Osho'nun yazdıklarını ve ortaya koyduğu temel yaşam felsefesini okuyanlar bilirler; yaşam uğruna mücadele edilen, her gün kendini yenileyen ve doğrulama çabasını yürüten karmakarışık bir düzenden ibarettir.
Bunun içindeki bütün gayeler, ilişkiler ve iletişim yöntemleri sadece ve sadece bu amaca hizmet eder. Yani yaşamın içinde hem diyalog, hem de çatışma olabilir mi? Elbette olabilir ama bunlar birbirine hizmet ettiği ve mücadelelerini kendi amaçları doğrultusunda gerçekleştirebildikleri oranda olabilir.
Aksi halde ortaya çıkan duruma; Kaos hali demek daha doğru ve yerinde olur... Aslında kaos hali de; en kaba anlamda yaşamın oluş halidir!
Kaos hali için birçok siyaset bilimci ve kuramcı bir oluş anı'nın karmaşası açıklamalarında bulunmaktadır. Bu tam anlamıyla gerçeği karşılar mı, tüm soru işaretlerine cevap verir mi bilinmez. Fakat tüm bunların birbiriyle olan bağlantısını kurmak; çok ama çok önemlidir. Çünkü bunlardan bağımsız ve her birini kendi başına değerlendirmeye çalışmak yanlış olur...
Aslında yaşam hakkında, oluş anına yönelik vurgulamaya çalıştığımız temel meselenin günümüzdeki yansımaları; hem Kuzey'de, hem de Batı'da (Rojava'da) Kürtlerin yürüttüğü mücadele de çok açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Belki bu alanlarda yaşanan mücadele ve günlük akışkanlık üzerine yapılacak analiz konunun anlaşılmasını, bölgede yaşanan siyasi atraksiyonun gerçek nedenlerini ortaya koyabilir...
Kürtler içinde olduğumuz dönem itibariyle; kendi aralarında birliği oluşturmaya çalışmaktadır. Bugüne kadar Kürtler arasındaki çatışmaları destekleyen, ancak bu şekilde Kürtler üzerinde egemenlikçi siyasetlerini yürüten tüm güçler yaşanan bu birlikteliği anlamak da güçlük çekiyorlar. Ya da anlamak istemiyorlar; çünkü bugüne kadar yaşamın merkezinde Kürtlerin birbiriyle çatışması yaşanılıyordu. Bundan sonra bunun olmayacak olması, en azından bu yönlü adımların atılmaya çalışılması bu güçler tarafından endişeyle karşılanmakta! Hatta yaşamın akışkanlığıyla izah edilemeyecek kadar karışık görünmekte.
Ulusal konferans/kongre tartışmalarının yapılıyor olması, hatta önümüzdeki ay içinde gerçekleşmesi konuşuluyorken, bu güçlerin yeni dönemin siyasetini geliştirme konusunda nasıl bir tutum alacakları daha da önem kazanan bir husus oluyor! Çünkü eski siyasi söylemlerin, yaklaşımların an itibariyle geçerliliğini yitirdiği tartışmaya yer bırakmayacak kadar anlaşılır olmakta.
Öte taraftan kendilerini tanımlayan ve yaşamı da buna göre oluşturmak, şekillendirmek isteyen Kürtler; bu tanım doğrultusunda etrafındakilerle yaşamak/ilişki kurmak istiyorlar... Kürtler adına ortaya çıkan bu gelişmeleri, yine yaşamın akışkanlığı içinde göremeyenler ciddi olarak bir algılama ve anlama sorunu yaşıyorlar.
Günümüzde özellikle Kürtlerin ne yapmak istediği konusunda yaşanan bu karmaşık durum, bölge güçleri ve Uluslar arası aktörler tarafından ufak müdahalelerle kontrol altında tutulmak isteniyor. Örneğin Danimarka'da gerçekleşen kararla basına müdahale, Türkiye'de yer yer şoven yaklaşımların ve siyasetlerin öne çıkartılması, Araplarla çatışmalı hali derinleştirme çabalarının arkalarında yatan temel mantığın dayandığı payanda burası oluyor.
Kürtler kendi aralarında birliği ve bölgede barışçıl yaşamı oluşturma çabasını sürdürürken; gerçekleşen bu müdahaleler ve saldırılar karşısında da, haklı olarak kendilerini korumaya çalışıyorlar. Böylesine önemli ve tarihi bir dönemde kendilerini korumak istemelerinin gayet normal ve anlaşılır olduğunu tartışmaya çalışmak bile yanlışın dik alası oluyor.
Her ne kadar Kürtler için; Rojavada çatışmacı olduğu söylense-PKK'de de katılımlardan dolayı niyet sorgulaması yapılsa da, kazın ayağı tam olarak öyle değil. Sorunlarına çözümcül siyasetle yaklaşan Kürtlerin kendi varlıklarını ve tanımladıkları yaşamı koruma adına içine girdikleri sürecin kazananı şu anda Kürtler olmaktadır. Bu müdahaleleri ısrarla sürdürmek isteyenler ise; güreşe doymayan pehlivan gibi daha da sert bir şekilde yönelmenin arayışındadır.
Kürtlerin çözüm ve demokrasi hamlesi elbette çatışma ikliminden ve öteden beri süregelen silahlı direnişin dışında bir mücadeleyi ön plana çıkarmaktadır. Fakat bu isteme hayat karşılık vermiyorsa ve kaos hali olarak tanımlamaya çalıştığımız bu dönemde; Kürtlere yönelik her türlü saldırı yürütülüyorsa, Kürtlerin savunma amaçlı çatışmasından, silahlı gücünü çoğaltmasından daha anlaşılır bir şey olamaz. Bunu iyi görmek gerekiyor; aksi halde devam ettirilmek istenen bu ikili siyasette kaybedenlerin tarihte de olduğu gibi güreşe doymayan pehlivanlar olacağını iyi görmek gerekiyor...
Jan Ararat
- Ayrıntılar
2012 yılının bir kısmını kapsayan, hakkında çeşitli acıkmalarda bulunulan/kimilerinin ise gizliden gizliye kendilerine ait kurtarma kaynaklı eylem planı hazırladığı olay; 21 Aralık tarihiydi… Malum Maya takvimine göre; Kıyametin kopacağı gün olarak yıllar öncesinden öngörülmüş, hatta tekmili dünya da sadece iki yerin bu kıyametten kurtulanların sığınabileceği yer olduğuna kadar almış başını gitmişti tartışmalar.
Ama öyle olmadığı, en azından mayaların hesaplamalarının ya da söylemek istediklerinin tam da öyle olmadığı pratik neticeleri itibariyle ortaya çıktı. Kıyamet kopmadı hayat devam etmeye, kendisi olma yönünde ilerlemeyi sürdürdü.
Şimdi 2013 yılındayız; ne bin yıllar öncesinden ne de tarihin karanlığında kalmış bir kültürden gelen herhangi bir öngörme veya tabletlere yazılmış bir mesaj yok… Kıyamet teorilerinin yerini günümüzde; başta AKP olmak üzere, zamanın ruhunu okuma da zorluk çekenlerin kendinden meşhur açıklamaları almış durumda.
Rojava devriminde yaşanan gelişmeler, PYD’nin ve bölgedeki kürtlerin gerçekleştirdiği icraatlar bu kesimler tarafından kıyametin başlangıcı veya kıyametin alameti farikası olarak lanse edilmektedir.
Kıyamet kelime anlamı olarak; ayağa kalkmak anlamına gelmektedir!...
AKP’nin ve diğer çevrelerin Kürtlerin yaptıklarına ilişkin, son zamanlardaki siyasi aktörlükte bu kadar önemli mesafe kat etmelerine ilişkin bu açıklamaları yaparken, aslında histerik olarak da olsa gerçeğin altını çiziyorlar… Kıyamet olarak algılamak istedikleri ve kendi korku imparatorluklarının değirmeninde bu algıyı öğütmek için bütün topluma bunu yedirmeyi temel uğraş olarak belirlerseler de; günümüzde Kürtlerin ayağa kalktığı ve gün be gün daha da yaygın bir şekilde ayağa kalkacağı açıktır.
Kürtlerin gerçekleştirdiği bu kitlesellik, pratik siyasetteki etkinlik Kıyametin alameti farikası olamaz. Ayağa kalkmış bir halkın sonun başlangıcı ya da bitişin son çırpınışı olarak okunması; gerçeği görmeyen ya da görmek istemeyen kibirden ileri gelen bir yaklaşımın, zihniyetin kendini konuşturmasının dışında bir şey olmadığı açıktır.
Tüm bunlardan dolayı başta Rojava olmak üzere, ülkenin birçok yerinde/Avrupa da bile yaşayan binlerce kürdün içinde olduğu bu politik tutum ve mücadeleleri herkesten daha iyi Türkiye’nin, Türkiye siyasetinin yürütücü mercilerinin anlaması ve algılaması gerekiyor. Uzun yıllar boyunca çeşitli elitist yaklaşımlarla horlanan, yok sayılan en iyi yönüyle asimilasyona tabi tutulan bir halk olarak; Kürtler artık kendileri olmak istiyorlar.
Yönetimlerini, dillerini, yaşam alanlarını, kültürlerini kendileri olarak yaşamak istiyorlar. Kürtlerin istemlerini, ne yapmaya çalıştıklarını ve neyi mücadelesini-savaşımını verdiklerini bütün dünya çok iyi görüyor ve anlamaya çalışıyor. Öyle ezber bozmayan yaklaşım ve açıklamalarla; “ateşle oynamayın”, “kıyamet olur” gibi üstten ve hor gören açıklamalarda bulunmuyorlar…
Bugün itibariyle aslında dünya da hiç kimse, hiçbir devlet Kürtlere abilik yapmaya çalışmıyor! Türkiye ise zamanın ruhundan yoksun olduğundan mıdır, kendi yaşam mecrasında içine girdiği körlükten midir bilinmez; Kürtlere yönelik yaklaşımını değiştirmemekte ısrar ediyor.
Bir taraftan Kürdistan’ın kuzeyinde barış deniliyor, çözüm deniliyor, gençlerin ölmemesi deniliyor/öte tarafta ise yaşananlar ortada! 2 milyon Kürtle barışmayan, onları görmeyen, ne yapmak istediklerini anlamama da bu kadar direnen bir Türkiye’nin, 20 milyonla nasıl barışacağını ya da gerçekten de barışma isteğinin olup olmadığını herkes; en fazla da Kürtler bir kere daha sorgulamaya çalışıyor.
Tüm bunlar gösteriyor ki; yaşananlar basit ve geçici heveslerden beslenen bir ayağa kalkma süreci değildir. Yine kıyametle ilgili bir ayağa kalkış kesinlikle söz konusu değildir. Bu şekilde okumakta ısrar edenler, algıyı bu noktaya kanalize etmek için sabah/akşam uğraş içinde olanlar; en fazla kendi sonlarını ve kıyametlerini oluştururlar. Kürtlerin yaşamın her alanında ve bütün baskıları karşısında içine girdikleri bu kendileri olma mücadelesini; kıyametin alameti farikası olarak görmek bir yana, kıymetin alameti şahikası olarak görmek daha yerinde ve doğru bir yaklaşım olacaktır.
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
İşgalci TC ordusuna bağlı insansız hava araçlarının gerilla denetimindeki alanlarımız üzerindeki keşif faaliyetleri aralıksız bir biçimde devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 31 Temmuz günü saat 15.00 ile 16.00 arası Medya Savunma Alanlarımıza bağlı Zap bölgemizin Şifraza köyü, Şehit Colemerg, Şehit Baran, Kani Cinetê mıntıkaları işgalci TC ordusu tarafından Bilincan Karakolundan yapılan havan ve obüs toplarıyla bombalanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Temmuz günü saat 23.00 - 23.30 arası işgalci TC Ordusuna ait savaş uçakları Haftanin alanımız üzerinde alçak uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Bingöl'ün Karlıova ilçesinde kendisini gerillalarımızla ilişkili olarak gösteren bazı kontra birimler Rojava'ya yardım adı altında halktan yüksek meblağlarda para toplamaktadır.
- Ayrıntılar
Bizler var olan bir dünyanın içine doğduk. Bu var olanın içine doğmak bizim irademiz dışında bir doğuştur.
İnsan toplumsal bir yaratıktır. Toplumsallık bir olgu olarak inşa edilmişliktir. İnsanların yaratımıdır. İnsanların çabalarıyla tarih içerisinde süzülerek gelen bir yaratım.
Tarihin belli bir sürecinden sonra bu inşa edilmişlik insanın doğasına karşıt bir seyir izlemiştir. Doğasında toplumsal yani ortakçı olmak, şefkatli, sevgi ve kendi içerisinde uyumlu olmak zorunda olan bir insan dünyası giderek kirletilmiştir. Kimisi buna birinci kırılma diyor. Yani insanlığın kirlenmeye başladığı tarihin başlangıcı. Ortakçı, komünal, boyun eğmeyen insanın-ki bu bir kültür olarak yeşermiştir-kaybetmeye başlamasının da adıdır.
Kimisi buna ilk ezilen sınıf olan kadının tahakküm altına alınması diyor. Ve kimisi de bunun peşinde sınıfların ortaya çıkışıyla özel mülkiyetçi maddi dünyanın oluşmasıyla ruhsal olarak insan uyumunun bozulması diyor. Böyle sıralamaya devam edebiliriz.
Ezilen ilk ulus olarak kadınlar, ardından baskılanmış bir insanlık ile tüm maddi değerlere bir kesim adına el konulmayla gelişen yeni kültür ya da kültürleşmeyle insanlık o gün bugün boğuşuyor.
Bu yeni komünaliteden uzak kültürleşmeye biz tahakkümcü kültür diye isimlendirelim. Tahakkümcü iktidarcı kültürün kendisini en iyi kurumlaştırdığı yer ve organa biz devletçi zihniyet diyelim.
Tahakkümcü kültür, iktidarcı ve devletçi zihniyet esasen insanın cüceleşmesi üzerine büyüyen bir yapılanmadır. Bireyler ne kadar küçülmüşlerse orada tahakkümcü ve devletçi zihniyet o kadar büyümüştür. Tersi de doğrudur, tahakkümcü ve iktidarcı zihniyet ne kadar büyümüşse insan da o kadar küçülmüştür.
Bu kültürü bugüne vuracak olursak, kendisinden oldukça uzak, kendisine güvensiz, korkak, ürkek, ikiyüzlü, çıkarcı, içi ile dışı bir olmayan, boyun eğmeci, kompleksli, taklacı, boş hayalci, yaranmacı, yalaka, psikolojik olarak hasta, ruhen sakat ve tabii ki kendisine yabancılaşmış bir kişilik.
Bu yukarıda sayılanlar kapitalist modernitenin bireylerde yarattıkları hastalıklardır. Bireylerin niyetlerin çok ötesinde var olan genel toplumsal vakalardır. Birilerinde bunlar çok olur ya da az olur, hiçte fark etmez. Önemli olan sınıflı toplumun tüm insanlığı kirlettiğidir. Denile bilir ki hiç mi temiz insan kalmamış? Kalmış olsa da bunlarda bir elin parmak sayısı kadar vardır ya da yoktur. Ya da soruyu tersten soralım, bir kendimize bakalım…
Gerillayı tanımlamak istiyorsak ilk elden komünal olandan, ortak olandan, kendine güvenenden, kendisiyle barışık ve uyumlu olandan, insanlığı sevenden, geleceğin mutlu yarınları için kendisini feda eden kültürden uzaklaştıran kültüre karşı bir başkaldırı hareketi olmasıdır.
Gerilla bir kere boyun eğmeye gelemez. Zaten gelemediği için dağların doruklarına çıkmıştır.
Gerilla içi ile dışı çelişik olamaz. Zaten olamadığı için dağların doruklarını kendisine mesken seçmiştir. Bir gerilla sözüyle eylemi bir olan, sözü ile özü bir olan kültürün kendisidir.
Gerilla hor görmelere, hakaretlere uğramalara karşı kendi olma mücadelesi olarak yeniden kendisiyle buluşan kültürdür.
Gerilla toplumda-bunlar kimler olursa olsun ve niyetler neler olursa olsun-küçük görmelere, değersizleştirmelere, saygısızlıklara karşı yükselen ve haykıran özgürlük çığlığını açığa çıkaran kültürdür.
Gerilla adaletsizliklere karşı ilk toplumdan bugüne bizim içimizde kalan adalet arayışının ta kendisidir. İlk eşitlik, özgürlük ve kardeşlik sloganlarıyla paylaşımcılığı dorukta yaşayan tanrıçaların kültürlerine doğru akan kültürdür.
Gerilla ilk tahakkümcü toplumda köreltilen sevginin yeniden sevgi olabilmesi için, çıkarlardan uzak, menfaatleri düşünmeden kendisi adayan kültürdür. Özveri kültürüdür.
Özcesi Başkan Apo’nun deyimiyle “Dar anlamda kültür bir toplumun zihniyetini, düşünme kalıplarını, dilini ifadelendirirken, geniş anlamda buna maddi birikimlerinin de (ihtiyaçları gideren tüm araç gereçler, besin üretme, saklama, dönüştürme biçimleri, ulaşım, savunma, tapınma, güzellik araçlarının toplamı) eklenmesini ifade eder.”
Gerilla kültürü ise yeniden yaratılmak istenen geleceğin çağdaş yeni insanın tüm özelliklerini bugünden kendi şahsında yaşayarak geleceğin aydın günleri için bir toplum inşasıdır. Yaratılmak istenen üstün insanın tüm zihniyet kalıplarını bugünden-en zor şartlar altında-bir halkın geleceği için yaşamaktır.
Gerilla bu bağlamda, ilk insanların yaratımı olan eşitlikçi, adaletli, özgürlükçü, paylaşımcı, komünalcı, ortakçı, dayanışmacı, kadın rengiyle oluşmuş olan şefkatli yaşam kültürünün kendisidir.
Bu bağlamda gerilla yeni bir kültürel kimliktir. Başkaldıran kültürün kimliği, boyun eğmeyenlerin kimliği, kendilerine, kaderlerini ellerine alacak kadar güvenlerin kimliği ve kültürüdür.
Böylesi bir kültür bugün Kürdistan dağlarında yaratılmışken ve de daha da derinleştirilirken bundan uzak kalmak sadece ve sadece büyük bir talihsizlik olabilir. Bu talihsizliği aşmak için gençler bir an evvel dağların ortaklaştırıcı tanrıça kültürüyle buluşalım.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Çözüm süreci olarak dile getirilen siyasi gelişmelerde, son zamanlarda birçok farklı konu hakkındaki tartışmalar iç içe yürütülmeye devam ediyor. Çekilme ne kadar oldu, kaçta kaçı gitti-geldi, sürecin hangi aşamasındayız, şahinler mi geldi/güvercinler mi tasfiye edildi gibi söylem kirliliği havada uçuşuyor.
Bu tartışmalara ilişkin; hükümet ve AKP adına yapılan açıklamalar ise gerçekten de akılla/mantıkla izah edilecek türden değil…
Daha bu sürecin başında; yaklaşım olarak AKP her ne kadar samimiyet söylemini dilden düşürmese de, gelinen yerde Kandırılmadık-Kandırmadık diyor! Yani söylem olarak samimi davrandığını ve gerekli sorumluluğu aldığını vurgulamaya çalışıyor.
AKP böyle söylem salatasına devam edince; doğal olarak son zamanlardaki katılımlar üzerine, yandaş medya mensupları da bir şeyleri yazıp çizmeye çalışıyorlar. İstihbarat raporlarına referans göstererek, son katılımlara ilişkin açıklamaları/okumaları ve yazmaları dile getiriyorlar…
Bu konu hakkında yazı yazanlar-bir şeyler söyleyenler sözü geçen raporlara dayanarak; “dağdan inenlere iş imkanı verileceği için gençlerin son zamanlarda katılımı arttı. Gençler devletin bu politikasından faydalanmak için katılım yapıyorlar” gibi akıl sınırlarının uç noktasında gezinen açıklamalar yapıyorlar.
Her şeyden önce toplumla iletişim kurmaya çalışanlar, toplumun gerçekliğiyle yüzleşmeden-daha doğrusu bu alana temas etmeden toplumla sağlıklı bir iletişimi sergileyemezler. İletişim adına daha çok belirli merkezlerde, yürütülen tartışmaları ve verilen mesajları, iletişim adına ve toplumun gerçek gündemi buymuş gibi yazılan bu yazılar tipik bir komedi oluyor.
Gençleri kucaklamayan bir toplum söz konusuysa, gençlerin kendilerini ifade etmeleri bir yana her türlü baskıya ve saldırıya maruz kaldıkları bir ortam söz konusuysa, okulda tecavüz-askerde katliam söz konusuysa; bu gençlerin örgüte katılma gerekçeleri üzerine böyle absürd açıklamalar yerine, şapkayı indirip etraflıca düşünmek lazım!
Örgüte katılım neden artıyor diye sorulacak her soruya; gören gözlerle-hisseden vicdanlarla-işleyen mantıklarla cevap aramak gerekiyor! Eğer bunlardan biri, yani göz-vicdan-mantık devre dışı kalırsa, cevap adına ulaşılacak her sonuç, eksik kalır-yetersiz olur.
Öte taraftan aynı kesimler; katılımlar için PKK’ye ve HPG’ye de açıktan saldırmaya/mümkünse de bel altından vurmaya çalışıyor! Madem süreç samimiyetle test ediliyor; o zaman neden bu kadar katılım oluyor diye bir nevi PKK ve HPG’den hesap sormaya çalışıyor bu kesimler…
Korku imparatorluğunun yapı taşlarını oluşturma adına kendileriyle yarış halinde olan bu kesimlerin şunu iyi görmesi gerekiyor; “PKK mücadeleden vazgeçmemiştir!” Bu sürecin başından bu yana; PKK adına bu anlama gelebilecek herhangi bir açıklama olmamıştır. Yani mücadele stratejisinde gerekli koşullar oluştuğunda, ciddi bir değişimin/dönüşümün olacağını zaten Başkan Apo, Newroz’daki mesajında ilan etmişti. Bunun üzerinden halen PKK’ye katılımlar var, o halde örgüt devleti kandırıyor’a ulaşan her söylem gerçek dışıdır, yanlıdır ve maşa olmanın dışında herhangi bir kıymeti harbiyesi olmayandır.
Elbette katılımlar olacaktır; katılımların olmasının süreçle ya da PKK’nin samimiyetiyle alakalı bir durum olduğunu kimse iddia edemez. Bunun PKK’nin temel felsefesi olduğunu da kimse inkar edemez. Ki zaten, bugün Lice’de direnen halk, Gever’de askeri tepelere yürüyen halk veya Cizre’de şehidini sahiplenen halk hep birden; “PKK halktır, halk burada” sloganlarını atıyorsa, PKK’ye katılımların olup-olmamasını tartışmamak gerekiyor. Daha çok halklaşan PKK’nin ya da PKK’lileşen halkın siyasi taleplerini, insan olmadan kaynaklı hakları üzerine kafa yormak, proje geliştirmek ve siyaset üretmek gerekiyor. Bunları görmezden gelmek veya bunları göz ardı etmenin kimseye faydası olmayacağı gibi en çok zarar vereceği kesim ise; zihniyetlerinin her türlü alameti farikası belli olanlar olacaktır.
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Temmuz tarihinde saat 17.30 ile 22.00 arası Medya Savunma Alanlarımıza bağlı Zagros bölgemizde bulunan Şehit Rahime , Çarçela ve Cilo alanlarında işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları alçak uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar
“Sıkılan yumruklar küçükte olsa o küçük yumruklar, aslında koca bir dağı devirmeye yetecek güçtedir. Bir küçük yürek, bir küçük el, eğer sömürgeci zülme karşı yumruk sıkıyorsa, o koca bir ordu anlamına gelir!”
“Düz yolda yürüyenlerin bacakları zayıf olur, çetin süreçlerden geçmeyenlerin kafası boş olur” derler.
Mertlik, kişinin üzerine düşeni yapması ve kendisine sunulan değerleri yoldaşça yüceltmesini bilmesidir. Mertlik, “zafere yürüyen bir halka kumanda etmek,” ise o zaman yaratılan değerlere binlerce yeni değer katmasını bilmektir. Yiğitlik ve mertlik budur.
Ve bugün Kürdistan’da her zamankinden çok daha fazla imkanlar ortaya çıkmış iken o zaman yiğit ve mert olmasını bilmek gerekir.
“Karşınızdaki taş bile olsa, kendisinden su fışkırtacaksınız” diyor büyük insan.
“Biz bugün yeşeren bir özgürlük ağacıyız. Hepiniz gençsiniz, coşkulusunuz; iddialı olursanız, mutlaka filiz verebilecek durumdasınız. Daha işin başında birini 'bundan hiçbir şey çıkmaz' diye karşıladığınızda, iddianızı kaybetmiş olursunuz ve çabanız anlamsız kalır.” Ve bunun için işte Kürdistan’da adeta her gence ulaşmak, ilgilenmek, ilişkilenmek dönemin en büyük yurtseverlik görevi olmaktadır. Bunu başaran dönemin kahramanıdır. Bunu başaran dönemin daha doğrusu zamanın ruhunu anlamış demektir. Aksi taktirde bilinen bir tarzda çalışılırsa, sürece yaklaşılırsa sürecin dışında kalmak demektir ki buna da zamanın ruhunun dışında kalmak demek gerekiyor.
“Böyle günler her zaman ele geçmez. Böyle yıllar her zaman kaderimizi çizeceğimiz yıllar olarak önümüzde durmaz. Her zaman böyle fırsatlar doğmaz. Biz bunun için diyoruz ki, madem bu kadar şehit kanı var, madem dünya halklarından biri haline geliş var, madem tecrübelerimizle bir şeyler elde edebileceğimizi gördük, o halde bizi topyekün ayağa kalkmaya götürecek ve zafere yakınlaştıracak bu yılımıza iyi bakalım, bunun hakkını iyi verelim.”
Bu ruhla işte Kürdistan’da adeta her yüreğe bir köprü kurmak gerekiyor. Bu köprüyü ise elbette cesaretle, hiçbir engel tanımadan kurmak gerekiyor. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bir saniye bile yerimizde durmadan, tüm Kürdistanlı ve Kürdistani gençlere ulaşmak gerekiyor. Eskinin o ağır, aksak, yer yer ürkek ve dar ilişkilenme biçimini aşmak dönemin dilidir. İsterse buna cesaretin dili diyelim. Her halükarda bu tarihi an’da kesinlikle hareket haline kendimizi getirmeliyiz.
Enerjinin nasıl akışkan bir gerçeklik olduğunu biliyoruz. Enerjiyi kapalı, donmuş, durmuş, form haline getirmeden onun tüm akıcılığını ve sürükleyiciliğini bilerek kendimizdeki tüm enerjiyi harekete geçirmemiz gerekiyor.
Yapılacak onca iş var. Ve bu onca işin içerisinde en kıymetli olan iş ise Kürdistanlı gençlerle ilişkiye geçmektir. Ama dediğimiz gibi geçmişteki gibi sadece belirli çevrelerle sınırlı kalan bir ilişkilenme değil. Adeta herkesi kapsayacak bir ilişkilenme biçimidir dile getirdiğimiz. İlişkilenme genişlemedikçe dağların yolları nasıl arşınlanır?
Bir yoldaşımızın yazdığı gibi:
“Zaman yaşanılanları unutturmaz. Dağda yaşananlar ise zamanla demlenir, çoğalır ve büyür.
Dağlı anılar, yüreğimizin en dibinde, daima kendisini diri tutan yanımız... Çünkü gerçek ile yüreğimizin tanıştığı mekân, dağ... Yüreğin unutamadığı tek gerçek, dağlı anılar...
Dağ, hep insana bir umut bahşeder. Sonsuz bir yalnızlık ve sessizliktir dağ yaşamı. Soyluluğunda gizler hep öteki yüzünü... Öteki yüzü toprak kadar sessiz, okyanus gibi derin ve bilgedir. Kürt, dağın yalnızlığında ve sessizliğinde kendini yaratan bir halktır.
Memleketimizde çocuklar dağın öteki yüzünün sevdasıyla büyür, öyle büyüdük. Dağ düşlerimiz, yeni bir yolculuk... Öyle çıktık yollara...
Dağ bir yol,
Yol bir çağrı,
Çağrı yüreğe düşmüş cemre, düşlerin gerçekleşmesi...
Yüreğimize dar gelen düşlerimizi bir tek dağın öteki yüzünde yaydık evrene... İnsanla öyle buluştuk. Kendimizi, düşlerimizin gerçekleştiği kadar gerçekleştirdik. Gerçekleştikçe güzelleştik, gerçekleştiremediklerimiz ise boynumuza bir günah gibi dolanır... Lakin yaşam gerekçemiz olanlardır...
Sınırlar dağlarda aşılır. İnsanın kendi sınırını aşıp, sevdaya ve güzelleşmeye ulaştığı yerdir dağ. Uzun dağ yolları ve yılları kat ettik. Çok şey değişti, düşlerimiz büyüdü, yüreğimiz genişledi. Biz değiştik. Yollar değişti, çağrılar çoğaldı, yüreklere yıldızlardan patikalar kuruldu.”
“Yollar değişti, çağrılar çoğaldı, yüreklere yıldızlardan patikalar kuruldu” diyoruz ve de büyük bir cesaretle tüm Kürdistanlılar değişen yollara, çoğalan çağrılara, yüreklerde kurulan patikalarda yürümeye çağırdığımız gibi, büyük Cesaretle, yüreklerde kurulan Köprülerle, Dağların yoluna çağırıyoruz…
Hayri Engin
- Ayrıntılar