Geçtiğimiz günlerde AP’de gerçekleşen Kürt Konferansına katılan gazeteci A. Akel; “özür”ün normları üzerine yaptığı görüş beyanı sonrasında başına gelenleri anlatarak, Kürt sorununda ve hususunda yaşanan evrimleri ve akıl tutulmalarına değinmişti.
Yine bundan yaklaşık 1 ay önce gösterime giren; “Ağlama Anne Güzel Yerdeyim” adlı belgeselde ise belirli çevrelerce, üstü kapatılmaya çalışılan bir gerçeğe farklı bir mercekten bakmaya çalışılmış, olayın üzerine örtülen “ölü toprağı”nı biraz aralama gayretine girmişti.
Tüm bunların yanında geçtiğimiz dönemde yaşananları hatırlatmaya bile gerek yok; “…daha ne istiyorsunuz?” gibi babalanmalar, “ölmeselerdi zaten tutuklanacaklardı” gibi sallamalar!
Konuya dair en son bomba ise savcıdan gelmiş; “34 kişi ölü ele geçirildi” gibi bir ibare kullanmıştı.
Oluşturulan araştırma komisyonları, yapılan ziyaretler, dökülen gözyaşlarına rağmen geçen bir yıllık süre içinde geldiğimiz yer de, en ufak bir değişim yok.
Alınan “gizlilik” kararıyla, süreci kurtarmaya çalışanlar bile isyan etti! Açıkçası buradan iş çıkmaz manasında söylemlerle, yapabileceklerinin sınırlarını da tüm kamuoyuna belirtmişlerdi.
Hazır gündemde “enfaal”in soykırım kararı olarak tanınmasının ardından, başka bir toprak parçasında ve günümüzde yaşanan bu soykırım hakkında söylenenler, yapılanlar ve insanların başına gelenler!
Hepsi tuhaf bir oyun gibi! Hatta oynayanların-oynamak istemeyenlerin dahi zorla içinde tutulduğu bu oyun…
O kadar geniş ve o kadar tutarsız ki bu oyun; ne gazeteciler duracağı yeri kestirebiliyor, ne sivil toplumları, ne de önde gelen entelektüel aydın takımı. Roboski gerçeği ve ortalıktaki görüntüler bakıldığında insanın aklına; Johan Huizinga geliyor. 1942’de Naziler tarafından rehin alınan Huizinga; “insanların tüm etkinliklerinin temelinde oyun vardır” diyor.
Huizinga; “Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme” adlı eserinde, Oyunu, özgür-kurmaca ve olağan hayatın dışında yer aldığı hissedilen ama yine de oyuncuyu tamamen özümleme yeteneğine sahip bir eylem olarak tanımlamak mümkün demektedir.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız temel noktalar ve Huizinga’nın oyun hakkındaki görüşlerini yan yana getirdiğinizde nasıl bir sonuca ulaşıyorsunuz?
En basit haliyle Kürtler üzerinde sergilenen her türlü saldırıların, efendileri tarafından bir oyunun kurmaca veya hayatın akışı içinde olağanlaştırması olmuyor mu?
Hatta bu oyunun kurallarını; toplumsal bir işleve dönüştürmek için müthiş bir çaba içinde olan egemenler, eli kanlı caniler birçok farklı kesime ve kişiye de saldırgan bir tutum içinde olmaktan çekinmiyorlar.
Bu oyunun içinde hatta merkezinde duran ise doğal olarak Erdoğan oluyor.
Erdoğan konu hakkında nerede durduğunu ve nasıl yaklaştığını daha önceki dönemlerde yaptığı açıklamalarla gayet açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Aynı Erdoğan, bugün yine ve yeni oyunların içinde bulunmakta. Roboski konusunda tüm kesimlerin getirdiği eleştirilere, reflekslere aldırmayan Erdoğan ve AKP hükümeti, olayın baş sorumlularından bir generale, üstün hizmet madalyası verdi.
Huizinga’nın söylemlerine ve yaptığı belirlemelere baktığımızda ve bunları bugünün gerçeklerine uygulamaya çalıştığımızda; her şeyin basit bir oyun kurmacası olduğuna inanmamak için hiçbir neden yok!
34 insanı hatta çoğu çocuk denilecek yaşta olanları paramparça eden bir devletin, bırakın hesap vermeyi, yapanları açıktan bu şekilde ödüllendirdiği başka bir devlet yoktur! Dünyanın hiçbir yerinde ve tarihin hiçbir döneminde böyle bir saçmalığa rastlamak mümkün değildir.
Soruna yaklaşımımızda; burası türkiye olur böyle şeyler dersek, makus bir talihin başımıza getireceklerini her halükarda kabul etmiş oluruz.
Eğer bu şekilde değil de; Erdoğan gibi ya da onun minyatürü olmaya çalışan İ. N. Şahin gibi düşünürsek yine konu oyuna geliyor. Çünkü oyun; sadece insanlara özgü bir şey değil! Unutmayalım; HAYVANLARDA OYNAR!
Egemenlerin oyunu ile halkların evlatlarının acımasızca katledildiği ve geçmişin gölgesinde kalmayacak şekilde soykırımı ifade etmenin dışında hiçbir yaklaşım, roboski konusunda aydınlanmaya ve suçluların deşifre edilmesine hizmet etmeyecektir.
Bunun olmadığı bir zaman da ve mekan da; böylesi acımasız oyunlar ortaya konulacak, hayvanların söylemleri/kurmacaları hayatın akışıymış gibi sunulacaktır. Bazılarına madalya verilecek, madalya verenlerin kendilerine bir tasma alabilmesi için böylesi bir mücadelenin yürütülmesi ise kaçınılmaz olacaktır.
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Aralık günü 18.30-19.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Avaşin alanı sınırları içinde bulunan Tabura Araba alanına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Aralık günü Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Sinaht boğazında bulunan işgalci TC ordusuna ait askerlere yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın ölü ve yaralıları tarafımızdan netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Aralık günü saat 18.30 sularında Mardin’in Nusaybin ilçesinde bulunan ve ipek yolunda yol kontrolleri gerçekleştiren Girê Hisên karakoluna yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Şehitlerimizden elinizi çekin diyoruz. Onlar bizim geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimizdir. Onlar bizi bugünlere getirenlerimizdir. Onlar kendileri için tek bir şey istemeden canlarını, inandıkları değerler uğruna ortaya koyan yegana temsilcilerimizdir.
Bunun için şehitlerimize yaklaşımız bizim en temel değerlerimizden birisine yaklaşım olduğu için bizim bir kırmızıçizgimizdir.
Evet, onlar geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimizdir. Bunun için ağzınıza lafınızı alırken şehitlerimize dönük ise bu laflarınız iyi ölçüp iyi biçim söyleyeceksiniz, aksi taktirde kim olursanız olun, ne olursanız olun faturası size ağır gelecektir.
Şehitliğin ne olduğunu az çok bilmeniz gerekir. Kendi ülke toprakları işgal altındayken, başkası tarafında zulüm görmüşken, yok sayılmışken, onca hakarete uğramışken bu duruma karşı baş koymak, karşı koymak ve direnmek için gerekirse canını vermek tek kelimeyle şehitliktir. Bunun için kutsaldır böylesine can vermeler. Çünkü birey kendisi için bir şey istemez. Kendisi için bir beklentisi yok. Kendisi için hesap kitabı yoktur. Hele birde bu kadar güç dengesizliği söz konusu iken canını dişine takarak, kelle koltukta içerisine doğduğu toplumun değerlerini korumak için canını ortaya koymak herkesçe saygı uyandıran bir eylem biçimidir. Ve bu eylemin adı şehitliktir.
Bunun için diyoruz ki şehitlerimize karşı saygılı olacaksınız. Aksi taktirde yarın başınıza bilinmeyen bir yerde bilinmeyen bir şekilde bir şey gelir ise faturası sadece ve sadece size kesilecektir.
Faşist bir devlet sadece sadizmle sınırlı kalmıyor şehitlerimize de yöneliyor. Şehitlerimizin halkımız tarafında kaldırılmasına da izin verilmiyor. Kollarının kırılması yetmiyor, gözlerinin çıkarılması yetmiyor, kulaklarının kesilmesi yetmiyor, panzerler arkasında sürüklenmeleri yetmiyor, helikopterlerde atıldıkları yetmiyor, kimyasallarla param parça edildikleri yetmiyor, bu kez kendi topraklarına gömülmeye izin verilmiyor.
Şehitlerimiz ki: “ülkelerine sevdalı, insanıyla nişanlı ve toprağa düştüğünde nikahlanan”lardır. Hiç kimse bu sevdaya, hiç kimse bu gönül vermeye, hiç kimse bu kutsanmaya gölge düşüremez.
Bu şehitlerimiz hiç mi ama hiç bir şey istemeden, tümden sadece ve sadece en büyük özveride bulunarak canlarını ortaya koyanlardır. Öyle ki canlarını ortaya koyarlarken bile “Mezar taşıma borçlu yazın” diyecek kadar da yaptıklarının bırakalım karşılığını istemeyi özeleştiride bulunanlardır. Öyle ki “keşke canımdan daha fazla verecek bir şeyim olsun” diyecek kadar davaya inadına bağlı olanlardır.
Evet, şehitlerimiz dünümüz, bugünümüz ve yarınımızdır.
Kürt halkını anlamak istiyorsanız bu halkın şehitlerine nasıl sarıldığına bakacaksınız. Bu halkı orada göreceksiniz. Ve tabii ki şehidi anlamak istiyorsanız onun bu halkın yüreğinde nasıl bir yer edindiğini görerek yaklaşacaksınız.
Bu şehitler ki başkasının toprağını işgal ederek düşmemişlerdir, bu şehitler ki canlarını verirlerken tek bir maaş dertleri olmamıştır, bu şehitler ki içlerinde zırnık bir milliyetçilik olmamıştır, bu şehitler ki inandıkları değerler uğruna hiç mi ama hiçbir istemeden canlarını vermişlerdir.
Evet, bunları iyi bileceksiniz.
Ve bir şiirde dile geldiği gibi:
“Meçhul asker
Bir heyet gidince başka bir yere
Çelenk koyar meçhul askerin anıtına
Yarın şayet
Ülkeme gelir de öyle bir heyet
Sorarsa bana
“nerde meçhul asker anıtı” diye
“beyim” derim
“beyim”,
Kıyısında her arkın
Sekisinde her caminin
Kapısı önünde
Her evin
Her kilisenin
Her mağaranın
Kayalarında her dağın
Ve ağaçlarının üzerinde her bahçenin
Kürdistan’da
Gökyüzünün altında her yerde
Her karış toprak üzerinde
Çekinme!
Eğip başını hafifçe
Koyuver çelengini.”
Bu şehitlerimizin önünde yapacağınız ancak ve ancak saygı göstererek hafiften basışınızı eğere çelenk bırakmaktır. Aksisi size çok fazla zarar verecektir.
Mehmet Guyi
- Ayrıntılar
Bugünlerde Filistin çok gündemdedir. Özelde İsrail siyonizminin yüzlerce insanı katletmesiyle gündemdeyken en son BM’de “'üye olmayan gözlemci devlet' olarak tanınması ya da kabul edilmesiyle de gündeme geldi.
1948 yılından bu yana Filistinler BM tarafından parçalandıktan sonra bugüne kadar her zaman üvey evlat muamelesi görmüşlerdir. En son alınan kararla umarız bu durum biraz hafifler.
Filistin ile Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin tarihsel ilişkilerine hiç girmek bile istemiyoruz. Bir yoldaşımızın da belirttiği gibi, İsrail faşizmine karşı Arap halklarıyla kardeşliğimizi Lübnan’da verdiğimiz şehitlerle ortaya koyduk. O yıllara öncelikli olarak FKÖ’ye genelde Filistin’e karşı olupta İsrail yanında yer alanlar bugünlerde hiç bu durumlardan söz etmiyorlar. Onlar söz etmesinler biz söyleyeceklerimizi söyleyemeye devam edeceğiz.
Dünün Filistin karşıtları bugünün Filistin dostları olmuşlardır. Mahirlerin kaçırdıkları İsrail elçiliği esasta Filistin halkına karşı gösterilen yakınlıktı. Birde unutulmamalıdır ki Türkiye sol geleneğinde gelen tüm devrimcileri öncelikli olarak Filistin’de, Filistinli devrimcilerde eğitim almışlardır.
Başka bir deyimle Filistin ya da Palastina diyenler öncelikli olarak sosyalistlerdir. İki de bir Filistin direnişini öcü gibi gösterenler ise bugün Türkiye’de iktidarda ve onların etrafında konumlamış, yuvalanmış kesimler tarafından yapılmıştır.
Ancak tarihi ironilerle doludur. Dünün Filistin düşmanları bugün Filistin dostu olmuşlar! Dünün dostları ise güya düşman gösterilmeye çalışılıyorlar! Bu kadar pervasızlık sözün tam manasıyla ahlaksızlıktan öteye bir şeyi ifade etmemelidir.
Filistin çocukları 1987 intifada’sından bu yana direniyorlar. Ne kadar Filistin çocuk katledildi acaba? Mutlaka bunun bilançosu bir gün yapılacaktır. Buna olan inancımız tamdır.
Halen hatırlıyoruz Filistinli bir çocuğun göğsünü açarak İsrail askerine “vur” demesini. Kocaman harflerle de “WHY” diye sormasını da hatırlıyoruz.
Evet, biz her zaman Filistin çocuklarının yanında olduk. Çünkü onlar küçücük bedenleriyle, ellerinde taşlarla, ellerinde sapanlarla, ellerinde çatallarla, yer yer de ellerinde araba tekeri yakmak için çakmaklarla, Molotoflarla, yüzleri poşulu, çoğu zamanda Arafat’ın o meşhur kefiyesiyle yüzleri örtülü haldeyken gördük. Her zaman onlarla biraz gururlandık. Onurlandık. Başkalarının yapamadıklarını adeta Hz. İsa gibi tüm kesimlerin günahlarını omuzlarına sırtlayarak Golgatha tepesine çıkarak çarmıha gerilmesi gibi yapmalarına gururlandık.
Evet, o çocukların hepsi içimizde çıkaramadığımız sese ses oluyorlardı, haykıramadıklarımızı haykırır oldular, adaletsizliğe baş koyarak hepimizin içinde var olan isyancı damara basarak bizi biraz biz ediyordu.
Tok ve gür bir sesle: “Yaşasın özgürlük, yaşasın adalet, yaşasın eşitlik ve yaşasın haklı direnişimiz” diyerek göğüslerini panzerlere siper ederek yüreklerimizde ölümsüz yerlerini almışlardı.
Şimdi aynısını belki de çağın gerekleri, belki de düşmanın karakterinden kaynaklı Kürdistan’da çocuklar bu kez Filistin çocuklarından devraldıklarımızın daha fazlasını, daha fazla bir cesaretle ve daha az imkanlarla Kürdistan sokaklarında Kürdistan’ın Siyonistleri olan Kemalistlerine, yeni yetme Rus tarzı mafyacı olan sahte İslamcı ve Fettulahi polislerine, askerlerine, cümle cemaat ne kadar asimilasyon kurumu varsa hepsine karşı elde taşları, sopaları, Molotofları ve de yüzlerinde poşularıyla meydanlarda, sokaklarda en ön cephede direniş içerisindedirler.
Filistin’de bizim çocuklar taşlarıyla İsrail siyonizmine karşı dururken Akepe ve Fettulahilar tarafından fedai oluyor, Kürdistan’da ise aynısını dediğimiz gibi belki de daha fazlasını kemalizme, sahte devlet Müslümanlarına ve de Fettulah polis ve askerine karşı yaptığında ise terörist ve kandırılmış çocuk oluyor.
Evet, Filistin çocukları fedai ancak Kürt çocukları terörist ve öne sürülmüş çocuk!
Engin Sincer
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
6 Aralık günü 11.00-12.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Kandil’in Sûlê köyü çevresine yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bombalanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
4 Aralık günü 17.00-18.00 saatleri arasında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Bezele’nin Karker silsilesi ile Dirê Köyü çevresine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1 Aralık günü Elazığ’ın Arıcak ilçesi sınırları içinde bulunan Bırcık yamaçları mıntıkasında operasyon düzenleyen işgalci TC ordusu ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Gabar’ın güzelliğinde tüm Kürdistan dağlarının aşkını yüreğinde taşıyan, 2007’nin aralık ayında kutsal topraklarımıza ekilen o altı asi kardeleni yeni bir aralık deminde anmak kuşkusuz kolay değil. Zor olduğu kadar acı olan kaybının yüreğimizde yarattığı umulmaz acının gölgesinde yeniden o günlere dönmek, yazarken anımsamak o yüzleri, yürekleri, beraber yaşanmış anıların sıcaklığına sığınmak kolay değil. Çok zor da olsa bir yoldaşlık görevi olduğunun farkındayım. Sizi gücüm oranında ifade etmek istiyorum.
Adı Gülbahar, gerçekten de adı gibi ilkbahar gülü kadar her mevsimde güzeldi. Serhat’tan Önderlik sahasına, güneyden Botan’a kadar diyar diyar dolaştı. Gerillacılık tadında ülkenin birçok sahasında mücadele verdi. Uzun bir mücadele geçmişine sahipti. Bütün yıllarını dolu dolu yaşadı. Her yılına, her anına bir başarı sığdırdı. Başarılarını Gabar’ın görkeminde Agit’in diyarında daha da yükseltmek için 2007’de Botan’a yüzünü döndürdü. Genç yaşta devrim saflarına katılmıştı. O yüzden kendisini PKK’nin asi çocuğu olarak tanımlardı. Gülbahar yoldaş denince iradeli, iddialı, azimli militan duruş akla gelir. Gülbahar yoldaş planlı, örgüt kaygılarıyla yaşayan, doğru komuta gerçeğinin temsil gücü idi. Yoldaş canlısıydı. Kadro yaratmayı seven, bunun çabasını sürekli veren, bunu kendi görevi gören bir tarzın sahibiydi. Kadro yaratmada ustaydı. İnsanları yaratmak onları anlamaktan geçer. Önderlik eğitimini gördüğü yıllarda, Önderlik “Gençleri PKK ruhuyla yaratın” demişti. Bu noktada Önderliğe yanıt olmayı kendine amaç edindi. Her kadın gerilla yoldaş gibi Gülbahar yoldaş da nice acılar, zorlanmalar yaşadı. Acılarını, zorlanmalarını güce, güzelliğe dönüştürdü. Örgütün gücüyle buluşturduğu kişiliğini yaratmayı bildi. Örgütün merkezi sahalarında edindiği güç ve birikimle Botan sahasına yürümek istedi. Agitlerin aşkını yüreğinde taşıyarak, Zelallerin gerçeğinde militanlığa kilitlenerek hep güneşe yürüdü. Bu yürek sıcaklığı ile umut ve heyecanla Gabar’ı adımladı. Sevgi ekti Gabar’a, sevgisiyle fethetti yoldaş yürekleri. Çok kısa sürede alanı tanıdı. Alana gelir gelmez tüm alanı dolaştı, tüm alan yapısıyla konuştu. Görevden eyleme, eylemden yaşama her şeye en önde koştu. Ustaca bir katılım sergiledi. Ona bakarken ürkerdim. Nice yitirdiğimiz yoldaşlar gibi onun da bir talihsizliğe kurban gitmesinden korkardım. Sorxwinler, Adıllar, Heviler gibi yoldaşlar için yaşadığım kaygıları bu yoldaş için de yaşadım. Heval Gülbahar Önderliğin yeni paradigmasının militanıydı. Korkularım ve kaygılarım beni yanıltmadı. 3 Aralık 2007 saldırısında asice, son kurşununa kadar savaştı. Kahramanca direnerek adı gibi Gül olup ekildi Gabar dağlarına. Gabar için, örgüt için basit bir kayıp değildi. Öncü komutan olma iddiasını taşıyan Gülbahar yoldaşın kaybı, YJA STAR için de telafisi güç olan bir kayıptı. Cesur, fedakar, kaygısız yaşayan ve savaşan Gülbahar yoldaş, sürecin gerektirdiği militan duruşu en zirvede yaşıyordu. O yüzden kaybı kolay değildi. Sarsıcıydı kaybı, daha uzun soluklu yaşaması gereken yoldaşlardan biriydi.
Gülbahar yoldaşla şehitler kervanına katılan diğer Navser kardelenlerini de anmak gerekir. Beritan GUYİ, diğer adı Mercan olan bu yoldaş adı gibi güzeldi, asiydi, sevgi yüklüydü. Adını aldığı büyük özgürlük şehidimizin çizgisinde Beritanlaşmıştı. Özünde tüm güzellikleri yaratmıştı. Rozerin yoldaş Aydın kökenli, oldukça birikimli, bağlı ve inançlı bir yoldaştı. Aydın olmanın gereğini özgürlük savaşının en ön saflarında yer almayla yerine getirmeyi militanlığının koşulu sayardı. İnsanı, doğayı seven, romantik bir gerillaydı. İnsanların gerçeğine inmeyi seven, gerillacılığı dile, yazıya döken bir yoldaştı.
Xwinda yolaş, genç ama yaşından daha büyük bir olgunluğa sahipti. Gabar’ın görkemli geçmişinden aldığı güçle kendinde bütün güzellikleri yaratmıştı. Tam bir yoldaş canlısıydı. Gabar’a layık bir militan olmayı istiyordu. Yoldaşı için yapamayacağı bir şey yoktu. Yoldaşı için büyük bir özveriyle çalışırdı.
Harun TORİ, Gabar’ın eski kadrolarındadı. Güneye tedavi amaçlı bir dönem gider. Örgütün bütün ısrarlarına rağmen yeniden Gabar’a yüzünü döndürür. Düşmana karşı çok öfkeliydi ve bu nedenle savaşımını güçlü veriyor, bütün öfkesini silahıyla kusuyordu. Amaçlarına göre yaşayan ve amacına ulaşmada hiçbir engel tanımayan bir mücadele ruhu vardı. Gabar’a ikinci gelişinde komutan olarak görevlendirilmişti. Tüm yoldaşlar onu severdi. Yoldaşları gibi Gabar’ın dağları, taşı, suyu da onu sımsıcak bağrına bastı.
Serdem yoldaş, büyük bir mücadele ısrarından sonra hasretini çektiği Kuzey sahalarına ulaşmıştı. Kuzeye gidebilmek için üç yıl önerisinde dayatıcı olmuştu. Konumundan dolayı örgütün kuzeye göndermediği Serdem, yoldaş kendi ısrarıyla Gabar’a gelmişti. Çocuklar gibi şendi, mutluydu. Gabar’a sevdalıydı ve aşıklar gibi heyecanlıydı. Kaygısızca, sevgiyle, aşkla erkenden Gabar’a alıştı. Gabar’ı sevdi, Gabar da onu sevdi. Bir gün onunla birlikte göreve gitmiştik. Köyüne yanaştığımızda köyden gelen sesleri dinledik. Çocukların seslerine karışan hayvanların sesini dinledikten sonra Serdem’e duygularını sordum. Bu küçük köyde gözlerini dünyaya açmıştı. Bir film şeridi gibi çocukluğu gözlerinin önünde canlanmıştı. Acılarını, gözyaşlarını akıttığı, evinin bahçesinde oynadığı çocukluk oyunlarını bir bir hatırlıyordu. Çok duyguluyum, diyordu. O yüzden gözyaşlarıma hakim olamıyorum diyordu. Duygularım çok karışık, bu toprakları öpmek istiyorum, dedi. Tam da böyle derken gözyaşları o mavi gözlerinden usulca süzülüverdi. İnsanın yüreğini burkan bu yaşlı gözler karşısında ağlamamak, duygulanmamak elde değildi. Ülkemin senin gibi güzel gençlerine ağlamak yakışmıyor, dedim. Böyle de sürdü o gecenin hüznü. Genç yoldaşım hayata doyamadan, gençliğine nice acılar, özlemler, sevinçler, katarak tüm yaşanmış ve yaşanmış zamanların Serdem’i oldu.
Yeni bir aralıkta devrimimizin yol göstereni şehitlerimizi yaşam aydınlığımız olarak belliyoruz. Anılarının tutarlı bir takipçisi olma kararlılığını bir kez daha yeniliyorum.
Sidar BOTAN
- Ayrıntılar