15 Ağustos günlerini yaşıyoruz. Bu günün anlamını herkes yeniden yeniden ele alıyor ve alacak.
15 Ağustosun getirdikleri ve götürdüklerinin hesabını yaparak geleceğe daha iyi nasıl yelken açılıra cevapları bulmak açısından tekrar tekrar sormak yakıcıdır.
15 Ağustos, Özelde Kürt insanı ama genelde de Ortadoğu da dili kesilmiş olan, derisi yüzülmüş olan, ezilen, kendisi olmaktan çıkarılan, uyduruk, köle, boyun eğmeye zorlanmış ve giderek bunu marifet bilen kendini pazarlamaya adayan kişiliklere ve tabii ki tüm bunları yaratan, buna yol açan sömürgeci ve iktidar odaklarına karşı bir başkaldırıdır. Bir isyandır.
15 Ağustos eylemliliğin sadece bir askeri olguya indirgemek olsa olsa bir çarpıtma ve nayıflık olabilir. 15 Ağustos eyleminin askeri başarısının ötesinde bir kültürel, sosyal, siyasal ve tabii ki felsefi anlam yüklüdür. Ve asıl görülmesi gereken de bunlardır.
Bir halk, bir coğrafya, bir toplum ki kendisi için düşünmeyen, düşünmesinin tüm yolları ellerinde alınmış ve adeta kendisinden öcüden kaçarcasına kaçmaktan başka yol bırakılmayan bir gerçeklikten kendisi olan, “bende varım” diyerek kaçmayan adeta tüm dünyaya kafa tutar pozisyona getirilmek olsa olsa bir yeniden yaratımı dile getirebilir.
Eskilerden iki askerin onlarca köyü dize getirerek meydanlarda işkencelerden geçirerek “dediğim dediktir çaldığım düdüktür” misali her şeye muktedir iken, köylerde bulunan özelde erkeklerin “Rumi geliyor” diyerek dağlara kaçarak gizlenmelerinden bugün panzerlere karşı 4 yaşındaki, 5 yaşındaki bilemedin 6 yaşındaki general çocukların taşlarla, sapanlarla saldırmalarını çözmek önemlidir. Daha da anlamlısı bugün TC’nin zindanlarında 70’lik asırlık çınarların-hem de ana olarak-yatmaları düşmanın beyninde yaratılan korkuların anlaşılması açısından da anlamlıdır.
Anlamlıdır, çünkü daha dünün kapalı kadını bugün en ön cephede düşmanın azılı faşist güçlerine karşı zılgıtlar atarak yürüyorsa, evlatları bu topraklar için toprağa düştüğünde “gerekirse onun silahını ben alırım” diyorsa ve Mele Abdurrahman gibi güzellik ve sadelik abideleri 99 yaşında bu yolun profesyonel kadroları olmaya aday olduklarını söyleyerek canla başla çalışıp şahadete kavuşuyorlarsa, orada artık bir şeyler olmuştur. Ve yine aynı biçimde çınarlık olan Musa Amcamız Diyarbakır’a ucunda ölüm olduğunu bilse de ama yine de; halk için, devrim için, parti için, önderlik için giderek bir şeyleri düzeltme çabası içine giriyorsa, bu bir o kadar daha anlamlıdır.
Evet, değişim olmuştur, hem de çok şey olup bitmiştir. Hani var ya, “bir köprünün altında geçen sulardan bir kez yıkanabilir” diye, aynen öyle. Artık o su geriye çevirtilemeyecek kadar eskimiş ve akıp gitmiştir. Artık akan yeni bir su vardır ve yeni insanlar vardır.
Ve işte eğer 15 ağustos eylemliliğini değerlendireceksek bunların hepsini değerlendireceğiz. Tüm bu verileri gözeterek konuşacağız, yazacağız.
Özcesi 15 Ağustos eylemi kürdün istemlerini bilinçaltına iterek kendine güvensiz, kendinden kaçak, hasta, kompleksli, duygusallaştırarak zayıflatılmış kişiliğinden kaynaklı didişmeci, çekişmeci, kof, içe dönük tasfiyeci, tahrike açık bir serseri mayın misali kimden nereden nasıl beli olmayacak şekilde patlamaya ya da patlatılmaya hazır bomba haline getirilmesine karşı sıkılan bir kurşundur. Tüm bunların yerle bir edilmesidir. Ortadan peyderpey kaldırılmasıdır.
Ve tabii ki onun içinde esasta yer alan neolitik değerler diye bugünlerde tabir edilen komünal değerlerin açığa çıkararak serpilmesinin yolunu açmaktır. O temiz özü, sadeliği, adaleti seven, insanlığın beşiği olmuş, yiğit, arayışçı, gözünü kırpmadan komşusu ve insanlık için ölümün üzerine atlayan ana yanlı tüm o güzellikleri evet açığa çıkaran eylemin ta kendisidir.
“İnsanın insanın kurdu olduğu” sahte safsatasının kaldırarak insanın ilk ana yanlı toplumda, insanın can dostu olduğuna giden yolun önüne döşenmiş tüm bariyerlerin kaldırılmasıdır.
Yine özcesi alt benlikle-yani zoraki korkutularak kabul ettirilenlerin-aştırılarak üst benlikle-yani özünde olan o ana yanlı değerlerle-uyumlu hale getirilmesidir. İnsanın kendi olduğu durumla uyumlu ve kendisiyle barışık hale getirilmesidir. Ve kendisi olan bir birey ya da toplumun diğer toplum ve yahut insanlarla uyumu yakalamasıdır.
İşte 15 ağustosu değerlendireceksek yeniden kendisi olmuş bir halk gerçekliği, birey gerçekliği ve toplum gerçekliği olarak ele almaktan başka yol yoktur.
Negatif yanları yok mu vardır. O da köhnemiş ve derinlere nüfus etmiş bir kangrenli yapıyı aşma çabası yürütülürken sağlam yapıları kurtarmak için vurulan neşterin tabiatı gereği yer yer sağlam yerlere de temas etmesidir. Özelde doktorluk mesleğini icra ederken ilk acemilik yıllarında daha az dikkatli olunabilirken yıllar geçtikçe profesyonelleşerek işini daha sağlam yapar hale gelmiştir.
Ancak hastaya sözde gönüllü Ötenazi (eutanasi) adı altında bilinçlice doktoru engelleme çabaları, sahte ölüm hemşireleri ile ameliyathanenin özenle suni bakterilerle doldurarak hastaya zarar veren ve yer yer canını alan yaklaşımları da değil ki görülmemiştir. İşte korucular, PKK’nin içerisine yansıtılan dörtlü çete ve halkımıza karşı yapılan katliamlar ve işkencelerin hepsi bu durumu ifade eder.
Sonuç itibariyle; 15 ağustos eylemliliği düşmanın tüm sindirme, katletme, içe dönük tasfiye girişimlerine rağmen yeni bir halk, yeni bir insan, boynu bükülmez militanlar ve geleceğin garantisi olan küçük generallerle geleceğe iyi örnek olarak anılacak tanrıçalar ile yaşlı çınarlık abideler yaratmıştır.
Kürt halk önderliği bu durumu daha güzel ifade ederek şöyle demektedir:
“İki büyük dağ arasında büyük bir uçurum, bir insan bacağının kapatamayacağı bir uçurum olsa, dağın bir tarafında cehennemi yaşarsın, ama dağın öte tarafında cennet olursa, ne yapacaksın? Bir köprü kuracaksın! Ancak o köprü seni cehennemden kurtarıp o cennet dağa götürür. PKK olayı böyledir; yirmi yıldır aralarında büyük uçurum olan iki dağ arasındaki köprü! Dağın bir tarafı karanlık, orada işkence ve cehennem var. Kendiniz bunu yaşadınız. Diğer tarafında vaat edilmiş bir cennet var. Bu, bizim dağlarımızdır; özgürlük dağları, yeni topluluğun buluştuğu dağlar! En eşitlikçi, en adaletli dağlar! Özgürlük üssü kurulabilecek dağlar! Şimdi halk onu tercih ediyor, "ben bu cehennem dağının eteğinde değil, cennet dağının eteklerinde yaşayacağım" diyor. Karar vermiş ve dağlarda yürüyor.
Bu köprü olmadan, bu dağlara ulaşamaz. Hatta cehennemde yaşadığının farkında bile olamaz.
Bazıları bu köprüyü inkâr ederek, cennete gidebileceklerini sanıyorlar. Henüz Araf'tayız, köprüden geçiyoruz, bunu da unutmayın! Köprüden geçiş bitmemiştir. Büyük bir kısmı halen köprünün öbür ucundadır. Ucu belirmiştir cennetin, ilk kafileler Araf'tan geçiyor. Henüz bayram değil, bayramın arifesindeyiz. Bu tarih, bu anlamda anlaşılmalıdır! “
Evet, Araf’tan geçiyoruz. Henüz bayram değil ama bayramın arifesindeyiz.
Ne mutlu o bayramı bize canlarıyla, emekleriyle, kanlarıyla bırakanlara…
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Ağustos günü 15.00-16.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê'nin Şehit Beritan Tepesi, Karker Boğazı, Telefon Boğazı ile Şehit Kurtay Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
9 Ağustos günü Ardahan'ın Göle İlçesi'nde operasyona düzenleyen TC ordu birlikleri ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır Yaşanan çatışma sonucunda Erdal Koçer- Sadık Dayan yoldaşımız kahramanca direnerek şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
16 Ağustos günü saat 11.50’de Amed’in Lice ilçesine bağlı Cum tepesine erzak taşıyan bir araca yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda aracın yanına gelen iki asker gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Ağustos günü saat 19.30 sularında Osmaniye’nin Zorkun mıntıkasında operasyona çıkan düşman gücüne yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın 3 askeri gerillalarımız tarafından öldürülürken 1 düşman askeri ise yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyu’na
1. 13 Ağustos günü saat 19.30’da Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesi Çeman bölgesinde hareket halindeki askeri konvoya yönelik olarak gerillalarımız bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Tarihi 15 Ağustos Atılımı’nın yirmisekizinci yılına büyük bir coşku, heyecan, yüksek bir moral, kesin başarı ve zafer inancıyla giriyoruz.
Kürdistan’da son yüzyılda yaşanmış en önemli olaylardan birisi olan ve bugün Kürtler tarafından direniş ve diriliş günü, bayramı olarak kutlanan 15 Ağustos’u Kürt gençliği, kadınları, bir bütün Kürt halkı direnmenin yaşamak olduğunu bilerek daha güçlü bir biçimde sahipleniyorlar.
Elbette Kürtler tarafından bu kadar coşkuyla kutlanılması ve sahiplenilmesi, 15 Ağustos’un Kürtlere kazandırdıklarıyla bağlantılıdır. Bir halkın varlık-yokluk ikilemini yaşadığı, adeta kendisine ait hiçbir şeyin bırakılmak istenmediği, büyük bir baskı ve asimilasyon cenderesine alınarak soykırımdan geçirilmek istendiği bir dönemde, bir halk olarak “bu dünyada ben de varım ve diğer halklar gibi ben de yaşamak istiyorum” isteminin, iddiasının ve iradesinin ilanı, haykırışı 15 Ağustos’ta sıkılan ilk kurşunla gerçekleştirildi.
Bilindiği gibi, 12 Eylül faşist-askeri darbesi ile birlikte Kürdistan'a yönelik tam bir işgal ve istila harekatı başlatıldı. Faşist Türk devleti hem ordusuyla ve hem de diğer devlet kurumlarıyla burada hâkimiyeti sağlamak için bu işgali sürdürürken, diğer yandan ise Kürtlere yönelik büyük bir baskı ve sindirme operasyonu başlattı.
İnkâr ve imha siyaseti olarak da bilinen bu operasyonun amacı Kürtleri değişik yollarla asimile etmek ve bu biçimde bir halk olarak soykırıma uğratmaktı. Daha öncesinden fiziki katliamlarla yapılmak istenen bu soykırım, bu sefer farklı yöntemlerle sonuca ulaştırılmak istendi.
Bu temelde Kürdistan'a yönelik başlatılan inkâr ve imha operasyonunda Kürt halkının örgütlülüğü dağıtılmak, iradesi ve inancı kırılmak, adeta gelecek umutları ortadan kaldırılmak istendi. Bir halk olarak varlığı inkâr edilirken, kendi dilini, kültürünü yaşaması yasaklandı, özgürlük, demokrasi adına geliştirilmek istenen ne varsa hepsi büyük bir şiddet ve baskı temelinde ortadan kaldırılmak ve Kürt halkı bu biçimde kendisi olmaktan çıkarılmak istendi.
Evet, 12 Eylül faşist-askeri rejimi Kürdistan'da Kürtlük adına ne varsa yok etmek isterken, en başta da PKK hareketini hedefledi. Çünkü PKK, Kürdistan'da uygulanan inkâr ve imha siyasetine karşı “Varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma” mücadelesini başlatan, yürüten, bu temelde her türlü çaba ve fedakârlığı gösteren bir hareket olarak Kürt halkı tarafından kabul gören, benimsenen ve sahiplenilen bir hareket haline gelmişti.
PKK, Kürdistan'da insanlık adına ne varsa, Kürtlük adına ne varsa, özgürlük, demokrasi, eşitlik ve kardeşlik adına ne varsa kendi bağrında taşıyan, bu değerlerin temsilini yapan, bu değerlerin korunması ve Kürdistan'da bunların serpilip gelişmesi için her türlü çabayı veren ve bunun karşısında gelebilecek her türlü saldırıya karşı da hiç tereddüt etmeden karşı koymayı göze alan bir hareket olarak Kürt halkının kalbinde ve beyninde yer alırken, diğer yandan faşist-askeri rejim tarafından da baş düşman olarak ele alınan bir hareket konumuna gelmişti.
İşte 12 Eylül faşist-askeri darbesi Kürdistan'da askeri işgale girişirken esas amacı PKK hareketini ortadan kaldırmak, imha ve tasfiye etmekti. Çünkü biliyordu ki, eğer PKK hareketi yok edilmez ve varlığını korursa, Kürdistan kendi denetiminden çıkacak ve rejimin varlığı tehlikeye düşecektir. Eğer PKK hareketi imha ve tasfiye olursa da, işte o zaman Kürd’ün umudu, inancı, bilinci, iradesi de ortadan kaldırılacak ve bu coğrafyada yaşayan halklar inkâr ve imha sisteminin bir parçası haline gelecekti.
Bu gerçekler temelinde 1980’de Kürdistan'da başlatılan askeri işgal, Kürt halkı üzerinde çok büyük bir terör dalgası temelinde ve çok acımasız yöntemlerle geliştirildi. Diğer yandan PKK hareketine yönelik de geliştirilen operasyonlarla binlerce kadro ve sempatizan yakalanıp cezaevine konuldu. Geri kalan PKK kadrolarının birçoğu da yurtdışına çıkmak zorunda bırakıldı.
Böylece Kürdistan'da kendisine karşı direnebilecek bir güç bırakmayan faşist rejim, bu sefer PKK'yi tasfiye etmek, onun ideolojik çizgisini yenilgiye uğratmak için cezaevlerinde bulunan Önder kadrolara yönelik irade kırma ve teslim alma saldırılarını başlattı. Bu önder kadrolar eğer teslim alınır ise PKK ideolojik olarak yenilgiye uğratılacak ve Kürt halkının son umudu olan Özgürlük Hareketi de tasfiye edilmiş olacaktı.
Fakat faşist rejimin hesapları Diyarbakır zindanında Mazlum’ların, Ferhat’ların ve 14 Temmuz Direnişçilerinin PKK ideolojisini sahiplenme temelinde gösterdikleri büyük direnişle bozuldu. Bu, faşist rejimin Kürt halkının evlatları karşısında aldığı ilk büyük yenilgi oldu. Faşist rejim PKK’nin ruhunu, ideolojisini teslim almak için yaptığı hamlede büyük bir direnişle karşılaştı ve çok ağır bir yara aldı. Diğer yandan ise Diyarbakır zindan direnişi Kürt halkına büyük bir moral, coşku ve direnme azmi ve inancı verdi. Dolayısıyla bu ideolojik duruşun, zaferin kesinlikle siyasi ve askeri boyuta taşınması ve faşist rejimin bu alanlarda da yenilgiye uğratılması artık bir zorunluluk haline gelmişti.
İşte şanlı 15 Ağustos Devrimci Atılımı böylesi bir ortamda başlatıldı. Eruh ve Şemdinli’de faşist Türk devletine yönelik geliştirilen silahlı eylemlerle başlatılan bu atılım, Amed zindan direnişi ve ideolojik zaferin dağlarda yankılanması, buradan selamlanması ve sahiplenilmesi olarak Kürdistan tarihine kanla nakşedildi.
15 Ağustos atılımı, faşist Türk devletinin kendisini yenilmez sandığı, karşısında hiçbir gücün oluşamayacağını, kendisinin tek otorite olduğunu sandığı ve gördüğü bir anda, adeta Devrimci Kawa’nın zalim Dehak’ın beynine indirdiği örsü gibi, gerillanın mavzerinden çıkan kurşunlarla beyninden vurulmuşa döndü. Bu kurşunlar öyle isabetli ve öyle intikam doluydu ki, karşısındaki hedefi tam beyninden vurmuş ve düşmanı çaresiz bir konumda bırakmıştı.
Diğer yandan ise, gerillanın sıktığı bu kurşunlar Kürt insanının geriliğine, köleliğine, işbirlikçiliğine, ihanetine, umutsuzluğuna, iradesizliğine, inançsızlığına, örgütsüzlüğüne sıkılmış bir kurşun oldu. Ve artık Kürdistan'da hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını da bu eylemlerle ortaya koydu.
Yirmiyedi yıldır Kürt halkı, gerilla mücadelesi temelinde başlattığı bu mücadelesiyle başı dik ve onurlu bir halk olarak dünya insanlığı içindeki yerini aldı ve bugün bunun öncülüğünü de üstlenmiş bulunuyor. Yirmiyedi yıldır Kürt halkı, kendi kız-erkek evlatlarını gerilla olarak bu mücadeleye katarken, Kürdistan dağlarında kendisini savunan bir gerilla örgütlülüğünü yaratmasını bildi ve bunun kendisine verdiği güvenle mücadelesini daha güçlü vermektedir. Yirmiyedi yıldır Kürt halkı, gece-gündüz demeden geliştirdiği serhildanlarla hem dağdaki mücadeleyi besleyip destekledi ve hem de demokratik siyasi mücadele alanında -bu uğurda nice bedeller ödeme pahasına olsa da- büyük kazanımlar elde etmesini bildi.
Ve Kürt halkı artık şunu biliyor ki, 15 Ağustos 1984’te büyük komutan Agît yoldaş öncülüğünde geliştirilen “Varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma” hamlesi kendisinin var olması ve insanlık dünyasında eşit ve özgür bir biçimde yer alabilmesi için atılmış çok büyük bir adım, başlatılmış olan bir mücadele ve günümüzde de zafere gitmede mutlaka takip edilmesi ve izlenilmesi gereken bir direniş ve zafer ruhu olmaktadır. İşte Kürt halkı bu direniş ve zafer ruhuyla mücadele edildikçe aşılmayacak engelin, yıkılmayacak hiçbir düşman gücünün olmadığını kendi pratiğiyle her gün görmekte ve tüm insanlığa da göstermektedir. Dolayısıyla içine girdiğimiz yirmisekizinci 15 Ağustos atılım yılında da başarı ve zaferin kesin teminatı olarak bu direniş ve zafer ruhu temelinde mücadeleyi daha da yükseltmek olduğunu çok iyi biliyor ve şimdiden bu mücadeleyi daha da yükselterek zafere kesin adımlarla yürüyor. Elbette bu yürüyüş kutsaldır, onur vericidir, özgürleştiricidir, eşit ve farklılıklara dayalı yaşamın yaratıcı gücüdür ve her şeyden önce de devrimci özüyle dönüştürücü, güzelleştirici, yapıcıdır.
Evet, Kürtler bu gerçeklerin farkındalar ve bu yürüyüşün nasıl başladığını ve bunun başlatıcısının kim olduğunu çok iyi biliyorlar. Evet, Kürtler PKK hareketini ve onun yaratıcısı Önder APO’nun kendileri için ne anlam ifade ettiğini de çok iyi biliyorlar. PKK'nin halk demek olduğunu, Önder APO’nun ise kendilerini bir halk olarak yeniden yaratan kendi öz evladı olduğunu çok iyi biliyorlar ve bunun için de bu gerçekliğin korunması ve özgürlüğüne kavuşması için her türlü fedakârlığı yapmaya kendilerini hazır görüyorlar.
Ve bu yirmisekizinci zafer yılında Önder APO'nun özgürlüğü için Devrimci Halk Savaşı temelinde mücadeleyi daha da yükseltme temelinde Demokratik Özerkliği inşa ederek kendilerini onurlandırmak ve özgür Kürdistan'da Önder APO ile birlikte yaşanacak günleri daha da yakınlaştırmak için büyük bir eylemlilik içine giriyorlar.
İşte böylesi bir halk gerçekliği karşısında da hiçbir zalim, sömürgeci gücün ayakta kalamayacağı ve bu halkın mutlaka başaracağı ve zafere ulaşacağı da kesindir.
Bu temelde yirmisekizinci yılına girdiğimiz şanlı 15 Ağustos Atılımı başta Önder APO’ya ve tüm halkımıza kutlu olsun diyor, bu atılımın büyük komutanı Agît yoldaş şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, şehitlerimize özlem ve amaçlarını gerçekleştirme temelinde verdiğimiz sözümüzü bir kere daha yineliyoruz.
Yaşasın 15 Ağustos Direniş ve Zafer Ruhu!
Edîp Koçgîrî
- Ayrıntılar
Son günlerde Kürt sorununun çözümü önünde tek engelin Kandil olduğunu söyleyip Kandil’i hedef haline getirerek özgürlük hareketimizin öncülerine dönük imha komploları tezgahlamaya çalışmaktadırlar.
Türk devleti ordusuyla ve gelmiş geçmiş hükümetleriyle, kendisini Kürt halkının gerçek iradesi haline getiren özgürlük hareketimize karşı neredeyse 35 yılı bulacak bir mücadele yürütmektedir. Özgürlük hareketimizi parçalayıp dağıtmak, imha ve tasfiye etmek için denenmedik yol bırakmadılar. Silahlı mücadeleden tutalım, özel ve psikolojik savaşa kadar, Kürt halkıyla hareketimizin arasını açmak ve halkımızı hareketimizden koparmak için komplolar düzenlemeye kadar sayısız yol ve yöneteme başvurdular. Ama bütün bu çabalarının boşa kürek sallamaktan ibaret olduğunun hala farkına varmış değiller. PKK’nin Kürt halkını temsil etmediğini, Kürt sorununun ayrı, PKK sorunun ayrı sorunlar olduğunu ısrarla ortaya koymaya, kendileri dahil herkesi bu safsataya inandırmaya çalıştılar. Kürt halkının içinde doğup büyüyen, gelişen ve bugün milyonlarca Kürdü temsil eden, milyonlarca Kürdün de PKK’nin onları temsil ettiğine inanan bir harekete dönüştü. Bırakalım sadece Kürt halkını temsil etmesini, demokratik sosyalizm çizgisiyle, eşitlik, özgürlük ve adalet talebi temelinde yürüttüğü mücadeleyle ezilen tüm halkların hareketi haline gelmiştir. Bu yüzden içinde Türk, Arap, Fars, Ermeni, Asuri, Alman vs. halklardan bir sürü de kadın-erkek bulunmaktadır. İnsanlığın temiz nefesi olarak adlandırdığımız hareketimiz PKK’yi milyonlar bugün kucaklamakta ve sahiplenmektedir. Kapitalist modernitenin ordu ve devlet yapılarına, kurumlarına karşı büyük bir irade, cesaret ve fedakarlıkla halklar adına mücadele eden ve bu mücadelesinden de asla taviz vermeyen bir harekettir.
PKK içerisinde yer alan bütün militan yapı ve PKK’ye gönül veren sempatizan yapıya kadar herkes bu gerçekliğin bilincinde ve bu gerçekliğe inanarak PKK’yle yürümekte, PKK ismi altında mücadele etmenin gururunu yaşamaktadır. Ayrıca terörist diye adlandırdığınız bu hareketin militanlarının hepsi Kürt halkının çocuklarıdır. Birçoğu da inkar, imha ve asimilasyon politikalarınızın farkına varıp bu uygulamalarınıza isyan etti ve PKK’yi tercih etti. Öyle kimsenin akıllarıyla oynadığı, amaçsız ve hedefsiz insanlar topluluğu değillerdir. Ne yaptığını bilen ve niçin dağlarda durduğunun, mücadele ettiğinin bilincini edinmiş insanlar. Eğer öyle olmamış olsalardı zaten şimdiye kadar çoktan yok olup gitmişlerdi, kendi kendilerini tasfiye etmiş, marjinalleşmiş olurlardı. Birçoğunun başını bile kesseniz, inancından ve bağlı olduğu değerlerden taviz vermeyecektir.
Özgürlük bilinci edinmiş ve irade haline gelen bir topluluğun öncülerini imha ederek başarılı olacağınızı, Kürt sorununu bu biçimde çözeceğinizi sanıyorsanız daha önce yapmış olduğunuz gibi yine büyük bir hata yapmış olur ve kendi kendinizi gülünç duruma düşürürsünüz. Kürdistan’ın dört parçasına, Türkiye’nin Amanos dağlarına, Karadeniz dağlarına kadar yerleşen bir gerilla gücünü imha etmenin kolay olacağı yanılgısına kapılanlar ve oturdukları yerden şöyle bitireceğiz, böyle bitireceğiz diyenlere dağın kapıları sonuna kadar açıktır.
Kürt halkının özgürlük mücadelesine her birinin öncülük edebileceği PKK militan yapısı, Kürt halkı asimilasyon, inkar ve imha politikalarına maruz kaldıkça, kimliği yok sayılarak entegrasyona tabi tutuldukça Kürt halkının özgürlük mücadelesine devam edecektir. Dağlarda binlerce değil, parmak sayısı kadar kalsa bile bu kavgadan düşmeyecektir. Kürt sorununu çözmek istiyorsanız, Kandil’i ve PKK’nin öncü yapısını bitirme planlarını kurarak değil, Önderliğimizin çözüm konusunda sunduğu önerilere ve halkımızın meydanlarda özgürlük diye yükselen çığlıklarına, taleplerine kulak verin. Kandil ve PKK’nin öncü yapısına yönelecek herhangi bir saldırı bu kavganın ateşini daha da gürleştirecektir ve Türk devleti bu sorununun çözümünü bir 35 yıla daha yayacaktır. PKK’nin 35 yıl daha mücadele edebilecek kadar gücünün olduğunu ve kendisini bu temelde mevzilendirdiğini de unutmamanızı belirtmek istedim.
Rojbin Golav
- Ayrıntılar
Sözde Komutana!
Tüm ülkelerde, halklarda en şerefli ve onurlu meslek olarak gösterilen askerlik ve ordu kurumunu dibe vurduranlardan bir tanesi yine konuşmuş. Görev başındayken yenilgi üzerine yenilgi alan, tüm silah arkadaşlarını satılığa çıkaran bir general, genelkurmay başkanı konuşmuş. PKK’yi nasıl tasfiye edersiniz?” diye akıl vermeye başlamış.
Hiç mi utanmaz insan? Hiç mi onur kalmamış?
Madem yolunu yöntemini biliyordun neden yapmadın?
Yıllarca ‘dağda bayırda’ dolaşan gerillaların peşine düştün de ne elde ettin? Ne başarı kazandın?
Zap’ta ne yaptın? Amed’te ne yaptın? Dersim’de, Serhat’ta, Amanos’ta ne yaptın?
Kuyruğunu bacaklarının arasına alıp kaçmadın mı? Gerilla korkusundan
Diyor ki “Kandil’i bitirmeden örgütü silah bırakmaya razı edemezsin”
Sen değil miydin “Tüm Türk ordusunu göndersen de Kandil’i alamazsın” diyen. Sen değil miydin gerilla karşısında silahlı girişimlerin etkisi olmaz diyen?
Nedir şimdi seni konuşturan?
Yenilgiyi en çok tadan bir insansın. Ayıptır.
Askerlik mesleğinde şeref ve onur en vazgeçilmez iki unsurdur. Denetimin altındaki on sekizlik gençlere kafalarına vura vura öğrettiğiniz derslerden ilkidir bu. Onur, vatan savunmasının, halk savunmasının vazgeçilmezliğiyle ölçülür. Şeref, senin bu uğurda verebileceğin bedellerin yüceliğiyle belirlenir.
Ne kadar haklı veya haksız olursa olsun vatan savunması adı altında bir örgütlenmeye gittiğinde onun gereklerini yerine getirmeye çalışırsın. Kuyrukçuluk yapmazsın. Yalakalık mı; hiç yapmazsın.
Her günü ölüm riskiyle karşılayan, elde silah çarpışanlar silah çattığı, sırt sırta yattığı, canını emanet ettiği yoldaşlarını, silah arkadaşlarını senin gibi satmaz insan.
Herkesin anlayamayacağı bir şey olsa da senin bunu çok iyi bildiğini biliyoruz.
Bir rant uğruna, “Bana karışmayan yılan bin yaşasın” diyerek yıllarca yeminini ettiğin ocağına tükürdün en sonunda.
Başa gelen önemli değil. Sonuçta hepiniz aynısınız. Kürt halkının onurlu davasını bastırmak, insanlarını katletmek, en barbar, vahşi uygulamaları gerçekleştirmekte tüm ordu komutanları aynısınız. Hiyerarşik düzene tabi olmayla kurtaramazsınız bazı şeyleri. Hepiniz birer katilsiniz.
Ama buna rağmen kimileriniz halen biraz askerlik onuruna sahip. Az da olsa bunu koruyabilmiş. Yenilginin bedelini ödeyebiliyor. Senin uluorta konuşmuyor.
Yenilgiye doymamış, kültürden yoksun, birbirine karşı bu kadar komplo yapan bir askeri örgütlenmenin içinde yetişmiş biri olarak gerçi bunları da anlamazsın ya, yine de söyleyelim dedik.
Bir de fazla yanılma. PKK kültürüyle yetişmiş komutanlar, gerillalar, militanları kendin gibi sanma. PKK’nin tüm komutanları inisiyatif sahibi, direnişte karar kılmış, gerektiğinde bir örgütün yapabileceğini yapacak meziyetlere sahip insanlardır. Öyle yenilir, pes eder, teslim olur sanma. Kuru gürültüye pabuç bırakmaz PKK komutanları. Mertliği, yiğitliği defalarca gösterdiği gibi gösterir. Kürdistan dağlarını sana, senin gibilere zindan yapar.
Bunu anlamak için 84’ten beri değiştirdiğiniz, eskittiğiniz komutanlara, yönetimlere bakmanız yeterlidir.
Kolay kolay yıkamazsınız bu yapıyı. Bir yerde darbe vursan diğeri güçlenir. Gücünü zordan alan, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlardan söz ediyoruz. Öyle saçma sapan teorilerle yıkamaz, geriletemezsiniz PKK’yi.
Yıllardır savaşıyorsunuz ama halen anlayamıyorsunuz. Yapabiliyorsanız, yiyorsa gelin, Kandil’i alın. Sen, senin gibi binler gelsin. Gelin de ne olacağını görün.
Basın toplantılarıyla, şovlarla, röportajlarla yıkmaya çalışıyorsun PKK’yi. Bu kadar mı gerçeklerden kopmuşsun. Madem yolunu biliyordun da, madem o kadar ustaydın da neden yapmadın? Yapamadın?
Bu kadar biliyordun da savaşı neden kendin savaşmadın? Taşeronlara devretmediniz mi savaşı. İran’a, Güneyli güçlere, Amerika’ya yalvarmakla, onları savaşa katmakla mı başarı elde edeceksiniz. Orada burada ‘terörist’ ilan ederek mi bitireceksiniz. Siyasal alanda mı daraltacaksınız? Askeri alanda yenildiğiniz kadar yenildiniz zaten. Şimdi geçmişi unutturabileceğini mi sanıyorsun? 92’yi, 97’yi, 98’i, 2000’i, 2008’i unuttunuz mu? Yine toplanmadınız mı, hepsini bir araya getirip saldırmadınız mı Kürdistan gerillalarına? Ne geçti elinize yenilgiden başka.
Daha önce de yazdık, anlattık. PKK gerillalarından kurtulmanın yolu yok. Ya kabul edeceksiniz, ya kabul edeceksiniz. PKK gerillalarından kurtulmanın tek bir yolu var. O da Kürt halkının taleplerini kabul etmek, özgürlüğünün önünden çekilmek. Bunun dışında hiçbir şey ama hiçbir şey gerillaları durduramaz. Bunu kafanıza koyun.
Öyle boşa kürek çekme.
Biraz askerlik onuru varsa, kalmışsa sesini kes ve otur oturduğun yerde. Biraz şerefliyim diyorsan dil uzatmayı bırak.
Üniformanı çıkardın diye kurtulduğunu sanma.
Öyle tehdit gibi de alma. PKK’liler tehdit etmez. Yapar…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
15 Ağustos Atılımı’nın 12. yılı kutlu olsun!
Mahsum Korkmaz Akademisi’nin değerli öğrencileri; gelenek olduğu üzere 15 Ağustos Atılımı’nın gerçek kaynağı, bunun büyük eğitim ve yürütme gücü olan bu Akademimizin tüm şehitlerini, bu Akademinin geçmiş ve 15 Ağustos Atılımı’nın bu 12. yıldönümünde binleri aşan şahadetleriyle, onun eşsiz kahramanlıklarıyla ve savaşı bugüne kadar getiren hakiki komutan ve savaşçıları olarak sizlerin şahsında hepsini anıyorum, saygılarımı sunuyorum ve selamlıyorum.
Gerçekten sadece ulusal kurtuluşumuzu bu aşamaya getirmekle kalmamış, yeni insanın doğuşunu da esas itibarıyla bu okulda ortaya çıkarmanın derin kıvancını ve coşkusunu da yaşıyorum ve bu temelde tekrar sizlerin şahsında, halkımızın bu büyük tarihi adımını kutluyorum.
Bugünkü tüm gerilla güçlerimize, gereken kapsamlı bir çerçeveyi, onun mesajını sunduk. Tekrarlamayı gereksiz buluyorum. Ama esas olarak bu akademik çalışmaya oldukça yakışan, aşağı düşmemesi için onun büyük sabrını ve çabasını gösteren, bundan sonraki savaşa ve yaşamda katkısını asıl olarak gösterecek olan bu okulumuzun anlam ve önemini bir kez daha dile getirmeyi de önemli buluyorum.
Bugün tarih geçekten bu atılımla anlam bulmuştur ve bizim için yürümektedir. Hatta yeni insan burada gerçekleştirdiklerimizle anlam bulmaktadır, coşkuyla, tutkuyla seyretmekte, yaşanmaktadır. Bir varoluşu burada açıkça gerçekleştirmekteyiz. Gerek ulusal kurtuluşumuzun sorunları ve çözümü için ve gerekse en başta onun parti öncülüğü için, gerillası için görüyorsunuz ki, eğitim esastır. Okul sistemi esastır. Bu eğitim, onun bu okulu olmasaydı bırakalım savaşı, varlığımızı bile koruyamazdık. Şunun için tekrar önemini vurgulamalıyız ki; bu okul çalışmalarımız öyle herhangi bir dönemi, bir eğitimle sıradan kurtarmak için değil, buradaki çözümleme düzeyi, ulusal gerçekliğimizi de aşıyor, insanlığı etkiliyor. Askeri değil, yeni yaşamı bütün yönleriyle dile getiriyor. Ve ekmek, sudan daha fazla muhtaç olduğumuz değerleri ortaya çıkarıp insanımıza mal ediyor. Her şeyden önce çağdaş tarihte ilk defa kendimiz için bir okul yaratmış bulunuyoruz.
Okulsuz halk gerçekten kaybetmiş halktır.
Eğitimsiz halk, en geri, en vahşi bırakılmış halktır ve herkes onun üzerine egemenlik de kurar, sömürür de, insanlıktan da çıkarır.
Nitekim biz okulsuz, eğitimsiz kaldığımız için dünyanın en tanınmaz halkı durumuna geldik. Dolayısıyla bu okulumuzu sadece içinden geçen öğrencileriyle ve aldıkları, özümsedikleri eğitimle değil; tarihi değerleriyle belki de yüzyıllara sığmayacak çözümleme ve yaratacağı insanıyla zaten daha şimdiden yaşama mal olduğu gibi, hatta zaferi zorladığı gibi asıl büyük gelişmesini “yüzyıllara doğru taşıracaktır” desen yerindedir. Bizim sorunumuz, yine günceli hangi temel çalışmayla kurtardığımızın farkında olmaktır. Dikkat edilirse, en büyük savaşı burada verdim. Ve hemen herkes tanıktır ki, düşman da bilmektedir ki, eğer buradaki savaş olmasaydı; hiçbir alandaki savaşı bırakalım vermeyi, sürdürmeyi bile mümkün kılmazdı. Hatta yirmi dört saat bile dayanmak mümkün olmazdı. Kaldı ki, eğer daha kapsamlı, özümsenmiş olsaydı, bu okul sistemimiz uygulansaydı, eminim ki zaferleri çoktan daha kesin olacaktı. Küçümsemiyorum sonuçlarını, ama asla yeterli de bulmuyorum.
Halkımız ve sizler, kendini partililer, ARGK’liler sananlar, böyle olmak isteyenler, iyi niyetinize, coşkunuza büyük saygımız var. Ve olduğu için de zaten bu büyük değeri verdik, bunu okul sistemine kadar da taşırdık. Biraz da başardık. Fakat sorunlar bitmediği gibi, çığ gibi artmıştır.
Hiç şüphesiz sorunların arttığı bir yerde çözüm yolları da yakındır. Ustalar derler ki; “bir yerde sorun ne kadar yoğun, kapsamlıysa o kadar da çözüm olgunlaşmıştır”.
Dolayısıyla yüzyılların körleşmiş, kör düğüm haline sorunlarımızı şimdi olgunca çözüme yakınlaştırmamız büyük bir gelişmedir. Sorunlar, bizi ürkütmek şurada kalsın, çözümün yakınlığı nedeniyle, büyük bir arayışa ve çözüme götürme gerçeğiyle mutlu etmelidir.
Çözen insan, en büyük insandır.
Çözüme en yakın insan, kendini en derli-toplu, oldukça özgür yaratmaya yakın insandır.
Siz bu şansı elde etmiş bulunuyorsunuz. Şimdi size yaşam felsefemizin, okulumuzun temelinde yatan anlayışı fazla açacak değilim. Çünkü, günlük olarak zaten oldukça kapsamlı belgelerle önünüzdedir. İncelersiniz.
Ben daha çok oldukça sıradan girdiğim ve hepinizin bu nedenle yaşam karşısında iddiasız, dolayısıyla başarısızlığın bir kader halinde gördüğü gerçekliğin artık aşılması gerektiğini söylüyorum. Sizi beğenmediğim için değil, sevip, saymak istemediğim için de değil; bu yüzeysellik, bu sığlık bana gerçekten öfke veriyor, saygı duymuyorum, sevemem de, hatta nefret ediyorum, öfkeleniyorum. Bazen de tiksiniyorum. Bunun nedeni şudur; bu düşmandan kalmadır, bu yaşama saygısızlıktan ötürüdür. Bu artık bir kader olmadığı gibi, aşılmayacak bir düşman gerçeği de değildir. Açığa kavuşturulmuştur, insanlığa aykırıdır. Ve yaşamın da önündeki en büyük engeldir. Ona karşı en büyük saygısızlık, sevgisizliktir.
Bunu göreceksiniz, olgunca, mütevazıca. Neden bundan çekiniyorsunuz, neden örtbas ediyorsunuz? Eski düşmandan kalma kişiliği neden gizliyorsunuz? Neden bu yetersiz sözcük ve adımlarla kendinizi sakat bırakıyorsunuz? Ben buna anlam veremiyorum. Ne kabul edebilirim, ne de alet olurum. Şimdiye kadar şu veya bu gerekçeyle az-çok sizi kabul ettik ve siz de kendi tarzınızla bizimle buraya kadar yürüdünüz. Okul öğrencileri olarak, savaşları her sahaya yayılmış olanları olarak şimdi artık bu 13. yıla girişte sizlerle daha bazı köklü, karar ve yaşamın yenilenmesini kendinize mal etmeyi bilmelisiniz. Benden oldukça gelişme ve başarı bekliyorsunuz. Bundan gurur duyarım ve gerekeni yaparım. Zaten işim de budur. Tarihi okulu bu temelde açtık ve gerçekleştirdik, başardık da. Bu benim için sorun değil. Tekrarlayayım, ama sizin için aynı şeyler söylenemez. Ben sizi çok sığ, çok aldatıcı öğrenciler olarak görmekle birlikte, savaşta oldukça hatalı, çok yanlışlık yapan öğrenciler ve onların uygulamacıları olarak da değerlendiriyorum. Şimdi bunu artık aşmanın zamanıdır.
Fazlasıyla dönüşmenin tutkusunu ve onun sonuçlarından çekiniyorsunuz veya gereklerine ulaşmayı becermiyorsunuz. Dolayısıyla kişiliklerinizin fazla çekiciliği, dolayısıyla eğitici, örgütleyici özelliği gelişmiyor. Ve acıyla söyleyeyim ki; halk artık beğenmiyor, ben de beğenmiyorum. Ben tek tek her birinize; “seni şu kadar beğenmiyorum” demeyeceğim; zaten demem de. Ama genel olarak söyleyeyim ki; -ki hislerim, ölçülerim beni kolay kolay aldatmaz- halen de geride seyrederseniz ve bu basit yaşamayı da kurnazca, biraz da gizlice, ister farkında olun, ister olmayın; ister iyi niyetle, ister kötü niyetle, bu bekleneni vermez. Er-geç sizleri yüce değerlerle karşı karşıya getirir. Bu ülkede ve bu halk içinde bir şeyler gelişecektir.
Biz boşuna bu savaşı bugüne kadar vermedik. Her zaman söylediğim bir söz var; neden ciddiye almıyorsunuz? Beni de başta olmak üzere. Ben kimim? Ben bu halkın yaşayan insanı olmaya büyük özen gösteriyorum. Bu halkın dili, yüreği olmak, bu halkın kabul edilebilir bir insanı olmaya büyük özen gösteriyorum. Kendimi yediden yetmişe tüm insani özelliklerle an be an yaşatarak, cevap vermek istiyorum. Erkeğine-kadınına, yoksuluna-zenginine az-çok anlayabilecek, özümsetebilecek bir düzeyde sunmak istiyorum. Bu ekmek-sudan daha gereklidir. Çünkü çağdaş gerçeklik bizi çok hor görüyor, bizi hiç beğenmiyor. Bunu aşmanın yolu, böyle olmaktan geçiyor. Bunu ben istediğim için değil; gerek çağ, gerek tarih zorunlu kıldığı için böyle olmak zorundayız.
Tarihin ve çağın gerekleri amansızdır. Yoksa kişinin kendini yalana, dolana veya bizim gibi içi boş, dışını özgür insanlar gibi boyayarak, süslenerek göstermesi benim asıl umutsuzluğumu ve öfkemi yaratır. Şimdi diyeceksiniz; “özlü olmak zor”. Gayet tabii, başka türlü de biz insanlık ailesine giriş yapamayız. Ve bundan ayrıca öyle sıkılma, zorlanma görmemeliyiz. Benim için, mesela son yılların zorluklarına rağmen, acımasız savaşına rağmen bu büyük direnci göstermeyi neye bağlıyorum? İşin görkemliliği, işin heyecan veren özelliğine bağlıdır. Şimdi bu büyük gerçekleştiriyor.
Büyük gerçekleşme, ruhta, düşüncede, maddi güçte mutlu ediyor. Çok köhnemiş çirkin yanlarımızı ortadan kaldırıyor.
Neden tutku? Neden azim ve iradeye yükseliş yapamayacağız? Dediğim gibi; gerçekten ekmek-sudan daha muhtaçsınız. Çünkü iyi ekmek, iyi su da bu kişiliğin kazanılmasından sonra daha iyi gelir. Bunu artık kendinize yakıştırmalısınız. Halkımızı yönlendirecek, halkımızı yeniden yaşama çekecek öncü güçleri olarak kesinlikle cevap olmalısınız.
Kendi geçmiş yanılgıları önünde örtbas edici olmak ayıptır. Benim gibi açık, önemli kusurlarım da olabilir. Çok ayıplarım da olabilir. Zaaflarım da olabilir. İnsanım, olması da yadırganamaz. Ama görüyorsunuz ki, yüzde doksan dokuz sağlam yanlarla amansız yanlışın, çirkinliğin, kötünün üzerine yürüyerek, güzelliğe, doğrulara, iyiliklere kendimi büyük vererek yaşamak istiyorum. Güzel olan burası. Buna saygı duyulmalı ve bu hepimiz için geçerlidir. Halk olmaktan çıkmışsın, ulus olmaktan çıkmışsın. Senin insanlık davan bitmiştir. Bunu duymakla, bunu kişiliğinde sanki gerçekmiş gibi yaşamak, en büyük ahlaksızlıktır. En büyük saygısızlıktır. Ve buna göre de gerçekliğimizin en tehlikeli yönüdür.
Şimdi artık, hiçbir gerekçeye sığınmadan; “kimi beni böyle yaptı?” nedenlerini de söyleyemem, bu söylediğim çıkışa sahip olmaya cesaret etmeliyiz. Ben bunu yine boşuna söylemiyorum. “Ya neyimiz eksik? Zaten kararı da verdik, savaşa girdik” diyeceksiniz. Bu benim için tatmin edici değil. Görüldüğü üzere savaşta, mücadelede çoğunlukla kaybettiriyor. Neden? Ölçülere uygun olmadığı için, içinizde sorumluluk duygusunu yüksek paylaşmak isteyenlere ve yaşamını basit geçirmek istemeyenlere, ayrıca ikide bir “neden, nasıl başarısız oldum?” diye de bahaneye sığınmak istemeyenlere diyorum ki; artık güvenebilirsiniz, sağlam adımları başlangıç yapabilirsiniz. Deneme-sınama yaparak her gün başarı ölülerinizi kendi kendinize de yargılayabilirsiniz.
Bu sizin hem hakkınız, hem göreviniz Ama sonuçta mutlaka halkımızın “bravo” diyebileceği bir kişilik ve onun çabası ortaya çıkmalı. Şimdi bu kaçınılmazdır. Bu olmazsa kazanamayız. Bu olmazsa hiç kimse yaşayacağını sanmasın. Hangi bireycililikle yaşanabilir? İliklerine kadar parçalanmış, düşüncesi ve ruhu bu hale getirilmiş kişilikler yaşam istemesin. Bundan nefret ediyorum. Ben bunlardan kaçıyorum ve kesinlikle içimizde de yaşatmam. Bilmeyen bilsin, tanımayan tanısın. Hepinize söylüyorum, şahsınızda tüm halkımıza; benim yaşama bir sözüm var, ona hep saygılı olmayı bilerek ve en son büyük şehidimiz Zeynep Kınaca, “büyük yaşamak istiyorum, yaşamın büyük sevincini duymak istiyorum, büyük eylemli olmak istiyorum” diyor. Her ne kadar bunun büyük başarı tarzının, Önderlik gerçeğini sonuna kadar uygulama gücünde olmasa da bu heyecanla, bu coşkuyla bu büyük eylemliliği gerçekleştirmesi ve bunun en kahraman bir insan olarak adlandırılması, doğru yolda oluğumuzu gösteriyor.
Çünkü böyle büyük yaşamak, ulusal olmak, sosyal olmak, çok zengin kültürel değerlerle yaşamak, oldukça eşit ve özgürlüğe yakın olmak, irade sahibi olmak, başarılı olmak da mümkün. Her şey buna engel teşkil ettiği için, vahşi sömürgecililik, gericilik, hatta geriliklerimiz buna engel teşkil ettiği için, bu büyük engel yapılıyor. Bunu hiç kimse küçümseyemez.
Bizim artık bir sistem olduğumuzu, bir büyük anlayış olduğumuzu hiç kimse ne basite almalı, ne de onu göz ardı eden basit bireycilikleri için kullanmalıdır. Tekrar vurguluyorum; bireycilik belki her ulusta belli bir değeri kapabilir. Şu veya bu sistemle alabilir. Ama bizde asla alamaz, çünkü bizde bireyciliğin önce geçireceği ne bir ülke var, ne de bir maddi-ekonomik değer var, ne bir sosyal egemenlik, hatta siyasi iktidar var. Hiçbirisi yok. Dolayısıyla bireycilik başından itibaren kendini aldatmaktır ve dolaysısıyla da en tehlikeli aldatmaktır.
Kolektivizm bizim halk için, bu aşamada özellikle her şeydir. Yoldaşlığı paylaşmak istemeyenlere söylüyorum; habire kendini yaşamak isteyenlere söylüyorum; bunun bu ülke ve halk içinde yeri yoktur, temeli yoktur. Dolayısıyla büyük yalnızlığı, büyük parçalanmışlığı, büyük kaybetmişliği ortadan kaldırmak için öncelikle insanın kendi içinde büyük örgütlenmeyi, böyle iki kişiyle, her bir grupla oldu mu, daha da büyük gerçekleştirmeyi, buna en yüksek değeri vermeyi, dönemin kurtuluşu açısından en temel şart olarak görüyorum. Ve bunu da artık siz de kendinize en temel bir yaşam şartı olarak görmeli, buna göre yaşamınızı düzenlemelisiniz. Bu gücü, bu büyüklüğü kendinize yakıştırmalısınız.
Tekrar söylüyorum; bu okulumuzun temel özelliklerini artık göz ardı etmemeniz için bunları her sahada, en başta savaş sahasındaki seçkin temsilcisi olmanız için vurguluyorum. Tekrar iddia ediyorum ki, bu halk eğer yaşayacaksa, bu ulus eğer kendine gelecekse, bu özelliklerle bu gerçekleşecektir. Başka hiçbir şey bu halkın ulusal gerçeğini ifade edemeyecektir. Ve sizler de asla hiçbir özlem ve arzunuza ulaşamayacaksınız.
Ben bugün dolayısıyla, böylesine bizim için çok gerekli olan, okulumuzun gerçekleştirdiği yaşam biçimini netleştirmeyi boşuna dile getirmiyorum. Dikkat ederseniz, son yılın en yoğun çabası; yeni kişilik, onun örgüt ve mücadele tarzını netleştirmektir. Karşı cephede savaş verilir-verilmez, hatta başarılır-başarılmaz benim için çekici değil. Olsa da bana göre; onu yaşama dönüştürecek kişi ortaya çıkmazsa, öncü ortaya çıkmazsa, bir çırpıda her şey tersine çevrilir. Hatta yüce devrimimiz bir despotun da entrikalarıyla, kabalığıyla tersine de çevrilebilir.
İşte bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için, dikkat edilirse okulumuza yüksek değer biçiyoruz. Israrlıyız. Belki çağımızda hiç kimse bu yaşam gerçeği ile bağlantılı yaşamayabilir. Ama unutmayalım ki, yüz özellikleri çok farklı olan katliamın son artıklarını yaşayan halkız. Ayrıca insanlık da büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Emperyalizmin insanlığın doğal çevresini yok ederek, zoru kullanarak, sömürüyü, baskıyı teknikle en son haddine getirerek, yönettiği bir insanlık var. Biz bu insanlığı da çözüyoruz ve yerine doğal yaşayabilecek insanı temsil etmeye çalışıyoruz. Yalnız ulusallık için değil, insanlık için de temsil değeri yüksek bir okul. Bu iddiamızdan asla vazgeçmiyoruz. Başarırsak ulusal gerçekliğimizde, bölgemizde onu adım adım insanlığa da taşırmaktan asla tereddüt etmeyeceğiz ve bu da büyük heyecan veriyor. En zengin ulustan kişilerin bile çok geri kalmalarına ve bize hayranlık duymalarına yol açıyor.
İşte bu temelde siz okulumuz öğrencilerinin büyük şansı olduğu açık. Her ne kadar okulumuzu özümsemediyseniz de, sıradan bir etkilenmenin bile sizi yaşama tekrar getirdiği gibi, derslerini özümsemeye ısrar ederseniz, tek olsanız bile büyük başarılarınızı daimi kılacaktır. Dolayısıyla, yakışan ve en gerekli olan budur. Bir ekmek, bir çorba her yerde bulunur. Bulunmayacak olan; ölümsüz insanın yaratılmasıdır. İşte onu burada gerçekleştiriyoruz. Ben bu yaşıma gelişim, gördüğünüz gibi çok diri ve taze bir yaşam gücü olarak, her an saygısı ve sevgisi, derinliği büyük olan gerçeği yaşıyorum. Ve bunu bütün dosta, düşmana gösteriyorum.
Neden sizler de böyle anlamayasınız? Engelleyen nedir? Düşmandan dolaylı fosilleşmiş, kemikleşmiş etkilerinden başka? Dolayısıyla inanıyorum ki; sadece savaşın değil, yaşamın da bu gerçek, doyurucu gücü olan okulumuzun tarihe mal olmuş gerçeği kadar, bundan sonrasını yaratacak, gerçekliği de sizi büyük iddia sahibi olmaya itiyor. Dersleri oldukça kapsamlıdır. Öğretiyor ve adım adım bizim için şimdiye kadar çok boş ve anlamsız olan yaşamı çok anlamlı ve zengin kılıyor.
Sizleri ve bu temelde okulumuzun hem savaşan değerlerini, hem de yüce şehitlerini ve bu temelde ayağa kalkan tüm halkımızı, dostlarımızı saygıyla, sevgiyle selamlıyor, yüksek başarıların sizlerin olmasını diliyorum.
—Yaşasın 15 Ağustos Atılımı, O’nun 12. Yıldönümü!
—Kahrolsun Bu Atılımımızın Hedeflediği, En Barbar, Faşist Sömürgecilik ve Her Türden İşbirlikçilik!
Reber APO
15 Ağustos 1996
- Ayrıntılar