Geçenlerde ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey Kürt özgürlük hareketine karşı yapılmak istedikleri planları anlatırken ” Orası Erdoğan’ın ülkesi… “ diye söze başlamıştı.
Batılar içerisinde herhalde en pragmatist olanlar Amerikalılardır. Belki bu pragmatizm Amerika’nın oluşumuyla bağlantılı bir şeydir. Zamanında Avrupa’da varlıklı ailelerin topraklarını oğulları arasında böle böle bir şey kalmayacağını anladıklarında en iyi yol olarak tüm topraklarının evin en büyük oğluna bırakılmasında bulmuşlardı. Bu durumda varlıklı ailelerden gelipte hiç bir şeyleri neredeyse olmayanların gidecekleri bir yerleri yoktu. Yine o yıllarda gelişen birçok radikal harekete karşı Avrupa monarşilerinin sert yönelimleri de yaşanmaktaydı. Hele birde işsiz olanlar, ortada kalanlarda az değildi. Ve tabii birde maceraperestler de vardı. Dünyayı gezmek isteyenler, yeni kıtaları ve yeni sahaları keşfetmek isteyenler. İşte tamda böyle bir süreç ve ortamda Amerika’ya gidişler vardı. Yeni bir koloni vardı. İngilizler hakim olmuşlardı. Bu yeni koloniye yukarıda dile getirdiğimiz tüm kesimler ağırlıklı olarak gönüllü gitseler de sürülenler de az değildiler.
Sonuç itibariyle Amerika’ya gidenlerin birçoğu “aç gözlüydü.” Doyuma ulaşmamışlardı. Aşağılanmışlardı. İtilmiş ve kakılmışlardı. Bu ise esasta yeni bir yaşam kurarlarken büyük bir hırsla yönelmelere götürdüğü gibi müthiş enerjiler açığa çıkarıyordu. İşte bu açığa çıkan enerjiyi buraya gidenler gidiş şartlarından kaynaklı pragmatizme yani kendi çıkarlarını iyi kollayan, gözeten bir yaşam biçimine götürdü. Bu onların dillerine de yansıdı. Pragmatist olanlar çokta özenli olamazlar. Çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre bir dil ve davranış içerisinde olurlar. Örneğin Obama’nin Erdoğan ile konuşurken elinde Baseball sopasının bulunması bu doğrudan yaklaşımla olan bir yaklaşımdır.
Evet, Amerikalılar tüm batılılarda en pragmatist olanlardır. Bunun için söyleyeceklerini çoğu zaman süsleyemezler. Doğrudan girerler. Ve tabii birde pragmatizmlerinden dolayı olmalıdır ki bugün dünyanın en hegemonik gücüdürler. Bu ise ayrıca bu özensizliğe bir kabalık eklemektedir.
Ancak bu özensizliğin birde avantajlı yönü vardır. Birey Amerikalıları iyi izlerse, iyi dinlerse, iyi takip ederse ne demek istediklerini iyi anlar. İngilizlerin o centilmenlik siyaseti altındaki hilelerini anlamak gerçekten çok zordur. Size gülerlerken bakmışsınız kuyunuzu kazıyorlardır. Yine Fransız nezaketi deyip geçmeyin, nezaketlidirler ancak çıkarlarını korumak için yılanın zehrinden daha tehlikeli olan zehirlerini size karşı kullanmakta çekinmezler. Almanlarda böyledir. İtalyanlarda. Ve tabii dünyanın başka emperyal ve sömürgeci güçleri de böyledir. Saman altında su yürütme diye tabir ettikleri siyasetleri ezilen halkları ya da aslında tüm insanlığı hep kandırmaya götürebilecek düzeydedir.
Ancak Amerikalılar öyle değildir. Amerikalılar daha dobradır. Daha kestirmecidirler. Bunun için bir Bush Irak saldırısında Yeni Haçlı Seferi diye bilmiştir. Çünkü ABD’nin bölgeye müdahalesi gerçekten de yeni bir Haçlı Seferiydi. Halbuki bu Haçlı Seferini en çok isteyenler İngilizler ve Fransızlar olmasına rağmen sanki havalarında değilmiş gibi birçok yaklaşım sergilemişlerdi.
İşte en son olarak ABD genelkurmay başkanı olan Dempsey” Orası Erdoğan’ın ülkesi…” derken gerçekten de Türkiye’yi Erdoğan’ın ülkesi gördükleri için bu cümleyi sarf etmiştir. Yani söylediklerinde hile ve hurda yoktur. Ne düşünüyorsa harbiyen söylemiştir.
Dünyanın en süper gücü olan ABD’nin genelkurmay başkanı bunu söylüyorsa Türkiye’nin tümü bu durumu iyi düşünmelidir. Türkiye gerçekten de artık Erdoğan’ın ülkesi olmaya doğru hızla ilerliyor.
Düşünebiliyor musunuz Türkiye’de Erdoğan’ın onayı olmadan artık bir şeyler yapılabilsin. Türkiye tümden Erdoğan’ın kafasındaki proje neyse ona göre şekil almaya doğru gidiyor. Neredeyse yaşamın en kritik kararları Erdoğan’ın iki dudak arasında çıkan sözlere endekslenmiştir.
Şimdi sormak gerekir dünyanın en büyük diktatörü olarak bilinen Adolf Hitler bu kadar yetkiye ve etkiye sahip miydi? Yani Almanya’nın tümü Adolf Hitler’in kafasındaki projelere göre mi gidiyordu? Sanki tam öyle değildi. Öyle olmadığı için ancak Hitler dediklerinin yerine getirilmesi için binlerce insanı katletmişti.
Erdoğan ise Hitler’den çok daha fazla yetkilerle donatılmıştır. Neredeyse hem hakim, hem savcı hem de infazcıdır. Yani tam bir diktatördür. Total diktatör mü diyelim?
Evet, “Orası Erdoğan’ın ülkesi” olmaya gerçekten de hızla adımlarla ilerlemeye doğru gidiyor. Korkarız bu gidişe hızla dur denilmezse yarın Almanların başına gelenler tüm Türkiye’nin başına gelecektir.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
31 Ekim günü Şırnak’ı Uludere ilçesine bağlı Vacip Tepesi, Çete Tepesi ile Roboski köyü üçgeninde YJA Star gerillalarımız tarafından bir yol kontrolü gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Ekim günü saat 12.00’da Hakkari’nin Yüksekova ilçe merkezinde işgalci TC ordusuna ait askeri bir araca yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. 1 akrep tipi zırhlı aracın ağır darbe aldığı eylemdeki ölü ve yaralı asker sayısı tespit edilememiştir.
- Ayrıntılar
Herhalde devrimciliği tarif etmek gerekirse en iyi tarif onları “ölümle dans eden, ölüme kafa tutan, kelle koltukta yürüyenler” diye tanımlamak ya da tarif etmek yanlış olmayacaktır.
Dünyanın her yerinde adaletsizliğe, eşitsizliğe, baskıya, sömürüye kafa tutanların bir özelliğidir devrimcilik. Devrimciliği eskiyi, var olanı, verili olanı aşarak yerine köklü değişiklik getirmek olarak ele alacak olur isek o zaman neden dünyanın her yerinde devrimciliğin gerçekten de ölümle dans etmek olduğunu anlayabiliriz.
İçerisine doğduğumuz dünya toplumsallıktan kopan daha doğrusu sapan bir dünyadır. Öyle bazıların söylediği gibi “insan insanın kurdudur” sözü hikayedir. Belki de bir şeylerin hem de çok kötü şeylerin üstünü örtmek için kullanılmak istenen bir söylemdir bu.
İnsanlık öyle sanıldığı gibi ilk toplumsallaşma aşamasında sonra yani kendi benliğinin ve de toplumsallığının bilincine vardıktan sonra birbirinin kurdu olmamıştır. Tersine bir arada, ortaklaşa, paylaşımcı hatta eşitlikçi ve özgürlükçü özellikleri çok daha fazla önde olmuştur. Bu durum tarihinin neredeyse şafak vaktinde insanlığın büyük buluşlar yapmasına yol açmıştır. Neolitik devrim dedikleri ve buluşları itibariyle ancak 16. yüz yılda bu duruşa yaklaşan insanlık gibi bir gelişmeye yol açan temel neden işte insanlığın yukarıda ifade edilen komünal değerleri olmuştur.
Ne zaman bu komünal değerlerden sapma yaşanmıştır sorusuna verilecek cevap; ilk iktidarlaşma yani ilk bireysel biriktirmeyle diye cevap verilebilir. Henüz devlet denilen canavar yapılanma oluşumdan önce üçlü kurnaz ittifak; şaman yani rahip, askeri şef ve tecrübe edinmiş olan erkek’in iktidara adım adım el koyarak hem insanlığın ortak kullanım için biriktirdiği değerlere el koymuş hem de komünal yaşamı örgütleyen kadın üzerinde baskı oluşturarak giderek bu köklü insanlık karşıtı sapmaya yol açmışlardır.
Peşinde geleni ise herkes bilmektedir. Devletler, diktalar, imparatorluklar, şefler derken bugünün ulus devletine kadar gelinmiştir.
Devletler, diktalar, imparatorluklar ve şeflerin ve de ulus devletlerin ortak noktaları iktidarı tek elden toplayarak toplumun çok ama çok küçük zümresi dışında tümünü baskılamalarıdır. Sömürmeleridir. Ezmeleridir. Başka bir deyimle iradelerini yok sayarak nesne haline getirmeleridir.
Özcesi insan insanın kurdu değildir. İktidar ve devlet yapıları insanın hem kurdudur hem de insanı kurt haline getirendir.
İşte tüm devrimcilerin ortak bir özelliği bu kurt haline getirilişe karşı duruşlarıdır. Sapmayı aşarak yeniden orijinal haline getirmek istemeleridir. Kimi devrimci bu durumu ileri düzeyde felsefik ve ideolojik tanımlamalara kadar götürerek gerçekten de köklü paradigmasal yaklaşımlar göstermektedir. Ancak bazıları bu düzeyde ele alamadıkları için var olanı yıktıktan sonra bu yıkılan iktidar odakları yerine bu kez kendi iktidarını kurdukları için yine eski olana rengi farklı olsa da benzeşmeleridir. Bu şekilde de iktidar ve kirli olan devlet yapısı adeta kendisini vazgeçilmez kılarak süreklileşe bilmektedir.
Ancak ideolojik ve felsefik olarak kendilerini ikna etmiş ve bu sapma durumunu bilincine çıkaran iktidar odaklarının insanlığı teslim alan temel üç yöntemine karşı çıkarak iktidar odaklarını çıldırır haline getirebilmektedir.
Birinci yöntem olarak İktidar odaklarının edindikleri bolca tecrübeden sonra en önemli yöntemleri insanı ölümle tehdit ederek teslim alma girişimleridir.
İkinci bir yöntem ise kadını erkekle erkeği de kadınla teslim almalarıdır.
Üçüncü bir yöntemleri ise özel mülkiyetle bunu yapmalarıdır. Yani insanları parayla, maddi değerlerle satın alma ya da tehdit ederek yanlarına çekmeleri ya da tarafsız hale getirerek pasifize etmeleridir.
İşte dünyanın farklı yerlerindeki devrimcilerinin kimileri iktidar güçlerinin üç silahını da elinde alarak mücadelelerine devam ederlerken kimisi iki silahını kimisi ise bir silahını almaktadırlar.
Dünyanın her yerinde iktidar odaklarına karşı devrimcilerin iktidar güçlerinin ellerinde ilk aldıkları silah “ölüm silahı”dır. İktidarlar insanlığı ölümle tehdit ederken iktidar odaklarına karşı en etkili mücadele silahı olarak ölümle dans etmek, ölümle alay etmek, kelle koltukta yollara düşmek, ölüme kafa tutmak iktidar odaklarını çıldırtmaktadırlar.
Devrimciler ölüm silahını iktidar odaklarının elinde aldıkça iktidar odaklarına yamananlar yaşamın kutsallığına, yaşamın hiçbir şeyle değiştirilemezliğine, yaşamın sadece bireylere ait olduğunu söyleyerek iktidar odaklarının yardımına koşarlar.
Halbuki iktidar odakları özelde zindanlarda tutsak aldıkları devrimcilere karşı uyguladıkları en büyük silahları ve kozları onları ölümle, özgürlüklerini kısıtlamakla, onların yaşamlarının ellerinde almakla tehdit etmeleridir.
O zaman iktidar odaklarına karşı verilecek en etkili mücadele bu silahı onların elinde almaktır. Boşuna Mazlum Doğan 21 Mart 1982 yılında faşist TC devletinin elinde kendi yaşamını sonlandırarak direniş fitilini çakmamıştır. Yine 14 Temmuz 1982 ölüm orucu direnişçilerinin “yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” diyerek faşizmi zindanlarda dize getirmemişlerdir.
Evet, iktidar güçlerini, baskıcıları, sömürücüleri, faşistleri ve faşist devlet yapılarını karşı en etkili direniş tutsak aldıkları bedenlerimiz üstünde istediklerini yapmaya fırsat vermeyerek her yerde her ortamda kelle koltukta, ölümle dans ederek direnişimizi süreklileştirmemizdir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Ekim günü Mardin’in Savur ilçesiyle Amed’in Bismil ilçesi arasındaki alanda işgalci TC ordusu tarafından düzenlenen operasyon 26 Ekim günü sonuçsuz bir şekilde geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Şehit Adil ve Şehit Nuda devrimci harekatı çerçevesinde gerillalarımız tarafından Şırnak merkeze yönelik kapsamlı bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Mangurtluk üzerine onlarca makale yazdık ancak öyle görülüyor ki faşist Türk devletinin mangurtlaştırma politikaları devam ettikçe mangurtları, mangurtlaştırılanları ve mangurtlaştıranları yazmaya devam edeceğiz.
En son Akepe borazanlığını aleni bir şekilde yapan bir isim Abdulkadir Selvi de mangurtluğa ilişkin bir yazı yazdı. Ancak ilginç olan ise mangurtluğun nasıl geliştiğini doğru yazsa da mangurtluğu tersine mangurtluğu geliştirenlerin lehine çevirerek özenle yazmaya çalışmış.
Mangurtluğu:
“Orta Asya'da yaşayan Juan Juan adlı barbar kabile tutsaklara uygularmış bu yöntemi.
Saçları kazıtılan tutsakların, saç kökleri tek tek çıkartılıp, yeni kesilen devenin boynundan kesilen deri parçası, kanlar içindeki başına sımsıkı sarılırmış.
Taze deri tutsağın başını mengene gibi sıkarken, deri iyice kurusun, başını iyice sıksın, acıdan kafasını yerlere çalmasın diye bir kütüğe bağlanır, kızgın güneşin altında bırakılırmış.
Kazınan saçlar dışarıya çıkmaya başlayınca, içe doğru döner ve uzadıkça da tutsağı çıldırtırmış. Dört beş gün sonunda çoğu tutsak ölür, sağ kalanlar ise hafızalarını yitirmiş bir şekilde, Juan-Juanların, sadık köleleri olurmuş.
Ölünceye kadar geçmişlerini bilmeyen, bilinçlerini yitirmiş, verilen emirleri yerine getiren, sorgulama gibi bir yetenekleri olmayan, 'Mangurtlar' olarak yaşarlarmış.”
Bu Akepe’nin borazanlığını yapan kişi mangurtluğun bu yanlarını yazdıktan sonra bu meseleyi Zindan direnişçilerin geliştirdikleri açlık ve ölüm oruçlarına getirerek PKK’nin zindan direnişçilerini ölüm oruçlarına yatırarak bireylerin hafızalarını silerek mangurtlaştığını yazıyor.
Bir kere zindanda ölüm orucuna yatan direnişçilerinin yaptıkları mangurtlaşmayı özenle geliştiren faşist devlete karşı olan bir açık tavırdır. Mangurtlara ve mangurtlaştıranlara karşı geliştirilen bir direniştir.
İkincisi birileri zoraki faşist TC devleti gibi insanların hafızalarını silmiyor. Dillerini yasaklamıyor. Okullara alarak beyinlerini silmiyor. Hafızalarını boşaltarak kendi hafızasını yerleştirmiyor.
Üçüncü olarak birilerinin kimliğini inkar ederek kendi kimliğini yedirmiyor.
Ve dördüncü olarakta mangurtları yaratarak kendi halkına karşı savaşır hale getirmiyor. Düşmanlaştırmıyor. Kendi iç bünyesine karşı düşmanca tavır almaya yönlendirmiyor.
Bu söylediklerimizin tümünü TC devleti yapıyor. En son olarakta daha ileri bir düzey ve dozajda da Akepe yapıyor. Hatta Akepe sadece ve sadece mangurtlaşmış Kürtleri seviyor. Mangurt olmuş Kürtleri öne veriyor. Hatta tüm diğer Kürtleri kabul etmiyor. Kabul etmediği gibi saldırıyor. Zindanlara dolduruyor. İşkencelerden geçiriyor. Polisleriyle gazlıyor. Biberliyor.
Özcesi mangurtluğu madem yeni öğrenmişsiniz o zaman biraz doğru öğrenin. Haydi, anladık Akepe’nin borazanlığını yapıyorsunuz. Ancak bu onursuz işi yaparken biraz dürüstçe yapın.
Son bir söz olarak açıkça belirtiyoruz; öncelikli olarak mangurtlaştıran tüm politikalarınızı teşhir edeceğiz. Tecrit edeceğiz. Ve bu politikalarınızın sonuç almaması için inadına direnişimizi yükselteceğiz. Yine mangurtlaştırdığınız ve içimize birer hançer olarak yerleştirmeye çalıştığınız mangurtlara karşı da halk olarak karşı duruşumuzu daha güçlü koyacağız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Ekim günü 15.00-16.00 ile 28 Ekim günü 15.00-16.00 saatleri arasında Hakkari’nin Yüksekova ilçesi Oramar karakoluna bağlı 1 askeri üsse yönelik gerillalarımız tarafından iki ayrı eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Ekim günü saat 17.45’te Amed’in Dicle ilçesine bağlı Tim tepesinde bulunan işgalci TC ordu askerlerine yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Kürdistan’daki yaşanan şiddetli savaş gerçeği ve mevcut mevsim koşulları nedeniyle Kürdistan dağlarında av faaliyetinin yasaklandığını, buna uymayanların gerekli yaptırımlara tabi tutulacağını belirtiyor,halkımızı ve kamuoyunu bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz.
- Ayrıntılar