Tüm dinlerin ortak bir noktası vardır; komünal yaşama çağrı yaparlar. Komünal yaşam esasen toplumsal olan yaşamdır. Ve dinler toplumsallaşmayı yaratmak için çalışırlar. Daha doğrusu toplumsallıktan kopmuş olanı frenleyerek raydan çıkışa dur deme hareketleridir.
PKK çıkışı itibariyle toplumsallaşmayı yaratmak için ortaya çıkmış bir harekettir. PKK, TC devletinin dayattığı yok oluşa dur demek için baş aşağıya gidişi frenleme hareketidir. Bu bağlamda PKK biraz da dinler tarihinde insanlığa umut olmuş hareketlere benzer. Aslında tüm sosyalist hareketlerin ortak noktaları da biraz dini hareketlere benzemeleridir. Tuhaf gelebilir ama dinler nasıl ki ortakçı yaşama çağrıysalar sosyalist hareketlerde hep ortaklaşmaya çağrı olmuşlardır.
Musa ile Yahudilerin çelişkisi Musa toplumsal bir yaşamı tercih ederken büyük bir Yahudi kesimi bireyci, ortaklaşmadan uzak bir yaşamı tercih etmeleridir. sept diye bilinen çalışmama günü esasen biriktirmeye karşı alınmış bir tedbirdir. Altı gün çalışacaksın yedinci gün ise ibadet edeceksin fikri esasen kirleten bireyci biriktirmeye karşı bir duruştur. Komünal duruş. Benzerini hatta daha ilerisini biz İsa’da görüyoruz. Neredeyse yaşamın özü ortakçılıktır. Kim İsa’nın elindeki lokmasını paylaşmadığı söyleyebilir ki? Ya Hz. Muhammed’i? Öyle bir sistemi hedefler ki tümden toplumsal olsun. Ya Zerdüşt’e, Buda’ya ve Konfüçyüs’e ne demeli?
Böyle nice insan sevdalısı Peygamberi sıralamak mümkündür.
Gerilla insanlığı toplumsallaştıran ne kadar insan eylemi varsa hepsine sahiplenen kimliktir. Gerilla bu bağlamda ilk toplumsal oluşum olan doğal toplumu en çağdaş biçimde temsil eden güçtür. Çağ olarak çok büyük farklılıklar olsa da aynı ilk çağlardaki gibi ortak çalışan, ortak üreten, ortak paylaşan, ortak yaşayan, ortak tüketen ve her kişinin ihtiyacına ve gücüne göre çalışmaya katılan kimliktir.
Daha da açalım.
Gerilla’nın yaşamı ortakçıdır. Aynı büyük insan Şeyh Bedrettin’in dediği gibi “her yerde her şeyde hep beraber demek için” misali, gerillanın yaşamı hep beraber. Size tuhaf gelebilir ama gerilla da en çok nefret edilen özelliklerin başında bireycilik kariyerizm, kıskançlık, yetkicilik gibi sadece birileri için biriktiren özellikler gelir. En sevilen özellikler; genelleştiren, ortaklaştıran, kolektifleştiren, hükmetmekten kaçınanlardır. Belki daha söylenecek çok özellikler vardır. Ama biz bunlarla yetinelim.
Gerilla’da ihtiyaçlar bir merkezden temin edilir. Kimin ne ihtiyacı varsa bulunduğu birim ya da gerilla gücü içerisinde liste halinde hazırlanıp ihtiyaçları temin edilen kuruma verilir. Ve bu kurum ihtiyaçlar temelinde bunları çözer. Burada para yok, burada mal ve mülk yoktur. Gerillanın üzerindeki her şey komünaldır. Toplumundur, gerilla toplumunun.
Bu bağlamda mülkiyet bireyler üzerinde yönlendirici rol oynayamaz, para birilerini yoldan çıkaramaz ya da para bireyleri satın alamaz. Çünkü burada para yoktur, burada mülkiyet yoktur. Ortak üretilip ortak ihtiyaçlar temelinde tüketilen değerler vardır. Bunun içindir ki her gerilla kendisini devrimin en iyi temsilcisi görür. Tuhaf gelebilir ama her gerilla kendini en iyi PKK’li bilir. Çünkü PKK en damıtılmış komünal yaşamdır. Gerilla ise bu damıtılmış komünal yaşamın cisimleştiği alanların başında gelir.
Evet, gerilla komünal kimliktir dedik. Komünalizm Kürtçe bir kelimeye yakın duruyor. Kom Kürtlerde toplum ya da topluluk anlamına gelir. Ve biz gerillalar bu toprakların rengi olarak hep ortak olandan yanayız. Giyimimiz, kuşamımız, silahlarımız vb. birçok şeyimiz birbirine yakındır. Hastaysanız farklı bir mazeretiniz varsa bu ayrı ancak bir gerekçeniz yoksa siz başka yoldaşların kullandıklarını kullanırsız. Gerilla da biraz maddi değerler açısından farklı durmak ayıplanır, hoş görülmez. Denilecek ki bunun dışında yaşayanlar olmadı mı? Bende derim ki böyleleri çok çıktı, belki halen içimizde de vardır. Ancak kim bunlara gerilla olarak görüyor ki? Ya da kim bunları PKK’li olarak görmüştür ki? Böylesine tipler içimizdeyken de isterlerse komutan olsunlar ama bunlar PKK’li olmadılar ve olamazlar.
Bir ton ton ailesi buna örnektir. Ton ton ailesi içimizdeyken de PKK’li değildiler. Zaten olmadıklarını kendileri bugün daha “samimice” itiraf ediyorlar. Önderlik bu aileyi eskiden beri emek yiyici olarak nitelemişti, hırsız ve lümpen olarak değerlendirmişti, bugünlerde bu tiplerin PKK’yle hep çeliştiklerini söylemeleri güzel bir şeydir. Ve bu aileye benzeyen birçok tip içimizden kaçıp gitmiş, temel bir nedeni de bu komünal yaşama gelmemeleridir. Bir önceki yazımızda üç felsefik ilkeden söz açmıştık. Bu ilkelerin yanına siz bu sade, komünal yaşamı da ekleyin. Birçok öğe ortak yaşama gelemedikleri için kendi bireyci, hayvanlaştırıcı, tüketen, bencil, hoyrat yaşamını dayatmaya kalkışmışlardır. Ve PKK’de bu geri bireycileştiren ve toplumda uzaklaştırıcı özeliklere karşı durduğunda kaçıp gitmişledir.
Sonuç yerine; gerilla komünal yaşamı en ileri düzeyde Bedreddince yaşayan toplumsal güçtür. Belki dünyanın birçok yerinde komünal yaşama denemeleri vardır. Ancak hiçbir yerde Kürdistan gerillası kadar bu düzeyde, kapsamlı, topluluk halinde olanı yoktur. Ve gerilla bu ortaklaşmayı sadece gerilla da uygulamıyor. Gerillaya meyilli ne kadar genç varsa bulundukları alanlarda benzer tarzda yaşamayı esas alıyorlar. Yine gerillaya bağlanmış kitlelerde benzer özellikler göstermektedirler. Ve bu yeni bir yaşamdır, yeni bir toplumsal kimliktir. Yani ortakçı, paylaşan, kolektif komünal kimliktir. Gerilla ise bu komünalizmin kimliğidir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
26 Haziran günü saat 06.00 da İnsansız hava araçları ve Skorski helikopter deste Amed'e bağlı Pasur , Hazro ve Lice ilçeleri arasında işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Birçok yazarın ve aydının değerlendirdiği gibi 31 Mayıs ya da 1 Haziran Türkiye demokratik hareketi açısından önemli bir tarih olacağa şimdiden benziyor. Çünkü Gezi Parkı Direnişi olarak adlandırılan direnişin kendine has özelikleri vardı.
Şöyle ki:
-Her ne kadar iktidar saldırarak Taksim’de dışarıya atsa da onca gün aralıksız direniş halinde olunmak çok fazla önemlidir.
-Bu kadar farklı rengin aynı bir amaç etrafında bir araya gelmesi de bir ilktir.
-Gezi ile başlasa da tüm Türkiye’ye yayılmış olması da bir ilktir.
-Belki de hepsinde de önemli olan yatay bir şekilde direnişin sürdürülmesidir.
-Bugüne kadar sosyal medyanın negatif rol aldığını dikkate alırsak sosyal medyayla iletişim çağı dediğimiz bu çağda çok ciddi işlerin ortaya çıkarılacağıdır.
Yukarıda dile getirdiğimiz birkaç hususu önemsiyoruz. Elbette Türkiye tarihinde çok daha kapsamlı kalkışlar olmuştur. 1968 Gençlik Hareketinin Türkiye’ye sıçraması ardından dalga dalga gelişen direnişler önemliydi. Yine 1970’lerin ortalarında gösterilen refleksler de çok önemliydi. Kürdistan'da sürdürülen devrimci demokratik direniş dışında tutar isek Türkiye’de uzun yıllardır çok ciddi Gezi Parkı Direnişi gibi duruşların sergilenmediğini rahatlıkla dile getirebiliriz. Belki yer yer belli alanlarda daha geniş katılımlı kalkışlar olmuştur. Ancak Gezi Parkı Direnişi gibi bir kapsama asla ulaşmamışlardır.
Özcesi Gezi Parkı Direnişi önemli bir tecrübe olmuştur. Sıradan bir direnişle başlansa bile nerelere kadar götürülebileceğini, ya da birkaç ağaç ile başlayan bir tepkinin nasıl milyonları içine alarak yayılabileceğini hepimize göstermiştir. Bu bağlamda bu direnişi her yönüyle selamlamak gerekiyor.
Gezi Parkı Direnişi sadece bu eylemlikle kalırsa, bununla yetinilirse o zaman gösterilmiş olan büyük direnişin bir anlamı olmayacaktır. Çünkü rejim oldukça sinsidir. Kurnazdır. Hile ve yalanlarıyla herkesi kandırabilecek düzeydedir. Rejimin daha birkaç yıl önce Alevileri, Romenleri, Ermenileri derken birçok aydın, yazar sanat çevrelerini kandırdığını hepimiz gördük. Hatta sosyal demokrat kimlikli insanları da içine alarak göz boyamayla nasıl da bir demokratik bakışa sahip olduğunu da gördük. Avrupa’yı da belli bir süre idare ettiler. Yine birçok dev diye bileceğimiz gücü böyle alavere dalavere yöntemlerle aldatarak bugünlere geldiler. Özcesi rejim gerçekten çok ileri düzeyde maharetlere sahiptir. Öyle söylendiği gibi sadece ufak tefek ayak oyunları yapmamaktadırlar. Gelmiş geçmiş tüm rejimlerin hilelerini, kandırma yöntemlerini, göz boyamalarını ve de ne kadar maddi imkan varsa bunları da seferber ederek bireyleri etkilemesini çok iyi başaran bir rejimle ve iktidarla karşı karşıyayız.
Durum buyken bizlerin sadece bir direnişle bu kadar hileyi hele hele bu kadar iktidarlaşan bir gücü dizginleyeceğimiz düşünülmesin. Tek ses olan bir iktidar gücünün terbiye edilmesi, dizginlenmesi, demokratik çıkışlara yol açılması için Gezi Direnişi tarzı direnişleri çok daha ileriye düzeylere taşırarak yapmamız gerekmektedir. Lakin öyle görülüyor ki Gezi Direnişinde de görüldüğü gibi kimi milliyetçi, ırkçı hatta faşist diyeceğimiz çevrelerde, geçmişte kaybettikleri devlet rantına yenide konmak için yerlerini aldılar.
Demokratik direnişin ırkçılıkla alakası olamaz. Irkçı olanların asla ama asla demokratik olma dertleri olamaz. Yine iktidarcı güçlerin ortaya konulan direnişlerle bir ilgileri olamaz. Gezi Parkında Direnenler görüldüğü gibi birçok yönüyle ortaklığı savunurlarken, doğa katliamlarına karşı dururlarken, ırkçı, tek tipçi, iktidarcı odakların böyle bir dertlerinin olmadığı da iyi görülmelidir.
Türkiye’nin her yerine demokratik direnişin devam ettirilmesi gerektiğini dile getirirken bu direnişin daha anlamlı ve sonuç alıcı olabilmesi için kesinlikle Kürdistan'da sürdürülen devrimci demokratik direnişin iyi görülerek ortak hareket etme zeminleri aranmalıdır.
Öyle ki bizler ya da Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen güçlerin tümü kesinlikle demokratik değerler etrafında bir araya gelerek, gösterdiğimiz direnişin Mısır’daki gibi başkalarının eline geçmemesi için bunu yapabilmeyi başarmalıyız. Aksi taktirde gösterilecek tüm direnişlerin heba olacağı gibi başka iktidar odaklarının çıkarlarına çanak tutmaktan kurtulamayız.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Malum ülkenin topyekun direniş halinde olduğu biliniyor. Hatta belirli kesimlerle ve gruplarla sınırlı kalan, gezi parkı ve AKP’nin son zamanlarda dikta rejimlerine nazire edercesine gerçekleştirdiği siyaset merkezli itirazlarla perçinleşen direnişlerin daha da gelişeceği ve yüksek bir doza ulaşacağı kestiriliyor.
Konunun üzerinden ve yaşananlara dair Erdoğan’ın yaptığı her söylem, çıkışlar ona misliyle dönecek.
Meydanları dolduranların taleplerini anlamayan, kürt sorununda yeni dönemin ruhunu kendine göre yontmaya çalışan, IMF’e borç ödemesi bitti diye vaveylayı koparan, faiz lobisine çatan-muhalefetin her türlüsüne hiddetle racon kesen Erdoğan; son çıkışını güvenlikçi söylemlerin üzerine oturtmaya çalıştı.
Neydi bu; “polisi de yedirtmeyeceğiz” diyen Erdoğan, kitlesel desteğinin arkasına veya önüne kamusal/kolluk desteğini de almak istiyor. polise yönelik öfkenin ve protestoların gelişmesinin yanı sıra, yaşanan bu tuhaf akıl tutulmasında polislerin veya diğer kamusal tepkilerin de önüne geçmeye çalışıyor Erdoğan!
Tüm bu siyasi hesaplarıyla birlikte; polisine kalkan olmaya çalışıyor haliyle.
Erdoğan’ın söylemi olan; “polisi de yedirtmeyeceğiz” demesi bir yana, son 14 gün içerisinde 4 polisin intihar etmiş olması işin renginin ve asıl meselenin çok farklı olduğunu gösteriyor.
Ortaya konulan bu veriye göre; Erdoğan’ın siyasi hamlesinin daha farklı olduğunu anlamak mümkün. En azından bu konuda yürütmeye çalıştığı siyasi hamlenin okumasını daha farklı mercilerde yapmamız gerekiyor.
Emniyetin de doğruladığı bu verilere göre; eğer bu intiharlar gerçekten de son süreçte yaşanan çatışmalarla bağlantılıysa, ilgili kesimlerin şapkayı önüne koyup düşünmesi gerekiyor.
Yok olay böyle değil ve emniyetin dediği gibiyse; o zaman durumun ciddiyeti ve vahameti daha yakıcı olmakta!
Eylemlerde en ağır eleştirileri alan ve müthiş bir toplumsal basıncın altında kalan polisin, bugünlerde yaşanan durumlardan dolayı intihar etmişlerse; aslında bu durumun içinde çok zayıf da olsa gururun olduğunu gösteriyor.
Direniş alanlarındaki gençlerin pankartlarında; “polis onurlu ol, simit sat” diye yazması belki de onura bir davetti. Buna icabet mi etti polisler bu intiharlarla? Orası pek bilinmez, fakat devletin resmi söylemi olarak dile gelen; intiharların bu direnişler ve toplumsal akıl tutulmasıyla alakası yoksa, geriye kalan yorum olarak bu intiharların gelişmesi rutinmiş gibi öne çıkıyor.
Eğer bu ülkenin polisleri içinde her 3,5 günde bir intihar yaşanıyorsa gerçekten de durum çok ciddi ve kritiktir.
Tüm bunların üzerine bir de ülke başbakanı ve tüm olayların başaktörü konumundaki Erdoğan’ın polisine bu kadar açıktan sahip çıkması, ister istemez bütün yoğunlaşmaları ve okumaları birinci seçenek üzerinde topluyor.
Buna dayalı bir değerlendirmeye yapmaya çalıştığımızda Erdoğan; bu çatışmaların içindeki polisini sonuna kadar meydanlarda ve sokaklarda daha fazla tutmaya çalışıyor. Bundan dolayı da moral değeri olan bu açıklamayla aslında bu intiharlarla birlikte daha da açık bir gösteriye dönüşen polisteki karışıklığa ilk elden müdahale etmeye çalışıyor.
Esas bu politikalar ve şiddet eğilimli yaklaşımlarla; kendisinin polisleri yediği, yedirttiği gayet açıktır.
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
AKP’nin “Çözüm süreci” dediği bu yeni sürece 2014 seçimlerini kazanma amacı ve planı doğrultusunda yaklaştığı bilinmeyen ve yeni açığa çıkan bir durum değildir. AKP baştan beri süreci böyle ele alıyor ve yürütmeye çalışıyor. Hatırlanırsa İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile 2011-2012 savaşı ardından ilk görüşme AKP Büyük Kongresi öncesinde yapılmıştı ve Tayyip Erdoğan yönetimi tarafından bu görüşme kongrenin başarısı için etkin kullanılmıştı. Neredeyse Tayyip Erdoğan kongre başarısını İmralı görüşmelerine bağlamıştı.
Ardından da AKP’nin yaptığı plan şuydu: İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmeleri sürdürerek yeni bir ateşkes konumuna ulaşmak ve bu temelde 2014 yerel seçimi ile cumhurbaşkanı seçimini kazanmak! Buna göre de hareket etti. Bu doğrultuda taviz anlamında kısmi adımlar attı. İmralı’daki hücreye bir TV yerleştirerek güya Kürt Halk Önderi’nin koşullarını iyileştirdi! En önemlisi bir BDP heyetinin İmralı’ya giderek görüşme yapmasına izin verdi. Bu temelde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın hazırladığı yeni çözüm projesine “Uygulanabilir” diye onay vererek sürecin önünü açtı.
Fakat Önder Abdullah Öcalan’ın Newroz çağrısı, İmralı görüşmelerinin ve AKP planının çok ötesindeydi. AKP, ateşkes çağrısı beklerken geri çekilme çağrısıyla karşılaşınca başlangıçta herkes gibi sarsıntı geçirdi. Geri çekilme AKP planında yoktu. Dahası bu geri çekilme AKP’ye ciddi siyasal yükümlülükler getirebilirdi. Bu nedenle başlangıçta tepki gösterdi. PKK’liler için “Nereden ve nasıl gelmişlerse oraya ve öyle gitsinler” dedi. Bu temelde kendine siyasal yükümlülük getirmeyecek bir geri çekilme formülü bulmaya çalıştı.
AKP geri çekilmenin yaratacağı siyasal yükümlülükten kurtulmak için çeşitli yönteme başvurdu. Zaman zaman daha geri çekilme başlamadan “Zaten çekilip gitmişler” diyerek gerillanın geri çekilme eyleminin siyasal önemini zayıflatmaya çalıştı. Zaman zaman CHP ve MHP ile dalaşarak gündemi saptırmak ve güya süreç önünde ciddi engeller olduğunu göstermek istedi. ABD gezisi ve Suriye savaşını gerekçe yaptı. En son Taksim Gezi Parkı direnişini gündem saptırma ve süreci unutturma olayı olarak kullanmaya çalıştı.
Sonuçta İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tavır koyunca ve dışarıda da PKK ve BDP yönetimleri ciddi biçimde uyarınca, şimdi AKP bunları geçiştirmek için yeni formüller arıyor. PKK’nin “İkinci aşamaya geçilmesi, yani Kürt sorununun çözümünün önünü açacak temelde Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak anayasal ve yasal düzenlemeler yapılması” yönündeki taleplerini nasıl reddetmeden uygulamayacağının yöntemlerini arıyor.
Bunun için muhtemelen bazı yasal değişiklik tartışmaları geliştirecek. Fakat “Meclis tatile girdi”, “Diğer partiler engel” ve saire diyerek bu tartışmaların pratikleşmesini hep geciktirmeye ve oyalamaya çalışacak. Yine İmralı görüşmelerini biraz artırarak ve bazı değişiklikler yaparak Kürt Halk Önderi’nin koşullarının düzeltildiğini göstermeye çalışacak. Farklı gündemler yaratarak süreci unutturucu ve erteleyici çabalar içinde olacak.
Kısaca AKP süreç için daha baştan oluşturduğu planını değiştirmiş değildir. Onun tek amacı 2014 seçimlerini kazanabilmektir. Her şeyi bu amaca bağlamış durumdadır. Birincisi bu. İkincisi ise, AKP zihniyet ve politika olarak Türkiye’nin daha fazla demokratikleşmesinden yana değildir. AKP demokrasisi şimdi olduğu kadardır. Yoksa CHP ve MHP’nin ciddi bir engel oluşturma gücü yoktur. Engel AKP’nin kendisidir, onun zihniyet ve politikalarıdır.
Bunlar nedeniyle AKP süreci kapanmayacak, kesmeyecek, fakat ikinci aşamanın öngördüğü demokratikleşme adımlarını atmamak için de direnecek, oyalayacak ve çeşit çeşit hileye başvuracaktır. İsteklere “Yok” demeyecek, ama hiç birini de yerine getirmeyecektir. Bu biçimde ateşkesi korumaya, 2014’e ulaşmaya, yerel seçimi, cumhurbaşkanı seçimini ve dahası genel seçimi kazanmaya çalışacaktır. AKP’nin stratejik planı budur ve herkes bunu bilmelidir.
Peki, AKP’nin bu planı şimdi mi ortaya çıkıyor? Hayır, baştan itibaren vardı ve de biliniyordu. O halde AKP’nin bu planı biline biline Kürtler ve demokratik güçler yeni çözüm sürecine “Evet” dediler. Bile bile evet dediklerine göre, o halde onların da sürece ilişkin bir stratejileri ve bu temelde oluşturdukları planları vardı. Eğer yok idiyse, o zaman yanlış yapmışlardır ve başarısız kalırlar. Yok eğer var idiyse, o zaman da planlarının gereğini yapmaları ve AKP oyunlarını aşmayı başarmalılar.
Burada şu soru ortaya çıkıyor: Kürtler ve demokratik güçler açısından yeni çözüm sürecinin stratejik karakteri nedir? Onların sürece ilişkin stratejik yaklaşımları nasıldır? Bu noktada AKP’nin verdiği sözlere inanıp atacağı adımlara mı güvendiler, yoksa kendi güçlerine ve çabalarına mı? Benzer sorular çoğaltılabilir ve tartışma bu temelde derinleştirilebilir.
Bu sorular çerçevesinde bakıldığında, kuşkusuz Kürtlerin ve demokratik güçlerin yeni süreç stratejilerinde AKP üzerinde siyasi baskı oluşturma ve onu bazı demokratik adımlar atmaya zorlama vardı. Çünkü reel politika açısından da şimdilik mümkün olan buydu. AKP meclis çoğunluğu ve hükümetti. AKP katılmadan hukukî düzenlemeler yapmak mümkün değildi. Bu nedenle Kürtlerin ve demokratik güçlerin bu yaklaşımı anlaşılırdır.
Diğer yandan, iktidar olsa da süreç açısından AKP’nin yaşadığı ciddi zayıflık ve zorlanmalar vardı. Örneğin, 2014 seçimlerini kazanmak onun için hayati bir meseleydi. Kaybederse başına nelerin geleceği belli değildi. Fakat onbir yıllık iktidarın ortaya çıkardığı bir yıpranmışlığı yaşıyordu ve bu nedenle seçimleri kazanması öyle kolay değildi. Bunun için bazı tavizler vermesi ve yoğun bir çaba harcaması gerekiyordu. Bununla birlikte Suriye politikasında başarısız olmuş, Avrupa ve ABD yönetimleri tarafından eskisi kadar desteklenmez hale gelmişti.
Bütün bunlar AKP’nin yaşadığı ciddi zayıflıklardı ve demokratik güçlerin ve Kürtlerin bunları dikkate alarak AKP üzerinde siyasal baskı oluşturup bazı demokratikleşme adımları attırmaya çalışmaları doğaldı. Zayıf ama seçim kazanmaya mecbur bir iktidar, istemese de bazı siyasi adımlar atabilirdi. Hele hele AKP gibi pragmatist bir güç bunu fazlasıyla yapabilirdi.
Bu bakımdan Kürtlerin ve demokratik güçlerin yeni süreç stratejilerinin içine bunu koymuş olmaları anlaşılırdır. Bu çerçevede AKP’ye adım attırabilmek için her türlü çabayı da harcayabilirler ve harcamaları gerekir. Fakat bizce Kürtlerin ve demokratik güçlerin yeni süreç stratejilerinin birinci ayağı bu değildir. Bu, olsa olsa ancak ikinci ayak olabilir. Birinci stratejik ayak demokratik siyaset hamlesidir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’da bu süreci “Demokratik siyasi mücadele hamlesi” olarak tanımlamıştır.
Kuşkusuz bu iki ayak birbirini etkileyici ve güçlendirici karakterdedir. Fakat Kürtlerin ve demokratik güçlerin bu süreç açısından da en başta kendi güçlerine güvendikleri ve süreci demokratik siyasi mücadele hamlesiyle başarmayı öngördükleri kesindir. Elbette bu öngörü yanlış değil, doğrudur. Ancak doğru olması kendi başına yetmez, bu doğruların pratikte de başarıyla hayata geçirilmesi gerekir. Başarılı pratik oldukça hem demokratik siyaset güçlenir ve yönetimdeki etkisi artar, hem de AKP hükümeti üzerindeki siyasi baskı artar.
Dolayısıyla bu süreçte hem AKP üzerindeki siyasi baskıyı artırmak, hem de demokratik siyaseti hamle düzeyinde geliştirmek gerekir. AKP’nin seçim kazanmaya endekslenmiş oyalama planları ancak böyle bozulabilir. Nitekim son olaylar AKP üzerinde baskıyı artırmanın mümkün olduğunu ortaya koymuştur. Yine hem konferanslar ve hem de Gezi Parkı direnişi demokratik siyaset hamlesini örgütsel ve eylemsel alanda geliştirmenin mümkün olduğunu göstermiştir.
25-26 Mayısta Ankara’da yapılan Barış ve Demokrasi Konferansı tüm Türkiye toplumunun irade ve isteklerini ortaya koydu. 15-16 Haziranda Amed’te yapılan Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı da TC sınırları içinde yaşayan Kürtlerin irade ve isteklerini ortaya koydu. Şimdi yurtdışındaki, sürgündeki Kürtlerin Avrupa Konferansı gündemde. 29-30 Haziranda Brüksel’de yapılacak Avrupa Konferansının da yurtdışındaki Kürtlerin irade ve isteklerini ortaya koyacağı kesindir. Böylece toplum irade ve isteğini ortaya koymuş olacaktır ki, artık geriye bunların uygulanması kalacaktır.
Demokratik siyaset hamlesinin eylem çizgisi açısından da Kürt serhildanı ile Gezi Parkı direnişi esastır. Dikkat edilirse yeni sürecin hamlesel gelişimini sağlayacak eylem çizgisi mevcuttur. Geriye konferansların sonuçlarını pratikleştirme ve demokratik kitle eylemini geliştirme kalmaktadır. Demokratik siyaset bunları yaptığı ve sonuçlarını örgütlediği oranda hamlesel gelişme yaşayacak ve bu sürecin başaranı olacaktır!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
18 Hazirandan itibaren Gabar da İşgalci TC ordusu tarafından pusulamalar yapılmaktadır. Bu pusulamalara korucularda katılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Demokratik Çözüm Yürüyüşü çerçevesinde Bingöl, Amed ve Garzan eyaletlerinden gelen gruplarımız Medya Savunma Alanlarına ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
21 Haziran günü saat 17.00 ile 20.00 arası Hakkari'nin Çukurca ilçesine bağlı Güvenlik tepesi ve boğazı, Erbiş boğazı, Şehit Karwan tepesi, Talısa, Bayrak Tepesi, Kepê Mirişka ve Hakan Tepesine yönelik
- Ayrıntılar
Basın ve Kamuoyuna!
HPG güçleri olarak sürdürdüğümüzü Demokratik Kurtuluş Yürüyüşümüz her türlü zorluğa rağmen büyük bir kararlılıkla sürmektedir. Bu çerçevede yeni bir grubumuz Medya Savunma Alanlarına Ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Haziran günü İşgalci TC ordusuna ait savaş uçakları Şırnak'a bağlı Kato Jirka alanımızda üç gün boyunda alçak uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar