Basına ve Kamuoyuna
1. 15 Haziran gününden bu yana Hakkâri'nin Gever ve Şemzinan ilçeleri arasında işgalci TC ordusuna ait kobra, skorsky ve insansız hava araçlarının yoğun hareketliliği yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Değirmen yapımında en önemli faktör suyun akışı ve suyun kanal yatağıdır. Çünkü değirmenin öğütme taşını çevirecek olan suyun akış gücüdür. Bundan dolayı değirmen yapımında su kanalı yapımının taşı çevirecek hacimde olması gerekir, ne fazla ne de az. Fazlası suyun taşı çevirmeyi dengesiz çevirir, hızlandır, bu da dönen taşı kontrolde zorluk çıkarır. Ununuz etrafa saçar, sapla samanı karışır. Azı ise taşı çeviremez, ya da çok yavaş çevirir o da unu öğütmeye yetmez. Demek ki kanalı öğütme taşını çevirmedeki su gücüne göre ayarlamak gerekir, su kanalındaki bir engel sizi undan eder.
Buğday, arpa ve mısır el emeği göz nurudur. Bir tanesi heder olmamalıdır, iyi un çıkması değirmenin öğütme taşına bağlıdır. Çiftçi emek vermiştir, tarlada güneş altında ter dökmüş, harmanda elemiş, çuvallara doldurmuş, içinde taş toprak nedir bırakmamış ama sonucu belirleyecek olan dönen değirmen taşıdır. Tabi arpanın, buğdayın da karıştırılmadan öğütülmesi de önemlidir. Önemlidir! arpa unu karın ağrısı yapar.
Şimdilerde gelişen teknikle kimse suyla değirmen taşını pek kullanmıyor, elektrikli değirmenler, sanayileşmiş un fabrikaları toplumun ihtiyacını karşılıyor. O zaman yukarıdaki anlatı niye? Anlatı her doğasal devinim ve toplumsala inşa çalışmalarının kendi işleyiş akışı vardır. Tersi durum verimsizliği ve sizi yolda bırakmaya sevk eder. Hani halk dilinde derler “taşınan suyla değirmen taşı dönmez diye” yani el atacağınız her çalışmanın kendi kimyası-yasası vardır onun içine girmeden, doğrudan temas yapmadan atacağınız her adım nafiledir. Bu, toplumun politik çalışmalarında yüzde yüz böyledir. Sorunsallıkları kendi yerinde, kendi muhataplarıyla ele almazsanız, uzaktan taş değirmene kovayla su serpmeye benzer.
T. C. 1924'ten bu yana Türkiye toplumunu kendince bir kanalda akıtmaya çalıştı, pozitivizmin ulus-devlet ideolojisiyle toplum mühendisliği yaparak tek tip toplum yaratmaya çalıştı. Hikayesi biliniyor, halklar kültürel katliamların yanında fiziki katliamlara ve sürgünlere uğradılar. Bu değirmen kanalına aşağıdan yukarı su taşımaya zorlaması gibi oldu. Her zorakilikte değirmen taşına değen su sesine kendini inandırarak “oluyor oluyor” diye sevinç naraları atıldı. Halkların- toplumun sindirilmiş sessizliğinden tek tip yaratığına kendini inandırdı. Ama toplumların kültürel varlıkları sesiz akan nehir yatağının alttan hızını belirleyen itmeleri olarak akışı belirledi, somutta Kürtler ve diğer kültürel kimlikler olarak “Kürt teşisi’nin dönüşü” ne katıldılar.
Şimdi dünyamız taş değirmen çağı değil, kara saban da paslandı, öküz nalları üretilmiyor ve boğalar öküzleşmiyor. İletişim öyle bir duruma geldiki çoban artık sadece kara ve ak koyunu bilen değil, cebindeki iletişim aletiyle dünyalıdır.
Artık 1915’lerde sessizce yüz binlerce Ermeni halkını adressiz, bilinmeyene gömdü, Kürt halkını 1925, 1927-30, 1938 deki ölüm sessizliği dönemi olarak kimseyi bilinmez kıldı. Dünya ulus-devlet çıkarları gereği olana ortak oldu. Ancak artık dünya halkları olanı anında biliyor ve ulus devlet sınırlarını eylemleriyle anlamsız kıldı.
Bakın Lice'de sıkılan kurşun dahi anında tüm dünyaya duyuruluyor. Kürtlerin kendi rengine, toplumsal değerlerine sahiplenişi, anında yaşanan hem acıyı hem de sevinci paylaşıyor. Anlaşılması gereken, tarihsel seyir Mezopotamya halkına yeniden yeşerme fırsatı vermiştir. O zaman yapılması gereken düşmanın kof- tehdit naralarına kanmadan yerinden, halkın içinden olmak ve halkla birlikte kendi demokratik siteminin inşa çalışmalarında değirmene suyu taşıma değil; sürekli akacak su kanalları açmak gerekir. Bu da eğitim, örgütlenme ve eylem, yani demokratik kurumları, örgütleri inşa etmektir.
Lice'deki serhildan, mesken dağındaki direniş ve sonrasındaki gelişmeler, Kürt halkının artık “kendisi için savaşıyor” dönemine girilmiştir. Buna verilecek cevap halkın kendisini inşa çalışmalarının önünde engelleri etkisizleştirmek gerekir. Devrimci olmanın birincil görevi de halkı irade sahibi yapmaktır, bunun için de halkın irade olması önündeki engelleri de kaldırmak birinci görevimiz oluyor. Bundan dolayı toplum işlerinde birincisi, “devlete dayanarak devrimcilik yapılamaz, idare edilir. İkincisi, toplumun hayati çıkarlarını ilgilendirmeyen işler esas devrimciliği oluşturmaz. Diğer toplumsal kurumlarca yerine getirilen rutin işler seviyesindedir. Üçüncüsü, özgürlük, eşitlik ve demokratikle bağlantılı olmayan işler devrimciliği esas olarak ilgilendirmez. Bu işlerin tersi ise devrimciliği esastan ilgilendirir”. Değirmen taşının bir özelliği de, ellerini dönme hızına-yasasına göre hareket ettirmezsen taş elini kapar önce el parçalanır peşi sıra tüm kol çekilir ve kafa ile gövde birlikte imhaya tabi olur.
Medet Serhad
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 15 Haziran günü saat 07:00 ile 10:00 arası ve 20:00 ile 22:00 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Hakkari'nin Çukurca ilçesi ile Medya Savunma Alanlarımız sınır hattında yoğunca keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 13 Haziran tarihinde işgalci TC ordusuna ait birlikler Mardin'in Kerboran ilçesi kırsalında bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 14 Haziran tarihinde (bugün) saat 7.00 ile 7.30 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Kandil bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Son zamanların bir solukta okunan ve her arkadaşın olduğu gibi benimde kalbimi fethedip yaşam ve mücadeleye bağlılığımı daha da derinleştiren cesaret tanrıçamız Sara arkadaşın ‘’Hep Kavgaydı yaşamım’’ kitabını okurken nedense Sema arkadaşın silueti hiç kaybolmadı gözlerimin önünden. Özellikle baştan sona zindan direnişini anlatan bu kitabın ikinci cildinde hep Sema’yla gezindim durdum kitabın içinde. Neden mi? Hem tanıdığım zindanda direnen ilk yoldaştı heval Sema. Ve hem de o zindan da ben dışarıda iken o koşulları bilmeden tanımadan başlayan arkadaşlığın özünü ve Sema’yı Sema yapan yüceliği tanıyamamanın acısından olsa gerek. Çok hissettim bunu, çok derinden yaşadım bu kitapta. Bana göre birçok insandan farklı olarak hatta dünyanın en büyük şanslarından biri olarak bir tanrıçayı tanıma şerefine nail olmuş ender insanlardanım. Dün gibi anımsıyorum bu tanışmayı.
Devrimciliğimin acemi yıllarında Gökhan Erhan (Ş. Ferhan) yoldaşım, hakiki devrimcilerle tanışmam için beni Çanakkale zindanına, yoldaşları ziyarete götürmüştü. Ziyaretine gittiğim kişi kendisini hiç tanımadığım Sema yüce idi. Mühim değildi kimi görmeye gittiğim, hele isim sadece şekliydi. Bizim için, zindanda davaları için yaşayan erdemli insanlar vardı, onları görmek onlarla tanışıp, mücadelelerinin gerekçelerini öğrenmek, imkanlarımız ölçüsünde onlara bazı ihtiyaçlarını götürmek büyük bir onurdu, devrimci bir görevdi. Velhasıl bu ilk ziyarette tesadüf Sema arkadaşın adını ve tanıdığımı söyleyerek girmiştim o insanlık suçunun işlendiği, parmaklıklar arasında kıran kıra direnen yoldaşların ortamına. Oysa ki bu isimde bir insanı duymamıştım bile. Cezaevi görüşmeleri o direnen, iradeleri çelikleşmiş insanlar için çok ayrı bir öneme sahiptir. İçeri girer girmez o buz gibi duvarların ve soğuk parmaklıkların arasından sızan yaşam coşkulu ses ve umut dolu bakışların arasında bir anda unuttum bir zindana gittiğimi. O kadar çabuk geçmişti ki saatler her birinin görüşme kabinlerinden yükselen sesleri, sıcacık karşılamaları, dolu dolu bilinç saçan tartışmaları ve ‘heval’’deyişleri arasında dolan ziyaret süresinin nasıl geçtiğini anlayamamıştım bile. Tam çıkmak üzere iken Ş. Ferhan bari adına gittiğim Sema arkadaşla tanışmamı söyledi, kendisi gitmiş onunla epey tartışmıştı. Benim için hiç fark etmiyordu hepsi hevaldi ve aynı davanın kadınları ve erkekleri olarak onlarla geçirdiğim her an belleğime yeni şeyler kaydediyor, kafamda şimşekleri çaktırıyordu. Ve işte nihayet adına gittiğim o müthiş kadınla selamlaşmanın ardından küçük bir tanışma oldu. Kısa bir sohbetle başlayan yeni bir arkadaşlık cazibesini o kadar büyüttü ve hacmini o kadar genişletti ki yepyeni bir yaşamın startını verecek kadar etkiledi işte. Tam 20 yıl geçiyor bu tanışmanın üzerinden. Bu tanımış olmanın onuru ve kendimi borçlu saymanın gereği olarak her yıl şahadet yıldönümünde bir şeyler yazarım o tanrıçama dair. 16. Yıldönümünde yazdırdıkları…
Yazılmayan kadın tarihinde yaşamı doğru tanımlamak için müthiş bir çaba vermiş sayısız tanrıça, sayısız kahraman vardır adı belli olmayan. Küllenmiş bu tarihin üstü temizlendikçe niceleri çıkacaktır bilinmez. İşte onlardan biri Sema Yüce. Kadında bilincin ne kadar sancılı geliştiğini kendi şahsında yaşamış, bu sancının ardından zihninde yaşanan yeni doğumun ismini özgürlük koymayı başarmış bir kadın o. Kendini ateş topu yapıp, erkek aklının ve sisteminin kadına bahşettiği statüyü, psikolojiyi, itaat kodlarını, ona tapınma saflığını, düşünememeyi ve başkalarının onun yerine karar vermesini, aşk sahteliklerine kanmayı, zavallılık ve masumiyet edebiyatını, lallığı, körlüğü, sağırlığı bu ateş topunda yakarak, küllerinden kendini yeniden yaratmayı başarmış bir kadın o. Evet Ararat’ın yücelerindeki semanın enginliğindeki derinliği, büyüleyici, etrafındakileri kendine hayran bıraktıran adeta bir mıknatıs gibi kendine doğru çekmeyi becerebilen üslubuyla tanıdım bildim onu. Özgürlük felsefesinde kendini dirhem dirhem yıkamış bir hakikat arayışçısı olarak, bakışlarıyla konuşan senide bu özgürlük denizinin sihrine çekerek yüzmeye davet eden etkileyiciyle, türkü tadında ki aşklı, tutkulu yaşamın ismi Sema Yüce. 20 . yy’ın son yıllarına adını altın harflerle yazdırarak özgürlük tarihine düşülen unutulmaz bir kişilik.
Her çağın unutulmaz kahramanları vardır. Kahramanlar salt kendi halklarının kendi ülkelerinin yada kendi köklerinin değil, insanlığı etkileyip yeni bir şeyler katmak uğruna kendini inandığı değerler uğruna feda edebiliyorsa dilden dile dolaşarak efsaneleşir, destanileşir, adeta ibadet edilir cinsinden inanılarak, ruhların dehlizlerinde ki imanla kendine niyaz edilir. Aslında inananları için bir ibadetgah, aşkgah, kıblegahtır artık ona dönülen. İşte bizim gibi kitapsız, salt dengbejleriyle varlığını korumaya çalışan elinde hiçbir şeyi kalmamış olan bir halkı mucizevi bir biçimde yeniden dirilten Önder Apo’ nun kitaplarını en iyi ve en doğru okumayı başarıp kendini bu öğretiye göre yapılandıran Kürt yurtseverliğinin özünü özüne yediren bir Kürt. Salt etnik anlamdaki varlık bilinci değil, ayrıca varlık olarak bile tartışmalık bir haldeki kadın olmanın acısını derinden yaşadığından yüreği sınır tanımaz bir tay gibi sonsuzluğa koşan bir çağlayan gibi akışkan bir biçimde kadının kurtuluş müjdesi olan özgür kadın mücadelesine atılan bir kavgacı. Özgür yaşamın, aşklı yaşamın hakikatin arayışçısı o.
Kişiliğindeki sistemin kadına dayattığı tüm kodları muazzam bir biçimde çözüp gerileten ve köleleştirenle, amansız mücadele ederek, bağımsız ve özgür bir ruh, bir zihniyet yaratan SEMA YÜCE 1990’ lı yılların Kürt ulusal mücadelesinin tırmanışından etkilenip gerilla saflarına katılmış, bu mücadelenin salt Kürt ulusal mücadelesi olmadığını anlayarak bu mücadelenin özü olan özgür kadın mücadelesi ile özgür bir toplum yaratma mücadelesinde en aktif bir biçimde rol oynamıştı. Önder Apo’nun yanında gördüğü eğitimin sayesinde büyüyen ufku ile Kürt kadının tarihi misyonunu iliklerine kadar hissettiğinden Sema yoldaş, bu yönlü bir mücadeleyi hem kendi kişiliğine karşı hem de yanı başındaki kadın geriliklerine karşı amansız bir mücadele verdi. Kendisini tanıdığımda belki Çanakkale cezaevinde özgürlük davası adına tutuklanmış bir özgürlük mahkumuydu. Ama ne mahkumu, orada kurdukları sistem ve yaşam tarzı ile bedenleri tutsak alınsa da ruhların ve yüreklerin asla tutuklanamayacağını derinden yaşadığından o koşullara inat ideolojik teorik düzeyde kendini yetkinleştirme bunu ajiteye dökme ve yazı şiir, tiyatro ve edebi yazılarla dışarıya karanlık zihinleri aydınlatmanın mücadelesini veren özgürlük mahkumu. İnandığı değerler uğruna yaşayan Sema yoldaşın öngörülü oluşu, zeka kıvraklığı ve kapasitesi karşısında gerçekten hayran olmamak mümkün değildi. Uslubunda ki ikna ediliciliği ile tüm çelişkilerimizi çözdüğünden Sema arkadaş bizim da yaşam öğretmenimizdi.
Önder Apo, henüz kadın partileşmesinden bahsetmeden önce bile böyle bir fikir yürütüp tartışmalarda bunu dile getiren Sema arkadaş, zamanın çok ilerisinde yaşıyordu. İşte Önder Apo, 8 Mart 1998 yılında Kadın Kurtuluş İdeolojisini ilan ettiğinde bu ideolojinin anlamına vararak bu esaslar üzerinden özgür kadın kimliğinin partileşmesini en çabuk anlayan kişi olmuştu. İçimizde yaşanan tasfiyeci, özgürlüğün kazanamayacağına olan inançsız, ruhu teslim olmuş herkese eylemiyle bu ideolojinin yaşamsallaşması gerektiğini bedeninde 21 Mart gecesi ördüğü kızıl köprü ile cevap vermişti. Yurtsever duygularla ülkesine bağlı, onurlu yaşamaktan yana tercih koymuş her kadın, özgür iradesi ile örgütlenirse müthiş bir güç olabilirdi ve bunun için ideolojik bir kimlik olan bir parti olarak örgütlenme, partileşme kadın için şarttı. Evet Sema arkadaş bunları mesaj olarak vermiş ve tüm kadınları harekete geçiren eylemiyle özgür kadın mücadelesinin katalizör gücü olmuştu. Eğer bugün salt parti biçiminde değil, büyük bir yaşam ordusu, askeri orduları, siyasal ve sosyal anlamda iradeye kavuşmuş özgür iradesinde ısrarlı ve kadının yaşamın her alanda özneleşmesi için müthiş örgütlü bir kadın kitlesi varsa, bunu Sema Yüce arkadaş gibi mücadele eden kadın yoldaşlarımıza borçluyuz. Sema arkadaşın koyduğu fark Önder APO’yu erkenden fark edip, bu özgürlük savaşımını yeni bir aşamaya taşımasıydı. Çünkü Sema yoldaş amacında netti ve amaçlarına göre yaşamak ve yaşatmak onda her koşul altında bir ilkeydi. Ve bunu başardı Sema yoldaş, anlamlı, güzel ve büyük yaşamanın, sevginin kanunlarını koyan baş tanrıça ZİLAN’IN takipçisiydi. Yaşarken de büyük yaşadı, yaşama veda ederken de. Tam 87 gün yanık bedenin ağrılarıyla yaşadı ama her yanına gidene Önder Apo’yu yalnız bırakmayın demişti. Onun için birey olarak yaşamak değil eyleminin amacına ulaşması hedefti. Son gören yoldaşlar böyle diyordu onun için. Yaşamını bilinçli yaşayanlar yaşamın anlamına varırlar. Ve nasıl bir ölümü seçeceğine de. Tıpkı Sema, tıpkı Zilan gibi.
Neyin kadını olmak? İşte bu soruya cevap aramıştı Sema yoldaş. Tıpkı Zilan yoldaş gibi.
Cins kimliğini nasıl kodlamak? Neye göre ve nasıl yaşamak? Bu sorulara cevap bulmuştu Sema yoldaş, tıpkı Zilan yoldaş gibi.
Zilan…
Evet Zilan yoldaş neyin kadını olmalı sorusuna en çarpıcı cevap olmayı başarmış zafer tanrıçamız. Ufkunu özgürlük bilinciyle büyütmüş başka bir Star. Ve inandığı değerler uğruna ölüme koşarak gidip ölümde yaşamı dirilten yaşam kanunumuz. Çok uzun uzadıya yıllarca saflarda kalarak kendini yaratmış biri değil Zilan yoldaş. Çok kısa bir sürede cephecilik ve gerillacılık süreçlerinde militanlaşmak için özgürleşmek için her geçen zamanı, anı anlam gücüne ulaştırarak derinliğine özümseyip kendinde davranış ve eyleme dönüştürmenin mümkün olduğunu kanıtlayan bir yoldaş. Devrimciliğin yıllarla ölçülemeyeceğinin en çarpıcı örneği. Özgür kadının nasıl yaşaması gerektiğinin yol haritası olan mektuplarında ifade ettiği gibi büyük ve anlamlı yaşam için muazzam inancın, muazzam tutkunun sembolü olmayı başarmış tanrıçamız.
‘’Zilan bir kişi değil, bir çizgidir, bir yaşam tarzıdır, bir savaş tarzıdır, bir zafer tarzıdır. Eğer bu gerçeklik bile kavranılır ve YAJK buna öncülük ederse, aslında zaferin en sağlam güvencesini de kendi şahsında somutlaştırmış ve gerçekleştirmiş olacaktır. Bu temelde eksiklikleriniz olabilir, her düzeyde bazı yanlışlıklar içinde de olabilirsiniz; ama eğer Zilan çizgisi bir gerçekse –ki, bundan kuşku duyulamaz- ve düşmanı en çok korkutan bir gerçeklik olarak gelişmeye devam ediyorsa, o zaman YAJK’ın yürüyüşü hem yaşamda büyük bir özgürlük yürüyüşüdür, hem de savaşta zafer yürüyüşüdür.’’(REBER APO) Gerçektende böyle bir yürüyüşün adı oldu o ve bu yürüyüşün bitmeyen enerjisi bitmeyen ruhu heval Zilan.
Eril paradigmanın alıştırdığı gönüllü köleliğe başkaldırmanın, dengesiz kadın erkek ilişkilerin ağında debelenen kadını bu ağdan kurtarmanın yolunu gösteren ışık. Adeta denizde yolunu bulamayan gemilere, yol gösteren bir deniz feneri gibi kadınlar için.
Hele kürt halkı için müthiş bir moral ve kendine özgücüne güvenle yaşamak demektir Zilan. Varlığı bile tartışmada olan bir halkın yeniden dirilmeye başladığı, kimliğine, kültürüne kavuşmak için büyük bedeller ödeyerek acı çeken Kürt halkının çıkış kapısı olmuş Önder Apo’ya karşı geliştirilen saldırıyı fark ederek, bu saldırıya karşı kendini siper etmiş tek kişilik bir ordu. Özgürlük hareketinin karşı karşıya olduğu tehlikeleri görmeyi başarmış, '96 yılı içerisinde gelişen operasyonların bilincine varmış ve bunun karşısında PKK militanının geliştirmesi gereken eylem tarzının nasıl olması gerektiğini tespit etmiş bir komutan aynı zamanda. Önderlik öğretisinden ulaştığı sonuçların bir gereği olarak da kaynağını ideolojik derinleşmeden alan bir inanç ve mücadelenin yenilmezliğine duyduğu güvenle devrim tarihimizde ilk kez bedenini patlatacak düzeyde yüce bir kahramanlık eylemini gerçekleştirmiş müthiş bir taktisyen. Ve başarmanın emridir Zilan.
Zilanı da Sema’yı da Gulan’ı da büyüten, ölümsüz kılan, yüreklerinde ki davaya olan inançları ve önderlik felsefesiyle büyüyen ufuklarıydı. O büyüyen ufukla ölüme meydan okuyan bu kadınlar haziran sıcaklığında haziran da ölmek zor değil, haziranda ölümde yaşamı yaratmak için ölümü bayram havasında karşılamanın sembolü olmak güzel, dediler. Alçakca katledilen Gulan arkadaş fedai kişilşiğiyle zaten ölümle alay ederek yaşardı. Zilan ve Sema içinse bir tercih oldu fedaice bir ölüm. Sara’nın yoldaşları yeniden yazılan kadın tarihini Sakine’nin Mücadelesi tarzında örmeyi bir şeref saydılar. ‘’Ölüme güle oynaya gitmek! Ama ona inat yaşama ait ne varsa onların değerini bilerek onları incitmeden hırpalamadan özünü zedelemeden korumasını da bilmek. Bu herhalde ölmesini de bilmektir. Yoksa ölüm sıradan, yaşam sıradan olur. Aynı şeyleri duyumsamak ortak ruh güzelliğinde buluşmak amaca güçlü bağlanmayla direkt bağlantılıdır. İnanç derinliği kavga aşkındaki akıcılık zorlukları ortak göğüsleme gücü, morali de sağlar.’’ Diye kitabında bu ifadelerle direnişi ve inanç uğruna ölümün anlamını ifadelendiren Sara yoldaş, tüm mücadele yaşamı boyunca bu 3 özgürlük çiçeği ve tüm kızıl çiçeklerimizi en iyi biçimde nasıl temsil edeceğimizin mücadele yol ve yöntemlerini gösterdi. Bize düşen bu yolu takip edip hakikate doğru ilerlemek mutlaka ve mutlaka onların hayal ve umutlarının yaşanılır kılabilmektir.
Zilan, Sema ve Gulan yoldaşlar ile Haziran ayı şehitlerimiz şahsında tüm yüce şehitlerimizi saygıyla anarken bu çizgiye göre yaşamanın onuruyla, mutlaka zaferi getirme aşkıyla, tutkusuyla yaşamak bizim için onlardan gelen bir emirdir, böyle anlamamız gerektiğine inanıyorum, yoksa hepimiz münafık oluruz.
Aze Malazgirt
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 10 Haziran tarihinde saat 13:00 ile 22:00 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Xakurke Bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleşmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. Hakkari'nin Şemzinan ilçesine bağlı Bezele karakolunda bulunan işgalci TC ordusuna ait birlikler bir süredir Tepe Sivri ile Tepe Leylek arasında yol yapmak istemektedirler.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Haziran tarihinde saat 15:30 ile 00.00 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Zap bölgesi ile Çukurca sınır hattı üzerinde yoğun keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 8 Haziran tarihinde saat 00:00'da Amed'in Lice ve Hani ilçeleri yolu arasında İşgalci TC ordusuna ait içinde Özel harekat timlerin bulunduğu bir panzere Türk devletinin gerçekleştirdiği Lice katliama karşı yerel bir gerilla birliğimiz misilleme eylemi gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar