Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Şubat günü saat 18:00 – 20:00 arasında Şengal merkeze bağlı Nasr mahallesinde gerilla güçlerimiz tarafından suikast eylemleri yapılmış bu eylemler sonucunda 1 çete öldürülürken 1 çete de yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
5 Şubat günü saat 18:00 - 18:30 arasında Medya Savunma alanlarımızdan Xakurke alanı üzerinde işgalci TC ordusuna ait savaş uçaklarının hareketliliği gözlemlenmiştir.
- Ayrıntılar
Demokratik kültür ve siyaset yollarının açılması sadece bir çözüm seçeneği değil, Önderliğimizin temel ve stratejik bir yaklaşımını içermektedir. Kültürel soykırım faaliyetlerine son verilmesi, asimilasyon politikalarından vazgeçilmesi kadar koruculuğun kaldırılması, karakol inşaatlarının ve baraj yapımlarının durdurulması da serhildan düzeyinde bir katılımı gerektirmektedir. Siyasi, kültürel, diplomatik tüm saldırılara cevap olmak ancak serhildan tarzında bir mücadele ile mümkündür. Bu mücadele aynı zamanda devletçi sistem içi Kürt’le, özgür Kürt’ün aynı potada eritilmek istenmesine karşı da derinlikli bir ideolojik mücadele zeminidir. Kaba inkârın yerini alan yeni bir inkarcılık tarzı olarak eritme, entegre etme ve başkalaştırma politikalarına karşı bu dönemde toplumsal inşayı yükseltmek, bunun kurumsallaşmasını sağlamak can alıcı önemli bir konu olacaktır. Yeni dönemde hem Kürdistan'ın her parçasında hem de tüm toplumsal mücadele alanlarında, demokratik ulus esasına dayalı olarak demokratik kültür ve siyaset anlayışını geliştirerek, güçlü bir çıkışın toplumun içinden yaratılma ihtiyacı kendini dayatırken, Ortadoğu'da ki güncel gelişmeleri de yakından takip ederek, hassas ve dikkatli bir şekilde sürece yüklenmek gerektiği ortadadır.
Önderliğimizin başlattığı yeni sürecin, kırk yılık mücadelemizin sonucunda ortaya çıkan tüm kazanımlar üzerinden oluştuğu bilinci ile hamleye doğru bir katılım, doğru bir çalışma tarzı ile toplumsal, siyasi ve özelikle de ideolojik alan çalışmalarında önemli gelişmeler yaratacaktır. Demokratik kültürel mücadelenin zemininin daha da gelişeceği bu dönemde, geçmiş dönemde yürütülen soykırımın, asimilasyonun, katliamların, faili meçhullerin bir bütün özel ve kirli savaşın maskesi düşürülmeden demokratikleşmenin sağlanamayacağı ortadadır. Bu konularda herkes üzerine düşen tüm görevleri hakkıyla yerine getirerek, devletin yaklaşımları iyi gözlemlenmeli, her yanlış teşhir edilebilmelidir.
Hareketimizi etkisizleştirme üzerine kendi siyasetini kuran Türkiye, artık tam anlamıyla bir çıkmazdadır. Bu çıkmaz sadece AKP hükümetinin çıkmazı değil, bir bütün Cumhuriyetin çıkmazı olmuştur. Kürt sorununun çözümüne yanaşmadığı için Ortadoğu'da adım atamaz hale gelmiştir. Önderliğimiz bu durumu değerlendirmiş ve sürece müdahale ederek Türk devletini demokratik çözüm temelli adım atmaya zorlamıştır. Önderliğimiz bununla aynı zamanda ‘yurtseverlik savaşı, siyasi savaş, toprağa ve tarihe sahip çıkma savaşı’ şiarı ile mücadelemizi tamamen toplumsallaştırarak ideolojik ve kültürel olarak tam bir kalıcılık yaratmak istemektedir. Başlatılan hamle bu anlamda toplumsal bir hamledir. Ancak toplumsal alanlarda ciddi bir inşa ile başarıya ulaşabilir.
Son Kongra Gel genel kurulu bu toplumsal inşanın önündeki engelleri tek tek tartışmış, politik ve örgütsel olarak yeni döneme kendini hazırlamıştır. Hem süreci tartışmış, hem de sürecin sorunlarını masaya yatırmıştır. Sürecin nasıl ilerleyeceğini değerlendirmiştir. Bu temelde sistemsel değişikliklerini de yapan Kongre her alandaki siyasal gelişmeleri ele almış ve bu temelde yeni döneme daha güçlü katılım kararını pekiştirmiştir.
Kültürel Hamle
Toplumsal mücadele alanları içerisinde öncelikle ideolojik alan çalışmaları olmak üzere, Tev-Çand çalışmaları da sürecin inşasında önemli bir rolün sahibi olacaktır. Kültür ve sanat alanında sürece güçlü katılmanın örgütsel hazırlığı da geliştirilmiştir. İyi bir yoğunlaşma ve planlama ile sürece önemli bir katkı yapılacağı inancındayız.
Bu dönem herkes kadar biz demokratik kültür inşacıları için de hayati bir dönemdir, sürece katılımda beklentili bir ruh içinde olmak sadece kendi demokratik yaşam inşamızın durdurulması anlamına gelmez, aynı zamanda ideolojik ve politik boşluk yaratmak demek olur. Bu ideolojik ve politik boşluklar egemenlerin kurnazlıkları ile dolar. Böylelikle oluşan her gecikme mücadele içerisindeki başarımızı daha geciktirir ve zorlaştırır. 7o'ler devrimciliğinin bir sloganı vardı HEMEN ŞİMDİ, hemen şimdi yapmak-hemen şimdi inşa etmektir. Bizim için bunun dışındaki tüm yaklaşımlar süreci boşa çıkarma yaklaşımları olur. Kültür ve sanat alanı içinse kültürel bir hamle içerisine giriş ancak süreci doğru anlamakla olanaklı olur. Bilmeliyiz ki sürece doğru temelde katılım gösteremeyenler süreci anlamayanlar olacaktır. Biz bir politika belirliyoruz. Bu politikamızın başarılı olması için harekete geçiyoruz. Politikaya girmekten, süreci kurmaktan bahsediyoruz. Sürece katılmak süreci kurmak oluyor bu anlamıyla, süreci kurma işini biz mi yapıyoruz, yoksa var olanı mı izliyoruz? Belki de kültür ve sanat alanında çalışma yürütenlerin en temel sorunlarından biri budur. Sürüklenen pozisyonda bulunmak akışa yön verememek, bu konu üzerine gerçekten düşünmeli, kafa yormalıyız.
Kültür Politikasına Girmek
Önderlik, son görüşmesinde kültür siyasettir dedi. Siyaseti geri plana bırakıp kültür-sanatla ilgileneceğim diyenlere, kültürle siyasetin bağını doğru temelde ortaya koyarak yanıt oldu. Demokratik siyaset bir bakıma kültürü kalıcı kılma alanıdır. Biz toplumun işlerini yaparken, aynı zamanda bir örgütlülük içinde yaparız. Örgütlülük tarzdır. Tarz yaşam tarzıdır. Yaşamı inşa etmek demek, toplumun işlerine yani politika girmek demektir. Demokratik siyaset, barajlar sorunu, ekonomik sorunlar, kadın özgürlüğü ve erkeğin dönüşümü, ekoloji ve güvenlik sorunlarının hepsi kültür sorunudur. Kürt sorunu da özünde bir kültür sorunudur. Kültür, toplumsal doğanın kendisi olduğu için bugün Kürt halkını kendi toplumsallığından çıkarmak istemek bir sorun olmaktadır. Kültürel soykırım ve asimilasyon politikalarıyla bir toplumsal zihniyeti yıkma telaşına düşmek, herkesi birbirine benzetmek toplumsal doğanın, kültürel kimliğin varlığına bir saldırı anlamına gelmektedir. İnsan için fark, oldukça doğal bir durumdur. İnsan kültür ve toplumsallığı ile diğer canlı türlerinden bir farklılık yaratır. İnsan olur. İnsanın kültür oluşturma ihtiyacı vardır. Yaşamın hakikati bunu gerektirir. Kültür yaratamayanlar insan olamaz. Her toplum kendine özgü bir kültür yaratır. Coğrafya bu konuda oldukça etkili bir belirleyicidir. Tüm halklar için bu böyledir. Mesela Akdeniz insanı derler, denizin ve denizciliğin getirdiği bir kültür vardır. Ermeniler genellikle zanaatkârdır, şehir kültürü vardır. Kürt halkı dağlıdır, köylüdür. Halklar arasında farklılıklar doğaldır. Hem tüm canlılarla insan arasında hem de toplumsallıkların oluştuğu coğrafya göre insanların kendi arasında fark vardır. Farkları ortadan kaldırmak için çaba içerisinde olmak, Kürt sorununda olduğu gibi toplumsallık kültürüne terstir. Türkiye'de birçok kesim asimile olmuş, egemen politikalarına yatmıştır. Balkanlılar, Kafkasyalılar, Lazlar, hatta Türkmenler dahil bir çok kesim ulus-devlet anlayışı çerçevesinde farksız kılınmıştır. Ama Kürtler sorun olmuştur. Kürt sorunu kültürel sorunu kabul etmeyerek direnmeleridir. Toplumsal doğaya ters düşmek istememeleri ve buna karşı gösterdikleri dirençtir. Kürtler kültürünü, yani toplumsal doğalarını terk etmek istemiyor. Farklılığımızı koruyarak, özgünlüğümüzü kaybetmemiz egemenleri çılgına çevirmektedir. Herkes asimile oldu, bu Kürtler nerden çıktı deniyor, Kürtlere haklarını verirsek herkes hakkını ister deniyor. Biz Kürt halkı olarak üzerimizdeki kültürel asimilasyonu yıktıkça diğer topluluklar üzerindeki yıkımı da deşifre etmekteyiz. Kürt kültürünün evrenselliği doğuşunda olduğu gibi dirilişinde de tüm halklara örnek oluyor. İlk başta toplumsallığın oluşumunda Kürdistan halkına düşen rol, bu sefer yıkımla karşı karşıya kalan toplumsallığın yeniden inşasında oynanıyor.
Sanatın Marifeti ve Hakikati
Kültür ve sanat çalışmalarımız daha anlamlı olmalıdır. Kültürel çürümeye karşı kimlikli olmak ve kültür ülkesinde kültürlü olmak zorundadır. Kürdistan suya hasret çorak topraklar gibi kültür ve sanatta bu hakikate hasrettir. Bu hasreti nasıl gidereceğiz. Nasıl bir yoğunlaşma düzeyi bu hasreti giderebilir. Kültürün endüstrileşmesine, sanatın bu hakikatten kopuk yaşamasını kesinlikle yüreğimiz kabul etmemelidir. Günlük kültür ve sanat etkinliklerini izlediğimizde halk kültürümüzün nasıl egemenlerce pop-üleştirildiğini görebiliriz. Kültür ve sanatı basit bir eğlencelik olarak ele alanlar, yoz ilişkilerin merkezi olurlar. Ama sanatı ölçülü ve ilkeli ilişkilerin merkezinde olanlar ise kültür ve sanatı devrimci ve özgür yaşamın bir değeri olarak görür. Alevilikte 'hakikat hırkasını giymek' deyimi vardır, sanatı hakikatiyle ele almak, ona hakikatiyle yaklaşmak, sanat ve toplum hırsızı olmamak gerçek sanat emekçisi olmaktır. Sanata kutsallık kazandırmaktır. Marifet kapısından geçmeden hakikat kapısına ulaşılmaz. Gönül işçisi olmadan, sırra ermeden, bir Arif olarak onun edebini taşımadan, bencillikten vazgeçmeden, topluma karşı yüksek bir duyarlılıkla yaklaşıp toplumu vicdanı olmadan bu kutsallığın hakikatine eremeyiz. İnsan yanakları kızaran bir varlıktır, denir. Yanakları kızarmak utanmayı konuşmadan dile getirir, sanatçı toplum karşında bir yanlışa düştüğünde yanakları kızarır. Ama iyi gözlemleyelim egemenlerin kültür ve sanat alanlarında çalışanlarda büyük bir utanmazlık hâkimdir. Yanaklar kösele gibi olmuş, varlıkları topluma eziyet halini almıştır. Toplumun ayıp ettiği tüm davranışlar ve uygunsuz işlerden bu tipler hiç sıkılmaz. Çünkü sıkılma ve utanma toplumlu insanda olur. Toplumsuzluk işte bu zatları böyle insanlıktan düşürüyor. Gerçek halk sanatçıları ise; cömert ve paylaşımcıdır. Mülksüzdürler, varlığa da sevinmezler yokluğa da yerinmezler. Halk Ozanı Perişan Ali'nin 'hırsız neyimi çalacak' dediği gibi gerçek halk sanatçılarının çalınacak hiçbir şeyleri yoktur.
İnsan hakta, hak insanda
Çok marifet var insanda
Ne ararsan var insanda
Mademki ben bir insanım; diyerek küçük evrenden, büyük evreni anlamak sanatçının hakikate ermesinde son marifeti olmaktadır.
Kamil Sanat
Kültür ve sanatın dar bir faaliyet olarak ele alınışı, şahsi bir iş olarak görülmesi kültür ve sanat hareketimizin temel bir sorunu olmaktadır. Bağlama, def çalmakta kültür-sanatın bir parçası, küçümsenemez fakat sadece bir parçası olması gerçeğin tamamını ifade etmeye yetmez. Kültür çalışanları olarak; kültür ülkesinde kültürsüz bırakılmışız, anadilimizden yoksunuz, halklar arasındaki ilişki dahi alt-üst bir toplumsallığa bağlanmış, halk olarak geri bile sayılmıyoruz, yok sayılıyoruz. Ülkenin dört bir yanında karakol inşaatları son sürat devam ediyor, bazı zindanların MÜZE olarak tabelası hazırlanırken diğer yandan tipsiz F'lere yenileri ekleniyor. Çocuk zindanlarının sayısının artırılması hedefleniyor. Koruculuk azaltılıp ortadan kaldırılacağını, yerden biten otlar misali çoğalıyor.
Biz kültür sanat emekçisiyiz? Hangi hakikatin hırkası sırtımızdadır, bunu kendimize sormadan hangi yola çıkacağız? Tam sanatçı olmak, kültür ve sanatı dar bir faaliyet olarak ele almamak, insan-ı kâmil olmaktan geçiyor. Anlayarak Kemal'e erendir kültürlü sanatçı. Sonrası burjuva sanata öykünmeden, o sanatçılığa iltifat etmeden inançlı bir bilge olarak yaşamaktır. Biz sahneye esir, albüm peşinde sanal bir dünyaya hapis olmaktansa, toplumla özgürlük için (de) yaşayan, hakikatli bir dünyayı inşa etmek isteyen sanatçılar olmalıyız. Sanatçıların 'beka-laşması' böyle gerçekleşir. Bu olmazsa 'beko-laşmak' kaçınılmaz olur. Hakikat ilhamını içmeyenler, onunla gönlünü ferahlatmayanlar hep yanılırlar. Bu ilhamdan nasibini alanlar ise, tüm kültürel soykırım, baskı ve asimilasyona karşı tutum sahibi olma gücünü bulurlar. Cesur ve açık sözlülükleriyle kurulu bozuk düzenin çarklarını kıran, özgür bir yaşamı kuran ve kurtaran olurlar. 'Ayaklara turab benim' demeli sanatçı, halkın toprağı olmalı, yurtseverlik kokmalıdır. Ayaklara toprak olmak, kâinatın aynası olmaktır aynı zamanda, mütevaziliğin nişanesidir. Hz. İsa'nın mütevazılığı gibi, en yoksulun ayaklarını yıkamanın alçak gönüllülüğüne sahip olmaktır. Bir peygamber bir yoksulun ayağını yıkıyor. Gerçek sanatçı bir peygamber gibi tüm insanlığı, toplumu sınıfsız ve bir gören, toplumun kültürel farklılığını esas alan bir eşitlik ferasetini taşımalıdır. Yararlı, üretici olduğu kadar verme yanlısı olan insanlara sanatçı diyebiliriz. Bugün işler biraz tersine dönmüş Newroz'lara dahi almak için gidiliyor. Sahne alıyor, para alıyor, her şeyi almak istiyor. Vermek bir gün aklına gelmiyor. Bu sahte sanatçılara karşı duyarlı olmak boynumuzun borcudur gerçekten.
Kültür ve sanat hareketi olarak ciddi sorunlar önümüzde ve çözülmeyi bekliyor. Kültürü, anlamı içeriği bilme, kültür ve sanatın, sözün sırrını öğrenme çalışmaları önümüzde duruyor. Halk bizde hakikati arıyor. Halk gerçeğiyle gerçek olmak bir ödev olarak sanat camiamızın önündedir. Kamil insandan, kâmil bir topluma yolculuk zamanıdır artık, kendimizi görmek, toplumsal kimliğin öncüsü olarak demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşayı büyütmek durumundayız.
Ekin Roni
- Ayrıntılar
Mecazi anlamda Pişkinlik sözcüğünü sözlükler: “Saygısızca davranarak işini yürüten” kişi için kullanıyor. Biz kendi yerel dilimizle buna çoğu zaman lümpenizm diyoruz. Lümpenliği ise bir arkadaşımız:
“Lümpenliği nasıl tarif etmek gerekiyor. Örneğin Karl Marx “lümpen proleter” kavramını, sarf ettiği emeğinin değerini bilmeyen kişilere kesimlere ki bunlara “lump” diyor, kullanıyor. “Lump” sözcüğü muhtemelen Türkçe dilimizden buradan geçerek lümpen olmuştur.
Lump yani lümpen emeğinin değerini bilmeyen, emek karşısında saygısı olmayan, har vurup harman savurmak gibi, haydan gelir huya gider misali insana ve onun emeğine saygısı az, bu bağlamda kendisine saygısı az olan kişi mi diyelim?
Lümpenliği bir yere kadar böyle tanımlamak belki yanlış olmaz. Ancak yetersiz kalacağı muhakkaktır. Toplumumuzda lümpen derken ilk akla gelen ahlaki manada toplumun değer yargılarını tanımayan, bu değer yargılarını çiğneyen, alay eden, ciddiye almayan, hatta kollarına alarak gırgırını ve şamatasını geçene de deniliyor.
Başka bir manası ise toplumun örf adetlerini, örf adabını takmayan, kendi şişirilmiş egosuyla toplumun bu değerlerine tepeden bakan, dediğimiz gibi alay eden kişi içinde kullanılıyor.
Ve birde toplumumuz lümpen derken herhalde en çokta sokak kültürünü yaşayan tipler için kullanıyor lümpenliği ya da lümpenizmi. Sokak kültürüne amiyane tabirle kabadayılık diyoruz. Nedir bu kabadayılık dedikleri kültür? Hödleyen, naralar atarak karşısındakilerini ürküten, kestiği kestik olan, herkese posta atan, hani var ya dediğim dedik, çaldığım düdük misali. Sokak kabadayısı ismi üzerinde kaba olan, toplumun nezaket kurallarında ya da toplumsallığında bir şey almayan, tam tersine toplumsallığı çiğneyen kişilik oluyor.
Elbette bununla sınırlı değildir lümpenlik. Birde toplumumuz elin namusuna göz diken, el atan tiplerine de lümpen diyor. İşi gücü kız ya da erkek peşinde olan, bu bağlamda toplumda alışılmış, kabul görmüş makul ilişkiler dışında adeta toplumu dinamitleyecek ilişki biçimine de dediğimiz gibi lümpenlikle değerlendiriyor.
Şimdi yukarıda farklı farklı tanımlamalarla lümpenliği ya da lümpen kişiliği açmaya çalıştık. Toplumumuzda adeta değer tanımayan, başkalarının değerlerine saldıran, küçümseyen, horlayan, hödleyen, dediğim dedik ve kestiğim kestik diyen, sokak kabadayısı gibi herkese saldıran, toplumun nezdinde insanların haysiyetiyle alay eden, onurlarını rencide eden, bir soytarı gibi el alemin taklidini yaparak küçük düşüren, bunu yaparken adeta etrafında onu dinleyen tüm insanları bu yozlaşmaya ortak eden, alaycı, tepeden inmeci, başkalarının dini inançlarına karşı saygısızca konuşan… İnsanlığın en güzel meziyeti olan hoşgörü kültüründe nasibini almamış, pespaye, kibar olmayan, banal, bayağı olan böylesi bir tipe herhalde lümpen demek yanlış olmaz.”
Lümpenlik herhalde yukarıda tanımlandığı gibidir. Bu tanım zaten bir bireyin yeterince saygısızlığı da içeriyor. Buna birde daha pervasız yani pişkin halini eklersek orada özü itibariyle belki de tüm insani özelliklerinden kopmuş bir tiplemenin ortaya çıkacağı açıktır.
26 Ocak günü Kürtler Kobanê’de Ortadoğu’da halkların başına musallat olmuş özelde de Kürtlerin başına bela haline gelmiş olan faşizan çete yapılarını attılar. Sadece Kobanê’de tam 134 gündün yüzlerce Kürt’ün ve dostunun ölümüne yol açan, yüzlerce köyü yakıp yıkan, bir kenti yaşanmaz haline getirmiş olan böyle bir yapının sökülüp atılmasını-hem de birçok devlet bu faşist yapının önünde çaresizlikleri gözler önündeyken-Kürtlerin ve dostlarının bir bayram havasıyla karşılamalarından daha doğal ne olabilir ki?
Ama dikkat edersek kardeşlik edebiyatı yapanların sözde kendilerine kardeş gördükleri insanların bu bayram havası ve coşkusuna, “çifte telli oynuyorlar, peki ya bu yıkılmış olan bu kenti nasıl yeninden kuracaksınız” manasında sözler sarf eden bir TC cumhurbaşkanına ne demeliyiz? Hangi adı takmalıyız? Ya da bu sözleri kullanan bir kişiye en yakışacak tanım ne olabilir?
Pişkin diyeceğiz ama yetmiyor. Lümpen diyeceğiz ama bu da yetmiyor. Pervasızlıkta sınır tanımayan böylesine bir kişiyi halkımızın ve halklarımızın vicdanına havale ederek, en iyi tanımı onların yapacağına olan inancımızla…
ŞIHO DİRLİK
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Şubat günü saat 05:00 - 06:00 arasında Hakkari'nin Şemdinli ilçesine bağlı ve TC ordusu denetiminde olan Mamreş tepesinden Şehit Ronahi tepesi'ne yönelik Tanklarla bir bombardıman gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Şubat günü saat 11:00 - 11:30 arasında Zap Bölgesi sınır hattında bulunan ve işgalci TC ordusu denetiminde olan Bilican karakolu çevresindeki alanları obüs ve havanlarla rastgele bombalamıştır.
- Ayrıntılar
Ortadoğu’da üçüncü destansı çalışmam, kadın özgürlüğüne ilişkin olanıdır. Bana göre anayurtların ve emeğin kurtuluş çalışmalarından daha öncelikli olması gereken bu çalışma en zor alanıydı. Kadın, gericiliğin ve köleciliğin ilk ve köklü ezilen sınıfı, ulusu ve cinsiydi. Görünüştü cins farklılığı, eşitsizlik ve baskı için gerekçe yapılır. Tarih derinliğine araştırıldığında anlaşılacaktır ki, kadınlar tamamen sosyal ve siyasal egemenliğin ilk kurbanlarıdır. İnsanlığa dayatılan her tür eşitsizliğin ve köleleştirmenin ilk sınıfıdır. Kadın köleleştirildikten, evin uysal ve evcil bir nesnesi (özne değil) haline getirildikten sonra, sıra sınıflı toplumu ve devleti yaratmaya gelmiştir. Zalim ve yalancı erkek kadını düşürdükten sonra, bundan aldığı cesaretle diğer insanları ve kendi cinsini de ezmeye ve tutsak kılmaya yeltenmiş; en büyük yalancı düşünce sistemleri olan mitolojileri ve dinleri yaratmıştır. Tabii halklar için doğruya yaklaştıran mitoloji ve dinler de vardır. Biz egemenler ve sömürücülerin yalancılık ve zorbalık üreten din ve mitolojilerinden bahsediyoruz. Bu din ve mitolojilere bakıldığında, kadın bin bir hile ve zorbalıkla görkemli tanrıça tahtından adım adım düşürülmekte, önemsiz kılınmakta ve en son yok edilmektedir. Özgürlük savaşçısı olup da bunu görmemem mümkün olamazdı. Ana tanrıça dinini yaratmış ve ilk aşk tanrıçalarına mekan olmuş bu toprakların özgürlük çocuğu olarak, ilk büyüklerimizi ve tutku kaynaklarımızı anlamaya çalışacak, araştıracak ve varlık gerekçelerini bulacaktım. Kadın sorununa yüklenmem bir kişisel onur sorunu olmanın ötesindedir. Basit cinsellik ihtiyaçlarının ise tam karşısındadır. Cinslerin buluşmasını mutlaka hayvani cinsel güdünün üstüne, büyük dostluğun ve yoldaşlığın seviyesine çıkarmak, bana gerçek bir yiğitlik gibi geldi ve kadına uzanmaktan çekinmenin korkaklık olduğunu fark ettim. Korkuyu egemen erkek yaratmıştı. Namus adı altında bu oyunu oynuyordu. ‘Seviyorum’ derken bile, ikinci seferinde bıçaklıyordu. Haksızlığı dehşet vericiydi. Cins olarak kadını hırpalamış, fiziğini, zekasını ve duygularını mahvetmişti. Kadını inanılmaz derinliklere düşürmüştü. En benim diyen sosyalist erkek ve hatta kadın bile bu oyunun basit figüranları olmaktan kendilerini kurtaramıyorlardı. Özgürlüğe büyük susamışlığın verdiği güçle soruna yüklendim. Çok sayıda çözümlemeler, diyaloglar, derinlikli konuşmalar yaptım. Bir sahipleri olarak değil de, bir sanatkar olarak, güzel bir fiziki duruştan zeka kıvılcımı olmalarına ve dillerinin sesiyle hiçbir maddenin veremeyeceği tadı verebilecek düzeye ulaşmalarına kadar her şeylerine müdahale ettim. Yetiştiler, büyük yetiştiler, ama toydular. Lanetli yaşam ve erkek efendileri yanı başlarındaydılar. Onlara karşı ve onlarla birlikte büyük öz cins savaşımını verecek tecrübe ve ustalıktan yoksundular. Bu acıyla kendilerini uçurumlardan attılar. Ateşlerde yaktılar, bombalarla parçaladılar. Onlar kahramanlık adına her şeyi yaptılar. Ama yalnızdılar. Karşılarındaki erkeklik, kaba yaklaşımından başka tür bir yaklaşımı, eşitlerin büyük dostluğunu ve yoldaşlığını aklına getirmek istemiyordu. Çiçekler gibi solup gidiyorlardı. Tanrıça kültüne içten inanacak kadar saygı ve sevgi gücüne ulaştım. Büyük kadın savaşımımı ne kadar gözden düşürmeye çalışsalar da hakkını verdim. Hem bir kadın için en kutsal görevlere ihanet edeceksin ve protestocu yaşayacaksın, hem de soylu kadın yoldaşlığı için üzerine düşeni yapmayacaksın! Başta PKK olmak üzere, tüm ilgili çevrelere kadın savaşımının basite alınacak bir yönü olmadığını göstermeye çalıştım. En az zorba ve yalancı erkek tanrıları kadar, doğrunun ve aşkın gücü olan tanrıça dünyasının da tanınmasını, gerekli saygı ve sevginin içten gösterilmesini ilkelice ve ciddiyetle sonuna kadar göstermeye ve dayatmaya çalıştım.
Hainleri ve işbirlikçileri çıksa da, bu çabalara candan katılanlarını unutmak asla mümkün değildir. Hele şehitleri, bu toprakların halklarımızın en kutsal azizeleri olarak her zaman anılacaklardır. Onlar gerçek birer yiğit tanrıça durumundadırlar. Kalanların birliklerini, partileşmelerini saygıyla karşıladım, yardımcı oldum. Özgür ve güzel yaşamın garantisi olmaları gerektiğini hep söyledim. Bir gün mutlaka gerici, yalancı ve zorba erkeği hizaya getirecek güçlü kadına ulaşacaklarına dair duyduğum inançla çabalarımı sonuna kadar sürdürdüm. İnsan sadece mülkü olan kadınıyla büyümez, erkek olmaz. Ben böyle ne büyümek, ne de erkek olmak istedim; hatta böyle olmayı onur kırıcı buldum. Kadını zor duruma düşürdüğümü biliyorum. Onları ateşten bir parça haline getirdiğimi de biliyorum. İçlerin büyük düşmanlık edenlerin ve çok haksızlık yapanların olduğunu da biliyorum. Onları yalnız kıldığımı da biliyorum. Ama bilmelerini istediğim önemli bir hakikat, onların savaşın da, barışın da kaderini belirleyecek kadar güçlü olmaları gerektiğidir. Bu olmadan yaşam haramdır. Bu olmadan aşk olmaz. Bu olmadan hiçbir özlem giderilemez. Yalnız ve ayrılık bu büyüklüklerin elde edilmesi ve egemenlik kazanması için, geçilmesi gereken yol ve ödenmesi gereken borç faturalarıdır. Ana tanrıça ve aşk tanrıçalarının diyarında bin yılların kaybettirdiği özgürlük ve eşitlik gücüyle, kadın merkezli çalışma ve savaşımında güzellik ve zekanın yeniden yaratılacağına, varolanın yeni toplumsal sözleşmeyi hayata geçirecek kadar özgüce kavuşacağına dair umut ve inancımı belirtirim. Tüm sevgi ve saygı dolu kadın yoldaşlığında iddia kadar, çabalarıma bir aşk işçisi olarak son nefesime değin devam edeceğim kesindir. Anlam verecekleri ve ihtiyaç duydukları kadar kadın yoldaşların olduğum ve hep öyle kalacağım kuşkusuzdur.
Yaşam tarzı, sevgi ve saygı gibi moral ve estetik ilkeye yer verdiğimi belirtmeliyim. “Yaşam ya özgür olacak, ya hiç olmayacak” ilkesine bağlılığım doğuştan ölüme veya sonsuzluğa kadardır. Sevgi ve saygı, estetik ve özgür ahlakla mümkündür. Unun merkezine kadını oturtmam doğrudur. Özgürlük eylemiyle doğan özgür kadının ve etrafında gelişen yaşamın en güzelce ve dostça olacağından kuşku duymadım. Komplekse düşmedim. Erkek egemenlikli din ve toplum yerine, kadının en azından eşitliğini gözeten tanrıça ağırlıklı din ve toplum anlayışına büyük anlam verdim. Bunun oluşması için büyük bir kadın özgürlüğü ve aşkının işçiliğini yürüttüm. Hiçbir kadına, dolayısıyla insana mülk gözüyle bakmadım, baktırmadım. Bu yolumda da doğruluğundan, ahlaki ve estetik değerinden hiç taviz vermeden sonsuza kadar yürümem, karakter oluşumumun doğal bir sonucudur.
Eleştiri-özeleştiri olayını fazla çözümlemek yerine, ilgili konularda pratik çözümlere yansıtmak daha önemlidir. Buna her zaman özen gösterdiğim bilinmelidir. Özellikle İmralı süreciyle birlikte derinliğine kendimi yokladım; öz bilince ve özgür duygulara ulaşmaya ve bunları paylaştırmak için yansıtmaya ilişkin çabalarımı sürdürdüm. Mevcut gelişmeler, sözümüzün pratik olduğuna ilişkin belirlemeye bağlı kalındığını kanıtlamaktadır.
Rêber APO
- Ayrıntılar
Her cephedeki savaşçımız, tüm yıllarda olduğu gibi bir daha gerek inisiyatif kazanmada, gerekse hazırlıklar itibariyle bu yılı en başarılı kazanmanın başlangıcını bir kez daha yakalamıştır.
Gerek düşman cephesinde ve gerekse kendi iç bünyemizde, ulusal Kurtuluş saflarında olsun, parti ve ordulaşmanın iç düzeyinde yaşanılan gelişmeler çarpıcıdır ve hiçbir dönemde kıyaslanmayacak kadar, sonuca gitmede, önümüzdeki yılın büyük anlam ifade ettiğini, sadece kendimiz açısından değil, çok çeşitli çevrelerin ortak bir görüşü olarak kendisini ortaya koymakta, dile getirmektedir.
Bizim cephemizde; bir yoldaşla ve taktiğe giderek daha fazla hakimiyet, kendini gösterirken düşman cephesinde ise; bir parçalanma, çözülmenin geliştiğini ve bu anlamda yenilenme ile bu çözülüşü durdurma ya da giderek daha da daralma yaşayacağı bir o kadar doğrudur.
Geçtiğimiz 1996 yılı için söylenebilecek olan: Bizim büyük bir hazırlığı, iç yoğunlaşmayı, özellikle taktik dönüşüm için ve bundan da daha önemlisi, buna güç getirecek komuta ve savaşçı kişiliğini netleştirmek, yetkinleştirmek, biçimlendirmek anlamında büyük çabaların harcandığı ve sonuca gitmek için epey ilerlemenin sağlandığı bir yıl oldu.
Bu yönlü çarpıcı bir gelişme de giderek kendini mevzilenmelerde, üslenmelerde daha kalıcı kıldığını, yeni savaş tarzına, taktik tarzına hükmedebileceğini, belirli yönleriyle ortaya koymuşken düşmanın özel savaş yöntemlerinin toplumda büyük bir çözülüşe, güvensizliğe, uluslararası alanda da bir tecritliğe ve kabul edilmezliğe doğru götürdüğü ve bunun en çok açığa çıktığı bir yıl olduğu tartışmasızdır. Özel savaşın tabiatı, gerçeği; başka türlüsü de olamazdı. Baştan itibaren gerek esas aldıkları siyaset, gerek oyalama tarzının Türk devletinin klasik yapısını bile zorlayacağını ve hatta devlet olmaktan çıkaracağını biz çok önceden söylemiştik. Doğrulanan, görüşümüz olmuştur.
Eğer mevcut özel savaşı bu haliyle daha fazla sürdürecek olurlarsa; bunun giderek kendi kendilerini tüketen, yiyen, bizim belki de savaşımızdan çok, kendi kendisini yiyerek adeta tüketmesi gibi bir durumu yaşaması kaçınılmazdır. Özel savaş mantığı budur. Bu biçimde götüremeyeceklerini çok iyi anladıkları için, bir takım değişikliklere gitmek istiyorlar.
Devlet bünyesindeki son çatışmalar ve tartışmalar bununla bağlantılıdır. Bunu; hemen siyasi diyaloga hazırlanıyorlar biçiminde yorumlamak ne kadar yanlışsa, bunu tümden göz ardı etmek de bir o kadar yanlıştır. her şey olabilir. Özel savaşın kendini yeniden şekillendirmesi kadar, bunun bir biçimi olarak siyasal olanakları devreye sokması da ihtimal dahilindedir. Zaten bu son muhalefetin muhalefetlik yapamaması, yani siyasal rol oynayamaması söz konusudur, siyasal süreç derken, yalnız ulusal kurtuluş ve diyalogundan bahsetmiyorum. Türkiye'de politika tükenmiştir. Özel savaş, politikayı adeta işlemez duruma getirmiştir.
Verilen kavga bunun yolunu açmak içindir. Başarılıp başarılmaması o kadar önemli değildir. Ama kavga kızışacaktır! Çok geniş sivil politikacılar ekibi, çok sayıda parti ya tamamen teslimiyet bayrağını çekerler ya da mevcut özel savaş kliğini daraltırlar ve hatta düşürürler. Tabii, bu da devlet içindeki bir çatışmanın gelişmesi anlamına geliyor. Hem hükümetin, hem muhalefetin, MİT'ten tutalım orduya kadar içinde dayanakları vardır. Bunların hepsi harekete geçirilmiştir ve daha da geliştirilmek zorundadır. Ya tümüyle muhalefetin tükenişi ve böylece de kendine özgü bir özel savaş rejiminin devleti tümüyle ele geçirmesi veya mevcut özel savaş hükümetinin aşılması söz konusu olacaktır.
97 yılı, en çok bunun yaşandığı bir yıl olmaya daha şimdiden aday olduğunu göstermiştir. Bir çok ihtimal, muhalefet partilerinin eskiden özel savaş hükümetleriyle kurdukları 'milli mutabakatın' artık devlet için yararlı olmadığını, kendilerini de bitirmenin eşiğine getirdiğini görmüşlerdir. Ve siyasal faaliyetlerini artan bir etkinlikle sergileyecekleri kaçınılmazdır.
Ana muhalefet partisi, Yılmaz'ın biraz tükenişi önlemek için içine girdiği tutum bunun ifadesidir. Ardından Bülent Ecevit, Deniz Baykal, hatta yeni oluşumların da kendi ağırlıklarını hissettirmek zorunda oldukları, aksi halde erimekten kendilerini kurtaramayacaklarını belirtiyoruz. Hükümetteki Refah Partisi'nin her iki durumdan yararlanmak istediği, gerek DYP'nin sıkışıklığını, gerekse muhalefetin sıkışıklığını kullanarak puan toplamak istediğini, ama bunun da pek güvenilemez bir yol olduğunu, puan toplamaya çalışırken birçok puan kaybetmesi de işten bile değildir. Böylesine karmaşık bir durum yaşanıyor. DYP, yani faşizme, özel savaşa çok bel bağlayan bir partidir. Zor ayakta durduğu, aşınmayla ve giderek CHP'nin durumuna düşmekle karşı karşıyadır.
Bütün bunlar, özel savaş rejiminin, sivil kliğinin nasıl zor durumda olduğunu ve hatta görünmeyen çetelerin de -son ortaya çıkan kavgasında görüldüğü gibi- mevcut sitemi yürütmede ne kadar zorlandıklarını veya kapıştıklarını açıkça gösteriyor. Ki, bu anlamda 1997 yılı özel savaşın tarihinde; ya bir değişim dönüşüm ya da içinde daha fazla dağılma ve çatışmanın yaşanacağını göstermektedir.
Burada ak hayaller beslememek lazım. siyasal yollar fazla açılsa bile, ulusal kurtuluş savaşımızın bu konuda siyasal diyaloga kolay kolay gireceğini sanmamak gerekir. Daha çok tasfiye temelinde yaklaşacaklardır. Uygun olmayan kanallarda tecrit etmeye çalışacaklardır. Bunun için değişik önderlikler ve politikalar gündeme sokulacaktır. Gerek Refah kanadında, gerek muhalefet kanadında buna benzer çabalar artabilir. Ama bütün bunlun özel savaş yöntemi olarak kullanan klik; özel savaş yönetiminin aslında kendi savaşımında bir tıkanıklığı yaşamaktadır. Kullanabildiği bütün yöntemlerin aleyhine sonuç verdiği, eğer ısrar ederse, daha da bunun çarpıcı olumsuz etkilerini yaşayacağını görmesi söz konusudur.
Dolayısıyla, çatışmanın daha da derinleşmesi ve devletin temel kurumlarını çatırdatması söz konusudur. Birlikleri de sakıncalı, parçalanmaları da. Bir reforma gidip gitmemeleri de son derece tartışmalıdır. Köklü bir reform mümkün olabilir mi? Türkiye devlet yapısında bu biraz zordur. Ama giderek bunun için zaman kısalmaktadır. Eğer önümüzdeki zamanı da kullanmasalar, belki tümden kaybetmenin çaresizliğini de yaşayabilirler.
Bu nedenle özel savaş cephesinde, yeni yıl son derece sonuç alıcı, -ya dönüşüm anlamında ya da bunu sağlayamazsa daha da daralma tükenme anlamında- hayati bir yıl olacağa benziyor.
Bunu tabii bu boyutuyla da görmek mümkündür. Geleneksel olarak bu savaşı destekleyen ABD ve Avrupa da desteğini önemli oranda durdurmakta ve bazılarım geri çekmektedir. Bu haliyle fazla desteklenmeyecekleri önümüzdeki süreçte daha fazla ortaya çıkacaktır.
Erbakan yoluyla İslam ülkeleriyle kurdukları ilişkilerin de lehine değil, aleyhine sonuç vereceği günler yaşanıyor. PKK'yi yalıtma, tecrit etmede başarı değil, başarısızlık söz konusudur. Rusya ile geliştirmek istedikleri ittifak, PKK aleyhinde tersini doğrulamaya adaydır.
Kısaca diplomaside özel savaş en tecrit olmuş yılı yaşarken, PKK'nin diplomatik atakları tarihte ilk kez çok kapsamlı bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Tabii özel savaşın dayandığı ekonomi, tamamen en bunalımlı bir dönemi yaşadığı gibi her an değişik krizlerle de işlemez duruma gelmesini önümüzdeki süreç ortaya çıkaracaktır. Kartopu gibi büyüyen dış borç, ancak daha da faizi büyüyen iç borçla ödeniyor ki; bu yol değildir. Hiçbir devlet buna dayanamaz. Enflasyon yüzde doksandan aşağı düşmüyor, hiçbir ekonomi buna dayanamaz. Dünyada örneği yok. Yatırımlar tümüyle durmuş ve alttan dayalı bir ekonomi, kesinlikle bu toplumun ekonomik taleplerine cevap veremez.
Siyasal krizden bahsettik. Neredeyse birbirlerini yerle bir edecekler. Hatta "gizli çeteler savaşı" bile tüm güvenlik kurumlarının ne hale gelebileceğini göstermektedir. Ordu içindeki görüş farklılığının giderek büyüyeceği ortada.
Demek ki, 97 yılı bu anlamda bir final yılı olmaya doğru gidiyor. Hiç şüphesiz bunların temelinde, bizim ulusal kurtuluş mücadelemiz yatıyor. Ulusal kurtuluş savaşı, her ne kadar geçen yıllarda, özellikle Genelkurmay'ın tamamıyla devreye girdiği 1992'den beri çok ağır bir süreci de yaşasa, unutmayalım ki; bu direkt Genelkurmay'ın kullandığı, bütün kuvvetlerin hayata geçirdiği savaş 5 yılı buluyor. Devletler düzeyinde yürütülen bir savaştır. Farkı burada. Yani Güreş'in sorumluluğu altında bütün kuvvetlerin katıldığı bu 5 yıllık savaş, ancak devletler düzeyinde yürütülebilir. Bu açıdan önemlidir, kapsamlıdır.
Ve ulusal kurtuluş savaşımımız yenilmemiştir. Ama, zorlanmayı yaşamıştır. Belli sahalarda daralmayı yaşamıştır. Bu da gerilla tarzının kaçınılmaz bir sonucudur. Anlamsız kayıplar kolay değil. Daha fazla başarılı olacağımız sahalar çoktur.
Ama buna rağmen kendi iç yapımızda geliştirdiğimiz, büyük yeniden düzeltme ve yoğunlaştırma hareketi, 95 ve 96'da en önemli düzeye getirildi. 94'te ve 95'te yaşadığımız içteki darlıklar, moral düzeyden tutalım laktiklere doğru yaklaşmamaya kadar, parti dışılıktan tutalım temel askeri kuralları hiçe saymalar, büyük bir çabayla gözden geçirildi. Yine muazzam bir eleştiri ve yoğunlaştırılma sürecinden geçirildi. Sonuçta, 97'ye girdiğimizde hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar muazzam bir pratikleşme, ordulaşma, özellikle de taktikte bir netleşmeyle birlikte hayata geçirmenin pratik hazırlıkları ileri düzeye gelmiştir.
Denilebilir ki; en eski PKK'lilik, en yeni PKK'lilik gibi bir dönüşüme uğruyor. Son gerçekliğimiz, iç yapımızı sorgulama düzeyimiz, büyük açılımlar göstermiştir. Yalnız PKK için değil, bütün dönemlerin parti tarzında ileri bir noktasını teşkil etmektedir. Kendi kendini yenileme de diyebiliriz. PKK günümüzün en iddialı örgütüdür!
Bilmemiz gerekir ki, biz esasta geçmiş süreçte dilediğimiz gibi savaşmadık. Dayandık, küçümsenemez savaşlar da verdik, fakat esas itibariyle düşmanı yıpratan, askeri ve siyasi çizgimiz üzerinde bizim göstermiş olduğumuz ısrardır. Önderlik ısrarı burada önemli rolü oynadığı gibi, pratikte de kesintiye uğratmamanın büyük çabaları, çoğunuzun henüz fark etmediği gelişmeyi ortaya çıkarmıştır. Bunu, çabanızı küçümsemek için söylemiyorum. Tam tersine çabalarınızı önderlik çabalarıyla birleştirmek için mutlaka vurgulamam, sizin de anlamanız gereken bir husustur. Nasıl ayakta kaldığımızın doğru tarzını size vermeye çalışıyorum. Siz aslında etkin gerillayla savaşmadınız. Ve sizin oldukça yenilgiye doğru giden tarzınızı biz önledik. Gerek önderlik tarzının aldığı ideolojik, siyasi ve pratik askeri tedbirler, bizzat yürüttüğü hazırlık çalışmaları bu sürekliliği ve sizin yenilgiye doğru giden durumunuzu önlemiştir.
Uyarıyorum! Kolektiviteye gelmeyen, bizim çok netleştirdiğimiz partileşme, ordulaşma ölçülerimize cevap vermeyen, adı, ünü ne olursa olsun, hatta tarzı temposu da buna yetmeyen kim olursa olsun, o, partiden saygı bulamaz. Dolayısıyla Önderlik de günlük olarak onun hesabını soracaktır.
Bütün yoldaşların beynine ve yüreğine uygun gelen, canı gönülden bir komutayı, manga komutanlarından tutalım eyalet komutanlarına kadar mutlaka temsil etmelisiniz. Varsa bir niyetiniz, bütün yoldaşlarının engin sevgisi, saygısı temelinde, gerçekten güç veren ve buna ayık olan bir komutayı tutturmadan bir gecenizi bile rahat geçirmeyeceksiniz!
Slogan şudur: "Bu ölçüleri yakalayıncaya kadar, gerekirse yatmayız, yemeyiz, içmeyiz, bu temsil düzeyini yakalarız!" Buna mutlaka bu anlamı vererek uygulama yeteneğini göstereceksiniz.
Çözüme böyle gidilir, zafere de böyle gidilir.
Siz değerli yoldaşlar!
Tekrar vurgulamalıyım ki, bu yılı sizler de ister sıradan bir savaşçı, ister inisiyatifli bir komutan olsun böyle güçlü karşılayabilirsiniz. Hepinizin olanakları fazlasıyla buna el veriyor ama savaş bir sanattır. Her gün incelikli yaklaşım ister. Günün 24 saatinde değişiklik ister. Bunlar artık sistematize olmuş bir komuta yapısının, gerektiğinde 24 saat karar veren, değiştiren ve kendi tarzındaki üretkenliği, başarıyı yakalayan bir konumu elde etmek hiçbiriniz için zor olmasa gerek. Biz son değerlendirmelerle birlikte bu işi alabildiğince aydınlattığımız kanısındayız. Almış olduğunuz bütün çözümlemeler, aydınlatma işini ileri noktada sağlamıştır. Sizleri bu aydınlatma işinde, kendiniz için gerekli olan pratik sonuçları çıkarmaya çalışıyorum. O değerlendirmeler aslında sanki günlük olarak sizinleyiz gibi bir yaklaşımla ele alınmıştır ve size de ulaşılmıştır.
Değerli tüm militanlar;
Diyalog değil, mevcut hükümet halen kökümüzün kazınmasından bahsediyor. Güney'de ve Kuzey'de bunun için elinden geleni yapıyor. Bu açıdan hesap hatası yapmayalım. ağır basan ihtimal savaşın şiddetlenme ihtimalidir. nitekim son yaşadığımız çatışma da bunu doğruluyor.
Hem kendi taktiğimizde ısrar etmenin ne kadar doğru olduğunu ve hem de düşmanın öyle kolay diyalog sürecine girmeyeceğini göstermektedir. Yılbaşı dolayısıyla bir çağrı yaptık ama karşılığında hiç hızından kaybetmeyen operasyonlar oldu.
Yılı bu temelde mutlaka perspektif ve karar halinde değerlendirmelisiniz. Mevcut yoğunlaşma düzeyini hepiniz aldınız. Onları tekrarlamayacağım. Ve geliştirmekte olduğumuz çeşitli yöntemlere ilişkin, özellikle parti içi sorgulama sonuçlan çarpıcıdır. Üreticidir ve muazzam geliştiricidir. Büyük oranda size ulaşmıştır ve daha da ulaştırılmaya çalışılacaktır.
Yeni bir komuta kişiliğini yakalıyoruz. Belli başlı özellikleri size ulaşmıştır. Özümsetiliyor daha da sonuçlandıracaksınız. kesinleştireceksiniz! Doğru bir yönetim tarzı yoğunlaştırılıyor, boyutları size ulaşmıştır, daha da ulaştırılıp kesinleştireceksiniz.
Çözüm yılı diyorum. Bunu derken yalnız ulusal kurtuluşun siyasal yolu için söylemiyorum. yüksek bir çözüm gücü halinde birlikte yürümeyi sağlayacaksınız. Yoğunlaşmada çözüm, taktikte çözüm eğitimde çözüm, rapor sisteminde çözüm, mevzilenmenin her biçiminde, üslenmelerde çözüm, eylemlerde çözüm, moralde çözüm. Velhasıl, önünüze koyduğunuz her sorunda yüksek çözüm gücü olma bu yılın temel sloganıdır. Gereklerini mutlaka karşılayacak duruma getirerek başlangıç yapacaksınız.
Genelde de bu yıla ulusal kongreyi, hatta federe bir devleti, onun meclis ve hükümetini, hem Güney'de hem Kuzey'de sürdüreceğiz. Ve belki de ilanına gidebiliriz. Güney'deki faaliyetlerimizin yoğunluğu bu amaçladır ve sonuca kadar götürülecektir. Kuzey'de de bu faaliyetler geliştirilecektir. Gerek Güney'de, gerek Kuzey'de askeri çalışmalarımız da hızından bir şey kaybetmeden yürütülecektir.
PKK Türkiyelileşiyor derken; Türkiye halkıyla, Türkiye halkının çeşitli güçleriyle ittifakları gürleştireceğiz. Gerek illegal, gerek legal barış, demokrasi bloğu daha da anlamlı hale getirilecektir. Halkın ittifakında pratikte mesafe alınacaktır. İllegalitede gerilla da dahil olmak üzere, eylemlerde birlikteliği gerçekleştireceğiz. Türk cephesi önümüzdeki süreçte bir ivme kazanacaktır siyasal ve askeri boyutu açısından. Buna elinizden geldiğince desteği ve hazırlığı sunmalısınız, geliştirmelisiniz.
Güney'de de PKK güneylileşmiştir. Orda da gerek askeri ve gerek siyasi faaliyetlerimizi, belirlenen amaca doğru gidişte temel bir düzeltme olarak, geçmişi aşan bir tarzda yerine getireceksiniz.
Bölge ülkeleriyle ilişkilerimiz var. Bunlar daha da bölge halklarıyla birlik, kardeşlik temelindeki yaklaşımlarımızı geliştirecektir. Unutmayın ki, çizgimiz Ortadoğu'da halkların birlikteliğine çok açık ve birçok imkan ortaya çıkarmaktadır. Bu daha da geliştirilecektir.
Uluslararası alanda; partimize yakıştırılan terörizm iddiaları giderek aşılıyor ve bunun yerine en iddialı, kendini yenilemiş, sosyalist ve hümanist bir hareket olarak saygınlık görmektedir.
Uzun bir süreden beri geliştirdiğimiz yoğunlaşmalar temelinde; onları tüm sonuçlan üzerimle bir kez daha durmaya, yeni yılı bu yoğunlaşmalar temelinde kazanmaya, süreci bu temelde derinleştirmeye, gerçek yoldaşlık ölçülerini, en başta onun sorumluluk anlayışını onu mutlaka birbirinize karşı göstermeye, bununla engel teşkil eden ne varsa onu mutlaka aşmaya ve yine netlik kazanan doğru taktik tarzımıza, özellikle askeri taktiklerimize doğru komuta yaklaşımıyla cevap vermeye, bununla da engel teşkil etmek isteyen ne varsa onu aşmaya, yanlışlığı ve kaybetmesi açıkça ortaya çıkan tarzı ve tempo düşüklüğünü gidermeye, yüksek tempo kadar, çekici bir tarzla yaşama da, savaşa da bütün yeni eski yapıyı gerekirse dönüştürerek hazırlamaya, günlük yaşamı son derece çekici kılmaya, engin yoldaşlık ruhuyla, saygısı ve sevgisiyle cevap olmaya, moral etkenini asla göz ardı etmemeye, en üstün vasfımız olan üstün morali sonuna kadar sergilemeye, kazandıran önder tarzına yüksek anlam biçmeye, ne kadar zor da gelse onu derinliğine özümseme ve gereklerine büyük bir tutarlılıkla bağlı kalmaya, sonuç alıcı, kesinleştirici zafer tarzı olan bu tarzı, önderlik tarzından daha fazla kendi militan gerçeği haline getirmeye, bununla engel teşkil eden kendinizden ötürü ne varsa onunla hızla hesaplaşmaya ve tarzı bu temelde kazanmaya; sürpriz kazanmaya yol açmamak için gücünüzü mevsimin elverişsiz koşullarından tutalım, anlamsız davranışlarla yıpratmaktan ve yine bu ara bazı sürpriz saldırılar yapmak kadar düşmanın da sürpriz saldırılarından korunmak için; son derece duyarlı, tedbirli olmaya, varsa bazı eksiklikleriniz, zorluklarınız bunu kahramanca karşılamaya, bu temelde; mutlaka 1996'nın bazı sembol kahramanları vardır, Zilanlar gibi, Bermaller gibi, Rewşenler gibi -ki, en genç kadın savaşçılarımızdı- bunları da en yüksek bir komuta gücü olarak başımızın üstünde tutmaya, velhasıl ne güç gerekiyorsa, ister önderlik gerçeğinden, ister kahraman sembol şehitlerimizden ve en önemlisi de kendi yüce ve kahramanlığa yaraşır çabanızdan beklemeye çağırıyorum.
Bunun için; sonuna kadar net, keskin, kararlı olmak kadar, yaratıcı olmaya çağırıyorum.
Yine bu temelde en sınırlı imkanları bile çok sorumluca gerçekten bir ustalıkla verimi esas alan bir çalışma pratiğinin sahibi olmanız için; bütün bu söylediklerimizin kısaca dönüşümünü yaşayan bir militan yaşamın, ister partileşme, ister ordulaşmada, ister cephe alanlarında, ister teorik-stratejik düzeyde yakalama, isterse en günlük bir yaşam olayında, en kızgın savaşımdan tutalım en genel eğitim çalışmalarına kadar, hepsinde aynı ciddiyet ve tutarlılığı, anlayış derinliğini ve pratikte de günlük olarak mutlaka koparmayı, en önemli bir savaşta olduğu kadar, basit bir ekonomik, lojistik faaliyete kadar hepsine bu temelde özen göstermeyi, üstün sorumluluk duygusu kadar, yaratıcı pratik tarzını eksik etmemeyi, eğer bir söze bağlılıktan bahsedeceksek bu tarzda sözümüze bağlı olmayı, yıla giriş için kendimize en yaraşır bir söz olarak ve benim de bu temelde söze bağlı olmayı sizlere bağlılığın bir gereği olarak yerine getireceğimi, sizlerden de bunu bekleyeceğimi bir kez daha özenle belirtiyorum, yüksek başarılar diliyorum, selam ve sevgilerimi sunuyorum.
Rêber APO
- Ayrıntılar
Her şeyden önce, dönem itibarıyla harekete geçmeye hazır hangi güçler söz konusudur? Bunların düzeyi, durumu nedir? Çizilen amaçlar, perspektifler hangi eylem programımıza hem gereklilik, hem de olanak tanıyor. Hangi örgüt ve eylemlilikle bunlara ulaşacağız? Buraya kadar ki tüm çalışmalarımız değerlendirilecektir. Partinin örgüt düzeyi, kitlelerin uyanışı, ilgi düzeyi önemlidir ve ele alınacaktır. Diğer objektif etkenler, düşmanın durumu, halkın dayandığı objektif şartlardan yola çıkılacaktır. Partinin amaçları, özellikle de belli bir dönem için amaçları nedir? Hangi zeminde ve daha ayrıntılı dönemler göz önüne getirildiğinde nasıl bir uygulamayla gerçekleştireceğiz? Tüm bunları değerlendirmek gerekecektir.
Her şeyden önce devirmek, bunun için adım adım geriletmek durumunda olduğumuz faşist sömürgeci rejimin güncel durumuna bakmak gerekiyor. Bu Parti edebiyatımızda sıkça üzerinde durulan bir husustur.
Gelişme dönemine daha yetkin tahlillerle karşılık vermekteyiz. Bugün sadece kendi değerlendirmelerimizle yetinmemek gerektiğini biliyoruz. Düzenin en sağ partileri bile "her düzeyde derin bir bunalım yaşanıyor. Bunu sadece bir hükümet bunalımı olarak değil, tüm alt ve üst yapıda değerlerin alçalması, yozlaşmasıyla birlikte, maddi alandan bütün manevi alanlara kadar yansıyan bir bunalım olarak görmek gerekir" diyorlar. Şüphesiz buna temel teşkil eden alt yapıdır.
Rejimin alt yapısı, günümüz için her karşıdevrim hükümetinde ve onun yönlendirdiği rejimlerde olduğu gibi, kitleler üzerinde baskı ve sömürüyü görülmemiş biçimlerde artırılmasında ifadesini buluyor. Ekonomiden, devletin en temel politikalarına kadar yansıyan tutumlarında görülüyor. Ekonominin çözmek durumunda olduğu sorunlar daha çok güncel sorunlardır. Tam bir bunalım ekonomisi haline gelmiştir.
12 Eylül faşist rejimi, esas itibarıyla gündemleştirdiği sorunları çözmek için, daha çok Türkiye tarihinde kapitalist gelişmenin emperyalizme bağımlılığı ile, Ortaçağ kalıntılarını iç içe geçirmiştir. Baştan itibaren tekelci bir avuç kapitalistin tekelleşmesi doğrultusunda yoğun çaba vardır. Bunun için yönlendirilen mali sermayenin bir kaç banka etrafında yoğunlaştırılarak, devletin yoğun desteğiyle dış rekabetten ve içten ise diğer sınıfların taleplerinden koruyarak, para politikalarıyla oynayarak ayakta tutma çabaları vardır. Olup biten her şeyi aslında bir avuç kapitalistin gelişmesi uğruna harcanan çabalardan, politikalardan ibarettir. Başlangıçta ticari ve mali olan sermayenin daha sonra sanayi sermayesine dönüşüm vardır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kuruluş yılları esas itibarıyla Türk tüccar ve milli sermaye sınıfı ortaya çıkarmak, bu temelde yaratılan sınırlı bir birikimle sanayiye yönelmek, bunu da dışa karşı sert bir korumayla gerçekleştirmek için harcanan çabalarla doludur. Bu anlamda M.Kemal dönemi, bir kapitalist gelişmeye sonuna kadar imkan tanıyan dönemdir. Sermaye palazlanır, devletçilik yoluyla sanayileşmenin yolu atılır. Bu tam bir soygundur.
Şunu belirtelim ki, TC'nin kuruluş yılları işçi sınıfının ve daha çok da köylülüğün amansız sömürüsünün gerçekleştiği yıllardır. Tekeller biçiminde üstte bir yoğunlaşma vardır. Kentte her türlü sendikal çalışma, kırsal alanda ise köylülerin toprak ağalarına karşı toprak istemleri sert baskı yöntemleriyle bastırılıyor. Yeni bir sınıf bir kurmayın eliyle geliştiriliyor. II. Dünya Savaşında bunlar daha da palazlanıyor. Soygun ve el koymalar bu dönemde daha da artmıştır. Sermaye büyümüştür ve büyüyen bir burjuvaziye tanık olunuyor.
Eskiden Türk milli burjuva çıkarlarını koruyan devlet, yavaş yavaş büyük burjuvazinin çıkarlarını korumaya yönelik bir sınıf temeline kavuşuyor. Bildiğimiz CHPDP ayrışması, bunun üst yapıya yansımasıdır. DP iktidarı yılları, TC'nin emperyalizmle ilişkilerinin daha da artması, ABD bağımlılığının gelişmesi, küçük burjuva ve orta kesimlerin payının azalması yıllarıdır. Halkın emekçi kesimlerinin de daha çok geriletilmesi biçiminde bir dönüşümdür. Bu konuda kırsal alanda olsun, ticari, mali ve giderek de sanayi alanında olsun, burjuvazinin palazlanması sürecinin bir adım daha ileri gitmesidir. Bunun sonucunda uluslararası tekellerle işbirlikçilik gelişiyor, toprak kapitalizmi gelişiyor. 1960'larda ortaya çıkan durum böyleydi. Bu dönemde işbirlikçi tekelci kapitalist gelişme sağlanmış ve buna karşı orta ve küçük burjuvazinin eskiden devlet içinde yer almış olan kesimlerin muhalefetine yol açmıştır. Bu muhalefetin ordu içindeki temsili ve CHP'nin buna kol kanat germesi söz konusudur. Bu 27 Mayıs hareketinde ifadesini bulur.
27 Mayıs daha önce devletten pay alan, orta ve küçük burjuva ile bürokrat burjuva kesimlerin gerilemelerine bir tepkidir. Bunlar 27 Mayıs Anayasasıyla tekrar kendilerine, başta ordu olmak üzere bürokrasi içinde bir yer, bir olanak elde ediyorlardı. Bunun için burjuva anlamda bir demokratik açılımdan bahsedilir. Yani tekelci gelişmenin biraz dizginlenmesi söz konusudur. Fakat kısa bir süre sonra, tekrar AP ve CHP koalisyonları, ardından tek başına iktidar olan AP'nin uluslararası sermayeyle, emperyalizmle ilişkileri geliştirmiştir. Sömürü yoğunlaştırılmış, sınıfsal ayrışım daha da hızlandırılmıştır.
Bu dönemde Kürdistan'daki kapitalist gelişme de açılım kaydeder. Mali sanayi sermayesi toprak kapitalizmine göre daha ileri bir duruma geçer, hatta ticaret burjuvazisinin de önüne geçmeye çalışır. Bu da bir rekabeti doğurur. AP hükümetleri döneminde ortaya çıkan bu durum, üstten bir çekişmedir. Yoğunlaşan sömürü emekçilerde de bir kıpırdanmaya yol açar. Orta kesim bu konuda biraz hareketliliğe geçer. Kendi konumlarını sürdürmek açısından emekçilerin hareketine göz kırpar, onlardan destek arar. Bu bildiğimiz radikal gençlik, devrimci gençlik hareketinin de doğuş zeminidir. Bu zeminde belli bir hareketlilik ve devrimci uyanış başlar.
12 Mart daha çok mali ve sanayi burjuva kesimlerin palazlanmasına olanak vermek amacıyla, gelişen devrimci gençlik hareketini bastırmak için geliştirilir. Daha sonraki süreç, 12 Mart'ın çerçevesinde kısmen gelişir, ama zaman zaman bu onu aşar. Özellikle devrimci gelişmelerin mevcut çatlaklarından yararlanarak geliştirilen bir süreçtir. Bunlar, bir yandan CHP, bir yandan AP ve diğer iki küçük parti arasındaki çelişkilerdir. Bu bir koalisyon dönemidir ve daha sonraki süreçte, daha çok 12 Eylül'ün tepki duyduğu bir dönemdir. Bu koalisyonlar siyasal denetimin zayıflamasına yol açar. Bu temelde birçok grup ortaya çıkar.
Hemen söyleyelim ki bütün bu süreç, TC'nin bünyesinde tüm çelişkilerin açığa çıkması anlamına geldiği gibi, hepside zayıf bir çelişki durumundaydı. Üstten devleti yönetenler önemli oranda yönetemez duruma düşmüşlerdir. Orta kesimler kendi durumundan rahatsızdırlar. Emekçiler rahatsızlıklarını bilinçli örgütlülüğe doğru taşırmaya çalışırlar, ama hepsi de zayıftır. Bu durumda en güçlü, en organize kurum yine ordudur. Türk devletinin temel etkeni olan ordu, bu konuda komünist kollama hareketi için her zaman görev başındadır.
Öyle bir notkaya gelinir ki, normal sivil kurumlarla, parlâmentoyla, partilerle TC'yi yürütmek mümkün değildir. Partiler yetmez duruma düşmüşlerdir. Parlâmento çözüm üretemez durumdadır. Hükümetler hızla kurulup dağılmaktadır. Halk muhalefeti denetimsizdir. Fazla örgütlü olmasa da gelişme göstermektedir. Bu bir dönemin sona erişi anlamına geliyor. Üst yönetimde düşülen zaaf, alt'ın homurtularıyla birleşince bir devrimci durum ortaya çıkıyor, ama bu devrimci durumu değerlendirecek devrimci bir örgüt olmadığı, kırk yamalı bohça gibi olan sol grupların, bırakalım devrimci bir örgütün ihtiyacını giderme, işi daha da çıkmaza sürükledikleri için bir sonuca gidilememiştir.
Sivil kurumlar da bu gelişmeye çare olmadıkları için tek yıpranmamış kuvvet olarak duran ve aynı zamanda güçlü bir siyasi etkisi olan, faşist bir kurumlaşmayı kendi içinde yürüten, disiplinli ve planlı ordu gücü devreye girmiştir. Aynı güç biraz planlı bir çabayla kendini tek alternatif hale getirmiştir. Sivillerin toplumu yönetemez durumda olduklarını kanıtlamak için gelişini biraz geciktirmiştir. Özellikle Demirel başta olmak üzere, sivillerin denetiminde orduyu yıpratmamak için, göz göre göre sivilleri yıpratmaya yönelmişlerdir. 'Ordu yıpranacağına siviller yıpransın, toplum sivillerden nefret etsin' planıyla hareket etmişlerdir. Bunların hepsi işbirliği halindedir.
Sivillerin orduya karşı demokratik bir kurum olma durumu da yoktur. Fakat artık işleri döndüremez hale gelmişlerdir. Toplumun bunlardan kurtulması için veya toplumun orduyu arzu etmesi için, bunların yönetemez, kargaşayı önleyemez bir güç olduğunun kanıtlanması gerekiyordu. Demirel'in çokça yakındığı ve "denetimimiz altında çalışmıyorlar, bizi yıpratmaya çalışıyorlar ki, halk kendilerini kurtarıcı ve müdahale etmesi gereken güç olarak benimsesin" biçimindeki sözleri doğrudur. Sivil kurum, parlâmento kendini üretemez durumda olunca, ordunun bunu daha da körükleyeceği ve onları daha da iş göremez duruma düşüreceği açıktır. Buna bir defa niyetlenmişlerdir ve 78'lerden itibaren programlarında bu vardır.
Buna bir de tabandaki durum ve özellikle de Kürdistan'da gelişme istidattı gösteren Ulusal Kurtuluş Hareketi eklenince, cumhuriyeti yeni temeller üzerinde üretmek, yeni alt ve üst yapı kurumlarına kavuşturmak zaruri bir görev olmuştur. Bunun için, eski sivil kurumlarını önce denetim altına almak, sonra yasaklamak, parlâmentoyu, bütün partileri ve hatta liderliklerini tasfiye etmek, irili faklı bütün devrimci gruplar üzerinde amansız bir terör uygulamak ilk yönelimi olmuştur.
Halk kitlelerinin kendi beklenti ve umutlarına cevap vermeyen burjuva yönetimler dışındaki arayışlara düşmemeleri için, söz konusu hareketler üzerinden adeta silindir gibi geçilmiştir. Kitlelerin "biz de kendi kendimizi yönetebiliriz" düşüncesine kapılmamaları için, önce uyarı, daha sonra da ezme yöntemlerini geliştirmişlerdir. Uygulanan baskının yanı sıra, muazzam bir ideolojik etkilenme altına alma yöntemiyle kendilerine karşı koyabilecek bir kişi bile bırakmamışlardır. Kitlelerin umutları adeta doğduklarına bin pişman ettirilerek başlarına yıkılmıştır. Tek kurtuluş yolu olarak ordu öncülüğü, Kenan Paşa'nın benimsenmesi politikaları ve uygulamaları söz konusudur. Hatırı sayılır bir desteği, bu baskı ortamında, propaganda ve pasifikasyon yöntemleriyle geliştirilmesi söz konusudur.
12 Eylül'ün gelişi, bastırmacılığı ve kendini yeniden kurumlaştırması durumu vardır. Oluşturulan Anayasa, Partiler Yasası ve demokrasiye dönüş taktiklerinin tümü, 12 Eylül'ün kurumlaştırılmasıdır, bunun sivil maskeyle sürdürülmesidir. Demokrasiye geçiş, özellikle de uluslararası emperyalizmin ve NATO'un da desteğini almak için bir maskedir. Alt yapıda, ekonomide tekelleşme ve holdingleşme, gelişmiş uluslararası tekellerden alınan payları yoğun bir biçimde artırmıştır. Buna karşı içte kemerleri sıkma ve iç tüketimin kısıtlanması, ticaretin geliştirilmesi yöntemiyle, dış tekellerin çıkarları da gözetlenerek, sermayenin bir avuç tekelcinin elinde yoğunlaştırılması için politikalar geliştirilmiştir. Bu, daha insafsız bir sömürüyü getiren ve sömürüyü gerçekten bütün sağ partilerin de söylediği gibi, bir talana kadar götüren politikanın adıdır.
Bu dönemde geliştirilen Özal ekonomi politikacılığı, sonuna kadar uluslararası sömürüye açılmış bir Türkiye demektir. Emekçilerin daha önceki ücret düzeylerinde %35'lere varan düşme, köylülüğün ürünlerine biçilen baş fiyattaki düşme, memur maaşlarını dondurma yaşanmıştır. Hatta içte sanayi kesiminin payının bile azaltılması ve tüm bunlardan edinilen payların bir avuç ihracatçı ve mali tekellerin emrine, uluslarasın sermayeye verilmesi durumu vardır. Bu politikayı esas alan ANAP'ın kuruluşu, ANAP'la bu ekonomi politikanın sürdürülmesi ve Milli Güvenlik Konseyi ile ortaklaşa bir iktidarın bunlar tarafından götürülüşü söz konusudur.
Kürt Halk Önderi Abdulan Öcalan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Şubat günü saat 09:00 - 14:30 arasında Medya Savunma alanlarımızdan Hafatnin alanı sınır hattında bulunan Tepê Sinek, Tepê Çete ve Tepê Maymun alanlarındaki karakollar arasında TC ordusuna ait Skorsky tipi helikopterlerin yoğun hareketliliği gözlemlenmiştir.
- Ayrıntılar