Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Kasım günü 23.00-24.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Kandil bölgesi sınırları içinde bulunan Bole köyü ve Kortek alanına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
“Asimilasyon kavramı uygarlık toplumlarında iktidar ve sermaye tekellerinin kölelik statüsü altına aldıkları toplumsal grupların üzerine uyguladıkları ve kendi eki, uzantısı durumuna indirgemek için tek taraflı ilişki ve eylemini ifade eder.”
“Asimilasyonda esas olan iktidar ve sömürü mekanizmasına en az maliyetle köle oluşturmaktır. Asimile edilen grubun öz kimliği ve direnci dağıtılıp kırılarak hakim elit içinde hizmetlerine en uygun kölelerin derlendiği konuma düşülür. Burada asimile edilen köleye düşen temel işlev efendisine mutlak benzeşme, eki, uzantısı olma uğruna her tür çabayı göstererek kendini kanıtlamak ve böylelikle sistemde kendine yer yapmaktır.”
“Yaşayabilmek için eski toplumsal kimliğini bir an önce terk etmek, efendilerinin kültürüne kendini en iyi adapte etmek tek seçenek olarak sunulmuştur.”
“Hakim elit, asimilasyon toplumuna bu kimliksizliği dayatmak için iki temel silah kullanır; birincisi çıplak fiziki zor’dur. En ufak isyan ve başkaldırıda imha kılıcı başında sallanmaktadır. İkincisi açlıkla, işsizlikle karşı karşıya bırakmaktır.”
“Eğer kültürel kimliğinde ısrar eder, dilediğim gibi bir hizmetçi olmazsan başın gider, aç kalırsın!”
“Mekanizma sadece ezilen etnik topluluk ve halklar üzerinden uygulanmaz; hakim elitin mensubu olduğu ulusun farklı etnik grupları ve ezilen sınıfları da asimilasyon paylarını alırlar.”
“Kürt kişiliği ne kadar yetenekli olursa olsun hakim ulus-devletin her türlü kültür politikalarını gönüllü benimsemedikçe kişisel ve kurumsal gelişmesinin önünde tüm kapılar bir bir kapanır. Ya gönüllü teslimiyeti seçip Cumhurbaşkanı olmaya kadar kapıların kendisine açıldığını görecek ya da teslim olmayıp direnişi seçtiğinde soykırıma kadar başına gelebilecek her türlü belaya, felakete katlanmayı bilecektir.”
Yukarıda dile getirenlere itiraz eden varsa bir adım öne gelsin, yok, eğer itirazı yok ise o zaman hemen şimdi asimilasyon politikalarının tümüne karşı çıksın, karşı dursun.
Assimalasyon politikalarını savunanlar “bakın cumhurbaşkanı, bakan, milletvekili, doktor, polis, asker vb. olabiliyorsunuz, daha ne istiyorsunuz, assimalisyon bunun neresindedir” gibi veriler öne sürüyorlar.
Doğru cumhurbaşkanı olabilirsiniz ancak Özal ya da İsmet İnönü gibi o da Kürtlere karşı savaşın koordinesini yaparak Kürt olabilirsiniz.
Askerde olabilirsiniz ancak Haydar Saltuk gibi 12 Eylüllerde milyonlarca kürdü işkencelerde geçirerek.
Bakanda olabilirsiniz Hüseyin Çelik gibi en çok Kürt düşmanlığı yaparak.
Hatta CHP gibi neredeyse milliyetçi ve ırkçı bir partinin başına da getirilebilirsiniz Kılıçdaroğlu gibi ancak Aleviliğini, Kürtlüğünü ret ederek ve de CHP’nin yaptığı katliamları sahiplenerek.
Evet, Kürt olabilirsiniz ancak devletin kürdü olabilirsiniz. Kürdün kürdü olamazsınız. Kürdün kürdü olduğunuzda başınız Seyit Rızalar gibi sallanır, Şex Saitleri gibi idam sehpalarında bulursunuz kendinizi.
Asimilasyon işte bu gerçekliktir, kendi olamama gerçekliği. Ancak Kürtler artık kendileri olmak istiyor bunun için diyoruz ki tüm asimilasyon kurumlarınızı geri çekin. Başta okullarınızı geri çekin. Başta henüz yavru iken çocuklarımıza kendi dilinizi öğretmekten vazgeçin.
Dün öğretmenler günüydü bunun için özelde de küçücük Kürt çocuklarına Türkçeyi zoraki öğreterek o çocukların ruhsal sağlığın bozmada katkıları olan öğretmenler ellerini vicdanlarına vererek biraz düşünmelidir. Başka insanlara kendi dilini zoraki öğretmenin ne anlama geldiğini bir an önce düşünmelidirler.
Düşünsünler ki birileri onların çocuklarını alıyor ve başkalarının dilini zoraki öğretirlerken onun anadiliyle hakaret ediyorlar, konuşmasına izin vermeyerek henüz bir yavru iken kişilik bozukluklarına yol açıyorlar.
Evet, özelde öğretmenler bu durumu düşünmelidirler. O zaman Kürdistan’da Türkçe öğreten okulların bulunup bulunmaması gerektiğine kendileri karar versinler.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Akepe yandaş basını açısından son günlerin en önemli açıklaması: “silah bırakarak başka ülkeye gidebilirler" sözlerini söyleyen RTE’ye aittir.
Nasıl olsa toplum tamamen balık hafızalıdır, bunun için RTE ve onu takip eden tüm siyasetçi ve yandaş medyası ne derse hemen üzerine atlarlar.
“Silah bırakarak başka ülkeye gidebilirler" açıklamasının yeni bir müzakere, tartışma süreci olduğu, en önemlisi de iktidarın ne kadar da barışın peşinden koştuğunun sözleri olduğunu dillendiren dillendirene. Ve artık bunlara göre iktidar söylediğini söylemiştir yani top artık özgürlük mücadelesi verenlerin sahasına düşmüştür. Yani artık PKK bir şeyler söylemelidir, tabii en iyisi de “evet” diyerek bu işi sonlandırmalıdır. Ne de olsa artık iktidar daha doğrusu dünyanın en demagog iktidarı söyleyeceğini söylemiştir.
“Silah bırakarak başka ülkeye gidebilirler" sözleri güya yeni sözlerdir. Halbuki bu sözlerinin hiç yeni bir yanı yoktur. Tam tersine bu sözler esasta güvenlikçi politikalar diye bilinen ve özelde de 1990’larda Tansu Çiller ve Doğan Güreş’in Kürt halkına karşı yürüttükleri faşizan politikalardır. Başka bir deyimle Kürtler teslim olacaklardır, Kürtler pişman olacaklardır. Kürtler devletten özür dileyeceklerdir. Ve Kürtlere biz ne verirsek onunla yetineceklerdir. Temel mantık budur. Ve bugünde bu mantık aynen sürüyor.
Tansu Çiller ile Doğan Güreş’te “silahları bırakın ve TC devletinin adaletine teslim olun” diyorlardı.
TC devletinin yargısının ne kadar adaletli olduğunu en iyi RTE bilir. Bir şiir okumakla ne hale geldiğini bizatihi yaşayarak görmüştür. Yine yüzlerce, binlerce dürüst Müslüman kendi inançları için ne hale getirildiklerini ve bu yargının elinden neler çektikleri iyi bilirler. Yine kendi cumhurbaşkanını zehirle öldürecek kadar gözü dönmüş olan bir devlet olarakta ne kadarda hukuka bağlı olduğunu göstermiştir. Ordusunun generallerinin içeride yüzde 25, rektörleri içerde, akademisyeni içerde, hukukçusu içerde ve bunların tümü hukuku çiğnedikleri için içerde oldukları söyleniyor.
Gerçekler bu kadar çıplak olarak ortadayken Kürtler silah bırakacak ve gelip teslim olacaklardır.
O zaman RTE’nin sözlerini nasıl yorumlayacağız?
2012 yılında Kürdistan gerillası çok sert bir direniş gösterdi. Bu direniş sonucunda TC devleti özelde de Akepe iktidarı çok sıkıştır. Gerilla direnişinin yanında birde Kürtler Suriye’de kendi demokratik özerkliklerini inşa etmek için önemli başarılar elde ettiler. Tüm bunlar yaşanırken Ortadoğu’da Akepe’nin en derin stratejisinin derin stratejisi iflas ederek “komşularla sıfır sorun politikası”ndan “herkesle tam sorun politikası” yaşandı. Başka bir deyimle Akepe’nin tüm planları alt üst olduğu gibi uluslar arası güçlerinin neme nem bir taşeronu olduğu açığa çıktı. Buna birde zindan direnişleri de eklenince tamamen sıkışmış, daralmış, işlevsiz hale getirilmiş bir iktidar gerçekliği ortaya çıkmıştır.
İşte “silah bırakarak başka ülkeye gidebilirler" sözleri en iyi ihtimalle bu sıkışıklığı aşmanın bir çıkışıdır.
Ancak bizce bu ihtimal çok düşük bir ihtimaldir. Asıl olan ortamı yumuşatma yerine kış şartlarının da giderek kendisini hissettirmesinden dolayı yeniden savaşçı politikalara sarılmadır.
Boşuna derin devletin en derin kişisi olan Beşir Atalay:
“Silah bırakmayı hedeflemeyen bir görüşme bundan sonra verim getirmez”
“Bunların bir kısmı başka ülkelere gidebilir.”
“Esasen bu konuda bizim başlattığımız çalışmalar vardı. Şu an mevzuatımızın içinde var. ‘Eve Dönüş’le ilgili orada hükümlerimiz var. Bizzat teröre karışmamış olanların eve dönüşüyle ilgili. Bunun dışında kalanlar veya terör örgütünün ön planındaki kişilerin geleceğiyle ilgili bugüne kadar değişik değerlendirmeler” dir.
Yukarıda söylenenlerden çıkarılacak tek bir sonuç vardır, o da “ya teslim olurlar ya da savaş kliği güvenlikçi politikalarımızı sürdürürüz”dür. Başkada “silah bırakarak başka ülkeye gidebilirler" sözlerinden çıkarılacak bir sonuç yoktur.
K. NUDA
- Ayrıntılar
Celal Başkale yoldaşla özgürlük saflarında yoldaşlık yapmış olmak gerçekten de sadece ve sadece insanı onure eder.
Celal yoldaşı ilk kez 1996 yılında Başkale zozanlarında tanımıştım. O yıllarda bizler Botan güçleriyken onlar ise Zagros güçleriydi. 1997 yılında yine bir araya gelmiştik. Bu kez örgüt Hakkari güçleriyle Başkale güçlerinin birleşmesini ve de Başkale gücünün Hakkari gücüne dahil olmasına ilişkin karar almıştı. Alınan bu karar doğrultusunda güçlerimiz bir araya gelmiş ve adım adım birleşmişlerdi.
Başkale ve Hakkari zozanları deyip geçmemek gerekir. Ferit Üdge’nin “O” kitabında tarif edildiği kadar güzeldir Başkale ve Hakkari zozanları. Sözün tam manasıyla uçsuz bucaksızdır.
Her çeşit ot’un yetiştiği, insanı her zaman şaşırtan buz gibi suları, yürürken hiç incitmeyen arazi yapısıyla tam bir coğrafik cennettir. Herkes Kürdistan’ı sert coğrafyasıyla tanır. Hele hele Hakkari ve Van derken bu daha da böyle kabul görür. Ancak Hakkari’nin Zap suyunun kuzeye düşen coğrafik alanI, Berçelan’dan Kırnasa’ya, oradan Berareş Bandırbeg’e derken tam kuzeyinde heybetli duran Spireziyle yükseklerde seyreden bir alan olduğu kesindir, ancak bir o kadar da yürümeye, gerilla yürüyüşüne de elverişlidir. Çiya Reş’te havanın açık olduğu zamanlarda Kürdistan’ın en yüksek dağı olan Ararat’ı yani Glidağı görebilirsiniz.
Dediğimiz gibi bu coğrafyanın bol suları vardır. Adeta gecenin en geç saatlerinde bile, bu çeşme şu çeşme derdini yaşamasınız, çünkü her yerde su kaynakları mevcuttur. Yine araziyi şaşırmış iseniz bile yanınızda sadece kuru ekmeğiniz bile olsa çeşitli yenilecek otlarıyla sizi besleyecek bir coğrafyadır buralar.
İnsanları ağırlıklı hayvancılıkla geçinir. Ziraat sınırlıdır. Kaçakçılık herkesin yaptığı iş’tir. Esrar ekimi de buraların en fazla rağbet gören iş’idir. Yöre insanı bu işe “kırkır” diyor. TC devleti buraları şöyle ya da böyle kendisine muhtaç etmek için ciddi yatırım yapmadığı için buranın insanı da geçimini sağlamak için en tehlikeli işlere girişmekten geri durmaz, istese de duramaz.
Celal yoldaşla işte böyle güzel ve insanı efsunlayan ve büyüleyen bir coğrafyada tanışmıştım. Ve o yıllardan sonra da şöyle ya da böyle o kuzey eyaletlerine gidene kadar da hep yakın durduk. Yer yer aynı alanlarda, aynı güçlerde birlikte kaldık.
Hakkari zozanların cephe komutanı o zaman tüm yoldaşların yüreğinde yer alan ve asla unutulmayacak olan Rojhat Bluzeri yoldaştı. Yardımcısı ise gerillamızın en seçkin ve en efsanevi komutanlarından olan Mehmet Guyi yoldaştı. Yine Başkale gücümüzün unutulmaz komutanı, yoldaşların en mütevazisi ve de en yoldaş canlısı Eşref Nodiz yoldaş.
Celal Başkale yoldaş o yıllarda yeni görev almıştı. Manga komutan yardımcısıydı. Ancak herkesin yanında görmek istediği, yanına almak istediği bir kişilikti. Henüz 22 ya da 23 yaşlarındaydı. Ahmet Arif’in deyimiyle bir filintaydı.
O yıllara göre yeni sayılırdı. Ancak pratik çalışmalara katılımı, fedakârca duruşunun yanı sıra yoldaşlara karşı gösterdiği ilgi ve saygı onu birçok yoldaştan farklı kılıyordu. Bir kere o yıllarda Celal yoldaş bir çalışmaya el atmış ise kimsenin bir daha o çalışmanın nasıl yürütüldüğüne ilişkin soru sormasına gerek kalmıyordu. Herkes bilirdi ki bir çalışmanın içerisinde Celal arkadaş varsa o çalışma kesinlikle başarıyla yerine getirilmiştir. Herkeste Celal yoldaş böyle bir intiba bırakmıştı.
Yine Celal yoldaşın kabul görmesinin ve de sevilmesinin başka bir nedeni ise güleçliği, insan canlısı oluşuydu. İnsan onunla hep alıp vermek isterdi. Öyle çok konuşkan değildi ancak soğuk hiç değildi. Gözlerinin parlayan ferleri her zaman yoldaşları tarafında özenle ele alınmışlardır.
Evet, Celal yoldaş bir müddet Hakkari zozanlarda en aktif pratiğin içerisinde oldu. Daha sonra ise bir aralar Özalp ve Kelareş hattında kalmıştı. Daha sonrası biliniyor geri çekilme süreçleri yaşandı.
Geri çekilme sürecinde onu bu kez Xınere’de görmüştüm. Başkale bölüğü olarak geri çekilmişlerdi. Yine daha sonra bir ara Kandil’de birlikte kalacaktık. Ve sonrada 2005 yılında Nucan Dirlik yoldaşın gurubuyla birlikte Dersim yolculuğuna çıkacaktı. Beşiri’de Nucan ve 5 yoldaşı şehitler kervanına katılırken Celal yoldaş bu çatışmalarda çatışarak bir gurup yoldaşıyla kurtulmuş ve Dersim yürüyüşünü devam ettirmiştir.
Celal Başkale yoldaş Dersim’de ağırlıklı olarak en zor alanlar olarak bilinen açılım sahalarında kalmıştır. Karadeniz ve Koçgiri alanları onun esas kaldıkları alanlar olmuştur.
Şunu peşinen belirtelim; son yılların düşmana şok etki yapan birçok eyleme imzasını atan Celal Başkale olmuştur. Karadeniz ve Koçgiri hattında o istediği anda, istediği yerde, eylem ortaya koyan bir kişiliktir. Öyle ki yer yer 20 saat üst üste yürüse de, coğrafyayı ve oranın halkının tanımasa da bir yolunu bulup eylem ortaya koyan bir militandır. Öyle ki iklimsel şartlar elverişsiz olsa bile o Tokat, Amasya, Sinop, Samsun özcesi istediği yerde örgütün istediği zamanda eylem ortaya koyan bir gerillasıdır. Kürdistan’da gerillaya, halka ya da Kürt halk önderliğine karşı bir saldırı gerçekleşmişse bu saldırılara ilk cevap verenlerden bir tanesi her zaman Celal Başkale olmuştur.
Eylemci denilecekse önce bu sıfat Celal Başkale yoldaşa verilmelidir. Gerilla denilecekse önce bu sıfat Celal Başkale yoldaşa verilmelidir. Ve irade, dayanırlık denilecekse bu vasıflar yine Celal yoldaşa yakıştırılmalıdır. Ve tabii inisiyatif, iddia ve hareketlilik ile hız denilecek ise bu vasıflar yine ona verilmelidir.
Celal Başkale’yle kalanlar bilirler ki 190’a yakın boyu ve çok güçlü fiziki yapısıyla o bir dağ gibidir. Sadece fiziki böyle dağ gibi değildir. Onun iradesi adeta çeliktendir. Bükülmez. Büküldüğü an onun zaten düştüğü yani kırıldığı andır. Bunun içindir ki o yıllarca en sert irade gerektiren alanlarda sorumlu düzeyde çalışmalarda bulunmuştur. Onun yanındaki yoldaşlar bu tempoya, bu ağırlığa, bu zorluklara dayanamadıkları için yerlerini değiştirmelerini hep istemelerine rağmen o adeta açılım sahalarının sigortası olarak her zaman en ağır ve imkansızların yaratıcı militanı olmuştur.
Teke tek dövüşte zaten asla yenilmeyecek olan bir kişiliktir. Ancak o sadece teke tek dövüşte değil aynı zamanda on binlerce düşman gücü içerisinde adeta yıllarca dönüp dolaşıp yılanın kuyruğunu ısırır gibi düşmanı perişan etmiştir. Çaresiz kılmıştır. İşlevsiz kıldığı gibi çıldırtmıştır.
Özgürlük saflarında düşman listelerinin ön sıralarında olan yoldaşlarımız hep olmuştur. Ancak son yıllarda TC faşist devletinin imha etmek için en çok Celal Başkale yoldaşla uğraştığını açıkça belirtmek gerekiyor. Düşmanın üzerinde en fazla beyin patlattığı, üzerinde katletmek için uğraştığı PKK militanı kesinlikle Celal Başkale olmuştur. Çünkü Celal Başkale bir yerde bulunuyorsa orada kesinlikle eylem vardır. Orada kesinlikle düşmandan intikam almak vardır. Ve orada hiç kimsenin ulaşamadığı sahalara ulaşarak ortaya eylem çıkarma vardır.
Celal Başkale ile kalan biri olarak onu düşündüğümde her zaman Fransızların meşhur öyküsü olan Asterix ve Obelix aklıma gelir. Ve bu öyküde gücüyle Romalara karşı kafa tutan Obelix gelir. İşte Celal yoldaşı bir tarihi kişiliğe benzetecek ise kesinlikle bunlardan bir tanesi Obelix olacaktır.
Yine Kürtlerin ve Farsların tarihlerinde Rüstem’e Zal vardır. Gerçektende Celal bir Rüstem’e Zal’dır. Boyuyla bir Rüstem’e Zal’dır. Gücü ile bir Rüstem Zal’dır. İradesiyle bir Rüstem’e Zal’dır. İddiası ve Cesaretiyle bir Rüstem’e Zal’dır. Savaştaki ustalığıyla bir Rüstem’e Zal’dır.
Evet, Celal Başkale yeniçağın Kürt Rüstem’e Zal’ıdır dememiz kesinlikle abartı olmayacaktır. Onunla kalanlar, onunla yaşayanlar, onunla yoldaşlık yapanlar, yanlarında her zaman bir dağ kadar güçlü ve heybetli kişinin bulunduğunu ruhlarında, duygularında kesinlikle hisseder ve bunu yaşarlardı.
Evet, Celal Başkale yoldaş yeni tarihimizin Rüstem’e Zal’ı olmuştur. Onu mutlaka özelde onunla Dersim’i görkemli dağlarında gerillacılık yapanlar daha genişçe yazacaklardır.
Celal Başkale yoldaşın bu savaşçılığın yanı sıra birde kişilik olarak oldukça güleç yüzlülüğü vardı. Yüzünde asla ama asla eksilmeyen o gülüşler o sıcak tebessümler her zaman yoldaşlarının yüreklerinde yerini koruyacaktır.
Celal Başkale birde alçakgönüllü ve sevecenliğiyle de anılacaktır. Öyle ki neredeyse bir insanın kalbini kırmayan Celal yoldaş sözün tam manasıyla bir yoldaş sevdalısıydı.
Celal Başkale yoldaş bir de mücadeleye olan bağlılığıyla anılacaktır. Onun kadar mücadele içerisinde herhalde zorluklarla karşılaşan az militan olmasına rağmen o her zaman en güçlü moral temsilcisi olmasını bilmiş, bu onun büyük devrimci ve yurtsever değerlere olan bağlılığıyla alakalıdır.
Onun fedakarlığında söz etmenin bile anlamı yoktur. O nerede bir yardım isteniyorsa orada her zaman hazırdır. Ondan istenmeyen durumlardan bile o yoldaşlarına en fazla el uzatan ve yardımlarını esirgemeyen militandır.
Devasa cüssesiyle bilinen Celal Başkale yoldaş bir de nezaketini anlatmamız gerekir. İnsanlarla ilişkilenirken kırmamak için adeta renk atan, kızaran, utanan bir incelik abidesiydi.
Evet, Celal Başkale yoldaşı anlatırken tüm bu güzel devrimci militan özeliklerinin yanı sıra birde onun sporcu kişiliğini açmamız gerekir. Siz Celal arkadaşı voleybol oynarken görecektiniz. Hem blok yaparken hem de küte kalktığında adeta vurduğu topla yerde su çıkaran bir sertlikle vurmasını görecektiniz. İstisnasız Celal yoldaş küt vurduktan sonra arkadaşlar gitmiş topun değdiği yere bakarak arkasından hemen Celal yoldaşa takılmışlardır. Birde voleybol oynanışı sadece sertliğe ve küt vurmaya dayalı değildi. Sporunda da incelik, zarafet üst düzeydeydi. Hele onun birde genel manada güzel sporcu karakteri yok muydu görmeye değerdi.
Evet, Celal yoldaşı böyle saatlerce anlatabiliriz, güzellikleri saymakla bitiremeyiz. Gerçekten de bir İslamiyet’te dile gelen “Eşrefi Malukat”ın ta kendisiydi. Böyle güzellikler dolu olan bir militan, PKK’li ve gerillaydı.
Böyle seçkin bir militanı 9 Nisan 2012 Amasya’da düşmanla yaşanan bir çatışmada kaybetmek insanı çok fazla derinden yaralıyor. Kabul edemiyor. Gelecekte halkımız adına yapacak o kadar çalışmaya imza atacak böyle bir militanın gidişini hazmedemiyor insan…
Bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Celal yoldaş bir ara Kandil’de bir kaza yapmıştı. Takım komutanıyken bir yoldaşı kazaran onun silahında çıkan mermiyle şehit düşmüştü. Olayın soruşturması yapılmıştı. Olayın bir kaza olduğu ayrıca Celal arkadaştan kaynaklanmadığı da netleşmişti. Buna rağmen görev yapmamıştı. Ciddi zorlanmış ve adeta bunalıma girmişti. Bunun üzerine görev yapmayarak karargaha gelmişti. Karargahta kalıyordu. Ciddi zorlanmasından dolayı birçok yoldaş onunla konuşmuştu. Kendimde bir ara eskiden tanıdığım için onunla tartışmıştım. Ara da birkaç gün geçtikten sonra Celal arkadaş sabah erken görülmemişti. Öğlen olmuştu görülmemişti. Akşam olmuştu görülmemişti. Bazı yoldaşlar onun çok zorlandığını bildikleri için “kaldıramadı ve muhtemel bizden ayrıldı” demişlerdi. Kendim olup bitene zaten inanmamış ve kaçmadığını söylemiştim. Ancak bir, iki, üç, dört gün geçti. Ve günler geçmeye devam ediyordu. Bana göre o örgüt yönetimin bulunduğu yere gitmişti. Çünkü özgürlük saflarını asla terk etmeyecek bir yoldaştı. Ona kesinlikle inanıyordum. Birde onunla savaşın en sert ortamında birlikte kalmıştım. Yoldaşlığını, yurtseverliğini ve de savaşçılığını görmüştüm. Bunun için birçok yoldaşla özelde de yönetimlerle “onun gitmediğini” söylemiş olsam da zaman benim aleyhime işliyordu. Nede olsa artık arada bir haftalık zaman geçmişti. Artık sesli olarak kimseyle bu durumu tartışmasam da içimde “o gitmez” sözümden dönmemiştim. Ancak dediğim gibi zaman ben söylediklerimin tersine doğru işliyordu.
Tam artık umudumu yitirecek iken baktık bir haber geldi: “Celal Başkale arkadaş Kelareş’e gitmiş” dediler. Yani onun en iyi tanıdığı alanlara gitmiş. Nedeni ise hızla kuzeye geçerek aktif çalışmalara girerek yaşadığı durumun telafisine çalışmaktı.
Evet, Celal Başkale böyle mücadeleye köklü bağlı olan bir militandı. Bu olayı duyar duymaz onun adına çok fazla sevinmiştim. Elbette sorun doğru çıkıp çıkmama değildi, asıl sorun böyle değerli bir militanla yapılacak o kadar çok iş vardı. Asıl sevincimiz ve mutluluğumuz buydu.
Ve şimdide o aramızda ayrılmış olsa bile Rüstem’e Zal gibi bir militanı tanıdığım ve tanıştığım için son derece mutluyum.
Celal Başkale gibi bir yoldaşı özgürlük saflarında tanıdığım için mutluyum.
Celal Başkale gibi bir yoldaşla özgürlük saflarında aynı alanda, aynı şartlarda silah arkadaşlığı yaptığım için mutluyum.
Evet, Celal Başkale gibi bir yoldaşımız olduğu için PKK’liler olarak her zaman gurur duyacak ve onu her zaman hak ettiği gibi anacağız.
Şehit Mahir’lerin ve Nudaların yoldaşlığında binlerce ölümsüz şehidimizle özgürlük mücadelesini omuzlamayı en onurlu duruş olarak bilen Celal arkadaşımız bunu düşman karşısında başarılı eylem gücüne dönüştürerek hareketimizin tarihinde büyük değer yaratmayı sağlamıştır.
Evet, Celal Başkale yoldaşımız Ahmet Arif’in tarif ettiği “teke tek dövüşte yenilmediler” Kürt kahraman tipinin en ileri düzeydeki temsilcisi olarak mücadelemizde büyük bir onurla seçkin bir gerilla olarak yaşatılacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Kasım günü sat 13.00’da Şırnak ili sınırları içinde bulunan Gabar dağının Şerefiye tepesinde konumlanan işgalci TC ordusuna ait askerlere yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylemde 1 düşman askeri öldürülmüş, en az 1 düşman askeri de yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Kasım günü 02.00-03.00 saatleri arasında Hakkari’nin Yüksekova ilçesi Bezele alanında bulunan Erdewê köyü ve Basya suyu vadisine yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Kasım günü Mardin’in Sada alanında işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon gücünü takip eden gerillalarımız 27 Kasım günü saat 08.30’da düşman askerlerine yönelik bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Çokça sarf edilen bir söz vardır: “bağcıyı mı dövmek yoksa üzümü mü yemek” diye.
İnsanoğlu eğer normal ölçülere göre yaşıyor ise yani toplumsal bir varlık olarak refleks gösteriyor ise yapacağı iş üzüm yemek olacaktır. Yani bağcıyı dövmeyi hedef olarak belirlemek toplumsallığımızın dışında bir yaklaşım olmaktadır.
Sözü çok uzatmadan doğrudan meseleye girelim. CHP tamamıyla bekçiyi ve bağcıyı dövmeye dönük endekslenmiş özel bir devlet partisidir. Öyle ki toplumsal ilişkilenmeleri normalleştirecek en küçük adımları bile her zaman bloke eden gerici bir güç olmaktan bir türlü kendisini kurtaramamıştır.
CHP’nin tarihsel köklerini inmeyeceğiz sadece yıllar yılı CHP’nin; basiretsiz, çapsız ve de eskilerde bir yoldaşımızın deyimiyle kabız yani tıkanmış kişiliği olan Deniz Baykal ile ne kadar da çok zaman fuzuli harcandığını hep birlikte yaşadık. En küçük gelişmeye sert refleksler veren, sosyal demokrat olması gereken bir CHP’yi ne kadar MHP’ye yaklaştırdığını ya da yakınlaştırdığını da hep birlikte görmüştük. Adeta bir NSDAP’ye dönüşen CHP bunun için uluslar arası zeminlerde artık sosyal demokrat görülmek yerine milliyetçi hatta ırkçı bir parti olarak algılanmaya başlanmıştı.
Ancak o dönemlerde CHP’nin belki de en negatif durumu sorunlara çözüm üretmekten ziyade sorunları derinleştiren, sorunların çoğalmasına ve büyümesine yol açan ve tahrik eden bir unsur olmasıydı.
CHP el değiştirdi, kimine göre artık bu gerilim siyasetini terk edecekti. Ne de olsa başına hem alevi hem Kürt hem de Dersimli birisi getirilmişti. En azından alevi, Kürt ve Dersim sorununa bir pozitif yaklaşım sergileyecekleri beklendi.
Ne var ki ilginç bir şekilde Dersim katliamı için “eğer literatürde böyle bir özür dileme varsa özür diliyorum” diyen Akepe oldu. Hem de Sünni, muhafazakar dindar ve hem de tekçi bir zihniyete sahip olan bir Akepe’nin başındaki şahıs.
En son Hüseyin Aygün’ün 1930’larda Dersim’de halkın doğal lideri olarak öne çıkan, 7 arkadaşı ile birlikte asılan, üstelikte o dönem TC devlet ile görüşerek sorunu bitirmeye dönük gittiği Erzincan yolunda güya “yakalanarak” daha sonra idam edilen Seyit Rıza’nın itibarının geri iadesine dönük bir öneri sunmuş. Bu öneri CHP’den geçse meclise gelecek. Mecliste ise büyük bir ihtimalle yaşanan gergin ortamın yumuşatılmasını için kabul edilecek ve belki de Kürtlerle TC devletinin yaşadığı sorunlar biraz da olsa gerilim dozajını düşürecek.
Ama CHP toplantısında bu önerinin ret edildiğini öğreniyoruz. Sadece ret edildiğini öğrenmiyoruz aynı zamanda birçok CHP’linin ekranların başına geçerek bu alınan utanılası kararı savundukları ve hatta çok pişkince “CHP yani partiyi de düşünmemiz” gerekir diye tarihte olup biten faşizan uygulamaları harfiyen savunduklarını görüyoruz.
İlginçtir ancak CHP’nin başında yenilikçilik, sorunların çözümü için projeler üreteceğini söyleyerek gelen bir alevi, bir Kürt ve bir Dersim’li var iken bunlar olup bitiyor.
Başka bir durum ise Kürtçe’nin anadilde eğitim dili olmasına dönük CHP’nin gösterdiği yaklaşımdır. CHP’nin başındaki kişi “bunun çok erken olduğunu, alt yapı hazırlıklarının eksik olduğunu” gerekçe göstererek karşı çıkıyor.
Tekçi bir parti olan Akepe oy kapmak içinde olsa en azında 2023 vizyon kitapçığına bu yolu açmış gibi yapmışken sözde sosyal demokrat, sözde yenilikçi ve sözde “bu sorunun çözülmesi için herkes elini taşın altına koysun” diyen bir CHP bunu bile yapmıyor. Bunun çok çok gerisinde tamamen bir nasyonalist çizginin dışına bile çıkmıyor.
Sözü çok uzatmadan artık özelde aleviler ancak genel olarakta Kürtler ve tabii ki Dersimliler bu CHP’yi görmeleri gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun sadece ve sadece bir kılıç artığı olduğunu artık görerek CHP’yi Dersim’de çıkarmaları gerekiyor. Artık CHP Dersim’e girmemelidir.
Hatırlayan bilir hem de geçen yıl sözde alevi, sözde Kürt ve sözde Dersimli olan bir Kamber Genç kendilerinin öz be öz Türk olduklarını söylemişti.
Şimdi işte bu öz be öz Türkler egemen Türklerin işini yapmaya devam ediyorlar; ancak bu kez bir alevi olarak, bu kez bir Kürt olarak, bu kez bir Dersimli olarak bu kirli siyaseti uyguluyorlar.
Artık bu durumun görülmesi ve bu yeni faşizan Kemalist yaklaşımlara karşı tüm Alevilerin, tüm Kürtlerin ve de tüm Dersimlilerin ortak cephe alması gerektiği açıktır.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
PKK resmen kuruluşunun otuz beşinci yılına giriyor. Beş yıl da öncesindeki Önderliksel doğuş süreci var. Bu boyutuyla da Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin kırkıncı yılı yaşanıyor. PKK’nin otuz dördüncü kuruluş yıldönümü her alanda coşkuyla kutlanıyor. Kutlamalara yaşanan topyekûn direniş seferberliği damgasını vuruyor. Önderlik direniyor, halk direniyor, tutsaklar direniyor, demokratik siyaset direniyor, gerilla direniyor. “Önder Abdullah Öcalan’a Özgürlük ve Kürdistan’a Statü” direnişinin otuz beşinci parti yılında da seferberlik düzeyinde devam edeceği anlaşılıyor.
PKK’nin otuz dördüncü yıl direnişinin en ilgi çeken yönünün Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın duruşu olduğunu şimdi herkes daha iyi anlıyor. Gerektiğinde geri çekilip adeta kendini kaybettirmek, siyasal mücadelede pek sık görülen bir tarz olmuyor. Bir daha geri dönmeme riskini içinde taşıyor çünkü. Önder Abdullah Öcalan otuz dördüncü yılda işte böyle çok riskli bir siyasal mücadele tarzını uygulamış bulunuyor. Sonuçta kazananın Kürt Halk Önderi olduğunu şimdi herkes kabul ediyor. Otuz dördüncü yılın riskli mücadelesini Önder Abdullah Öcalan kazanmış bulunuyor.
PKK’nin otuz dördüncü yıl mücadelesine gerilla direnişinin damga vurmuş olduğunu herkes açıkça görüyor. Birçok çevrenin aksini düşünmesine ve “Silahlı mücadele dönemi geçti” demesine rağmen, 2012 yılındaki gerilla direnişinin PKK’yi Kürdistan ve Ortadoğu’nun en etkili siyasal aktörü haline getirdiğini şimdi herkes kabul ediyor. Tabi bu sonuç kolay ve bedelsiz elde edilmemiştir. Tüm bu özgürlükçü kazanımların yaratıcısı sayıları yüzleri bulan kahraman şehitlerdir. Kürdistan Özgürlük Hareketi ve halkı en büyük ve zorlu mücadele yıllarından birini yaşamıştır.
PKK’nin otuz dördüncü yıldönümüne damgasını vuran ise zindanlardaki özgürlük tutsaklarının yeni bir ideolojik zafer kazanan açlık grevi direnişleri ve bu direnişlerde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın oynadığı rol olmaktadır. Şimdi herkes bu büyük sonucu ve ortaya çıkan yeni durumu tartışmakta ve anlamaya çalışmaktadır.
AKP faşizmi tarafından zindanlara doldurulmuş olan Kürt tutsakların 12 Eylül günü başlatıp atmış sekiz gün sürdürdükleri açlık grevi direnişi, kelimenin tam anlamıyla mevcut gidişata etkili bir müdahale olmuştur. Arkasına gerilla ve halk direnişinin yarattığı büyük birikimi alan son zindan direnişi, AKP faşizminin maskesini iyice düşürerek Kürt halkının özgürlük taleplerini dost-düşman herkese duyurmuştur. Son derece haklı ve meşru zeminde geliştiği için de, bir avuç faşist-soykırımcı dışında hiç kimse tarafından reddedilememiştir.
1980’den beri PKK’li tutsakların geliştirdiği üçüncü büyük zindan direniş dalgası olan bu son direniş de, önceki ikisi gibi tam bir zafer kazanmıştır. “Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ve Kürdistan’ın Özgürlüğü için son nefese kadar direneceği” bir kez daha herkese gösterilmiştir. Kürt direnişinin temel karakteri olan bu irade ve kararlılığın ortaya konabilmesi, zindan direnişinin büyük zaferini ifade etmektedir. Bu temelde “Önder Abdullah Öcalan’ın ve Kürdistan’ın Özgürlüğü” artık garantiye bağlanmış olmaktadır. Gerisi kazanılmış ideolojik zafer temelinde gereken siyasal ve askeri başarıları elde etmek olacaktır.
Zindanlardaki açlık grevi direnişinin sona erdirilmesinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın oynadığı rol, herkes için çok önemli bir siyaset dersi olması yanında, Kürt halkının özgürlük iradesinin ortaya konulması bakımından da çok büyük bir anlam ifade etmiştir. Kürt halkının ondört yıldır söylediği “Barışın elçisi İmralı’da” sözünün boş olmadığı bir kez daha görülmüştür. PKK ve Önder Apo üzerine psikolojik savaş güçleri tarafından geliştirilen bütün spekülasyonlar boşa çıkmıştır. Önder Abdullah Öcalan, PKK ve halk olarak Kürt tarafının tam bir birlik ve bütünlük içinde olduğu herkese gösterilmiştir.
Artık hiç kimse Kürtlerin birliği üzerine spekülasyon yapamaz. “Kürtler ne istiyor belli değil”, “Muhatap belli değil” vesaire diyemez. Bu anlamda Kürt tarafı bir kez daha süreci netleştirmiş, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünün imkânlarını yaratmıştır. Ama bunun Türkiye tarafından ne kadar değerlendirileceği pek belli değildir. AKP yönetimi “Silahı bırakıp üçüncü ülkelere gitsinler” gibi bildik ve anlamsız sözleri tekrarlamaktan öteye gidememektedir. Hükümet dışı bir demokratik iradenin sürece el koyması gibi bir gelişmede pek ortada gözükmemektedir.
Dolaysıyla PKK’nin otuz beşinci yılının da çok yönlü ve kapsamlı bir mücadele yılı olacağı daha şimdiden anlaşılmaktadır. Bu nedenle hiç kimse yanlış hesap yapmamalıdır. Özellikle Kürtler psikolojik savaşın yalanlarına aldanmamalı, mücadeleci konumdan geriye asla düşmemelidir. Hatta topyekûn direnişi seferberlik düzeyinde yürütülen bir mücadele haline getirmeyi bilmelidir.
Otuz beşinci PKK yılı, içinde ciddi çözüm imkânları taşımakla birlikte, büyük tehlikeleri de taşımaktadır. Bu tehlike özellikle Türkiye açısından ciddidir. Suriye savaşının derinleşme ve yayılma olasılığı gittikçe güçlenmektedir. Son İsrail-Filistin çatışması bunu göstermektedir. Irak’taki gerginlik buna bağlı gelişmektedir. Eğer Suriye’ye dış müdahale olur ve savaş derinleşirse, bunun Irak, İran ve Türkiye’yi içine alan bir bölgesel savaş haline geleceği tartışmasızdır. Kuşkusuz böyle bir savaşın merkezinde de Kürdistan yer alacaktır.
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Birincisi, savaş herkesi yakacak. İkincisi, Kürt sorunuyla herkes daha fazla oynayacak. Peki böyle bir durumda Kürt sorununu çözememiş, Kürtlerle savaşan Türkiye ne yapacak? Belliki başta yönetenler olmak üzere Türkiye’de yaşayan herkesin aklını başına toplaması lazım. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi, “Sıra bize de gelecek” diye bağırmanın hiçbir faydası olmaz. Elbette değişmeyen, statükocu, diktatöryal güçlere tek tek sıra gelecek ve hepsi de devrilecek.
Durum Kürtler açısından da pek parlak değil. Kürdistan’ın Kuzey ve Batı parçasında savaş var. Güney parçasında da eli kulağında. Doğu Kürdistan zaten ince bir çizgide duruyor. Yani dört parça da savaş içinde. Hiçbir parça sorunu çözememiş ve gelecek güvencesine sahip değil. Peki bir bölgesel savaşta bu Kürt duruşu ne kadar etkili olabilir? Fazla etkili olamayacağı, hatta tehlikeleri bile bertaraf edemeyeceği açık. Bazı gelişmeler olsa da, parçalarda ve genelde “Kürt demokratik birliği” yaratılabilmiş değil. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK, Kürdistan Ulusal Kongresinin toplanması için o kadar çaba harcadı. Hepsi de işte bugünleri güçlü karşılamak içindi. Fakat başta Güney Kürdistan Yönetimi olmak üzere bazı çevreler bunu engelledi. Şimdi herkesin bunu görüp engelleri aşar konuma gelmesi gerekiyor.
Halâ zaman tamamen bitmiş değil. Kürdistan Ulusal Kongresi toplanabilir. Kürdistan için ortak bir strateji, her parçaya göre bir tutum belirlenebilir. Kürt silahlı güçlerinin tümü ortak bir komutanlıkta birleştirilebilir. Böylece yaratılan Kürt birliği, Kürtleri sürece güçlü ve etkin katılır hale getirir. Bu da her cephede başarılı olmanın önünü açar ve sonuç yaratır.
Otuz beşinci PKK yılına böyle yaklaşılırsa başarılı olunur ve tehlikeler aşılır. Yoksa tehlike büyük ve ciddidir. Tüm Kürt güçlerini bu bilinçle sürece olumlu yaklaşmaya davet ediyor, özgürlük mücadelesi şehitlerimizin anılarının otuz beşinci yılın tarihi zaferinde yaşanmasını diliyorum!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
26 Kasım günü saat 20.45’te Amed-Hani yolu üzerinde askeri bir konvoya yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. 3 Dağgeyiği araca yönelik gerçekleştirilen eylemde 1 dağgeyiği tipi araç imha edilmiş, eylemdeki ölü ve yaralı asker sayısı ise tespit edilememiştir.
- Ayrıntılar