ŞEHİT ZERDEŞT DERSİMİ-ALİ GEZER
Başarmanın en iyi bir yeri ve yolu da dağlardan geçiyor. Dağlar daha ölmemiş. Dağın koşulları bütün zorluklarına rağmen mücadele için daha elverişlidir. İnsan dağa çıktığında ben ne kadar yükseğim(?) diye tepeden aşağıya bakıp başkalarını küçümsemez. Tersine önce dağlara ve dağlardan kendine bakar. Ne kadar küçültüldüğünü, ne kadar doğasından uzaklaştırıldığını, ne kadar aşağılara itildiğini daha iyi fark eder. Bunun nedeni kuşkusuz hem edindiği bilinç, hem de doğanın burada bir başka duruşudur. Hava, toprak, ses, renkler, canlılık, soğuk ve sıcak, gece ve gündüz… Her şey insanı yeniden özüne döndürmeye teşvik eden ilham kaynaklarıdır. Zayıf hallerimizle bile bu dağlara geldikten sonra tepeden tırnağa direniş kesilmemizin bir önemli sebebi de bu olsa gerek. Ve insan dağların yüceliğinde kendine baktığında “yüreğimin bir mezarlık olmasına asla geçit vermeyeceğim” diyesi geliyor. Taşlar, kayalar, kuşlar, böcekler, otlar, hava, toprak her şey ama her şey insana böyle söylettiriyor.
Şimdi şunu da görmeliyiz. Bunu bize söylettiren kimdir? Rêber APO ve PKK’nin ruhudur. O büyük mücadele, o büyük ruh olmasaydı bunu böyle anlam söyleyebilir miydik? Dağlara böyle anlam yüklenebilir miydi? Yoksa kendiliğinden, gaipten mi biz buna erdik, kendini kandıranlar da çıkmadı değil? En aşağılık duruma düşmekten kendilerini alıkoyamadılar. Çünkü onlar dağlara hakkını vermediler. Bütün değerleri hor görüp lanetlemek istediler. Lanetlik duruma düştüler.
Dağda olmak, dağa dayanmak dağa çıkmak, dağlarda kutsanmak ne anlama geliyor, bunun bilincine varmalıyız. Dağın salt fiziki olarak değil artık manevi değer olarak varlığımız, tarihimiz, kültürümüz açısından yerini, rolünü manasını idrak etmek önemlidir.
İnkar etmemek lazım. Dağlar o büyük bir mücadele ve çok ağır bedellerle yeniden yaratıldı. PKK “bu dağları ben yarattım” derse bu yanlış değildir. Can çekişen, adı- varlığı hissedilmez olan, geri- köhne ilkel mekanlar olduk algılanmaya başlanmış dağları direnişin, mücadelenin, aydınlanmanın, özgürleşmenin mekanlarına çeviren PKK değil mi? Kim inkar edebilir?
Toplumun yüz karası, baş belası sayılan mağara adamlığında, toplum öncüsü, fedaisi, yol göstericisi, ışığı ve kutsalına erişmek ne de inanılmaz ve etkileyici, ama bir gerçek! Gerçekleşmiş bir mucize. Tabi bu kendiliğinden ve kolay gerçekleşmedi inanılmaz zorluklara, dayanılmaz acılara, büyük emeklere, onca cana- kana karşılık olarak gerçekleşti. Kana bulanmamış kayalık, mevzi kalmadı, neredeyse her parça toprağa belki de birkaç direniş sığdırıldı. Silahla, bombayla, düşünceyle, sözle, kalemle, türküyle, kazma ile kürekle, açlıkla, soğuklukla, yara- bere içinde kalarak ve daha nicesiyle bu düzey yakalandı. Halka ve tarihe mal edildi. Kutsallık burada, yücelik burada, güzellik burada, inanç burada, coşku, heyecan, sevinç burada. Yaşam burada yeşilleniyor. Ve dalga dalga ülkemin dört bir yanına akıyor.
Ve altı mayıs gelir,
Deniz olurum.
Gemerek’te çevrilip Ankara’da asılırım.
Mahir olur Kızıl dere’de on kere vurulurum.
İbrahim olur işkencelerde katledilirim.
Karasungur ve Bilgin olup Kandil Dağında ihanetin kurşunlarıyla toprağa düşerim.
Ferhat olup Amed zindanında ateş topuna dönerim.
Antep’te Haki,
Urfa’da Çavgun olur çiçek açar tohuma dururum.
Ve daha nicesiyle kol kola girip halaya durur
Özgürlüğün dilinde intikam yemini olur içiliriz.
Soza we sonda meye!
Mücadele Arkadaşları
- Ayrıntılar
Günümüz Kürdistan'ın da uzun süreden beri, olası Kürdistan Devrimi'ne karşı, emperyalist ve yerli işbirlikçilerince hazırlık yapılmaktadır. Bu yarım asırdır gerçekleştirilen bir süreçtir. Günümüze dek sinsice yürütülen politikalar, Kürdistan'da ve etrafında yaşanan objektif gelişmeleri ortaya çıkarmaktadır.
Esas itibarıyla Partimiz önderliğinde yükseltilen Ulusal Kurtuluş Mücadelemiz, bu çabaları son aşamaya getirmektedir. Bu aşamada bütün yönleriyle açığa çıkarma, tehlikeli ve tasfiyeci sonuçlarını görme kadar, bunun etkisini yaşama kadar, bunu başarıyla devrim lehine tasfiye etmenin de koşullarının hayli olgunlaştığı bir dönemin içindeyiz. Büyük bir olasılıkla da bu dönemin son aşamasında bulunmaktayız.
Dünya halklarının tarihinde son yarım asırdır ulusal kurtuluş devrimlerinin dev boyutlu adımlarla geliştiği ve küçümsenmeyecek başarılara ulaştığı, bağımsız, demokratik ve hatta sosyalist toplumsal kuruluşların sağlanmasına kadar yürüdüğü bu çağda, Kürdistan halkının çeşitli nedenlerle, başta somut tarihi, sosyal ve siyasal durumu olmak üzere zor bir döneminde, başını ABD emperyalizminin çektiği ve dünya çapında yeni sömürgeciliğe yöneldiği ilk aşamada, Kürdistan'a da bir kement atıp olası devrimci gelişimini engellemek veya saptırmak için, sinsice, fakat çok akıllıca, gizli bir politikacılığı yürüttüğünü iyice görmek gerekiyor.
Kürdistan gerçekliğinin karmaşık durumunu çok parçalanmışlık oluşturmaktadır. Bu, yalnız bölgesel gerici ve sömürgecifaşist güçler tarafından çok farklı politikaların uygulamasıyla oluşmamaktadır. Aynı zamanda gerek uluslararası kapitalist emperyalist, sistemin her türlü tasfiyeye, açık veya gizli her türlü yöntemle yerine getirmek istediği politikalarla ve gerekse de sosyalist sistemin dış politikasına damgasını vuran ve özellikle de son elli yıllık gelişiminde iyice açığa çıkan 'kapitalist olmayan yol' tezi adı altında, yerli burjuva önderliklerin desteklenmesiyle oluşan bir durum söz konusudur. Bunların ezilen halklar üzerindeki her türlü milliyetçi,şoven ve giderek katliama varan politikalarına bile ses çıkarılmama biçiminde özetleyebileceğimiz bir politikası vardır. Son tahlilde sosyal,şoven politikanın, sosyal, emperyalist politikanın yıkıcı etkilerini yaşaması bu karmaşıklığı biraz izah etmektedir.
Daha da kötüsü, Kürdistan'ın geri yapısı ve asırlarca çok inceltilerek geliştirilen işbirlikçi,aşiretçi feodal artıkların tarihte eşine ender rastlanan uşaklık yöntemleriyle, biraz da kapitalizmin iğrenç yöntemlerini iç içe karıştırarak bu karmaşıklığı daha da içinden çıkılmaz hale getirdikleri bilinmektedir. Bütün bu gelişmeler içinde halkın nefesinin bile duyulamayacağı ortadadır. Bu kaos ve alacakaranlık içinde nelerin olup bittiği, bir halkın özgürlük özlemlerinin daha doğmadan nasıl yok edildiği görülmektedir. Bazı dürüst ve yurtsever çıkışlar olduğunda bile, bunların kısa ve basit, ama aynı zamanda çok alçak ve sinsi, komplolarla boğulduğu bilinmektedir. Böylelikle normal yaşam yerine alçakların yaşamı konulmaktadır.
Ulusal ve uluslararası gericiliğin hiçbir biçimde kabul edilmemesi gereken bu yaklaşımlarının, sanki normal, çağdaş ve insani yaklaşımlarmış gibi sineye oturtulduğu açıktır. Bununla da yetinilmeyerek, bu temelde ortaya çıkan, özümsenmiş, kesinlikle hakim ulusların ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel çıkarlarının imbiğinden geçirilmiş, bu temelde oluşmuş sosyal ajan yapıların sözcülüğüne soyunan bazı sahte aydın taslaklarının meşrulaştırıldığını görmekteyiz. Sözüm ona bu çağ anlayışı hakim kılınmak istenmektedir. Ulusal ve toplumsal konularda bir yandan aşırı ilgisiz, diğer yandan sahte sahipleniş tutumları gösteren bu sosyal ajan yapı, özünde ise vatanseverlikte bile hakim ulusun milliyetçiliğini esas almaktadır. Hakim ulusun dayattığı öz faşizm bile olsa, ona demokratlık ismini yakıştıracak kadar alçalan bir sosyal yapıyı oluşturmaktadırlar.
Kısaca, ulusal gerçeklik ve demokratik çabalar konusunda iliklerine kadar inkarı ve ihaneti yaşayan bu yapı, son derece gelişkin olan demagojik üsluplarıyla her şeyi papağan gibi tekrarlamaktadırlar. Bazen ilkel milliyetçilik biçiminde, bazen utanmazca "ulusal kurtuluş", "sosyalizm" kelimelerini bol bol kullanarak tüm sahteliklerini ve düşkünlüklerini ortaya sermektedirler. "Dilin kemiği yoktur" dercesine alabildiğine konuşturulan, hiçbir sorumluluk duymayan, pratik hiçbir çaba harcamayan, özümsenmiş sosyal ajan yapıya dayanan bu sözcülerin ellerinde gerçeklerin daha da kotarılması, özellikle devrimci çıkışların ortaya çıkması halinde toplu bir koro halinde saldırılması meşru bir olay haline gelmektedir. Özellikle PKK'nin ortaya çıkış ve gelişme koşulları incelenirken, bu konuda akla hayale sığmayacak kadar alçaklıkların, oyunların, komploların varlık nedenlerini ele alırken, bu gerçekleri çok iyi görmek gerekir. İliklerine kadar düşmanı yaşayan bu yapıya baktığımızda, bazen karşımıza yurtsever gibi çıkıyor, hatta sosyalist bile olabiliyor. İçinde bulundukları koşullara göre, insanın bir yerde anlam verebileceği, hatta saygı duyabileceği bir yaşamı, bunların şahsında kabul etmek bile mümkün değildir. İnsanlıkla ilişkisi olmayan, hatta hayvanlara bile yakışmayan bir durum söz konusudur. Hatta bunların daha da aşağısında bir konumu kendi halkına reva görmeleri durumu vardır.
Bütün bunları görmek ve bu durumlara "dur" demek gerekir. Eğer bu halk yaşama gücündeyse, bunun için gereken cesareti göstermek, neye mâlolursa olsun bunun savaşımını sergilemek ve yaşama hakkı varsa yaşatmak önemlidir. Yoksa bin defa adına yaşam denilen şeyden daha şerefli olan ölümü tercih etmek gerekir. Bu çabadan hiçbir gerekçeyle uzak durulamayacağı, bundan en ufak bir ikirciliğe, kararsızlığa düşülemeyeceği ve mutlaka sonuca gitmek gerektiği iyi bilinmelidir. Yaşama hakkı olan halkların yaptığı budur.
Bütün dünyanın basın,yayın organlarına bakarsak, son günlerde Kürt halkının imdadına koşmak isteyenlerin nasıl fazlalaştıklarını görürüz. Biraz emperyalizmin gerçeklerinden habersiz, kendi ülke gerçeklerinden habersiz birinin, bu çabalar karşısında heyecan duymaması imkansızdır. "Bizim de sahiplerimiz varmış", "insanlık vicdanı sızlamaya başladı", "bizi de yalnız bırakmıyorlar", "büyük insansever duyguları kabaran, Türk milletinin şerefli temsilcileri, kimyasal silahlardan kaçan insanlarımıza üç öğün sıcak yemek veriyorlar", "elektrik, su vb. şimdiden barınakları sağlamışlar", "görülmemiş bir hamiyet severlilik", "bütün ulusu harekete geçiren ve ancak kardeşin kardeşe duyabileceği sevgiyle yaklaşma var", "zor günde kardeşin imdadına yetişiyor, el üstünde tutuluyor", "işte yine tarihine yaraşırcasına bir kardeşlik örneği sunuluyor" başlıklarını, söylemlerini görüyoruz. Hemen şu da ekleniyor; "katil PKK'ye ders olsun, bu, onun iddialarına en iyi cevaptır". Daha da kötüsü, sahibinin sesi, yani efendilerinin iyi uşakları olanlar, TC'nin bu âlicenap büyük yardımseverliğini bütün Kürt hareketleri destekliyor diyorlar. Bunlar, sözüm ona Kürt milliyetçi gruplarıdır, sosyalist partilerdir.
Bunlar en alçakça iddialardır. Eğer kafalar duruma tüm yönüyle hakim olamazsa, ona yüksek bir bilinçle anlam biçilmezse, bir oyunun bir çok yönü gizli kalmış olur. Doğru devrimci tutuma da ulaşmak mümkün olmaz. Bu son sığınma dedikleri olay, aslında bir halkın bin yıllık, dört bin yıllık ülkesinin bir bölgesinden diğer bir bölgesine geçişi olmaktan öteye gitmemesi gerekirken ve yine elde silah her zaman şanlı direnme alanları olması gerekirken, böylesine yaklaşımın düşürücü ve teslim alma temelinde olduğunu tespit etmek gerekir. Sığınma ve kurtarma değil, büyük bir teslim alma hareketi gerçekleştiriliyor. Yalnız herhangi bir ilkel milliyetçi örgütün yürüttüğü mücadeleye karşı dayatılan, katliamlardan kaçan bir kitle değil, son elli yıldır için için geliştirilen bir oyundan sonra, Kürdistan halkının en direngen bölümlerinden birisinin teslim alınmasıdır bu olay! Biz bu teslim alma olayını çok ayrıntılı olarak ortaya koymak istiyoruz.
Hemen şu şekilde bir saptamayı yapabiliriz: Proletarya devrimleri, ulusal kurtuluş hareketleri çağında, başta vahşi Türk faşist,sömürgeciliği olmak üzere, emperyalizme bağımlı oluşturulan ve en gerici kapitalizm tarafından yönetilen rejimlerin, halkımıza karşı dayattıkları, Kürdistan'a dayattıkları yok etme girişimlerdir.
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 2 Temmuz günü saat 16:00 ile 18:00 arası Hakkari'nin Esendere - Gever ilçeleri arasında bulunan Parixan karakolunda işgalci TC ordusuna ait skoesky ve kobraların yoğun hareketliliği yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 1 Temmuz günü saat 09:00 ile 13:30 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma Alanlarımızdan Avaşin bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Yeniden tarihi bir eşiğe geldik. Halkların kardeşleşmesini sağlayacakları eşik…
Halkların kardeşleşmesinin tek bir çözüm yolu vardır, o da; tek renkliliği aşan, ret eden ideolojik bakışla geliştirilecek olan Halkların Demokratik Konfederal siyasal yapılarıdır.
Ortadoğu coğrafyası özü itibariyle hep bu demokratik konfederal yapısını koruyarak bugüne kadar gelmiştir. Demokratik derken hoşgörü ve karşılıklı birbirini tanıma dile getiriliyor, konfederal derken de herkesin kendi rengiyle kendi yaşamını sürdürdüğü ifade ediliyor, kastediliyor.
Dikkat edersek Ortadoğu kendi tarihinde hep bu rengini korumuştur. Tarihin derinliklerine gittiğimizde bu renk ya da bu diyalektik hep görülür. Çünkü bu kadar renkli bir coğrafyanın kendini başka türlü var etmesi ya da yaşamanı sürdürmesi çok zordur, hatta imkansızdır. Derler ya “su mutlaka bir yolunu bulup kendi akış istikametini bulur.” Bu coğrafya da kendi akış ritmini demokratik konfederal yapısıyla bulmuştur. Bunu bulmak için elbette birçok yol ve yöntemi denemişlerdir. Bu yol ve yöntemler içerisinde tekçi ve kan döken yöntemlerinin de olduğu kesindir. Sadece bir Sargon’u düşünmek bile yeterlidir, yine peşinde Ortadoğu’yu kasıp kavuran Asur imparatorluklarını da. Ama hiç birisinin kalıcı olmadığını da bizler biliyoruz. Galebe çalan kesinlikle dediğimiz gibi hoşgörü ve karşısında duranı ya da farklı olanı kabul etmek olmuştur. Çünkü bu coğrafya farklı bir yolu -yaşanmış onca tecrübeden başka -bulamamıştır. Belki daha ileri ve gelişkin çözümlerde vardır. Ancak bu coğrafyanın ortaya çıkardığı en güçlü model halen dediğimiz gibi demokratik konfederal modelidir.
Halkların demokratik konfederal bir tarzda yaşaması demek; başka çıkarcı güçlerin, fitneci güçlerin, kan emeci güçlerin kendi siyasetlerini pratikte uygulamamaları demek olduğu için, tüm bu güçler halkların bu ortaklaşma modelini alt etmek için ellerinde ne gelmiş ise tarihte yapmışlarıdır. Ve halen de bu kirli oyun ve politikalarında vazgeçmemişlerdir. Kolayda vazgeçmeyeceklerdir.
Ortadoğu’nun bu güzel ortaklaştırıcı ve bir arada yaşayıcı yaşam tarzını kendi tekleştiren ulus devlet modelleriyle bozan bu güçler, bugün daha fazla etkili olmak için yine halkları düşmanlaştırıcı politikalara başvurmaktadırlar. Halkların kardeşleşmemesi için yeniden kollarını sıvamışlarıdır. Yeniden bu coğrafyayı kan gölüne boyamaya girişmişlerdir. Yanı başımızda duran bir Suriye’ye bakalım. Yine hemen yanı başımızda duran Irak’a bakalım. Ve tabii Libya’da olup bitenler, Mısır’da, Tunus’ta olup bitenlere de bakalım. Hepsi bu güçlerin icatları olduğu kesindir.
Aynı güçler tam yüz yıldır Türkiye’de Kürtlerle Türkleri birbirine kırdırmak için hangi yol ve yöntemlerle başvurduklarını yaşayanlar iyi bilir. Unutmayalım ki bugün Ortadoğu’yu kan gölüne çevirenler daha dün 1915’lerde Ermeni halkımızın katletmesinin yolunu açtılar, 1921 yılında Çerkezlerin, yine Yunan halkının, Asurîlerin, Süryanilerin, Keldanilerin, Ezidilerin derken ardından da Kürtlerin hem fiziki hem de kültürel kıyımını geliştirdiler. Öyle ki yüz yıl geçmesine rağmen halen bu yaralar hem taptaze durmakta hem de bu yaraların sarılmasının önü her yol ve yöntem mubahtır denilerek engellenmektedir.
Evet, gerçekten de halkların kardeşleşmelerin önü alınmak istenmektedir. Halkların Seçeneği’nin önü alınmak istenmektedir. Bunun içinde bin bir hileyle halkların düşmanlaşması için her şey yapılmaktadır. Tuhaf gelebilir ama gerçekten de düşman haline getirilenler bile neden bu kadar düşman haline getirildiklerine anlam vermemektedirler. Faşist, milliyetçi ve ırkçı nidalarla meydanlara çıkanlar bile olup bitenlere anlam vermemekte ve anlamamaktadırlar. Çünkü bu coğrafyanın parçalı, bölünmüş kalmasını isteyenler öyle bir siyaset izliyorlar ki bu siyasete maruz kalanlar bile nasıl yönetildiklerini bile anlayamamaktadırlar.
Gerçeklik budur. O zaman bu gerçekliği ya da başkalarının ısrarla yaratmaya çalıştıkları bu sahte gerçeğiyle ters yüz etmemiz gerekmektedir. Bu sahte gerçeğiyle ters yüz etmenin yolu Halkların Seçeneği ile mümkündür. Halkların seçeneği ise halkların kardeşleşmesinden geçmektedir. Bugün Türkiye’de halkların kardeşleşmesini sağlayacak ve yeniden yaratacak bir umut ışıltısı belirmektedir. Kürt, Türk, Arap, Çerkez, Laz, Alevi, Ezidi, Sünni, Şia, Romen, Yunan, Ermeni, Asurî, Süryani, Keldani derken Balkanlarda ve Kafkaslarda yüz yıl ve daha öncesinde gelmiş olan tüm halkların ve inançların bu kez birlikte, ortaklaşa, düşmanlaşmadan uzak bir arada yaşayacakları bir coğrafyayı yaratabilecekleri bir Halkların Seçeneği doğmaktadır.
Halkların Seçeneği adım adım gelişirken Kürt gençlerine bu çalışmada çok ciddi işler düşmektedir. Elbette Türkiye ve Kürdistan’da en örgütlü olan güçlerin başında Kürt gençleri gelmektedir. Kürt gençleri öncelikli olarak halkların kardeşleşmesini sağlayacak düşünce yapılarını daha güçlü kılmalı ve halkların ve inançların ortaklaşa yaşayabilmelerini sağlayacak düşünce yapılarını da etkili hale getirmelidirler. Bunun yolunun Başkan Apo’nun oluşturduğu felsefeden geçtiği için öncelikli olarak Kürt gençleri bu felsefeyi iyi özümsemelidirler. Bu felsefeye denk bir ideolojik duruşu da yakalayarak, bu duruşu pratik eylem sahasına yani politikaya aktarmasını da bilmelidirler. Politikanın ise en etkili olma yöntemi ve sanatı örgüte dökülenidir. Örgüte dökmenin yolu örgütlenmekten geçiyor. O zaman Kürt gençleri yaşamlarının her an’ını, her salisesini örgütlü geçirmelerinin yanı sıra bulundukları her ortamı ise örgütlü kılmaları gerekmektedirler. Bunu yapanlar, bunu sonuna kadar yapmaları gerekirken daha büyük adım atmak isteyenler, daha büyük örgütçü olarak yaşamlarını ve ütopyalarını yaşamak isteyenler ise en örgütlü güç olan gerillaya akmalı.
Evet, Halkların Seçeneği gelişirken öncelikli olarak Kürt gençleri ve tabii birde örgütleyecekleri diğer kardeş halkların gençlerini de daha güçlü örgütlülükler içine çekerek, bu seçeneğinin başarısı için, halkların kardeşleşmesi için, ortaklaşması için, bir arada yaşamaları için çalışmalıdırlar.
Evet, Halkların Seçeneği için tüm Türkiye gençliğini halkların özgürlük mücadelesine seferber etmek için çalışan bir Kürt gençliği, halkların ortaklaşmasının garantörü olacağı için bu bilinçle, bu sorumlulukla daha büyük bir coşku ve heyecanla harekete geçmesini bilmelidir.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 29 Haziran günü saat 23:00'da işgalci TC ordusunun Medya Savunma Alanlarımızdan Zagros bölgesi üzerinde insansız hava araçları ile başlatmış olduğu keşif uçuşları 30 Haziran günü (bugün) saat 07:00'ye kadar devam etmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Haziran günü işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları belirli aralıklarla Şemzinan sınır hattı ile Medya Savunma Alanlarımız arasındaki bölgede keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Ortadoğu’da yaşanan bir kriz ve kaostu. Son gelişmeler ise gösterdi ki Ortadoğu’da yaşanan kriz içerisinde kriz ve kaos içerisinde kaostur.
Kaos ve kriz naziklik demektir. Her şeyin her an olabileceği demektir. Hangi gerçekliğin öne çıkacağının belli olmadığı durum demektir. Yani kaosu bu bağlamda eski tabirle dile getirecek olursak devrim durumu demektir.
Devrim durumunu az çok sosyal bilimlerle uğraşan herkes bilir. Her şeyin bir an’da alt üst olacağı, eskinin yıkıldığı ve yeninin kendisini inşa etme fırsatı bulduğu bir gerçekliktir devrim. Eskiyi yıkmak demek ya da alt üst oluş demek özü itibariyle köhnemişliklerin baş aşağıya gidişi hatta yıkılarak ortada kaldırışı olacaktır.
Devrimin bu olduğu açıktır. Bizlerde ilk çıkış günümüzden başlayarak her zaman devrim dedik. Hedefimizin devrim olduğunu söyledik. Ne var ki devrim demekle hemen devrim olmuyor. Devrimin olabilmesi için objektif şartlar diye belirtilen şartların oluşması gerekiyor. Ve tabii ki birde bu objektif duruma cevap verecek sübjektif şartlar gerekiyor. Sübjektif şartlar Kürdistan’da tam 35 yıldır vardır. Ve her geçen gün bu sübjektif şartlar gelişmiş ve kendisini her devrim olanağına hazır hale getirmiştir.
Bugüne kadar elbette birkaç kez devrimin objektif şartları doğmuştu. Ne var ki bu şartları hem bizler istediğimiz gibi değerlendiremedik hem de uluslar arası küresel güçler sömürgeci güçlere ve de bölgesel Kürt işbirlikçi güçlerini harekete geçirerek bu devrimin önünü almasını bildiler. Yine başka bir devrim şartını ise içimizde geliştirdikleri ihanetçi işbirlikçi ve çeteci güçlerinin eliyle baltaladılar.
Şimdi ise yeni bir devrim durumu ile karşı karşıyayız. Bu devrim durumu yaklaşık 4 yıldır devrededir. Nitekim Devrimci Halk Savaşı ile bu devrim durumuna 4 yıldır özgürlük hareketi müdahale ediyor. Ve önemli sonuçlar da sağlamıştır. Gerçeklik böyle olsa da halen devrim gerçekleştirilemedi. Her gün gelişen bir gerilla hareketiyle, güçlenen ve sayıca büyüyen bir gerilla gücüyle yine günlük olarak gelişen bir halk hareketiyle de devrimci durumu bir devrim durumuna dönüştürmek için önemli bir hazırlık yapılmıştır.
Bizler kendi cephemizde bu durumu yaşarken Ortadoğu’nun göbeği olan Irak’ta krizin içerisinde devasa bir yeni kriz daha açığa çıkmıştır. Bu gerçeklik Kürdistan Devrim şartlarını her zamankinden daha fazla güçlendirmiştir. Bu bağlamda Devrim Durumu daha da güçlenmiştir.
İşte bunun için HEDEF DEVRİM diyoruz. Irak’ta bir alt üst oluş yaşanıyor. Ancak bu alt üst oluşu her şeyden fazla Kürtleri etkiliyor ve etkileyecektir. Yine herkesten daha fazla Rojava Devrimi’nin etkiliyor. Ve tabii ki Kuzey Kürdistan ile Doğu Kürdistan’ı da etkiliyor.
Devrimi alt üst oluş dedik. Ancak unutmayalım ki bu devrim durumu karşıt güçler içinde geçerlidir. Onlarda bu kaos ve krizli ortamda kendi çıkarları için müthiş bir kavgaya girişeceklerdir. Giriştiklerini de bizler görüyoruz. İŞİD dedikleri gerçeklik budur. Denilecek ki bu gücün arkasında birçok güç vardır. TC devleti gibi, KDP gibi, ABD gibi.
Evet, bunlar olabilir. Ancak bu HEDEF DEVRİM gerçekliğine gölge düşürmez tam tersine bu hedefin gerçekleşmesi için herkesin ama herkesin daha fazla aktifleşerek çalışmaya seferber olmasını gerektiriyor. Devrim şartları doğmuşken başkalarına yani karşı devrim cephesine bu şartları bırakmak hiçbir zaman kabul edilecek bir durum olamaz ve olmamalıdır da.
Devrim son tahlilde var olan objektif şartlara sağlıklı sübjektif şartlarla cevap vermektir. Sübjektif şartın bireylerle, örgütle, örgütlülükle yani insanla ilgili bir durum olduğunu da zaten ifade etmiştik. O zaman devrimin bu olumlu objektif şartlarını güçlü cevaplar verebilmek için büyük bir güç olabilmek gerekiyor. Bunun ise son tahlilde bizimle bağlantılı olduğunu unutmayalım.
Bizlerin ise bugün her zamankinden daha fazla bir özgürlük sorunumuz varsa, ülkemizi özgürce kurma diye bir sorunumuz varsa, dünyada özgürce yaşayan insanlar gibi onurluca yaşama istemek diye bir sorunumuz varsa, o zaman tüm duygularımızı şahlandırarak HEDEF DEVRİM diyerek devrim saflarına akmasını bilmeliyiz. “İnsan sisteme karşı öfkesiyle insandır, insan yanlışlığa karşı öfkesiyle insandır” derler ve Kürdistan’da bugün bu insanı bitiren sisteme karşı, bizlere karşı uyguladığı onca yanlış ve suç pratiklerine karşı öfkelenerek devrim saflarına akmasını bilmeliyiz.
Vietnamlıların, “savaşmak için yaşamak, yaşamak için savaşmak gerekir” diye bir sözleri vardır. Başka bir sözle ifade edecek olursak: “Sen mücadele etmek istiyorsan yaşayacaksın, yaşamak istiyorsan savaşacaksın.”
Unutmayalım ki yaşamak istiyorsak bugün hem de her zamankinden daha fazla bugün meydanlara özgürlük için kavganın tam ortasına atılmamız gerekiyor. Aksi taktirde tarihimizin en önemli devrim fırsatını kaçırmış olacağız.
Bunun için diyoruz ki beyni, yüreği ve fiziki el veren her insan bir an önce Kürdistan’da devrimi gerçekleştirmek için tüm duygularını şahlandırarak, bir an önce özgürlük kavgasının tam ortasına atılmak için dağların yoluna koyulmalıdır. Aksi taktirde yeniden devasa büyük bir devrim durumunu kaçırmamız elden değildir. Bunun böyle olmaması için her Kürdistanlı ve Kürt dostu gencin tarihin bu önemli dönemecinde dağların yolunu tutmalıdır.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Zilan yoldaşı, tarihsel kutsal eyleminin birinci yıldönümünde saygıyla anıyor ve bir kez daha minnettarlığımızı belirtiyoruz. Şüphesiz bunu bir intihar eylemi değil, büyük bir direniş eylemi olarak değerlendiriyoruz. Gerek insanlık ve gerekse halklar gerçeğinde buna benzer örnekler olmakla birlikte, bizim halk gerçekliğimizde Zeynep Kınacı kişiliği PKK'de örneği çokça görülen büyük bir sembolün ifadesi olmaktadır. Kendisi bize yazdığı mektupta bir vasiyette bulunmuştu. Bu vesileyle üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum. “Vasiyetimin gereklerini en iyi sizler anlayabilir ve gereklerini yerine getirebilirsiniz” demiştir. Tabii bu bizi hem etkilemiş, hem de sorumluluğumuza doğru sahip çıkmanın gereğini ortaya koymuştur. Biz çok düşünmek ve mümkünse yaşama bunu dönüştürmek için olağanüstü olmaya çalıştık. Şüphesiz bazı gelişmeler vardır. Bu gelişmeler daha çok bu kişiliğin kendisini anlamaya yöneliktir; aynı zamanda onu bizzat pratikleştirmek ve yaşamsallaştırmak içindir.
Gerek parti içinde gerek halk gerçekliğimizde, aslında yoğunca işlediğimiz savaşımın kendi içinde çok önemli bir özelliğini de böyle karakterize etmek ve bu devrimin, bu halkın yeni yaşamının temel bir özelliği haline getirmek için büyük bir çaba harcadık. Her şeyden önce bilinmesi gerekir ki, Zilan eylemliliği düşmanın sınır tanımayan ve kendini hiçbir kurala bağlı hissetmeyen politikalarına karşı bir cevaptır. Dünyada en çok inkâr edilmiş, hakkında çoktan öldüğü ve bittiği biçiminde bir yargıya ulaşılan, davasına çok az ilgi gösterilen, ilgi gösterildiğinde de pek yaşayacak bir halk olarak değerlendirilmek istenmeyen Kürt adına her ne kadar çok büyük bir direniş ortaya çıkarmış olsak da, bu direnişin fazla başarılı olacağına inanmayan bir uluslararası kamuoyu var; hatta Kürdistan halkının da kendisine dayatılan bu ölümü bir nevi kader olarak algılaması söz konusudur. Düşmanın ’95 yılı için çok kapsamlı gerçekleştirdiği topyekün savaşımı ve ne pahasına olursa olsun bu yılın bir bitiş yılı olarak değerlendirilmesi, özgürlük adına ne varsa onun da bu yılla birlikte tarihe gömülmesi biçiminde oldukça tehlikeli bir biçimde büyük bir güçle hareketimizin, yaşamımızın, şerefimizin ve onurumuzun üzerine gelmesi söz konusudur. Bu, aynı zamanda bir namus, onur, yaşam umudu varsa onun da bitirilmesidir. Geriye kalanların şerefsiz ve onursuz bir yaşamdan başka bir şeyi beklemeyeceğinin açıkça ortada olduğu günlerde şovenizmin alabildiğine körüklenmesi, Türkiye halkının adeta çılgınca bu şoven serilere kendini kaptırması, ‘milli birlik’ adı altında bir halkın asgari insani taleplerinin bile göz önüne getirilmemesi giderek büyüyen bir öfkeye dönüşüyor.
Kendisinin biraz özgürce yaşamak için başından beri dikkat ettiği hususlar, duyarlılığı, kişiliği, özgürlüğün ne anlama geldiğini az çok kavraması, bununla birlikte düşmanın niyetlerini bütün yönleriyle değerlendirmesi, yine düşmanın arkasındaki emperyalist dünyanın sağladığı hiçbir hudut tanımayan desteği, Onun açısından son derece anlaşılır hususlardı. Nasıl geldiğini, ne amaçla geldiğini ve hangi sonuca ulaşmak istediğini iyi göz önüne getiriyor. Bunun yanında PKK’ye kısa bir süre önce katılmasına rağmen, PKK'nin ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. PKK tarihinin en iyi tanımını yapabilecek kadar bir gücü ve güçlenmeyi yaşıyor. Bununla birlikte bizim şahsımızı da oldukça iyi değerlendirebiliyor. Ne anlam ifade ettiğimizi, kendi kültür düzeyine uygun olarak, gerek insanlık gerekse tarihimiz içinde ne tür bir önderlik geliştirmek istediğimizi incelemiş; hatta parti saflarımızda en güzel, en geçekçi bir tanımı yapabilmiştir.
Bu arkadaş bizi görmemiştir ve mücadelede fazla bir mazisi de yoktur. Buna rağmen bizi güçlü değerlendirmesini son derece anlamlı buldum. Şehit Ronahi arkadaşın benzer bir yaklaşımını da buna eklemeliyim. Bu tip şehit arkadaşlarımızın, yine şehit Bermal'in de aynen o düzeyde bir anlam derinliği içinde olduğunu belirtmeliyim. Tabii birçok şehidimizdeki anlama derinliği, bu büyük şahadetleri gerçekleştiriyor. Ama Zilan'da bu oldukça bilinçlidir ve kararlılık düzeyine son derece yakındır.
Burada bu hususları fazla derinlemesine ele alamayacağım. Bilinmesi gereken en temel hususun, gerek uluslararası insanlık durumu hakkında, gerekse Kürdistan halkının gerçeği konusunda, partimiz ve kendi Önderlik sahamız hakkında en kapsamlı bilgilenmeyi ve buna dayalı bir kararlılığı yakalamış olmasıdır. Bununla da yetinmiyor, örgüt yaşamının oldukça farkında olan bir yoldaştır. Kadın gerçekliğini bütün yönleriyle değerlendirebiliyor. Son derece köleleştirici yaşam tarzıyla özgürleştirici yaşam tarzı arasındaki büyük farkı yakalayabiliyor. Buna da büyük bir saygı duyuyorum ve bunun çok az kişide gerçekleştiği kanısındayım. Bunu hem mütevazı hem de çok kararlı biçimde yakalaması, çok değerli bir biçimde kısa ve öz olarak anlatabilmesi beni oldukça etkilemiştir. Çok kısa da olsa, bu konulara açıklık getirmesi açısından, Onun bizzat bazı değerlendirmelerini alma gereği duyuyorum.
Önderlik konusunda söylediği çarpıcı hususlar var. Şöyle belirtiyor: “Her halkın tarihine bakıldığında, özellikle devrim süreçlerinde mücadele veren, başarıya ve kurtuluşa götüren, yaşadıkları döneme damgasını vuran önderlikler vardır. Tarih, öndersiz hiçbir ulusal ve sınıfsal hareketin gerçek anlamda da başarıya gitmediğini doğrulamaktadır. Önder, yaşatılmak istenen yenilik ve gelişmeleri en üst düzeyde temsil eden, yani yeni insan, yeni toplum düşüncesine denk, bütün yaşamını bir halkın yaşamına göre düzenleyen, kendi kaderini halkın kaderinde bulan ve o halkın acılarını, duygu ve taleplerini en derinden yaşayan ve kurtuluş için pratik görevleri en üst düzeyde omuzlayandır.”
Böyle bir önderlik tanımını, en benim diyen bir akademisyenin veya militanın yapabileceğini sanmıyorum. Bu kısa paragrafta bile doğru bir önderlik tanımını bütün yönleriyle ortaya koymuştur. Burada çok güçlü bir bilinç düzeyinin yakalandığı kesindir. Şimdi bu eylemi düşünürken, nasıl bir yaklaşım gücünde olduğunu bilerek değerlendirmek büyük önem taşıyor. Bazıları vardır, çok duygusaldır, acılar içinde kendini patlatırlar, yakarlar; ama bazıları da vardır ki, bunu çok büyük bir bilinç derinliğiyle yaparlar. Bu fark bence çok çarpıcıdır.
Devam ediyor: “Hayati gerçekliği olmayan, her alanda bitirilmiş, hiçbir halkla kıyaslanmayacak kadar kendisine yabancılaştırılmış, ulusal, kültürel, sosyal ve siyasal değerleri sömürülen bir halk gerçekliği karşısında, PKK Önderliği kuşkusuz çok farklı olmak zorundadır. Bu anlamda Parti Önderliği birçok yönüyle daha özgün, daha yeni, daha gelişkin yaşamıyla yaşatan ve kendi yaşamını adeta koskoca bir insanlığın yaşamına adayan durumdadır. Belirleyiciliği, önemi bu noktada kesin ve tartışmasızdır.”
Yine burada büyük bir bilinç derinliği var. Bu hem çok gerçekçi, hem de oldukça kapsamlı bir değerlendirme oluyor. Bizim halkımızın gerçekliğini tüm dünya halklarının gerçekliğiyle kıyaslıyor. Yabancılaştırılmışlık düzeyinin her alanda -ulusal, kültürel, sosyal ve siyasal bitirilmenin de ötesinde tanınmaz hale getirildiğini, yaşamının ölümünden daha beter olduğunu oldukça fark ediyor. Bu farkla Önderliği değerlendirmeye çalışıyor veya bizim ne tür bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu çarpıcı bir biçimde ortaya koyabiliyor. Aynı biçimde bunun herhangi genel düz bir önderlik anlayışıyla çözülemeyeceğini, böyle bir halk gerçekliğinin bugünlere ulaşmış devrim düzeyine ulaşamayacağını, bunun başarılabilmesi için çok özgün olmak gerektiğini, kendi yaşamını bir halkın dirilen yaşamına dönüştürmeye kadar götürmek gerektiğini vurguluyor ki, bu gerçekten çok derin bir anlayıştır. “Belirleyiciliği ve önemi bu noktada kesin ve tartışmasızdır” diyor. Bu son derece bizi etkileyen çarpıcı anlatım oluyor.
Yine devam etmekte bir sakınca görmüyorum: “Dünya devrim tarihine baktığımızda, gerek ulusal gerek sınıfsal kurtuluş mücadelesini veren halkların, devrimin gerçekleşme olanağını yaratan tarihi, sosyal, siyasal ve kültürel bir zemini ve birikimi vardır. Ulusal inkâr yoktur. Kişilik sorunları bizdeki kadar derin değildir. Tarihleri bizdeki kadar çarpıtılmamıştır. Kadın cinsi bu kadar sömürülmemiştir. Dini olgular bizdeki kadar kesinlikle kötü tarzda işlenmemiştir. O halkların mevcut konumlarına tepkileri vardır, özgürlük ve eşitlik düzeylerinde bir gelişmeleri vardır. Önderlerinin güç aldıkları az çok aydınları vardır. Kürdistan devriminde ise bu belirtilen hususların tümü bitmiş bir durumdaydı.”
Burada da çok çarpıcı ve gerçekten her aydının üzerinde düşünmesi ve sonuç çıkarması gereken tezler biçiminde değerlendirmeleri vardır. Bu satırları birisi tez biçiminde alıp işlesin, gerçekten her bir paragrafın bir kitap olduğunu anlayacaktır. Son derece duru bir düşünceye sahiptir ve gerçekliği de yakalamıştır. Bu noktada Kürt aydınları için acı duyuyorum. Bu kişi bizim bir kopyamız değildir, üniversite mezunu bir öğrencidir. Kendi kişiliğiyle incelemiş, araştırmış ve sonuçlara ulaşmış aydın bir kişiliktir. Maalesef Kürt aydınlarının veya genelde de kadrolarımızın birçoğunun işin sadece duygusal yanıyla uğraşmaları bize çok yetersiz gelmektedir. Ortada derinleştirilerek sonuca götürecek tezler vardır.
Bütün halklar devrime başladıklarında, arkalarında büyük bir tarih vardır. Sosyal, sınıfsal ve kültürel bir zemin, onun birikimi vardır. Ulusal inkâr bu denli yoktur, kişilik sorunları bizdeki kadar söz konusu değildir. Ama bizim için, tarihimiz için bunların hepsi tersine çevrilmiştir. Ayrıca kadın cinsi bizde başlı başına zaten en tehlikeli bir ajanlık konumunu yaşamaktadır; daha doğrusu o konuma getirilmiştir. Kadın tam bir kapana dönüştürülmüştür. Her şeyi yutan, kendi etrafında bütün değer yargılarının tersine çevrildiği bir konuma itilmiştir. Din de böyledir; burada dinin ulusal ve toplumsal gerçeklikle hiçbir bağı kalmamıştır. Tersine onu kemiriyor, onu her türlü olumlu özelliklerinden koparıyor ve en cahilce bir konuma getirebiliyor.
Hiçbir halkta bahsettiğimiz hususlar bu denli gelişmemiştir. “Diğer halkların konumlarına baktığımızda tepkileri vardır, özgürlük ve eşitlik düzeylerinde bir gelişmeleri vardır. Önderlerinin güç aldıkları çok sayıda aydınları, toplumun tepkileri vardır” diyor. Bütün bunların Kürdistan için hiç söz konusu olmadığını belirtiyor. Kaldı ki, bu doğrudur. Aydınlarımız, hele hele kendisini sosyalist, demokrat veya direnişçi sayan bazı kişilikler, lütfen kendileriyle bu satırları kıyaslasınlar. Hangisi gerçeğe daha yakındır? Biraz vicdanlarını ortaya koysunlar, vicdan muhasebelerini yapsınlar. En gerçek düşünceler bunlar değil midir? Bunlar doğru ve büyük düşüncelerdir. Kaldı ki bu, büyük direnişe yol açmıyor mu? Ulusal vicdan, ulusal yürek varsa, kesinlikle bu aydınlarımızın, hatta sözde birçok örgütün, devrimci partinin ve ilericinin buna biraz saygılı olmayı bilmeleri gerekiyor.
Unutmayalım ki, birçokları herhangi bir devrimciden çok şey öğrenebiliyorlar. Dünyada okumadıkları çok az ulusal kurtuluş devrimi ve onların önderleri vardır. Ama bu da bir kişiliktir. Acı duyuyorum ki, bunlar o kadar -ki, bizzat burada Zilan'ın kendisi dile getiriyor- yabancılaşmışlar. Yani kendini dünya tarihinde rastlanmamış bir sembol düzeyine yükselten bir kadını, bir Kürt kızını bile anlamayacak kadar yürekleri yabancılaşmıştır ve hakkında konuşamayacak durumdadırlar.
Aslında bunun da kendi başına bir olay olduğunu belirtmem gerekiyor. Çünkü düşman tarihinden tutalım, Afrika halkının bile tarihini çok iyi anlatan ve bunun için şiir bile yazabilecek kadar sözüm ona duygulu Kürt aydınları, insanlık tarihinde ender görülen bir Kürt kızı için yüreklerini çalıştırmıyor, bir şey söylemiyor, bir şey yazamıyorlar. Bu klinik bir vaka, bir düşürülmüşlük ve yabancılaşma düzeyidir. Bu tür insandan fazla bir hayır gelmez. Zilan arkadaşın mektubundan alıntı almaya devam ediyorum:
“Parti Önderliği çok zayıf bir gerçeklikten yola çıkmıştır. Din sorununa, kişilik sorununa, kadın ve aile sorununa yaklaşımı oldukça özgün ve bilimseldir. Rus Devriminin önderi Lenin bile kadın sorunun çözümünde oldukça yüzeysel kalmıştır. Kadın ordulaşması, gerçekleşen kadın konferansları ve kadın kongresi dünya devrim tarihinde ilk kez bizde gerçekleştirilmiştir. Parti Önderliği'nin yaşam tarzı; fedakârlık, cesaret, derinlik, duyarlılık, zekâ, öngörü ve yorumlama gücü, bağlılık, bilimsellik, tecrübe ve birikim düzeyi hiçbir önderlikle kıyaslanmayacak boyuttadır. Olayı ele alış tarzı dogmatik değildir. Parti Önderliği Kürdistan gerçeğini, dünya devrimlerini çok iyi tahlil edip sonuç çıkarmış ve Kürdistan Devriminin özgünlüğünü ortaya çıkarmıştır. Taklitçi, kalıpçı ve dogmatik bir tarzda değil, oldukça yaratıcı bir tarzda ele almıştır. Gerçekleşen sosyalizmi çok iyi tahlil etmiş ve kendi halk gerçekliğine uygun bir tarzda uyarlamıştır. PKK, Parti Önderliği'nin şahsında ifadesini bulmuştur.”
Burada da son derece çarpıcı ve oldukça aydınlatıcı tezlerle karşı karşıyayız. Bizim din, kişilik, kadın, aile ve bunun yanında Kürdistan'ın sosyal ve psikolojik düzeyi hakkında geliştirdiğimiz birçok çözümleme var. Zilan kişiliği bunları az çok değerlendiren bir yoldaş oluyor. Ayrıca büyük Rus Devrimiyle kıyaslıyor, Lenin'in bile kadın sorununda yüzeysel kalma durumundan bahsediyor. Kadın için çok özgün çalışmaların yapılmadığını ve ancak bireysel düzeyde bazı kadınlarla ilgilenildiğini vurgulamak istiyor. Bu doğrudur. Bunlar bizim biraz da bu tip kadın şehitlerimizin anısına geliştirmek zorunda hissettiğimiz görevlerimizdir.
Bunun yanında Önderlik yaşam tarzını çok çarpıcı değerlendiriyor. Aslında başta parti militanlarımız olmak üzere ilgili birçok kesim, eğer herhangi yüce bir değere bağlılıktan bahsediyorlarsa, halkımız ve dostlarımız biraz anlamak istiyorlarsa, bu satırların çarpıcılığını anlama ve mümkünse özümseme düzeyinde verecekleri bir karşılıkla kendilerinden bekleneni göstermeleri gerekiyor. Zilan arkadaşımız bunu çok iyi anlamıştır. Sadece anlamış değildir; çok dürüstçe, çok anlayışlıca ve çok cesurca bir karşılıkla Önderlik gerçeğine cevap olmayı görev kabul ediyor. Benim gördüğüm en büyük üstünlük buradadır. Bu tip cümleleri, kelimeleri herkes söyleyebilir; fakat bunun kadar anlayan, çok çarpıcı pratikleştiren ve somutlaştıran bir arkadaş görmek benim için zordur.
1997
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 25 Haziran günü saat 10:00 ile 15:00 arası ve gece saat 21:00 ile 02:30 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma Alanlarımızdan Zap bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar