Devrimci hareketimizin, PKK adıyla kendini açıkça ilan ederek yürüttüğü savaşımda; tarihsel, eşine rastlanmayan, halkımızın bağımsızlık ve özgürlük tarihinde bir o kadar eşi görülmemiş, halk ve ülke, ulusal ve toplumsal kimliğinden ne koparılıp alınabiliyorsa alınmış, baskı ve sömürün de ötesinde varlığını yitirmiş bir halde devralınan gerçekliğini, savaşarak yeniden kazandırmanın, büyük gelişme ve derslerle dolu on dört yılını geride bırakırken, on beşinci yılı, artan zafer umudu kadar somut olanaklarla karşılamaktadır.
Çok yönlü kazanımlarıyla, hep başkaları için en kötü tarzda kullanılan bir hammadde, bir malzeme olmaktan çıkıp her şeyiyle kendisi için, özgürlüğü ve bağımsızlığı için, insanlığın tutkulu, iradeli, bilinçli savaşımına büyük değer veriyor, kazanmaktan başka hiçbir seçenek tanımıyor.
Bir anlamda zafer sadece bir zaman meselesi olarak değerlendiriliyor. Bu anlamıyla parti tarihimiz sadece siyasi bir tarih olmuyor; ilkel kominal dönemin içinden insanın çıkış özellikleri kadar, günümüzün en inceltilmiş emperyalist sömürgeci imha ve asimilasyonundan da çıkışın, böylesine en çelişkili gerçeğin devrimci tarzda aşılması oluyor. Bir çok yakınçağ devriminin olumlu özelliklerini içeriğe katması ve yine insan olmanın temel özelliklerini, ona hükmeden ilkelerini benimserken; günümüzün insanlığının önündeki en büyük tehlikeleri, onun dayandığı kapitalist sistemi de karşılayan ve bir nevi kapitalizm anlamına gelen reel-sosyalizmin olumsuzluklarına karşı sosyalist tutumu değiştirerek, gerçekleşen bir öncülük kurumu ve bu temelde bir halkın dirilişine imkan verme olayı oluyor.
Halen baş çelişki olarak savaşılan ve günümüzün en gerici ve hatta sadece bölgesel değil, uluslararası alanda da bu yönüyle merkezi bir yer işgal eden TC egemenliğine karşı geliştirilen çözümlemeleri devrimci pratikle tamamlama süreci buna dayanıyor, uluslararası devrimin yeni aşamasına cevap olmayı da içeriyor.
PKK'nin 1992 yılındaki, savaşım mücadelesine dayatılan, açık ve resmi olarak TC önderliğindeki karşı-devrimci savaşıma, neredeyse bütün dünya resmi, gayri resmi egemen güçlerinin destek vermesi, başarısı için elden ne geliyorsa sunmaları, bunun oldukça açığa çıkması ve yine Kürdistan tarihinin en çarpıcı gerçeği olan iç ihanetin, en gelişmiş işbirlikçilik örneğini sunan Güney Kürdistan'daki savaşla, bu yılı da kendi lehlerine tamamlamaya çalışmaları, mevcut savaşımın bir Ulusal Kurtuluş Savaşımından çok, bölgesel, siyasal gerçeklerle kaynaşan, etkileyen, etkilenen bir oluşumdan öteye, evrensel bir anlama bürünmeye yatkın bir düzeyde olduğunu, çarpıcı bir biçimde pratikte gösterdi.
Bazı dönemlerin evrensel özellikleri olan devrimleri gibi ki, Fransız Devrimi, Bolşevik Devrimi böyle devrimlerdir, bir devrimci odaklanmayla karşı karşıya olduğumuzu, daha önceleri teoride, fakat geçen 1991 yılında da pratikte, artık herkesin görebileceği bir açıklıkla ortaya koyduk.
Hiç şüphesiz, bu savaşımın en başta kendisi için verildiğini bilen Kürdistan halkı bunu iliklerine kadar duymuştur. Bu savaşımın ulusal gerçeği için ne anlama geldiğini, onun için birliğin, örgütlenmenin, bilinçlenmenin ne olduğunu, ne kadar ihtiyaç haline geldiğini, tarihinde belki de ilk defa böylesine anlamış ve kazanmış bulunuyor. Daha da ötesi, bir türlü, temel insan hakları, ulus hakları, özgürlük için isyan haklarına layık görülmeyen, yaşama şansı var mı yok mu, olsa da hangi sınırlar dahilin de olmalı biçiminde anlamsız bir tartışmanın muhatabı durumundaki Kürt halkı, kimlik sorununa hiçbir dönemle kıyaslanmayacak bir biçimde karşılık vermeye çalışıyor. Kimliğe sahiplenme gereği duyuyor ve gün geçtikçe bunun savaşla bağlantısı, onun siyasetiyle ve siyasetinin de her düzeydeki örgütlenişiyle ilgili çarpıcı sorunları kadar, çözüm yollarına çaba ve bilinç kazandırmaya çalışıyor.
Sadece dünya’nın kendisini kabul etmeye hazır olmama talihsizliğini değil, vahşi bir düşmanın, her türlü yöntemle imhasını, zoraki örgütlenmesini de değil, bir o denli kendinden kopuşun, kendinden vazgeçmenin her türlü alçaltıcı, aşağılaştırıcı sonuçlarını görerek, onunla savaşmanın ne kadar vazgeçilmez olduğunu bilinç haline getiriyor ve bütün bunlar sıcak bir savaşım ortamı içinde gerçekleşiyor.
Derinden bütün bunlar oluşur ve yaşanırken, daha da yüzeye baktığımızda, özellikle düşman cephesinde akıl almaz bir özel savaşım her cephede tırmandırılıyor. İç ve dış alanda azami olarak ne yapılması gerekiyorsa, sonuca doğru götürülüyor. Özellikle onun psikolojik boyutu, bellekleri, ruhları daha da anlamsız kılmak, saptırmak, yabancılaştırmak için ne lazımsa, özellikle de basın-yayın tekniğini de çok iyi kullanarak, bir de bu yönüyle eşi görülmemiş bir boyuta tırmandırılıyor.
Öyle bir PKK umacısı yaratılıyor ki, düzen açısından, bütün sorunların kaynağında PKK yatıyormuş gibi hayal yaratıldığı kadar, eğer üzerine yürürlerse, ezerlerse bütün sorunlardan kurtulacaklarmış gibi, topluma sahte umutlar yayılıyor ve bu temelde birçok çarpıtmalar yapılıyor. "PKK kimdir, APO kimdir? Türklükle nasıl oynuyorlar" gibi, her türlü akıl almaz, özünün çok tersi değerlendirmelere gidiyorlar. Terörün de en dehşetli biçimleri uygulanarak, insanlar paramparça ediliyor, iplere bağlanarak helikopterlerden sarkıtılıyor, panzerlerle sürükleniyor, ceset teşhirleri günlük vakalardan oluşuyor. Bir anlamda Türklük, son bir savaşı kazanmak için her şeyi ortaya koyuyor.
Dünyanın da normal ölçülerle anlamak istemediği, hatta kendi çağdaş, ulusal, sınıfsal ölçüleriyle yaklaşmamaya kadar, kendi temel ahlaki, hukuki, siyasi ilkelerini yadsıyarak bu gerçeğe uygulamamaktadır. Yeni olan nedir? Bu gerçekle kendisine yönelen nedir? Biraz da bunun verdiği korkuyla yaklaşıyorlar. Bunda bencillik var. Günümüzde burjuvazi, tek bir kişi bile kalsa, bir devrimciden ne kadar korktuğunun da açık bir örneği ile karşımızdadır.
Bütün dünya PKK devrimciliğine, bilerek veya bilmeyerek, veya çoğu da bilmeyerek karşı dururken, aslında burjuvazinin karşı devrimci ruhu bir kez daha şunu fark ediyor ki, bütün dünya, adına "Yeni Düzen" dediği biçimde de gerçekleşse ve "tecrit ettim, her şeyiyle yüklendim, mutlak yenilmelidir" dediği noktada da yüklense, böyle dediğinde bile ne kadar ürktüğünü, telaşlı olduğunu, PKK'nin bu büyük direniş savaşımı bir kere daha gösterdi.
Kocaman imparatorlukları aşan devletler var. Tarihte birçok güçlü imparatorluklardan çok ileri, daha güçlü imparatorluklar var. Yine de korkuyorlar. ABD sözcülerine, İngiliz sözcülerine bakalım ve hatta Rus hükümetine bakalım; hepsi "al sana bu kadar helikopter, destekliyoruz seni" diyorlar. Bölge güçlerine bakalım; "bizi de tehdit edebilir, birleşelim, zirveler yapalım" diyorlar. İç gericiliğe bakalım; "aman imdadımıza gelin" deyip böylesine bir birleşme içine girmeleri, devrimin yetkin bir temsilcisinden, egemenlerin duyduğu korkunun en çarpıcı örneklerinden birisini temsil ettiğini ortaya koyuyor. Bu ancak kapsamlı bir devrimci olguyu yaşamakla mümkündür.
Bir dönemlerin egemen Roma düzenleri vardı. Yine Firavunlar düzeni, doğunun görkemli imparatorlukları vardı. Küçük çıkışlarla giderek sonlarının nasıl geldiğini biliyoruz. Bir anlamda kapitalist imparatorlukların da buna benzer bir çözülüşü söz konusu oluyor. Her şeyi elinde, ama güvensizler. Uluslararası kapitalist gericilik, şu anda "tek dünya nizamıyım" biçiminde kendine anlam vermeye çalışırken bile kuşkulu, hatta en bunalımlı, belirsizliklerle dolu dediği bir durumu yaşıyor. Zirvedeki imparatorlukların yıkılışı, başlangıcındaki gibi bir oluşum bir kez daha yaşanıyor.
Tam da bu noktada, "bu PKK denilen olay da nereden çıkıyor" sorusunu soruyorlar. "Yıkılışımıza bir dinamit olmasın, bir çözücü başlangıç yapmasın" diye kuşkuyla bakıyorlar. Kendi ilkelerinin de önemli kısmını ihanet ederek, temel insan haklarını, ulus haklarını hiçe sayarak ve bir anlamda kendilerini yadsıyan bu yaklaşımlarıyla yenilgi tohumlarını içeren tutum içinde bulunuyorlar.
Bütün bunları PKK bilinçli bir tarzda mı hazırladı? Biraz bilinçli ki, bunun ilk ifadesi PKK'nin devrimci teorisidir. Biraz kendiliğindeni de ortaya çıkaran, onun yürüttüğü politik, pratik savaşımıdır. Tarihte hiç şüphesiz her şey baştan sona planlı, bilinçli gelişmez. Biraz bilinç kadar kendiliğindenlik de önemli rol oynar. Ama gelinen nokta, PKK'yi artık böyle bir gerçeklikle yüz yüze bırakmıştır.
Bütün etkenler, salt ulusal sınırla yetinilemeyeceğini, ulusal kurtuluş çuluk ve hatta demokratik bir toplumla işin içinden kendini sıyıramayacağını, giderek bölgeselleşen, evrenselleşen ve bunun için daha derinlikli bir noktada sosyalizm içeriği, mevcut sosyalizm deneyimlerini aşan, yaşanılabilir bir sosyalizme ulaşma ihtiyacı duyulan, onun siyasal ifadesi, ulusal düzeyi kadar, uluslararası düzeyin de yeni ifadesi olmaya zorluyor. Birey hakkı kadar, toplumun kolektif hakkını da bu muhteva içinde sağlam ele almaya, değerlendirmeye götürüyor. Ya böyle gelişir, başarır, ya da ele alamaz, başarısızlığa uğrama noktasına dayanır.
O halde, PKK gerçeğinde sadece Ulusal Kurtuluş Savaşımı, ona dayatılan özel savaşla ilgilenemeyiz. Bunda bile başarı için, PKK öncülüğünün içeriğine bakmak gerekiyor. İçeriğini dar, milli sınırlama sığdırılmasının, diğer birçok ulusal kurtuluş örneğinde görüldüğü gibi, günümüz devrimlerinden bir tanesi haline gelmekle bile, onlar kadar başarı sağlayamayacağımızı görüyorum. Dolayısıyla mevcut devrimci hareket, daha fazla sosyalistleşmek veya mevcut sosyalist deneyimlerden çıkarılacak dersler temelinde, özellikle başarısızlığa yol açan nedenleri aşarak yaşanılabilir. Bu, sosyalizmi hem ilkede, hem uygulama düzeyinde gerçekleştirmekle karşı karşıya olduğunu, başta sosyalizme bu yaklaşımın, artık daha açık ilkeli olduğu kadar, uygulamalı örneğini de temsil etmek gerektiği bilincindeyiz. Onun somutlaşanı iyi gösterme iddiası kadar, kararı kadar, bizzat yaşamında gerçekleştiriyor.
Bu geçen kısa tarihi süre içinde bile, "acaba PKK'yi böylesine savaşkan kılan nedir" şeklinde bir soru sorulsa, herhalde sosyalizme iddialı bir giriş olduğu açıktır. Daha o zaman kokusu her tarafa yayılan reel sosyalizme, onun her türlü hastalıklarına geçit vermeyen sosyalizme inanç duymak kadar, bir bilim işi olduğuna hükmeden ve onun bilinciyle donanmayı, bütün görevlerin önüne koyan, bu konuda politik çıkarlara alet olmayan, ilkesel olmayı her türlü taktik gelişmenin önünde ele alan, bunda oldukça tutarlı kalabilen, inanç ve bilincini temiz tutan bir parti olmaya büyük özen gösteriyor ve savaşın ruhu bu tutum oluyor. Halen PKK'nin bu büyük kahramanlığına yol açan nedir denilirse, temelde yatan bu ruhtur, bilinçtir. Aynı zamanda onun az-çok yaşam tarzı haline getirilmesidir cevabı verilebilir. Bundan eminiz.
Bunun dışında PKK olayına açıklık getirmek, en temel özellik de söz konusu olduğunda zordur. Buna şu da ilave edilebilir. İnsan soyunun en yüce, en toplumsal, en devrimci gelişime açık olan bireyin özgürleşmesi kadar, bunun toplumsal ifadesi olmayı, halk ve ulus gerçeği kadar, uluslararası dayanışmanın en eşit özgülüne açık olan ve bu anlamda insani düşüncenin, tutkunun, iradenin en seçkinini esas alan, bunda oldukça da ısrarlı davranan tutumun somut gerçeği oluyor.
PKK gerçekliği ve özellikle çözümlenmeye çalışılırsa görülecektir ki, geriye çeken ne varsa ona karşı, şovenizme, onun her türlü baskı ve sömürüsüne götüren ne varsa kararlılıkla, bilinçli karşılık veren, bunun yanında emeğe dayalı, eşitlikçi, özgürlükçü tutumlara çok açık ve bunun için her şeyini ortaya koyan tutumların ifadesi olma anlamına da geliyor.Öncelikle bu özellikleri bir ulus gerçeğinde, savaşımla nakşetmeye çalışırken, en ufak bir şovenizme düşmemek kadar, dar çıkarcı sınıf, sosyal kesim çıkarlarına düşmemek için özlü davranıyoruz. Şoven ulusçuluk, her şeyin sınıf için olması veya dar sınıfçılık, aslında bir madalyonun iki yüzü oluyor. Bu konuda, insan, milliyetine, cinsiyetine ve gelişim seviyelerine bakılmaksızın esas alınır. Böylece en özgür insan tanımına kendi içinde gerçeklik kazandırmaya çalışıyor.
1992 KASIM
Reber APO
- Ayrıntılar
Ekonomik üretim, siyasi üretim, estetik üretim, hatta düşünce üretiminin kaynağı savaştır. Benim kadar tedbirli kimse yoktur. Bütün tanrıların kitabında yazılan ne varsa, bütün filozofların, bütün bilim adamlarının kitabında ne varsa, onları değerlendirmeden bir adım atmam. Ayrıca kendimi kırk defa ölçüp biçmeden de bir adım atmam! Benim savaş yaklaşımım böyle. Kendinizinkiyle mukayese edin. En gayrı ciddi tavırları, savaş gibi kutsal bir mesleğin içinde utanmadan, sıkılmadan veya oralı olmadan gösteriyorsunuz. Bana inanılmaz gibi geliyor. Nasıl bunu yapıyorsunuz?
Kaldı ki zor-bela elinize geçen bu işi, yani bu savaş işine hem diyeceksiniz tek iştir, en kutsal iştir, hem de karın doyurur, beyin doyurur, ruh doyurur. Bütün ilgilerinizi azim ve iradenizi ona bağlayacaksınız ve bu sonuç alacak. Bu ülkenin bu tek zorunlu işi sonuç alacak. Siz onunla oynadınız, tanınmaz hale getirdiniz. Bunun nemenem bir iş olduğunu anlayacaksınız. Bu yüzeysellikler, komuta kişiliğindeki bütün düşüşler, oynamalar, bu ucuz kayıplar, bu anlayışlardan ileri geliyor. Nasıl yaptınız gerçekten şaşıyorum, nasıl bunları anlayamıyorsunuz? Geçmişinize bakın, sağınıza-solunuza bakın, her şey size şunu söylüyor; bu sanatın kıymetini iyi, eline geçen bu altın fırsatı kolay kaçırma. Ama nerede? Tembel tembel uyuşmuş, üfürsen kaybolacak cinsten bir yaklaşım.
Dünyada herkes savaşsız durabilir, biz duramayız. Çünkü herkesin savaş yolu dışında da bir çalışma esası vardır, çalışma imkanı vardır. Bizim yok! Sen ülkende bırak fabrika kurmayı, özgürce iki keçi besleyebilir misin? Botan’da bizim komutanlarımız, savaşçılarımız özgürlük temelinde iki keçiyi besleyebilirler mi? Hayır! Oda olsa olsa ancak silahların gölgesinde olur. İki keçiyi bile sana namusuzca besletme imkanını vermiyor bu düşman. Bunlar gerçek, ben icat etmiyorum! Kaldı ki, sorun iki keçi beslemek değil, o kaba midemizi doldurmak değil, onu bütün canlı yaratıklar sağlarlar. O kadar aç kaldığında taşları da kemirirsin, midene indirirsin.
İnsan yalnız bir ilkeden ibaret değil. Bu halkın içine bakın, savaş! Çünkü savaşı esas alan, müthiş düşünür, müthiş örgütlenir. Benim bu örgütlenmem nedendir biliyor musunuz? Sadece ve sadece bu savaşı mümkün kılmak içindir! Bütün bu halkı bağlıyorum, bütün bu örgütü tutuyorum. Sadece ve sadece bu savaş içinde biraz güç vermek için, bütün bozma teşebbüslerinize rağmen, bu büyük örgütle, halkın bağlılığını sürdürüyorum.
Savaşa inanıyorum. Çünkü savaşın, kazandıran tek iş olduğuna inanıyorum! İspatlandı da, şu haliyle bile yürüttüğümüz savaş, en az günde elli bin kişiyi besliyor. Çoğu da tembel aslında, bir ekmek bile vermemek lazım. Ama bizden bedava olsun, besliyoruz. Midesini değil, düşünün bu ülkenin en cesaretli, en bilinçli insanlarını da besliyoruz. Beyni beslemek küçümsenmemeli, ruhu beslemek küçümsenmemeli. Kürt insanının gözünü açtım. Ağlamadık tek bir günü yoktu ve bir de çirkindi. Kimse merhaba bile etmezdi. Ama, şimdi sizler, ruhen de, fikren de yetişkinsiniz. Bu da kendiliğinden değil, bizim bu savaş tedbirimizle üretildi. Cesur olmak basit bir şey değil, düşmana karşı korku telkin etmek, dünyada “ben de varım” demek, basit bir üretim değil. İlk defa bizde gerçekleşti. Bunu benim savaş çabalarım ortaya çıkardı, savaşa yakınlaşma tarzım, yönetim tarzım açıktır. Bu durumu yaratmadım mı?
İlk tabancayı elinize vermekten tutalım bugüne kadar savaş felsefesi üzerine, savaşta moral, savaşta yaklaşım esasları üzerine bin dereden su getirmiyor muyum, bu olmasa kim dayanırdı? Milyonlar besleniyor şimdi bu savaş üzerine, hatta karşı-devrim safları da bu çabadan faydalanıyor. Demek ki, savaş müthiş üretici bir olay! Yaptığın bir işi böyle anladın mı, savaş işini böyle anladın mı, çok büyük oynayacaksın. İşe kuralsız, amaçsız, ciddiyetsiz yaklaşım olabilir mi? Yok, çünkü çok önemli, müthiş kazandırıyor.
Tabii bu iş ordu ister. Bir fabrika bile işçi ordusuyla üretime geçer. Ülkemizin tek yaşam işi, maddiyatından maneviyatına kadar bu iş ordu ister, hem de en sıkı ordu. Çünkü bu iş çok ciddi, bunu yapanlar da çok ciddi olacak. Bu iş tüm bir halkın işidir, onu yapanlar da halkın ordusu olacaktır. Bunlar açık, ben öyle teorik kitaplarda yazdığı gibi halk ordusu üzerinde konuşmayacağım.
Savaşı öyle teorik olarak çok anlattım, ciltler dolusu kitap da yazıldı. Onu da bir tarafa bırakın, size diyorum ki, çok fukarasınız, çok açsınız, işsizsiniz, savaş işi tek elimizde kalan iştir. Kanıtlıyorum bunu ve kazanabilmek için ordulaşmayı bileceksin. Çünkü hepimizin ordulaşması bu işin doğası gereği şarttır! Tüm halkın yaşam kaynağı içindir, tüm halkın ancak ordusal tarzı bu işte kazandırabilir. Bunlar net, bununla oynamak olmaz.
Anlam veremediğim olay şu; yıllardır neden bunu anlamadınız? Bu işin çok ciddi olduğunu, bu işin ordu istediği, bu işin kurallarına, esaslarına altın değerinde anlam vermemiz gerektiğini neden anlayamadınız? Nasıl izah edeceksiniz bu yaklaşımlarınızı? Ordu yasalarına göre hepinizin cezası ağırdır. Değer kaybından ötürü veya bu işin ciddiyetiyle mukayese edildiğinde yaptıklarınızdan ötürü ağır cezalandırılırsınız.
Ben konuya fazla giriş yapmayacağım, değerlendirirsiniz aranızda. Bolca tartışın, coğrafya esastır, halkla ilişkiler esastır, bizzat örgütün iç disiplini esastır, yine taktik esaslar var. Hiç anlam verdiniz mi, ciddiyetine inandınız mı, gereklerine ne kadar karşılık oldunuz? Alay mı edelim bu işle, kendimizle? Tarif gereği, tanım gereği başka bir işe yaramayız. Neden yaramayız? İş yok aramaya, yani bu ülkede metelik kadar değeriniz yok. Durumunuzu size gerçekçi anlatmaya çalışıyorum.
Ermeniler vardır sanattan anlıyorlar, Yahudiler vardır ellerinden çok iş gelir, dünyanın her tarafında kendilerini besleyebilirler. Sizin ne hüneriniz, ne sanatınız var, ne diliniz, ne paranız var. Kendinizi satmaya kalkışsanız, Ortaçağ köleleri kadar kimse size değer vermez. Zaten işsizlik var dünyada. Bunlar açık! Başka hiçbir işe ne bizi alırlar, ne de bizim yeteneğimiz var. Tek iştir bu ülkede mücadele işi, benim gibi birisi kendini bu işe böyle katıyorsa, tek iş bellediği için.
Tekrar söylüyorum; ben daha savaşa adım bile atmadım. Ama sırf bunun hazırlıklarını idare etmek için bile, bu büyük çabaları yürütmekten çekinmiyorum. Bakın benim savaş hazırlıklarıma, onun giyeceğinden tutalım parasına, moralinden tutalım gerekçelerini sıralamaya, bizzat insanları her gün katmaya kadar işi ciddiye aldığım için, kendinizi bununla mukayesede edin; işin neresindesiniz?
Bunun için diyorum, ciddi olacaksınız! İşi anlayacaksınız önce. Anlayan adam ciddi olur, ciddi olmak için gereğini yapar, yani savaşın kurallarına anlam verir, ona göre kendini hazır tutar. Bunu öyle ele alan, taktikte öyle büyük hata yapmaz. Adını gerilla koyuyoruz, adını hiç koymaya da gerek yok, sağına-soluna bak, tarzın odur. Şüphesiz bana göre, bir kişiliğe bakın, bir dağ keçisine bakın, savaş kuralını ortaya çıkarırsınız. Bir gün etrafınıza bakın, mükemmel taktik önder olursunuz. Yeter ki bakmasını bilin.
KASIM 1992
- Ayrıntılar
PKK Kişilikleri yedi suyla yıkayarak, gerekirse ateş üstünden geçirerek pisliklerinden temizliyor ve öyle bir insan yaratmaya çalışıyoruz. Dünya gericiliğinin ve onun en berbat Türk sözcüsünün, karşısında yenildiği insan gerçeği budur.
Şu gerçek ortaya çıkıyor; bir insan gerçeğine en insani temelde yaklaşım ne kadar güçlü olursa, karşısında dünya gericiliği birleşmişte olsa ve barbar bir karşı-devrimci, sömürgeci, faşist yönelim ne kadar güçlü de olsa, sonuç alamayacağını, hatta yenileceğini gösteriyor.
Bu PKK tanımı üzerinde daha da durulabilir. Ama biz, PKK tarihini doğru anlamak isteyenlere, temel ipuçlarını vermek kaydıyla bununla yetinelim diyoruz.
Doğru bir PKK kavrayışı, sadece kendi militanları için değil, onu anlamak isteyen dost ve düşman için de büyük önem taşıyor. Düşman bizi iyi tanırsa, savaşım daha kabul edilebilir sınırlar dâhilinde yürütülebilir. Kendisinin de, içinden çıkılamaz duruma getirdiği savaş kanunlarına uymama durumuna son verebilir. Savaşsın, ama savaş kurallarına riayet etsin diyoruz. PKK tanımından, onun da çıkaracağı sonuçlar var.
Dostlara gelince, hiç şüphesiz daralmış dünyalarına PKK'de çıkış bulmak istiyorlar. Onlar da böylesine bir tanımı doğru özümserlerse, ufuklarını daha geniş, bilgilerini daha güçlü, çıkış çabalarını daha yoğun ve sonuç alıcı kılabilirler. Ama daha çok da militanlar, eğer parti tanımına doğru yaklaşım gücü gösterirlerse, sınırsız bir savaş gücü haline gelebilirler.
Herkes Parti Önderliği' ne soruyor; "bu savaşım gücünü nereden alıyorsunuz?" diyorlar. "Bunu PKK tanımından, ona yön veren ilke ve uygulamalardan alıyorum" diyorum. PKK'nin gelişiminde böylesine somutlaşan ilke kadar, biriken emektir, yaşam tarzımızdır, gücümüzdür diye cevap veriyoruz. Eğer militan da her türlü savaşıma güç getirmek istiyorsa, PKK'nin böylesine güce, kapsamlı, önüne çıkabilecek her soruna yaratıcılıkla cevap verebilecek özüne hakim olsun diyoruz. Bunu başarabilen bir PKK militanı, ister siyasi çalışmayla savaşımı, ister askeri çalışmayla savaşımı için kendisine teori kadar pratik çıkış yollarını, plan kadar günlük çaba için ne lazımsa bulabilir.
Militan, çoğunlukla tıkanmış gerçeği devrimle değiştirmek, özellikle ulusal-toplumsal gerçekliği PKK silahıyla çözümleme ve dönüşüme uğratmadan, neredeyse kendi başına bela oluyor. Buna son vermek için, PKK militanının nasıl olması gerektiğine oldukça açıklık getirmeye çalıştık. Ve şunu söyledik; eğer başarı istiyorsanız, PKK'nin militan tanımına dürüstçe olduğu kadar, yeterli inanç düzeyi ve bilinç düzeyiyle karşılık verebilirsiniz ki, bu savaşımda kazanamayacağınız hiçbir mücadele biçimi yoktur. Demek ki, PKK tarihinin ortaya çıkan en önemli bir dersi de budur. Militan düzeydeki tanım böyle oluyor.
Bu tanıma göre, kendisini biçimlendiren, muhtevayı da bu temelde biçime kavuşturan kazandırabilir. Aksi halde, savaşların en zorunu önüne koymuş PKK'de, bir gün yaşamak bile başa bela olur. Bu temel tanımların kaynaklık edebileceği diğer tanımlamalara da ulaşabiliriz.
Nasıl bir parti yaşam tarzı?
Partide gerçekleşen yaşam tarzından yola çıkarak nasıl bir yeniden toplumsal düzenlenişi, ister adına demokratik toplum diyelim, ister bağımsız ulus diyelim, nasıl bir ulusal biçimleniş? Bunlara rahatlıkla doğru karşılıklar verilebilir. Ve şunu her zaman söyledik. Doğru bir ulus anlayışında, PKK çözüme ulaşmıştır. Kendi için de bunu gerçekleştiriyor. Kendi militanlarında bunu kahraman düzeye yükseltiyor.
Bunun dışında, özellikle Kürt gerçeğinde bir çözümlemeye gidemeyeceğini çok iyi biliyor. Tek çıkış bu olduğu kadar, en görkemlisinin de, vazgeçilmesinin de bu olduğuna emindir. O halde, dirilen bir halk gerçeği, dirilişin ulusal biçimi, siyasi biçimi daha iyi anlaşılabilir. Kürt halkı söz konusu olduğunda, bu geçen yıllarda gerçek bir dirilişine, en kabul edilmez ölümcül yaşam biçimlerinden, hem de yüzyılların o baş aşağı gidişinden, artık insanlığın bile dışında kabul edileninden, en dirilişine tanık olmak, hem en özgür, en demokratik biçimlenişine ulaşma söz konusudur. Onun yolu açılmıştır.
Bir halk nasıl dirilir?
Dirilirken de öz, ileri biçimlenişe bağlanır. PKK'nin önderlik ettiği bu diriliş destanında, bunu çok iyi görüp değerlendirmek, artık imkan dahilindedir. Dirilen Kürt halkı, insanlık için de iyi bir örnek olabilir. En derin umutsuzluktan ve karanlıktan, en görkemli umuda ve aydınlığa; en baskıcı köleci tarzdan, en özgür ve demokratik ifadeye kavuşma; sade ve doğal yaklaşım bu halk gerçeğinde yaşanıyor.
En alttakinin, en üste çıkışına benzer, ama en az sömürüye ve eskiye bulaşmış biçimiyle insanlık karşı karşıyadır. Kendi tarihindeki baskı görme ve sömürüyü yaşama durumu, onu bugün baskıya ve sömürüye karşıt bir konumla cevap verdirmeye götürüyor. En baskıcı, çapulcu, talancı bir rejime karşı, insanlığın en soylu bir karşı koyuş hareketi oluyor. Rejim en anti-demokratiktir, en işkencecidir, en çok insan haklarına karşıdır. Buna, insana en bağlı, insana yapılan işkenceye en çok karşı, ona ve her düzeyde saldırısına karşı bir irade savaşımıyla karşılık verir.
PKK, bir insanlık savaşımının öznesi durumundadır.
Bu anlamda gerici tarihle savaşım kadar, onun bütün çağdaş değer ve ölçülerine karşı da savaş veriyor. İç dayanaklar kadar, dış dayanaklarına karşı da tavır alıyor. Bu anlamda bir insanlık başkaldırısı anlamına ulaşıyor. Demek ki, Kürt gerçeği bu kadar uluslararası ve insanidir. Yeni insan da, bu anlamda baskı ve sömürü düzenine bulaşan, kozmo-politik olma kadar, şovenist özelliklere karşı, ulusal olduğu kadar en genel insani özelliklerin somut ifadesi olarak ortaya çıkıyor. Bu, geçen yılların savaşta kazandırdığı PKK gerçeği oluyor.
Dolayısıyla bununla yetinmiyoruz; kuruluş döneminin somut tahlili, 1970'ler Türkiye'si, Kürdistan'ı nedir; objektif sübjektif düzey nedir? Bununla yetinemeyiz. Bu değerlendirmeler kapsamlı yapılmıştır. "Kürdistan Devrimi'nin Yolu"nda, "Kuruluş Bildirgesi" nde, "Parti Programı" nda ve daha yapılan birçok kapsamlı değerlendirmelerde durumlar ortaya konulmuştur ve bu biraz da yüzeysel, sınırlı bir ortaya koyuş tarzıdır.
Daha sonra örgütleniş, eylem üzerine de değerlendirmeler yapıldı. Özellikle 1980 sonrasının değerlendirmeleri anlamlıdır. Nasıl bir örgütlenme? Nasıl bir kadro tipi ve nasıl bir eylem ve savaş tarzı? Bu konular üzerinde çok duruldu. 1970'lere dayalı PKK değerlendirmeleri, daha çok somut durum değerlendirmeleriyle ilgilidir. Sömürgeciliğin, özellikle Türk sömürgeciliğinin özellikleri, tarihi gelişimi, emperyalizm ve onun tarihteki dayanaklarıyla bağlantıları çok genel düzeyde anlatılmak istenmiştir. Yine Kürdistan gerçeği de bununla bağlantılı tanımlanmaya çalışılmıştır. Nasıl bir Kürdistan söz konusudur, onun tarihi nedir? Değerlendirmelere oldukça konu edilmiş, bazı tespitlere gidilmiştir ve daha da ötesi, temel doğrular bir ideolojik eğilim olarak ilgi duyan çevrelere mal edilmeye çalışılmış, bir ideolojik grup dönemi yaratılmaya çalışılmıştır.
Bildiğiniz gibi, bu grubun 1970'lerdeki çıkışı, çabaları onu resmi politikayla karşı karşıya getirmiş ve kendisini özellikle bir ideolojik savaşın, giderek bir politik savaşım içinde bu iş silaha kadar gidebilmiştir.
Bildiğiniz gibi, 12 Eylül rejimi bu savaşımlara bir tepki olarak gelişiyor. Halen de Türk egemenlik sisteminin en baskıcı ve günümüzdeki ifadesiyle faşist bir türü olarak aşılmaya çalışılıyor. Bilindiği üzere, düzen, daha ideolojik grup aşamasındayken üzerimize gelmişti. Komplolar ve dayandığı provokasyon mantığıyla, grubu boğuntuya götürmek istiyordu. Bildiğimiz ilk şahadetler bu temelde oldu. Ve 1970'ler sonrasında, artık işe devlet resmen, açıkça istihbarat örgütlerini de aşan bir biçimde başladı. Düzen değişikliğine doğru gidildi. Buna grubumuzun verdiği karşılık; PKK'yi 1978'de resmen ilan etmek oldu.
Şüphesiz politik savaşımda daha cesaretli bir adım atma kararlılığı kadar, artan sorumluluk, geleceğe daha çok yönlü hazırlık, yeni bir aşamaya geçiş anlamına geliyordu. Düzenin buna verdiği cevap ise; Maraş katliamı, ardından sıkıyönetim ve önlenemez PKK yükselişi karşısında, 12 Eylül faşist askeri darbesiydi. Buna partimizin verdiği karşılık; silahlı savaşımı bir adım daha ilerletmek, yani politik savaşımdan silahlı savaşıma daha yoğunca yer vermek ve hedef sorularını açmak için mücadeleyi dışarıya taşırmak oldu. Düzenin birinci planda hedefi haline gelmek, hele bunu ordu kökenli bir darbeyle çok açıkça karşılanması, olağanüstü düzene ve yeni taktik çabaya kesin ihtiyaç gösterir. Bu dönemin yaşanılan zorluğu da buradadır.
Mücadeleyi ilerletmek durumunda olanları hazırlıksız yakalamışlardı büyük oranda. Daha çok 1970'ler Türkiye'sinde direkt Kürdistan'a yönelmemiş, biraz uykuda bir devletin daha çok sağ-sol kavgasına göre ayarlamış bir emniyet, istihbarat ve yaklaşımı ve ortamından ve onun açıklarından yararlanarak çıkış yapan, gelişme kaydeden PKK'nin rüşeym halidir. Grupsal oluşum dönemidir. Dolayısıyla çok hazırlıklar isteyen bir örgütlenme, bir eylem biçimi de değildi. Ama özünde eğer ısrarla çizgi devam ettirilirse, ya düzenle karşı karşıya gelinecek, ya düzen hızla ezip fazla kendini örselemeden sonuca gidecek, ya da baş edemeyecek çok köklü hazırlık, yani düzen değişikliğine cevap verme duruma gelecekti. Bu başarılacak devrimle, karşı-devrimin kıyasıyla çekişmesi sürüp gidecekti.
Böylesi bir darboğazın, tabii ki öngörüyle zamanında atılması gereken adımların atılmasıyla, tedbirlerin alınmasıyla karşılık verirsen yaşarsın. Aksi halde, tarihin tozlu sayfalarında bir kez daha kendini bulursun. İşte 1980'lere dayanırken, yaşadığımız bu darboğazı iliklerimize kadar duymamız ve buna böylesine bir öngörüyle karşılık vererek çıkış yolları aramamız, bir yandan silahlı mücadele düzeyini geliştirme, diğer yandan bunu dıştan beslemeye çalışma ve 12 Eylül'ün ilk saldırısını boşa çıkarmaya çalışmıştır.
Partinin bu dönemde yapmak istediği çalışmalar I. Konferans'ta açıklığa kavuşturulmaya çalışıldı. I. Konferans'ta yeni bir durum değerlendirmesi, olası gelişmelerin yönü, verilmesi gereken devrimci karşılık, başarılması gereken görevler ve özellikle döneme yetmeyen kişilik, çalışma tarzı, ağır hatalar, yanlışlıklar, eksiklikler bolca tartışıldı. Mahkum edilmesi gereken hususları mahkum etme, ulaşılması gereken sonuçlara da ulaşmak görev olarak belirlerdi. Tabii ki uygulama ayrı bir meseledir.
Buna II. Kongre'yle daha da netlik kazandırmak istedik. Görüldü ki daha geriye çeken yaklaşımlar var. Objektif olarak ajanlık diyebileceğimiz, partiyle yürümeme, partiyi yürümekten vazgeçirme, direnmekten, ülkeye yönelmekten vazgeçirmenin çabaları söz konusu ve giderek daha da açığa çıkan provokasyonlar ve üzerine gittikçe daha da sırıtan, oldukça da inatçı ve "ülkeye yönelemezsiniz, PKK'yi bundan sonra götüremezsiniz" yaklaşımıydı. Ülke dışında, birçok grubumuzun mültecilik durumuna düşürülmesi ve hatta teslim olması dayatılıyordu. Türk sömürgeciliğine teslim olmuyorsan, emperyalizme teslim, Avrupa'ya teslim ol. Bunun için yapılan biraz düşkünce yaşam ve zor dönemin artan zaaflarıyla oynama ve böylece PKK'yi yürüyemez duruma getirmeydi.
12 Eylül faşizmi dış cepheden vururken, iç cephede de böylesine bir arkadan hançerleme, düşürme çabalarına karşı II. Kongre sonrasının bu yönlü savaşımı söz konusudur. Bu dönemde geliştirilen "Gelişme Sorunları ve Görevlerimiz" broşürü ile "Kişilik Problemi ve Devrimci Militanın Özellikleri" değerlendirmesi vardır. Bu değerlendirmeler de bir anlamda zaaflı kişilik üzerinde provokasyonun geliştirmek istediği tasfiyeciliğe karşı, PKK tanımını sağlam tutma, onun militan ifadesini somutlaştırma ve böylece PKK'yi bu zor yıllarda, sadece yaşatma değil, geliştirme çabaları oluyor.
Diğer yönüyle en önemlisi de, partiyi savaş pratiğine çekme, yeterli bir hazırlık veya asgari düzeyde de olsa ülkeye yönelme iradesini tekrar keskinleştirme, onu ortaya çıkarmakla yetinmeme, ülkemizin doruklarına yönlendirme ve böylesine tarihi bir anlamı imkan dahiline sokma çabaları var. 12 Eylül faşizmine, özelikle onun zindana dayattığı, işkence ve katliamına, içteki provokasyon uzantılarına verilecek en iyi cevap bu olabilirdi. Bildiğiniz gibi, 15 Ağustos Atılımı'na bu temel görevlere bağlılıkla karşılık verilmeye çalışıldı ve tarihimizin görünüşte kimsenin pek fark edemediği, ama ısrarla uygulanırsa çok önemli sonuçlara götürecek adımına ulaşıldı.
15 Ağustos Atılımı, bu anlamda 12 Eylül faşizminin açık darbeleri kadar, onun içteki tasfiyeciliğine de kararlıca karşı koyuşla yetinmeme, PKK'ye yeni dönemde savaşabilir bir konuma ve formasyona kavuşturma, militan tarzını yakalama denemesi de oluyor. Ne kadar yetersiz olursa olsun, bu adımın böylesine bir gerçekleştirilmeyle de yakından bağlantısı var.
Her savaş bir insanın, bir halkın, bir ulusun zayıf yanları kadar, güçlü yanlarını da ortaya çıkarır.
Yaşatacak özellikler kadar öldürecek özellikleri de sergiler.
Bir kez daha 15 Ağustos Atılımı sonrasında gelişen savaşım deneyiminde bunları gördük. Özellikle parti içinde ve partiye taşırılmış Kürt halk gerçeğinde yaşayan nedir? Yaşanılabilecek mi? Bunu savaş tayin eder. Ölümcüle götüren nedir? Bunu da görmek bu savaşla mümkün oluyor. Gerçek PKK'lileşme nedir? Bu savaşta ancak denenip açığa çıkarılacaktı ve bilindiği üzere bu savaşımın üzerinden daha bir yıl geçer geçmez, daha kapsamlı değerlendirme yapma ihtiyacı ortaya çıktı.
1985'de yaptığımız Kasım talimat çözümlemesi ve perspektifi vardı ve ardından III. Kongre öncesi değerlendirmeler var. Savaş gerçeğiyle oldukça oynayan, onu sabote eden tutumlar, kişilikler ve onların mikroskop altına alınması gereken yaşam süreçleri, değerlendirmeleri yapılırken, bunlar kimdir, nasıl oluşmuşlar tek tek değerlendirildi. Ana doğmadan tutalım nasıl bir terbiye almışlar ve sonuçta bilerek veya bilmeyerek bir ajan, tasfiyeci, provokatif kişiliğe nasıl ulaşmışlar; bir yandan bunu inceliyoruz, diğer yandan yiğitlik nedir, yiğitlik nasıl oluşuyor, buna cevap veriliyor. Kahramanca, yiğitçe direnişler var, onu değerlendirmeye çalışıyoruz. Daha bu ilk savaşım yılında, partinin Agit örneğinde bazı seçkin örnekleri var. Bunu anlamlandırmaya ve gerilla ordusunun temeli haline getirmeye çalışıyoruz. Bu üst aşamaya savaşı tırmandırmanın gerekçesi haline getiren yaklaşım gerekiyor.
Diğer yandan, örgütü düşman saldırılarına bu kadar açık ve içinden çıkılmaz hale getiren tipler kimdir? PKK adı altında, PKK ile nasıl savaşıyorlar? Buna oldukça çözümleyici bir yaklaşım getirilmeye çalışılıyor ve kimi bir anlamda böyle bir savaşın odağı oluyor. Değerlendirmeler biraz daha kapsamlı ve savaşı yaratılan bu darboğazdan çıkarmayı, üst düzeye ulaştırmayı amaçlıyor.
İyice göz önüne getirelim ki, 15 Ağustos Atılımı'ndan en ileri düzeyde sorumlu tutulması gerekenler, daha bir yıl geçmeden, "12 Eylül'den daha ağır bir durumla karşı karşıyayız, fazla yapılacak bir şey kalmamıştır" diyerek, artık kendilerinin bile inanmadığı iddiasız çabalar, belki de onuru kurtarmak için "kendimizi feda ederiz, ama bu geliştirilecek savaşımın da fazla sonucu yoktur" dercesine, partinin merkezinde birbirlerine en ağır kelimelerle yaklaşım gösteriyorlar. Umutsuzluğu yayıyorlar ve bir yargılama süreci içine alınıyorlar.
Biz tekrar partiyi bu gerçekleri dikkate alan bir çözümlemeye tabi tutuyor, zayıflıkları da, eksiklikleri de, saflıkları da görmeye çalışıyoruz. Güçlenme yolları, yöntemleri ne olabilir, onu da çözümlemeye çalışıyor ve sonuçta bildiğiniz gibi 1987'lerden sonra yeni bir hamle yapıyoruz. Bunun çözümlemelere yansıyan ifadeleri vardır. Kürdistan tarihinin en kapsamlı çözümlemeleri bu yıllardan itibaren yapılmaya çalışıldı ve bu çözümlemeler çok ayrıntılıdır. Kişiye dek indirgenmiştir. Diyaloglarla örneklendirmeye çalışılmıştır.
Yine unutmayalım ki, 1982 Kongre sonrasının değerlendirmeleri biraz daha farklıydı. "Zorun Rolü"nde dile getirdiğimiz savaş teorisi, Kürdistan'da nasıl uygulanır veya evrensel savaş teorisi, Kürdistan Devrimi için ne anlama gelir? Bu soruya olumlu karşılık verir ve uluslararası savaş teorisine göre, "Kürdistan'a ulusal kurtuluş savaşımı gereklidir" der. Tek çıkış yoludur, onun dışında kurtuluş mümkün değildir ve gelişim süreci de biraz böyle başlamıştır. "Örgütlenme Üzerine" değerlendirmesi neyi içeriyor? Parti öncülüğü esastır; devrimci parti esastır, parti örgütlenmesi Kürdistan'da şu şekilde vücut bulur. Bu partinin kısa tarihi budur, örgütsel ilkeleri şöyle hayata geçirilir. Kısa PKK tarihçesi ve bundan sonraki doğru örgütsel görevler başarılma yöntemlerini kapsar, ama militan çözümleme fazla yoktur. Yine "Kürdistan'da Zorun Rolü"nde komutan ve savaşçı çözümlemesi yoktur, taktik hususlar fazla yoktur.
Bu işin temsilcileri iyi örgüt kurarlar, yine savaşı esas alanlar iyi savaş ordusu geliştirirler, iyi savaş pratiği ortaya çıkarırlar denilerek, sağduyulara güveniliyor. Her militan bu konuda sorumludur. Yarat kendini, düşünsel veya pratik çabayla yarat deniliyor. Mutlaka gerekeni gereken yerde ve zamanda, hem de başarıyla yapar inancı vardır. Beklenti budur. Bu anlamda militanlarımız biraz sorumlu olsalardı, biraz sağduyulu, biraz günün anlamı ve önemi nedir, tarihi görev nedir, hakkıyla bu sorulara karşılık verselerdi; aslında 1987 sonrası çözümlemelerine gereksinim bile duyulmayacaktı. Biraz daha geriye gidersek, eğer 1980 öncesi manifestonun bile yüklediği sorumluluklar doğru taşınsaydı, bizim zor ve örgütlenme üzerine geliştirilen değerlendirmelerine ihtiyacımız olmazdı. Sorumlu militanın kendisi manifestodan bu sonuçları çıkarabilirdi.
1992 KASIM
- Ayrıntılar
Avrupa'nın dünya kadınlarına hitap eden tanınmış bir dergisi, bizimle kadın sorunları üzerine röportaj yapmak üzere burada bulunuyor. Gerekli mesajlar vermeye, bu konudaki gerçeğimizi ve görüşlerimizi yansıtmaya çalışacağız.
Konu yeniden ele almayı gerektiriyor. En çok duyarlı olunması gereken bir saha ve ben buna "mayınlı saha" diyorum. Mayınlı, dikenli ve herkesin kendini batırdığı saha!... Herkesin her şeyini kaybettiği ilişkiler sahası!... Bence siz savaşı bu ilişkiler sahasında kaybediyorsunuz. Bu ilişkiler sahasında kazanmayanlar, savaşı başka yerlerde de kazanamazlar. Bu nedenle üstünde çok duruyoruz. Çözümlemelerin önemli bir kısmı buna hasredilmiştir. Ben, bir şeyler ortaya çıksın diye ayrıca bir ders daha vermeyi düşünüyorum. En yaralı ilişkiler sahası!... En uğraştırıcı ilişkiler sahası!... Bağlılığı da, ihaneti de büyük ilişkiler sahası!... Bu sahayı ele almaya ve dizginlemeye çalışıyoruz. Ne kadar anlaşılır, ne kadar doğruya gelinebilir? Bunun oldukça üzerinde duruyoruz.
Ya özgür kadın, ya da onlar için de yaşamın olmaması!
Ya özgür ilişkiler ve özgür kadın kişiliği, ya da ölüm!
Başka bir şey beklemeyin bu sahadan. Bu sahayı baştan başa yeniden yapılandırmak gerekir. Verili kadın ve erkek ilişkisi demek, büyük bir kölelik ilişkisi demektir. Kendini ölüme terk etmek demektir. Ben de bu konularda veri bazı ilişkilere dayanmak istediğimde, ne kadar gafil olduğumu gördüm. Çokça söylendiği gibi, kadın bir mal olarak görülür ve sunulduğunda karşılığında bir şeyler istenir. Bunun nasıl bir mal olduğunu ve karşılığında ne istendiğini bilmeniz gerekir. Bu malın maddi değeri çok yüksektir ve dikkat etmezseniz, size çok pahalıya ödettirilir. Kusura bakmasınlar, ama kadının mal olarak lanse edilmesinden müthiş korkuyorum. Sakın "tutkularımız, sevgilerimizdir" deyip aldanmayın. Sunmayın, sunulmayın. Bu mayınlı sahanın verileri arkasında bin yılın köhnemişlikler var. En ince meta karşılığında kendine benzeştirme, yani köleleştirme...
Ben, bu alana ilişkin olarak özgün bir savaş biçimini deniyorum. Çelişkiler ve ilişkiler çok kapsamlı. Bu konuda eğitiminizi tam almalısınız. Düzen içinde ve PKK içinde verili ilişkiler tehlikelidir. Ben devrimciliğimi bu konuda biraz ihtiyatlı olmaya borçluyum. Bu konuda sunulan her ilişki karşılığında, düzene bir adım daha yaklaşmayı ve devrimcilikten bir adım daha uzaklaşmayı ister. Yiğitlik ve yücelikten bir adım daha uzaklaşmayı dayatır. Ben verili ilişkiden bahsediyorum. Biz bunun yerine çeliştirerek ve savaştırarak tersi sonuçlara ulaşmak istiyoruz. Yaratmaya çalıştığımız özgürlüğe, savaşa, düzen karşıtlığına, uyuşukluğa ve tembelliğe karşı tahrik eden tam bir savaş ilişkisidir. Büyük bir tartma ve gerginleştirme, böylece bir şeylerden hesap sorma ve hesap verme, ilişkiyi yoklama, tarihi çözme, veri ilişkiyi çözme ve bunun yerine özgür ilişki, eşitliği, tartışmayı ve demokrasiyi koyabilmedir. Bunlar önemli meselelerdir. Oysa siz bu konularda çok zayıfsınız ve bu zayıflığı birbirinizi kolay teslim almayla gidermek istiyorsunuz. Ben halen kadına teslim olmamak için direniyorum. Fakat size ortamı biraz açık tutsak, bu sahadaki teslimiyet savaş niteliğimizi kısa sürede yitirmeye yeter de artar bile.
Dikkat ederseniz, bu konuda PKK iç ortamının düzenlenmesinde teslimiyete karşı bir savaş var. Bu konuda bağlanmış ilişkileri veya tutkuları olanlar kızmasınlar. Savaşı düzenliyoruz. Burada kadınlar da, erkekler de askeri elbise altındadır. Eğer bu elbiseyi gösteriden ibaret görmüyorsanız, asker olmak çok ciddi bir olaydır. PKK'de kadınlara gösteri kabilinde askeri elbise giydiriyorlar diyebilir misiniz? Hayır! Burada eşit yaşatıyoruz. Bunların içeriği çok kapsamlıdır ve ancak bir savaşla kazanılabilir. Bu savaş da var.
Yine de ben şunları söyleyebilirim; kesinlikle dikkatli ve duyarlı olalım ve bu savaşın anlamını, önemini ve kapsamını sürekli düşünelim. Savaştan kopmuş kişinin tutkuları kesinlikle özden kopmuştur, yaklaşmayalım. Bunu başarırsak bilin ki, dünya devrimine en büyük katkılardan birini yapmış olacağız. Şimdiye kadar hiçbir devrim böyle yaklaşmadı.
Hemen hemen yapılan bütün devrimlerde daha çok kadını kendine mâletmeyi görüyoruz. İlk ciddi devrimlerden birisi, kadın üstünlüğüne son veren devrimdir. İlkel komünal toplum düzeninden kölelik düzenine doğru kayışta yapılan ilk ciddi eylem, kadını mal etmedir. Kadınlaşma bu tarihte başladı. İslam peygamberi Hz. Muhammed'in köleliğe karşı devriminde ilk yaptığı işlerden biri de, kadını kurtarmak adına ve kendine göre iyi niyetlice, bir çok kadını evlilik bağı ve cariyelik kurumuyla bağlamadır. Muhammed'in yaşamı çok canlıdır ve kendine göre bir devrimdir. Kadınları kurtarma adına yaptıklarını da inanarak yapıyor. Feodal devrimde daha düşkün kadını, statüsüne göre ileri bir kadın statüsünü böyle yaratıyor. Fransız ve Rus devrimlerinde biraz daha özgürleşme vardır. Fakat yine de kadın, devrimlerin adeta bir süsüdür. Bir takım sesler, simalar çıkar, ama fazla etkili değildirler. Bunlar yine erkek egemenlikli devrimlerdir.
PKK, tarihin bu devrimsel yaklaşımlarını mümkün olduğu ölçüde erkek egemenlikli olmaktan çıkarmak istiyor. Bu önemli! Erkekler belki güçlüdürler ve bu güçlerini tarihten alıyorlar, ama bizim de bir devrim tarzı olarak, bu erkek egemenliğine son vermemiz, erkeğin lehindeki statülere ve yaklaşımlara karşı koymamız bir PKK anlayışıdır ve PKK'nin özgürlük anlayışının büyüklüğüdür. Devrimimiz erkek egemenlikli bir devrim olmasın diyoruz. Devrimimiz, kadınların eşit, özgür, bilinçli, iradeli, kişilikli katıldığı bir devrim olmalıdır. Devrimimizin bu karakterde gelişmesi; yani erkek egemenliğinden çıkıp erkek ve kadının ortak egemenliğine geçiş devrimi denmeye değerdir.
Ortak egemenlik; ortak çaba ve ilişkileri gerektirir.
Bu ise yüzyılların mevcut statüsünü, verili ilişkilerini aşmak demektir. Dünya devrimlerindeki erkek hakimiyeti, yan sonuçlarıyla birlikte kapitalizmde de, reelsosyalizmde de yansımasını bulmaktadır. Feodalizm zaten erkek egemenliklidir, burada müthiş yansır. Devrim eğer tüm bunları aşarsa, gerçekten özgürlükçü yanı çok gelişmiş bir devrim olabilir. İşte buna dikkat edeceksiniz. Devrimimiz erkek egemenlikli bir devrim değil, kadın ve erkeğin ortak egemenliğine dikkat eden, bu konuda hassas olan bir devrimdir. Artık buna güç getirmemiz gerekiyor. Bu kadına da, erkeğe de bir çok yükümlülükler doğurur. Bütün ilişkilerin yeniden düzenlenmesine oldukça ihtiyaç duyar. Formül ortaya konulmuştur, uygulamak size kalıyor. Ben de burada mümkün olduğu ölçüde ortak egemenlik arıyorum. Üzerinde bu kadar çaba harcadığımız, kadın kişiliğiyle ulaşmak istediğimiz sonuç, ortak egemenliktir. Kadını örgütlenmeye, ordulaşmaya ve eğitime ortak ediyoruz. Kaldığımız her yerde yarı yarıya kadınlar olmalı diyoruz. Bu, devrimimizin derin bir özelliğine hayatiyet kazandırma işidir, bunu anlamalısınız.
Anlama önemlidir. Dolayısıyla geleneksel verili ilişkilerle yaklaşmak demek, PKK ile çatışmak demektir. Erkek egemenlikli yüklenimler, kadına egemen, kadın düşkünlüğünü esas alan yaklaşımlar PKK gerçeğiyle çatışır. Buradan oldukça önemli sonuçlar çıkarmalı, yanılmamalı, yanıldığınızda çok tehlikeli durumlara düşebileceğinizi bilmelisiniz. Kadın ve erkekler olarak, bundan böyle karşınızda veri ilişkiler bulamazsınız. Karşınızda ben duruyorum. Devrimi bu konuda yeni ve eşitlik temelinde zengin kılmak, üzerinde hassasiyetle durduğum meseledir. İnanıyorum ve yapmaya çalışıyorum. Başka bir şeyle uğraştığım kanısında değilim.
Gerçekleştirilmesi gereken kadını ortaya çıkaracağız.
Bu, sandığınız ve beklentilerinizdeki kadın olmayacak. Bu konuda savaş var. Belli ki bir çok konuda çatışacaksınız, ya da düzenin verili ilişkilerine yaslanacaksınız. Böyle kızlar ve erkekler çok fazla. Kadın ilişkilerini geliştirmede yeniden yapılanma çok önemlidir. Bu ciddi bir devrimdir. Basite alırsanız yanılırsınız. PKK'de bu yaklaşımları esas almazsanız hayal kırıklığına uğrarsınız ve kesin çatışırsınız. Bu bir sosyal yaşam meselesi değil, bir ilke meselesi, siyasi savaşım meselesidir. İnanıyoruz ki, bu bir sosyal ilişki değil, egemenler lehine kurulmuş bir siyasal ilişkidir. Dolayısıyla, bu temelde siyasal savaşım vereceğiz. PKK gerçeği budur.
Erkeğin güçlü olması, egemen olması demek, PKK'de de böyle olacak demek değildir. Saflarımızda tek bir kadın da olsa, o mutlak özgür ve eşit ilişkiler ortamında olduğuna emin olacaktır. Bu, PKK de esas alınacaktır. Yalnızdır, istediğimizi uygulatabiliriz demek gerçekçi değildir. Aynı biçimde bir bayan da çıkıp bu avantajı iyi kullanmalı, kendimi allayıp pullayarak satmalıyım derse, o da müthiş aldanıyordur.
1991 EKİM
Reber APO
- Ayrıntılar
Mücadele ve savaş gerçeklerimizin ruhuna, bilincine ve kişiliğine gittikçe daha fazla yaklaşıyor, dönüşümü adım adım sağlıyorsunuz. Lanetli geçmişinizi ve ne kadar hastalıklı olduğunuzu biliyoruz. Bunun bir kader olmadığını, çıkışın bir yerden mümkün olduğunu, fakat bunun şimdiye kadar sandığınız gibi olmadığını, doğru yolun yöntemin farklı olduğunu da biliyoruz.
İlk adımların sağlam gelişmesi için büyük çaba gösterdik. Hemen her an bu işin inancını ve bilincini geliştirdim, bu işin pratik gereklerini olağanüstü diyebileceğim bir tarzda yapmaya çalıştım. Ancak yoldaş diye bellediklerimizin inanılmaz saflıkları, hamlıkları, kayıtsızlıkları, ilgisizlikleri ve her türlü yetmezlikleri umduğumuzun ve beklediğimizin dışında birçok olumsuz gelişmeye yol açıyor. Bir yerde neredeyse düşmanı bir tarafa bırakıp kendimizle uğraşıyoruz. Demek ki, lanetli olmak bu sonuçları doğuruyor. Bu kadar ayıplı, bu kadar düşmüş bir toplumdan bunlar çıkabilir. Bizim bütün umudumuz bu durumu yerinde kavrayacağınız, yolu hızlı ve keskin adımlarla tutturabileceğinizdi. Bizde önemli olanın tempo ve tarz olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu lanetli durumdan kurtulmanın tek çaresi doğru tarz, doğru tutum ve doğru tempodur. Yeterli tempo olmadan, bu durumdan sağ çıkmak mümkün değildir. İsyanlar ve mücadele tarihimiz bunu çok açıkça gösteriyor.
Korkunç yenilgili kişilikler kendini Önderlik gerçeğine yansıtırsa, belanın en büyüğü ortaya çıkar. Bu her devrimde biraz yaşanıyor, ama bizimki kadar ağır ve sancılı değildir. Bizimki kadar kendini uğraştıran bir devrim örneği bulmak gerçekten zordur. Fransız Devrimi'nde, İslam Devrimi'nde, Ekim Devrimi'nde sapmalar ve birbirleriyle savaşmalar çok yoğundur. Ama yine de onların tarzı anlaşılır ve bir yerinde yer alınıp gereken neyse rahatça yapılabilir; bu ister şu safta, ister bu safta olabilir. Biz de ise muğlak, karmaşık ve çok yanılgılı bir duruş var; hangi kişinin neye oynadığı ve kimi tuttuğu belli değildir. Kendini o kadar karmaşık hale getirmiş, o kadar nitelikten uzak ki, neye hizmet ettiğini kendisi de kestiremiyor. Hangi çizgiyi, hangi politikayı yürütüyor ve bunu pratiğe nasıl yansıtıyor, farkında bile değildir. Çaresizlik de işte buradadır.
Muğlaklık ve netsizlik dediğimiz yaklaşımlarınızın uzun süre devam etmesi çok belirgin bir özelliğiniz oluyor. Yetersiz yaklaşımlarla çabanızın neye hizmet ettiğini, kime yol aldırdığını görememe durumunuz var. Biz buna karşı başından beri çok tedbirliydik, olağanüstü bir sınıf çizgisini uyguluyorduk, çok hassastık. Emeğin lehine herkesi çatıştırmada çok üstün bir uygulayıcıydık. Maalesef en proleterim, en yoksul kökenliyim, en emeğe bağlı olanım diyeni de dahil olmak üzere, kime nasıl çalıştığını kestiremeyenler neredeyse bizde ağırlıklı bir kesimi oluşturuyor. En tuhaf olanı da bu gerçekleri bir an önce görüp bir türlü sınıf çizgisine gelemeyişinizdir. Muğlaklığın, kafa karışıklığının neye ne kadar hizmet ettiğini tam kestirememe sonucunda yılları adeta çarçur etme ortaya çıkıyor. Bunu yaşamanız insanı umutsuz kılıyor veya yazık ediyorlar diyecek noktaya getiriyor. Gamsızsınız, fazla endişeleriniz yoktur. Çizgi de söz konusu olsa, kendinizi çaresiz bırakıyorsunuz. Çizgi savaşımı için yerinde ve zamanında çalışıyoruz. Sizin ise onun sonuç almasına kendinizi vermeniz şurada kalsın, çizgi savaşımı neredeyse aklınıza bile gelmiyor. O zaman sizlerle ne yapacağız? Kendinizi yormazsanız, savaşı yoğunlaştırmazsanız sizi nasıl yaşatacak, öncülük yapılmadan nasıl savaştıracağız?
Toplumumuz sonuna kadar teslim olmaya yatmış bir toplumdur. Siz ise bu durumu parti içinde adeta düşmanın topluma dayattığı teslimiyetin yansımaları olarak yaşıyorsunuz. Direngenliğin, karşı koymanın kişiliğini sergilemiyorsunuz. Yaşama ve örgütlenmeye yansıyan, özellikle daha çok düşman gerçeği ve onun tanınmaz hale getirdiği kişiliktir. Tek başıma yıllarca bu işlerle uğraştım. Çizginin bir milim bile saptırılmasına fırsat vermedim. Çizginin olanaklarını başka sınıfın, başka gücün şu veya bu çıkarına kaptırmadım. Bu kesimlerin hepsini çalıştırdım, hepsini devrim çıkarları için kullandım. Ama siz elinize verdiğimiz dört dörtlük olanakları başkalarına peşkeş çektiniz veya kendinizi adeta onların hamalı yerine koyarak sömürttünüz. Köylüler, hamallar, marabalar nasıl sömürülüyorsa, parti içinde de diğer sınıflar adına öyle bir sömürü kaynağısınız. Çizgi anlamında, ideolojik-politik kullanılma anlamında öylesiniz. Küçük burjuvalar, her türlü orta yolcular sizi kullanıyorlar, ancak bunun farkında bile değilsiniz.
Kendine sahip çıkamayanın, emeğine sahip çıkamayanın bütün hal ve hareketleri öfkelendiricidir. Sizin saygı ve bağlılık anlayışınıza fazla anlam veremiyor ve bunu çok geri buluyorum. Bu anlayış proleter çizgi esaslarını -proleterden başka adını halk veya insanlık koyalım- fazla temsil etmiyor, özgürlük gücü ve kendini koruma gücü olamıyor. Kendi yaşam tecrübemle bu hareketi böyle geliştireceğim, ama bir çok yönetim ise o alanlar ve olanakları öyle kullanacak! Burada büyük bir çelişki var. Parti içi eğitim, çizgi eğitimi bu nedenle çok önemlidir. Kendinizi bu kadar gamsız, tasasız bırakmanız ve hiç utanıp sıkılmadan "ben varım" demeniz fazla saygı yaratmıyor, fazla anlam bulamıyor.
Bir insan kendine çekidüzen vermeyi, kendini mücadele gerçeğine ve şu anda yürüttüğümüz savaşıma biraz doğru yaklaştırmayı, ona güç yetirmeyi ve yürütme gücü olmayı, ona ister üst düzeyde isterse en alt düzeyde bir katkı sunmayı ve her düzeyde bir çalışanı olabilmeyi sağlayabilmeliydi. Bunlar neden olmuyor? Yaptığınız bütün iş, “bastırdık, bastırıldık” demektir. Ağzınızdan bundan başka bir söz çıkmıyor. Ne kadar etkisizleştiğinizi, ne kadar rol oynayamadığınızı belirtiyorsunuz. Önder kişi, militan kişi böyle olmaz. PKK Önderliği bu konularda muazzam bir çabanın sahibiyken, sizin buna dayanarak böyle ucuz yaşamayı kendinize nasıl yakıştırdığınızı anlayamıyorum. Kendime senin neyin eksik diye her gün soruyor ve bin kez bunu cevaplandırıyorum. Hem bu kadar bize bağlısınız, hem de birçok yönüyle benim kendimi adamadığım kadar kendinizi bu işe adıyorsunuz, o halde sonuç almada ve işleri sağlama bağlamada neden bu kadar beceriksizsiniz? Çoğunuzu köylüye benzetiyorum. Nasıl yaşadığınızdan bile habersizsiniz. Durumunuza, neye ve kime çalıştığınıza, kimin askeri ve hizmetçisi olduğunuza bakarak buna daha iyi cevap verebiliriz. Biz bu dünyada niçin yaşıyoruz? Bütünüyle kime çalışıyor, kimin kullanımında, kimin stratejisinde yer tutuyoruz? Halk dediğimiz gerçekliğimiz kimin hizmetinde, kime ucuz çalışıyor? Gençlerimiz, her soydan insanlarımız kimin malıdır? Parti içindeki yansımalar biraz da bu durumun ifadesidir. Bu konuda kendinizi yıllarca sorguya çekebilmeliydiniz. Neden kendinizi sorguya çekemediniz, neden kendinizi yetiştirmediniz diye sizi suçlamıyorum. Ama bir yerden ve birkaç temel kavramı belledikten sonra işin gereği üzerine düşünecektiniz. Niye kolaya kaçıyorsunuz? Sıkı bir eğitim ve kendinizi yetiştirme olmadan, yaşamın kenarından bile geçemezsiniz. Yaşama bu kadar ucuz, bu kadar sorumsuz, bu kadar gafil yaklaşma, kime ve neye mal olduğu belli olmadan katılma sizin tarzınız oluyor.
Birçok hastalıkla istemediğiniz halde partiye zarar veriyorsunuz. Başkalarına çok imkan ve fırsat sunuyor, bizi de, ortamı da kargaşaya boğuyorsunuz. Size bu kadar yol ve yöntem gösterdikten sonra bir çalışmanın başına geçmek çok zor mudur? Fedakarsınız, korkak değilsiniz, hayatınızı da adamışsınız; ama her şey sadece bununla sağlanmaz. Kaldı ki, tek başına ele alındığında bu kendini kurban etmedir. Size göre birileri sizin sahibinizdir, aşirete kendinizi kurban etme durumunuz var. Kaldı ki, bir sosyalist veya bir emek savaşçısı kendini böyle kullandırtmaz.
Yüzlerce eğitimden geçiyorsunuz. Ama buna rağmen herhangi bir birimin başına bir belalı çıkıyor, bir kişi bile buna dur diyemiyor. Biri çıkıp herhangi bir çalışma alanında, bir çalışma birimimizde bu tavrı sergileyemiyor. Yıllardır tanıdığım birkaç yaramaz kişi var. Bunlar birimlerin, alanların başına bela olmuşlar. Bazıları da kendini sanki onsuz bu mücadele yürüyemeyecekmiş gibi bir anlayışa kaptırmış. Oysa bunlar baş belasıdır, bunları içinizden atarsanız gelişme olur. Ancak birbirlerine dokunmuyorlar bile. “Birbirimizle uzlaştık” demeniz bunun ifadesidir. Bu halinizle tıpkı tutucularkoalisyonu gibisiniz.
Parti içinde birbirini etkisizleştirme çabaları var. Bununla nereye varacaksınız? Ben de biraz uzlaşıyorum, ama uzlaşırken kırk türlü gelişme tedbirimi de alıyorum. Önderlik tarzını tüm gücünüzle uygulamanız beklenemez. Tamamen benim gibi yapın da demiyorum. Ama hiç olmazsa kendinizi kurtaracak, kendinize parti üyesi dedirtecek bir tarza ve güce ulaşın. Bir yeteneğiniz olsun, yeterliliğiniz sağlansın. Göreviniz bu değilse, PKK'ye neden katılıyorsunuz? PKK'nin bu tarzına, bu yeterliliğine ulaşmadıktan sonra PKKlilik nerede kaldı? Sadece "ben şikayet ederim, olmadıysa kendimi yere atarım" demek PKK tarzı mıdır? Sıradan bir üye haline gelmeyi bile başarsanız o da iyidir, ama siz onu da yapamıyorsunuz. O zaman parti sizi ne yapsın? Kendi yaşamınızı biraz gözden geçirirseniz, kafalarınızın dağınık ve kişiliklerinizin yoğunlaşmış olmaktan uzak olduğunu görürsünüz. Kendinize yazık ediyorsunuz. Saflarımızda gafil kişilik çok etkili, çaba çok yetersiz, doğruya hükmetme ve onu amansız takip etme yok denecek kadar azdır. Bir yere giderken eğer iki doğru lafı söyleyemeyeceksem, iki doğru tavrı sergileyemeyeceksem neden gideyim diye kendime sorarım. Eğer bir şey veremeyecek durumdaysam neden karşınıza çıkayım? Herhangi bir toplantıda herhangi bir tavır veya politika belirleyemeyecek durumdaysam ne diye bu işlerle uğraşayım? Şu anda nereye gidersem gideyim, hangi kişiyle temasa geçersem geçeyim, onu dört dörtlük mücadelenin emrine çekerim. Önderlik dediğin böyle olur. Kim olursa olsun tavrımız parti tavrıdır ve sonuç partinindir.
Yüzlerce ilişkiniz var, ancak bunların neye ve kime hizmet ettiği pek belli değildir, hepsi karışıktır. Bu ilişkiler sizi imhaya götürüyor, ama siz bunun farkında bile değilsiniz. Bu tutumlar birçok tehlikeli anlayışın türemesine yol açıyor, bunu bile göremiyorsunuz. Böyle parti militanlığı olmaz. Ben şunu belirtmiştim: Nasıl ki onsuz edemediğiniz bazı alışkanlıklarınız varsa, partinin de bazı tarzları ve özellikleri var, onlar olmaksızın edememelisiniz. Parti tarzı bütün alışkanlıkların önünde gelir. Seviyenin ne kadar düşük olduğunu anlıyorum, ama yükselmeyi bilmek de vazgeçilmez bir görevdir. Tümünüz bunu yapmasanız bile, içinizde mutlaka biraz daha akılı olanlar vardır ve onlar bu işin önünü tutabilirler. Eğer kazanmak istiyorsanız, doğruya gelmekten başka çareniz yoktur. Başka türlü sizi yaşatmak da mümkün değildir. Halkı yaşatmak, sizi yaşatmak çok zordur. Sizi nasıl taşıyacağız? Yedirip içirerek bir yerden bir yere aktarmaktan tutalım, savaş gibi çok ciddi bir olaya yaklaştırıncaya kadar sizi nasıl yürüteceğiz? Bunu kolay görmemelisiniz, çünkü bu çok ağır bir iştir. Çoğunuz lime lime olmuş gelmişsiniz. Ama savaşa böyle gidilmez. İki lafı bir araya getiremiyor, her an her türlü hataya açık bir kişilik sergiliyorsunuz. Savaş gibi yaşamın en ciddi olayına, en tedbirli yaklaşılması gereken bir olgusuna siz de doğru yaklaşacaksınız.
15 Ağustos Atılımı dahil, gerillaya gidenlere, siz ülkeye girdiğinizde ve eyleme katıldığınızda kaç gün sonrasını hesaplıyordunuz diye sordum. "Yirmi dört saat sonrasının ne olacağını bile kestiremiyorduk" diyorlar. Düşünün ki, uzun süre bütün birimlerin eylemleri böyleydi. Eylem yapıyor ve silah sıkıyorlar, ama onun yirmi dört saat sonrasının ne getirip ne götüreceği umurlarında bile değildir. Parti adına silah sıkmışlar, o kadar. Oysa muazzam sorumluluklarınız var. Siz bir asker vurdunuz mu, silahlı olarak dağa çıktınız mı üzerinize ordu gelir. Yirmi dört saat sonrasını hesaplayamazsanız, sizi nasıl yaşatacağız? Parti içinde "orası beni ilgilendirmez" demek olmaz. Sizi ilgilendirmezse bu savaşı kim geliştirecek?
Bütün gruplarımızın kaderini gözden geçiriyoruz. Ama maalesef "Silahlı eylemi başlattık, gerisini tamamlamak da bize düşer" diyen bir kişi çıkmıyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde dışarıda on beş binden fazla gerilla yetiştirilmemiştir. On beş bin gerilla yetiştirmeyi bırakın, Mao, Lenin, Ho Chi Minh bile elli kişiden daha fazla kişi eğitmemişlerdir veya eğitimleri birkaç seminerden ibarettir. Bu sahada on beş bin, belki daha da fazla militan yetiştirdim. Hem de bunları bir dış ülkede sıfırdan yetiştirdim. İnancından tutalım silahını omzuna takıp götürmesine kadar eğittim. Fakat bunlar en sıradan bir göreve sahip çıkmadılar, hatta çok büyük bir sorumluluk noksanlığı sergilediler. Her şeyi bana yaptırmak istediler. Dünyada böyle bir örnek yoktur. Bunlar benim burada yaptığımın onda birini o dağlarda yapabilselerdi yine iyiydi.
Parti terbiyesi, parti eğitimi, partinin inancı ve tarzı tutturulabilir. Bunun için zaman olmadığını da söyleyemezsiniz. Benden daha fazla zaman ve olanak elde etmişsiniz. Demek ki sizde bu konuda doğru bir yaklaşım, çalışma tarzı ve bu işin sorumluluğu yoktur. Yoksa en iyisi o dağlarda gelişebilirdi. Bu sorumluluk anlayışıyla vatanı kurtaramazsınız. Vatan kurtarmayı bırakın, kendinizi ve hatta günü bile kurtaramazsınız. Sizi kurtarmak başlı başına bir kurtuluş örgütü gerektirir. Halkı mı yoksa sizi mi kurtaracağım? Adeta böyle bir ikilemle karşı karşıya bulunuyoruz. Çünkü çoğunuzun içinde bulunduğu durum adeta kurtarmalıktır. Gelenlerin büyük bir kısmı kendini kurtarmaya çalışıyor. Oysa bizim görevimiz halkı kurtarmaktır. Tüm bunları neden anlayamıyorsunuz? Bunun karşısında "Köylü kurnazlığı veya aydın ukalalığı işime geliyor" diyeceksiniz. "Neden büyük bir çabaya girişip pür dikkat kesileyim ki! Sıradan bir çabayla yetinir, tembelce ve keyfimce bir katılımı yaşarım, bu benim çıkarıma daha uygundur" deyip kendinizi bırakıyorsunuz. Bu yaşanılan en lanetli toplum gerçeğimizdir ve bunun sizdeki yansımasıdır.
İnsanoğlu her türlü hesap kuruyor. Yetişme tarzı onu her türlü şeye yatkın hale getirmiş. Ne versen alır, ne iç desen içer, ne yap desen yapar. İyiliğin, güzelliğin ve doğruluğun nerede ve nasıl olduğunu bilmez. Düşmanın verdiği yemeği koşar adım ele geçirmek için yarışır. Tamamen ihaneti sunar, ihanet için yarışır. Biz böyle bir toplumdan geliyoruz. İçinizde ihanete tepki gösterecek kaç kişi var? Hatta kendinizi düşünün: Yurtseverlikten kaçıp temel yücelik değerlerine arkanızı döndüğünüzde veya onlara ulaşma gereğini duymadığınızda, düşmanın resmi düzen yaşamının bazı kırıntılarını ve olanaklarını yakaladığınızda nasıl yarıştığınızı, nasıl koştuğunuzu bilmiyor musunuz? Birisinden kaçarken diğerine koşma nedir? Bu, ihanet koşusudur. İliklerinize kadar bununla dolu yaşamışsanız, tabii ki kişiliğinizin ağır bir hastalık, ağır bir düşkünlük ve çürümeyle karşı karşıya olması anlaşılırdır. Devrimci eğitim, hiç olmazsa bunu biraz görüp gidermek içindir.
Komuta ve öncülük çizgisine gelememenizin nedenlerini ortaya koyuyoruz. Çocukların bile kendini bu kadar kandırdığını sanmıyorum. Çocukları ben de tanırım; bir iki doğru şey söylediğinizde ona bağlı kalırlar. En tehlikeli çocukluk sizin çocukluğunuz oluyor. Çok inatçısınız, gerçeklere gözünü kapatmışsınız ve bunu politikada da bir yöntem haline getirmişsiniz. Bütün bunlar yalnızca benim işim değildir; yaşamı düzeltmek, ülke ve parti yoluna doğru koyulmak daha çok sizin işinizdir. Bu halinizle sizi ne yapalım? Sizi kabul etmesek ortada kalırsınız. Yurtdışı, dağ başı, zindan söz konusu olduğunda insanı idam ederler. Düşman sizi paramparça eder. Bu ilgisizliğiniz, kayıtsızlığınız, yöntemsizliğiniz, üslupsuzluğunuz, kısaca bu yaşam tarzınızla başınıza neyin geleceğini kestirebiliyor musunuz? Gelen raporlara bakıyorum, günlük haberleri izliyorum ve bunları belirtmekten kendimi alıkoyamıyorum. Öyle hatalı kararlar var ki, bundan dolayı düşman her gün insanlarımızı parçalıyor. Dağ gibi insanlarımızı boşu boşuna kaybediyoruz. Bunun nedeni sağlam yönetimlerin olmamasıdır. Bunlar savaşın gereklerine göre olan kayıplar değildir. Savaşın gereklerini uyguladığınızda ise kayıp sıfır olur. Savaşın gereklerinden ne kadar kaçarsanız o kadar çok kayıp yaşarsınız.
Bu kadar kıyamet koparıyoruz. "Bizden adam olmaz" diyemez veya bunu bana kanıtlayamazsınız. Çok iyi hatırlıyorum: Tapu kadastro memuruyken bir köye gitmiştim. Bir köylü, "Beyim, bu lafları bize anlatma, bizim kulaklarımız bu kadar uzun" diyordu. O zaman, bu nasıl bir adamdır ki, kendisine 'uzun kulaklıyız' diyor diye düşünüyordum. Tuhaf ama o sözü bana söylemişti. O zaman buna bir anlam veremedim. Fakat akıllı birisiydi. Bu sözü söylemesi bile onun akıllı bir köylü olduğunu gösterir. Çünkü benim ne söylemek istediğimi de, toplum gerçekliğimizi de, düşmanın bizi ne hale getirdiğini de biraz fark etmişti. Hatırlıyorum: Bir tahta masa vardı, ben konuşurken o elini kütüğe vurdu, "Bu kütüğü yeşertebilir misin? Biz böyle kurutulmuş insanlarız" dedi. Bu teoriye göre yaşamak, hiçbir şey bilmeyen köylülerden bile daha geri olmak demektir.
O açıdan bazen yaşamınıza bakıyor ve öfkeleniyorum. Çünkü yaşamla oynuyorsunuz. Yaşamın nasıl yürütülmesi gerektiğinin farkında bile değilsiniz. PKK içinde, hem de PKK'nin en önemli ve en temel kademelerinde bir yaşam tutturmuş tipler var. Kellelerini koparsanız bu yaşam tarzından vazgeçmiyorlar. Ne iş yapıyor, ne de yaptırıyorlar; ama adları da ‘yürütme’ olmuş. Ben bunlara yürütmemekomitesi dedim. Birçok komite ve kademe bu durumdadır. Halen kendime bunlar nasıl böyle oldular diye soruyorum. Biz mi çok zayıfız, yoksa bunlar mı çok güçlü? Aslında çok güçlü de değiller. Toplumda emekçiler nasıl sayıca çoklarsa ve haklı oldukları halde nasıl bastırılıp sömürülüyorlarsa, içimizde de bazıları bize bunu yaptırmak istiyorlar.
Biz topluma tamamıyla güç yetirmeyebiliriz; ama parti içinde bunu halledebilir, parti içini çizgiye ve emeğe göre ayarlayabiliriz. Bu konuda "Ben PKKliyim" diyene iş düşüyor. İşimizi neden yapmayalım, başka ne derdimiz var ki? Siz bu iş için her şeyinizi ortaya koymadınız mı? O halde sürekli "Güç yetiremedik, oyuna geldik, bazıları bizi bastırdı" mı diyeceksiniz? Toplumdaki sıradan geri köylü ile bu tutumun sahibi arasında hiç fark var mı? Onu jandarma, sizi ise bir kariyerist bastırır. İkisi de aynı şeydir. Köylüyü ağa kullanır, sizi ise örgüt içinde ağalık yapanlar. Böyle gelmiş, böyle gidiyorsunuz. Bunlar doğru değildir. PKK böyle değerlendirilemez. Bunlar şunu demeye getiriyorlar: "Biz adam olamayız, onuru temsil edemeyiz, başaramayız, birbirimizi boşa çıkarmak, bazı işleri tıkatmak ve çirkinleşmek zorundayız." Buna hakkınız var mı? Hiç olmazsa bizim partimizde buna hiç kimsenin hakkı olmasa gerek. Israrla bunu kanıtlamak isteyenlerin neyi konuşturduğunu anlamak zorundasınız. Bazılarınız, hiç olmazsa "ben bu işte varım" diyenler, bu durumlara ve bu tutumlara çok etkili cevap vermek zorundalar. Çünkü olan, dürüst olanlara, emekçilere, emeğin sahiplerine yani sizlere olacak. Bu açıdan çizgi devrimciliği çok önemlidir. Kendinizi toparlayın.
Politikleşmek, bu belirtilen çerçevede kendini toparlamak, anlayış, bilinç ve tavır sahibi olmak demektir. Politik kişilik budur, örgüt kişiliği budur. Ekmeksiz ve susuz edemediğiniz gibi, politik kişilik, örgüt kişiliği olmadan da yaşayamazsınız. Çünkü o size daha fazla ve anı anına gereklidir. Ben de öğrenciyim ve sizin gibi öğreniyorum. Kaldı ki, bana öğreten de yoktur; ben her gün hayatın kendisinden öğreniyorum. Ama hiçbir zaman ciddi bir yetersizliğe düştüğümü hatırlamıyorum. Mücadele tarihimize bakın: Acaba sizin gibi tek bir gün ciddi bir yetersizliğe, bir örgüt çalışmasının başarısızlığına uğramış mıyım? Hayır, yaşamımın bütün önemli dönemeçlerinde çıkışlar ve sonuçlar güçlü ve başarılıdır. Bunu inceleyin ve araştırın. Hemen her dönemin, hatta her günün hesabını yapın. Göreceksiniz ki, hep kazandırma, yetkinleştirme ve hakimiyet vardır. Bu konularda ilerleme ve başarı kesindir. Bu bize hakim olan anlayıştır. Bu konuda kendinize bakın, birçok şey elinizden alınmış, hatta kendinizi kaybetmişsiniz, ama bunun farkında bile değilsiniz. Yaşamınız elinizden kayıyor, ancak bunun karşısında tedbir bile alamıyorsunuz.
Birey neden bu kadar bitik oluyor? Bakıyorsun, aniden kendini kurban etmiş. Bunu yadırgıyor, bu biçimi tehlikeli buluyorum. Kendi canınıza böyle kıyamazsınız. Hamal gibi çaba harcıyorsunuz, ama bir devrimci hamal gibi çalışamaz. Bir devrimci entelektüel, yönetsel, örgütsel ve siyasal çalışır. Demek ki, en büyük kabahatiniz kendinizi zamanında eğitmeyişiniz ve savaş gibi çok ciddi bir olaya çok donanımsız yaklaşmanızdır. Biz de onu telafi etmeye çalışıyoruz. O açıdan da hiç olmazsa bundan sonra önümüzdeki çok önemli aşamaya yeterli bir partililikle cevap verelim.
21 Aralık 1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Kadını öncelikle tanımlamak, toplumsal yaşam içindeki rolünü belirlemek doğru yaşam için esastır. Bu yargıyı biyolojik özellikleri ve toplumsal statüsü açısından belirtmiyoruz. Varlık olarak kadın kavramı önemlidir. Kadın tanımlandığı oranda erkeği tanımlamak olasılık dahiline girer. Erkekten yola çıkarak kadını ve yaşamı doğru olarak tanımlayamayız. Kadının doğal varlığı daha merkezi bir konumdadır. Biyolojik açıdan da bu böyledir. Erkek egemen toplumun kadın statüsünü alabildiğine düşürmesi ve silikleştirmesi, kadın gerçekliğini kavramamızı engellememelidir. Yaşamın doğası kadınla daha çok bağlantılıdır. Buraya kadar Kadının toplumsal yaşamdan alabildiğine dışlanması bu gerçeği yanılamaz, tersine doğrular. Erkeğin zorbaca yok edici gücü, kadın şahsında aslında yaşama saldırmaktadır. Toplumsal egemen olarak erkeğin yaşam düşmanlığı, yok ediciliği, yaşadığı toplumsal gerçekliğiyle yakından bağlantılıdır. Bu yargımızı evrenselleştirirken enerji-madde ikilemini esas alabiliriz. Enerji, maddeye göre daha esastır. Maddenin kendisi yapı sallaşmış enerjidir. Enerjiyi saklamak, varlıksallaştırmak için form kazanmış biçimi oluyor. Madde bu özelliğiyle enerjiyi kafeslemekte, akışkanlığını dondurmaktadır. Her madde formunun enerji payı farklıdır. Zaten bu enerji farklılığı; maddi formların, yapıların farklılığını belirlemektedir. Kadın maddesindeki, formundaki enerjiyle erkek maddesindeki enerji farklıdır. Kadında taşınan enerji hem daha fazla hem de niteliği farklıdır. Bu farklılığı doğuran kadın formudur. Toplumsal doğada erkek enerjisi iktidar aygıtlarına dönüştüğünde maddi formlar, biçimler halini alır. Biçimler tüm evrende soğumuş enerji olarak tutucudur. Toplumda egemen erkek olmak, iktidar biçimciliği haline gelmektir. Taşıdığı enerji ağırlıklı olarak form kazanmıştır. Form haline dönüşmeyen enerji azdır ve çok az kişilikte yaşanır. Kadında ise ağırlıklı olarak enerji form haline, biçimselliğe gelmez. Enerjisi akışkan halini korur. Erkek formunda, kafesinde tutuklanmazsa yaşam enerjisi olarak akışkanlığını sürdürür. Dondurulmamış kadındaki güzellik, şiirsellik, tını kabiliyeti (anlam potansiyeli) bu ağır basan enerji haliyle yakından bağlantılıdır. Bu gerçekliği kavramak için canlı yaşamı daha derinliğine kavramak gerekir. Bu felsefi perspektifle kadına yöneldiğimizde de anlamlı yaşamın kadınla bağını iyi, doğru, güzel yanlarıyla geliştirmek gerektiği sonucuna varılabilir.
Reber APO
- Ayrıntılar