Hemen hemen herkes kendi cephesinden 2012 yılının muhasebesini yapıyor, yeni yıla ilişkin öngörülerini dile getiriyor. Böyle bir yazı da yazılabilirdi. Ancak Roboski’nin insan belleğine kazınan ve hiç çıkmayan görüntüleri, Roboskili anaların-kız kardeşlerin dinmeyen gözyaşları ve arşı- alayı inleten çığlıkları böyle bir konuya, ulusal yaramız üzerinde durmayı gerekli kıldı.
Sömürgeci AKP devleti tarafından taammüden ve herkesin gözleri önünde yapılan Roboski katliamı karşısında öncelikle Roboski halkı, Kürdistan halkı(dört parça ve yurtdışında) Kürt siyasetçileri, aydınları, sanatçıları ve hemen hemen herkes tutumunu açıkça ortaya koydu. Halk geçen yıldan bu yana Roboski katliamı karşısında ilk günden başlayarak serhıldanlarla sömürgeci rejime karşı tepkisini ortaya koymuştur. Böylelikle AKP devletinin katliamı örtbas etme, unutturma politikalarının boşa çıkarılmasında ve katliamı gerçekleştiren sömürgeci Türk devletinin başbakanı ve genelkurmay başkanının gündemde kalmasında önemli bir rol oynandı. Bunda bazı Türk aydınlarının, demokratlarının önemli rollerini de unutmamak ve vurgulamak gerekir.
Kürdistanlı avukatlar tek tek ve Kürdistan’daki barolar kurumsal olarak da katliamın ilk gününden itibaren zaman zaman toplu, zaman zaman bölgesel ve zaman zaman da bireysel olarak protestolarını, tepkilerini dile getirmişlerdir. Sadece Roboski katliamıyla ilgili olarak değil, soykırım operasyonları, anayasa vb. konularda da kimi açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu çabalar olumlu olmakla birlikte daha da yapılması gereken görevler ve üzerinde durulması gereken konular vardır. Bu konuların başında soykırım gerçeğini deşifre ve hukuksal zeminde mücadelesini verme vardır.
Roboski katliamını izleme sözünü verme ve belli bir takip etme olmasına rağmen, sorunu olayın faillerini açığa çıkarma düzeyinde ele almayla sınırlandırma durumu, baroların ve avukatların tarihi bir katliam karşısında yetersiz kalmalarına yol açmaktadır. Bunun kaynağında ise, Türk devletinin Kürt Ulusunu yok etmek üzere kurgulanmış ve oluşturulmuş bir soykırım devleti olduğu gerçeğini yeterince gözönünde bulundurmama yatmaktadır. Örneğin bir hançer gibi Kürdistan’ın bağrına saplanan sömürgeci devlet sınırlarında 33 insanımızı katleden Türk sömürgeci ordusunun faşist generali Mustafa Muğlalı hakkında dava açıldı da, hatta bir süre cezaevinde kaldı da ne oldu? diye sormak gerekir Olayla ilgili çokça benzeştirildiği için bu örneği verdik. Oysa Kürdistan da Türk sömürgeci ordu birliklerinin Kürdistan da işledikleri o kadar fiziki soykırım örneği vardır ki? Hangi bir fiziki soykırımın mücadelesi bu perspektifle verilmiş ve uluslararası ilgili mahkemelere taşınmıştır verilmiştir?
Bizce Kürdistanlı Barolar ve tek tek avukatlar, olayı daha farklı bir pencereden ele almalıdırlar. Sorun sömürgeci Türk hukuk çerçevesinde ele alınarak çözümlenebilecek bir sorun değildir. Roboski katliamını, gerçek anlamda bir “ Soykırım” çerçevesinde ele alarak değerlendirmek gerekir.
BM’nin 12 OCAK 1951’de kabul ettiği soykırım kavramı ve içeriği ise şöyle ortaya konulmuştur:
“Ulusal, etnik veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla aşağıdaki fiillerden herhangi biri, Soykırım suçunu oluşturur:
a)Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b)Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c)Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
d)Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbir almak
e) Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletmek.”
Bu kararlar çerçevesinde soykırım suçunun uygulandığı guruplar, milli, etnik, dini, ırki guruplar ile istikrarlı ve sabit guruplar, ekonomik ve sosyal guruplar, dilsel guruplar, cinsel guruplar, yaşlılar, bedensel veya zihinsel engelliler kategorileri olarak belirlenmiştir.
Tarihin tüm dönemlerinde ve özellikle ikinci paylaşım savaşından sonra Soykırım bir insanlık suçu olarak kabul görmüş hem cezalandırılmış hem de lanetlenmiştir. 19. Yüzyılın başlarından itibaren, 20.yüzyıl ve özellikle sömürgeci Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunun ilanından itibaren Kürdistan’da Türk sömürgecilerinin uyguladığı tam bir soykırımdır. Rafel Lemkin’in soykırım kavram çerçevesi daha geniş ve kapsamlı olmakla birlikte BM’nin resmi olarak kabul ettiği soykırım kavram çerçevesi bile esas alındığında, Kürdistan’daki uygulamaların nasıl bir soykırım olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Eksik olan ne vardır? Soykırım kavramı çerçevesinde Kürdistan tarihi ele alındığında, bir soykırım tarihi yaşatıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Daha güncel bir konu olan 4-4-4 sistemi temelinde geliştirilen eğitim sistemi Kürtlerde soykırımı tamamlamak değil de nedir?
Bunu İttihat-Terraki yöneticilerinin konuşmaları, değerlendirmeleri ve başta İskan Kanunu olmak üzere çıkardıkları kanunlarda daha rahat görmek mümkündür. Yine başta Şark İslahat Planı, Takriri Sükun yasaları, Abdulhalik Renda’nın Raporu, İsmet İnönün Kürt Raporu, Abidin Özmen’in Raporu, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi, sömürgeci sistemin başbakanı Ecevit’in çekmecesinden çıkan belgeler vb. başta olmak üzere daha birçok belge-bilgi bu soykırımın nasıl tasarlanarak, ayrıntılarına kadar nasıl planlanarak uygulama sahasına konulduğunu ortaya koymaktadır. 90’lardaki dört bine yakın köyün yakılıp-yıkılması, dört milyona yakın Kürdistanlının köylerinden-kasabalarından göçertilmesi de birer soykırım suçu niteliğindedir.
Roboski katliamını sadece bir katliam suçu olarak ele almak bütün bu nedenlerden dolayı yetersiz kalmaktadır. Kürdistanlı avukatların ve kurumlarının katliamın üstünün örtülmemesinde şüphesizki bir etkisi-payı olmuştur. Ancak daha fazlası gerekmektedir. Neden Roboski katliamından hareketle sömürgeci Türk devletine, bir soykırım davası açılmasın? Hele hele bu kadar birer soykırım suç belgesi niteliğindeki gizli belgenin açığa döküldüğü ve bu belgeler temelinde Koçgiri, Palu-Genç-Hani, Agiri-Zilan, Dersim, 33 Kurşun , Maraş başta olmak üzere 90’lı yıllardaki soykırımlar, Güney Kürdistan’daki Kendakole, Kortek katliamları ve en son Roboski katliamı gözönüne getirildiğinde, neden böyle bir dava açılmasın? Soykırım niteliğindeki bu katliamlar neden uluslararası hukuk zeminine ve mahkemelerine taşınmasın? Bu katliamların Miloseviçlerin gerçekleştirdiği soykırımlardan geri kalır yanı var mıdır? Geri kalır yanı yok diyorsak o zaman neden bunları gerçekleştiren ve talimatını verenler Miloseviç gibi uluslararası zeminde yargılanmasın ve mahkum edilmesi için gündeme getirilmesin?
Hele hele sömürgeci devletin başbakanı Tayyip Erdoğan açıktan açığa, “ kadın da olsa, çocukta olsa güvenlik güçleri gereğini yapacak” diyecek kadar bir ülkenin kadın ve çocuklarını hedef alan açıklamasından sonra böyle bir davanın açılması gerekmez mi? Yine Fethullah Gülen 2011 sonbaharında, “altlarını üstlerine getir, köklerini kurut” fetvasını açıkça verdikten sonra böyle bir dava neden açılmasın?
Bugün de Türk şehirlerinde Kürtler büyük bir linç saldırısıyla karşı karşıyadırlar. Geçen yıllarda Erdemli, Dörtyol, İnegöl, Bursa Yıldırım, Sultandağı, İstanbul’un çeşitli semtlerinde Kürt Ulusunun bireylerine bu çerçevede sömürgeci polis ve askerin korumasında yoğun saldırılar yapılmakta, Kürtler öldürülmekte, yaralanmakta, tutuklanmakta, malları talan edilmektedir. Aynı kapıya çıkmaktadır. Sömürgeci devletin başbakanı T.Erdoğan'ın Kürtlere dönük “ya sev ya terk et” yada “kendinize başka bir yer bulun” anlamına gelen açıklamaları aynı zamanda soykırım talimatı ve kamuoyunu yönlendirmek anlamına da gelmiyor mu?
Zaten asimilasyon ve kültürel soykırım Kürtlerin baskılanarak yerini yurdunu terk etmek durumunda kalması da bir soykırım suçu niteliğindedir.
Kürdistanlı avukat ve hukukçular kendi halkına uygulanan soykırıma karşı hukuk insanı olmanın bir gereği olarak hukuk mücadelesi başlatma göreviyle karşı karşıyadırlar. Bugüne kadar bu perspektiften hareketle ciddi ve kapsamlı bir hukuk mücadelesi yürütülmemiştir. Kürtlerin Ulus olmaktan kaynaklı en doğal haklarını birde hukuk cephesinde savunmak ve buna yönelik her türlü saldırı karşısında hukuksal bir barikat örmek 2013 yılını böyle karşılamak Kürdistanlı avukatlar açısından daha anlamlı olacaktır.
Kürdistan halkının, Ortadoğu halklarının ve tüm insanlığın yeni yılını en iyi dileklerimle kutluyorum.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
31 Aralık günü 19.00-19.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Avaşin alanına hatına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Bir yandan Başbakan; “Roboski değil, Uludere” diyerek çıkışta bulunuyor.
Bir yandan bölgedeki AKP’liler “soruna daha akılcı siyasetler koymamız gerekiyor, bizi zorlayan gelişmeler var” diyerek serzenişte bulunuyor.
Bir yandan başbakan yardımcılarından biri “BDP’li kadın milletvekilinin acıklı geçmişine dair /empati/k” açıklamalarda bulunuyor.
Bir yandan farklı bir başbakan yardımcısı “çok yönlü ve uluslararası mücadele yürütüyoruz, silah bıraktıracağız” diyor.
Bir yandan da başbakanın akıl hocası olan hastalıklı bir adam malum gazetedeki haftalık makalesinde Osmanlı ile günümüz arasında, Kürtlerin sorunlarını ve PKK’nin bunda oynadığı rolü kendi mantık sınırları içinde açımlamaya çalışıyor.
Tüm bunların üstüne başbakan; “kuvvetler ayrılığından, bürokratik oligarşi”den söz ediyor.
Haydi gelin işin içinden çıkın! Ya da aklı erenler bu söylemlere, bu çıkışlara ve açıklamalara makul açıklamalarda bulunsun.
Öyle görünüyor ki; AKP ve onun kurmay heyeti yine seçim paradoksunu yaşıyorlar. Ondan dolayı da söylem erozyonu ve bilgi kirliliği devreye giriyor.
Elbette bu söylem karmaşası temel konu olan; Kürt sorunu ekseninde gelişiyor. Hükümetten birçok yetkilinin ve başbakanın söylemleri birbiri ile yoğun bir çatışma içinde.
Peki bunlar neden bu süreçte oluyor? Ya da ortaya çıkan bu tartışmaların tutarsızlıkları bir yana koyulduğunda; AKP’liler ve başbakanın kendisi ne yapmak istiyor?
AKP ve başbakan sınıfta kaldığı kürt siyaseti konusunda ciddi bir manada bir çıkış yolu arıyor. Etrafındakilerin ise bu konuda ciddi bir kabızlık içinde olduğu anlaşılıyor. Herhangi bir proje ya da fikir üretebilme gibi herhangi bir yetileri yok. Elbette başbakanın kürt siyasetinde açılım yapma ihtiyacı onun demokratik ya da insancıl karakterinden ileri gelen bir durum olmuyor.
Bu alanda ve sorunda ciddi bir açılıma ihtiyacı var; çünkü bu konu gün geçtikçe AKP’yi zorluyor, ona kan kaybettiriyor.
Daha öncesinde oluşturulan konseptlerin dışında, yeni dönemin ruhunu ve havasını oluşturacak gelişmeler ve enerji ihtiyacını sonbahardan bu yana toplumun, özellikle de kürtlerin gündemine koymak istiyor. Fakat bu güne kadar istenilen sonuçlar ortaya çıkmadı AKP cephesinde.
Her yönden vurmaya çalıştı ama kitleyi harekete geçiremedi. Özellikle 2005 ya da 2009’daki gibi bir atmosferin oluşmaması, AKP’nin ve beyin mutfağının işini güçleştiriyor. Hatta istenilen “siparişi” bir türlü ortaya koyamamaları, hem onları hem de okyanus ötesini zorluyor.
Malum önümüzdeki dönemde seçimler, her ne kadar günümüzdeki çeşitli yasa taslakları ve çeşitli değişikliklerle bu süreçlere yönelik hazırlıklar yapılmaya başlanmış olmasa da, AKP’nin esas hedefi daha önceki süreçlerdekine benzer bir pozitif iklim oluşturmak.
Açlık grevlerinin ardından biraz bu durum ortaya çıkar gibi oldu. Fakat KCK baskınlarının ve ardı kesilmeyen tutuklamaların gelmesi üzerine, potansiyel olarak bu atmosferin altına dinamit konuldu.
Olayı kamufle edebilmek için Erdoğan da; “dokunulmazlıklara” dokunarak gündemi değiştirmeye ve dikkat dağıtmaya çalıştı. Hakkını vermek lazım; kısmen de olsa bu konuda başarılı oldu Erdoğan. Başta BDP olmak üzere, birçok muhalif/demokratik kesim bu gündem çarpıtmasına enerjilerini harcadı, doğal olarak da AKP kısa vadede istediği sonucu aldı.
İşte bu dönemde AKP’nin yapmaya çalıştığı temel mizansen bu olmakta.
Hatta kürt teşkilatlarından ve milletvekillerinden gelen isyanı kulak tıkayarak, onları azarlayarak ayar vermeye çalıştı. Çünkü önümüzdeki dönemdeki tüm seçimlerde kürtlerin kilit olduğunu ve bu kilidi açmak için ciddi bir anahtar arayışı içinde olduğunu kimseye yansıtmak istemiyordu AKP’li yetkililer ve Erdoğan.
Hal böyle olunca; geldik mi yine bir “açılım” sözcüğünün eşiğine. Ya da çağdaş anlamda yeni bir “pandora kutusuna”!
İşte bundan dolayı da AKP’liler ve başbakanın kendisi gün aşırı bir söylem karmaşasını yoğunca yaşamakta. Bunun en önemli düğümünü ise yaklaşmakta olan “roboski katliamının” yıldönümünde büyük ihtimalle göreceğiz.
Burada büyük ihtimalle tavan yapacak gelişmeler yaşanacak ve AKP’nin kabızlığından belki bir kez daha “dağ fare doğuracak”... Bunun dışında yine daha önceki dönemlerde olduğu gibi “açılım” sözcüğü anlamını yitirmiş bir halde ağızdan ağza dolaşacak.
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Roboski olayını anlamamız için öncelikli olarak TC devletinin Kürt halkı başta olmak üzere farklı toplumsal kesimleri baskılayarak, sindirerek, katlederek rapt u zapt altına aldığına bakmamız gerekir. Aksi taktirde olup bitenleri gelip bir kişinin ya da birkaç kişinin yaptığı bir olay olmaktan kurtulmayacaktır. Bu ise bu zihniyet sahiplerinin farklı zamanlarda farklı mekanlarda yeniden katliam yapmalarına imkan vermek demek olacaktır.
28 Aralık 2011 gününü hatırlayalım daha doğrusu 29 Aralık 2011 sabahını. O günün gazetelerine bakalım, o günün televizyon haberlerine bakalım, o günün ajanslarına bakalım. Ve tabii teknoloji çağı diye tabir ettiğimiz bu modern atom çağında iktidarda bulunan siyasi sorumluluğu taşıyan hükümete ve birde askerinin düşen bir düğmesini sorun yapmakla övünen, bir ordunun genelkurmaylığının açıklamalarına bakalım.
Evet, hepsine birden bakalım. Türkiye gazeteleri -bunların demokrat olanları da dahil- tek bir haber geçmemişlerdir.
Televizyonlar tek bir haber geçmemişlerdi.
Ajanslar tek bir haber geçmemişlerdi.
Hükümet bir açıklıma yapmamıştı.
Genelkurmay bir açıklama yapmamıştı.
Ancak bir gün sonra tek tük haberler ve açıklamalar onlarda şom ağızla yapılmışlardır.
Düşünün bir Roj TV gece boyu haber yapmasa, özgür ve muhalif Kürt medyası Roboski’ye gitmese ve birde bu olayda özelde BDP duyarlı yaklaşmasaydı, acaba kaç gün sonra Türkiye ve dünya bu katliamdan haberdar olurdu?
Bunun için bu katliamın siyasi sorumlularına dönük söyleyeceklerimizi söylemeden önce liberal, demokrat, muhalif geçinen ve çoğu zamanda gerçekten böyle olanlara eleştirilerimizi yöneltelim. Roboski katliamında tümü sınıfta kalmıştır. Tümü felç geçirmişlerdir. Bunu bir köşeye koyalım.
Bir parantez açalım: Türkiye basıncılığında ilginç bir durum gelişmektedir. Haber değeri taşıyabilmesi için öldürülenler kalkıp kendilerine dönük haber yapıp bu basıncılara gönderdiklerinde bir haber değeri taşıyacak. Başkada yapılan vahşetlere ve katliamlara ilişkin özgür basının yaptığı haberler kaale alınmadığı gibi yazdıklarının ispatlanmaları onlarda isteniyor. Halbuki habercilik öncelikli olarak gidip yerinde olayı inceleyip açığa çıkarmadır. Olay mahalline giderek incelemedir. Örneğin Güney Kürdistan’da TC devleti uçaklarla 7 sivil insanımızı katlettiğinde, “böyle olduğunu PKK ispatlasın” diyenler az değildir. Bre adam sen gazeteci değil misin, gelip olayda canını yitirmiş insanlarımızın aileleriyle mülakat yapıp durumu kendin daha iyi öğrenemez misin? Parantezi kapatıyoruz.
Siyasi karar sahibi olanlar olay tüm teferruatlarıyla ortaya çıkınca “Ankara’nın dehlizlerinde kaybolmayacak” sözleri ardından, insanların kanlarını donduracak:
“Konunun takipçisi olduklarını Genelkurmay Başkanımdan tekrar duydum, dinledim. Bu yapılan çalışmalar, gösterdikleri hassasiyet sebebiyle gerek Genelkurmay Başkanıma, gerek bölgede hizmet veren komuta kademesinin hepsine, bu konudaki hassasiyetleri sebebiyle de şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum. Medyaya rağmen teşekkür ediyorum. Çünkü bazı gerçekleri görüyor, biliyorum.
Devlet milletini bombalıyor diye göstermek isteyen bir kısım medyanın gayetlerini de gayet iyi biliyoruz.” Ve bu sözleri söyleyenler güya dehlizlerde kaybolmayacak sözü vermişlerdi. Peşinen birinci derecede fail olabilecek olana teşekkür etmişlerdi.
Süreci genel olarak takip edenler bilirler ki marangoz hatası yeryüzüne getirilen kişi ise:
“Yaşamını yitirenlerin, kaçakçılık yaparak geçimlerini sağladıkları gözden kaçırılmamalıdır. Yanlıştan doğru sonuç çıkmaz. Bu hayatını kaybeden vatandaşlarımız kaçakçılık yaparken hayatlarını kaybettiler. Sağ yakalansalar kaçakçılıktan yargılanacaklardı. Daha ağır bir sonuç olunca, yargılanamaz duruma gelip hayatlarını kaybedince kaçakçılık olayı gölgede kaldı… Bu insanlara 50 liraya, 199 liraya o güzergahta katırlarıyla birlikte dolap beygiri gibi döndüren de onlardır… Özür dilenecek mahiyette bir olay değildir. Özür dilenecek bir olay yoktur…
Yine RTE ismindeki kişi:
“Zaten sivil diye diye her türlü faaliyeti yapıyorlar.“ ”Onlar da belirtildiği kadar masum değildi.” “O arazi mayınlı olduğu halde, dikkat ederseniz, hiç biri mayına basmıyor” gibi oldukça çiğ, marangoz hatası sonucu oluşan yarattıktan daha geriye düşmüştür.
Ve birde unutmayalım 34 insanımızı katledenlerin baş sanıklarından olacak olan Hava Kuvvetleri Komutanı Mehmet Erten’e kahramanlık ödülünü veren yine bu iktidardır. Bu devlettir yani.
Yukarıda Roboski’deki katliamına dönük bu olayın sorumlusu olacak olan siyasi erkin sadece bir kaç sözünü buraya aldık. İlk günden bugüne kadar sarf edilen tüm sözler sadece ve sadece katledilen insanlarımızın katledilmelerini haklı gören, katledenleri kutlayan, ödüllendiren bir zihniyet olduğu gözler önündedir.
Halbuki bu çağda böyle alenen yapılan katliamlar kabul görmüyor. Kaldı ki bu siyasi iktidarı destekleyenler bile bunun AKP için bir kırılma noktası olduğunu belirtiler.
Peki, bu çağa rağmen neden bir devlet yaptığı katliamı alenen üstlenmez? Bırakalım üstlenmeyi, birde katledilenleri suçlar. Öyle ki “yaşasalardı yargılardık” der.
Bu soruya vereceğimiz tek bir cevap vardır o da: TC devleti sömürgeci ve işgalci bir devlettir. İşgal ve sömürge altına aldığı toprakları elinde tutabilmek için bu topraklarda yaşayan tüm halkları katletme hakkını, eritme yani asimile etme hakkını kendinden görüyor. TC devleti nerede, ne zaman ki bu eritme ve asimile etme yani özümleme politikası tehlikeye giriyor orada yaptığı ilk iş katletmedir. Yok etmedir.
Bunu 1915’te Ermenilere yaptılar. Bunu 1920’lerde Asurîlere yaptılar. Bunu 1920-1940’larda Kürtlere yaptılar. 1943’te Özalp’ta yeniden Kürtlere yaptılar. Bunu 1959’da Kürt öğrencilerine yaptılar. 1970’lerde Türk öğrencilerine yaptılar. 1978 yılında Maraş’ta alevi Kürtlere yaptılar. 1992 yılında Sivas’ta alevi ve sanatçılara yaptılar. Ve bu kirli şecere devam edip bugünlere kadar geliyor.
Evet, Roboski’yi anlamak için tüm bu seçereyi bilmek gerekir. Elbette bilmek yetmez tüm ezilenler olarak bu devletten zarar görenler olarak ortaklaşarak bu zihniyete karşı dik durarak hesap sormasını bilmek gerekiyor.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26-27 Aralık gece saat 23.30 ile 01.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Metina Bölgesi sınırları içinde bulunan Şêlazê köyü çevresine yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Sömürgeci Türk devletinin hava kuvvetleri tarafından, tasarlanarak ve planlanarak 34 Kürt gencinin katledilmesinin birinci yıldönümünü karşılıyoruz. Bir kez daha sömürgeci-soykırımcı faşist AKP devletini olanca nefretimle lanetliyor, başta Roboskili aileler olmak üzere tüm Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Onların anılarına ancak, umutları, hayallerini gerçekleştirilerek ve intikamları alınarak sahip çıkılabilir. Bunun biricik doğru anlamı ise, tüm Kürtlerin ve Kürdistanlıların birliklerini, örgütlülüklerini ve savunma güçlerini kurması temelinde, kendi toprakları üzerinde, sömürgecileri defederek, özgürce yaşamlarını kurabilmektir. Aksi takdirde daha çok Kürdistanlı genç, sömürgeci Türk devletinin katliamlarının hedefi haline gelecek ve daha çok Kürt anası kanlı gözyaşı dökmeye devam edecektir. Doğru anlamak ise, bir gün onların içinde ebedi istirahatlarına çekildikleri mekânlarına gidip, onlara Kürdistanın özgürlüğünü, yani zaferi zılgıtlarla iletmekle sonuçlanacak bir sürecin başlangıcı olacaktır.
Sömürgeci Türk devleti, Kürt ulusunu fiziki ve kültürel olarak tarihten silmek zihniyeti, siyaseti ve hukuku temelinde kurgulanmış bir devlettir. Her Kürdün, Kürdistanlının ilk önce belki de anasının-babasının adından önce öğrenmesi gereken bu gerçekliktir. Kürdistan’daki tüm uygulamalar, siyasi, askeri, istihbarı, ekonomik, kültürel, hukuki, eğitim ve yönetim-idari yapı bu çerçeveden ve bu bakış açısından ele alınmadan doğru anlaşılamaz. Dolayısıyla sömürgeci Türk devletinin Kürdistan’daki tüm yapılanması, yani sömürgeci Türk devletine ait olan ne varsa hepsi bu amaçla oluşturulmuş, an an bu amaçlarına varabilmek için çalışmaktadırlar.
19. yüzyıldaki katliamlar da dâhil olmak üzere, 20. Yüzyıl boyunca sömürgeci ittihat Terakkicilerden başlayarak, sömürgeci Mustafa Kemal sürecine, ondan Celal Bayar, Menderes, Demirel, Ecevit, Evren, Özal, Çiller, Erbakan ve Erdoğan’a kadar hepsi ama hepsi böyle bir stratejik hedefe ulaşmak için çalışmışlardır. Kendi aralarındaki çelişkiler, kimi üslup-yöntem farklılıkları Kürdistan ve Kürt ulusuna yönelik politikada bitmekte, aynılaşmaktadırlar.
28 Aralık 2011’de gerçekleştirilen Roboski katliamının üzerinden bir yıl geçti. Katliam Roboskili gençlerin şahsında Kürdistan özgürlük hareketine ve Kürdistan halkına gözdağı ve sindirme amacıyla yapıldı. Fethullah Gülen denilen münafık ve Kürt düşmanının Çelê eylemi sonrasında “köklerini kurut” fetvası temelinde bu katliamın gerçekleştirildiği de asla unutulmaması gereken bir gerçekliktir. Dolayısıyla katliam 2012 yılında Kürdistan özgürlük hareketini tasfiye etmek ve Kürdistan halkını korkutarak serhıldana kalkmaması temelinde planlandı ve uygulandı.
Yıl boyunca Roboski katliamıyla ilgili yapılan haberler, programlar, müzikler, tiyatrolar, belgeseller, konuşmalar, mitingler vb. Roboski katliamını gündemde tutmayı başardı. Sömürgeci–soykırımcı AKP hükümetinin tüm örtbas etme, unutturma ve gündemden düşürme yönündeki çabaları böylelikle boşa çıkarılmış oldu. Bunun için gerçekten de önemli çabalar ve emekler sarfedildi. Ancak sonuç almada yetersizlikte açıktır.
Asıl üzerinde durulması gereken, kimi önemli yetersizlikler ve yanılgılı yaklaşım ve söylemlerdir. “Failler bulunsun, hesap sorulsun !” denilmektedir. Failleri kim bulacak ve bu talebin muhatabı kim? Kimden isteniyor? Kim hesap soracak? Hangi mahkeme? Hele hele bazı Türk ve Kürt çevrelerinden “ bir devlet kendi vatandaşını bombalar mı?” (sanki Kürtler bir ulus değil ve Kürdistan denilen bir ülkede yaşamıyor ve Türk devleti de sömürgeci-işgalci bir devlet değilmiş gibi bir yansıtılış ve ifade ediş)yönlü soruların sorulması insanı gerçekten de isyan ettiren, çileden çıkaran yaklaşımlar olmaktadır.
Öncelikle Kürdün soykırımı temelinde oluşturulmuş Sömürgeci AKP devleti ve diğer çevrelerin faillerini bulma gibi bir sorunları varmış gibi bir yanılgı vardır. Yine, Kürdü Türk devletine ait görme gibi farkında olmadan inkârcılığı meşrulaştıran yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Hatta sanki gerçekten de Türk hukuku, mahkemeleri, İstiklal mahkemelerinin, sıkıyönetim mahkemelerinin ve devlet güvenlik mahkemelerinin devam değilmiş bir yanılgı yaşanmaktadır. Oluşumuyla ilk işi şeyh Saitleri idam eden istiklal mahkemelerine dayanan Türk hukuk sisteminden nasıl böyle bir beklenti içinde olunabilir?
Hatırlanırsa, Roboski katliamından sonra sömürgeci devletin başbakanı Tayyip Erdoğan bu katliamı gerçekleştirenleri kutlamıştır. Son günlerde de katliamı yapan hava kuvvetleri komutanına da ödül verilmiştir. Roboski de katledilenlerin sivil olmadıkları yönünde açık bir beyan da var. Bunun anlamı şudur, niye anlaşılmıyor ki… “ Evet, Türk devleti ve AKP hükümeti olarak bu katliamı yaptık, yine de yaparız, bu bizim hakkımızdır, görevimizdir, stratejimizdir”. Daha ne desin?
Avrupa-ABD’nin tavrı görmezden-duymazdan gelme oldu. Çünkü bilgi- istihbarat ve destek buralardan gelmektedir. Daha farklı davranmalarını beklemek, kelimenin gerçek anlamıyla gerçekten de safdillik olur.
Sömürgeci Türk devletini bugün elinde bulunduran AKP devleti yapacağını yaptı. Yaptığını da açıkça savunmaktadır. Eğer böyle bir durum olmazsa, katliamın saati belli, talimatı veren komutanlık belli, katliamı yapan uçakların pilotları bellidir. Karmaşık bir şey yok ortada. Hatta bir suçüstü durumu vardır. Bu öyle bilinmeyecek, bir yıl boyunca araştırılacak bir şey midir? Ama sınır-ötesi operasyon emirlerini verenin hükümet olduğu da bir gerçektir. Her ne kadar son zamanlarda BDP yönetiminden açıktan katliamın faili olarak Erdoğan gösterilse de, konu üzerinde odaklanma olmadığı için, bu yerinde tespit ve söylem arada kaybolmaktadır. Bu neden böyle olmaktadır? Yanılgılar, bakış açısında yetersizlikler vardır.
Madem emir-komuta zinciri içinde işlenmiş bir katliam ve insanlık suçudur, O halde bu emir komuta zincirinin başı, eli ve ayağı bellidir. Katiller, caniler, Kürt soykırımcıları bellidir. Türk devletinin başbakanı Tayyip Erdoğan, Genelkurmay başkanı Necdet Özel ve Hava Kuvvetleri komutanı ve bizzat bombardımanı yapanlardır. Ancak bugüne kadar bu katiller üzerinde odaklanmadı. Habire “olay aydınlansın” deniliyor. Katliamı yaptıranlar da, yapanlar da ellerini kollarını sallaya sallaya ortalıkta gezmektedirler. Ve işaret parmaklarıyla Kürtleri tehdit ederek “ yaptık, yine yaparız” demektedirler. Nitekim Arda Özgür isimli bir Kürt gencinin Amed-Sur sokaklarında vahşi bir biçimde herkesin gözleri önünde sömürgeci polis birlikleri tarafından katledilmesi, bu tehdidin en açık ifadesi olmaktadır. Zaten sömürgeci sistemin başbakanı Kürt katili Tayyip Erdoğan 2006 yılında “ kadın da olsa, çocukta olsa güvenlik güçleri gereğini yapacaktır” demedi mi? Ne tez unutuldu?
Kürtlerin, yaşlısı-genci-çocuğu, kadını-erkeği, aydını-işçisi, köylüsü-öğrencisi için artık şu soruları sorma zamanı gelmedi mi? Eğer üzerinde yaşadığımız toprak Kürdistan ve biz de Kürt ulusuysak- ki bu konuda şüphe yoktur- o halde Türk devletinin, kurumlarının, askerinin, polisinin, öğretmeninin, memur-bürokrat vb. kadrolarının Kürdistan da işi nedir? Türk devleti Kürdistan’ da ne hakla ve hangi hukukla bulunmaktadır? AKP hangi hakla Kürdistan da örgütlenebiliyor? Tek bir İsrail partisinin bile Filistin de örgütlenmesi, üyesi var mı? Kürdistan da bulunma hakkını nereden almaktadır?
Roboski’nin hesabını sormak mı? Bu hesap yukarda sorduğumuz sorulara, kendini yanıltmadan, dürüstçe cevaplar verilmeden sorulamaz. Kürtler mutlaka ciddi ciddi bu soruları kendi aralarında tartışmalı ve verdikleri cevaba göre hareket etmelidirler. İşte o zaman Roboskili 34 fidanımızın da, 90’lı yılların, 80’li yılların özetle Kürt ulusuna karşı işlenmiş tüm suçların hesabı sorulmuş olur. Hesap sormak, onları Kürdistan’dan defetmektir! Bir daha Kürtlere el uzatamaz duruma getirmektir! Bunun da yolu, birliktir, örgütlülük ve SERHILDANDIR!
Sömürgeci-işgalci Türk devleti ve onun temsilcisi AKP yapacağını yapmış ve onu da savunmaktadır. Şimdi önemli olan Kürt halkının ve dostlarının ne yapacağıdır!
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
“Burası NATO toprağı”dır sözlerin ne anlama geldiğini adım adım görüyoruz.
Türkiye’ye patriot füzeleri yerleştirme tartışmaları yaşanırken, bu füzelere karşı gösterilen tepkilere tepki olarak RTE “Burası NATO toprağı” demişti. Biz ise buna çok şaşırmayarak, “zaten ABD’nin Ortadoğu’daki Truva atısınız” demiştik.
Tarihte Truva atı olayı meşhur bir olaydır. Yunanların Anadolu’yu işgal etmelerinin ilk kez başarıyla uygulandığı olayın kendisi Truva atı efsanesinde dile getirilir. O meşhur İlyada Destanı’nın ana teması Truva’nın, Yunanlara göre Troya’nın düşürülmesidir. Yunanlar ne kadar çok savaşsalar da, ne kadar çok savaşı uzatsalar da başaramazlar. Ancak Yunanların kurnazlıklarıyla tanınan Odyseusları Truva atı planıyla sonunda bir hileyle Truva’yı düşürür. Sadece düşürmezler, Truva’da hafızalarda silinmeyecek bir katliamda uygularlar.
Truva atı efsanesi gerçek mi değil mi onu bilmiyoruz. Ancak Truva atı hilesinin kaleyi içerden fethetme olduğunu iyi biliyoruz.
Batılı güçlerin bir şekilde hep Ortadoğu’yu düşürmek istediklerini tarihin çok gerilerinde de biliyoruz. Yunanlar mı kendilerini denemediler, Romalılar mı kendilerini denemediler? Ve tabii birde Haçlılar mı kendilerini denemediler ki? Hele birde “Kutsal toprakları fethetme” diye uydurdukları palavraları yok muydu? Hepsinin özü Ortadoğu’yu fethetmekti.
Haçlılarla önemli oranda Ortadoğu’yu ele geçirmişlerken bir Salladdin Eyubi adındaki savaşçı, siyasetçi, halkçı kişi onları engelledi. Bunun için Salladdin’e halen batılılar çok tepkili.
Şimdi, yaklaşık 1000 yıl önce yapamadıklarını bu kez başarmak istiyorlar. Kaldı ki Ortadoğu’nun birçok yerine bu kez sahiden yerleşmiş bulunuyorlar. Bir İsrail zaten onların. Bir Suudi’yi zaten onlar kurmuş yine onların. Bir Katar’ı, Kuveyt’i zaten onlar kurmuş yine onların. Ürdün’den söz etmek gerekir mi, bilemiyoruz. Abdullah’ın anası İngiliz. Abdullah gibileri ise sadece ve sadece tohumluk.
Birde tabi 1950 yılından beri uğraştıkları bir Türkiye vardır. Demokrat Parti döneminden beri NATO’lu olan bir Türkiye. İlk yıllarda Sovyet’e karşı bir blokaj duvarı olarak düşünülen Türkiye, şimdi tümden Ortadoğu’yu fethetme aracı haline getirilmiştir.
Dikkat edilirse özenle Ortadoğu’ya müdahale etmek için hazırlanmış bir Türkiye söz konusudur. Özelde de Akepe ile bu tamamen bu çizgiye getirilmiş bir Türkiye olmaktadır.
Akepe dini kimliği ile tanınan bir parti. Hem de muhafazakar dindar kimlikli bir parti olarak. Tuhaftır ama Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş en Amerikancı ve batı yanlısı bir iktidarını görüyoruz. Günlük olarak Amerika’yla flörtleşen bir iktidarını. Stratejik ortaklık dedikleri olay esasta tamamen Amerikan çizgisinde seyreden bir Türkiye olmasından ileri geliyor.
Onca destek ve özenle hazırlanmalar ardından bu kez Ortadoğu’da batılı güçlere köstek olabilecek güçleri hizaya getirmek için Türkiye’ye patriot füzelerini NATO yerleştiriyor. Ve tabii her füze rampası için ise yaklaşık 200-300 asker -NATO askeri- ile birlikte.
Güya muhafazakar dindar kimliği ile tanınan bir iktidarı vardır Türkiye’nin. Ama her ne hikmet ise batılı güçlerin askerlerini Türkiye’ye hiçbir refleks göstermeden hem de çok istekli bir şekilde getirebiliyorlar. Ve tabii bunları yaparken “Burası NATO toprağı”dır diyerek Ortadoğu için nasıl bir rol oynadıklarının altını da kalan çizerek.
Türkiye NATO toprağı’dırın altındaki mantık ve hedef kesinlikle Salladdin döneminde başarılamayan Ortadoğu’nun işgalini kesinlikle bu kez başarmak üzere Ortadoğu’nun batılılara açılmasıdır. Türkiye’ye biçilen rol daha doğrusu Türkiye’ye verilenler ise iktidarda bulunan bir avuç kişi inanılmaz ölçüde maddi değerlerin sunulmasıdır.
Bugün Türkiye’nin bir NATO toprağı olduğunu öğrendik, yarın ise bunun karşılığında ne alındığını öğreneceğiz. Buna da kimse şaşırmasın.
K. NUDA
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
24 Aralık günü saat 20.15’te Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı (evciler)Qasrok karakoluna yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Karakol binası, nizamiye ve gözetleme kulesine yönelik eş zamanlı gerçekleştirilen eylemde gözetleme kulesinde 2 düşman askeri öldürülmüş, karakol ve nizamiyesindeki ölü ve yaralı asker sayısı ise tespit edilememiştir.
- Ayrıntılar
34 yıl önce Maraş’ta alevi Kürtlerin unutamayacakları bir katliam yaşadılar. Devletin, devlet partisi olan CHP’nin, askerin, polisin ne olduğunu uzun yıllar aradan sonra ilk kez yeniden yalın bir halde gördüler.
Maraş katliamı alevi ve Kürtlere yapılan en vahşi saldırılarından biri olduğu muhakkaktır. Kiminin özenle, bilinçlice bu katliamı bazı paramiliter güçlerinin üzerine yıkması beyhudedir. Maraş’ta alevi Kürtlerimizin katledilmesinde ülkücüler kullanılmışlardır, bu doğrudur. Ancak Maraş katliamını sadece bu ülkücülere yıkmak çok fazla naiflik yani saflık olur.
Bunun böyle olmadığını yani sadece ülkücülerle izah edilemeyeceğini bilincine varmak için o dönemin devlet yetkililerinin halen bugünde aynı devlet görevlerini sürdürdüklerine görmek yeterli olabilir.
O yıllara geri gidecek olur isek emniyetin olayların sakinleşmesi için karışmadığını, askeri karışmadığını, hükümetin ses çıkarmadığını herkes görmüştür. Yani bu devletin herhangi bir yerinde bir katliam oluyor ancak güvenlik güçleri bu katliamı durdurmak için tek bir kılları bile kıpırdamayacak.
Halbuki bilenler bilir ki bu devlet dünyanın tüm devletlerinden daha fazla devleti savunan bir savunma refleksine sahip olduğu için en küçük bir olaya en sert müdahale eden bir geleneğe sahiptir. Ancak ne hikmetse Maraş katliamına müdahale etmemiştir.
Bilakis tersi doğrudur, katliamın daha etkili olması için müdahale etmek isteyen askerleri engellemiş, ne kadar doğrudur bilinmez ama dönemin Valisinin şimdilerde yaptığı açıklamalara bakılırsa devletten bu olayları durdurmak için yardım isteğinin karşılanmadığınıdır. Yani devlet bu katliamın daha etkili yürütülmesi için ellerini ovmuştur.
Arada tam 34 yıl geçmiştir, bu katliamın devlet eliyle bilinçli yapıldığını görmek için bugüne bakmak iyi olur. Ve yine cümle cemaat bu katliamın bir devlet katliamı olduğunu anlamak içinde bugüne bakmak önemli olacaktır.
Geçmiş yıllarda bizler Maraş katliamının çeşitli nedenlerini sıralamıştık:
-Türkiye’de giderek gelişen bir sol dalga
-Kürdistan’da gelişen bir Apocu hareket
-Maraş gibi Alevi çevrelerin sadece solculukla yetinmeyerek ulusal kurtuluşa gösterdikleri ilgi
-Objektif olarak gelişen bir yeni aydın gençlik dalgası
Bu yukarıda sıraladıklarımız nedenleri olurken birde bu katliamın amaçladıklarını da sıralamıştık:
-Türkiye’de gelişen sol dalganın bu olayla durdurulması
-Yeni kurulmuş olan PKK hareketine gözdağı verilmesi
-Alevilerin PKK'ye kayışını engellenmesi
-Maraş başta olmak üzere Antep ve Adıyaman’da Apocu yani PKK hareketine karşı gelişen ilginin durdurulması
-Maraş başta olmak üzere adım adım gelişen ve yoğunlaşan bir aydın gençliğin gelecekte tehlike olmaması için kaçırtılarak yurtdışına çıkartılması
-Kürdistan’a müdahale edebilmek için bir provokasyona ihtiyaç duyduklarını
dile getirmiştik.
Dikkat edilirse nedenleri açıktır ancak daha açık olan ise amaçlarıdır. Hele Maraş katliamı sonrası olup bitenlere bakılırsa söylediklerimiz daha iyi anlaşılacaktır elbette:
1-Maraş boşaltılmıştır, kaçan adeta kaçana diye bir gerçeklik yaşanmıştır.
2-Kürdistan’da sıkıyönetim ilan edilmiştir.
3- 12 Eylül faşist darbenin en etkili gerekeçi oluşturulmuştur.
4-Ulusal kurtuluş sahasına açılan bir Maraş ve aleviler hedeflenerek gözdağı verilmiştir.
5-Devletin sert potini herkese hissettirilmiştir.
Evet, bunları geçmişte de söyledik. Ancak ikna olmayan birçok çevre hep oldu. Bunların arasında bir kısım alevi her zaman vardı. Söylediklerimizin ne kadar doğru olduğunu görmek için bugüne dönüp gerilere bakabiliriz.
Örneğin 2012 yılındayız. AKP'nin Maraş belediye başkanı katliama sayılı günler kala, sözde çok sayıda “devlet sivil toplumlarıyla” yaptıkları açıklamaları ve etkinlikleri vardı. Bu mesajları gören birisinin en son dün Maraş’a yürümek isteyenlerin, katledilenlerin anısına saygı duruşuna geçerek birer karanfil bırakmalarına izin vermeyeceğini görebilirdi.
AKP’li Maraş belediye başkanı, “biz dışarıdan ilimize gelmek isteyenleri kabul etmiyoruz” demişti. “Biz artık böyle anılmak istenmiyoruz” demişti.
Dikkat edilirse dün ise Maraş’a gitmek isteyenlere bırakalım izin verilmemsi, Ankara’nın çıkışında otobüsleri durduruldu. Tüm hatlar onlar için kapatıldı. Anmaya gitmek isteyenlere yine biber gazı ile tazyikli su sıkıldı. Şimdi iktidarda AKP var, Maraş belediyesi ise AKP'nin, bu unutulmamalıdır.
Tüm bu olup bitenler neyi gösteriyor: Bu katliam bizatihi devletin yaptığı bir katliamdır. Yani sadece birkaç ülkücünün yaptığı bir olay değildir. Ülkücüler kötü kullanılmışlardır, dini duyguları tahrik edilerek provoke edilmişlerdir. Ülkücülerin ve kimi İslami çevrelerin bu olayda maşa olarak kullanılmışlardır.
Devlet:
1-Maraş’ı boşalttı mı, boşalttı.
2-Alevileri Kürt özgürlük hareketinden soğuttu mu, soğuttu. Korkuttu mu, korkuttu. (Bu olayları destekleyen bir CHP’nin halen büyük bir alevi kitlesi tarafından desteklenmiş olması manidardır.)
3-Türkiye solu bu olayla terbiye edildi mi, edildi.
4-Büyük bir aydın gençlik buralarda kaçırtıldı mı, kaçırtıldı.
5-Aleviler, Kürtler, gençler ürkütüldüler mi, ürkütüldüler.
Özcesi, TC devlet geleneğinden olan halkları, muhalifleri, farklı toplumsal kesitleri hizaya getirmek için gözdağı vermek Maraş katliamıyla çok etkili bir şekilde uygulanmıştır.
Bunun için diyoruz ki eğer gelecekte Maraşların önü alınmak isteniyorsa öncelikli olarak faşizmi derinlikli yaşan bu devlete karşı durmak önemli olacaktır. Yine bu devletin temsilciliğine gelen, getirilen iktidar erklerine karşı durmamız gerekir.
Bu durumda ilk tavır alınacak olan kurum devlet ve onun şimdiki sahipleri AKP’dir.
Devlet ve AKP'ye karşı etkili mücadele edebilmek için ise öncelikli olarak;
-Yeniden terk edilmiş topraklara dönmek gerekiyor.
-Alevi Kürtlerin CHP’de uzaklaşmaları gerekiyor.
-Alevilerin yeniden özgürlük hareketiyle buluşmaları gerekiyor.
-Aydın gençliğin yeniden daha etkili bir şekilde bura insanın faşizme karşı direnç gösterebilmesi için görevlerine sarılması gerekiyor.
-Türkiye demokratik çevreleriyle faşizme karşı tek vücut olarak karşı durmak gerekiyor.
Maraş katliamını yeniden anarken, bu katliamda yaşamını yitiren tüm insanlarımızın önünde saygıyla eğiliyoruz.
Kasim Engin
- Ayrıntılar
Miladî 2012 yılının sonuna geldik. Herkes geçen bir yılda yaşananları değerlendirmeye çalışıyor. Yılın sonundan dönüp yıl boyunca yaşanan olaylara bakıyor. Kendi penceresinden bakarak 2012 yılının bilançosunu çıkarıyor. Yeni yıla bu temelde hazırlanmak ve 2012 yılının birikimi ve dersleriyle girmek istiyor. Herkes yaptığı ve adet olduğu üzere biz de kendi penceremizden bir 2012 panoraması çıkartmak istiyoruz.
Kürtler açısından 2012 yılının büyük bir savaş ve devrim yılı olduğu tartışma götürmüyor. Kuzey’de devrimci savaş, Batı’da ise özgürlük devrimi sürece damgasını vurmuş bulunuyor. Yılın aktif parçalarının Kuzey ve Batı Kürdistan olduğu çıplak gözle görülüyor. Kuzey Kürdistan’da devrimci halk savaşı 19 Haziran Oramar-Şıtaza devrimci operasyonuyla start alıp Eylül ayında tüm coğrafyaya yayılırken, Batı Kürdistan’daki 19 Temmuz özgürlük devrimi tüm Kürtlere yeni bir umut ve heyecan kazandırmış görünüyor.
Kuzey Kürdistan’ın 2012 yılına ağır savaş koşulları altında girdiğini zaten herkes biliyor. 12 Haziran 2011 genel seçiminde aldığı yaklaşık yüzde ellilik oy oranına güvenerek Kürt Özgürlük Hareketini bitirme hayaline kapılan AKP’nin, ABD ve NATO’dan da aldığı destekle topyekûn özel savaş konsepti temelinde yıl boyu saldırı içinde olduğu biliniyor. Bu soykırım saldırısında ordudan polise, uçaktan medyaya, ekonomiden diplomasiye, dönek solcudan işbirlikçi-hain Kürde kadar herkesin ve her şeyin kullanıldığı yine biliniyor.
Kürtler işte böyle bir saldırıya karşı yıl boyu direniş içinde oldular. Topyekûn özel savaşa karşı halk ve özgürlük hareketi olarak topyekûn devrimci direniş yürüttüler. İmralı’da Kürt Halk Önderi direndi, zindanlarda özgürlük tutsakları direndi, sokakta Kürt gençleri, kadınları, çocukları direndi, meclisten zindana kadar Kürt demokratik siyaseti direndi, dağda özgürlük gerillası direndi!... Bu topyekûn direnişte büyük zorluk ve acı yaşadılar, yüzlerce şehit, yaralı ve esir verdiler… Ama sonuna kadar özgürlük direnişinde kararlı oldular ve de kazanmayı bildiler.
AKP-Kürt savaşında 2012 yılının kazananının Kürtler olduğu tartışmasızdır. Bunu herkes, AKP içindeki birçok çevre bile itiraf ediyor. AKP’nin “PKK’yi bitirme” hedefinin tümden başarısız kılındığı netçe görülüyor. Yine AKP hükümetinin on yıllık iktidar döneminin en zor ve sıkışık anını yaşar hale getirildiğini herkes kabul ediyor. AKP’nin silah zoruyla PKK’yi yok edemeyeceğini anlayarak Eylül sonundan beri politika değişimine yöneldiği, en azından söylem düzeyinde yeniden hile ve oyalama anlamına gelen “Görüşme ve çözüm” kavramlarını dillendirmek zorunda kaldığı birçok çevre tarafından değerlendiriliyor.
Bunlara açlık grevi ile gerilla eylemlerinin sonuçları da eklenebilir. Cezaevlerinde 12 Eylül’de başlayarak 68 gün süren açlık grevi direnişinin “Öcalan’a Özgürlük” hedefini bir tartışma olmaktan çıkararak, bir avuç şoven-faşist çevre dışında herkes tarafından kabul edilir hale getirdiği netçe belirtilebilir. Yine gerillanın aylarca bazı alanların denetimini elinde tuttuğu, Botan ve Zagros’un birçok alanında ikili yönetimin yaşanır hale geldiği, bazı çevrelerin de ifade ettiği gibi “PKK’nin savaşabileceğini bir kez daha kanıtladığı” ifade edilebilir. AKP faşizmine karşı yeni Kürt direnişinin başarıyla gelişmekte olduğu söylenebilir.
Kuşkusuz Kürtler açısından 2012 yılının en önemli olayı Batı Kürdistan’daki 19 Temmuz Devrimidir. Batı Kürdistan son altı ayda sadece Kürdistan’ın değil dünyanın en özgür alanı durumundadır. Bu gelişme, içinde yaşanan ve yapanlar da dâhil hiç kimsenin ihtimal vermediği ve adeta herkesi şoke eden bir gelişmedir. Ama bir gerçektir, hem de yıkılmaz ve silinmez bir gerçek.
Altı aydır Batı Kürdistan halkı, o birkaç milyonluk toplum harikalar yaratmaktadır. Kürt gençleri ve kadınları özgür ve demokratik yaşamı ilmik ilmik örmektedir. Herkese gerçek bir özgürlük devrimi, halk devrimi, demokratik devrim dersi vermektedir. Tam bir seferberlik halinde yarattığı bilinçlenme ve örgütlenmeyle her türlü komplo, provokasyon ve saldırı karşısında kendini yiğitçe savunmaktadır. Başta AKP olmak üzere birçok çevreden gelen oyunu rahatlıkla bozmuş bulunmaktadır.
Ne var ki, başta Kürtler olmak üzere tüm halklar açısından çok değerli ve tarihi önemde olan bu devrime doğru yaklaşıldığı ve sorumlulukların yerine getirildiği söylenemez. Bunu en başta Güney Kürdistan Yönetimi açısından belirtmek gerekir. Bırakalım somut destek vermeyi, bir ticaret kapısı bile açmamakta adeta ısrar etmektedir. Bu da Rojava’ya dönük kuşatma ve ambargonun bir parçası olmaktadır. Yine başta BDP olmak üzere Kuzey Kürtlerinin zayıf ilgisi ve destekleyici aktif çaba harcamaması anlaşılır gibi değildir. Bilinmeli ki, birkaç açıklama ve gösteri yeterli destek sayılamaz. Daha Batı Kürdistan’ın kentleri, Afrin, Kobani, Derik doğru dürüst ziyaret bile edilmemiştir. Ne yazık ki, bu durum tersten de geçerlidir. Kuzey Kürtleri AKP kadar bile ilgi göstermezken, Rojavalı Kürtler de Kuzey ile ilişki ve dayanışma geliştirme adımlarını bir türlü atmamaktadır.
Sözkonusu eksikliklere rağmen Batı Kürdistan Özgürlük Devrimi bir gerçektir ve en zor dönemleri de geride bırakmıştır. Önümüzdeki yılda rolü ve önemi daha iyi açığa çıkacaktır. Hem demokratik Suriye’nin yaratılmasında, hem de Kürt sorununun demokratik ulus çözümünün gerçekleşmesinde etkin rol oynayacaktır.
2012 yılı Doğu ve Güney Kürdistan parçalarında kısmen hareketsiz geçmiştir. Doğu Kürdistan’da çatışmasızlığı korumak bir yandan ideolojik ve politik çalıştırmaları geliştirmeye zemin sunarken, diğer yandan Kuzey ve Batı Kürdistan’daki devrimci adımların desteklenmesine de imkân vermiştir. Güney Kürdistan sınırlı birkaç çatışmayla sükûneti korusa da, genelde gergin bir siyasal ve askeri ortam hep var olmuştur. Bağdat yönetiminin tehditleri karşısında gösterilen birlik ve direniş tutumu tüm Kürt halkını olumlu etkilemiştir.
Yurtdışında, özellikle Avrupa’daki Kürtler 2012 yılında daha aktif ve mücadeleci olmayı başarmışlardır. Kürt halkının ve Özgürlük Devriminin temsilciliğini daha güçlü yapar hale gelmişlerdir. Özellikle Kuzey Kürdistan’daki savaşın ve Rojava’daki devrimin halk üzerinde heyecan yaratıcı etkisi olmuştur. Bu gelişmeleri desteklemek için de yurtdışındaki halkımız büyük çaba harcamıştır. Özellikle geliştirilen imza kampanyası ve özgürlük nöbeti “Önder Abdullah Öcalan’a Özgürlük” kampanyasına büyük güç katmıştır.
2012 yılının en aktif ve hareketli halkının Kürtler olduğu tartışmasızdır. En zor koşullarda verilen bu özgürlük mücadelesinin, teorik ve pratik bakımdan tüm insanlık için yeni bir umut ve heyecan kaynağı olduğu ortadadır. Herkes Ortadoğu’nun en dinamik halkı olarak Kürtleri, hareketi olarak da Kürdistan Özgürlük Hareketini görmektedir. 2012 yılı bu gerçeği daha da perçinlemiştir.
Elbette böyle zorlu bir mücadele basit ve bedelsiz olmamıştır. Acı, kan ve gözyaşı bütün yıla damgasını vurmuştur. Kürt halkı en değerli ve bilinçli evlatlarını böyle zorlu bir mücadele içinde şehit vermiştir. Ama bunların karşılığı da yaşanan gelişmelerle alınmıştır.
Bu temelde 2012 yılının kahraman şehitlerini saygıyla anıyor, tüm halkımızın yeni yılını kutluyor ve 2013 yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese başarılar diliyoruz!..
Selahattin Erdem
Yeni ÖzgürPolitika
- Ayrıntılar