Basına ve Kamuoyuna!
1- 15 Kasım günü saat 11.15'te Kerkük'e bağlı Daqok nahyesinde bulunan Vahdê ve Xalid köyleri arasında çetelerin bir hareketliliği gelişiyor.
- Ayrıntılar
Devrimci hareketimizin, PKK adıyla kendini açıkça ilan ederek yürüttüğü savaşımda; tarihsel, eşine rastlanmayan, halkımızın bağımsızlık ve özgürlük tarihinde bir o kadar eşi görülmemiş, halk ve ülke, ulusal ve toplumsal kimliğinden ne koparılıp alınabiliyorsa alınmış, baskı ve sömürün de ötesinde varlığını yitirmiş bir halde devralınan gerçekliğini, savaşarak yeniden kazandırmanın, büyük gelişme ve derslerle dolu on dört yılını geride bırakırken, on beşinci yılı, artan zafer umudu kadar somut olanaklarla karşılamaktadır.
Çok yönlü kazanımlarıyla, hep başkaları için en kötü tarzda kullanılan bir hammadde, bir malzeme olmaktan çıkıp her şeyiyle kendisi için, özgürlüğü ve bağımsızlığı için, insanlığın tutkulu, iradeli, bilinçli savaşımına büyük değer veriyor, kazanmaktan başka hiçbir seçenek tanımıyor.
Bir anlamda zafer sadece bir zaman meselesi olarak değerlendiriliyor. Bu anlamıyla parti tarihimiz sadece siyasi bir tarih olmuyor; ilkel kominal dönemin içinden insanın çıkış özellikleri kadar, günümüzün en inceltilmiş emperyalist sömürgeci imha ve asimilasyonundan da çıkışın, böylesine en çelişkili gerçeğin devrimci tarzda aşılması oluyor. Bir çok yakınçağ devriminin olumlu özelliklerini içeriğe katması ve yine insan olmanın temel özelliklerini, ona hükmeden ilkelerini benimserken; günümüzün insanlığının önündeki en büyük tehlikeleri, onun dayandığı kapitalist sistemi de karşılayan ve bir nevi kapitalizm anlamına gelen reel-sosyalizmin olumsuzluklarına karşı sosyalist tutumu değiştirerek, gerçekleşen bir öncülük kurumu ve bu temelde bir halkın dirilişine imkan verme olayı oluyor.
Halen baş çelişki olarak savaşılan ve günümüzün en gerici ve hatta sadece bölgesel değil, uluslararası alanda da bu yönüyle merkezi bir yer işgal eden TC egemenliğine karşı geliştirilen çözümlemeleri devrimci pratikle tamamlama süreci buna dayanıyor, uluslararası devrimin yeni aşamasına cevap olmayı da içeriyor.
PKK'nin 1992 yılındaki, savaşım mücadelesine dayatılan, açık ve resmi olarak TC önderliğindeki karşı-devrimci savaşıma, neredeyse bütün dünya resmi, gayri resmi egemen güçlerinin destek vermesi, başarısı için elden ne geliyorsa sunmaları, bunun oldukça açığa çıkması ve yine Kürdistan tarihinin en çarpıcı gerçeği olan iç ihanetin, en gelişmiş işbirlikçilik örneğini sunan Güney Kürdistan'daki savaşla, bu yılı da kendi lehlerine tamamlamaya çalışmaları, mevcut savaşımın bir Ulusal Kurtuluş Savaşımından çok, bölgesel, siyasal gerçeklerle kaynaşan, etkileyen, etkilenen bir oluşumdan öteye, evrensel bir anlama bürünmeye yatkın bir düzeyde olduğunu, çarpıcı bir biçimde pratikte gösterdi.
Bazı dönemlerin evrensel özellikleri olan devrimleri gibi ki, Fransız Devrimi, Bolşevik Devrimi böyle devrimlerdir, bir devrimci odaklanmayla karşı karşıya olduğumuzu, daha önceleri teoride, fakat geçen 1991 yılında da pratikte, artık herkesin görebileceği bir açıklıkla ortaya koyduk.
Hiç şüphesiz, bu savaşımın en başta kendisi için verildiğini bilen Kürdistan halkı bunu iliklerine kadar duymuştur. Bu savaşımın ulusal gerçeği için ne anlama geldiğini, onun için birliğin, örgütlenmenin, bilinçlenmenin ne olduğunu, ne kadar ihtiyaç haline geldiğini, tarihinde belki de ilk defa böylesine anlamış ve kazanmış bulunuyor. Daha da ötesi, bir türlü, temel insan hakları, ulus hakları, özgürlük için isyan haklarına layık görülmeyen, yaşama şansı var mı yok mu, olsa da hangi sınırlar dahilin de olmalı biçiminde anlamsız bir tartışmanın muhatabı durumundaki Kürt halkı, kimlik sorununa hiçbir dönemle kıyaslanmayacak bir biçimde karşılık vermeye çalışıyor. Kimliğe sahiplenme gereği duyuyor ve gün geçtikçe bunun savaşla bağlantısı, onun siyasetiyle ve siyasetinin de her düzeydeki örgütlenişiyle ilgili çarpıcı sorunları kadar, çözüm yollarına çaba ve bilinç kazandırmaya çalışıyor.
Sadece dünya’nın kendisini kabul etmeye hazır olmama talihsizliğini değil, vahşi bir düşmanın, her türlü yöntemle imhasını, zoraki örgütlenmesini de değil, bir o denli kendinden kopuşun, kendinden vazgeçmenin her türlü alçaltıcı, aşağılaştırıcı sonuçlarını görerek, onunla savaşmanın ne kadar vazgeçilmez olduğunu bilinç haline getiriyor ve bütün bunlar sıcak bir savaşım ortamı içinde gerçekleşiyor.
Derinden bütün bunlar oluşur ve yaşanırken, daha da yüzeye baktığımızda, özellikle düşman cephesinde akıl almaz bir özel savaşım her cephede tırmandırılıyor. İç ve dış alanda azami olarak ne yapılması gerekiyorsa, sonuca doğru götürülüyor. Özellikle onun psikolojik boyutu, bellekleri, ruhları daha da anlamsız kılmak, saptırmak, yabancılaştırmak için ne lazımsa, özellikle de basın-yayın tekniğini de çok iyi kullanarak, bir de bu yönüyle eşi görülmemiş bir boyuta tırmandırılıyor.
Öyle bir PKK umacısı yaratılıyor ki, düzen açısından, bütün sorunların kaynağında PKK yatıyormuş gibi hayal yaratıldığı kadar, eğer üzerine yürürlerse, ezerlerse bütün sorunlardan kurtulacaklarmış gibi, topluma sahte umutlar yayılıyor ve bu temelde birçok çarpıtmalar yapılıyor. "PKK kimdir, APO kimdir? Türklükle nasıl oynuyorlar" gibi, her türlü akıl almaz, özünün çok tersi değerlendirmelere gidiyorlar. Terörün de en dehşetli biçimleri uygulanarak, insanlar paramparça ediliyor, iplere bağlanarak helikopterlerden sarkıtılıyor, panzerlerle sürükleniyor, ceset teşhirleri günlük vakalardan oluşuyor. Bir anlamda Türklük, son bir savaşı kazanmak için her şeyi ortaya koyuyor.
Dünyanın da normal ölçülerle anlamak istemediği, hatta kendi çağdaş, ulusal, sınıfsal ölçüleriyle yaklaşmamaya kadar, kendi temel ahlaki, hukuki, siyasi ilkelerini yadsıyarak bu gerçeğe uygulamamaktadır. Yeni olan nedir? Bu gerçekle kendisine yönelen nedir? Biraz da bunun verdiği korkuyla yaklaşıyorlar. Bunda bencillik var. Günümüzde burjuvazi, tek bir kişi bile kalsa, bir devrimciden ne kadar korktuğunun da açık bir örneği ile karşımızdadır.
Bütün dünya PKK devrimciliğine, bilerek veya bilmeyerek, veya çoğu da bilmeyerek karşı dururken, aslında burjuvazinin karşı devrimci ruhu bir kez daha şunu fark ediyor ki, bütün dünya, adına "Yeni Düzen" dediği biçimde de gerçekleşse ve "tecrit ettim, her şeyiyle yüklendim, mutlak yenilmelidir" dediği noktada da yüklense, böyle dediğinde bile ne kadar ürktüğünü, telaşlı olduğunu, PKK'nin bu büyük direniş savaşımı bir kere daha gösterdi.
Kocaman imparatorlukları aşan devletler var. Tarihte birçok güçlü imparatorluklardan çok ileri, daha güçlü imparatorluklar var. Yine de korkuyorlar. ABD sözcülerine, İngiliz sözcülerine bakalım ve hatta Rus hükümetine bakalım; hepsi "al sana bu kadar helikopter, destekliyoruz seni" diyorlar. Bölge güçlerine bakalım; "bizi de tehdit edebilir, birleşelim, zirveler yapalım" diyorlar. İç gericiliğe bakalım; "aman imdadımıza gelin" deyip böylesine bir birleşme içine girmeleri, devrimin yetkin bir temsilcisinden, egemenlerin duyduğu korkunun en çarpıcı örneklerinden birisini temsil ettiğini ortaya koyuyor. Bu ancak kapsamlı bir devrimci olguyu yaşamakla mümkündür.
Bir dönemlerin egemen Roma düzenleri vardı. Yine Firavunlar düzeni, doğunun görkemli imparatorlukları vardı. Küçük çıkışlarla giderek sonlarının nasıl geldiğini biliyoruz. Bir anlamda kapitalist imparatorlukların da buna benzer bir çözülüşü söz konusu oluyor. Her şeyi elinde, ama güvensizler. Uluslararası kapitalist gericilik, şu anda "tek dünya nizamıyım" biçiminde kendine anlam vermeye çalışırken bile kuşkulu, hatta en bunalımlı, belirsizliklerle dolu dediği bir durumu yaşıyor. Zirvedeki imparatorlukların yıkılışı, başlangıcındaki gibi bir oluşum bir kez daha yaşanıyor.
Tam da bu noktada, "bu PKK denilen olay da nereden çıkıyor" sorusunu soruyorlar. "Yıkılışımıza bir dinamit olmasın, bir çözücü başlangıç yapmasın" diye kuşkuyla bakıyorlar. Kendi ilkelerinin de önemli kısmını ihanet ederek, temel insan haklarını, ulus haklarını hiçe sayarak ve bir anlamda kendilerini yadsıyan bu yaklaşımlarıyla yenilgi tohumlarını içeren tutum içinde bulunuyorlar.
Bütün bunları PKK bilinçli bir tarzda mı hazırladı? Biraz bilinçli ki, bunun ilk ifadesi PKK'nin devrimci teorisidir. Biraz kendiliğindeni de ortaya çıkaran, onun yürüttüğü politik, pratik savaşımıdır. Tarihte hiç şüphesiz her şey baştan sona planlı, bilinçli gelişmez. Biraz bilinç kadar kendiliğindenlik de önemli rol oynar. Ama gelinen nokta, PKK'yi artık böyle bir gerçeklikle yüz yüze bırakmıştır.
Bütün etkenler, salt ulusal sınırla yetinilemeyeceğini, ulusal kurtuluş çuluk ve hatta demokratik bir toplumla işin içinden kendini sıyıramayacağını, giderek bölgeselleşen, evrenselleşen ve bunun için daha derinlikli bir noktada sosyalizm içeriği, mevcut sosyalizm deneyimlerini aşan, yaşanılabilir bir sosyalizme ulaşma ihtiyacı duyulan, onun siyasal ifadesi, ulusal düzeyi kadar, uluslararası düzeyin de yeni ifadesi olmaya zorluyor. Birey hakkı kadar, toplumun kolektif hakkını da bu muhteva içinde sağlam ele almaya, değerlendirmeye götürüyor. Ya böyle gelişir, başarır, ya da ele alamaz, başarısızlığa uğrama noktasına dayanır.
O halde, PKK gerçeğinde sadece Ulusal Kurtuluş Savaşımı, ona dayatılan özel savaşla ilgilenemeyiz. Bunda bile başarı için, PKK öncülüğünün içeriğine bakmak gerekiyor. İçeriğini dar, milli sınırlama sığdırılmasının, diğer birçok ulusal kurtuluş örneğinde görüldüğü gibi, günümüz devrimlerinden bir tanesi haline gelmekle bile, onlar kadar başarı sağlayamayacağımızı görüyorum. Dolayısıyla mevcut devrimci hareket, daha fazla sosyalistleşmek veya mevcut sosyalist deneyimlerden çıkarılacak dersler temelinde, özellikle başarısızlığa yol açan nedenleri aşarak yaşanılabilir. Bu, sosyalizmi hem ilkede, hem uygulama düzeyinde gerçekleştirmekle karşı karşıya olduğunu, başta sosyalizme bu yaklaşımın, artık daha açık ilkeli olduğu kadar, uygulamalı örneğini de temsil etmek gerektiği bilincindeyiz. Onun somutlaşanı iyi gösterme iddiası kadar, kararı kadar, bizzat yaşamında gerçekleştiriyor.
Bu geçen kısa tarihi süre içinde bile, "acaba PKK'yi böylesine savaşkan kılan nedir" şeklinde bir soru sorulsa, herhalde sosyalizme iddialı bir giriş olduğu açıktır. Daha o zaman kokusu her tarafa yayılan reel sosyalizme, onun her türlü hastalıklarına geçit vermeyen sosyalizme inanç duymak kadar, bir bilim işi olduğuna hükmeden ve onun bilinciyle donanmayı, bütün görevlerin önüne koyan, bu konuda politik çıkarlara alet olmayan, ilkesel olmayı her türlü taktik gelişmenin önünde ele alan, bunda oldukça tutarlı kalabilen, inanç ve bilincini temiz tutan bir parti olmaya büyük özen gösteriyor ve savaşın ruhu bu tutum oluyor. Halen PKK'nin bu büyük kahramanlığına yol açan nedir denilirse, temelde yatan bu ruhtur, bilinçtir. Aynı zamanda onun az-çok yaşam tarzı haline getirilmesidir cevabı verilebilir. Bundan eminiz.
Bunun dışında PKK olayına açıklık getirmek, en temel özellik de söz konusu olduğunda zordur. Buna şu da ilave edilebilir. İnsan soyunun en yüce, en toplumsal, en devrimci gelişime açık olan bireyin özgürleşmesi kadar, bunun toplumsal ifadesi olmayı, halk ve ulus gerçeği kadar, uluslararası dayanışmanın en eşit özgülüne açık olan ve bu anlamda insani düşüncenin, tutkunun, iradenin en seçkinini esas alan, bunda oldukça da ısrarlı davranan tutumun somut gerçeği oluyor.
PKK gerçekliği ve özellikle çözümlenmeye çalışılırsa görülecektir ki, geriye çeken ne varsa ona karşı, şovenizme, onun her türlü baskı ve sömürüsüne götüren ne varsa kararlılıkla, bilinçli karşılık veren, bunun yanında emeğe dayalı, eşitlikçi, özgürlükçü tutumlara çok açık ve bunun için her şeyini ortaya koyan tutumların ifadesi olma anlamına da geliyor.Öncelikle bu özellikleri bir ulus gerçeğinde, savaşımla nakşetmeye çalışırken, en ufak bir şovenizme düşmemek kadar, dar çıkarcı sınıf, sosyal kesim çıkarlarına düşmemek için özlü davranıyoruz. Şoven ulusçuluk, her şeyin sınıf için olması veya dar sınıfçılık, aslında bir madalyonun iki yüzü oluyor. Bu konuda, insan, milliyetine, cinsiyetine ve gelişim seviyelerine bakılmaksızın esas alınır. Böylece en özgür insan tanımına kendi içinde gerçeklik kazandırmaya çalışıyor.
1992 KASIM
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Kasım günü saat 19:30 ile 14 Kasım günü saat 02:30 arasında işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Zap bölgesi üzerinde, 14 Kasım günü(bugün) saat 00:00 ile 01:00 arasında ise Avaşin alanı üzerinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları yoğun keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
1970’li yılların devrimci militanlarından ve Devrimci Yol Hareketinin önderlerinden Nasuh Mitap yaşamını yitirdi. Kendisini saygıyla anıyoruz ve her zaman da anacağız. Tüm devrimci-demokratik güçlere de baş sağlığı diliyoruz. Nasuh Mitap’ın büyük emekler verdiği özgürlük ve demokrasi mücadelesinin daha çok büyüyerek zafere ulaşacağına inanıyoruz. Yine Kobani sınırında Türk askerinin kurşunları ile katledilen yürekli kadın Kadriye Ortakaya’yı da saygı ve minnetle anıyoruz. Büyük emek verdiği ve iman edercesine inandığı Kobani direnişinin mutlaka zafere ulaşacağını belirtiyoruz.
Nasuh Mitap, 12 Mart 1971 faşist-askeri darbesine karşı direnen genç militanlardan biri oluyor. Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C Hareketinin gençlik kesiminde yer alıyor. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist askeri darbelerinin ağır işkencelerini yaşıyor. Belli ki ölümüne yol açan kanser hastalığı uzun yılları kapsayan bu işkence ve hapishane sürecinde oluşmuş bulunuyor. Tabi kolay değil 12 Mart ve 12 Eylül işkencelerine dayanmak.
Nasuh Mitap’ın 1974-1980 arasında devrimci gençlik mücadelesine önderlik eden militanlardan olduğu biliniyor. O mücadele ki, Özel Harp Dairesi’nin paramiliter faşist güç olarak MHP gençlik kollarını donatıp devrimci gençliğe ve emekçilere saldırttığı ortamda her gün onlarca çatışma yaşanarak verilmiş bulunuyor. Bu dönem mücadelesinin yüzlerce şehidi var. Yine faşist MHP saldırılarına dayanarak darbe yapan 12 Eylül cuntasının da idam ve işkence ile katlettiği yüzlerce şehit var. Bu vesileyle tüm özgürlük ve demokrasi mücadelesi şehitlerini saygıyla anıyoruz.
Nasuh Mitap’ı 12 Mart faşizminin aşılmasında önemli yeri olan Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği-ADYÖD sürecinden tanıyoruz. Bizden bir önceki devrimci kuşaktan oluyor. Kendisi 1971 direnişinin genci olurken, bizim kuşak da ADYÖD direniş sürecinin genci oluyor. Dolayısıyla dikkatle izlediğimiz ve her şeyi öğrenmeye çalıştığımız devrimci ağabeylerimiz içinde yer alıyor. MHP faşizmine karşı devrimci gençlik mücadelesinde önemli bir yere ve role sahip bulunuyor.
Hem bir devrimci gençlik mücadelesi olması ve hem de sosyalist hareketin yeniden toparlanmasını ifade etmesi bakımından ADYÖD pratiğinin çok önemli ve öğretici dersleri var. Çok kısa bir süreyi kapsamış olsa da, bu gerçek değişmiyor. Zaten daha bir yılını bile doldurmadan kapatılması da bu gerçeği ifade ediyor. Eğer kökleştirilmek istenen faşist sisteme ciddi zararlar vermeseydi, hemen kapatmazlardı. Daha birkaç aylık bir mücadele gücüyken kapatılmış olması, faşist düzene ne kadar karşıt olduğunu ve zarar verdiğini gösteriyor.
Devrimci Gençlik Hareketinin ADYÖD çatısı altında yürütülen bölümünün öğrettiği iki temel olgu var: Birlik ve mücadelecilik! Bunun sağlanmasında da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile Nasuh Mitap’ın tutumu ve çabaları belirleyici role sahip. Bir yerde bu iki genç devrimcinin tutumu, çabaları ve tartışmaları ADYÖD pratiğini yarattı diyebiliriz. 1974 baharında ADYÖD’ü oluşturabilmek için bu iki devrimcinin haftalara yayılan tartışmaları daha taptaze belleğimizde duruyor.
Demek ki ADYÖD pratiği öyle kolay ve çabasız gerçekleşmedi. Yine bilinçsiz ve ilkesiz gerçekleşen bir hareket olmadı. Tersine haftalarca süren tartışmalar ve aylarca harcanan çabalar sonucunda ilkelere dayanan bir devrimci-demokratik birlik olarak ortaya çıktı. Demek ki doğru yaklaşılır ve çaba harcanırsa devrimci-demokratik güçler bir örgütsel çatı altında birleşebiliyorlar. Faşizme ve oligarşiye karşı birlik içinde demokrasi mücadelesi verebiliyorlar.
Nasuh Mitap’ın cenaze törenini tv’den izliyoruz. Devrimci-demokratik güçlerin çok büyük bir bölümü 1970’li yılların devrimci gençlik önderi Nasuh Mitap’ın tabutu başında bir araya gelmiş bulunuyor. 1974 baharında ADYÖD çatısı altında tüm devrimci-demokratik güçlerin birleştirilmesinde en önemli rollerden birini oynayan Nasuh Mitap, tam kırk yıl sonra cenaze töreninde de tüm devrimci-demokratik güçleri birleştirmeyi başarıyor. Cenaze töreni gibi kısa süreliğine bile olsa söz konusu bir araya gelişi önemsememiz gerekiyor.
Eğer devrimci-demokratik güçlerin yeni bir birliğine vesile olursa, herhalde o zaman Nasuh Mitap mezarında daha rahat uyuyacak. Eğer tüm devrimci-demokratik güçler bir çatı altında birleştirilirse, işte o zaman Nasuh Mitap’ın anısına doğru sahip çıkılmış olacak. Bu nedenle de tüm devrimci-demokratik güçlere büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Neredeyse Ortadoğu’nun her yerinde devrimci durumun yaşandığı bir süreçte Türkiye’deki devrimci-demokratik güçlerin birliği bölgesel düzeyde hayati önem taşıyor.
Hem Türkiye, hem de Ortadoğu tarihi öneme sahip çok kritik bir süreçten geçiyor. Körfez Savaşı ile başlayan ve adına Üçüncü Dünya Savaşı denen süreç bölgemizi böyle bir noktaya getirmiş bulunuyor. Yine 2011 başından itibaren gelişen ve adına “Arap Baharı” denen süreç Suriye ve Irak çatışmalarına sahne olarak Kobani pratiğinde Kürdistan’a kilitlenmiş bir konumu yaşıyor. Bu da Kürdistan üzerindeki sömürgeci egemenliği birinci dereceden yürüten Türkiye’nin söz konusu siyasi-askeri mücadelenin merkezi haline gelmiş olması gerçeğini ifade ediyor.
Peki böyle bir süreçte Kürt karşıtı stratejide ısrar eden ve IŞİD faşizmi ile birlikte olan AKP iktidarıyla Türkiye nereye gidecek? Bu soruyu kendine sormayana, sorup da doğru ve yeterli cevap vermeyene değil devrimci-demokrat, yurtsever ve aydın bir insan bile denemez. Böylesi kişi ve hareketler tarihin acımasız yargısından ve suçlamasından kurtulamaz. Eğer 2015 genel seçiminden de başarıyla çıkarsa AKP’nin yeni bir Kürt savaşı temelinde Türkiye’yi felakete götüreceği açık. 30 Ekim Milli Güvenlik Kurulu toplantısının böyle bir karar aldığı tartışmasız.
Peki 2015 seçiminde AKP’yi kim yenilgiye uğratacak ve Türkiye’yi söz konusu felakete yuvarlanmaktan kim kurtaracak? Herhalde aklı başında olan hiç kimse bunu MHP’nin yapabileceğini düşünmez. O halde geriye CHP kalıyor. Peki bugünün CHP’si bunu yapabilir mi? Yapamayacağı çok açık. Hem siyasal ve stratejik yaklaşımı, hem de örgütsel durumu bunu açıkça gösteriyor. Günümüz CHP’si AKP’yi aşan hiçbir şey söyleyemiyor. O halde Türkiye’yi AKP’den kurtarma görevini CHP’nin yerine getireceğini beklemek, MHP’den beklemekten pek farklı değil. Dolayısıyla CHP’den beklentili olarak destekleyici konuma düşmek tarihin en hatalı demokratik siyaseti olur.
O halde geriye kim ya da kimler kalıyor? Çok açık ki, tüm eğilimlerden demokratik güçler, tüm demokratik güçlerin birliği. Türkiye’yi böyle bir süreçte AKP felaketinden ancak demokratik siyaset kurtarabilir. Bunu tek başına başaracak bir demokratik hareket olmadığına göre, o halde tüm demokratik güçlerin birliği zorunlu. Yani HDP, ÖDP, EMEP başta olmak üzere tüm demokratik güçlerin seçim ve eylem birliği yapmaları 2015 seçiminde Türkiye’yi yeni bir alternatif çıkışa götürebilir. Yoksa karşı karşıya kalınacak felaketten demokratik güçler de sorumlu olur.
Biz bunu söyleyince, bazı partiler “Biz devrimciyiz, devrimci birlik yaratırız” diyorlar. Nasuh Mitap’ın da içinde yer aldığı Mahir Çayan hareketinin devrimci olduğunu belirtiyorlar. Böylece “Demokratik birliği” güya geri görüyorlar. Halbuki söz konusu devrimciler hep demokratik halk devriminden söz ediyorlardı. Dolayısıyla başarı için “Demokratik birlik” şarttır. Kaldı ki istedikleri kadar devrimci birlik yapsınlar, kimse kendilerine bir şey demiyor. Yine en geniş demokratik birlik, devrimciler arası birliği dışlamıyor ve engellemiyor.
Bu nedenle böylesi kritik bir tarihi süreçte herkesin konumunu gözden geçirmesi ve 2015 seçiminde AKP’yi gerileterek demokratik siyaseti yönetim alternatifi yapacak bir birlik tutumu içine girmesi büyük önem taşıyor. Bu temelde Kadriye Ortakaya ile Nasuh Mitap’ı bir kez daha saygıyla anıyoruz. Anılarının tüm demokratik güçlerin birliğini yaratmaya vesile olmasını diliyoruz! Yüksek bir sorumlulukla bunun başarılacağına dair inancımızı bir kez daha ifade ediyoruz.
Selahattin ERDEM
Kaynak: Yeni Özgür Politika Gazetesi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Kasım günü saat 04:30'da Şengal'e bağlı Bare köyünde DAİŞ çetelerinin bulunduğu 2 tepe'ye yönelik HPG,YJA STAR gerillalarımız ve YBŞ savaşçıları ortak bir operasyon düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Kasım günü saat 11:00 ile 11:45 arasında Medya Savunma alanlarımızdan; Kandil, Xakurke, Gare ve Metina alanlarında TC ordusuna ait savaş uçaklarının yoğun hareketliliği gözlemlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 10 Kasım günü saat 14:30 ile 11 Kasım günü(bugün) saat 06:00'a kadar Medya Savunma alanlarımızdan Haftanin alanı üzerinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları yoğun keşif uçuşları yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Son 2 gündür Hakkari'nin Gever ilçesine bağlı Sümbül alanında işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları alan üzerinde yoğun keşif uçuşları yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Kasım günü öğlen saatlerinde Şengal'e bağlı Cudalê, Şilo ve Sikeniyê alanlarında DAİŞ çeteleri operasyon girişiminde bulunmuşlardır.
- Ayrıntılar
Ekonomik üretim, siyasi üretim, estetik üretim, hatta düşünce üretiminin kaynağı savaştır. Benim kadar tedbirli kimse yoktur. Bütün tanrıların kitabında yazılan ne varsa, bütün filozofların, bütün bilim adamlarının kitabında ne varsa, onları değerlendirmeden bir adım atmam. Ayrıca kendimi kırk defa ölçüp biçmeden de bir adım atmam! Benim savaş yaklaşımım böyle. Kendinizinkiyle mukayese edin. En gayrı ciddi tavırları, savaş gibi kutsal bir mesleğin içinde utanmadan, sıkılmadan veya oralı olmadan gösteriyorsunuz. Bana inanılmaz gibi geliyor. Nasıl bunu yapıyorsunuz?
Kaldı ki zor-bela elinize geçen bu işi, yani bu savaş işine hem diyeceksiniz tek iştir, en kutsal iştir, hem de karın doyurur, beyin doyurur, ruh doyurur. Bütün ilgilerinizi azim ve iradenizi ona bağlayacaksınız ve bu sonuç alacak. Bu ülkenin bu tek zorunlu işi sonuç alacak. Siz onunla oynadınız, tanınmaz hale getirdiniz. Bunun nemenem bir iş olduğunu anlayacaksınız. Bu yüzeysellikler, komuta kişiliğindeki bütün düşüşler, oynamalar, bu ucuz kayıplar, bu anlayışlardan ileri geliyor. Nasıl yaptınız gerçekten şaşıyorum, nasıl bunları anlayamıyorsunuz? Geçmişinize bakın, sağınıza-solunuza bakın, her şey size şunu söylüyor; bu sanatın kıymetini iyi, eline geçen bu altın fırsatı kolay kaçırma. Ama nerede? Tembel tembel uyuşmuş, üfürsen kaybolacak cinsten bir yaklaşım.
Dünyada herkes savaşsız durabilir, biz duramayız. Çünkü herkesin savaş yolu dışında da bir çalışma esası vardır, çalışma imkanı vardır. Bizim yok! Sen ülkende bırak fabrika kurmayı, özgürce iki keçi besleyebilir misin? Botan’da bizim komutanlarımız, savaşçılarımız özgürlük temelinde iki keçiyi besleyebilirler mi? Hayır! Oda olsa olsa ancak silahların gölgesinde olur. İki keçiyi bile sana namusuzca besletme imkanını vermiyor bu düşman. Bunlar gerçek, ben icat etmiyorum! Kaldı ki, sorun iki keçi beslemek değil, o kaba midemizi doldurmak değil, onu bütün canlı yaratıklar sağlarlar. O kadar aç kaldığında taşları da kemirirsin, midene indirirsin.
İnsan yalnız bir ilkeden ibaret değil. Bu halkın içine bakın, savaş! Çünkü savaşı esas alan, müthiş düşünür, müthiş örgütlenir. Benim bu örgütlenmem nedendir biliyor musunuz? Sadece ve sadece bu savaşı mümkün kılmak içindir! Bütün bu halkı bağlıyorum, bütün bu örgütü tutuyorum. Sadece ve sadece bu savaş içinde biraz güç vermek için, bütün bozma teşebbüslerinize rağmen, bu büyük örgütle, halkın bağlılığını sürdürüyorum.
Savaşa inanıyorum. Çünkü savaşın, kazandıran tek iş olduğuna inanıyorum! İspatlandı da, şu haliyle bile yürüttüğümüz savaş, en az günde elli bin kişiyi besliyor. Çoğu da tembel aslında, bir ekmek bile vermemek lazım. Ama bizden bedava olsun, besliyoruz. Midesini değil, düşünün bu ülkenin en cesaretli, en bilinçli insanlarını da besliyoruz. Beyni beslemek küçümsenmemeli, ruhu beslemek küçümsenmemeli. Kürt insanının gözünü açtım. Ağlamadık tek bir günü yoktu ve bir de çirkindi. Kimse merhaba bile etmezdi. Ama, şimdi sizler, ruhen de, fikren de yetişkinsiniz. Bu da kendiliğinden değil, bizim bu savaş tedbirimizle üretildi. Cesur olmak basit bir şey değil, düşmana karşı korku telkin etmek, dünyada “ben de varım” demek, basit bir üretim değil. İlk defa bizde gerçekleşti. Bunu benim savaş çabalarım ortaya çıkardı, savaşa yakınlaşma tarzım, yönetim tarzım açıktır. Bu durumu yaratmadım mı?
İlk tabancayı elinize vermekten tutalım bugüne kadar savaş felsefesi üzerine, savaşta moral, savaşta yaklaşım esasları üzerine bin dereden su getirmiyor muyum, bu olmasa kim dayanırdı? Milyonlar besleniyor şimdi bu savaş üzerine, hatta karşı-devrim safları da bu çabadan faydalanıyor. Demek ki, savaş müthiş üretici bir olay! Yaptığın bir işi böyle anladın mı, savaş işini böyle anladın mı, çok büyük oynayacaksın. İşe kuralsız, amaçsız, ciddiyetsiz yaklaşım olabilir mi? Yok, çünkü çok önemli, müthiş kazandırıyor.
Tabii bu iş ordu ister. Bir fabrika bile işçi ordusuyla üretime geçer. Ülkemizin tek yaşam işi, maddiyatından maneviyatına kadar bu iş ordu ister, hem de en sıkı ordu. Çünkü bu iş çok ciddi, bunu yapanlar da çok ciddi olacak. Bu iş tüm bir halkın işidir, onu yapanlar da halkın ordusu olacaktır. Bunlar açık, ben öyle teorik kitaplarda yazdığı gibi halk ordusu üzerinde konuşmayacağım.
Savaşı öyle teorik olarak çok anlattım, ciltler dolusu kitap da yazıldı. Onu da bir tarafa bırakın, size diyorum ki, çok fukarasınız, çok açsınız, işsizsiniz, savaş işi tek elimizde kalan iştir. Kanıtlıyorum bunu ve kazanabilmek için ordulaşmayı bileceksin. Çünkü hepimizin ordulaşması bu işin doğası gereği şarttır! Tüm halkın yaşam kaynağı içindir, tüm halkın ancak ordusal tarzı bu işte kazandırabilir. Bunlar net, bununla oynamak olmaz.
Anlam veremediğim olay şu; yıllardır neden bunu anlamadınız? Bu işin çok ciddi olduğunu, bu işin ordu istediği, bu işin kurallarına, esaslarına altın değerinde anlam vermemiz gerektiğini neden anlayamadınız? Nasıl izah edeceksiniz bu yaklaşımlarınızı? Ordu yasalarına göre hepinizin cezası ağırdır. Değer kaybından ötürü veya bu işin ciddiyetiyle mukayese edildiğinde yaptıklarınızdan ötürü ağır cezalandırılırsınız.
Ben konuya fazla giriş yapmayacağım, değerlendirirsiniz aranızda. Bolca tartışın, coğrafya esastır, halkla ilişkiler esastır, bizzat örgütün iç disiplini esastır, yine taktik esaslar var. Hiç anlam verdiniz mi, ciddiyetine inandınız mı, gereklerine ne kadar karşılık oldunuz? Alay mı edelim bu işle, kendimizle? Tarif gereği, tanım gereği başka bir işe yaramayız. Neden yaramayız? İş yok aramaya, yani bu ülkede metelik kadar değeriniz yok. Durumunuzu size gerçekçi anlatmaya çalışıyorum.
Ermeniler vardır sanattan anlıyorlar, Yahudiler vardır ellerinden çok iş gelir, dünyanın her tarafında kendilerini besleyebilirler. Sizin ne hüneriniz, ne sanatınız var, ne diliniz, ne paranız var. Kendinizi satmaya kalkışsanız, Ortaçağ köleleri kadar kimse size değer vermez. Zaten işsizlik var dünyada. Bunlar açık! Başka hiçbir işe ne bizi alırlar, ne de bizim yeteneğimiz var. Tek iştir bu ülkede mücadele işi, benim gibi birisi kendini bu işe böyle katıyorsa, tek iş bellediği için.
Tekrar söylüyorum; ben daha savaşa adım bile atmadım. Ama sırf bunun hazırlıklarını idare etmek için bile, bu büyük çabaları yürütmekten çekinmiyorum. Bakın benim savaş hazırlıklarıma, onun giyeceğinden tutalım parasına, moralinden tutalım gerekçelerini sıralamaya, bizzat insanları her gün katmaya kadar işi ciddiye aldığım için, kendinizi bununla mukayesede edin; işin neresindesiniz?
Bunun için diyorum, ciddi olacaksınız! İşi anlayacaksınız önce. Anlayan adam ciddi olur, ciddi olmak için gereğini yapar, yani savaşın kurallarına anlam verir, ona göre kendini hazır tutar. Bunu öyle ele alan, taktikte öyle büyük hata yapmaz. Adını gerilla koyuyoruz, adını hiç koymaya da gerek yok, sağına-soluna bak, tarzın odur. Şüphesiz bana göre, bir kişiliğe bakın, bir dağ keçisine bakın, savaş kuralını ortaya çıkarırsınız. Bir gün etrafınıza bakın, mükemmel taktik önder olursunuz. Yeter ki bakmasını bilin.
KASIM 1992
- Ayrıntılar