Basına ve Kamuoyuna!
Demokratik Çözüm Yürüyüşü doğrultusunda sürdürdüğümüz yürüyüşümüz devam etmektedir. Erzurum Eyaleti ve Amed Eyaletinden iki grubumuz Medya Savunma Alanlarımıza ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
1972 Malatya merkez doğumluyum. Adım Zeynep Kınacı’dır. Aslen Malatya merkeze bağlı Elmalı köyündenim. Çevrede Mamureki aşireti olarak tanınırız. Malatya İnönü üniversitesi rehberlik ve psikolojik danışmanlık bölümünden mezun oldum. Saflara katılmadan önce Malatya devlet hastanesinde röntgen teknisyeni olarak çalışıyordum. Evliyim. Eşim Amed’in Eğil ilçesine bağlı Xılya köyündendir. Kendiside üniversiteden aynı bölümden mezundur. 1995 kışında Adana’da cephe faaliyetleri yürütürken düşmana esir düştü. Ailemin geçim durumu orta hallidir. Ailemin sosyal yapısı bir yanıyla feodal etkileri taşırken, bir yandan da küçük burjuva Kemalist anlayışı hakimdir. Belli ölçülerde serbest yetiştirildim. Akraba çevrem ve köyümüz yurtsever değildir. ancak gençlik kesimi içinde sempati vardır. Kardeşlerimin mücadeleye sempatileri vardır. Eşimin ailesi ise ekonomik olarak zengindir, feodal bir aile yapıları vardır, yurtsever değildirler.
Lisede okurken sol düşüncelere ve Kürtlüğe ilgim gelişti. Yaşamı irdelemem bu yıllarda başladı, ancak her hangi bir çizgiye yakınlık duymadım. Üniversite yıllarında sol düşünceler arasında bir netleşme ve özellikle PKK’ye bir sempati gelişti. Kürtlüğe ilgim ailemin geri bir temelde de olsa, ulusal özelliklerini belli ölçülerde taşımasından kaynaklıydı. Yurtsever arkadaş ortamı örgütlü değildi. Öncülük yoktu. Yine ailemin ekonomik sorunları gibi sebepler uzun süre netleşmemi engelledi. Süreç içinde belli bir netleşme ve olgunlaşma sonucu saflara katıldım.
1994’te Adana’da cephe faaliyetleri yürütmeye başladım. Bir yıl kadar bu faaliyetlerde kaldım. Ciddi bir eğitim sürecinden geçmedim. Ardından yönetim düzeyinde yakalanmaların olmasından dolayı yeterli bir desteğin sağlanmaması, bireyi sivilleştiren etkisi yine kişilik dönüşümümü yapamamam gibi nedenlerle aslında çok istekli olmama rağmen fazla bir gelişme ve başarı sahibi olamadım.
1995’te dersim’de ARGK saflarına katıldım, süreç içerisinde geçmişe oranla kendim, kişiliğimi, tüm yönleriyle tanıyarak belli bir gelişmeyi sağladım. İddia kararlılık, moral ve netleşme gibi konularda güçlendiğimi belirtebilirim.
Partimiz PKK öncülüğünde gelişerek tüm insanlığa mal olan ve giderek ezilen halkların yüce sosyalizm yolundaki tek umudu haline gelen mücadelemiz bir bütünen ulusal yok oluş sürecini yaşayan, soysuzlaşmanın eşiğine getirilmiş bir halkı tarihte ilk defa yücelterek hak ettiği yere getirmiştir. Böylesi ulusal değerlerini, beynini, ruhunu, öz kimliğini düşmana kaptıran bir halkı yeniden diriltmenin ağır görev, sorumluluk, tarihi bilinç, üstün öngörü, büyük cesaret, fedakarlık ve yüce azim gerektirdiği açıktır. yurtseverlik rolünden uzak düşmana tabi, vatansız, tarihi egemenler tarafından yazılan, gerçek aydınlarını ve önderlerini istenilen düzeyde çıkaramayan yitik bir ülke ve halk gerçekliği karşısında PKK ve onu var eden Başkan APO, aleyhte gelişen bir gelişmeyi ters yüz ederek sadece kimliği değil, beyni de egemenler adına çalışan, ona hizmet eden, onun için savaşan, giderek hayvanlaşmanın eşiğine getirilen ve emperyalizmin de hizmetine sunulan Kürt halkını ölüm uykusundan uyandıran, direten kendi özgürlüğü için savaşan, savaştıran bir konuma getirmiştir. Büyük Kürt şairi Ahmedê Xanê “eğer bizimde dürüst, namuslu önderimiz olsaydı, Arapların, Acemlerin ve Türklerin kölesi olmazdık” diyor. Kendi bireysel, ailesel, aşiretsel çıkarlarını esas alan, ulusal gerçeklikten kopuk, Kürdistan tarihindeki sahte önderlerin varlığı bu lanetli gerçeğin uzun bir süre devam etmesine neden olmuştur.
Her halkın tarihine baktığımızda özellikle devrim süreçlerinde mücadele veren, başarıya ve kurtuluşa götüren, yaşadıkları döneme damgasını vuran önderleri vardır. Tarih, öndersiz hiçbir ulusal ve sınıfsal hareketin gerçek anlamda başarıya gitmediğini doğrulamaktadır. Önder, yaşatılmak istenen yenilik ve gelişmeleri en üst düzeyde temsil eden, yani yaşamını bir halkın kaderinde bulan o halkın acılarını, duygularını taleplerini en derinden yaşayan ve kurtuluş için pratik görevleri en üst düzeyde omuzlayandır.
Hayati gerçekliği olmayan, her alanda bitirilmiş hiçbir halkla kıyaslanamayacak kadar kendisine yabancılaştırılmış, ulusal, kültürel, sosyal, siyasal değerleri sömürülen bir halk gerçekliği karşısında kuşkusuz PKK Önderliği çok farklı olmak zorundadır. Bu anlamda Parti Önderliği birçok yönüyle daha özgün, daha yeni, daha gelişkin, yaşamıyla yaratan ve kendi yaşamını adeta koskoca bir insanlığın yaşamına adayan bir durumdadır. Belirleyiciliği ve önemi bu noktada kesin ve tartışmasızdır.
Dünya devrim tarihine baktığımızda gerek ulusal, gerekse sınıfsal kurtuluş mücadelesini veren halkların devrimin gerçekleşme olanağını yaratan tarih; sosyal, Kültürel, sınıfsal bir zemini ve birikimi vardır. Ulusal inkar yoktur. Kişilik sorunları bizdeki kadar derin değildir. tarihleri bizdeki gibi çarpıtılmamıştır. Kadın cinsi bu kadar sömürülmemiştir. Dini olgular bizdeki kadar kesinlikle kötü tarzda işlememiştir. O halkların mevcut konumlarına tepkileri vardır. Önderlerinin güç aldıkları az çok aydınları vardı. Kürdistan devriminde ise bu belirtilen hususların tümü bitmiş durumdaydı.
Parti Önderliği çok zayıf bir gerçeklikten yola çıkmıştır. Din sorununa, kişilik sorununa, kadın ve aile sorununa yaklaşımı oldukça özgün ve bilimseldir. Rus devriminin önderi Lenin bile kadın sorununun çözümünde oldukça yüzeysel kalmıştır. Kadının ordulaşması, gerçekleşen kadın Konferansı ve Kadın Kongresi dünya devrim tarihinde ilk kez bizde gerçekleşmiştir. Parti Önderliğinin yaşam tarzı, fedakarlık, cesaret, derinlik, duyarlılık, zeka, öngörü, yorumlama gücü, bağlılık, bilimsellik, tecrübe, birikim düzeyleri hiçbir önderlikle kıyaslanamayacak boyuttadır. Olayı ele alış tarzı dogmatik değildir. Parti Önderliği Kürdistan gerçeğini, dünya devrimlerini çok iyi tahlil edip sonuç çıkarmış ve Kürdistan devriminin özgünlüğünü ortaya çıkarmıştır. Taklitçi, kalıpçı, dogmatik bir tarzda değil, oldukça yaratıcı bir tarzda ele almıştır. Gerçekleşen sosyalizmi çok iyi tahlil etmiş ve kendi halk gerçekliğine uygun bir tarzda uyarlamıştır. PKK, Parti Önderliğinin şahsında ifadesini bulmuştur.
Kürdistan tarihinde sağlanan bu gelişme, onun emeği, onun gelişmesidir. Kendisi sevgi kaynağı birleştirici ve bütünleştiricidir. Kendi şahsında yeni insan tipini-profilini çizmiştir. Bir insanın ne kadar gelişebileceğini kanıtlamıştır. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde bu günkü düzeyi “Partileşelim, Ordulaşalım, Cepheleşelim, Zaferi kazanalım” şiarına denk düşen, bütün tali sorunları bir kenara bırakarak, bütün Kürt halkıyla düşman gerçeğine doğru yaklaşma temelindedir. Gelinen noktada hemen hemen bütün Kürt halkıyla beraber milyonlarca insanı sıcaklığıyla saran, ulusal kurtuluş devrimine ve sosyalizmin hizmetine koymuş, faşist Türkiye Cumhuriyetini askeri, siyasi, kültürel, ekonomik her konuda geriletmiş, çözümsüz bırakmıştır.
Zaferin yönlerini yaşadığımız yeni süreçte halkın kurtuluş umutları olan bizlerin Parti Önderliğimizin yaşamı, düşünceleri ve mücadelesine yakışır bir biçimde dönemsel bütün görevlerimizi en iyi bir şekilde yerine getirmemiz gerekiyor. sıkça tekrarlanan küçük burjuva, köylülük, feodal arayışların kişiliklerindeki yer etmişliği, düşmanın şekillendirmesi, özel savaşın etkileri ve buna benzer gerekçelere sığınarak çeşitli öz eleştirilerin bizleri ilerletmediği açıklık kazanmıştır. Verilecek en iyi bir öz eleştirinin doğru bir pratikten geçtiğine inanıyorum. Düşman top yekûn üzerimize geliyor. Bizimde olanca gücümüzle düşmana yüklenmemize, özgürlüğün bedelini en kararlıca ödeyeceğimizi düşmana hissettirmemiz gerekiyor. mücadele tarihine baktığımızda PKK, büyük kahramanlık, direniş, emek, kararlılık ve inançla yaratılmıştır. Direniş PKK’nin temel karakteri olmuştur.
Bizlerin bu tarihi mirasa sahip çıkmamız ve sürecin gereklerini yerine getirmemiz gerekiyor. süreç intihar eylemini gerekli kılıyor. Bu, hem taktiksel bir çıkış olacak, hem de bizim açımızdan büyük moral etkileri olan bir eylemlilik olacaktır. Düşmanın Önderliğimize suikast girişiminde bulunarak sonuç almaya çalıştığı bu süreçte düşmana verilecek en iyi bir cevap olacaktır. Bu tür bir eylemlilik moralmen bozguna uğrayan düşmanı çıldırtmak, düşmanın bulunduğu her alanda çepeçevre kuşatmak, ülkeyi ona zindan etmek anlamına geliyor. Bizim açımızdan ise, başta halkımıza, bütün savaş güçlerimize moral vermek, cesaret ve direnişi güçlendirerek dost-düşman herkese davamızda ne kadar kararlı olduğumuzu ve bu uğurda özgürlüğün bedelini bombaları kendimizde patlatarak gerçekleştireceğimiz mesajını bir kez daha vermek, halkımızın özgürlük istemini bütün dünyaya duyurmak ve ileri ki süreçte halkımızın bu yönlü direnişler geliştirmesinin öncülüğünü yapmak, savaşın her yerinde ivme kazandırmak anlamına gelmektedir.
BAŞKANIM;
Kendimi intihar eylemini gerçekleştirmek için aday görüyorum. Bizler sizin bitmez tükenmez emek ve çabalarınıza karşılık canımızı bile versek yeterli değildir. Keşke canımızdan başka verebilecek şeylerimiz olsaydı. Siz yaşamınızla bir halkı yeniden yarattınız. Bizler sizin eseriniziz. Tüm Kürdistan halkının ve dünya insanlığının geleceğinin teminatısınız. Yaşamınız bize sevgi, cesaret, inanç ve onur veriyor. Tüm Kürdistan halkı ve milyonlarca insan size ölümüne bağlıdır. Sizin bu çekiciliğiniz bizi de oldukça etkilemektedir. En zorlandığımız anlarda bizlere olan sevginizi düşünüyor, manevi güç alıyoruz. Şehide en çok bağlı olan sizsiniz. Bu temelde gözümüz kesinlikle arkada kalmayacaktır. Bu eylemi gerçekleştirmem gereken bir eylem olarak görüyor, kendimi sorumlu hissediyorum. Mevcut gerilikleri aşmanın, özgürleşmenin ve kendini gerçekleştirmenin savaştan geçtiğini ve bu savaşla da gereğinin yerine getirilmesinin gereğine inanıyorum. Mazlum, Hayri, Kemal, Ferhat, Bese, Beritan, Beriwan ve Ronahi yoldaşların direnişine sahip çıkmak ve onların takipçisi olmak istiyorum. Halkımın özgürlük isteminin ifadesi olmak istiyorum. Emperyalizmin kadını köleleştiren politikalarına karşı bombayı kendimde patlatarak hıncımın ve öfkemin büyüklüğünü göstermek ve Kürt halkının dirilişinin sembolü olmak istiyorum. Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Başkan APO öncülüğünde yürütülen Ulusal Kurtuluş Mücadelesi çok yakında zafere ulaşacak ve mazlum halkım dünya insanlık ailesi içerisinde hak ettiği yerini alacaktır.
Bu temelde Başkan APO’ ya, tüm Kürdistan şehitlerine, tüm savaş ve cephe güçlerimize, zindandaki yoldaşlarımıza, Kürdistan halkına ve insanlığa bağlılığımızı bir kez daha ifade ediyor ve onlara layık olmaya çalışacağıma söz veriyorum.
Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Yaşamı ve insanları çok sevdiğim için bu eylemi gerçekleştirmek istiyorum.
YAŞASIN BAŞKAN APO
- Ayrıntılar
Kürdistan toprakları yaklaşık 20 yıldır büyük altüst oluşları yaşıyor. Binlerce yılın düşman işgallerinin, bu kutsal topraklarda yarattığı altüst oluşlar gibi değil kuşkusuz. İşgale uğrayan onurunu, varlığını derinden sürdürmüş olan Kürt halkının savaşındaki altüst oluşun en önemli özelliği sosyal-siyasal boyutudur. Bir toplumun yaşama kendi dili, bilinci ve iradesiyle "ad verme" olayı, yine yaşadıklarının farkında olarak onları yorumlamayıp birbirine eklemesi günümüz gerçekliğinde gerçekleştirmekle aynı anlamdadır. Kürdistan Devrimi bu yönüyle farklılığını, gücünü, 21. yüzyıla az bir zaman kala, bu anlamda da ortaya koymaktadır.
"Ad verme" olayı anlama olgusuyla bağlantılıdır. İlk çağlarda yaşamın sağlanmasında ya da kolaylaşmasında "anlamı" yakalanan şeylerin ilk adını verenler kutsal sayılırlar. Çünkü çevredeki nesnelere ad verme gücü, anlama-düşünme, onu dillendirmekle bir bütündür. Ad vermek, "bu insandır, bu topraktır vb." demek insanın çevresindeki her şeyi farketmesi, dünyayı keşfetmesi ve insanlaşma serüvenine yeni halkalar eklemesi anlamını da taşımıştır.
"Ad verme" gücü, yaratıcılıkla bağlantılıdır. İnsanın yaşamına yaratıcılığı yerleştiren kadın olmuştur. Doğurma olgusu kadındaki yaratma gücünün bir yansımasıyken, çevreye, canlılara, doğaya, kısaca yaşama olan ilgisi de buna bağlı olarak büyük olmuştur. Yaratma olgusu yaşam olgusuyla, kadında bir bütünleşmeyi yakalamıştır. Dünyaya gelirken küçük canlının dünyayı tanımasının sorumluluğu bir yana, içinde bulunulan insan topluluğunun da bu tanışmaya olan ihtiyacı, kadını, insan-doğa-yaşam üçgeninin temel köprüsü olma göreviyle birleştirmiştir.
Kadın, ağacı, kuşu, kötüyü, güzeli adlandırarak insan benliğinin büyümesini sağlamıştır. Yani yazısız bir tarih yaratmıştır. Yazısız ve dile dayalı bir tarih... İşte kadın bu tarihte onbinlerce yıl varlığını, adını, iradesini kimseyi ezmeden yükseklerde tuttu. İşte bu tarihte kadın tanrıçaydı...
On binlerce yıl sonra bugün... Kadın, bunca yüzyıllar boyu yitirdiği 'tanrıça' gerçekliğini yeniden sağlam temeller üzerinde yükseltme çabasını sürdürüyor. Bir savaş veriyor; hem de acımasız ama bir o kadar kendinden taraf adaletini, insanlığını yitirmeden yapıyor bunu. Ataerkilliğin insan kanına bulaştırdığı doğayla insanın yürüttüğü savaşı, asıl ilkelerine kavuşturma görevi bugün yine kadına düşüyor. Her şeye yeniden "ad" vermek gerekiyor. Kürdistan topraklarındaki insanlaşma savaşı, kadının yeniden tanrıçalığıyla buluşma savaşı oluyor; ama bu savaşı kirletmeden sürdürüyor.
Yeniden başlayabilme gücü, insanın tarih boyunca sağlam tutmak istediği bir yanıdır. Her acıdan sonra inançtan vazgeçmeden yeniden yürümeye başlamak, her darbeden sonra yeniden başını dik tutarak adımını atmak insana özgüdür. Bu bir erdemdir. Bu erdemin içinde duygu yoğunlaşmasının yanında düşünce de vardır ve bunların bütünlediği gerçekçi yaklaşım vardır.
Kadın gerçekliğinin, Kürdistan Devrimi'nde, yaşamın her olgusuna, her anına anlam vermesi, o olgu ve anları yaratıcılıkla birleştirmesi 'tanrıçalık' olgusuna da doğru bir yaklaşımı ifade etmektedir. Kadın, bu devrimin içinde varlığını, bu yolda verdiği yüzlerce bedeliyle ortaya çıkarmıştır. Yaşama, insana ait ne varsa her şeye yeniden ad veren Kürdistan kadının miladını ise 30 Haziran 1996 tarihi belirlemiştir.
Başından bugüne kadar PKK tarihi 30 Haziran 1996 tarihiyle yeni bir dönemeci yakalamış ve devrim yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Bu tarihi yaratan ve o güne "ad" veren Zilan yoldaş, bu aşamanın altına imzasını canıyla atmıştır. Zilan (Zeynep Kınacı) yoldaşın gerçekleştirdiği, sadece bir eylem değildir. "Düşmana vurulan bir darbe" olarak değerlendirmek kuşkusuz çok yetersiz kalacaktır. Bu aşama Ulusal Önderimiz Başkan Apo tarafından bir "milad" olarak nitelendirilmiştir. Evet bir milad ve bağrında devrimin insanlık tarihi kadar zengin olan ilkelerini, yeni yaşam felsefesini, geleceğe dair soruları, cevapları, çözüm formüllerini taşımaktadır. Zilan eylemi, dünyaya yeniden bir anlam verme ve onu yeniden yaratma eyleminin kendisi olmaktadır. En önemli özelliklerinden biri de kadını, yitirdiği tanrıçalık gücüyle buluşturmasıdır. Kadına tarih yaratma gücünü, kişiliğini göstermiştir Zilan.
Binlerce yıl sonra insanlık Zilan için diyecek? Tarihi kendisiyle başlatıp yine kendisiyle bitirmeyi yaşayan kişilikler, Zilan yoldaşı, O'nun kendinde yaşama geçirdiği PKK felsefesini sadece '96 yılıyla sınırlı olarak düşünebilirler. "'96 yılında mücadeleyi yükseltti" demek, bu bakış açısını yansıtacaktır. Halbuki çok kutsal bir değer olarak korunan, bu temelde geleceğe bırakılan yaşam ilkelerini anlamak, binlerce yıla yayılan yaşam felsefesine sahip kişiliklerin yaklaşımı olmalıdır. Zilan bunun adlandırıcısı, yaratanı olmuştur.
Zilan yoldaşın bu noktada Başkan Apo'yla kurduğu bağ, binlerce yıla yayılan bir yoldaşlığın kendisi olmaktadır. İçinde acı yok mu, kuşkusuz var. Ama binlerce yılın acısı karşısında fedai kişiliğin çözdüğü bir acı olmaktadır bu. Bir birey olmaktan çıkarak, yüzyıllara açılma cesaretinde olan bu kişilik, acıya da yeni bir anlam vermiştir. Başkan Apo'nun omuzlarına, şehitlere bırakılan görev, bu binlerce yılın acılarını en aza indirgemek anlamındadır. Zilan yoldaşın, Başkan Apo'nun yaratmak istediği büyüklüğü anlama çabası, O'nu büyük olmayı hedeflemeye götürdüğü bir gerçektir. Bu, kişinin kendini aşmasıdır. Bu, binlerce kilometre ötede olursa da ya da birbiriyle hiç konuşulmasa da, yaşanması gereken an'ın militanlığında buluşmaktır. An'ı zaferleştirmektir. Bir yerine milyonların vicdanına sökülmemecesine yerleşmektir. "Gereken yerde ve gereken an'da" doğruyu yaratma gücünde ve sadeliğinde olma anlamındadır.
Zilan kişiliği bazıları için korkulması gereken bir güçtür. Çünkü bu kişilik hiçbir gizliliği, sahteliği rahat bırakmıyor. Kimse Zilan'ın gözlerine bakarak yalan söyleyemiyor. Çünkü Zilan gerçektir, yaratılmış olandır ve binlerce yıla yayılmıştır. Belki Zilan kişiliği karşısında sahteliği yaşadığını sananlar olabilir. Ama insanlık tarafından anılacak olan onlar değil, Zilan olacaktır.
Zilan yoldaş, kadın tanrıçalığının ilkelerini oluşturmuştur. Kürdistan Devrimi'nin kadın savaşçıları bu tanrıçalığı yaratarak, devrim ilkelerini tarihe maledip büyüterek anlamlandırabilmeliler. Bu kolay mı? Tabii ki hayır. Ne mutlu ki Zilan yoldaş, tanrıçalaşmanın yollarını kolaya indirgememiştir. Başkan Apo'dan yola çıkarak uzayan ve geçmişle geleceği kendinde buluşturan tarza gerçek bağlılık da bu şekilde olmalıdır.
Zilan felsefesi, yeni yaşam manifestosu olarak anlaşılmalı. Bu partinin, devrimin önümüze koyduğu, "görevden de öteye bir haktır, aşkın kendisidir."
Serxwebûn / Haziran 1999
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Haziran günü Siirt’in Pervari ilçesiyle bu ilçeye bağlı Heşet köyü arasındaki yolu kesen işgalci TC ordusuna ait birlikler köylülere ait araçları tarayarak, bazı çadırları da tahrip etmiştir.
- Ayrıntılar
Sözleri yerli yerine oturtmak önemlidir. Çünkü her sözün bir anlamı vardır. Bunun için sözleri kullanırken anlamlarından uzaklaştırmamalı ve içlerini boşaltmamalıyız. Söz anlamını yitirirse, içi boşaltılırsa yozlaşır. Bir kere sözler yozlaşmayı görsün, gelecek olan tek bir kelimeyle felakettir. Dinlerin çokça dile getirdikleri gibi kıyamettir.
Sözlükler istismarı: “İşletme, yararlanma, Birinin iyi niyetini kötüye kullanma, Sömürme” olarak ele alıyor. Tecavüz ise Arapça bir kelime. Genel manada: “Hücum etme, saldırma, saldırı, saldırış.“ yine: “Başkasının hakkına el uzatma.” Ahlaki açıdan ise: “Namusuna saldırma, sarkıntılık” olarak değerlendiriyor sözlükler.
Dikkat edilirse istismar ile tecavüz kelimesinin anlamları arasında dağlar kadar fark vardır. Öyle ki kıyamet koparılması gerekli olan yerde kelimelerin özüyle oynanarak toplumun göstereceği refleksleri öldürülmek için egemenler her türlü oyunu oynayabilmektedirler. Tersi de geçerlidir, egemenler toplumun normal karşılayacağı bir hususu özel ele alarak, kaşıyarak, manipüle ederek, yalanlarla, dolanlarla, şişerek toplumu gerebilmektedirler.
Bizler egemenlerin bu tür yol ve yöntemleri kendi psikolojik savaş araçları olarak kullandığını biliyoruz. Ancak sözde kendilerine demokrat diyenlere, sosyalistlere, toplumcu diyenlere ya da aydın ve sanatçılara ne demeli?
En son Bingöl’de bir Kürt kızına tecavüz eden 8 asker serbest bırakıldı. Daha önce benzer bir durum Mardin’de yaşı daha da küçük olan bir kıza yüzlerce devlet görevlisi tecavüz etmişti. Siirt YİBO’larında olup bitenleri de herkes biliyor. Yine benzer kirlilikleri Pozantı’da görmüştük. Gardiyanlar, öğretmenler aklandı. Tecavüzcüler bırakılırken de, küçük yaştaki kızların “gönüllüce” bu tecavüzde yer aldıklarını dile getiren gerekçeler öne sürülmüştü.
Devlettir bunu yapıyor. Çünkü devletin kendisi bir tecavüz organıdır. Yukarıda tecavüzü: “Hücum etme, saldırma, saldırı, saldırış“ olarak ele almıştık. Hangi devlet, denetimine aldığı topluma saldırmaz, hücum etmez, germez, baskılamaz, zoraki para almaz, hizaya getirmez? Verilecek olan cevap tek kelimeyle, tüm devletle bunu yapar.
Özcesi devletlerin tümü tarihsel olarak tecavüzcüdür. Çünkü toplumun değerlerine saldırarak, değerlerine el koymuşlardır. Öyle sanıldığı gibi gönüllü olarak sözleşmelerle toplumlar devletlere dahil olmamışlardır. Tam tersine nerede bir devlet varsa orada zor vardır, şiddet vardır, talan vardır, gasp vardır, hırsızlık vardır, çapulculuk vardır, baskı vardır, sindirme vardır, bireyi ve toplumu küçültme olduğu gibi toplumu köle haline getirme vardır. Böyle olan bir devlet elbette ki kendi silahlı kollama kuvvetlerini sonuna kadar savunacaktır. “Kel başa şimşir tarak” misali “tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.”
Bunun için devlet ve devlete yakın olan çevrelerin Bingöl’de ve Mardin’de yine Türkiye ve Kürdistan’ın herhangi bir yerinde halklara ve fertlerine karşı devlet ve unsurların el uzatmalarını, tecavüzlerini koruyacakları ve üstünü örtecekleri anlaşılırdır.
Ya peki diğer kutupta yer alanlara ne demeli? Günlerce TV’lerde izliyoruz. Tüm bir toplumun kıyamet koparacak bir olaya “uzman çavuşların istismarı” gibi oldukça laubali, ciddiyetten uzak değerlendirmeleri insanı çileden çıkarıyor.
Bir toplum nasıl savunulacak? Bir toplumun değerlerine nasıl saygılı olunacak? Bir toplumun ahlaki değerlerine karşı bu denli düşürülmüş bir saldırıya karşı toplum ne yapacak? Bizler ne yapacağız?
Evet, bizlere düşecek olan, herhalde faşizanca gerçekleştirilmiş bu ve benzer olayları yumuşatmak olamaz. Olmamalıdır. Yapılması gerekli olan böylesine iktidarın toplumun tüm hücrelerine saldırısının en kirlisini deşifre ederek, toplumun yaşam emarelerini şaha kaldırmaktır. Toplumun haklı olan reflekslerini derman olmaktır.
Öyle ki toplumun göstereceği reflekslerle devletin ve de unsurların bir daha toplumun ahlaki değerlerine saldırısının önünü almaktır.
“Önemli olan, iyi bir ahlakla toplum ve bireyin donanmasıdır. Uygarlık ve modernite canavarlıkları (Leviathan) ne kadar saldırıp yok etmeye çalışsalar da, ahlaki toplumu o denli savunmaktan başka çaremiz yoktur. Toplumunu savunamayanın onurlu yaşam hakkı olamaz. Ama ahlak olmadan da toplumun savunması yapılamaz.”
Bu bilinç ve sorumlulukla devlet ve iktidar odaklarının toplumun ahlakına düşürmeye dönük yaptıkları, yapacakları her saldırıya karşı mutlaka ama mutlaka kendimizi savunarak cevap vermek insan olmanın olmazsa olmazlarının başında geldiği açıktır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Kapitalist modernitenin tüm insanlığı felakete sürüklediğini –birkaç çapulcu sermayedar ve onların bekçileri dışında-herkes görüyor. Dünyamızın hem de çok güzel dünyamızın her geçen gün daha büyük tehlikelerle yüz yüze kaldığını gerçekten görmeyen yok gibidir.
Sistem deyim yerindeyse tam bir iflası yaşıyor. İflası bizler “Borçlarını ödeyemediği mahkeme kararı ile tespit ve ilân olunan tüccarın durumu, batkı ya da yenilgiye uğramak, değerini yitirme” olarak ele alır isek gerçek manada kapitalist sistemin bir çöküntüyü yaşadığını görebiliriz.
Ekolojik dengesizlikler bile dünyanın ne hale getirildiğine bakmamız için yeterdir Daha somut olarak: “Unutmamak gerekir ki, çevre halkaları milyonlarca yıllık evrimle oluşmuştur. Genelde son beş bin yıllık, özelde son iki yüz yıllık tahribatlar, milyonlarca yılın evrim halkalarından binlercesini koparmayı daha kısa sayılabilecek bu zaman diliminde gerçekleştirmişlerdir. Kırılış reaksiyonu başlamıştır. Nasıl durdurulacağı kestirilememektedir. Atmosferde başta karbondioksit (CO2) oranı ve diğer gazların yarattığı kirlenmenin, mevcut haliyle yüzlerce, hatta binlerce yıl temizlenemeyeceği öngörülmektedir. Bitkiler ve hayvanlar dünyasında yaşanan yıkımların sonuçları belki de tam anlamıyla ortaya çıkmış değildir. Ama her iki dünyanın da en az atmosfer kadar S.O.S işareti verdiği açıktır. Denizler ve ırmakların kirlenmesi ve çölleşme daha şimdiden felaket sınırlarına dayanmıştır. Tüm belirtiler kıyametin doğal dengenin bozulması sonucunda değil, bir kısım şebekeler halinde örgütlenmiş gruplar eliyle topluma yaşatılacağını göstermektedir. Elbette bu gidişata doğanın vereceği yanıtlar da olacaktır. Çünkü o da canlı ve zekâlıdır. Onun da tahammül gücünün sınırları vardır. Direnmesini yerinde ve zamanında gösterecek, bu yer ve zaman geldiğinde insanların gözyaşlarına bakmayacaktır. Çünkü kendilerinin yeteneklerine, bahşedilen değerlere ihanet etmekten hepsi sorumlu tutulacaktır. Kıyamet de böyle öngörülmüş değil miydi?”
Kıyamet yani çöküş dediğimiz budur.
Dikkat edilirse biz adaletsizliklerden söz bile açmadık.
Sınıflar arası dengesizlikler sonucu yaşanan ona çelişkilerden söz etmedik.
Birilerinin karnı daha fazla şişsin diye açlıktan kırılan milyonlardan da söz etmedik.
Kültürel soykırımlardan dolayı her geçen gün varlıkları tehlikeye düşünlerin her geçen gün gelişen tepkilerinden de söz açmadık.
İnsanlığın nur aynası olması gereken kadın cinsinin metanın da ötesinde sadece ve sadece birilerinin zevki için ayaklar altına alınmasını da dile getirmedik.
Bin yıllarca, binlerce, on binlerce ak yüzlü insanın özenle, milim milim geliştirdikleri toplumu ve toplumları bir arada tutma çimentosu olan ahlak değerlerini ayaklar altına alınmasından da söz açmadık.
Yüz binlerce yılın ürünü olan ortakçı yaşamın sonucu olarak ortaya çıkmış olan komünal değerlerin yitimine karşı başkaldıran toplumsal refleksten de söz etmedik.
Cüce haline getirilen insanın isyanından da söz etmedik.
Evet, böyle söz etmediğimiz yüzlerce değer vardır. Bu değerlerin tümü büyük bir arayış içerisindedir. Ne var ki arayışlarını bir araya getirerek, birleştirerek bir potaya taşırarak bu değerleri ayakaltına alan tekelci iktidarcı güç odaklarına karşı ciddi bir direniş içerisine giremiyorlar. Halbuki insanlığın neredeyse yüzde doksanın çok üstünde olan bir oran, var olan bu hırsızlık düzenine karşı müthiş öfkelidir. Öyle ki bir dakika bile bu sistemle yaşamak istememektedirler.
Başkan Apo bu çevrelere ilişkin: “Sistem konusunda ve sistemin krizde olduğuna ilişkin genellikle ortak kanıya sahipler. Çıkış konusundaki görüşleri söz konusu olduğunda aralarındaki farklar büyür. Evrimci değişimden devrimci değişime, barışçıl yöntemlerden savaşçıl yöntemlere kadar çok farklı yollar önerilir. Devlet ve iktidar değiştirmeyi devrim sananlar olduğu gibi, devletsiz ve iktidarsız toplumu önerenler de vardır. Hepsinin kökleri esas itibariyle Fransız Devrimi’ne dayanır. Düşünce yapıları milliyetçilikten komünizme, dincilikten pozitivizme, feminizmden ekolojiye kadar geniş bir perspektif sunar. Bunlarla oldukça iç içe oldukları halde bu gerçeği fark etmezler.
Bir genelleme yapılırsa, sosyal konumları itibariyle orta sınıfın iktidar ve sermaye tekelleri dışında kalan ana kesimine dayandıkları söylenebilir. Kapitalizm karşısında durumları gittikçe güçleşen, belli bir modern eğitimden geçmiş aydınların öncülüğünü yaptığı bu hareketler toplumun ezici çoğunluğunu kapsamaktan uzaktır. Kapitalizmde çıkarı olanlar kabaca yüzde on ise, kapitalizme muhalif olanların oranı da aynı seviyededir. Toplumun yüzde sekseni her iki kesim açısından kapitalist olmayan toplum olarak, çözümleme ve çözümlerde özne değil nesne konumundadır. Kapitalizm toplum üzerinde kârı hesaplarken, muhalifler toplumu ancak dışarıdan sürüklenilebilecek bir yığın gözüyle değerlendirirler. Kapitalist moderniteyi aşamamalarının temelinde bu gerçeklik yatar.”
Halbuki yapılması gerekli olan kapitalist moderniteyi aşmak olmalıdır. Bu ise en geniş yelpazede çok köklü ve derin bir ideolojik ve felsefik bakışı gerektirir. Bu geniş bakış edinildikten sonra da adım adım bu geniş kesimleri kapitalist sisteme karşı örgütlemeye gelir.
Bunu yapamaz isek kapitalist modernite bugüne kadar yaptığı gibi her zaman yeniden yeniden kendisini örgütleyerek yaşadığı sürekli krizden bir çıkışı hep bulabildiği gibi bundan böyle de bulabilecektir.
Boşuna: “Kapitalist modernite olarak sistemin sürdürülemez bir kriz yönetiminde yaşadığını belirtirken, yeni bir ‘devrimci durumdan’ bahsetmiyoruz. Devrimin objektif şartları olarak da değerlendirilen bu tip durumlar geçmiş tartışmalarda çok istismar edildi. Pek başarılı sonuçlar çıkarıldığı söylenemez. Krizlerden bol bol kriz yönetimleri kadar daha sert karşıdevrimler de çıkabiliyor” dememiştir Başkan Apo.
Bir kere perspektifimizi geniş tutmalıyız. Kapitalist moderniteyi gerileterek özlenen ve hayal edilen cennetimsi komünal demokratik sisteme ulaşabilmek için öncelikli olarak:
a-Geçmişin tüm sosyalist deneyimlerden yararlanmalıyız. Yine tüm sosyalist kesimlerle ilişki içerisinde olmalıyız.
b-Anarşist diye tabir edilen devlet ve her türlü iktidarı ret eden güçlerle ve bireylerle ilişkilenerek mutlaka ama mutlaka bir araya gelebilmeliyiz.
c-Başkan Apo’nun en eski sömürge ve ulus olarak değerlendirdiği kadını komünal demokratik sistemin en başat gücü görerek her yerde ilişkilenmeyi esas alarak bir nevi “En Eski Sömürgenin Başkaldırısı” deyip kadınsız bir başkaldırının mümkün olmayacağını bilmeliyiz.
d-Yok olmakla karşı karşı kalan dünyamızı kurtarmak isteyen herkesle ilişkilenmeyi esas alarak bir nevi “Çevrenin Başkaldırısı”na sahip çıkanlarla bir olmalıyız.
e-Ulus devlete karşı duran tüm çevrelerle ilişkilenmek. Çünkü Ulus devlet tekleştiricidir. Renksizliktir. Körlüktür. Karadır.
f-Bunun için öncelikli olarak her türden yerelliği ulus devlete karşı savunan, “Etnisite ve Demokratik Ulus Hareketleri”ni destekleyerek kültürel dejere olmalarını önünü almasını bilmeliyiz. Bu konuda müthiş ilkeli yaklaşarak tüm kültürel hareketlerle ilişkilenmesini bilmeliyiz.
g-Yine çokça muhafazakar ve gerici diye mimlenen, “Dinsel Kültür Hareketleri: Dinsel Geleneğin Canlanışı” olarak görerek yakın durmalıyız. Bu direnişi özünde kapitalist modernitenin ahlakı yok eden canavarlığına karşı bir başkaldırı olarak görmeli ve sahiplenilmelidir.
h-Başka bir eğilim ise, her çeşit komünalliği, yerelliği, kendisi olmak isteyen: “Kentsel, Yerel ve Bölgesel Özerklik Hareketleri”le de ilişkilenmek olmalıdır.
Özcesi kapitalist modernitenin karşısına çıkmak istiyorsak öncelikli olarak bu insanı cüceleştiren, ruhunu ve tüm maddi-manevi değerlerini kemiren sisteme karşı gücümüzü birleştirerek bir karşı koyuş içerisinde olmalıyız. Esas olan budur. Birçok kez yapıldığı gibi detaylara takılarak bir birbirimizi boğarak bir araya gelmeme olmamalıdır. Tersi olmalıdır. Birleşmek olmalıdır. Bir araya gelme olmalıdır. Ortaklaşma olmalıdır.
Bunun için diyoruz ki, kapitalist moderniteye karşı birleşmek, birleşmek ve yine birleşmek…
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve kamuoyuna!
1. 27 haziran günü saat 8.00 ile 10.00 arası İşgalci TC ordusuna ait savaş uçakları Medya Savunma Alanlarımıza bağlı Xakurke bölgemizde alçak uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Bitlis’in Tatvan ilçesine bağlı Êz, Kusoka, Cihangez köyleriyle Hizan ilçesi kırsalında gerillalarımızın kıyafetlerini giyen kontra birlikler halka baskı yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Geri çekilme faaliyetlerini sürdüren gerillalarımız Şırnak ili Çırav dağı mıntıkasında daha önce şahadete ulaşan 3 yoldaşımızın cenazelerini halka teslim etmiştir.
- Ayrıntılar
Önder Apo 21 Mart 2013 Amed Newroz’uyla Kürdistan'da milyonlarca insanın önünde yaptığı tarihi konuşmasıyla yeni bir çözüm yolunu hepimize gösterdi.
21 Mart’tan bu yana epey zaman geçti. Denilecek ki 21 Mart’ın üstünde sadece 3 ay geçmiştir. Normal süreçlerde 3 ay’ın bir kıymeti harbiyesi olmayabilir, lakin tarihin kritik anlarında bırakalım 3 ay’ı, günlerin, saatlerin önemleri vardır. Öyle ki akşam bir şey vardır, sabah kalkmışsınız ki başka bir şey vardır. Hatta öyle ki her şey değişmiş.
Evet, tarihi momentlerde geçerken her an’ın dolu dolu yaşanması gerekiyor. Öyle ki yapılması gerekli olanlar bir saniye bile ertelenmeden yerine getirilmelidir. Aksi taktirde o an geçmiş ise artık o an’ı bir daha yakalamak mümkün olamayabilir.
Önder Apo biz gerilladan yapmamızı istedikleri vardı. Ateşkes ilan ederek, zaman içerisinde çatışmasız bir ortamı yaratmak için Kuzey Kürdistan'da gerilla güçlerimizi çekmemizi istedi. Elbette Önder Apo’nun söylediği birçok husus daha vardı. Ancak biz gerillalar için en önemlileri ve de en zor olanları bunlardı. Tüm zorluklara rağmen önderliğimizin bizden istediklerini yerine getirmek için 21 Mart’ın ardından henüz iki gün geçmeden ateşkes ilan ettik. Yine 25 Nisan günü gerilla güçlerimizin 8 Mayıs 2013’de çekilmeye başlayacağını açıkladık. Ve nitekim Kuzey’de gelen birçok gerilla gücümüzün çekilişlerini ve de kendi alanlarımıza varışlarını da medya üzerinde Türkiye ve dünya halklarıyla paylaştık. Yaklaşık 6 aydır da bu gösterdiğimiz duyarlılıktan dolayı da tek bir askerin burnu kanamamıştır. Türkiye ortamı bu ateşkesten dolayı büyük bir nefes alarak kendine gelmeye başlamıştır.
Evet, gerillalar olarak yapacaklarımızı yaptık. Demokratik siyasete şans tanınması, fikirlerin tartışması ve çatışması için ya da zamanında bir liderin belirttiği gibi: “yüz çiçek açsın, bin fikir tartışsın” misali silahları kullanmadık. Biz kendi cephemizde bunları yaparken güya ortamın demokratikleşmesinin sözünü tüm halkların önünde Türkiye hükümeti deklere etmişti. Artık silahların yerine demokratik halklar öne çıkacaktı. Yine Kürdistan'da sürdürülmüş olan tüm kirli oyunlar, savaş hep gerillayla izah edilerek bir nevi tonlarca biber ve gazı Kürdistan halkına sıkılmasını silahlı mücadele ortamıyla izah etmeyi de ihmal etmediler. Bunları yaparlarken de Türkiye halklarını çok ama çok büyük manipülasyonlarla Kürdistan’da sürdürülen çok haklı devrimci direnişe karşı milliyetçilik ve tek bayrak, tek devlet, tek millet, tek vatan ve onca tekçi sloganları altında toplanmasını da başarmasını bilmişlerdir.
Gerilla çekilme kararı alıp geri çekilmeye başlayınca hiçte söylendiği gibi demokratik siyasetin önü açılmadı. Hiçte farklı düşüncelerin kendilerini özgürce ifade etmelerinin önü açılmadı. Hiçte içeriye rehin olarak alınan 8000 Kürt siyasetçisi, sivil toplumcu, barış aktivisti, sendikacısı, tıpçısı, feministi, melesi, çocuğu, genci bırakılmadı. Yine 400 kanser hatası olan tutsak serbest bırakılmadı.
Bırakalım bunların yapılmasını AKP iktidarı bir kere askeri amaçlarla keşif faaliyetlerini durdurmamıştır. Bugüne kadar planlamalarında olmayan yerlerde bile fırsat bu fırsat deyip karakollar inşa etmeye başlamışlardır. Yine koruculuğun lav edilmesi gerekirken korucu sayılarını artırmaya başlamışladır. Kürdistan kültürel mirasını sular altında bırakan barajları tam gaz inşa etmeye devam etmektedirler. Orman kesmeler Erciş’te görüldüğü gibi yüz binlercesini kesmek için harekete geçmişlerdir. Rojava'ya desteklediği ve silahlandırdığı çeteleriyle saldırmaya devam ediyorlar. Halen ağızlarını açarken terörist, eşkıya demekten vazgeçmediler. Hakaretleri günlük olarak sürüyor. Roborski olayını Sümen altı yapmaktan çekinmiyorlar.
Tuhaf Kürdistan'da sözde Kürt halkıyla barışmayı ararlarken bu kez dünyanın tonlarca biber ve gazını Türkiye halklarının yüzlerine sıkmaya başladılar.
Sözü çok uzatmadan AKP iktidarı gerillanın rahatlattığı Türkiye ortamını çok ama çok kötü bir şekilde kullandığı gözlemi her geçen gün gelişiyor.
Hani demokratik siyaset deniliyordu? Demokratik siyaset Gezi Parkında olup bitenler mi? Halen tutsak bulunan binlerce silahsız siyasetçi mi?
Hani düşünceler ve fikir savaşı yürütülsündü?
Ve hani silahlar susunca Kürdistan'da askeri hareketlik duracaktı?
Özcesi AKP iktidarının söyledikleri, topluma vaat ettiklerinin tek bir tanesi gerçekleşmemiştir. Tekçi zihniyet hatta megolomanlaşmış bir iktidar hırsı çok daha fazla bir şekilde toplumu tutsak almaya gelişerek devam etmektedir.
Durum buyken her halde gerillanın yapacakları olur. Kimse gerillanın iyi niyetini suiistimal etmemelidir. Ve hiç kimse fırsat bu fırsat deyip hem halkımızı tek görmemeli hem de Türkiye halklarını sahipsiz bilmemelidir.
Ve çok doğaldır ki Kürdistan gençliği ve duyarlı olan Türkiye gençliği bu şartlar altında bir an evvel bu gidişata dur demek için dağlara akmasını bilmeli.
Kasım Engin
- Ayrıntılar