2012 yılının 19 Temmuz’unda “yüreğimizin güneyi”nde yaşayan insanlarımız Rojava’da devrimlerini ilan ettiler. Ve devrimlerini ilan ederlerken devlete ait ne kadar kurum ve kuruluş varsa hepsine kamulaştırdılar.
19 Temmuz devrimi deyip geçmemek gerekiyor. Öncelikli olarak “yiğidi öldür ancak hakkını ver” misali öncelikli olarak Rojava’da halkımızın gerçekleştirdikleri devrimi-safımız ne olursa olsun-kutlamasını bilmeliyiz. Eskilerde buna şapkayı çıkarmak derlerdi.
Evet, 19 Temmuz devrimi bir yılını doldurdu. İlk günlerde yaşadıkları sorunlar gibi halen de devrim birçok sorunu yaşıyor. Devriminin en büyük sorunu düşmanlarının çokluğudur. Öyle ki devrimi boğmak için doğudan, kuzeyden, güneyden ve batıdan saldırılar bir gün bile bugüne kadar durmamıştır. Ve öyle görülüyor ki durmasını da bilmeyecektir.
Haklı olarak sorulabilir, neden bu kadar saldırılarla karşı karşıyadır 19 Temmuz devrimi?
Arap baharı başladığında bir gün sıranın Suriye’ye geleceğini herkes az çok biliyordu. Tunus’ta çakılan kıvılcım Mısır’a oradan birçok Arap ülkesine yayıldı. Bunu fırsat bilen batı güçleri tüm güçlerini bir araya getirerek, dünyanın diplomatik hileleriyle de destekleyerek Libya’da Kaddafi’ye saldırdılar. Kaddafi’nin ilk günlerde yaptığı oldukça faul açıklamaları ise Libya’da birçok çevreyi kendisinden uzaklaştırmasına yol açtı. Sonuç olarak emperyalist güçler Libya’yı ve zenginliklerini şimdilik ele geçirmişlerdir. Ve sıra Yemen, Bahreyn derken Suriye’ye geldi. Suriye bilinen lokmalarının hiç birine benzemiyordu. Bir nevi Ortadoğu’nun nirengi noktasıdır Suriye. Bunun için Suriye’ye karşı savaş Rusya’ya, İran’a, Çin’e ve birçok farklı güce karşı savaş anlamına geleceği için Libya’daki gibi batılı güçler resmi olarak saldırıya geçmediler.
Batıların tarihten beri kendileri için savaşacakları vardır. Kirli işleri onlar adına parayla yapacakları oldukları için resmi girmediler. Özgür Suriye Ordusu adı altında birçok gücü harekete geçirdiler. Ve yaklaşık iki yıldır bu süreç devam ediyor. Tabii Suriye devleti birçok yeri çok vahşice yerle bir etti. Halkın tepkilerini demokratik bir yaklaşım ve rejim değişikliğiyle cevap verse tüm dış güçlerin saldırıları boşa çıkacak ve kazanacak olan Suriye ve halkları olacaktı. Ancak artık o şans gitmişe benziyor.
Bir yandan Suriye oligarşik rejimi, yıllar yılı Kürtlerin çoğuna vatandaşlık hakkı bile tanımamış. Diğer yandan ise Kürtlerin oldukça geri olan statüsünü bile kabul etmeyen sözde Suriye muhalifleri. Yani Cehş el Hür ve kimi İhvanı Müslim ve yandaşları...
Kürtlerin böylesi bir ortamda çok fazla seçenekleri olamazdı. Bir seçenek Suriye ile olmaktı. Ancak Suriye’nin yıllar yılı bir demokratik rejime sahip olmadığını ve kolay kolay olmayacağını en iyi Kürtler bilirlerdi. Yine Cehş el Hür’ün ise Kürtlere dönük açıklamaları yeterince açık oldukları için Kürtlerin yapacakları tek bir yol vardı o da; Kendi yollarını çizmekti. Ve Kürtlerde bunu yaptı.
Kürtler ne yaptılar? Kürtler öncelikli olarak hiç kimsenin tarafını tutmayarak sadece kendi taraflarını tutular. Yani tarafsız oldular. Daha doğrusu üçüncü yolu seçtiler. Üçüncü yol ne emperyalistlerin oyunlarına gelmekti ne de oldukça geri bölgesel statükocu güçlerin yanında yer almaktı. Üçüncü yol bağımsız durarak, kendi özgücü temelinde kendini örgütleyerek Kürtleri örgütlemekti. Ve Kürtler bunu yaptı.
İşte 19 Temmuz devriminin en kısa tanımı budur. Kürtlerin kendi kendilerini örgütleyerek, bu örgütlemeyi yaparken de kimseyle çatışmaya girmemeleri en temel yaklaşımları olduğunu herkes görmüştür. Ve nitekim Kürtler belli bir örgütleme ardından önce çeşitli kurumlarını oluşturmuş ve ardından da ise 19 Temmuz günü Kobani’de demokratik halk devrimlerini ilan etmişlerdir.
Evet, 19 Temmuz devrimi Kürtlerin tarihinde en önemli günlerden birisi olarak bugünden yerini almaya başlamıştır. Çünkü 19 Temmuz devrimi oldukça dar bir coğrafyada, küçük bir nüfusla bir nevi “aslanın ağzındaki lokmayı almak” gibi bir eylem olmuştur. Hem statükocu güçler hem de emperyalistlerin karşılıklı çatışmalarının arasında 19 Temmuz devrimi kendi halk gücüne dayanarak gerçekleştirilmiştir. Ve en önemli karakteri ise halkçı bir devrim olmasıdır. Hiçbir ülkenin, hiçbir devletin desteğini almadan gerçekleştirilen bir devrimdir. Kürt halkı içerisinde özgürlük eğilimini temsil eden bu devrim, bu bağlamda tamamen halkın bir devrimi olmuştur.
Evet, hiçbir güce bağlı olmayan, hiçbir güçten destek almadan bugüne gelen bu devrim bunun için birçok çevre tarafından hedef haline getirilmektedir. Başka da bugün El Kaidelerin, Türklerin, Suriye devletinin saldırılarını ve de Rojava’nın doğusunda bulunan sınır kapılarının aylarca kapalı tutulmasını başka nasıl izah edeceğiz?
Tek bir izahı vardır bu saldırıların ve kuşatılma planlarının; düşmanlık. Maalesef bu düşman tutum içerisinde Kürtlerin en tanıdık örgütlerinin olması da bir gerçektir.
Eskilerde Che Gueveran’nın
“Ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin, silahlarımız elden ele geçecekse, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve başkaları savaş ve zafer naralarıyla ve de makineli tüfek sesleriyle cenazelerimize ağıt yakacaksa, hoş geldi, safa geldi” diyen sözlerini bizler aynısını 19 Temmuz devrimi için rahatlıkla söyleyebiliriz. 19 Temmuz devriminin dalgası ve sesi Kürt halkına bir ışık, bir umut ve de bir gelecek olacaksa, saldırılar ve kuşatılmalar nereden gelirse gelsin bizler de her zaman bu devrimin yanında olmasını -zorluklar ne olursa olsun - bileceğiz.
Yaşasın rojava halkımızın 19 Temmuz devrimi!
Ve yaşasın rojava halkımızın fedai gücü YPG ve YPJ!
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Rojava’da 19 Temmuz 2012’de gerçekleşen özgürlük devrimi ikinci yılına girdi. Gerçekleşmesi gibi bir yıl yaşaması da mucize kabilinden olan bu devrimi şimdi herkes daha çok ciddiye alıyor ve anlamaya çalışıyor. Öncelikle Şilan Kobani ve Xebat Derik şahsında tüm Rojava özgürlük şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz. Başta kadınları ve gençleri olmak üzere tüm Rojava Kürdistan halkını, gerçekleştirdikleri bu cüretli işten dolayı kutluyoruz.
Rojava özgürlük devriminin ortaya çıkardığı tarihi önemde dersler var. Bu nedenle gittikçe daha çok tartışılıyor. Herkes kendi penceresinden bakıp yorumlayarak anlam vermeye çalışıyor. Devrim karşıtları birçok cepheden saldırırken, halk bir yıldır yürüttüğü direnişin yarattığı kendine güvenle devrimin coşkusunu yaşıyor. Kürdistan’ın bu en küçük parçası, adeta boyundan büyük bir iş yapmış olmanın gururuyla bölgesel gelişmelere öncülük ediyor.
Bilindiği gibi, bu cesur ve fedakâr devrimci çıkışın ardında otuzüç yıllık yoğun bir devrimci çalışma var. 1979 yazından itibaren yirmi yıl boyunca kesintisiz bir biçimde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu çalışmayı yürüttü. Ardından da bazı yetersizlikler olsa da Kürdistan Özgürlük Hareketi bu süreci devam ettirdi. Özellikle “Arap Baharı”nın başladığı 2011 yılı Ocak-Şubatından itibaren Kürtler devrimci çalışmalarına hız verdiler. Suriye’de ne rejime ve ne de muhalefete angaje olmayarak üçüncü bir çizgi izlediler. Kısaca otuz yılı aşkın devrimci çalışmanın yarattığı birikim, Arap baharının Suriye’de yarattığı uygun konjonktürle birleşince 19 Temmuz özgürlük devrimini gerçekleştirdi. Rojava devriminin verdiği birinci ders bu.
Bu dersi nasıl anlamalıyız? Demek ki, bir yerde devrim olabilmesi için iki temel şartın yerine gelmesi gerekiyor: Öncü devrimci çalışma ve uygun ortam! Bunlar birlikte olmadan devrim olmaz. Bunlar birbirinin karşıtı değil, tamamlayanıdır. Demekki sadece birilerinin zorlamasıyla devrim olmayacağı gibi, öncü çalışma olmadan, kendiliğinden de devrim olmaz. Yine demek ki devrimcilerin görevi zorla devrim yaratmak değil, imkân ve fırsatları iyi değerlendiren bir çalışma tarzıyla devrim için gereken verileri hazırlamaktır.
Rojava özgürlük devriminin birçok ezberi bozup düşünce kalıbını kırdığı da bir gerçek. PKK dahil hepimiz, önce Kürdistan’ın büyük parçalarında devrimin olacağını ve Kürt sorununun çözüleceğini, buna bağlı olarak Rojava Kürtlerinin de haklarına kavuşacağını sanır, böyle düşünüp tartışırdık. Oysa özgürlük devrimi önce Rojava’da gerçekleşti. Şimdi Rojava devrimi Kürdistan’ın diğer parçalarındaki çözüme öncülük ediyor. Rojava özgürlük devriminin verdiği ikinci ders de bu.
Demekki bir yerde devrim olabilmesi için arazi ve nüfus büyüklüğü gerekmiyor. Öncü devrimci çalışmanın yapıldığı ve birikimin uygun konjonktürle birleştiği bir yerde devrim gerçekleşebiliyor. Bu nedenle, her yerde devrimci çalışma yapılabilir ve devrim için gereken hazırlıklar olgunlaştırılabilir. İçinde bulunduğumuz ortamda nüfusu az veya çok her toplum devrimi hazırlayarak uygun ortamda başarabilir.
Rojava özgürlük devrimini 1 Haziran 2010’dan itibaren Kürdistan genelinde geliştirilen dördüncü stratejik dönemin dışında tutmamak gerekir. 2011-2012 devrimci halk savaşı hamlesi içinde gerçekleşen bir gelişme olduğu tartışmasızdır. Planlamasıyla da pratiğiyle de gerçek böyledir. Buradan da iki temel ders çıkmaktadır. Birincisi, Kürdistan’da yaşananlar birbirinden kopuk değil, tersine birbirine bağlıdır. Siyasal sınırlarla parçalanmış olmak bu gerçeği değiştirmiyor. Bütün parçalarda olanlar birbirine bağlı gelişiyor.
İkinci ders ise, eğer yerinde, zamanında ve doğru tarzla yürütülürse devrimci halk savaşının ezilen halkların özgürlüğüne kavuşmasında kullanılabilecek bir yöntem olduğunun bir kez daha doğrulanmasıdır. Özellikle “Silahla hak arama devri geçti” sözünü tekrarlayan çok sayıda Kürdün olduğu bir ortamda bu sonuca ulaşılması önemli ve öğretici olmuştur. Demekki kendi durumuna ve ruh haline politika yapmak değil, stratejik analiz yaparken objektif verilere bakmayı bilmek gerekir.
Rojava özgürlük devrimi gerilla tarz ve taktiklerine de katkı sunmuştur. Özellikle dağa dayalı olarak ova ve şehir gerillacılığını geliştirme arayışı içinde olunduğu bir ortamda Rojava devrimi derin öğreticilik taşımıştır. Dağdaki gerilla varlığına dayanarak ova ve şehir gerillacılığını geliştiren ve zafere kavuşturan ilk alan Rojava olmuştur. Bu da gerillanın zenginliğinin ve yaratıcılığının yeni bir kanıtıdır. Demekki dağda olduğu gibi, ovada ve şehirde de gerilla olabilir ve sonuç alabilir. Kürdistan gerillasının Rojava pratiğinden öğreneceği çok şey vardır.
Rojava özgürlük devriminden çıkarılacak benzer dersler çoktur ve bunları çıkarmak hayati düzeyde öneme sahiptir. Umut ediyor ve bekliyoruz ki, bu devrimin ateşinde pişen özgürlük savaşçıları, Rojava’nın yiğit kadın ve erkekleri bunu yapacaklar. Zengin veriler içeren bu tarihi adımın öğretici derlerini tüm insanlığa sunacaklar!
Sonuç olarak şunu da ifade edelim ki, Rojava devrimi “Olur” denmediği gibi, “Yaşar” da denmeyen bir olaydır. Daha ilk günden itibaren bir gün, bir hafta, bir ay ömür biçenler, devrimin yenileceği günü sabırsızlıkla bekleyenler çok olmuştur. Böyleleri sadece dışarıda değil, daha çok da Kürdistan’da ve Rojava’da vardır. Rojava özgürlük devrimi tüm bu beklenti ve burdan doğan saldırılara karşı sürekli bir direniş devrimi durumundadır. Devrim içinde devrim yaşanmaktadır.
Baştan itibaren devrimi boğmak için geliştirilen saldırılar ve kuşatma, birinci yıldönümü sırasında doruğa çıkmıştır. İkinci yılına girerken devrim tam bir kuşatma ve saldırı altındadır. Kuşatma yerel, bölgesel ve küreseldir. Rojava özgürlük devrimi karşısında her düzeyde birbirine karşıt olanlar birleşmiş durumdadır. Küresel düzeyde birbirine karşıtlık yaşayan ABD ile İran ve ABD ile El Kaide, bölgesel düzeyde karşıt olan İsrail, İran ve Türkiye, Rojava özgürlük devrimi karşısında aynı cephede ve bir aradadır. Birbirini karşıt gören birçok işbirlikçi Kürt de şimdi Rojava devrimi karşısında aynı yerde durmaktadır. Her özgürlük devriminde görülen bu durum, Rojava özgürlük devriminde de yaşanmaktadır.
Tam kuşatma sadece tüm güçleri içermesi ve dörtbir yandan olması ile de sınırlı değildir. Ekonomiden siyaset, askerlik, kültür ve benzeri toplum yaşamının tüm alanları da ambargo ve kuşatma altındadır. Devrim karşıtları tüm kapıları kapatarak Kürdistan’ın bu küçük parçasının kahraman halkını dize getirmeyi ve teslim almayı ummaktadır.
Ama bilmiyorlar ve yanılıyorlar ki, bu halk 19 Temmuz devrimine cesaret eden Apocu bilinçle yoğrulmuş bir halktır. Onbinlerce şehit komutasında yürümektedir. Dört parçadaki ve yurtdışındaki tüm Kürtlerin kalbi Rojava’da atmaktadır. Dünyanın tüm devrimci-demokratlarının Rojava devrimine desteği vardır. Dolayısıyla Rojava özgürlük devrimi yenilmezdir. Geçen bir yılda yenilmedi, bundan sonra da yenilmeyecektir!...
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Temmuz günü akşam saat 21.00 ile 21.30 arası Medya Savunma Alanlarımıza bağlı Zagros bölgemizin Cilo ve Çarçela alanları üzerinde işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları alçak uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Temmuz tarihinden itibaren 3 gün boyunca işgalci TC ordusu Şırnak’a bağlı Gabar ve Çiyayê Reş alanlarında pusulamalar yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Siirt'in Perwari'ye bağlı Osyan köyünden olan Sıdık Bilen adlı gencin kaybolması ile hiç bir ilgimiz bulunmamaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
19 Temmuz tarihinden itibaren 3 gün boyunca işgalci TC ordusu Siirt’in Pervari ilçesine bağlı Hêşet ve Noreşin köyleri ve çevresinde pusulamalar yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19-20 Temmuz tarihleri arası Bitlis Norşine bağlı Aşağımork ve Xest köyleri çevresinde işgalci TC ordusu pusulamalar yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Temmuz günü Muş güneyine bağlı Zengok, Newala Mara, Kara Hamza, Kozmê, Murat suyu ve çevresine yönelik işgalci TC ordusu tarafından Skosky ve zırhlı araçlarla sabah saat 05.00 'te bir operasyon başlamıştır.
- Ayrıntılar
Sömürgeciliği yüreğimizden ve beynimizden söküp atmamız gerektiğini söylerken, hemen şimdiden devasa bir mücadele 30 yıldır kıran kırana yürütülmüşken, halen hangi sömürgecilerin bizlere ektiği özelliklerden bahsedebiliriz ki diye sorulabilir, haklı olarak?
Sömürgeciliğe karşı gerçektende 30 yıldır silahlı olmak üzere toplam 40 yıldan fazladır dişe diş bir mücadele tüm cephelerden yürütülmüş ve halende yürütülmektedir. Lakin sömürgeciliğin beyinleri felç eden, işlemez kılan, kendisi olmaktan uzaklaştıran, yabancılaştıran, kendisi olmaktan çıkarak sömürge kişiliği oluşturma politikalarına maruz kalan bir gerçekliğin etkileri halen birçok insanda gözle görülür bir şekilde sıratmaktadır. Değişimler ve dönüşümler kuşkusuz çok büyük olmuştur. Kürt halkı, Kürdistan'i halklarla büyük bir dönüşümü yaşaması muhakkaktır; lakin Kürdistan’da herkesin böyle olduğu ya da aynı benzer güçlü dönüşümü yaşadığı tartışmalıktır. Yine dönüşmüş olanların ne kadar sömürgeciliği yüreklerinden ve beyinlerinden söküp attıkları da tartışmalıktır.
Örneğin söz konusu Kürtçe dilini ele alarak, ruhsal değişim dönüşümün ne kadar gerçekleştirildiğini en iyi bir şekilde gösterecek bir örnek dil meselesi olabilir.
Bizler: “Üstelik sömürge insanının ana dili, duyguları, düşünceleri ve rüyalarıyla ayakta kalan dili, yumuşaklığını ve merakını ifade ettiği o dil, yani en büyük duygusal etkiyi yapan dil, aslında en az değer verilen dildir. Ülkede ya da halkların birliğinde bir statüsü yoktur. Bir işe girmek, kendine bir yer edinmek, toplulukta ve dünyada var olmak isterse, önce efendilerinin diline boyun eğmek zorundadır. Sömürge insanı içindeki dil çatışmasında, ezilen anadil olur. Bu zayıf dili bir kenara bırakmaya, yabancıların gözünden saklamaya bizzat kendisi koyulur.
Kısacası, sömürge iki dilliliği ne bir yerli dilinin bir püristin diliyle yan yana yaşadığı (ikisi de aynı hissetme dünyasına ait) iki dillilik durumudur, ne de fazladan ama görece yeni bir alfabeden yararlanan yalın birçok-dillilik zenginliğidir: bir dilbilim dramıdır” bu söylenen gerçeğinin ne kadar farkındayız ve ne kadarını aşmışız bu dramın diye bir soruyu herkes kendisine sorabilir?
“Her sömürgeci ulus, faşist eğilim tohumunu bünyesinde taşır.”
Halbuki yıllar önce bir Fransız aydını olan Sartre sömürgecilik ve sömürgeciliğin yarattığı kişiliğe ve sonuçlarına dönük:
“Ve bir halkın ölme şeklinden başka hiçbir seçeneği yoksa bir halk ezenlerinden sadece umutsuzluk hediyesi almışsa, kaybedecek neyi olur? Bir halkın şanssızlığı, onun cesareti haline gelir; sömürgeciliğin onu sonsuz reddini, sömürgeciliğin mutlak reddine çevirir.
Üstelik bu bir açıdan çifte gayrı meşruluktur. Tarihin kazaları sonucu bir toprağa gelen bir yabancı olarak, sadece kendisine bir yer yaratmayı başarmakla kalmamış, ora sakinlerinin yerini elinden almayı da başarmış, onların hakkı olanlar pahasına kendisine hayret uyandırıcı ayrıcalıklar bahşetmiştir. Bunu da, bir açıdan bu eşitsizliği gelenekle meşrulaştıran yerel yasaların gücüyle değil, var olan kuralları kaldırıp kendininkileri koyarak yapar” demiştir.
Dikkat edilirse sömürgecilik hem gelip Kürdistan’a yerleşmiş, çalmış, çırpmış, katletmiş ve ardından da ayak ayaküstüne atarak bu topraklarda yaşayan halkların dilleri ve kültürleriyle alay ederek yok etmek için elinde geleni alenen devlet politikası olarak yürütmüştür. Bu topraklarda yeşeren kültürleri asimile etmenin de ötesinde soykırıma tabi tutarak yok etmeyi tüm kurum ve kuruluşlarıyla gerçekleştirmeyi esas almıştır.
Gerçeklik buyken, halen sömürgeciliğin diline, kültürüne hayranlık duymak olsa olsa yukarıda dile gelen dramın kendisidir. Sömürgecilik tüm gücüyle adeta“Her şey kusursuz olurdu… yerliler olmasaydı,” der gibi üstelik bu toprakların orijin renklerine hakaret etmekten de bir gün geri durmamıştır. Ancak sömürge haline getirilenler ise adeta sanki bir şey yokmuş gibi yapmalarına da ise hiçbir akıl ve zihniyet alamaz. Bu da ayrı bir dram ya da trajedi…
Bu bağlamda bir nevi: “Sömürgeleştirilen belleğini yitirmeye mahkûm olmuştur adeta.”
Ne diyor filozof ya da hakikat arayışçısı:
Halbuki, “Bir halka başka hangi yolla miras bırakılır? Çocuklarına verdiği eğitimle ve dille, yeni deneyimlerle sürekli zenginleşen o harika depoyla. Gelenekler ve edinilen şeyler, alışkanlıklar ve fetihler, yapılan işler ve geçmiş kuşakların eylemleri bu şekilde miras olarak bırakılır ve tarihe kaydedilir.”
Bir zamanların 1945 yılın Fransa’sında bir seçim kampanyasında şöyle bir propaganda yapılır:
“Radyomun düğmesini çevirince Amerika’da Zencilerin linç edildiğini işitiyorum ve diyorum ki kendi kendime:
O zaman bize yalan söylemişler: Hitler ölmemiş
Radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki Yahudiler hala aşağılanıyor, hor görülüyor ve yurtlarından kovuluyorlar:
O zaman diyorum ki kendi kendime, hala bize yalan söylemişler: Hitler ölmemiş.
Radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki Afrika’da çalışma kampları kurumlaştırılıyor, yasallaştırılıyor:
O zaman diyorum ki kendi kendime, bak bize yalan söylemişler; Hitler yaşıyor.”
Peki, bizim bu “radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki” Kürdistan’da ne kadar çok Kürtlere ve Kürdistanlılara hakaret dolu sözleri, davranışları, pratikleri, uygulamaları nasıl ele alacağız?
Bu “radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki” verilerle binlerce ama binlerce örnek vererek faşizmin, Hitlerciliğin ne kadar derin olduğunu göstermemiz zor olmayacaktır. Bizler bırakalım günlük olarak saatlik ve dakikalık olarak “O zaman diyorum ki kendi kendime, bak bize yalan söylemişler; Hitler yaşıyor” örneklerini sunabiliriz. Çünkü gerçekten Kürdistan’da ve Türkiye’de Kürtlere ve bu topraklarda yaşayan nice halklara çok mu ama çok fazla sömürgecilerin inkar ve imhayı esas alan uygulamaları söz konusudur.
Örneğin: “Sömürgeci boyun eğdirmek ve sömürmek için sömürge insanını tarihsel ve toplumsal, kültürel ve teknik akımdan dışarıya itti. Sömürge insanının kültürünün, toplumunun ve teknolojisinin ciddi bir zarar gördüğü gerçektir ve sağlaması yapılabilir.” Gerçeklik buyken hangi kardeşlikten söz açılabilir peki? Hangi birliktelik ve beraberlikten bahsedilebilir peki?
Özcesi sömürgecilik kültürü tüm gücüyle kendisini tüm toplumsal gerçeklere dayatırken buna karşı toplumlarında tüm güçleriyle özelde kendi yerellerinde güçlü karşı koyuşlarıyla bu sömürgeciliğin zihniyet yapısı ve uygulamaları ortadan kalka bilir. Yine kendi kültürel değerlerini çok güçlü sahiplenme ve yaşatmayla sömürgeciliğin kültürü geriletilebilir.
Not: isimlendirilmemiş olan tırnaklar Albert Memmi’nin –“Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi,” kitabından alınmıştır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Demokratik çözüm yürüyüşü çerçevesinde Karadeniz, Dersim ve Garzandan yola çıkan ve uzun yürüyüş gerçekleştiren gerilla gruplarımız Medya Savunma Alanlarına ulaşmıştır.
- Ayrıntılar