HPG Ana Karargah Komutanlığı’nın şehit Tekoşer yoldaşın şehit düştüğü olaya ilişkin yaptığı açıklama:
“26 Nisan 2011 günü Dersim’in Pülümür ilçesine bağlı Sevdin alanda yaşanan çatışmada şehit düşen 7 yoldaşımızdan birisi de Tekoşer Amed’dir.
Mücadeleye katılmadan önce de gençlik çalışmaları içerisinde aktif yer alan Tekoşer arkadaş bir süre sonra bunu yeterli görmeyerek mücadelenin ön saflarında daha aktif yer alabilmenin arayış ve çabası içerisine girmiş, bu arayışların sonucunda 2009 yılında gerilla saflarına katılmıştır.
Gerilla saflarında bulunduğu arkadaş ortamlarında olgun ve mütevazı duruşuyla dikkat çekerken gerilla yaşamına duyduğu ilgi ve merak onun da kısa sürede dağ koşullarına uyum sağlayarak sorumluluk üstlenmesini kolaylaştırmıştır. Gelişmeye açık yapısıyla bulunduğu ortamlara güç ve katkısı büyük olmuştur.”
Birçok Kürdistanlı genç artık sıradan bir çalışmayı kendisine yeterli görmediği tarihi bir süreçten Kürdistan gençleri geçiyor.
Kürdistanlı gençlerin haksızlıklara karşı artık tahammülleri kalmamıştır. Bunun için herkes şöyle ya da böyle bir şeyler yapar. Bu bir şey zamanla çok şey olur. Çok şey oldukça bu ruh artık bu bedene sığmaz. Sıkışan bir ruh ise vasat ortamların içerisinde nefes alamaz. Günü birlik bir yaşama ruhu yüksek olanlar alışamazlar. Alışamadıkları için kendilerine yeni yollar ararlar.
İşte böyle ruhunun özgürlüğünün peşine düşen gençlerden bir tanesi de Tekoşer yoldaştır.
Mücadeleye katılmadan önce de gençlik çalışmaları içerisinde aktif yer almaktadır Tekoşer yoldaş. Ancak bu çalışmalar bir süreden sonra sıkmaya başlar, daraltır. Bu daralmayı aşmak, bu sıkışmayı aşmak için daha geniş alanlara çıkmayı bilir Tekoşer yoldaş. Bunun için yönünü daha sonra dağlara verir. Nitekim bu arayışlara cevabını 2009 yılında verir.
Tekoşer yoldaşımız güneye hiç gelmemiştir. Sivildeki ismi Hakan’dır. Hakan ise çok yoğun bir şekilde Türklük kokmaktadır. Bunun için Hakan ismini sevmez. Bu ismi sevmediği gibi kimsenin ona bu isimle hitabet etmesini de kabul etmez.
Gün gelir dediğimiz gibi dağlara çıkacaktır. Onunla birlikte çalışanlar onun katılımını duydukça oldukça sevineceklerdir.
Sivilde legal çalışmalarda aktif çalışan bir gençtir. Hem de göz dolduran…
Hakan ismini dediğimiz gibi sevmezdi. Ve bu ismin söylenmesine de izin vermez. Hatta daraldığı da olur. “Hayır, bana Hakan demeyeceksiniz, benim adım Haki’dir” diyerek Haki Karer yoldaşa olan yakınlığını ve bağlılığını her seferinde hissettirir.
PKK hareketinin en büyük şehitlerinden olan Haki Karer arkadaştan çok etkilenmiş bir gençtir. O’nun yolunda, şehitlerin yolundan gitmek için kendini feda eden bir arkadaştır. Türklük kokan o Hakan ismine bile tahammül gösteremeyecek kadar yurtseverlik duyguları güçlü bir gençtir.
“Bundan sonra bana Hakan demeyeceksiniz. Ben Haki’yim. Bana Haki diyeceksiniz, benim ismim Haki’dir” dediği çokça olmuştur. Yoldaşları da O’na “Haki” demeye başlarlar.
Hakan ismini onun okul arkadaşları kullanmayacaklardır. Artık o Haki’dir. Haki olarak çağrılmaya başlanır.
Haki arkadaşın aktifliği, kendisini yoldaşlarla yenilenmesi, gerillaya katılım isteğini onunla kalan herkesçe bilinir. Gerillaya gelmek için birkaç denemesi olmuştur Haki arkadaşın. Tekoşer arkadaşın birkaç denemesi olur; ancak çalışmalarda kalınmasına karar verildiği için gelemez. Yine bir keresinde ise yekser yakalanır.
Haki yoldaş tutuklanmıştır. Ancak çalışma azmi, dağlara çıkma azmi ve de düşmana olan kini azalmamış bilakis çok daha üst boyutlara tırmanmıştır.
Kimle gitti, kimlerle gitti, kim biliyordu Haki’nin gideceğini. Haki tutuklandıktan sonra direkt serbest bırakılır. Serbest bırakıldıktan sonra ona “senin nereye gideceğini biz biliyoruz. Nereye gidersen git biz izin vermeyeceğiz” diyen faşist polislerle karşı karşıya da kalır Haki yani Tekoşer yoldaş.
Ama Haki’nin iddiası, kararlılığı yüksektir. Bu yüzden de onları hiç takmaz. Yakalandığı süreçte cezaevi, işkence, gözaltılar hiç O’nun umurunda değildi. O bir kere gerilla olmayı kafasına koymuştur. Bir APO’cu ruhu kafasına koymuştur. Katılacaktır Haki.
Sonra da duyulur ki Haki dağlara çıkmış.
Onu sivilde tanıyan bir yoldaşı bu duruma ilişkin:
“O yüzden Haki duyduk ki katılım yapmış. Haki katılım yaptıktan sonra Erzurum’dan gelen O’nu katan arkadaşları gördük. Onlarla tartıştık. Resimlerini gösterdiler. Çok sevinmiştik.
Sivilde çok fedakârdı. Gerillaya katıldıktan sonra arkadaşlar Haki arkadaşın katılımının çok özlü bir katılımının olduğundan, şehit düşmeden çok önce de her zaman bahsederlerdi.
Arkadaşın sürekli bir heyecanının, bir duygusunun olduğu belli oluyordu” diyecektir.
Haki arkadaşın bilinçli bir katılımı vardır. Bir kini ve öfkesi vardır. O kini ve öfkesini dindirebilmek, düşmana kusabilmek için bir katılım sağlamıştır.
Çok erkenden gerillaya adapte olan Tekoşer yoldaş karakter olarak çok güçlü devrimci özelikler gösteren bir yapıdadır. Bunun içindir ki dağlarda zorlanmayacak, tam tersine erkenden gelişme seyri yaşayacaktır.
Tekoşer yoldaş gelecekte özgürlüğü elinde alınmış olan gururlu ve onurlu bir halkın evladı olarak bu onurlu ve gururlu halk için canını vermekte tereddüt etmese bile bu kadar erkenden aramızdan ayrılması kaldırılması zor bir duygudur.
Her zaman seninle, senin inandıkların değerler uğruna mücadele edeceğimize sana ve senin şahsında şehitlere verdiğimiz sözümüzü yeniliyoruz.
Mücadele arkadaşları
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 21 Nisan tarihinde saat 21.00 ile 23:00 arası işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları Medya Savunma Alanlarımızdan Zap ile Zagros bölgelerinde belli aralıklarla uçuş gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Seçim bitti, ama mücadele bitmedi. Başta Ceylanpınar ve Ağrı olmak üzere Kürdistan’ın birçok kentinde halk ayakta. AKP hilelerine karşı kazandığı seçim başarısına sahip çıkmaya çalışıyor. Tıpkı 29 Mart 2009 yerel seçiminden sonra yaptığı gibi, tıpkı 12 Haziran 2011 seçiminden sonra yaptığı gibi, AKP’nin 30 Mart yerel seçimlerinden sonra da Kürdistan Özgürlük Hareketine saldıracağı anlaşılıyor. Başta Urfa ve Ağrı olmak üzere çok sayıdaki kentte halka saldırısı bunu gösteriyor. Tayyip Erdoğan’ın Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tutumu, İmralı’da sürdürülen görüşmelerin aslında bir oyun olduğunu ortaya koyuyor.
Günler geçmiş olmasına rağmen30 Mart yerel seçim sonuçları hala tartışılmaya devam ediyor. Önümüzdeki süreç içinde daha çok da tartışılacağı anlaşılıyor. Çünkü Türkiye’nin içinden geçtiği çok kritik bir süreçte yapıldı. Daha baştan itibaren herkes referandum değerinde olduğunu ifade etti. Seçim sonuçlarının Türkiye’nin siyasal gidişini belirleyeceğini söyledi. Siyasal sürecin buna göre belirleneceği belirtildi.
Sonuçlar gerçekten de bu değerde ortaya çıktı. Görünüşe bakılırsa herkes seçimden başarıyla çıktı. Nitekim tüm parti liderleri başarı kazandığını ifade etti. Peki ama gerçek de böyle mi? Kuşkusuz hayır! Aslında öyle bir seçim oldu ki, neredeyse doğru dürüst bir kazananı olmadı. Seçimin ardından günler geçmiş olmasına rağmen hala birçok yerde sonuçların kesinleşmemiş olması bunu gösteriyor. Çözümsüzlük ve çatışmalı durumun tırmanması aslında bunu ifade ediyor.
Seçim sonucu eğer sadece oy almaksa, o zaman AKP’nin 30 Mart yerel seçimini kazandığı söylenebilir. Çünkü 30 Mart’ta aldığı oy oranı, böyle bir seçimde alabileceği en yüksek oy düzeyini ifade ediyor. Türkiye’deki yerel yönetimlerin çok büyük bir kısmını ele geçirmiş bulunuyor. Ama seçim sonucunun esas itibariyle sadece oy oranı olmadığı biliniyor. Nitekim 12 Haziran 2011 seçiminde de AKP çok yüksek bir oy oranı elde etmişti, ama meclisteki milletvekili sayısı daha da azaldığı için hedeflediklerini yapamaz duruma düşmüştü.
AKP açısından şimdi de benzer bir durum yaşanıyor. AKP çok önemli bir oy oranı elde etti, ama bu oran AKP’yi kurtaracağa pek benzemiyor. Çünkü bu seçimlerde AKP’nin Türkiye genelinde yeterli bir alternatifi yoktu. CHP ve MHP gerçek anlamda AKP’nin alternatifi değildi. Fetullahçı Hareketle kıyasıya bir mücadeleye girdi, ama Fetullahçı Hareketin seçim ortamında doğrudan bir karşılığı yoktu. CHP ve MHP’nin Fetullahçı Hareketle ilişkisi bu düzeyde değildi. Dolayısıyla aslında seçime girmeyen bir güçle mücadele etti ki, bu güç varlığını ve yapısını hala koruyor. Yani AKP’nin çatıştığı güç hala karşısında duruyor.
AKP’nin teorik ve programsal alternatifi kuşkusuz HDP idi. Onunda çalışmaya çok geç başladığı, aslında kazanacağına kendisinin bile fazla inanmadığı, dahası derin devlet tarafından planlı ve sistemli bir biçimde engellenmeye çalışıldığı ortadadır. AKP’nin mevcut oy oranına ulaşması işte bunun sonucunda gerçekleşmiştir. Yani kendi başarısından ziyade alternatifinin olmaması mevcut sonuçlarda daha etkili olmuştur.
CHP ve MHP açısından gerçekte bir başarıdan söz edilemez. Her ne kadar başarı peşinde koştuklarını söyleseler de, aslında bu iki partinin gerçekte bir başarı hedefi ve böyle bir sorunu yoktur. Onlara biçilen rol, toplumun belli kesimlerini aldatarak denetimde tutmak ve iktidar partisine koltuk değnekliği etmektir. Yani onlar AKP iktidarının koltuk değneği durumundadırlar ve bu görevlerini de başarıyla yerine getirmektedirler. Tayyip Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi, aslında Türkiye’nin iktidardan çok gerçek anlamda bir muhalefete ihtiyacı vardır. Gerçekten biraz demokratik bir zihniyete ve yaşama sahip olanların bu CHP içinde bulunmalarının hiçbir anlamı kalmamıştır.
Bu seçimde de AKP’ye gerçek alternatif Kürdistan’daki BDP varlığı olmuştur. BDP bu seferde AKP karşısında Kürdistan’daki referandumu kazanmış, AKP’nin Kürdistan’da bir kez daha yenilmesini ortaya çıkartmıştır. Bazı yerlerde oy kaybetmesine rağmen, BDP’nin 30 Mart’ta aldığı sonuç çok önemli bir seçim başarısıdır. Fakat BDP’nin bu başarısı da bölgeseldir, Kürdistan ile sınırlıdır. Bu sonuç Kürt sorununun siyasal çözümü için önemli bir veri oluşturmaktadır, fakat Türkiye’nin demokratik dönüşümü için yetmemektedir. Bu durumda Kürt sorununun siyasal çözümü de AKP’nin insafına kalmaktadır. AKP de çözümleyici değil de oyunbaz yaklaşınca yeni savaş süreçleri gündeme gelmektedir.
29 Mart 2009 yerel seçiminde de DTP’nin Kürdistan’da kazandığı başarı Kürt sorununun siyasal çözümü için benzer elverişli bir durum yaratmıştı. Kürt Halk Önderi’nin ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin barışçı ve siyasal çözümcü yaklaşımına rağmen, AKP iktidarı 14 Nisan 2009’dan itibaren siyasal soykırım operasyonunu başlatmış ve DTP’yi de kapatarak demokratik siyaseti tasfiye etmeye ve bu temelde siyasal çözüm zeminini yok etmeye çalışmıştı. Kürt halkına ve Özgürlük Hareketine karşı darbe düzeyinde bir saldırı yürütmüştü. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu duruma “17 Kasım Darbesi” demişti.
Şimdi AKP’nin 14 gün bile sabretmediği görülüyor. 2009 seçimi ardından 14 Nisan’da siyasal soykırım operasyonunu başlatmıştı, şimdi 14 saat bile beklemeden aynı saldırıyı başlatmış bulunuyor. Aslında devlet gücüne dayanarak BDP’nin seçim başarısını engellemek için her türlü hazırlığı yapmış olduğu anlaşılıyor. Belki de Türkiye tarihinin en hilekar seçimi 30 Mart’ta yapılmış oluyor. Başta Ceylanpınar ve Birecik olmak üzere tüm Urfa’da AKP’nin seçimi kazanmasının tamamen hile temelinde olduğu artık açığa çıkmış bulunuyor. Bingöl ve Tatvan gibi alanların da böyle olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ağrı’daki durum AKP’nin Serhat’ı tutmak istediğinin göstergesidir.
Peki bu durum iktidar partisi olarak sadece AKP’nin mi planıdır? Hayır, kesinlikle böyle değil. Böyle sananlar yanlış değerlendirmiş olurlar ki, onun sonucu da başarısızlık olur. Doğrusu ise AKP’nin tüm bu hile ve baskı planlarını derin devlet ile birlikte yapmış olduğudur. Bu durumda derin devletin Kürdistan’ı seçime dayalı olarak yeniden işgal etmek istediği ve Rojava Kürdistan’a saldırarak devrimi tasfiye etmeye hazırlandığı ortaya çıkmaktadır. Urfa ve Ceylanpınar’da bu kadar açık ve yoğun seçim hilesi yapması bunun içindir. El Kaideci çetelerin Kobani saldırısı da bu planın bir parçası olarak yaşanmaktadır.
O halde derin devletin ve AKP’nin yeni politik planları açığa çıkmış durumdadır. 29 Mart ve 12 Haziran seçimlerinden sonra yaptığı gibi, bugün 30 Mart seçimi ardından da her türlü saldırıya başvurarak Kürdistan Özgürlük Hareketini tasfiye etmeyi amaçlamaktadır. Fetullahçılara saldırdığı gibi Kürtlere de saldırarak alternatifleri yok etmek istemektedir. Bu temelde yeniden ABD ile işbirliğine girmeyi ve ABD tarafından kabul edilmeyi umut etmektedir.
AKP’nin Kürt Özgürlük Hareketine ve demokratik güçlere karşı imha ve tasfiye temelinde yaklaşacağı, 30 Mart’ta elde ettiği oy oranının verdiği siyasal gücü Kürtlere karşı saldırıda kullanacağı kesinleşmiştir. Bunun için her türlü hileyi uyguladığı gibi, her türlü baskıya da başvuracaktır. Gerçek budur ve bu konuda hiç kimse kendini aldatmamalıdır. Dolayısıyla AKP’nin oyun ve saldırılarını boşa çıkartabilmek için, Türkiye’yi demokratikleştirerek Kürt sorununun demokratik çözümünü gerçekleştirebilmek için, en küçük insani hakkı koruyabilmek için direnmek gerekmektedir. Zaman direnme zamanıdır.
ABD AKP’yi hizaya getirmek istemektedir. AKP ise alternatifleri yok ederek ABD’yi kendine mecbur bırakmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla aralarındaki mücadele bu yakın süreçte de devam edecektir. Bu da özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirebilmek için uygun ortam ve yeterli imkan ortaya çıkarmaktadır. Fakat bu süreç uzun sürmeyebilir. ABD-AKP arasındaki çatışma bir biçimde sona erebilir. Dolayısıyla özgürlük ve demokrasi hareketi ne yapacaksa bu süreçte yapmak durumundadır. Geç kalmak tüm fırsat ve imkanları kaybetmeye götürebilir.
Dolayısıyla gün mücadele günü, direniş günüdür. Her gün özgürlük mücadelesi açısından altın değerindedir. Bir gün bile geç kalmak, her anı mücadeleyle doldurmamak kesinlikle zararlıdır. AKP’nin mevcut hile ve saldırılarına karşı Kürt halkının cevabı da demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı yükseltme mücadelesini geliştirmek olacaktır. 30 Mart yerel seçim sonuçları böyle bir direnişi zafere taşımak için gereken verileri sunmaktadır.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgür Politika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
18 Nisan tarihinde saat 07:00 de işgalci TC ordusu Hakkari'nin Şemzinan ilçesine bağlı Şikeftane köyü kırsalında bir operasyon başlatmıştır. Operasyon Şikeftane boğazına kadar ilerlemiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 18 Nisan tarihinde saat 12:30’da Van Gürpınar’a bağlı Aksir Karakolunun yapımı için çalışan bir araç gerilla güçlerimiz tarafından yakılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 17 Nisan tarihinde saat 09:ile 09:30 arası işgalci TC ordusuna ait kobra tipi helikopterler Şemzinan sınır hattında bulunan Geniş Tepe üzerinde uçuş gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 15 Nisan tarihinde saat 11:00'dan akşam saatlerine kadar işgalci TC ordusuna ait skorsky tipi helikopterler Şemzinan sınır hattında bulunan Mamreş ve Gırana tepe karakollarına askeri sevkiyat gerçekleştirmiştir
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1.12 Nisan tarihinde saat 13:00 ile 14:00 arası İşgalci TC ordusu Şemzinan'a bağlı Derik ve Stune köylerinde yeni karakollar yapmak isterken gerilla güçlerimiz bu yeni yapılmakta olan karakollara ağır silahlarla müdahale etmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 10 Nisan tarihinde İşgalci TC ordusu Hakkari'nin Şemzinan ilçesi sınır hattında bulunan Gırana Karakolu ve çevresinde yeni mevziler yapmak üzere yoğun askeri sevkiyat yapmıştır.
- Ayrıntılar
Dersim Kürdistan tarihinde özgün bir yeri olan bir alandır. Denile bilir ki Dersim topraklarına uzun yıllar tek bir düşman askeri ayak basmamıştır. Dersim Alevi bir bölge olarak aşiretler tarafından idare ediliyordu. Dini bağlardan dolayı birbirinden elbette kopuk değillerdi. Dersim’e uzun yıllardan sonra ilk kez 1938 yılında yabancı askerler ayak basacaklardı.
Kürdistan’ın birçok yeri susturulunca sıra Dersim’e gelecekti. Önceleri Dersimle özel ilişki kurup Kürt isyanlarında tarafsız kalmasını isteyen Kemalist rejim adım adım Dersim’e dönük saldırı hazırlığı başlatacaktı. Önce “Tunceli Kanunu” nu 25 Aralık 1935’te çıkaracaklardır. Dersim ismi değiştirilecektir. Kendilerince “gümüş kapısını” bir tunç eliyle fethedeceklerdir. Bunun için Dersim’in ismini Tunceli yapacaklardır. Kürdistan’da isyan ardından birçok yere Genel Müfettişlikler kurulur. Dersim birkaç il’le birlikte birinci genel Müffetişlik içerisinde yerini alacaktır. Ancak gelecekte saldırılarını daha sağlam merkezileştirmek için dördüncü Genel Valilik kurulacaktır. Başına ise Abdullah Alpdoğan getirilecektir. Hem Dersim’in valisi hem de askeri kumandanıdır.
Dersime özgü kararname salt Dersim merkezini kapsamamaktadır. Bu kararname Dersim’e komşu Alevi yerleşim merkezlerini de içine almaktadır. Yukarıda dile geldiği gibi Dersim’in silahlarını iade etmesi istenir. Silahsızlandırma için kanun çıkarılır. Dersim silahları vermeyince, Dersim kuşatılır ve “Yasak Bölge” ilan edilir. Abluka ve yasak bölge ilan etmekle birlikte Dersim’in etrafına askeri kışlalar kurulur. Karakollar kurulur. Mameki yani Manikan köyü-eskiden Mazgirt’e bağlı bir köy-Tunceli’nin yönetim merkezi olarak kullanılacaktır.
Düşman Dersim’i çaktırmadan kuşatırken Dersim liderlerinden Seyit Rıza Kemalist rejime bu durumun kaldırılması için mektup yazacaktır. Askeri yapıların yapılmaması ve savaş için yapılan tüm ulaşım çalışmalarının da durdurulmasını ister. Ayrıca Kemalist rejimin silahları toplama kararının da geri alınması ister. Lakin devlet Dersim’i “gözündeki çıban” olarak görmektedir ve çıkarmakta karar kılmıştır. Bunun için Seyit Rıza’nın dediklerine kulak asmayarak çalışmalarını sürdürecektir. Durumun giderek kritikleşmesi üzerine Dersimliler direniş başlatırlar.
Kürdistan’da 1920’lerdeki isyanların en sonuncusu Dersim İsyanı’dır. Dersim hareketi öncesi mecliste hazırlıklar yapılmıştır. Yöre halkından 200 bin silah istenmektedir. Bu arada Dersim’e tanınan özgün haklar kaldırılmaktadır. Çok bilinçlice yapılan bu tahrik isyana teşvik ederek ezme istemidir. Nitekim sonradan geliştirilen “Sel Hareketleri” önceden planlanmış olarak ortaya çıkmaktadırlar. Devletin topyekûn yönelim hazırlıklarına rağmen Kürtler arası birlik sağlanamıyor, birçok aşiret devlet yanlısı ve kimi de tarafsızlık adına yerinde durmaktadır. Kıyasıya bir direniş ardından 1937 yılında isyan hafızalarda silinmeyecek bir şekilde bastırılıyor Kimi tanıklara göre Munzur Nehri günlerce kırmızı akıyor. Çok vahşice bastırılan isyanda işbirlikçik ve ihanet de eksik olmuyor. İsyanın komutanı olarak bilinen Ali Şer ve eşi Zarife hanımın kafasını keserek Türk ordusuna götüren Rayberler tarihi tekerrür ettirirler. Sonra da kelle avcısı olarak mağara mağara dolaşarak Kürt isyancılarının kellesi karşılığı altın alırlar. Tabi kendi halkına karşı en iğrenç biçimde kullanılan bu uşak ve satılmış kişilikler kullanıldıktan sonra tasfiye edilirler.
Aynı zamanda 1937’nin 28 nisan ayında büyük bir komplo sonucunda Zarife Hanım ve Ali şerrin katledildiği ve büyük bir ihanete uğradığı gündür. Belki Kürdistan tarihinde çokça ismi duyulan zarife hanının isyanlarda oynadığı rol ve misyonu hep duyulur. Zarife bir Kürt kadını olarak o dönemde isyanın başarılı bir şekilde sonuçlanmasına en çok katkı sunan kadınlardan birisi olmaktadır. Zarife hanımda var olan cesaret ve mücadele azminin güçlülüğü büyük yurtseverlik ruhundan doğduğunu dile getirmek yerinde olacaktır. Zarife hanın bu anlamda Kürdistan toprakları ve kültürel haklarının savunmada direnişiyle sembol düzeyine ulaştığını dile getirmek gerekir. Eşiyle birlikte Türk devlet güçlerinin soykırım ve talan politikalarına karşı omuz omuza verip direnmişleredir. Tabi bu direniş salt Zarife hanımla sınırlı kalmamaktadır. Bir çok Kürt kadını ve erkeği düşmana karşı görkemli bir mücadele vermişlerdir. Teslimiyet ve ihaneti kabul etmemek için yaşlısıyla,çocuğuyla, genciyle sırf düşman tarafından esir alınmamak için diri diri kendilerini uçurumlardan atmışlardır. Ali şer ise devrimci bir karakter sahip olduğu, ve neterlektüel özelliklerinin önde kendisinde mevcut olduğu bilinir. Okumayı çok seven ve sırtında taşıdığı çantasından hiç kitap eksik etmiyen bir inanca sahip olduğu söylenir. Dersim direnişi her yere yayılacaktır. Düşman istediğini elde edemeyecektir. Binlerce askerle, yüzlerce topla ve yine uçakla saldırmalarına rağmen sonuç almaktan çok uzaktırlar. Dersim’in o görkemli coğrafyası Türk ordusuna aman vermemektedir. Bunu gören düşmanlar tarihte çokça kullandıkları hile taktiklerine başvuracaklardır. Barış teklifi, görüşme teklifi…
Seyit Rıza’ya Erzincan valisi haber göndererek devletin Dersimlilerin isteklerini kabul edeceğini iletir. 5 Eylül 1937 yılında Seyit Rıza birkaç arkadaşıyla birlikte Erzincan’a gitmek için yola çıkar. Yolda karşılaşacağı bir askeri birliğe valinin kendisini istediğini söyleyecektir. Askerler onu ve arkadaşlarını valinin yanına getireceklerdir. Seyit Rıza ve yoldaşları tutuklanacaklardır. Toplam 58 kişiyle birlikte Seyit Rıza’da alelacele yargılanacaktır. Mahkeme 11 kişiye idam kararını verir. Ancak öyle bir oyun yapılır ki -eşine insanlık tarihinde az rastlanır- düzmece bir mahkemeyle gece yarısı etraf ışıklandırarak gündüz süsü verilerek idam edilirler. Dört kişi yaşlı olduğu için idam 30 yıl hapse çevirtilir. Seyit Rıza ise 18 Kasım 1937 yılında Elezağı Buğday Meydanında infaz edilir. Seyit Rıza gururla idam sehpasına doğru ilerler ve cellâdı itip, ipi boynuna geçirir. Sandalyeye ayağı ile tekme vurup kendi infazını da kendisi gerçekleştirir. Diğer infaz edilen altı Kürt direnişçinin isimleri şöyledir; Resik Hüseyin, Seyd Wuşên, Fındık Ağa, Hasan Ağa, Hasan, Ali Ağa.
İsyanın liderleri katledildikten sonra ağırlıklı olarak isyan bitmiştir. Ancak 1938 yılına kadar farklı yerlerde parça parça direnişler sürdürülecektir. TC’nin amacı isyanı bastırmak değildir. Kaldı ki Dersim isyandan ziyade TC’nin saldırılarına karşı direnişe geçmiştir. Meşru müdafaadan başka yapılan bir şey yoktur. Dediğimiz gibi parça parça direnişler Seyit Rıza’nın idamı ardından da devam edecektir. TC tümden bir ibreti alemlik bir durum yaratmak için saldırıların hızını kesmeyecektir. Tersine daha sinsice bu sürdürülecektir. Binlerce insan katledilir. Evleri yakılır, yıkılır. Öyle ki bir daha kimse buralarda direniş adına bir yaprak kıpırdatmamalıdır. Hedef budur. Katliamlar o düzeye vardırılır ki bir kişi için binlerce insan operasyonlara çıkartılır. Yakalanan her Kürt kızına yüzlerce asker tecavüz eder. Dersim kan ağlayacaktır. Binlerce Kürt kızı ‘Rumilerin’-Kürtler Osmanlı ve Türk askerlerine Rumi demektedir-eline geçmemek için kendilerini kayalıklardan ve uçurumlardan ölümün kucağına atacaklardır. Binlercesi en kuytu köşelerde mağaralara saklanarak yaşamanın yolunu aralamaya çalışacaktır. On binlerce Dersimli katledilecektir. Onlarca mağaranın ağzı betonlanarak içerisine sığınan binlerce Dersimli canlı canlı mezara gömülecektir. 200’ün üzerinde köy yakılacaktır, binlerce ev tahrip edilecektir. On binlercesi zoraki sürgün edilecektir. Tuhaf olan ise direnişin bastırılmasında TC’nin yanında yer alanların da sürgüne tabi tutulmalarıdır. Yapılan uluslararası hukuk tanımlamalarına göre soykırımdır. Sistematik yok etme girişimidir. Eğer soykırım, ırksal, dinsel, siyasal ya da etnik bir grubun bilerek ve sistemli biçimde yok edilmesi olarak tanımlanıyorsa yapılan tek kelime ile Jenosittir.
Direniş bastırıldıktan sonra 10 yıl boyunca Dersim “Yasak Bölge“ ilan edilecektir. Sistematik fiziki soykırımın ardından Türk devleti bu kez beyaz katliam diye bilinen kültürel soykırımı devreye koyacaktır. Öncelikle Dersim’e boydan boya yatılı okulları yerleştirilecektir. Askeri kışlalar görülecek olan en büyük yapılardır. Yeni doğan bebeler öncelikle Kemal, Kazım, İsmet isimlerini alacaklardır. Hızlandırılmış özel bir Türkleştirme programı devreye konulacaktır. Burada başarılacak bir Türkleştirme dalga dalga tüm Kürdistan’a ihraç edilebilecektir. Tüm sömürgeci devletler ve emperyalist kamp bir prensip olarak direnişin geliştiği sahaları tersine çevirebilmek için her şeyi sarf edebilmektedirler.
Dersimde gerillacılık yapan yoldaşlarımızın gözleriyle görüp anlattıklarından hala bugün bile Laç Deresi'nde, Kutu Deresi'nde, Ali Boğazı'nda kurşuna dizilen, Iksor uçurumlarından atılan binlerce insanın kemiklerinin varlığını öğreniyoruz.
Oldukça kanlı geçen bu süreç, kahramanlıkların ve o ölçüde ihaneti de bol olan bir tarihi kesiti ifade eder. Tarihi değerlendirememe, öngörülü olamama, dünya ile bağ kuramama, içte birlikteliği yaratamama, başarısızlığın temel nedenlerindendir. İç ihanet ve sürece cevap olabilecek önderliği yaratamama; büyük çıkışlar yapıldığında da bu büyüklüğe layık disiplini gösterememe de yine başarısızlığın nedenlerindendir.
Sonuç olarak Kürdistan boydan boya yeniden işgal edilerek tüm yaşam emareleri durdurulmaya çalışılmıştır. Arta kalmış olan yaşam emarelerini de ezmek için 1943’te sınır kaçakçılığı yaptıkları için Orgeneral Muğlalının talimatıyla katledilen 33 Kürt köylü olayında görüldüğü gibi, suni gündemlerle son direnişleri de ezmeyi ve dilsiz bir toplum hatta kendinden kaçan bir toplum yaratmayı amaçlamışlardır. Ve bu sinsi planlarını önemli ölçüde başarmışlardır.
Bu olaydan sonra geri de kalan yurtsever duygulara da ipotek konulmuştur. Halk sindirilmiştir. Bu seçim herhalde tesadüf olmamalıdır. Yıl 1943’tür. Doğu Kürdistan’da Kürt halkının bir kalkışı vardır. İran KDP’si kurulmuştur. Kürtler adım adım kendilerini örgütlüyorlar. Bunun önü alınmalıdır. Kürtlere öyle bir ders vereceksin ki kendisine gelmesin. Ve 33 kurşun katliamı. Ve yıllarca yurtseverlik mücadelesinde uzak duran bir Özalp ve çevresi! Yurtsever olmadıklarından değil. Tersine yurtseverlikleri derin olduğu için bu olay tertiplenir. Ama unutmayalım uzun bir süre oralarda yaprak kıpırdamayacaktır. Kürdistan Özgürlük Hareketi şaha kalktığında ilk katılması gereken yerlerin başında buraların gelmesi gerekirken bu böyle olmayacak. Ancak devrimin ileri safhalarında korku duvarı yıkıldıkça, beyinlerinde ki karakollar sarsıldıkça buranın gençleri dağlara akın edecek ve geçmişin hesabını sormaya cesaret edeceklerdir.
Bu anlamda bir kez daha dersim katliamında şehit düşen Kürdistan evlatlarını Zarife hamım ve Ali şerin şahadet yıl dönümlerinde anıyoruz ve onların mücadelelerine bağlılığın bir gereği olarak 2014 yılı mücadelemizi güçlendireceğimizin sözünü yeniliyoruz
HPG -BİM YAYINLARI
- Ayrıntılar