Zilan yoldaşı, tarihsel kutsal eyleminin birinci yıldönümünde saygıyla anıyor ve bir kez daha minnettarlığımızı belirtiyoruz. Şüphesiz bunu bir intihar eylemi değil, büyük bir direniş eylemi olarak değerlendiriyoruz. Gerek insanlık ve gerekse halklar gerçeğinde buna benzer örnekler olmakla birlikte, bizim halk gerçekliğimizde Zeynep Kınacı kişiliği PKK'de örneği çokça görülen büyük bir sembolün ifadesi olmaktadır. Kendisi bize yazdığı mektupta bir vasiyette bulunmuştu. Bu vesileyle üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum. “Vasiyetimin gereklerini en iyi sizler anlayabilir ve gereklerini yerine getirebilirsiniz” demiştir. Tabii bu bizi hem etkilemiş, hem de sorumluluğumuza doğru sahip çıkmanın gereğini ortaya koymuştur. Biz çok düşünmek ve mümkünse yaşama bunu dönüştürmek için olağanüstü olmaya çalıştık. Şüphesiz bazı gelişmeler vardır. Bu gelişmeler daha çok bu kişiliğin kendisini anlamaya yöneliktir; aynı zamanda onu bizzat pratikleştirmek ve yaşamsallaştırmak içindir.
Gerek parti içinde gerek halk gerçekliğimizde, aslında yoğunca işlediğimiz savaşımın kendi içinde çok önemli bir özelliğini de böyle karakterize etmek ve bu devrimin, bu halkın yeni yaşamının temel bir özelliği haline getirmek için büyük bir çaba harcadık. Her şeyden önce bilinmesi gerekir ki, Zilan eylemliliği düşmanın sınır tanımayan ve kendini hiçbir kurala bağlı hissetmeyen politikalarına karşı bir cevaptır. Dünyada en çok inkâr edilmiş, hakkında çoktan öldüğü ve bittiği biçiminde bir yargıya ulaşılan, davasına çok az ilgi gösterilen, ilgi gösterildiğinde de pek yaşayacak bir halk olarak değerlendirilmek istenmeyen Kürt adına her ne kadar çok büyük bir direniş ortaya çıkarmış olsak da, bu direnişin fazla başarılı olacağına inanmayan bir uluslararası kamuoyu var; hatta Kürdistan halkının da kendisine dayatılan bu ölümü bir nevi kader olarak algılaması söz konusudur. Düşmanın ’95 yılı için çok kapsamlı gerçekleştirdiği topyekün savaşımı ve ne pahasına olursa olsun bu yılın bir bitiş yılı olarak değerlendirilmesi, özgürlük adına ne varsa onun da bu yılla birlikte tarihe gömülmesi biçiminde oldukça tehlikeli bir biçimde büyük bir güçle hareketimizin, yaşamımızın, şerefimizin ve onurumuzun üzerine gelmesi söz konusudur. Bu, aynı zamanda bir namus, onur, yaşam umudu varsa onun da bitirilmesidir. Geriye kalanların şerefsiz ve onursuz bir yaşamdan başka bir şeyi beklemeyeceğinin açıkça ortada olduğu günlerde şovenizmin alabildiğine körüklenmesi, Türkiye halkının adeta çılgınca bu şoven serilere kendini kaptırması, ‘milli birlik’ adı altında bir halkın asgari insani taleplerinin bile göz önüne getirilmemesi giderek büyüyen bir öfkeye dönüşüyor.
Kendisinin biraz özgürce yaşamak için başından beri dikkat ettiği hususlar, duyarlılığı, kişiliği, özgürlüğün ne anlama geldiğini az çok kavraması, bununla birlikte düşmanın niyetlerini bütün yönleriyle değerlendirmesi, yine düşmanın arkasındaki emperyalist dünyanın sağladığı hiçbir hudut tanımayan desteği, Onun açısından son derece anlaşılır hususlardı. Nasıl geldiğini, ne amaçla geldiğini ve hangi sonuca ulaşmak istediğini iyi göz önüne getiriyor. Bunun yanında PKK’ye kısa bir süre önce katılmasına rağmen, PKK'nin ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. PKK tarihinin en iyi tanımını yapabilecek kadar bir gücü ve güçlenmeyi yaşıyor. Bununla birlikte bizim şahsımızı da oldukça iyi değerlendirebiliyor. Ne anlam ifade ettiğimizi, kendi kültür düzeyine uygun olarak, gerek insanlık gerekse tarihimiz içinde ne tür bir önderlik geliştirmek istediğimizi incelemiş; hatta parti saflarımızda en güzel, en geçekçi bir tanımı yapabilmiştir.
Bu arkadaş bizi görmemiştir ve mücadelede fazla bir mazisi de yoktur. Buna rağmen bizi güçlü değerlendirmesini son derece anlamlı buldum. Şehit Ronahi arkadaşın benzer bir yaklaşımını da buna eklemeliyim. Bu tip şehit arkadaşlarımızın, yine şehit Bermal'in de aynen o düzeyde bir anlam derinliği içinde olduğunu belirtmeliyim. Tabii birçok şehidimizdeki anlama derinliği, bu büyük şahadetleri gerçekleştiriyor. Ama Zilan'da bu oldukça bilinçlidir ve kararlılık düzeyine son derece yakındır.
Burada bu hususları fazla derinlemesine ele alamayacağım. Bilinmesi gereken en temel hususun, gerek uluslararası insanlık durumu hakkında, gerekse Kürdistan halkının gerçeği konusunda, partimiz ve kendi Önderlik sahamız hakkında en kapsamlı bilgilenmeyi ve buna dayalı bir kararlılığı yakalamış olmasıdır. Bununla da yetinmiyor, örgüt yaşamının oldukça farkında olan bir yoldaştır. Kadın gerçekliğini bütün yönleriyle değerlendirebiliyor. Son derece köleleştirici yaşam tarzıyla özgürleştirici yaşam tarzı arasındaki büyük farkı yakalayabiliyor. Buna da büyük bir saygı duyuyorum ve bunun çok az kişide gerçekleştiği kanısındayım. Bunu hem mütevazı hem de çok kararlı biçimde yakalaması, çok değerli bir biçimde kısa ve öz olarak anlatabilmesi beni oldukça etkilemiştir. Çok kısa da olsa, bu konulara açıklık getirmesi açısından, Onun bizzat bazı değerlendirmelerini alma gereği duyuyorum.
Önderlik konusunda söylediği çarpıcı hususlar var. Şöyle belirtiyor: “Her halkın tarihine bakıldığında, özellikle devrim süreçlerinde mücadele veren, başarıya ve kurtuluşa götüren, yaşadıkları döneme damgasını vuran önderlikler vardır. Tarih, öndersiz hiçbir ulusal ve sınıfsal hareketin gerçek anlamda da başarıya gitmediğini doğrulamaktadır. Önder, yaşatılmak istenen yenilik ve gelişmeleri en üst düzeyde temsil eden, yani yeni insan, yeni toplum düşüncesine denk, bütün yaşamını bir halkın yaşamına göre düzenleyen, kendi kaderini halkın kaderinde bulan ve o halkın acılarını, duygu ve taleplerini en derinden yaşayan ve kurtuluş için pratik görevleri en üst düzeyde omuzlayandır.”
Böyle bir önderlik tanımını, en benim diyen bir akademisyenin veya militanın yapabileceğini sanmıyorum. Bu kısa paragrafta bile doğru bir önderlik tanımını bütün yönleriyle ortaya koymuştur. Burada çok güçlü bir bilinç düzeyinin yakalandığı kesindir. Şimdi bu eylemi düşünürken, nasıl bir yaklaşım gücünde olduğunu bilerek değerlendirmek büyük önem taşıyor. Bazıları vardır, çok duygusaldır, acılar içinde kendini patlatırlar, yakarlar; ama bazıları da vardır ki, bunu çok büyük bir bilinç derinliğiyle yaparlar. Bu fark bence çok çarpıcıdır.
Devam ediyor: “Hayati gerçekliği olmayan, her alanda bitirilmiş, hiçbir halkla kıyaslanmayacak kadar kendisine yabancılaştırılmış, ulusal, kültürel, sosyal ve siyasal değerleri sömürülen bir halk gerçekliği karşısında, PKK Önderliği kuşkusuz çok farklı olmak zorundadır. Bu anlamda Parti Önderliği birçok yönüyle daha özgün, daha yeni, daha gelişkin yaşamıyla yaşatan ve kendi yaşamını adeta koskoca bir insanlığın yaşamına adayan durumdadır. Belirleyiciliği, önemi bu noktada kesin ve tartışmasızdır.”
Yine burada büyük bir bilinç derinliği var. Bu hem çok gerçekçi, hem de oldukça kapsamlı bir değerlendirme oluyor. Bizim halkımızın gerçekliğini tüm dünya halklarının gerçekliğiyle kıyaslıyor. Yabancılaştırılmışlık düzeyinin her alanda -ulusal, kültürel, sosyal ve siyasal bitirilmenin de ötesinde tanınmaz hale getirildiğini, yaşamının ölümünden daha beter olduğunu oldukça fark ediyor. Bu farkla Önderliği değerlendirmeye çalışıyor veya bizim ne tür bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu çarpıcı bir biçimde ortaya koyabiliyor. Aynı biçimde bunun herhangi genel düz bir önderlik anlayışıyla çözülemeyeceğini, böyle bir halk gerçekliğinin bugünlere ulaşmış devrim düzeyine ulaşamayacağını, bunun başarılabilmesi için çok özgün olmak gerektiğini, kendi yaşamını bir halkın dirilen yaşamına dönüştürmeye kadar götürmek gerektiğini vurguluyor ki, bu gerçekten çok derin bir anlayıştır. “Belirleyiciliği ve önemi bu noktada kesin ve tartışmasızdır” diyor. Bu son derece bizi etkileyen çarpıcı anlatım oluyor.
Yine devam etmekte bir sakınca görmüyorum: “Dünya devrim tarihine baktığımızda, gerek ulusal gerek sınıfsal kurtuluş mücadelesini veren halkların, devrimin gerçekleşme olanağını yaratan tarihi, sosyal, siyasal ve kültürel bir zemini ve birikimi vardır. Ulusal inkâr yoktur. Kişilik sorunları bizdeki kadar derin değildir. Tarihleri bizdeki kadar çarpıtılmamıştır. Kadın cinsi bu kadar sömürülmemiştir. Dini olgular bizdeki kadar kesinlikle kötü tarzda işlenmemiştir. O halkların mevcut konumlarına tepkileri vardır, özgürlük ve eşitlik düzeylerinde bir gelişmeleri vardır. Önderlerinin güç aldıkları az çok aydınları vardır. Kürdistan devriminde ise bu belirtilen hususların tümü bitmiş bir durumdaydı.”
Burada da çok çarpıcı ve gerçekten her aydının üzerinde düşünmesi ve sonuç çıkarması gereken tezler biçiminde değerlendirmeleri vardır. Bu satırları birisi tez biçiminde alıp işlesin, gerçekten her bir paragrafın bir kitap olduğunu anlayacaktır. Son derece duru bir düşünceye sahiptir ve gerçekliği de yakalamıştır. Bu noktada Kürt aydınları için acı duyuyorum. Bu kişi bizim bir kopyamız değildir, üniversite mezunu bir öğrencidir. Kendi kişiliğiyle incelemiş, araştırmış ve sonuçlara ulaşmış aydın bir kişiliktir. Maalesef Kürt aydınlarının veya genelde de kadrolarımızın birçoğunun işin sadece duygusal yanıyla uğraşmaları bize çok yetersiz gelmektedir. Ortada derinleştirilerek sonuca götürecek tezler vardır.
Bütün halklar devrime başladıklarında, arkalarında büyük bir tarih vardır. Sosyal, sınıfsal ve kültürel bir zemin, onun birikimi vardır. Ulusal inkâr bu denli yoktur, kişilik sorunları bizdeki kadar söz konusu değildir. Ama bizim için, tarihimiz için bunların hepsi tersine çevrilmiştir. Ayrıca kadın cinsi bizde başlı başına zaten en tehlikeli bir ajanlık konumunu yaşamaktadır; daha doğrusu o konuma getirilmiştir. Kadın tam bir kapana dönüştürülmüştür. Her şeyi yutan, kendi etrafında bütün değer yargılarının tersine çevrildiği bir konuma itilmiştir. Din de böyledir; burada dinin ulusal ve toplumsal gerçeklikle hiçbir bağı kalmamıştır. Tersine onu kemiriyor, onu her türlü olumlu özelliklerinden koparıyor ve en cahilce bir konuma getirebiliyor.
Hiçbir halkta bahsettiğimiz hususlar bu denli gelişmemiştir. “Diğer halkların konumlarına baktığımızda tepkileri vardır, özgürlük ve eşitlik düzeylerinde bir gelişmeleri vardır. Önderlerinin güç aldıkları çok sayıda aydınları, toplumun tepkileri vardır” diyor. Bütün bunların Kürdistan için hiç söz konusu olmadığını belirtiyor. Kaldı ki, bu doğrudur. Aydınlarımız, hele hele kendisini sosyalist, demokrat veya direnişçi sayan bazı kişilikler, lütfen kendileriyle bu satırları kıyaslasınlar. Hangisi gerçeğe daha yakındır? Biraz vicdanlarını ortaya koysunlar, vicdan muhasebelerini yapsınlar. En gerçek düşünceler bunlar değil midir? Bunlar doğru ve büyük düşüncelerdir. Kaldı ki bu, büyük direnişe yol açmıyor mu? Ulusal vicdan, ulusal yürek varsa, kesinlikle bu aydınlarımızın, hatta sözde birçok örgütün, devrimci partinin ve ilericinin buna biraz saygılı olmayı bilmeleri gerekiyor.
Unutmayalım ki, birçokları herhangi bir devrimciden çok şey öğrenebiliyorlar. Dünyada okumadıkları çok az ulusal kurtuluş devrimi ve onların önderleri vardır. Ama bu da bir kişiliktir. Acı duyuyorum ki, bunlar o kadar -ki, bizzat burada Zilan'ın kendisi dile getiriyor- yabancılaşmışlar. Yani kendini dünya tarihinde rastlanmamış bir sembol düzeyine yükselten bir kadını, bir Kürt kızını bile anlamayacak kadar yürekleri yabancılaşmıştır ve hakkında konuşamayacak durumdadırlar.
Aslında bunun da kendi başına bir olay olduğunu belirtmem gerekiyor. Çünkü düşman tarihinden tutalım, Afrika halkının bile tarihini çok iyi anlatan ve bunun için şiir bile yazabilecek kadar sözüm ona duygulu Kürt aydınları, insanlık tarihinde ender görülen bir Kürt kızı için yüreklerini çalıştırmıyor, bir şey söylemiyor, bir şey yazamıyorlar. Bu klinik bir vaka, bir düşürülmüşlük ve yabancılaşma düzeyidir. Bu tür insandan fazla bir hayır gelmez. Zilan arkadaşın mektubundan alıntı almaya devam ediyorum:
“Parti Önderliği çok zayıf bir gerçeklikten yola çıkmıştır. Din sorununa, kişilik sorununa, kadın ve aile sorununa yaklaşımı oldukça özgün ve bilimseldir. Rus Devriminin önderi Lenin bile kadın sorunun çözümünde oldukça yüzeysel kalmıştır. Kadın ordulaşması, gerçekleşen kadın konferansları ve kadın kongresi dünya devrim tarihinde ilk kez bizde gerçekleştirilmiştir. Parti Önderliği'nin yaşam tarzı; fedakârlık, cesaret, derinlik, duyarlılık, zekâ, öngörü ve yorumlama gücü, bağlılık, bilimsellik, tecrübe ve birikim düzeyi hiçbir önderlikle kıyaslanmayacak boyuttadır. Olayı ele alış tarzı dogmatik değildir. Parti Önderliği Kürdistan gerçeğini, dünya devrimlerini çok iyi tahlil edip sonuç çıkarmış ve Kürdistan Devriminin özgünlüğünü ortaya çıkarmıştır. Taklitçi, kalıpçı ve dogmatik bir tarzda değil, oldukça yaratıcı bir tarzda ele almıştır. Gerçekleşen sosyalizmi çok iyi tahlil etmiş ve kendi halk gerçekliğine uygun bir tarzda uyarlamıştır. PKK, Parti Önderliği'nin şahsında ifadesini bulmuştur.”
Burada da son derece çarpıcı ve oldukça aydınlatıcı tezlerle karşı karşıyayız. Bizim din, kişilik, kadın, aile ve bunun yanında Kürdistan'ın sosyal ve psikolojik düzeyi hakkında geliştirdiğimiz birçok çözümleme var. Zilan kişiliği bunları az çok değerlendiren bir yoldaş oluyor. Ayrıca büyük Rus Devrimiyle kıyaslıyor, Lenin'in bile kadın sorununda yüzeysel kalma durumundan bahsediyor. Kadın için çok özgün çalışmaların yapılmadığını ve ancak bireysel düzeyde bazı kadınlarla ilgilenildiğini vurgulamak istiyor. Bu doğrudur. Bunlar bizim biraz da bu tip kadın şehitlerimizin anısına geliştirmek zorunda hissettiğimiz görevlerimizdir.
Bunun yanında Önderlik yaşam tarzını çok çarpıcı değerlendiriyor. Aslında başta parti militanlarımız olmak üzere ilgili birçok kesim, eğer herhangi yüce bir değere bağlılıktan bahsediyorlarsa, halkımız ve dostlarımız biraz anlamak istiyorlarsa, bu satırların çarpıcılığını anlama ve mümkünse özümseme düzeyinde verecekleri bir karşılıkla kendilerinden bekleneni göstermeleri gerekiyor. Zilan arkadaşımız bunu çok iyi anlamıştır. Sadece anlamış değildir; çok dürüstçe, çok anlayışlıca ve çok cesurca bir karşılıkla Önderlik gerçeğine cevap olmayı görev kabul ediyor. Benim gördüğüm en büyük üstünlük buradadır. Bu tip cümleleri, kelimeleri herkes söyleyebilir; fakat bunun kadar anlayan, çok çarpıcı pratikleştiren ve somutlaştıran bir arkadaş görmek benim için zordur.
1997
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 25 Haziran günü saat 10:00 ile 15:00 arası ve gece saat 21:00 ile 02:30 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma Alanlarımızdan Zap bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Haziran günü saat 10:00 ile 18:00 arası İran Ordusu pastarları İran ile Medya Savunma alanlarımızdan Xınere ve Xakurke bölgeleri sınırında bulunan Şehit Laşer tepesini tutmak istemiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 22 Haziran günü saat 11:30 ile 14:30 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Avaşin bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 20 – 21 Haziran tarihlerinde işgalci TC ordusu Hakkari'nin Şemdinli ilçesine bağlı Bêsosin Karakoluna 15 araçlık bir konvoy, Bedewê karakoluna skorskilerle yaklaşık 500'ü aşkın asker ve Bezelê karakoluna da konvoylar halinde yoğun askeri sevkiyatlar yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 20 Haziran günü saat 19:00 ile gece yarısı 00:30 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma Alanlarımızdan Zap bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 18 Haziran itibariyle şimdiye kadar işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Hakkari'nin Şemzinan ilçesi ile Medya Savunma Alanlarımız sınır hattında yoğun keşif uçuşları gerçekleştirmektedir.
- Ayrıntılar
ŞEHİT ŞÎYAR ÊLİH YOLDAŞIN ANISINA
Dünyaya Kürt olarak doğmanın ayrıcalıklı trajedisi; yaşanan beş bin yıllık tarihsel sapmanın karşısına dikilip dur demek ve sonrada toprağa düşmektir.
Özellikle son iki yüz yılda gerçekleşen bütün insanlaşma mücadeleleri şöyle ve ya böyle yeterince başarılı olamadan, tarihsel sapma ve urlaşmanın ta kendisi oldular.
Önder APO’nun özelde Kürtlerde genelde dünya insanlığında yarattığı sıçrama şimdiden başarısını kesinleştirmiştir. Bu başarının da en hesapsız katılımcıları PKK’de gerçekleşen binlerce şehittir.
Şimdide ben bunlardan birini yazacağım.
Adı Şîyar olan bu şehidimizin tarihsel, coğrafik ve toplumsal arka planını bildiğim kadarıyla yazarak başlamak istiyorum. Bu tarz bir ele alışı da yöntemsel olarak önder Apo’dan öğrendik. Diğeri kapitalizmin parçalara ayırarak yaptığı anlatım yöntemidir ki daha çok hakikati gizlemeye yarar. Gerçekte öğretici değil cahilleştirici ve ezbercidir.
Şîyar arkadaş Êlih’li (isimleri Kurdî halleriyle yazmayı da ayrıca tercih ediyorum, Batman yerine Êlih diyeceğim)bir arkadaş olduğu için Êlih’le sınırlı tutacağım bu yazımı.
Êlih bundan yaklaşık olarak yüz yıl önce bir köydür. Bu yıllarda aşırı yağış sonucu köyün sel altında kaldığı da söylenir. Daha sonra 1950’ler öncesi olsa gerek Êlih bir ilçe olarak Sêrt’e bağlanır. Ama Êlih’liler Sêrt’ten çok kendilerini Amed’e bağlı gibi görürler.
Êlih’te petrol yataklarının bulunmasıyla beraber ki bu da 1950’ler sonrası oluyor, Êlih’ın nüfusunda belli bir artış yaşanıyor. 1990’lar sonrası ise yaşanan yoğun köy boşaltmaları nedeniyle Êlih daha çok kalabalıklaşıyor. Buna Koçerlere yaylaya çıkma yasağı da eklenince, birçok Koçer aşireti de Êlih’e yerleşiyorlar. Mevcut durumda giderek büyüyen bir il olduğu da bilinir.
Êlih’ın coğrafyası genelde ovalıktır ve oldukça verimlidir.Êlih petrollerinin ağırlıklı olarak çıktığı dağ ise Raman dağıdır. Dağ dediğim de Botan, Garzan’daki dağlar gibi değildir. Kendi çapında dağdır işte. Raman da, doğu ve batı diye ikiye ayrılır. Raman dağı oldukça da uzundur. Êlih’ten itibaren Eskîf ilçesine kadar uzanır. Êlih ile Kubînî arasında ise Qîre adında uzunca bir sırt vardır ki bu da Eskîf’e kadar uzanır, Eskîf’in karşısında doğu Raman ile Kîre birleşir. Dicle nehri, Êlih çayı ve Hezo çayı da Êlih arazisinden geçen çaylardır.
Êlih genelde aşiretlerden oluşur. Etnik olarak geneli Kürt’tür ama kuzeyinde Mehelmi’ler vardır. Dini açıdan büyük çoğunluğu Müslümandır. Ancak zincir biçiminde ardı sıra sıralanmış yezidi köyleri de vardır. Bunlar Kubînî ve İstasyon nahiyelerinde bulunur. Uzantıları Raman dağına kadar gider.
Göçlerin il merkezine yığılmasıyla beraber sosyal yaşamda dalgalanmalar olur. Her yıl birçok insan ırgatlık işçi olarak batı illerine çalışmaya gider. İstanbul tekstil işçiliği de ihtiyacını buradan karşılar. Koçer aşiretler ile diğer alanın yerleşik aşiretleri artık iç içe geçmiş bulunmaktadır. Êlih’e Mardin’in bazı ilçelerinden de göçler yoğun bir şekilde olmuştur.
Êlih Haki Karer ve Mazlum Doğan gibi büyük şehitlerin faaliyet yürüttüğü alanlardandır. Büyük komutan Egît’de Mazlum Doğan’ın yetiştirdiği bir kişiliktir. Daha sonra Hozan Şehit Mizgîn de Êlih’ın yetiştirdiği tarihsel bir semboldür. Mazlum Doğan’ın ev ev dolaşarak yaydığı PKK ideolojisi ve yaşam tarzı, bu gün milyonlarca halka ulaşmıştır.
Êlih başlangıçtan günümüze birçok şehit mücadeleye vermiş, birçok devrimci de vermektedir. Êlih Edip Solmaz’ın PKK adına ilk defa belediye başkanı olduğu ildir. Mevcut siyasal duruşuyla da yurtseverliğin kalelerinden biridir. Bu nedenle de “Êlih ovası Apocuların yuvası” diye slogan atarlar.
Şehit Şîyar da Êlih’e yakın Batı Raman’ın yamacında bulunan küçük bir mezradandır. Mezra verimsiz olunca da Êlih’ınYavuz Selim mahallesine göç ederler. Şîyar arkadaş burada gerillalar ile ilişki kurarak uzun süre milislik yapar. Daha sonra da tutuklanarak ceza evine girer. Cezaevinden çıktıktan sonra da bir süre normal yaşamını sürdürür ama özel yaşam örgütlemeye niyeti yoktur. Çünkü o mücadelesine kaldığı yerden devam edecektir.
Bende 98-2000 yıllarında Mava alanındaydım. Ova çalışmalarında yer alıyordum. Êlih’e ise kendisini çevreleyen Amed, Mardin, Xerzan ve Botan eyaletlerinden hiç kimse giremiyordu.2010’lu yıllarda o dönemin alay komutanı olsa gerek “bir tek terörist bile Êlih’te bırakmadım” diyecekti TV programlarında. Bizde Mava dağında yaptığımız tartışmaların ve aldığımız kararların bir gereği olarak Êlih’e gerilla olarak girecektik. Bunun için ovaya indik.
Ovaya indiğimizde bizim için gerekli olan sağlam bir ilişkiydi. Bütün olasılıkları değerlendirdik, bize yardımcı olacak milis veya yurtsever arıyorduk. Tam bu arada cezaevinden yeni çıkmış bir arkadaşın bizi görmek istediği tarafımıza bildirildi. Kendisi için bir köyde randevu ayarlayıp gelmesini istedik. Akşam olduğunda bizde sığınaktan çıkıp köyde randevu verdiğimiz eve gittik. Evde şişman yanakları al al, sonradan kod adı Şîyar olacak olan arkadaşla görüştük. Şişmanlığını cezaevinde kalmış olmasına bağladığım ama her şeye “evet” demesini pek anlayamadığım o anki adı Selahattin olan arkadaşla uzun uzadıya konuştuk. Ne dediysek “yaparım” dedi, ne istediysek “olur” dedi. Sohbetine doyamadık, gece ilerlemesine rağmen biz halen daha konuşuyorduk. Gece boyu konuşup tartışırken hep bir şeyleri eksik tartışıyormuşuz gibi geldi bana. Yapacağımız iş bir milisin yapacaklarını çok çok aşıyordu. O gece her şeye “evet” diyen Şîyar arkadaşa “bize katılmaz mısın” diye sordum, ona da “evet” katılabilirim dedi; “siz nasıl isterseniz!” O andan itibaren evde kalmamızın bir anlamı kalmamıştı ve de sığınakta bol bol zamanımız olacaktı tartışmak ve daha ayrıntılı tanışmak için. Evden günlük tüketeceğimiz peyniri alıp ayrıldık.
Böyle başladı Şehit Şîyar ile devrimci gerilla yaşamımız. Sanki birilerinin kendisine “gel gerilla ol” demesini bekler gibi bir hali vardı. Onun hayalinde evlenmek aile kurmak yoktu, sadece ve sadece halka insanlığa hizmet etmek istiyordu. Düşmana kini ve öfkesi cezaevine girdikten sonra daha da artmıştı. Bir evde ilk defa beline palaska bağladığımda, beline dolanmış şutik olmamasına rağmen ve palaskayı da en son ayarına getirmemize rağmen yine de palaska dar gelmişti. Ben ve ev sahibi Şîyar arkadaşa muzipçe espriler yapmaya başladık. Ev sahibi;“heval Şîyar arkadaş çok şişman” dedikçe ben, “zayıflayacak ince belli olacak” diyordum. Birkaç ay sonra da Şîyar arkadaşın beli incecik oldu ve bütün fazla kilolarından kurtuldu. Çünkü Mava ile Êlih hattında oldukça yoğun ve yorucu bir pratiğin içine girmiştik.
Örgütsel ihtiyaçlar nedeniyle Şîyar arkadaşın katılımı normal bir katılım gibi olmadı. Savaşçı temel eğitimini ve ideolojik, siyasal eğitim görmeden direk pratiğe girdi. Kendisi hem milis, hem de cezaevinde kalmış olduğu için, belli bir bilinç düzeyi vardı. Geriye askeri eğitim kalıyor ki bunu da her Mava dağına gittiğimizde açığını kapatmaya çalışıyorduk.
Bütün arkadaşların ilk etapta dikkatini çeken şey Şîyar arkadaşın kişiliğiydi. Çok mütevazı ve alçakgönüllü bir arkadaştı. Şîyar arkadaşın çok hesapsız ve içten gelen bir mütevazılığı vardı. Sanki hiç devlet ve egemenliği tanımamış gibi bir alçakgönüllülüktü kendisinde var olan. Hiyerarşik, sınıflı, devletçi toplum formlarının daha hiç belirmediği dönemdeki insan kişiliği mevcuttu, Şîyar arkadaşta. Gerilla ve dağ yaşamına olan yabancılığı hemen göze çarpıyor ve arkadaşların dikkatini çekiyordu. Bu haliyle de yaşam içerisinde hem ilgi odağı oluyor, hem de arkadaşlar istekle kendisine yardımcı olmak istiyorlardı. Şîyar arkadaş da büyüklük taslamaz ve yaşamın ayrıntılarını öğrenmeye çalışırdı. Arkadaşın bu durumu ortamımıza ayrı bir hava veriyordu. Bu durumda hem kendisi moralli ve coşkulu pratiğe katılırdı hem de arkadaşların daha fazla motive olmasını sağlardı. Şehir, ova ve dağ arasında geçen pratiğimiz hareketli ve oldukça da canlıydı.
Bir gece yine Êlih’te iken yanına gideceğimiz aile evinde değildi, bu nedenle gece geç saatte sokakta kalmıştık. Gidebileceğimiz aileler vardı ama bulunduğumuzyerin çok ters tarafına düşüyorlardı. 1999 yılının sıcak ortamı olduğu için de düşman zırhlı araçlarla sokaklarda devriye geziyordu. Biz de mümkün mertebe ara sokakları kullanıyoruz ve duraksamak için de kuytulukları seçiyoruz.“Nereye gidelim, hangi aileye gidip kalalım” diye düşünüyor iken üç katlı bir binanın arkasına geçtik ki kuytu bir yer ve korunaklıdır. Binayı biraz inceledim ve alt katta koyunlar olduğunu gördüm. Bu iyiye işarettir. Çünkü Êlih gibi bir yerde sadece Koçerler koyun beslerler ve eğer evde Koçerlerin ise,Koçerler yüzde doksan yurtsever olurlar ve de eğer aile Koçer ailesiyse bize kucak açar sahip çıkarlardı. Evin ikinci katında bulunan oturma odasındaki televizyona kulak kabarttım, tam istediğim gibi, bizim televizyonu dinliyorlardı. Televizyondan Kurmanci lehçemizde sesler yükseliyordu.
Kafamda bir şeyler evirdim çevirdim ve pratik planımı şehit Şîyar’a anlattım. O da bana “neden olmasın” dedi ve harekete geçti. Şîyar arkadaş henüz daha tam olarak dağ gerillasına benzemediği için “konuşma aksanı ve fiziki duruş itibariyle” eve gidip kapıyı çalarak kendisini koyun tüccarı olarak tanıtacak ve bu arada ailenin durumunu tahmin etmeye çalışacaktı. Daha sonra eğer uygun olursa biz ailede gece ve sonraki gündüz kalacaktık. Şîyar arkadaş gitti gitmesine ama gelişi de gecikti. Ben de meraklanıyorum, acaba ne oldu diye. Derken evin köşesinden bir genç “heval gel içeri gidelim” diyerek beni çağırdı. O an rahatladım ve işimizin iyi gideceğinden emin oldum. Çünkü beni çağıran genç kırk yıllık dostummuş gibi bir ses tonuyla çağırıyordu. Bu da ailenin gerillaya ve devrimcilere aşina olduğunu gösteriyor. Oturma odasına geçip oturduk ve aile ile Şîyar arkadaş tanış oldukları için de koyu bir sohbete başladılar.
Yine bir gece hem de dolunayda “bu gerilla için oldukça risklidir” Raman dağının yamaçlarında yürüyorduk. Benim kulaklarım çok yakınımda patlayan patlayıcılar nedeniyle biraz sorunlu, Şîyar arkadaşın ise bu konuda bir sorunu yok. Yamaçlardan yürüyor iken, küçük bir tepenin yanında bulunan bir boğazdan geçmemiz gerekti. Tepecik ve boğaz düşmanın pusu atabileceği yerlerden bir yer. Tepeye ve boğaza yakınlaştığımız zaman elimdeki gündüz dürbünüyle “gece dürbünümüz yok, dolunayda gündüz dürbünü de iş görüyor” tepeyi ve boğazı kontrol ettim. Herhangi bir şey görmedim. Daha sonra ben önde, Şîyar arkadaş arkada yürüdük ve tam boğazın üstüne geldik. İşte o anda Şîyar arkadaş bana seslenerek “heval Azad tepeden sesler geliyor” dedi. Benimde o anda tepeye bakmamla “koş” demem bir oldu. Çünkü tepede hareket eden bir görüntü görmüştüm. Yaklaşık olarak yüz metre koştuktan sonra yere oturup o neydi diye kendimize sormaya başladık. Eğer düşman askeri olsaydı çok kısa olan o mesafeden bizi görmemesi ve ateş etmemesi mümkün değildi. “Acaba düşman askeri daha yeni tepeye gelmiş yerleşmeye çalışıyor o nedenle mi bizi görmedi” diye de yorumladık. Daha sonra da mevsim sonbahar olduğu için köylüler geceden gelip çilo kesiyorlar ve eşeklere yükleyip köye götürüyorlar. Zaten eşekler kendisini çevreleyen çilo nedeniyle görünmez ve uzaktan bakınca ağaç yürüyor zannediyor insan. Tepede duyduğumuz ses ve gördüğümüz görüntünün çilo kesen köylüler de olabileceğini hesapladık bu nedenle. Daha fazla da oturmadan kalkıp ay ışığının geceyi yarı gündüz yaptığı, görsel olarak da insanı oldukça bir hoş eden manzaralı gecede sığınağımıza doğru yürüdük gittik.
Zamanı gece ve gündüz olarak ayırmak bana yetersizmiş gibi geliyor; gece gündüz evet ama bunun yanına dolunayı da eklemek gerekir. Çünkü gündüz her şey bir şekilde görünür, gece ise bir başka şekil. Bir şeyleri görseniz de geceleyin yine de karanlıktır veya karadır. Ama ay ışığında “ben buna dolunay” da diyeyim görsellik bambaşkadır. Ne tam karanlık ne de tam aydınlıktır, biraz aydınlık birazda karanlıktır. Doğanın veya evrenin bu hali insanın ruh ve duygu dünyasına bir başka etki eder. Gündüz gerilla için hele hele ovalık alanlarda, düşmanın tam hâkim olduğu zaman dilimidir. Bu nedenle düşmandır gerillaya gündüz. Gece ise gerillanın adeta hâkimler hâkimi olduğu zamanlardır, karanlık ve gözle görmekten çok hissiyatın ön plana çıktığı anlar. Kara bulutlu yağışlı gecelerde adım atmak bile mucizevi bir olaydır gerilla için, ama durmaz gerilla bütün doğa olaylarının kendisini gösterdiği her gecede yürür yürür ve yürür. Gece ay lambasının altında olduğu zamanlarda ise; ilk önce dolunayın ilk çıkışını görürsünüz ki bu görüntü her bir coğrafyada ve her bir mevsimde farklı, farklıdır. Ayın yükselişi ve batışını görürüsünüz. Ay doğar ve batar ama gerilla halen daha yürüyordur ülkesini baştanbaşa arşın arşın gezerek. Şehit Şîyar ise severdi böyle dolunaylı geceleri ve her ay, yeniden doğduğunda ay, Şîyar daha bir Şîyar olurdu; dağda ovada ve şehirde.
Şehidin ailesi de tipik bir Kurdî aile idi. Anne, baba, erkek ve kız kardeşler.
Evli olanlar aileden kopmuş kendi aile düzenlerini kurmuşlardı.Yeni evlenen ise aile ile beraber evin bir gözeneğinde kalıyordu.Ta ki sırası gelen evlenene kadar bu böyledir. Yeni evlenen baba-ana evinde kalır.Diğeri ise ana-baba evinden ayrılmıştır artık.Anne ve baba; erkek ve kız kardeşler, çemberi genişletirsek.Amca, hala, teyze çocukları; hepsi sıcak hepsi daha bir insan gibi insandılar.Çünkü hiyerarşik, sınıfçılık ve sermayecilik oyunları; daha kirletmemiştir henüz.Tertemiz dünyalarını.
Gerilla yaşamım boyunca ilk ve son defa Şîyar arkadaşla ortaklaşa tek bir çanta taşırdık. Hem benim hem de Şîyar arkadaşın kendimize ait olan eşyaları “o da nedir ki; fotoğraf albümü, tıraş gereçleri vb.” şeyler vardı çantada. Çoğunlukla da erzak gibi ihtiyaçları taşırdık çantamızda.
Şîyar arkadaş giderek tecrübe kazandı ve artık tek başına ovadan dağa grup götürecek hale gelmişti. Hem araziyi tanımış hem de hareket tarzına hâkim olmuştu. Sık sık daörgütlediğimiz çeşitli savaşçı kanallarından yeni arkadaşlar gelip saflara katılıyordu. Yine böyle bir günün akşamı hem iki yeni arkadaş Adana’dan gelmiş ve saflara katılmıştı, hem de bizim bir başka ova birimimiz yanımıza gelmişti. Buna göre oturup birkaç günlük planlama yaptık. Ben yanımıza gelen birimimizle kalacaktım, Şîyar arkadaş ise Nasır arkadaşla birlikte yeni savaşçı grubunu alıp Mava dağına gidecekti. Bunun için tartışıp dikkat edilmesi gereken konulara tekrardan parmak bastık ki, grubu götürmede herhangi bir sorun çıkmasın.
Daha isimlerini bile soramadan ve gece karanlığında daha henüz yüzlerini bile tam olarak tanıyamadığım iki tane gencecik devrimci olmaya aday insan ile birlikte Şîyar ve Nasır arkadaşı uğurladık ve bizde yapmamız gereken çalışmamıza döndük. Ertesi gün saat on civarı kaldığımız yerden görülebilen yola gözle baktığımda anormal bir araç geçişlerinin olduğunu gördüm. Bunun üzerine dürbünü elime aldım ve yolda geçmekte olan araçları kontrol ettim. Araçlar askeriydi ve aceleleri varmış gibi gidiyorlardı. Dağınık ve düzensiz bir şekildeydiler. O an durumun ne olduğunu anlayamadık ve herhangi bir tahminde de bulunamadık. Akşam olduğunda ancak yerimizden hareket edip köydeki köylülerle temasa geçtik ve arkadaşların şehit düşmüş olduklarını anladık. Daha sonraki olaya ilişkin araştırmalarımızda ise arkadaşların şahadet yerlerine yakın bir köyden erzak aldıklarını öğrendik. Biraz ekmek, birkaç tane de domates ile peynir alıp gitmişlerdi.
Öyle ya gerillasındır ve hep bilinmeze yol alır gidersin, sabaha ne olacağını, doğacak güneşin nelere gebe olduğunu kim bilebilir ki. Araştırmalarımızı derinleştirip şahadete neden olan olguları bilmeliydik ki yeni şahadetlerin önüne geçebilelim. Ve tespit ettiğimiz önemli bir nokta şuydu ki; arkadaşların gündüz konaklamak için seçtikleri yer tam da düşmanın gece termal kamera (gece görüş) koyduğu yerin karşısındaymış. Gece termal kamera ile şehit Şîyar’ın ve grubunun kaldığı yeri tespit edince düşman sabaha kadar beklemiş ve müdahale etmemişti. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber arazinin hâkim bir noktasından, mahkûm bir yerde olan arkadaşlara operasyon düzenlemişti. Silahlı olan Şîyar ve Nasır arkadaşlar çatışıyorlar düşmanla. Diğer yeni arkadaşlar ise daha gerilla elbisesi bile giymemişlerdi. Kurdistan dağları hep bir ana gibi olmuştur Kurd halkı için; tarihte ve günümüzde. Bu realite PKK gerillaları için daha fazla geçerlidir. Ve düşmanla karşılaşınca her bir gerilla koruyucu ananın kucağında olmak ister, doyasıya çarpışmak geçmişin ve bu günün intikamını almak için. Ama Şîyar arkadaşların içinde hareket ettikleri arazi yapısı yarı ovalıktır. Hava da aydınlık olunca yapacak pek bir şey yoktur aslında. Ve her dört arkadaş da yaklaşık olarak yarım saat çarpışarak iki düşman askeri öldürüyorlar. Biri teğmen olmak üzere iki askeri de yaralıyorlar. Akşam hoş beş şakalaşıyorken, sabaha yitirmek en güzide canları, can mı dayanır böyle derin ve tarifsiz acılara; olmasa daha büyük amaç ve yaşam aşkı.
Hani derler ya “delikli namlu çıktı mertlik bozuldu” diye. Bu söz karşısında gelişen savaş teknolojisine ne denir bilemiyorum. Çağımızın asimetrik savaşları savaş tarihinin en namert savaşlarıdır. En duygudan yoksun, en vahşi savaşlar bu yüzyılda yapılıyor ve yapılacak. Gelişen savaş teknolojisi insanlık tarihine en barbar çağını yaşatıyor ve yaşatacak. Şîyar arkadaş da diğer daha dağların kokusunu alamadan şehit düşen arkadaşlarla beraber çağın en ileri adeta toplumlara nefes aldırmayan teknolojisine karşı yeniden var olma mücadelesine fiziki anlamda son verdiler. Ve kendilerini halkın ve de ilerici insanlığın kalbine “Milenyuma” birkaç ay kala altın harflerle yazdırdılar.Mücadelemiz de devam ediyor hem de dünyanın ilk önce Kürdistan’da denenen en ileri savaş teknolojisine rağmen. Halkçı ve haklı yöntemlerle mücadelelerine ay ay, yıl yıl devam eden Şîyar’ın yoldaşları bu gün en ileri gece görme tekniklerine karşı basit bir şemsiyeyle cevap vermekteler ve onları boşa çıkarabilmekteler. Dedim ya “haklı ve halkçı mücadelemiz” diye, bedeli kan da olsa çare ve çözümler tükenmiyor Kürdistan’ın en doruklarında hep yükseklerde seyredenler için.
Şîyar arkadaşların grubunun cenazeleri şehit edilmeleri ardından, bölgeye yakın olan bir karakola getiriliyor. Cenazeler; bazı kısımları dışarıda olacak şekilde toprağa veriliyor. Ölüye bile saygısı olmayan TC askerleri tarafından.
Şîyar arkadaşın şahadetinden sonra ailesine haber vermemiz gerekiyordu, cenazelerini düşmanın elinden almaları için. Ancak bu o kadar kolay değildir. Bir aileye “oğlunuz şehit düştü” demek, en karmaşık duyguları yaşamak demektir. Ancak yapacak başka bir şey de yoktur; gecenin bir saati aldım elime telefonu ve aslında ne dediğimi şu an bilemiyorum. Telefonu kaldıran şehidin genç ve yeni evli kardeşi ise benden çok daha sakindi ve dolaylı olarak söylemek istediklerimi daha ben telaffuz bile etmeden anlamıştı. Böyle bir haberin kendilerine verilmesini bekler gibiydi. Belki de yeni doğacak olan çocuğuna onun adını verecek ve her Şîyar dediğinde onu anacaktı.
Şehit Şiyar şimdi Êlih’e yakın Bleyder köyündedir. Kısa ama anlamlı devrimci yaşamınla yarattığın değerler birikerek genişliyor ve yayılıyor. Önemli olan da bu değil mi zaten. “Ne kadar yaşadığın değil, nasıl yaşadığın önemlidir” derler ya sen onlardan biri oldun. Bir gün mutlaka mezar taşına baş koyma umuduyla…
KOD AD: ŞİYAR
ADI SOYADI: SELAHATTİN ATACAN
DOĞUM YERİ:ÊLIH
AZAT ARARAT
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 17 Haziran günü saat 03:30 ile 04:00 arası işgalci TC ordusu Hakkari'nin Çukurca ilçesi ile Medya Savunma alanlarımız sınırında bulunan Tepe Sor'a A-4 ve Doçka Silahları ile ateş açmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 17 Haziran günü saat 06:30 ile 09:30 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçlar Medya Savunma Alanlarımızda Xakurke bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar