Basına ve Kamuoyuna
1. 7 Ağustos gününden bu yana işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma Alanlarımızdan Zagros bölgesi üzerinde belli aralıklarla keşif uçuşları gerçekleştirmektedir.
- Ayrıntılar
İnsan toplumu için genel anlamda önderlik demek, gelişme için bir imkân demektir. İlkel klanlardan en gelişkin toplumlara kadar gelişmeye baş olmak, yol göstermek, buyruk olmak, güç olmak, yasa olmak, çekici olmak kudretin ve yeteneğin sahibi olmak demektir. İnsan, toplum haline gelmek istiyorsa ancak bu, önderliğiyle olacaktır. Bir canlı organizma için baş, beyin neyse, bir toplum için de önderlik odur. Kısacası insan-toplum gerçeğinde önderlik’ siz olmaz. Ama tarih boyunca önderlik çok bireyselleşmiştir. Buna da despot, kral, padişah, imparator denir. Bu kavramları bile açtığımızda görülüyor ki, insan toplulukları çok zayıfsa önemli bir gelişme aşamasıyla yüz yüzeyseler, bireysel irade için bir gelişme ortamı ve potansiyeli var demektir. Birey neden çok büyümek zorundadır? Aslında bir toplum büyümek istiyor. Örneğin bir klan, aşiret olmak; bir aşiret daha geniş bir halk topluluğu olmak istiyordur. O zaman bir görev daha ortaya çıkar, bu gelişme potansiyeline cevap vermek gerekir. Birey öngörü, yüksek çaba, ustalığı, bilinç ve örgüt yeteneğiyle o topluluğu gelişmiş bir ortama, seviyeye taşırabilir. Böylesi bir bireye ‘önder birey’ denilir. Bu, aşiret şefi, kral, bey, paşa, padişah olur.
İlkel komünal topluluk aşiret şefleri biçiminde, kölelik dönemi ise imparatorlarla kendini ifade eder, tanrı krallara kadar götürür. Ortaçağ, kral ve padişahlar dönemidir. Bunların nedenleri vardır. Çünkü ilkel komünal toplum çok geri olduğundan köleci topluma yükselme büyük bir olaydır. Bunun için imparatorlar neredeyse tanrı ayarındadır. Yine kölecilikten feodalizme evrim göstermek insanlık için çok önemlidir, buna öncülük edenler de neredeyse yarı tanrıdır. Zaten tanrı kavramı bu aşamalarda ortaya çıkar. Toplum kendi geriliklerine, doğanın zorluklarına bir imajla karşılık vermek iste-mektedir. Bu imaj da tanrı olarak karşısına çıkar. Hem yaratır hem de ondan çekinir ve başına buyruk yapar. Bu böyle bir çelişkidir ve günümüze kadar gelmektedir.
Bu, yalnız siyasi gerçeklikte değil, sanatta, dinde ve ekonomik faaliyette de böyledir. Hemen her faaliyet dalının bir kralı, bir önderi, bir yol göstericisi vardır. Siyaset bunun en gelişmiş biçimidir. Her türlü yol gösterenin, her türlü otoritenin en yüce biçimi siyasi otoritedir. Siyasi önderlik, en gelişkin önderlik oluyor, sanatların en yücesi anlamına geliyor.
Şüphesiz diğer bir önderlik türü, baş aşağı giden dönemlerin önderliğidir. Nasıl ki yükselten önderler varsa, aşağı çeken önderler de vardır veya aşağı doğru yuvarlanan toplulukların, toplumların önderleri de büyük olur. Örneğin Roma çağının düşüş döneminde Neronlar; feodal toplumun düşüşüne denk gelen Osmanlı sultanları; kapitalizmin bunalım dönemlerine denk gelen faşist önderlerin de büyüklüğü o toplumlardaki gericiliğin, tükenişin, zorbalığın ve dayatmanın büyüklüğünü temsil eder. Bunlar da en az diğerleri kadar otoriter, kurnaz, yetenekli olurlar. Yüceltmek kadar düşürmenin de bir sanat olduğunu, hem de aralarında çok az bir farkın bulunduğunu görüyoruz.
Bir de demokratik önderlerden bahsedilebilir. Demokratik önderlikler; halka en yakın, halkın içinden fazla kopmamış; kendini tanrısal özelliklerle değil, halktan gelen özelliklerle dile getiren, açığa vuran bir önderlik türü olarak tarif edilebilir. İlk çağdan günümüze kadar demokratik nitelikli önderlikler ne tanrısal özelliklerinden bahsederler, ne de çok despotik özelliklerden yararlanırlar. Önderliklerini, özel ayrıcalıklarını kullanarak sürdürmezler. Daha çok halkın bağlılığı veya aşiretse aşiretin bağlılığı; ulussa ulusun bağlılığı, hatta daha geniş bir topluluksa onun bağlılığını esas alırlar. Onun için zorbalık gerekmez. Özel yönetim aygıtlarını; istihbarat, emniyet, işkence mahkeme, yargı vb. fazla gerektirmez.
Bu tip önderlikler, demokratik halk iradesi ve halk yöneticisi olarak değerlendirebilirler. Daha çok halkların bağımsızlaştığı, özgürleştiği ortamlarda ortaya çıkarlar. Halkın gücüyle ayakta dururlar; halkın içinden çıktıkları ve halkla bağlantıları güçlü olduğu için halktan kopuk yöntemlere, özel aygıtlara ihtiyaçları yoktur. Bu kadar halk bağlılığı varsa, neden zora başvursun! Gücünü zaten halktan alır ve zora başvurmasına gerek yoktur. Bu tip önderlikler oldukça yaygındır. Her dönemde ve tarihin her aşamasında karşımıza çıkarlar. Günümüzde de hayli demokratik nitelikli önderlikler söz konusudur. Bu tiplemeler göz önüne getirildiğinde, herhangi bir ülkede, bir devletin yöneticisinin demokratik mi olduğu, gerici bir diktatör mü olduğu anlaşılabilir.
Bizim konumuz, hiç şüphesiz siyasi önderlik çözümlemesidir, yine askeri önderlik çözümlemesidir. Sanatın, ekonomik çalışmanın ve hemen her dalın da önderliği olur. Küçümsememek gerekiyor. Ama siyasi önderlik son tahlilde; ekonomik, sanatsal, askeri önderliği de bağlayan, esasta onlara çıkış sağlayan en temel kurum ve otorite kaynağıdır. İyi bir siyasal otorite olan bir önderlik, askeri önderliğe de yol gösterir; sanatsal ve ekonomik faaliyet önderliğine de imkan verir. Bir yerde iyi bir siyasal önderlik yoksa orada sağlam bir askeri önderlik gelişemez. Askeri-siyasi önderlik olmadı mı, başkalarının askeri olunduğunu kendi örneğimizde iyi biliyoruz. Bizde sanat önderliği olmaz, çünkü bizim sanatımız diri değildir, ölüdür. En azından siyasal önderliğin olmadığı dönemlerde bu iyi bilinir. Yine ekonomik önderlik yoktur, düşmanın talanı vardır.
İyi bir siyasi önderlik geliştirilmeye başlandığında peşi sıra sanat, ekonomi, askerlik ve diğer bütün toplumsal etkinlikler gelişmeye başlar. Siyasi önderlik durmaya, gerilemeye, çözülmeye başladığında diğer bütün alanların önderliği de çözülür. Bu nedenle siyasal önderliğin belirleyici olduğu her zaman belirtilir. Siyasi önderlik kilit önderliktir. Siyasal önderlik başat önderliktir ve bütün önderliklerin, etkinliklerin kaynağını teşkil eder.
Daha çok kendi tarihimizi gözden geçirebiliriz. Bizim tarihimizin bu konuda bir ihanet, gaflet önderliği veya onu doğurtan bir düşman önderliğiyle tamı tamamına kaplı olduğunu söylemek zor değildir. Bir ülkeyiz, bir halkız, ama hüküm verme, otorite; yani önderlik başkalarının oluyor. Yabancının, işgalcinin, talancının oluyor. Bu tarz bir hüküm veya bir hükümranlık altında gelişen tarihi; halkımızın içinden çıkan hainlerin önderliği, hainlerin tarihi, halkın tarihinde de karanlık, lanetli ve gafil bir durumun tarihi olarak değerlendirebiliriz. Bunun bilinen nedenleri vardır. Nasıl işgal-istila edildik, buna kim yol açtı? Bu, karşı tarafın gücü, bizim gücümüz, coğrafya gibi hemen her türlü etkenle izah edilebilir. Mühim ve geçerli olan önderlik tipi yabancı önderlik tipidir. Halkın içinde otorite kurarak onun siyasal önderi olmaya çalışanların da hain nitelikli, başkaları adına halkı tutsak etmede yardımcı niteliği olan önderler olmasıdır. Ona yardım eden, bilmeyerek de olsa bunu yapan, halkına bağlı olduğunu sanarak düşmanına yardım yapanların yardımı da gaflet türündendir. İyi yaptığını sanır, ama öyle değil, düşmana hizmet ediyordur. İyi niyetlidir, fakat bu onu düşmana hizmet etmekten alıkoymuyor. Bunlar da gafiller kapsamına girer ve bu bizde yaygındır. Büyük bir gaflet kütlesi var. Yaşanan tamamen bir gafil yaşamdır.
Hain nitelikli bu tip önderler halka; “Geriler, alttakiler sürüdür, istediğim gibi çalıştırır, istediğim gibi savaştırırım” mantığıyla yaklaşırlar. Belki de bu tip önderler, “sürü” dediklerinden daha fazla düşmana hizmet eder. “Sürü” dedikleri halk, hiç olmazsa daha değişik bir uygulamaya tabidir. Yabancılar, halkı düşman olarak gördüğü için onu daha kötü bir konumda tutar.
Halk gerçeğimizin bu kadar çarpık ve geri olmasının al-tında böylesi bir tarihi gerçeklik vardır. Düşmanına bu ka-dar hizmet eden, işgalciye bu kadar alet olan bir işbirlikçi önderin neden bütün kişisel maharetine rağmen lanetli olduğu anlaşılıyor. Yine bütün çabalarına, çok çalışmasına rağmen bir halk, neden bir sürüden daha değersiz görülüyor? Bu da anlaşılıyor. Halk gerçeğimiz, hiçbir halkla ve hatta hiçbir tarihi dönemle karşılaştırılamayacak kadar işgalciye boyun eğdirilmiştir. Ve en çok da işbirlikçilik edenlerin dayatmaları ve çıkarları gereği bu duruma getirilmiştir. Bu halkın gafili boldur ve kendisine de çok ağır bir yaşam kabul ettirilmiştir. Bu, öyle bir gerçek olarak ifadesini buluyor ki, kişi olarak da düşürülmüşümüz oldukça derindir. Yeteneksiz, çaresiz, bilinçsiz, cahil, neyin kendisi için olduğunu, neyin düşman için olduğunu kestiremeyen; neyin özgür yaşam, neyin kölelik olduğunu bilemeyen ve hatta çok katmerli haince bir yaşamı özgürlük sayan; haini normal insan sayarak kendini özgür insanlarla bir tutan bir anlayış içinde olmak bizim bir gerçeğimiz olur ki, en tehlikelisi de budur. Özgür olmadığı halde kendisini özgür bilmek, düşmanı başının tacı etmek, gafilini önder saymak ve kendini bu konuda hemen hemen her şeye alet olan birisi durumunda tutmak bizim isyan ettiğimiz, daha ilk günler-den itibaren pek yanaşmadığımız bir yaşamdır. Bu yaşamı teşkil eden topluluklarla, kişiliklerle çelişkimiz buydu ve böyle başladı. Büyük eleştiriyle, büyük isyanla, büyük sa-vaşımla ifadesini buldu ve mücadelemiz böyle yürüyor.
Bu ana çerçevede değerlendirmeyi geliştirirsek göreceğiz ki, kendisine bu kadar kötülük eden, düşman gerçeğini bu kadar yaşayan, ihanet ve gaflet gerçeğine daha da sarılarak yaşayan, sürü psikolojisini tümüyle buna temellik edercesine kendisinde yaşatan kişilik ancak en lanetli, en yaramaz, en sefil bir kişilik olabilir. Neden zorlandığımız, neden bu kadar çözümlemeyi geliştirdiğimiz şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu kişilik çözümlenmeden yaşanılabilir mi? Bu kişilik, az-çok tartışmaya sunulmadan, sert bir eleştiriye tabi tutulmadan onunla ne yapılır? Ne köy olur, ne kasaba derler. Bu kişilikle bırak köy-kasaba olunmasını, bir kulübe bile kurulamaz. Bunlardan bir çoban kişiliği bile çıkamaz.
1993 Derlemeler
Reber APO
- Ayrıntılar
Bazı düşünceler vardır ki yazılmaz, sadece düşünülür. Ama bu konu yazılması gereken bir konu:
Yazacaklarımın yetersiz kalacağını biliyorum. Çünkü o kahramanlıkların önünde, bütün kelimelerin kifayetsiz kalacağı kanaatindeyim. Denizde olan bir damla kadar olsa da bu yazdıklarım, yine de görevimi yerine getirmek istiyorum. Bu yola baş koyarken büyük umutlarla başladılar. Amaçları yok sayılan bir halkın, aslında var olduğunu kanıtlamaktı.
Partimiz ayakta tutan şehitlerimizin döktüğü kan ve verdikleri mücadelede saklıydı bütün amaçlarımız. Yolumuzu aydınlatan yoldaşlarımızın yolunda yürümek değil koşmaktır amacımız.
Onlar; Özgürlüğe olan sevdaları için dağları seçtiler.
Onlar; Anaların feryatlarını dindirebilmek için umutlarından, düşlerinden vazgeçtiler.
Onlar; Kolayı seçmediler, zoru seçtiler ve başardılar.
Onlar; Canlı bir bombaydı, sabırla nokta vuruşu yapacakları günü beklediler.
Onlar; Ateş çemberiyle, yolları aydınlatmayı hedeflediler ve o gencecik bedenlerinde büyüttükleri devrim ateşini en zirveye taşıdılar.
Onlar; küçük bir gruptu önce, sağlam bir temel atmayı hedeflediler.
Şimdi ise milyonlar olduk, yok olduğu iddia edilen bir halk var olduğunu kanıtladı.
Koskocaman bir bina oluşturduk. Düşman yapılan emeği yıkmak istedi, her elini kaldırdığında yıkılan onlar oldu. Kimileride görür görmez pes etti. O bina bu günlere gelene kadar en zorlu savaşlardan geçti, katliamlara uğratıldı. Yinede verdikleri mücadeleye devam ettiler. Kururken o binayı çimentolarına sevgiyi, aşklarını, hırslarını, özlemlerini ve devrime olan inançlarını kattılar. Yorulmadık. Kimileri bu asil yolda asilce şehit düşerken kimileride kaldıkları yerden her an her dakika mücadelelerini büyütmeyi hedeflediler.
Bazen eski arkadaşlar, eskiden yaşadıkları zorlu günlerden geçip bu günlere geldiklerini anlatırken biz yeni katılanlar sanki hazıra konmuş gibi bir his kaplıyor içimi. Partimizin o kadar zorlu günlerden geçip bu günlere gelmesindeki temel 3 madde beliriyordu kafamda. Birincisi şehitlerimizin verdikleri mücadele, ikincisi; bize direnmeyi öğreten Önderimiz, üçüncüsü ise; halkımızın emekleriydi bileri bu günlere getiren. Ne kadar bahsetse biri o zorlu günlerden, dilim tutulur yaşadıklarını hissetmeye çalışırım, onu da tam anlamıyla başaramam ya. İşte o zaman durur her şey, tek odak noktan mücadeleni en zirveye taşımak olur. Ve yeni sürece layıkıyla cevap olmayı hedeflersin. Peki, bunu tam anlamıyla başarabildik mi? Önderimizin istediği gibi militanlar olabildik mi? Peki ya tam anlamıyla kadın militan olma mertebesine ulaşabildik mi? Yada bu çabaya girdik mi? Bu sorulara verebileceğimiz çok cevap var, fakat doğru cevabı verebiliyor muyuz kendimize. Yani olması gereken şu, söz ve eylemin bir olması gerekendir. Artık 2014 yılı ZAFER yılı olmalı. Güneşimize duyduğumuz özlem sona ermeli. Yeni sürece kendini yeniden yapılandıran, her türlü mücadele koşulana ve zafere şartlanan kişilikle girmeliyiz.
Bazen öyle düşüncelere giriyorum ki ne yapacağımı bilmiyorum, sonra şehitlerimizin perspektifleriyle çıkılmaz dediğin sokakların aslında binlerce pencereden oluştuğunu görüyorum. Şimdi yoldaşlarımızın perspektifleriyle bu asil yolda yürümekteyiz. Özgür yaşamı kurmaya olan sevdalarını omuzlayıp zafere doğru yürümekteyiz.
Onların içimi ısıtan gülüşlerinin kaynağı GÜNEŞEOLAN sevdalarıydı.
Hayatın her anında yaşatılmalı bütün şehitlerimiz. Bize verilen bu mirasa sahip çıkmalıyız.
Ben misafirliğe gelmedim bu dağlara
Ben, ben olmaya geldim
Kaybolan hallerimi bulmaya geldim
Kaybolmuş yoldaşlığı aramaya geldim
Kürt halkından alınan haklar için savaşmaya geldim
Ben Önder APO’nun yolundan yürüyerek meskenime geldim…
Kaybolan benlikleri, hayalleri, gerçek yoldaşlıkları, alınan hakları, Önderlik Gerçeğini, arayışlarımı sonlandırmadan yolumdan şaşmayacağım ve bu savaşta pes etmeyeceğim…
Pêşeng Jêhat Amed
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 8 Ağustos günü işgalci TC ordusu Bitlis'in Norşin ilçesi kırsalında zırhlı asker araçlarla bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 6 Ağustos tarihinde akşam saat 22.00'de Van'ın Özalp ilçesine bağlı Qeyseran ve Paçoğlu köyleri arasında görevde bulunan bir gerilla birimimiz işgalci TC ordusu tarafından pusuya düşürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 5 Ağustos günü saat 11:00'de İran rejim ordusuna ait askerler İran ile Medya Savunma Alanlarımız arasında bulunan Hakkari'nin Esendere Beldesine bağlı Şehidan bölgesinde bir operasyon başlatmıştır. İran rejim güçlerine bağlı bu birlikler yer yer pusulama ve sızma faaliyetleri ile gerilla güçlerimize saldırı hedeflemektedir.
- Ayrıntılar
Şengal Kürtlüğün tarihi mirasıdır. Kürt Ezidiliğinin son kalesidir. Bir avuç Kürt Ezidisini korumasını bilemeyen, bilmeyen bir Kürtlük, Kürtlük olmadığı gibi, Kürtlük sözünü kullanma hakkı da yoktur, olamaz da.
Gerçeklik böyle iken, KDP’nin profesyonel ve özel güçleri DAİŞ’in Şengal’e saldırısı ile gerisin geriye Şengal’i terk ettiler. Terk etmenin de ötesinde arkalarına bakmadan alanda uzaklaştılar. Kameralara, ekranlara yansıyan bunlar. Herkesin izledikleri ve gördükleri de bunlardır. Ancak 60 yıllık askeri deney ve tecrübesi olan bir gücün eğittiği, hazırladığı, dünyanın en modern teknolojisiyle donattığı bir gücün böyle arkasına bakmadan Şengal’i terk etmesi doğrusu düşündürücüdür. Bir de kime karşı Şengal terk ediliyor? Dünyanın dört bir yanında rastgele, düzensiz, disiplinsiz, kuralsız, başka bir yerde geldiği için bu coğrafyaya yabancı kişilerden oluşmuş olan bir DAİŞ’e karşı. Bu durumun kendisi bile tek bir sözcük ile ifade edecek olursak, ayıptır. Utanç verici bir durumdur.
Ama gerçekten de durum böyle midir? Yani on yıllarca deneyimi olan bir güç neredeyse tek bir mermi sıkmadan gerisin geriye kaçması mantıklı mıdır? Ortam farklı olsaydı anlaşılabilirdi. Örneğin DAİŞ’in saldırıları şiddetli olsaydı, bu “seçme” güçler de çok kayıp verseydi, ani darbeler gibi darbeler sonucu koordinasyon merkezi dağıtılmış olsaydı, direnmiş ama daha sonra da büyük kayıplar vermiş, cephanesi azalmış ya da bitmiş bir güç olsaydı, gerisin geriye gidişi, bırakışı anlam vermek, -kabul edilmese bile -mümkün olabilirdi. Ancak yukarıda ifade edildiği gibi gerçeklik böyle değildir. Sapa sağlam, tek bir mermi sıkmadan Şengal terk edilmiştir. Sadece bu yapılmamıştır. Üstelik Şengal’de halka daha önce verilen silahları da KDP toplamış, halkı silahsız bırakarak kaçmıştır.
Şimdi sormak gerekiyor, KDP’nin bu seçme güçlerinin tümü neden, Şengal’i terk etti? İçlerinde tek bir mermi sıkacak olan bir kişi yok muydu? Vicdan sahibi hiç mi bir kimse yoktu? Herhalde kaçanların tümünü aynı kategoriye koymak doğru olmayacaktır ama genel tablo budur.
İşte o zaman yeniden soralım, KDP Şengal’de neden çekildi? Ya da neden KDP HPG güçlerinin Şengal’e geçmesine izin vermedi? Bırakalım izin vermesine, neden Şengal’e giden HPG komutanlarını tutukladı? Ve neden tüm bu gerçeklerle bağlantılı olarak meydanı terk etti?
İlk günden beri dile getirdiklerimizi yeniden dile getirelim. KDP ilk günden beri örneğin Rojava Devrimine karşı sömürgeci güçlerden daha fazla saldırdı ve karşı durdu. Hatta birçok provokatör hazırlayarak, devrimi sabote etmek için Rojava’ya göndererek kirli birçok çalışmanın içerisinde oldu. Hendek kazdı, köprüleri kapattı, Rojava halkını aç bırakarak dize getirmek istedi ve tabi ekranlara yansıdığı gibi günlük olarak Rojava devrimine hakaret yağdırdı. Ve tuhaf gelebilir ama daha birkaç gün önce “DAİŞ’in Kürtler için tehlike olmadığını” söyledi. Halbuki deseydi ki; “DAİŞ KDP’ye zarar vermez” daha doğru söylemiş olacaktı.
Rojava’yı bırakalım Kuzey parçasındaki özgürlük hareketine karşı -AKP hükümeti başta olmak üzere,- iktidarda kim varsa onların yanında yerini alarak, özgürlük hareketine saldırdı. AKP’nin kuzey Kürdistan'da oy alabilmesi için Mesut Amed’e gitmiş, Neçirvan ise Van’a gitmiştir. Bunlar yetmemiş ağızlarına ne kadar hakaret gücü varsa sarf etmişlerdir.
Ve tabii birde yakın tarihte Rojhılat’ta ne kadar Rojhılat devrimcisini katlettiler. Ne kadar çok Doğu Kürdistan devrimcisini faşist İran rejimine teslim ederek katledilmelerine yol açtılar.
Ve tabii yine kuzeyde Dr. Şıvanları hangi hile ve oyunlarla, hangi işkence yöntemleriyle katlettiğini öğrenmek isteyenler Dr. Şıvan’a ilişkin yapılmış olan belgeseli izlemelidir. Burada, Dr. Şıvan’ın KDP’nin etkisinde sıyrılma ve kendi yolunu çizme planlarını ve hazırlıklarını yaparken, Türkiye’de 12 Mart 1971 yılında ABD’nin onayı ve planlaması ile Nihat Erim’in başa getirileceği darbe gerçekleştirmişti. 12 Mart 1971 yılında gerçekleştirilmiş olan askeri darbenin, Muhtıra’nın Türkiye devrimci solunu nasıl biçtiği gözler önüne getirildiğinde Barzani’nin “kendi bölgesindeki Amerikan karşıtı unsurları temizlemeye hazırdır” sözleri çok daha iyi anlaşılırdır.
Dikkat edelim, birilerinin düşmanlarını temizleme gücüdür KDP. Ve bu uzun yıllardır böyledir. İlk günden olmazsa bile uzun yıllardır bunun böyle olduğunu en çok Doğu Kürdistanlılar, ardından Kuzey Kürdistanlılar ve tabii daha iyi bir şekilde ise Güney Kürdistanlılar ve onların devrimci, demokrat ve farklı düşünenleri iyi biliyor.
Sözü uzatmadan belirtelim ki KDP’nin tüm gerçekten de Şengal’deki kaçışın içerisinde saklıdır. Öyle sanıldığı gibi peşmergeler kaçmamıştır. Kaçmış olanlarda olabilir-sonuç itibariyle para ile çalışan, maaşlı olan bir güçtür-lakin esas olan bu değildir. Esas olan Ortadoğu’da kemik kırma hareketini DAİŞ’in eliyle yürüten ABD’nin politikaları gereği peşmergelerine talimat vererek Şengal’de çekmiştir. Şengal’de peşmergeleri kaçırtarak Şengal’i DAİŞ’e teslim etmiştir. Ve hedefi ise kendince Musul’u tümden bu çetelere bırakarak, güney ile Rojava’nın arasını kapatarak kendisini sağlama alacaktır. Ve tabii bunun karşılığında ise kendince 140. Maddenin pratikleştirmesini sağlama alacaktır.
Bir Kürdistani güç Kürtlükten bu kadar uzak olabilir mi, olabilir. Olabilir çünkü KDP neredeyse ilk günden beri tüm rengi Kürdistan'da gelişen her türlü özgürlükçü eğilimlere karşı durmak olmuştur. Bu sözü Amerika’ya vermiştir. Bu sözü Türkiye’ye vermiştir. Bu sözü İran’a vermiştir. Bu sözü Irak’a vermiştir. Ve bu sözü Esatlara vermiştir.
Özcesi kendi ailesel çıkarlarına hangi güç prim vermiş ise o gücün hizmetine girmekten geri durmamışlardır. Ve bu aile çıkarları için ne kadar Kürt'ün feda edilmesi gerekli olmuş ise o kadar Kürt’ü feda etmişlerdir. Bunu yaparlarken de tek bir kaygı duymamışlardır. Çünkü KDP ve Barzaniler on yıllarca bu ahlaki uzaktan politik duruşu istikrarlı bir şekilde sürdürmüşlerdir.
En son Şengal’i DAİŞ’e bilinçli bir şekilde bırakmış oldukları gibi.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 5 Ağustos günü saat 17:00'da işgalci TC ordusu Hakkari'nin Şemzinan sınır hattı üzerinde bulunan Mamreş Tepesinden yine sınır hattındaki bir başka tepe olan Şehit Ronahi tepesine ağır silahlarla bir bombardıman gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ağustos ile 2 Ağustos günleri arasında işgalci TC ordusu Amed'e Bağlı Ergani, Maden ve Guleman'da bir operasyon başlatmıştır. Bu operasyonu esnasında işgalci TC ordusu araziyi ateşe vermiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 1 Ağustos ile 2 Ağustos günleri arasında işgalci TC ordusu Amed'e Bağlı Ergani, Maden ve Guleman'da bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar