Günümüz dünyasında devlet ciddiyetinden uzak, siyasi bilinçten yoksun ülkeler arasında herhangi bir sıralama yapılsa Türkiye kaçıncı sırada yer alır?
Bu soruya verilecek cevap; aslında içinde bulunulan sürece ve var olan tehlikelere karşı da temel yaklaşımın ölçüsü olacaktır.
Böyle bir soruya bugün Türkiye’nin yüzde ellisi, yani yarısından fazlası olumlu cevap vermez!
Son birkaç aydır hem iç siyasette, hem de dış siyasette-diplomasi de ortaya çıkanlara baktığımızda; kelimenin tam anlamıyla bu ülke de ne devlet ciddiyeti kalmıştır, ne de siyasi bilinç hali vardır.
Bunun temel nedenleri üzerine bazı çevrelerden, belirli tespitler geliyor; kimisi kendini kaybetme diyor, kimisi ise sınırsız bir özgüven olarak durumu kotarmaya çalışıyor…
Elbette ortaya çıkan bu Türkiye tablosunun temel sorumlusu; AKP’dir!
Onun yürüttüğü siyaset ve uyguladığı pratik politika sonucunda bugün içte yaşadığı çatışmalara rağmen bölgede de ciddi bir savaşın eşiğine gelmiştir Türkiye!
Ama var olan bu durumu sadece AKP’yle ilintilendirmek, sadece onun basiretsizliği olarak açıklamaya çalışmak elbette yetersiz olacaktır.
Son birkaç gündür; Suriye konusunda yaşananlara baktığımızda bile devlet ciddiyetinin ve siyasi bilincin sadece yönetenle sınırlı olamayacağını anlıyoruz.
Akçakale denilen muamma olayın ardından bu ülke her haliyle ve tüm kesimleriyle akıl tutulması yaşamıştır.
Bu dönemi iyi götürmeye ve kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışan ise AKP olmuştur. Bu haliyle AKP’yi eleştirmek ve onu yermek tek başına yetersizdir.
Çünkü memleket her haliyle demokratik kanalları kullanamadığı gibi pratik politikanın gereklerine göre refleks göstermekten de oldukça uzak bir pozisyonda kalmıştır.
Mesela Suriye konusunda atış yapıldığı iddia ediliyor ve daha aydınlatılmadan bu olay; mecliste savaş kararı alınıyor!
Ondan sonra da deniliyor ki; “biz savaşmak istemiyoruz, sadece caydırmak için bu kararı aldık”…
-Oldu biz de yedik, derler adama…
Mozambik’te bile böyle bir şey olsa; böyle bir siyasi süreç başlatılmaz!
Daha derli toplu ve daha oturaklı bir devlet ve toplum yaklaşımı ortaya çıkar. Yani böyle başına buyruk ve belli bir zümrenin dışında kalanların dumurda olduğu bir tablo kesinlikle yaşanmaz.
Her şeyden önce şu gerçek var ortada; boru değil, havan topu bu… Gerçi her ne kadar benzeri tepkiyi F4 meselesinde göstermemiş olsa da Türkiye, şimdi bir karar aldı.
Bu kararın gereği nedir; savaş!
Bunun üzerine toplum ayıklama başladığında ve haklı olarak da, “nereden çıktı bu savaş rüzgarları” diye sorulmaya başlandığında;
Ya işte biz savaşmak istemiyoruz, onları korkutmak ve caydırmak için bu kararı aldık denilir mi hiç?
Böyle denilse bile buna hiç iltimas gösterilir mi?
Belirli çevreler bu durumun üzerine daha güçlü gitmedikçe ve savaşın çığırtkanlığına soyundukça, yarın öbür gün gerçekten de savaşın içine girse Türkiye bunlar ne yapacak?
Devlet ciddiyetinde ve siyasi bilincinde bir karar alınmadan önce muhakkak yukarıdaki sorulara ve onların onlarca türevine cevaplar aranır.
Hele hele konu savaş olduğunda!
Dengelere bakılır, ihtilaflara bakılır, koşulların tüm faktörleri göz önünde bulundurulur, kimin dost, kimin tost(!) olduğuna bakılır…
Ama gerçekten de konu savaş olursa.
Yoksa böyle ciddiyetsiz bir şekilde önce kararını alıp, ardından da “biz onları korkutmak, caydırmak için böyle bir karar aldık” denilirse, bu kararın ve çıkartılan tezkerenin bir devletin kararı ve tepkisi olarak algılanmasını kimse beklememeli.
Hatta böyle algılanmasını bir yana bırakın, böyle bir yaklaşımın sonucunda o devletin bağlayıcılığı ve siyasi baskısı bile oluşmaz. Bu söylemlerin sahibine ve böyle oturaksız bir siyasete insanlar sadece kıçıyla güler…
Mesele boru değil; havan topu ve savaş! Bu konuda inandırıcı ve korkutucu olabilmek için her şeyden önce evin içini temizlemek ve toparlamak gerekiyor.
Her gün askerinin ve polisinin tabutu başında histerik nöbetler geçirenlerin, bölge güçlerini kapsayacak bir savaşa adım atmasını ya da bu yönde aldığı kararı açıklamasını kim ciddiye alır ki?
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Ekim günü saat 12.00 sularında Ağrı’nın Doğubayezıt ilçesine bağlı Serêkanî karakoluna ait 2 nöbet kulubesine yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın iki askeri öldürülürken eylem ardında işgalci TC ordusu tarafından eylem alanı çevresi rastgele taranmıştır.
- Ayrıntılar
Akepe daha doğrusu Erdoğan -bir yoldaşımızın dediği gibi RTE -kongresini yaptı. Hem de olağan olmayan, olağan kongresini.
RTE iktidara geldiğinden beri hiçbir zaman bu kadar zorlanmamıştır. Söyledikleriyle yaptıkları hiç bu kadar birbirine uzak olmamıştır. Gerçi bu iktidarın daha doğrusu RTE’nin tüm becerisi söyledikleriyle uygulamalarının hiçbir zaman birbirini tutmadığıdır. Bu Akepe denilen halkların başına bela olmuş siyasi çevrenin temel karakteridir. Ancak gerçekten de bu durum son on yılda ilk kez bu denli herkes tarafından görülmektedir. Öyle ki RTE’ye hayran olanlar bile artık bu durumu kaleme dökerken aklayamıyorlar. Düze çıkaramıyorlar. Kamuflaj edemiyorlar.
Evet, Akepe ve RTE çok zor durumda. Birkaç yıl önce söyledikleriyle durduğu pozisyon tam bir zıtlığı ifade ediyor.
Örneğin; “Komşularla Sıfır Sorun” diye yola çıkan Yeni Osmanlıcılar bugün itibariyle kavgalı olmadıkları herhalde tek bir komşuları kalmamıştır. Şimdilik Bulgaristan sorun olarak durmuyor. Bakalım bu durum ne zaman değişecektir. Yoksa İran ile Suriye ile Irak ile Kıbrıs ile Ermenistan ile derken adeta bölgenin tüm devletleriyle yaka yakayıdır. Suriye ile ortak bakanlar toplantısı yapan bir RTE şimdi neredeyse dünyayı Suriye’ye saldırtmak için her şeyi yapıyor. Libya’nın eski devlet başkanından insan hakları ödülünü alan bir RTE, NATO karargahını İzmir’e alarak Libya’nın düşürülmesinde ve binlerce insanın katledilmesinde en çok rol oynayan kişi oldu.
İç politika da Kürtlere dönük kardeşlik projesi diye kimin neyi anlayacağı belli olmayan bir şeyler söylendi ancak Kürtlerin analarına, gençlerine, kızlarına meydanlarda polisleriyle saldırmada geri durmadı.
Kardeşlik dedi ancak YİBO’larda Kürtlerin genç kızlarına tecavüz eden, fuhuşa sürükleyenlere arka çıkmasının da ötesinde “dağa çıkacaklarına fuhuş yapsınlar” diyerek alenen tecavüzleri savunan valilerini savundu.
Pozantı’da açığa çıktığı gibi Kürt çocuklarını hem içeri attı hem de psikopatları özel hazırlayarak düşürülmeleri ve kişilik bozuklukları yaşamaları için tecavüz girişimlerinde bulundu.
Ve tabii birde kardeşlik diyerek Roborski’de 34 genç kürdün başına uçaklarla bomba yağdırdı. Ve arada 10 ay zaman geçmesine rağmen bir saatte tespiti yapılacak olanı halen tespit edemedikleri gibi katliamı yapanları özel kutladı. “Bu yapılan çalışmalar, gösterdikleri hassasiyet sebebiyle gerek Genelkurmay Başkanıma, gerek bölgede hizmet veren komuta kademesinin hepsine, bu konudaki hassasiyetleri sebebiyle de şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum. Medyaya rağmen teşekkür ediyorum” diyerek Kürt halkıyla alay etti.
Analar ağlamasın dedi ancak “kadında olsa, çocukta olsa gerekeni güvenlik güçlerimiz yapacaktır” diyerek kısa bir süre sonra TİT’in güya üstlendiği vahşet eylemini yaparak anaların nasıl ağlaması gerektiğini herkese gösterdi.
Düşünce özgürlüğü dedi ancak gelinen aşamada: “ağzına tıkarım o yazıları senin” diyen bir noktaya geldiler. Ve tabii birde sözde özgürlükçüler“Herkes net olacak. Kimden yana olduğunu söyleyecek. Sen PKK terör örgütünden yana mısın yoksa bu milletten yana mısın?” “Ananı al da git” “ucube”, “tıksırıncaya kadar için”, “kadın mıdır, kız mıdır bilemem”, “burnunu sürtmek” ,“tükürdüklerini yalayacaklar”, “Dini Zerdüşt olanın ne ilgisi var bu işlerle” gibi insan kanını durduran sözlerin yanına birde özgürlükçü olarak, “not ediyorum” diyecek kadar hastalanmış bir duruma geldiler.
Özcesi RTE’nin ve de onun Akepe’sinin neresini mercek altına alırsanız alın çıkacak sonuçlar kesinlikle tümden söz ile eylemin birbirinden binlerce kilometre uzak duruşunu göreceksiniz. Yoksa YÖK’e karşı çıkıpta şimdi dört elle sarılmasını nasıl izah edeceğiz? 12 Eylül anayasasını anti insanı görüpte şimdi tüm güçleriyle sarılmalarını nasıl izah edeceğiz? Derken bir sürü faşizan devlet kurumunu kaldırmak isteyenlerin şimdilerde on elle sarılmalarına ne diyeceğiz?
Herhalde söyleyeceğiz tek bir şey vardır, müthiş bir takkiyecilikle faşist olan devleti ele geçirdikten sonra, şimdilerde dört başı mamur bir faşizme doğru bir diktatör olarak yol aldığını görmek için en son Akepe ve RTE’nin kongresine bakmak yeter de artar da.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Şehid Sîdar ve Şehîd Dîcle devrimci harekatı çerçevesinde 10 Ekim günü (bugün) saat 08.00 sularında Iğdır ile Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesi arasında bulunan Korxan karakoluna gitmek isteyen 2 dağ geyiği ve 1 jamer aracına yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Hakkari’nin Şemdinli, Yüksekova ve Çukurca ilçelerindeki alan hakimiyeti kapsamında gerillalarımız tarafından bir dizi eylem gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda;
8 Ekim günü 11.00-13.00 saatleri arasında Yüksekova’ya bağlı Oramar karakoluna yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
Basına ve Kamuoyuna!
3 Ekim günü saat 21.30 sularında Siirt’in Eruh ilçesine bağlı Memira karakolu yakınlarında gerillalarımız ile düşman askeri arasında yaşanan çatışma sonucunda 2 gerillamız şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Süreç her zamankinden daha ileri düzeyde sıcaklığını ve hassaslığını korumaktadır. Özgürlük mücadelesinin tarihinde devrimin objektif şartları olarak bilinen: Ortadoğu’daki durum, halkların durumu, özgürlük mücadelesinin devrimci direnişi ve de sömürgecilerin parçalı duruşları Kürt halkının lehinedir. Bir devrimi yapmanın ve de devrimci hamle yapmanın tüm şartları objektif olarak mevcuttur. Bu eskilerde devrim tahlilleri yapılırken, yeni durum dedikleri durumun kendisidir.
Ortadoğu’da Arap baharı diye bilinen halkların kalkışı giderek emperyalistlerin istedikleri seyrin dışına çıkmaya mehil göstermektedir. Bu ise öncelikli olarak emperyalistleri ve tabii ki bunların taşeronları olan Akepe gibi parti ve devletleri rahatsız etmektedir.
Suriye’de Kürtlerin kendi demokratik özerkliklerini ilan etmeleri herkesi şoke etmiştir. Birde Kürtleri taraf yapmak isteyen tüm oyunlara gelmeyerek kendi çizgilerini uygulamaları ise gerçekten herkesi şaşırtmıştır.
Hele birde Ortadoğu’da emperyalistlerin tüm çabalarına rağmen istedikleri kıvama getirememeleri ise tersten farklı bloklaşmanın önünü açmaktadır. Bunun içindir ki Suriye’deki sorunlar bir türlü aşılamamaktadır. Rejim gidecektir. Ancak yerine Libya’daki gibi tümden batıya teslim olmuş, iradesiz bir yapıyı oluşturarak tüm zenginlikler batıya mı verilecek, yoksa buna yol verilmeyecek mi? İşte Suriye’deki tüm gerçeklik biraz da budur. Bu durum ise birçok seçeneği kendi içinde barındırmaktadır.
Kürdistan’ı işgal eden güçler kendi aralarında uzlaşmayan bir durumu yaşıyorlar. Statükocu devletlerin başını hep TC faşizmi çekmişti. Unutulmasın 1975 yılı öncesi faşist diye bilinen Saddam’ın Kürtlerin haklarının tanımasının önünü alanlar Türklerdi. Ancak şimdi kılıç kalkan olmuşlarıdır. Dün Suriye devleti ile Türk devleti ortak bakanlar toplantılar yaparken, Kürtleri için bedeli özgürlük savaşçılarının Türkiye’ye teslim edilmeleri olmuştur. Yine İran ile ortaklaşarak gerillaya saldırırken, karşılığında İran’ın uluslar arası arenada savunulmasının karşılığı özgürlük savaşçılarının idam edilmesi olmuştur.
Şimdilik bu durum aşılmıştır. Şimdilik TC devletinin Kürtlere karşı saldırtan hale getirilen bu devletler TC devleti ile yaka paçayadır. İlk kez Kürdistan’ı işgal eden güçlerin kendi aralarında parçalanmış olmaları ise gerçek manada yeni bir durumu ifade etmektedir.
Bu durum en çok TC devletini zorlamaktadır. Ve daha da zorlayacaktır. Ortadoğu’da ABD’nin silahşoru olan bir TC devleti aynen bir hançer gibi halkların bağrına saplanırken, halklar bu durumu görmektedirler. Kimisi bu durum taşeronluk olarak tanımlamıştı. Sahiden de TC devleti tam bir taşeron haline gelmiştir.
Suriye’ye karşı teskere ilanının özü budur. Kraldan daha kralcı bir rolü Türkler üstlenmişlerdir. NATO ve benzeri kurumlarının TC devletine arka çıkmaları, Kürt halkının sıkça kullandığı; “mayın tarlasına sürülmüş eşek” rolünü oynatmak istemelerinden öteye bir şey ifade etmemektedir.
Bu ise “ABD’nin Ortadoğu’da koçbaşı rolünü üstlenmiş olan, TC devletini zorlamaktadır. Giderek iktidar, muhalefet derken tümden Türkiye toplumuna da sirayet eden bu parçalı duruş TC devletini çok ciddi bir krize doğru sürüklemektedir. Bu kadar saldırgan dil, savaş kışkırtıcılığı ve provokasyon girişimleri hep bu gerçekliklerle bağlantılı olarak yaşanmaktadır.”
Yine Akepe öncülüğünde ciddi bir sıkışlığı yaşayan TC devleti son zamanlarda sözde Kürt sorununu çözmek için politik arayışların olduğunun dile getirişi esasta bir oyalamadır. Devrimci hamlemizi zayıflatmanın, frenlemenin ve özgürlük güçlerini hem askeri hem de siyasi sahada beklentiye sokarak oyalama taktiğidir. Hareketimizin: “yeni bir taktiksel hamle” dediği gerçeklik budur.
Bölgemizde tüm bunlar olup biterken özgürlük hareketinin devrimci direnişi tam da Kürt halkının özgürlük sorununun çözümü açısından var olan tüm olumlu gelişmeleri tetiklemektedir. Devrimci direniş dost cephesini genişletirken, düşmanları ciddi olarak farklı arayışlara sürüklemektedir. Ortada duranları ise adım adım Kürt halkının özgürlük sorununu görmeye doğru götürmektedir. “Son zamanlarda Kürt sorununun artık sadece TC devletiyle çözülemeyeceğinin dile getirilmesi esasta Kürt sorununun artık uluslar arası sahaya daha güçlü bir şekilde gireceği anlamına gelmektedir.”
Ancak Kürt sorunu ne kadar uluslar arası bir sorun haline gelirse gelsin, gündemde kalmaları Kürt halkın göstereceği direnişe bağlıdır. Kürt halkının göstereceği dirence bağlıdır. Ve tabii ki Kürt halkının Türkiye halklarıyla kuracağı ortak cephelerin güçlendirilmesine bağlıdır. Ve birde gerillanın her cephede geliştireceği devrimci hamlelerine bağlıdır.
Gerilla kendi cephesinde -halen eksikleri olsa bile- yapacaklarını yapmaktadır. Eksik kalanları tamamlayarak bu devrimci dalgayı Türkiye’ye de taşırarak eksik kalan ikinci ayağını tamamlayacaktır. Ancak tarihi bir süreci yaşarken, Kürdistan’da ve Türkiye’de demokratik ve yurtsever güçlerin de yapacakları fazlasıyla vardır.
Biz bu “yapacakları fazlasıyla vardır” duruma “Devrimci Dalgayı Yükseltelim” diyoruz.
Evet, Devrimci Dalgayı Yükseltmek için tüm cephelerde tarihi bu fırsatı değerlendirmek için sahalara, direniş cephelerine diyoruz.
Bunları başarabilir isek halkımızın, halklarımızın onlarca kez hak ettikleri özgürlük sorununu çözmüş olacağız. Aksi takdirde yeniden halkımızın hiç de hak etmediği sömürge statüsünde yaşamaya devam etme işkencesi devam edeceği gibi halklarda boyunduruk altında yaşamaktan kurtulamayacaklardır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 5 Ekim günü saat 16.30 sularında Dersim’in Hozat ilçesi Çet alanında kaçak odun kesimi yapan köylülere müdahale etmek isteyen gerillalarımız ile aynı alanda pusu atan işgalci TC ordusu askerleri arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaklaşık 2 saat süren çatışmadaki ölü ve yaralı asker sayısı tespit edilemezken 2 yoldaşımız şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuouyuna!
1 ve 2 Ekim günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde şiddetli çatışmaların yaşandığı ve 5 gerillamızdan haber alınmadığı bilgisini halkımızla paylaşmıştık. Sicil bilgilerini paylaştığımız arkadaşlarımızın şahadete ulaştığını netleştirmiş bulunmaktayız.
- Ayrıntılar
Kürdistan gerillası 30 yıllık emeği ve çabasının bir ürünü olarak bugün tarihinin en sonuç alıcı noktasına gelmiş bulunuyor. Kürdistan Özgürlük Hareketi, içinde bulunulan dönemi bir final dönemi olarak niteliyor ve sorunun çözüm noktasına geldiğini belirtiyor.
Bir heyecan tüm Kürdistan dağlarını ve sokaklarını sarıyor.
Dağlarda gerillanın yaktığı devrim ateşi, dalga dalga yayılıyor. İşçisi, emekçisi, memuru, öğrencisi, esnafı, siyasetçisi, hukukçusu, gazetecisi, ev kadını, yerel yöneticisi, zindandaki tutsakları ve tüm toplumsal kesimleriyle bir halk bu ateş etrafında toplanıyor; özgürlüğe koşuyor.
Çelê’de, Şemzînan’da, Elkî’de ve Oramar’da alan hakimiyetini kuran gerilla, halka saldıran faşist unsurlara aman vermiyor. Kavuşmuş olduğu yüksek kabiliyetle, gerilla Bingöl’de ve Kürdistan’ın hemen hemen tüm şehirlerinde devlet güçlerinin halka yaptığı saldırıya anında yanıt veriyor.
Gerillanın bu askeri performansı, kış boyunca Kürt Özgürlük Hareketi’ni Sri Lankavari yöntemlerle yok etmeyi hükümete telkin eden danışmanların yüzünü kara çalıyor.
Kuzey Kürdistan şehirlerinde Kürt halkı çocuklarını asimilasyon odağı olan Türk okullarına göndermiyor, devletle Türkçe konuşmuyor, çocuklarını askere göndermiyor, mahkemelere gitmiyor ve devletin kendisine bomba yağdırmak için zorla almış olduğu vergi adı altındaki haracı ödemiyor. Kendisine faşizmi ve ölümü reva gören zihniyete karşı, halk olmaktan doğan doğal haklarını, yani onurunu savunuyor.
Bütün bunlarla birlikte, Batı Kürdistan halkı özgürlüğünü garantileme yolunda Kuzey, Güney ve Doğu’daki kardeşlerini selamlıyor.
Yani dünyadaki, bölgedeki ve ülkemizdeki siyasi ve askeri gidişat, PKK Meclisi’nin 2012 yılı başında yapmış olduğu tespitlerin ne kadar da doğru olduğunu kanıtlamış oluyor.
Yani Kürt Özgürlük Hareketi, yalnızca kendini imha etmek isteyenlere askeri olarak yanıt vermiş olmuyor, aynı zamanda siyasi olarak da süreci daha iyi okuması sonucu en doğru adımları atarak sonuç alıyor.
*****
Önder Apo’nun etrafında kenetlenen Kürt halkı, sömürgeci Türk faşizmini temizlemeye başladı. Ruhlarda öldürülen sömürgecilik, artık yaşamın her alanında yalnızlığa terk ediliyor.
Kış sürecinde özgürlük gerillalarına ölümü dayatanlar, bugün Bingöl’de, Çelê’de, Şemzînan’da, Oramar’da ve Elkî’de olduğu gibi kışlalarından çıkamaz bir halde hesap veriyorlar.
Tek çare olarak gerçekleri halktan gizlemeyi, bu çerçevede de; Sahte operasyon haberleri vermeyi ve bu haberlerde kendi vermiş oldukları kayıpları sanki gerilla vermiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Ama bunu da yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar.
AKP’nin bütün kabinesinin yüz ifadesi, Ağustos ayının başında “Şemdinli’de 115 terörist öldürüldü” diyen R. T. Erdoğan’ın o anki yüz ifadesini almış durumda.
Pardon! Biri hariç.
İçişleri Bakanı İ. Naim Şahin, diğerlerinin aksine, Angelina Jolie’yi ne kadar sevdiğini göstermek için takla atarak kahkahalar inletirken memlekette neler olduğundan pek haberdar değil galiba.
****
AKP hükümetinin temsil ettiği Türk sömürgeciliği bir yıkılış sürecine girmiş bulunuyor.
Böylesi bir yıkılış sürecinde, ortaya koyduğu bütün projeleri hezeyana uğrayan, Başbakan’ın Başdanışmanı ise sırf kendini haklı çıkarabilmek için Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin yönetimine dil uzatıyor.
Bir halkın özgürlüğü için tüm yaşamını feda eden, bu halkın öz evlatlarına dil uzatmak yerine, danışmanı olduğu zat’a ve kuruma aklıselim telkinlerde bulunsa en doğru davranışı yerine getirmiş olacak. Ancak halkların eşit-özgürlüğünü ve kardeşliğini değil de, ırkçı-milliyetçiliği kendisine temel ilke edinmiş faşist zihniyetli bir dalkavuktan böyle erdemli bir davranışı beklemek biraz saflık olur.
***
Bu nedenle bu yazımda kendisiyle polemik yapmak ve sayfalarca yazıyla (hem bizim zamanımız gitmesin, hem de okuyucu çok yorulmasın) ona hak yolunu anlatmak yerine, aşağıda linkini verdiğim Zagros parçasını eklemeyi daha uygun gördüm.
Âdem olan anlayacaktır.
Erdal Pîr
- Ayrıntılar