsefemiz bir atın gözlerindeki anlamı sezmekten tutalım, bir kuşun sesindeki anlamı çözmeye kadar yaşamı bir bütün olarak algılar. Yaşlı bilgeye büyük saygıdan başlayıp, bir ceylan kadar ürkek bir genç kızın gözlerindeki arayışa yanıt olmaya kadar her şeye anlam yükler” diyerek, yanıbaşımızda yaşanan Gezi Direniş ruhunu tüm benliğimizle yaşatmalıyız ki Gezilerde direnişimiz sonuç alsın. Bu ruhun ise özgürlük ruhu olduğu açıktır.
Evet bugün Rojava’da inadına Özgürlük ve Özgür yarınlar için büyük yüreklerin oraya aktığı bir ortamda yapılması gerekli olan tek doğrunun da bu olduğunu bilerek Özgürlüğe doğru yani Rojava’ya akmalıyız.
Arap ve Alevi Kadir Usta’mızın yıllar önce gür haykırdığı gibi:
ÖZGÜRLÜK
Bazen haykırıştır
Bazen gülüştür
Bazen kaşlarını çatmaktır
Namussuza karşı
Bazen yürümektir
Dolunaylı bir gecede
Bazen şafakta
Yükselen güneş ışınlarını
Özlemektir
Bazen ıssız vadide ilerlemektir
Kuşların cıvıltılarıyla
Yarının hayalini kurmaktır bazen
Bazen yüreğin sesini dinlemektir
Bazen yârin elini tutmaktır
Bazen dudağına öpücük kondurmaktır
Yaz yağmuru altında
Akdeniz’in sesiz sakin sahilinde
Bazen savaştır
Bazen tavırdır
Bazen yağlı kurşunlar göğüslemesini bilmektir
“nihayetinde hepsini bir arada yaşamaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Ağustos ayına giderken, ordunun bu hareketli hali-ateşkes kurallarını ihlal eden yaklaşımları gösteriyor olması dikkatlerden kaçmıyor.
Bunun Ağustos’la alakası elbette YAŞ toplantısı oluyor!
Önümüzdeki ayın sonunda gerçekleşecek bu toplantı öncesi, ordunun kendi kartını hazırlamaya çalışması ve masaya bu şekilde hazırlıklı oturmayı düşündüğü hareketlerinden anlaşılıyor.
Sistemin devam edip etmeyeceği tartışılırken, Ağustos ayının başlarında gerçekleşecek seçimlere yoğunlaşılmışken, ordunun bunları yapıyor olması basit siyasi çıkarlarla-kısa veya orta vadede menfaatlerin gerektirdiği bir yaklaşım olarak da görülemez.
Bunların ötesinde;
Ordunun bu hamleleri aslında siyasete yön verme ve çatışmalı iklimi tekrardan ülkenin gündemine almayla yakından bağlantılıdır. Hele hele “Ergenekon-Balyoz davalarından” tahliye olanların yaptıkları ilk açıklamaları tekrardan düşündüğümüzde, gözlerimizin önüne getirdiğimizde ordunun bu hamlesini başta AKP’nin iyi okuması gerekiyor!
Çünkü bugün yaşanan bu gelişmelerin hedefinde AKP ve geliştirmeye çalıştığı sistem değişimi gündemi var.
Ordu da ya kendi sathında, ya da diğer güçlerle bu işbirliğini geliştirerek AKP’ye ve doğal olarak da Erdoğan’a yönelmektedir.
Onun için de Kürdistan’da hareketliliğini artırıyorken, aynı zamanda gerilla alanlarına yönelik de çeşitli operasyonlar düzenlemekten de geri kalmamaktadır.
Eğer böyle ele alırsak son günlerde yaşananları; durumun ne kadar ciddi olduğunu bir kez daha görmüş oluruz!
Yok böyle değil de, AKP’yi de işin içine koyarsak o zaman tüm dengeleri ve yaşananları yeniden yorumlamak gerekiyor…
Malum ülkenin son yıllarında yaşanan birçok gelişmeyi genelde bu şekilde okumaya çalışanlar çok oldu. Yani yaşananları “AKP karşıtlığı” olarak sürekli servis edenler oldu… Bu durumun nasıl servis edileceği ise şu anda belli değil!
Ordunun bu cevvalliğinde AKP’nin payı varsa-eşgüdümlü bir hareket söz konusuysa;
Bölgesel anlamda AKP’nin yaşadığı zorlanmayı hafifleten en büyük etken kuşkusuz ateşkes koşullarıdır.
AKP’nin bundan rahatsız olacağını düşünmek siyasetten hiçbir şey anlamamak olur.
Durumun rahatlığı AKP’ye battı mı?
Bunun olası olması da pek mümkün görünmüyor; özellikle İngiltere MI6’dan emekli bir bürokrat atamışken, ABD yeni büyükelçiyi göndermeye hazırlanırken kongre de yapılan konuşmalara bakıldığında AKP’nin dış politika da, uluslararası konsensüs de önümüzdeki dönemde daha da zorlanacağı açık…
Salt bunlara dayalı olarak bile baktığımızda; AKP’nin iç siyasette özellikle çatışmalı ortamın olmasını isteyeceğini düşünemeyiz…
Acaba! Bu da bir diğer okuma biçimi olabilir mi yaşanan bu gelişmeleri?
Sonuç itibariyle ya AKP’ye karşıt olarak geliştirilsin ya da AKP’nin de dahil olduğu bir planlama temelinde geliştirilsin; ateşkesin koşullarını zorlamak ve uymamak çok büyük bir tehlikedir!
Elbette Kürt gerillasının da buna yönelik bir cevabı olacaktır…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
