Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Aralık günü saat 10:00 ile 17:00 arasında Medya Savunma alanlarımızdan Avaşin alanına bağlı Şehit Rahime tepesine işgalci TC ordusu obüs ve havanlarla bir bombardıman gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Egemenler tarihin ilk vurgunundan bu yana her zaman yeni yol ve yöntemlerle, kendi hakimiyetlerini hem sürdürmek, hem sağlama almak hem de kalıcı kılmak için çalışmışlardır. Bunun için her zaman özel ekipler oluşturarak insan ve toplumların ruhsal durumlarını inceleyerek, onlara nüfus etmenin yollarını da aramışlardır.
Bunun için denilebilir ki egemenlerin, iktidar güçlerinin özcesi tüm güç odaklarının ilk hakimiyet kurma sahaları ideolojik saha, yani zihniyet alanı olmuştur. Ne zaman ki zihniyet alanını etkileme güçleri azalmış ya da kendilerini etkili kılamamışlar ise o zaman şiddete, çıplak güce başvurmuşlardır. Bu şiddeti de karşılarında duran gücü etkisiz ve zayıf düşürmek için devreye koydukları da kesindir. İradesizleştirme, kırma ve bunları başaramazlar ise yok etmeye kadar götürülecek bir şiddet uyguladıklarını da, tarih bize söylüyor.
Aksi durumda dediğimiz gibi ilk yaptıkları iş beyinleri, zihinleri ve yürekleri fethetmek daha doğrusu manipüle ederek çalma peşinden koşma olmuştur.
Tarihin hangi safhasından geçersek geçelim, gidersek gidelim, bu durumu hep göreceğiz. Her iktidar odağı içinden çıktığı toplumu zapt etmek için onlara göre yeni metotlar geliştirmiştir. Halkları nasıl uyutacak, nasıl yürütecek daha doğrusu “güdebileceği” üzerinden epey kafa yormuşlardır. Belirttiğimiz gibi bunu yaparken tek kendileri kafa patlatmamış, onlarcasını, yüzlercesini hatta binlercesini bunun için sefer etmişlerdir. Belki de tarihte insanın ruhsal dünyasını fethetmek, manipüle etmek için en çok kapitalist çağda kapitalistler bu işe dört elle koşmuşlardır. Örneğin bugün ABD’de on binlerce insanın sadece Think Thank denilen kurumlarda, bir nevi laboratuvarlardan deney yapar gibi deneyler, tartışmalar, araştırmalar yaparak insanların nasıl yönlendirilecekleri üstüne inceleme üzerine incelemeler yapmaktadırlar.
Özcesi iktidar güçleri en ince yol ve yöntemleri en rafine hale getirerek, toplumları gütmenin yollarını aramaya daha doğrusu sağlamlaştırmaya devam ediyorlar. Öyle görülüyor ki insanın içinde özgürlük hasreti, özlemi, kıvılcımları var oldukça da devam da edeceklerdir. Hem de daha da zengin yöntemler geliştirerek.
İktidar güçlerinin tarihine; halkları hiçleştirme, etkisizleştirme, teslim alma, kandırma, oyalama derken aldatma yöntemlerine ilişkin kesinlikle AKP ve Erdoğan’ın uyguladığı yöntemlerden bir tanesi mutlaka geçecektir.
O yönteme biz, karşısındakini kaale almadan, ruhen, psikolojikmen, manen çökertme yöntemi diyelim. Bu yöntemin ismine ne konulacak onu kestirmek zordur. Ancak hasımlarını kaale almadan hiçleştirdikleri için “yok sayarak hiçleştirme mi” demek gerekiyor?
AKP’nin daha doğrusu Erdoğan ve çevresinin uyguladıkları politikalarına ve taktiklerine bakıla bilir. Elbette AKP ve ekibinin uyguladıkları taktikler çok mu ama çok zengindir. Örneğin inanmadıkları değerlere çok inanıyormuş gibi yapmaları gelişkin bir yöntemleridir. Yine toplumun çok farklı kesimlerinden dile gelen farklı düşünceleri sanki temsil ediyorlarmış gibi farklı çevreler henüz görüş belirtmeden hemen onların adına, hatta sanki kendileri öyleymiş gibi açıklamada bulunabiliyorlar. Hatırlayalım AKP gibi milliyetçi bir parti olmasına rağmen, neredeyse Sosyalist Enternasyonalin bir üyesi olacaktı! Bu gerçek manada bir yetenek isteyen bir iş olduğu da kesindir.
Yine milliyetçiliği de en etkili bir silah olarak kullandıklarını biliyoruz. Halbuki Türkiye’nin satmadıkları neredeyse tek bir yerini bırakmadılar. Türkiye’nin tümünü dünyanın emperyalist devletlerine sattılar ama Davos’ta, “One Minute” diyerek ne kadar çok Ortadoğulu olduklarını ise tüm Müslümanlara bir hamleyle güya göstermiş oldular.
Dahası var; İsrail devletiyle gelmiş geçmiş tüm hükümet ve partilerden en ileri düzeyde İsrail devleti ile ilişkili olan bir parti ve başbakan, neredeyse tüm dünyaya kendisini Anti-Siyonist olarak satabilmiştir. Bilenler bilir ki Davos’ta “One Minute” meselesinden sonra da hiçbir zaman İsrail ve Siyonizm ile ilişkilerini bu parti ve üyeleri kesmemişlerdir.
Evet, bunların böyle çok farklı ve zengin yöntemlerini saydıkça sayabiliriz. Nitekim bu zengin yol ve yöntemleriyle tüm Türkiye toplumunu da etkileyerek tam 13 yıldır aralıksız olarak iktidarda bulunma yeteneğini de göstermişlerdir. Bunun için bu partiyi ve bu partiyi kuran Erdoğan’ı hafife almamak gerekir.
Lakin daha zengin olan ve tarihe geçecek olan yöntemleri belirttiğimiz gibi bireyleri, çevreleri, örgütleri, toplumları, halkları hatta devletleri yok sayarak, yokmuş gibi davranarak, hiçleştirme taktik ve politikalarıdır.
Ne söylemek istediğimizi bir iki örnekle iyi verebiliriz.
Örneğin Kılıçdaroğlu adında CHP’nin bir tane Genel Başkanları var. Bildiğimiz kadarıyla aylardır, yıllardır hep meydan okuyor. Hem de canlı yayına AKP liderliğini ve Erdoğan’ı üst üste davet etmiştir. Halen de etmektedir. En son Davutoğlu’nu düelloya davet ettiği gibi. Ya sonuç ne oldu, sıfır cevap. Erdoğan bir gün bile Kılıçdaroğlu’yla neden canlı yayına çıkmayacağına ilişkin bir şey söylememiştir. Söylemez de. Çünkü taktik olarak belirttiğimiz stratejiyi izliyor. O strateji karşısındakini yani hasım gördüğünü yok sayma stratejisidir.
Hatırlıyorum bir seferinde bir davete hem Bahçeli, hem Kılıçdaroğlu hem de Erdoğan davet edilmişlerdi. Ve bu davete Erdoğan’ın gelip oturacağı yer Kılıçdaroğlu’na yakın olan bir yer olmasına rağmen, sanki salonda Kılıçdaroğlu yokmuş gibi yaparak, Bahçeliyi selamlamış, salonu selamlamış ve gelip yerine oturmuştur.
İşte söylemek istediğimiz, kaale almadan hiçleştirme politikası budur. Erdoğan hem selam vermemiş, hem de sanki Kılıçdaroğlu orada yokmuş gibi ederek, ruhen çökertmişti. Böylesi bir durumda Kılıçdaroğlu’nun yapacağı tek bir şey yoktur. Ya kalkıp çıkacaktır-ki bu siyaseten bir yenilgi olurdu- ya da sap gibi aynen o davette olduğu gibi kıp kırmızı olarak oturmaya devam edecekti. Bu duruma gelen ya da getirilen bir kişi sağlıklı düşünebilir mi? Ya da şöyle diyelim, Kılıçdaroğlu bu davette söylenen acaba kaç sözü ya da cümleyi anlamıştır.
Sözü uzatmayayım, herkes kendisini bir an Kılıçdaroğlu’nun yerine koysun. Biz böyle bir duruma düşsek ne yaparız? Ne yapardık? Ortadoğulu olduğu için müthiş gerilirdik v salonu terk edip giderdik. Ya içimize dönerek saatlerce bu kadar saygısız, pervasız, hor, barbar olan bu kişiliğe kendi içimizde tonlarca küfür ederdik. Etmiyor muyuz?
Benzer bir yaklaşımı yer yer alevi öncülerine, demokratik siyasetle uğraşan Kürt liderlerle, sivil toplumculara derken tüm topluma uyguluyorlar. Hatırlıyorum bir keresinde benzer bir yaklaşımı güya Türkiye’nin en zenginleri olan TUSİAD’lı birine yapmıştı. Ve o kişi muhtemelen halen kendine gelememiştir.
AKP’nin ve Erdoğan’ın yöntemi gerçekten de egemenlerin tarihine yeni bir yöntem zenginliği olarak geçecektir. Hep en çirkin ahlaksızlığı yapacaklar hem de sanki hiçbir şey olmamış gibi yaşamlarını sürdürmeleri, taktik zenginlik açısından örnek alınabilecek bir yöntemdir. Hem de Erdoğan yöntemi.
Erdoğan ve ekibiyle uğraşan ne kadar farklı siyasi eğilim olursa olsun, bunların bu ruhen çökerten psikolojik savaş yöntemi iyi bilinmelidir. Çünkü bu yöntemi tüm AKP’liler uyguluyor. Parlamentoyu bir izleyin. Takip ettikleri yöntemlere bir bakın. Bu yöntemi sık hem de çok fazla sık uyguladıklarını göreceksiniz.
Bunların bu yöntemine karşı etkisiz kalınmak istenmiyorsa, rahmetli Kemal Sunal gibi, “kovulmadım istifa ediyorum” diyerek resti çekmesini bilmek gerekiyor. “Aman niye benimle konuşmadılar, neden bana bakmadılar, görmediler mi, bir şey mi yaptım, bir şey mi oldu” demeden “hadi oradan” diyerek zırnık etki altında kalınmamalıdır. Çünkü bunların stratejileri bireyin psikolojisiyle oynama üzerine kuruludur. Bir kere bir bireyin ya da toplumun ruhsal durumuyla oynamışsanız, etkilemişseniz oraya istediğiniz gibi nüfus edebilir hatta etkileyebilirsiniz. Psikoloji biliminin bu en basit formülünü AKP öyle ustaca kullanıyor ki, neredeyse etkilemediği tek kişiyi bile bırakmamaktadır. Bu etkilemeye AKP’nin karşıtları yani karşı cephesinde yer alanlar da dahildir.
Burada gerçekten de yanında mısınız, karşısında mı duruyorsunuz çok önemli olmamaktadır. Önemli olan size aşıladıkları ruhsal durumdur. Bir kere sizlerde böyle bir durum yaratmış ise orada artık sizin kendinizi savunacak bir mekanizmanız kalmamış demektir.
Bu duruma gelmemek için öncelikli olarak AKP ve Erdoğan’ın tüm yol ve yöntemleri de dahil-özelde de yok sayma politikalarını- bilince çıkarak, bilince çıkarken özelde kendini katmadan, sağlıklı bir şekilde değerlendirerek karşısında durmasını bilmeliyiz.
Böyle yapar isek, yapabilir isek o zaman bu gerçekten de çok kirli bir tarzda yürütülen faşizan yapıya karşı kendimizi korumuş ve kollamış oluruz birde Türkiye toplumlarını da bu çirkin politik biçimine karşı da savunmuş ve korumuş oluruz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
![halk](/tr/images/halk.jpg)
bir atın sırtında
- Ayrıntılar
![yazar](/tr/images/yazar.jpg)
Çünkü devlet ve hükümet Kürt halkının varlığını kabul etmemektedir. Kürtleri geçmişte yaşamış, bugün ise Türkleşmiş bir varlık olarak görmektedir. Bu nedenle “Kürt kökenli Türkler” olarak bakmaktadır. Böyle olunca da Kürt halkının özgürlük direnişini “Terörizm” ve “Dış güçlerin oyunu” olarak ele almaktadır. Kürt halkının varlık ve özgürlük eylemlerini “Türk düşmanlığı” olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle de devlet ve hükümet “Kürt düşmanlığı” stratejisine oturmuş bulunmaktadır.
Böyle olunca da devlet ve hükümetin süreçten anladığı “terörü bitirmek” olmaktadır. Bu nedenle soruna hep “güvenlikçi” anlayışla ve bir “asayiş sorunu” olarak bakmaktadır. Bu durum aslında tarafların “süreç” kelimesine yükledikleri anlamı birbirinden yüz seksen derece farklı hale getirmektedir. Kürtler süreci “Kürt sorununun çözümü” süreci olarak, yani Kürt halkının ulusal-demokratik haklarına kavuşması süreci olarak anlar ve ele alırken, devlet ve AKP hükümeti ise süreci “terörün bitirilmesi” süreci olarak, yani PKK ve Kürt direnişinin imha ve tasfiye edilmesi süreci olarak anlamakta ve ele almaktadır.
Elbette söz konusu bu görüş farklılığı sürecin ilerlememesinin ve bir çözüm süreci haline gelememesinin esasıdır. Dolayısıyla “süreç” üzerine yaşananlar bir türlü stratejik bir boyut kazanamamakta ve sonunda hep taktik yaklaşımlar olarak kalmaktadır. Sorunun bu tarz farklı anlaşılması ve ele alınması sürdükçe de söz konusu sürecin taktik boyutu aşıp stratejik boyut kazanması imkansızdır. Yani taraflar hep birbirine karşı güvensiz olacaklar ve yine hep birbirinden siyasi kazanç sağlamaya çalışacaklardır.
Kuşkusuz sorunu ele almada anlayış ve yaklaşım farklılıkları aşılıp zihniyet ve politika birliği yaratılabilse, o zaman sorunun çözüm süreci çok hızlı ve kolay gelişir ve dünyanın bu en ağır sorunu çok kolay bir biçimde ve bir anda çözüme kavuşur. Fakat bir türlü buna ulaşılamamakta ve yakın zamanda öyle kolaylıkla ulaşılabilecek bir noktada da gözükmemektedir. İşte böyle bir durumda söz konusu “süreç” tartışmaları gündeme gelmekte ve bir anlamda sorunu çözmekten önce aradaki anlayış ve yaklaşım farklılıklarını gidermeyi hedefleyen bir süreç olmaktadır. Bu durum da söz konusu süreç tartışmaları kapsamında içerikle birlikte “yöntem” ve “zaman” kavramlarını da öne çıkarmakta ve adeta püf noktalar haline getirmektedir.
Aslında Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme tartışmaları çerçevesinde geçmişte de bu durumlar hep var olmuştur. Örneğin “oyalama” ve “erteleme” tartışmaları hep bu noktadan kaynaklanmıştır. Dikkat edilirse, tarafların geçmişe ilişkin birbirlerine yönelttikleri eleştiri veya suçlamalar en fazla bu kavramlar çerçevesindedir. Bu da anlayış ve yaklaşım birliğinin yaratılamadığı bir ortamda çözüm süreci geliştirebilmek için zorunlu olmaktadır.
Şimdi basına yansıyan bilgilere göre, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı” adı altında geliştirdiği yeni projenin de içerik yanında en önemli bölümlerinin “yöntem” ve “zaman” mefhumları olduğu anlaşılmaktadır. Bir gün söz konusu taslak bütünüyle yayınlanırsa elbette her şeyi tümüyle öğreneceğiz. Ancak mevcut haliyle de taslağın içerdiği püf noktaları esas itibariyle öğrenmiş ve anlamış durumdayız.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı’nın dokuz bölümden oluşan bir içerik kısmının bulunduğu ve esas olarak müzakere edilerek bunların netleştirilmesinin hedeflendiği ifade edilmektedir. Bunların Kürt sorununun çözümü kadar Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesini de içerdiği anlaşılmaktadır. Bunlar arasında ekolojik sorunlarla kadın özgürlük sorununun çok önemli yer tuttuğu belirtilmektedir.
Ancak söz konusu boyutlarda gereken müzakerenin yapılıp sonuçlara ulaşılabilmesi için çok önemli iki kavram “yöntem” ve “zaman” olmaktadır. Bu nedenle Kürt Halk Önderi’nin “yöntem” konusunu birinci madde olarak ele aldığı ve tüm ayrıntılarına kadar inceleyip netleştirmeye çalıştığı belirtilmektedir. Öyle ki, bunlar arasında tutanak tutmaktan, sonuçları yazılı hale getirip imzalamaya kadar her şey vardır. Düşünebiliyor musunuz, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde Kürt sorunu gibi bir halkın varlık-yokluk sorunu olan bir konuda belge ve imza konusu tartışma gündeminin başında gelen bir husus olmaktadır. Elbette bu durumun başka bir örneği yoktur. Çünkü Kürt halkı gibi inkar edilen ve kültürel soykırıma tabi tutulan başka bir halk yoktur. Demek ki bu durum inkar ve imha sisteminden, yani kültürel soykırım rejiminden kaynaklanmaktadır.
Yöntem gibi “zaman” kavramı da son Taslak'ta öne çıkmaktadır. Hatta daha öncekilerden farklı olarak, son Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı’nda “zaman” mefhumu çok daha öne çıkmakta ve neredeyse en önemlisi haline gelmektedir. Kuşkusuz bunun için özel bir bölüm yoktur, fakat “Eylem Planı” bölümünün tümüyle bunu içerdiği de bir gerçektir. Bu çerçevede Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın her şeyi ve tüm zamanı gün gün ve ay ay takvime bağladığı ve sürecin ilerleyip başarıya ulaşılması için bu takvime göre hareket etmeyi gerekli ve zorunlu gördüğü nettir.
Kısaca çok daha açık bir biçimde anlaşılmaktadır ki, Önder Abdullah Öcalan demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümünü hemen şimdi istemekte ve oyalama kabilinden zamana yaymalara karşı çıkmaktadır. Bunun için de Şubat başına kadar müzakere sürecinin tamamlanmasını gerekli görmektedir. Şubat, Mart ve Nisan aylarını ise ulaşılan sonuçların pratikleşeceği dönem olarak öngörmektedir. Nisan sonundan itibaren ise artık normalleşme dönemine geçmeyi hedeflemektedir.
Kuşkusuz bu durum Kürt tarafının samimiyeti, çözümde istekliliği ve kendine güveni olarak görülebilir. Ve bu hususlar da çok önemlidir. Yine karşı tarafa güvensizliği ve oyalamacı yaklaşımlara karşı tedbiri olarak da ele alınabilir. Elbette bu hususlar da önemlidir ve basit ele alınamaz. Kürt sorununun ağırlığı ve 1993’ten beri devam eden sürecin varlığı dikkate alınırsa, Önder Abdullah Öcalan’ın bu denli duyarlı olmasının nedenleri kolayca anlaşılır.
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Çok açık ki, söz konusu sürecin özünde etkili bir mücadele süreci olduğu ve başka türlü yaklaşılamayacağı anlamına geliyor. Böyle bir mücadele görevi de kuşkusuz başta gençler ve kadınlar olmak üzere Kürt halkına ve Türkiye toplumuna, onun devrimci-demokratik güçlerine düşüyor. Bu konuda yanlış anlamamak, mücadele yöntemlerinde yaratıcı olmak ve örgütlü-planlı hareket etmek büyük önem taşıyor.
Örneğin söz konusu takvimde bir günlük bir erteleme bile olsa halkın ve demokratik güçlerin kıyameti koparması gerekiyor. Oysa daha şimdiden AKP’nin oyalayıcı ve erteleyici yaklaşımları açıkça görülüyor. Örneğin Önder Abdullah Öcalan, tarafların görüşlerinin on gün içinde kendisine ulaştırılmasını istedi. KCK Yönetimi ayın 9’unda, yani onuncu günde cevabını aracılık yapan HDP Heyeti’ne bildirdiğini açıkladı. Fakat bugün on dördüncü gündür ve hala HDP Heyeti İmralı’ya gidip KCK’nin görüşlerini Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a iletebilmiş değildir. Daha Heyet’in İmralı’ya ne zaman gideceği de belli değildir.
Bu durumun ve dolayısıyla AKP Hükümeti'nin tutumunun sürece ters olduğu ve daha şimdiden oyalama ve erteleme anlamına geldiği açıktır. Tabii bu da tüm halkın ve demokratik güçlerin derhal ve etkili eylemlerle protesto etmesini gerektirir. AKP sürecin ruhuna ve takvimine uygun hareket etmediği gibi, bir de yalan ve demagojiyle HDP’ye saldırmaya çalışmaktadır. İşte bu noktada halkın ve demokratik güçlerin anında harekete geçmesi önemlidir. Süreç AKP’ye karşı demokratik siyasi mücadeleyi yükseltmeyi gerektirmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Aralık günü saat 05:00 ile 07:00 ve 21 Aralık günü(bugün) 01:00 ile 22:00 arasında Medya Savunma alanlarımızdan Zap bölgesi üzerinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları keşif uçuşları gerçekleştirirken; saat 20:00 ile 22:00 arasında ise savaş uçaklarının alan üzerinde hareketliliği gözlemlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Aralık günü saat 05:00 ile 11:00 arasında Hakkari'nin Çukurca ilçesine bağlı Eriş karakolu çevresindeki alanı ağır silahlarla rastgele taramıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Aralık günü saat 13:00'de Kerkük'e bağlı Keywan mıntıkasında gerilla güçlerimiz tarafından Daiş çetelerine yönelik 2 suikast eylemi gerçekleştirilmiştir. Bu eylem sonucunda 2 Daiş çetesi öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
16 Aralık günü saat 12:30 ile 17:00 ve 20:30 ile 17 Aralık günü(bugün) saat 02:30'a kadar Medya Savunma alanlarımızdan Zap bölgesi üzerinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları keşif uçuşları gerçekleştirmiştir. Yine 15 Aralık günü saat 17:00 ile 18:00 arasında aynı bölge üzerinde savaş uçaklarının hareketliliği gözlenirken; saat 18:00 ile 23:00 arasında ise insansız hava araçları da keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
12 Aralık günü saat 23:00'ten 13 Aralık günü(bugün) saat 05:00'e kadar Medya Savunma alanlarımızdan Haftanin bölgesi üzerinde, yine 12 Aralık günü saat 15:00 ile 16:00 ve 21:00 ile 22:30 arasında Zap bölgesi üzerinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Aralık günü Mardin'in Savur ilçesine bağlı Cılin, Evina, Şup ve Kır Dilek köyleri arasında işgalci TC ordusu zırhlı araçlarla yoğun hareketlilik geliştirmiştir.
- Ayrıntılar