Ülke yolu, paha biçilmez kutsal bir yoldur. Ülke yolundan çıkıp, düşman yoluna giden insan tarihi, toplumu ve siyasetine en büyük ihaneti yapmış, o günden bugüne iflah olmamıştır. Birçok kişi, çok zayıf düştü, sesi soluğu çıkmadı. İmkânsız, olanaksız kaldı. Maalesef burada geri kaldı. Şimdi de düşman istediği gibi onunla oynuyor. Neden? Ülke yolundan döndüğü, ucuz bıraktığı için. Bunun için şimdi en büyük görev, ülke yolunu açmaktır. Halkın özgürlüğü için yolu açmak gerekir. Şunu çok iyi bilince çıkarın, eğer ülke yolu yoksa insan ne kadar okumuşta olsa dünyadan hiçbir şey anlayamaz. Ne sevgi olur, ne maddi, ne manevi olarak insan kendini güçlendirebilir. Kimse saygı göstermez, her zaman dünyanın kötüsü olur. Siz şimdi nasıl ki dünyanın kötüsü durumundasınız, ülke dışında da öyle kalırsınız. Bunun için eğer dürüstseniz, kendinize güveniyorsanız ülke yolu size açıldığında büyük bir şans olarak göreceksiniz, paha biçilmezdir. Ben kendim de bunca yıldır bu yoldayım, yüksek okulu da bitirdim, tek başıma bu yola da girdim ve imkansız da olsa, bütün dünya bize düşman da olsa, bu yoldan değerli yol yoktur dedik. Bu yolda ki yaşamdan daha değerli başka bir yaşam yoktur dedik ve şimdiye kadar böyle geldik. Sonuçta ne çıktı, bu yol; güç olma yoludur, şeref yoludur, başarının yoludur, her türlü im-kanın yoludur, kendini yeniden yaratmanın yoludur. İnsanın düşmanını, kendini tanıdığı bir yoldur. Sonuçta insan ülkesine sahip çıkarak bu yaşamın yolunu açabilir.
Şimdi siz ilk önce iflah olmak istiyorsanız imkanlarınız ne kadar küçükte olsa ülke yolunda çok dürüst adımların sahibi olun. Bunun dışında iflah olmanız mümkün değil, bir saygınlığınızın olması mümkün değil. Belki biraz zorluk olur. Siz de görüyorsunuz ki bütün yükü ben taşıyorum, fakat bugüne kadar büyük bir çoşkuyla istekle getirdim. Ülke amacı, ülke de yaşamın amacı, insanda ne kadar büyük bir aşkla gelişirse insan o kadar sağlam yürüyüşün sahibi olur, coşkuyla yürür. Ülkesiz, aşksız insan kurudur, beş para değeri olmaz. Şimdi siz bu kadar zayıfsınız, bu şekilde giderseniz yaşama da sahip çıkamazsınız. Bunun nedeni; ülkenizin yolunda değilsiniz de o yüzden.
İkincisi tabii insan askeri olarak ülke yoluna girer, militan bir kişilikle. Bunun içinde her yönlü eğitim hazırlık gerekiyor. İdeolojik yönden, siyasi yönden, askeri yönden bazı şeyleri öğreneceksiniz. İnanıyorum ki Partimiz büyük dersler veriyor. Bunlar size de ulaşıyor. Siz askeri yaşamı bundan sonra yemek-içmek gibi kendinizde farz bileceksiniz. Yaşınız gençtir, eğer üzerinde durursanız siz çok güçlü birer gerilla, birer asker olabilirsiniz. Bunun dışında da başka çareniz yok. Ben kendim de 40 yıldır askerim, bugüne kadar hiç izinde yapmadım. Bir gün bile demedim eve gideyim, bir tatil yapayım. Başlangıçta ben yalnız askerdim. Halk ordusunda ben yalnızdım.
Şimdi görüyorsunuz milyonlar olduk. Başlangıçta beş kuruş paramız yoktu, bir tek kurşunumuz yoktu. Şimdi görüyorsunuz ki, biz halk ordusu olduk. Bütün bunları biz iğne ucuyla kazıdık, halkın önüne çıkardık, ben yalnızdım. Yoktan vazedildi, yaratıldı bunlar. Şimdi size bakıyorum, hazır olanı değerlendiremiyorsunuz, kendinizi büyütemiyorsunuz. Tabii bu büyük bir kusurdur, eksikliktir. Böyleleri fazla büyüyemezler. Eğer siz güçlenmek istiyorsanız; askeri militan yaşamda önderlik nedir, ne değildir, önderlik insana hangi imkanı sağlar, hangi güçtür, ben kendimi nasıl yaptım, sizin için gerekli olan ilk derste bunları öğrenmektir. Öğrenemezseniz düşersiniz, Kürdistan da mümkün değil yürüyemezsiniz. Bir şansa sahipsiniz, bu şans gerçekten çok değerlidir. Ben yine de bunca yıldır bir gün de olsa ülke dağlarına ulaşmak için sabrediyorum. Ülke dışında on sekiz yılım doldu. Ülke içinde de onbeş yıldan fazla ülke dağlarına ulaşmak için kendimi hazırladım. Bazı arkadaşlarımız gidiyor değerini bilmiyor. Tabii bu onların gafletinden kaynaklanıyor. Bakışlarında hayırlı bir şey kalmamış. Güçlü bir yurtseverliğe sahip değiller. Tabii böyleleri içimizde bir şey yapamıyorlar. Neden yapamıyorlar? İnanç yok, sizden bu şekilde bir şey çıkmaz. Ne zaman sizden iyi bir askeri kişilik çıkar? Ülke yolunda sabırla yürüdüğünüz zaman. Böyle olursa belki sizden güçlü bir Kürt çıkar. Böyle olmazsa bu dünyada bir sesin sahibi olmanız mümkün değil. Yaşamınızın kanunu böyledir.
Yaşamınızın başından bugüne kadar, her zaman nasıl bir sesin sahibi olabiliriz, bunun için ne yapabiliriz? Düşmüş toplumdan uzaklaşacağız, hatta aileden, elden bir şey gelmezse bir güç oluşturacağız dedik. Sizin oluşumunuz bu temeldedir. Neden? Eskiden bir iki kişi bir araya gelemiyordu. Şimdi görüyorsunuz yüzlerce insan toplanabiliyor. Neden? Önderliğe inanç var. İnsan fesat yaşama imkan vermemeli, iddiasız, amaçsız yaşama imkan vermemeli.
Şimdi bakıyorum, hepiniz gençsiniz, size yüzde yüz adınızdan önce gerilla yaşamı gerekiyor. Ne yapıyorsanız yapın. Bunun için kendinizi hazırlamanız gerekiyor. Eğer bir insanın ülkesinden, özgür yaşamından bir şey almasını istiyorsanız siz yaşamınızı bu yola adayacaksınız.
Tecrübeniz var tabii. Bugüne kadar bizi getiren bu yoldan başkası değil. Ben de sizin gibiyim. Bazıları diyor bu mucizedir. Zayıf bir köylüden mümkün değil bir önder çıksın. Bu doğrudur, tarihte örnekleri yoktur, ama Kürtler için bir şey var ki, zengin biri Kürt davasını kabul etmez. Bu bir çerçevedir. Hiçbir zengin Kürt davasını üstlenmez, kabullenmez, hatta küçük bir memur dahi kabul etmez. Kim kabul eder. Ancak çok fakir biri, çok çaresiz bir ortamda bir köyde yaşamış biri kabul eder. Bunlarda çok azdır, olmuyor. Zengin kendi menfaatinde, fakir de bana bir şey olmasın diyor. Fakat biz kendimizi yaptık, görüyorsunuz ki önderliğimizi yaptık. Bu bir mucizedir. Sizin için de büyük bir güçtür. Başka bir biçimde birinin sizi silah sahibi yapması mümkün değil. Hatta size bir iş bile vermezler, bir hammallık bile vermezler. Artık bilmi-yorum yaşamı tanımıyorsanız, tanımayın, kimse size merhaba bile demez. Bunun için ne kadar zor da olsa siz bu yolda çoşkulu ve askeri yaşamda da istenildiği gibi bir disiplinle kabulleneceksiniz. Neden? Bu sizin için bir doğrultudur. Bundan başka yaşam bize kapalıdır, olamaz. Biz önce de çok konuşma yaptık, tekrarlamak istemiyorum, okumanız gerekiyor.
Yine söyleyeyim, siz şimdi ülke hazırlığı yaparken buna çok değer verin, benim de bunca hazırlığım bir an önce ülkeye ulaşmak içindir. Tabii üzerimizde dünya duruyor, keyfime göre değil, benim keyfime göre olsaydı durmaz ülkeye giderdim. Ama bu imkanlar sizin için var ve sizin için çok büyüktür de. Bunun için sonuna kadar bu çizgiyi tutacaksınız. İnsan Kürdistan'da yüzeysel, keyfine göre bir şey yaratamaz. İşte bu önderliğe bir şey gereklidir ki, çok sabırlı ve anlama düzeyi çok yüksek olacak. Tabii insan her zaman düşmanına karşı büyük bir kin de beslemeli, özgür yaşamı çok istemeli, ancak o zaman insandan birşey çıkması mümkündür. Bunun dışında nereye bakarsan bak, çıkış yolu yoktur. Siz şimdi çevrenize bakıp özgür olduğunuzu sanıyorsunuz, fakat özgür değilsiniz.
Siz ülkesinden çıkmış lanetli bir kavim olmakla beraber, düşmanınıza yem olmuşsunuz, siz busunuz. İçinde olduğunuz imkanlar bunu kırıyor, kırmaya çalışıyor, yeni bir şey önünüze koydu. Ben bunun için söylüyorum, sizin gibi kızlara, erkekelere insan ne yapsın ne yapmasın? Ülke yolundan, ülke içi savaştan başka imkan olamaz. Bunun dışında başımıza bela ederiz. Yine tekrarlayayım; zorluğu ne kadar çok olsa da çoşkulu olmak gerekiyor. Neden? Düşmanın verdiği yaşam namussuz bir yaşamdır, kabul edilemez. Eğer kabul ederseniz namussuzsunuz ve sizden hiçbir hayır gelmez. Eskiden söylerlerdi müslümanlığın şartı, işte islamın şartı beştir, kabul eden müslümandır, etmeyen kafirdir. Bizde de böyle olmuş. PKK'nin bazı şartları var. Bunlar yaşamın şartalırıdr. İnsan bunları kabul etmezse kafir gibi olur, cehenneme gider. PKK'nin şartları yaşamın şartlarıdır. Bunun için çok dürüst bir şekilde PKK'nin şartlarıyla yaşamanız gerekiyor. İnsan parayla doymaz, rahatlıkta da rahat olmaz. Düşmanıyla başa çıkamayan, ülkesinde yaşamın yolunu açamayan milyoner de olsa, çok zengin de olsa yine de beş para etmez. Yani getire-lim böyle birini ülke yolu üzerine, görecek ki bundan başka hiçbir işi istemek bizim için haramdır. Bizim için helal olan devrim işidir. Birçok konuşma kitaplarda size verilmiş. Bir çok devrede büyük konuşmalar yaptık. Bunlardan sonuç çıkarmanız gerekiyor. Parti'nin verdiği savaş çok büyüktür. Bundan sonuç çıkarabilirsiniz. Gün be gün savaştır, tecrübeli arkadaşlar yanınızda var. Ülkeye giderseniz kendinizi de güç-lendirirsiniz. Ama yine inancınız başlangıçla bağlantılıdır. Kendinizi askerileştireceksiniz, dağda insan iyi askerileşebilir. Dağlar insanı korur, güçlendirir, bilinçlendirir, ama bunlar çalışmayla, savaşla olur. Dağda kendimi yere atayım dersen, sen ölürsün. Sen bireysel bir yaşama tenezzül edersen ölürsün. Kendini ihmal edersen, dağda sana birşey yapamaz. Bu-nun için size ne gerekiyor, söylediklerimi kendinizde hakim kılacaksınız. Bu şekilde yanınızdan bir çok arkadaş gitti. Biliyorsunuz kimisi kaçtı, kimisi de şehit düştü. Bunun nedeni ar-kadaşlarımız ülkeye gidişte çok hayali yaklaştılar. Gidip gördüler ki, hayal ettikleri gibi değil, açlık var, susuzluk var, kendilerini yapamadılar, daraldılar, bunlar sizin kusurlarınızdır. Bana bakın, yalnız başıma bunca işi nasıl yapıyorum. İmkânsızlıklarla, inançla, amaca bağlılıkla buraya kadar geldim. Bence yaşamın adı budur.
Sizde de bunların hakim olması gerekiyor. Geçmişte giden arkadaşlar gibi yapmayın. O arkadaşların yanlışlığı hayallerinde ülkeyi cennet olarak görmeleridir. Hayır, ülke harabeye çevrilmiş, fakat insan bu harabenin içine girip cenneti yaratmalı. Bu savaşla olur. Düşman bütün ülkeyi kendisi için almış, fakat diğerini harabeye çevirmiş. Biz de kendimiz için ülkemize bakalım. Düşmanın yıktığını biz yapacağız. Bizi kaldıran şeyleri kabulleneceğiz. Bizi yekeden şeylere karşı duracağız.
Rêber APO
- Ayrıntılar
Atina üzeri Avrupa ‟ya çıkış yapmaya çalıştığım 9 Ekim 1998 ve sonrası, özünde modernist paradigmanın bakış açısının şahsımda yaşanan iflasıydı. Çok sığ ve kuşkulu zihniyet yapımı tüm dönüştürme çabalarıma rağmen ülke içi başarılı bir özgürlük gücüne tam ulaştıramamam; bu yönde önümdeki engeller, bir anlamda beni zorunlu olarak uygarlığın yetkin temsil gücü olan Avrupa “ya çıkış yapmaya zorladığı açıktır. Bu gerçeklik bir anlamda da kendi öz gücüne güvensizliğin itirafıdır. Yaşanan tarih, zamansaldık ve mekan olarak derin bir çıkmazı ifade ediyordu. Yaklaşık 20 yıllık (1979-1999) Ortadoğu‟daki çabalarım çok önemli gelişmelere yol açmasına rağmen tıpkı Ortadoğu toplumunun kendisi gibi içinde yuvarlandığı kördüğümü kalıcı çözüme taşımaya yetmedi.
Önümde beliren iki yoldan diğeri olan “Dağdaki savaş”a yönelmem bir olanaktı. Fakat hem çok gecikmiş olmam, hem de silahlı güçlerin kutsal olması şurada kalsın, dejenere olması halinde nasıl arzulananın zıddına sonuçlara yol açtığını görünce, bu alanda kısa ve kolay bir çözüm umudumu adeta köreltiyordu. Bir de mevcut güçler mevzilenmesinde kolay çözümden ziyade, vicdanları körelten bir “öl ve öldür” çengeline takılmış yaşam alışkanlığı, aslında ahlaki ve felsefi olarak da giderek bireylerin yanlış yürüdüğünü ortaya koyuyordu. Dağa yönelmem, belki teknik-taktik anlamda düzeltmelere yol açabilirdi. Ama nihai, stratejik bir çözüme yol açabileceği kuşkulu görünüyordu. Daha çok entelektüel gücüme güveniyor ve tarihi rolümü böyle oynamam gerektiğine dairsürekli bir his ve ilham kaynağı taşıyordum. Kürt ve Ortadoğu toplumu olgusunda gerekli olanın çok kan dökerek sorunları çözme yerine, köklü entelektüel çıkışlara ihtiyaç olduğuna dair kanımı da hiç yitirmedim. Bocalama bu iki eğilim arasındaydı. Kan ölçüleriyle, entelektüel çığır ölçüleri ben de adeta boğuşuyordu. Eğer çok ufak bir fırsat görsem bile entelektüel politik çıkışa ağırlık vereceğimden kuşkum yoktu. Özellikle Filistin-İsrail sorunsalında ki çıkmazlar bana kör şiddetin anlamsızlığını daha da açıklar nitelikte gelişince “şiddet felsefesini” yeniden çözümleme gittikçe kaçınılmaz hale geliyordu. PKK‟nin yaşadığı ve neredeyse önlenmesi zor, yozlaşmış çete anlayışı bu yönlü eğilimimi güçlendiriyordu. Bu gerçekliğin arkasında ise, tüm modern sorun ve çözüm yollarının Avrupa kaynaklı olduğu inancı, Avrupa üzeri arayış gereğini dayatıyordu. Adeta ikiye parçalanıyordum. Sonuç olarak Atina üzeri girişime olanak verilmesi ve Türkiye yönetiminin Suriye üzerindeki ağırlaşan yönelimi bilinen çıkışa yol açtı.
Atina, Moskova, Roma ve tekrar Atina üzeri Kenya-Nairobi‟de sonuçlanan dehşetvari maceranın beni yeniden bir doğuş yapmayla karşı karşıya bıraktığı açıktı. Burada özümün, iyi niyetimin, büyük çabalarımın savunmasını yapmak kişisel olarak fazla anlam ifade etmez. Ortaya çıkan sonuç; sadece bir infaz da değil, bir çarmıha gerilmedir. Başta belirttiğim gibi, suçu hemen Türkiye yönetimine yüklemek ve dünya sistemin Türkiye‟ye verdiği rolü derinliğine ve tüm tarihi kapsamı içinde değerlendirememek, direk ve dolaylı komplocu güçlerin düşündükleri gibi kendilerini gizleme anlamını da taşıyacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yönelik savunmamda da, bu nedenle günümüzün nasıl bir dünya sistemi olduğunu açıklamaya çalıştım. Bu savunmam, neredeyse hiyerarşik toplum uygarlığı içinde erimiş durumda bulunan Kürt varlığını, olgusunu tarih içinde ve tüm yönleriyle ortaya koymayı amaçlıyordu. Bir sorunu doğru ortaya koymanın çözümün yarısı olduğunun bilinciyle bu çabayı harcadım. Bu çaba, son Irak işgalinde de görüldüğü gibi öngörülerimi şahane bir biçimde doğrulamakla kalmadı, olası çözüm olanaklarını da hem arttırdı, hem açık hale getirdi. Sistemin çarmıha germe, Prometheusvari bir kayalığa çivileme yöntemi, klasik veya mitolojik çağlardaki sonuca pek benzemiyordu. Kapitalist dünya sisteminin “küresel taarruzuna” karşı halkların da “küresel demokrasi” arayışını güçlendirmek ve Kürt sorununun çözüm yollarını da yakalamak imkan dahiline giriyordu. Özellikle “İmralı tek kişilik tutukevi” sürecim; tarih boyunca alışılan çürütmeye karşın, hem felsefi hem pratik bilimsel bir çözümün sadece şahsım ve Kürt halkı için değil, tüm insanlık için çıkış bulabileceğini kanıtlıyordu. Demek ki tüm geçmişimi suçlamamın doğru olmadığı, diri ve haklı bir özün mevcudiyetini koruduğu da gerçeğin diğer bir yanıydı. O halde daha önceki savunma ve açıklamalarımı tamamlar nitelikte önemli bazı hususları açmam büyük öneme sahiptir. Teorik tespitlerimin Helen, Türk, Kürt olgularında sınanması daha da aydınlatıcı olacaktır.
Hatanın temelinde devlet, siyaset ve kaynaklandıkları çağdaş kapitalist sistem ve ona alternatif olarak çıkan “reel sosyalizme” yaklaşım rol oynar. Genelde hiyerarşik uygarlığı, özelde onun en gelişmiş biçimi olan kapitalist sistemi ve ona alternatifi olarak doğduğu iddiasında olan reel sosyalist uygulamaları, inanç yanı ağır basan bir biçimde dogmatik olarak değerlendirmeyi aşamadığımı kabul etmek durumundayım. Sürekli “bilimsel sosyalizm” kavramını kullanmam ve çok çaba harcamama rağmen istenen yaratıcı sonucu doğurmadı. Genellemeci ve ezberci kılıfı yırtamadı. Sistemlerin resmi tahlil düzeylerini aşamadı. Sosyalizme ilk adımları attığımda tesadüfen elime geçen “Sosyalizmin Alfabesi” adlı kitabı 1969‟da okuduğumda kendi içimde şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Muhammet kaybetti, Marks kazandı.” Özde ne kadar farklı ideolojik önderlikler olsa da, benim açımdan Marksizm‟de de var olan dogmatik düzeyi aşacak kadar bir dönüşüme yol açamadı. Bir dogmacı tarzdan diğerine objektif olarak yuvarlanıyordum. Şüphesiz Ortaçağın güçlü devrimci ideolojisi İslam‟la yeni çağın kapitalizmini aşma iddiasındaki Marksist sosyalizm arasında önemli farklar var. Fakat sorun, bu gerçekliği somutluk içinde değerlendirebilmektir. Bu da yetkin bir tarihsel bilinci şart kılar. Ancak düzeyimiz Semitik bir tarih anlayışını aşamıyordu. Kaldı ki reel sosyalizme geçit veren Marksizm‟in temelde hiyerarşik toplum uygarlığını aşamadığı, dolayısıyla temel iddiası olan sınıflı toplumu aşması şurada kalsın, onun vahşi bir biçiminin doğmasına katkı sunduğu da açığa çıkan diğer bir yanıdır. Ortadoğu toplumun da donuk olarak şekillenen kişiliğe tam bir Marksist cila vurmanın çelişkiyi çözme gücü şurada kalsın doğru yakalama gücüne bile ulaşmayacağı açıktır. Ortadoğu özelinde hatta dünya genelinde yaşanan geleneksel sağ-sol veya yerleşmiş milliyetçi, dinci söylemlerin son tahlilde kapitalizmin ideolojik dağarcığında yer bulacakları sıkça yaşanmış bir gerçekliktir. Reel sosyalist sistemin 1990‟lardaki kapsamlı çözülmesi buna en iyi örnektir. İdeolojik dönüşümü bu yıllarda hızlandırmak gerekirken, artan tıkanma etkenleri durumu daha da ağırlaştırdı. Bir söz vardır “insanlar ancak uçurumun kenarında kanatlanır.” Benim için de yaşanan gerçeklik buydu. Sistemin tüm acımasızlığıyla ve gerçek özüyle saldırısı karşısında temel insanlık ve arkasındaki doğal gerçekliği yakalamak ancak kanatlı düşünmekle mümkündü. Biraz da bu yaşandı.
İdeolojik dönüşüm ve gelişmem en açık sonuçlarını şüphesiz çağdaş siyaset, devlet ve kaynaklandıkları uygarlık çözümlemesinde ifadesini buldu. Çocukluktan beri yükselmeyi hep devlet katında arayan bir yolculuğa çıktığımızı samimiyetle itiraf etmeliyim. Devrimle devlet yıkma farazilerimiz bile, yine kendi devletimizi kurmaktan öteye gidemiyordu. Tuzak buradaydı. „Devletçi ideoloji‟ ler benim açımdan artık çözümlendikleri kadarıyla tamamen bir kurtuluş aracı olamazlardı. Kapitalist, sosyalist, ulusal üniter ve federalist demokratik sınıf devletleri hiyerarşik toplumun din, cins, etnisite, çevre, sınıf sorunlarını çözmek şurada kalsın, bu sorunların bizzat kaynağı durumundadırlar. Çözümü her bakımdan bu kaynağın dışında aramak ve ta neolitik toplumdan beri çakılmış kalmış halkların, bireyin ve tarih boyunca ailenin içine sıkışmış bulunduğu konumundan, dağ başında ve çölde hala direnen aşiret olgusuna, din cemaatlerinden kadının bin bir kılıfa bürünmüş objektif direnme gerçekliğiyle, toplumun temel kurumlarını savunmaktan, bireyin yitik özgürlüğünü yakalamaya kadar çok yönlü bir “yeni yol” arayışına dayandırmak gerektiği temel bir öneme sahiptir. Çevreyi, ekolojik dengeleri alt üst eden toplum ve sınıflı uygarlıktan; bilimle sıkı işbirliği temelinde ekolojik toplum arayışıyla çıkış aramak ertelenmez bir görev durumuna gelmiştir. Marksizm‟in körüklediği köle–serf-işçi yüceltmesini kabul etmeyen bir sınıf anlayışı da bu arayışın vazgeçilmez bir eksenidir. Kullaştırmayı, serfleştirmeyi, işçileştirmeyi bir aşağılanma olarak gören ve her koşulda bizzat bu olgulaşmalara karşı direnmeyi esas alan bir „sosyalizm‟ anlayışı aranmak durumundadır. İyi köle, iyi serf, iyi işçi olamaz. Üç kategori de insanlıktan, özgürlükten düşüşü ifade eder ve özgürleşme esas alınıyorsa, bu olgulara sürekli karşı konulması gerekir. Dolayısıyla bu olgulaşmaya karşı direnen her toplumsal olguya, daha bir yücelikle bakmak gereği vardır. Bu nedenle binlerce yıllık dağ başında, çöllerde, orman kuytularındaki etnisitede, ailenin ezilen cinsi kadında yaşanan muazzam direnmeler köleliğin, serf ve işçinin direnmelerinden kat kat daha eski, derinlikli ve yücelikli olgulardır. Yeni toplum, felsefe ve uygulamalarımızı bu esaslara dayandırmalıyız. Binlerce yıllık peygamber, bilge gelenekleri, Marksist, liberal, çağdaş direnişlerden belki de binlerce kez daha zengin içerikli ve hacimli sosyal olgulardır. Ancak kapsamlı bir tarih-toplum çözümlemesine konu olabilecek bu olgusal yaklaşımlara dayalı temel toplumsal ve doğasal felsefeyi, kendi açımdan en genel bir ifade olarak “demokratik ve ekolojik toplum” olarak değerlendirdim. Bir çözüm hedefi olarak belirlemeye çalıştım.
KÜRT HALK ÖNDERİ ABDULAH ÖCALAN
- Ayrıntılar
Devrimci hareketimiz PKK adıyla kendini açıkça ilan ederek yürüttüğü mücadelede, büyük gelişme ve derslerle dolu 14 yılını geride bırakırken, 15. yılını artan zafer umudu kadar somut olanaklarıyla karşılamaktadır. Sadece kayıplarıyla değil, çok yönlü kazanımlarıyla, Kürt gerçekliğini hep başkaları için en kötü tarzda kullanılan bir hammadde, bir malzeme olmaktan çıkarıp her şeyiyle kendisi için, özgürlüğü ve bağımsızlığı için harekete geçiren insanlığın tutkulu iradeli ve bilinçli savaşımına büyük değer veriyor ve bunun için kazanmaktan başka hiçbir şeye seçenek tanımıyor.
Bir anlamda zafer sadece bir zaman meselesi olarak değerlendiriliyor. Bu anlamıyla parti tarihimiz sadece siyasi bir tarih olmuyor Bu, ilkel komünal dönemin içinden insanın çıkış özellikleri kadar, günümüzün en inceltilmiş emperyalist-sömürgeci imha ve asimilasyondan çıkışın da gerçekleşmesi ve böylesine en çelişkili bir gerçeğin devrimci tarzda aşılmasıdır. Yine birçok yakın çağ devriminin olumlu özelliklerini içeriğine katan ve ayrıca insan olmanın temel özelliklerini, ona hükmeden ilkelerini benimserken, günümüz insanlığının önündeki en büyük tehlikeleri, bu tehlikelerin dayandığı kapitalist sistemi de karşılayan ve bununla birlikte bir nevi kapitalizm anlamına gelen reel sosyalizmin olumsuzluklarına karşı gerçek sosyalist tutumu geliştirerek gerçekleşen PKK, bir öncülük kurumu ve bu temelde bir halkın dirilişine imkan verme olayı oluyor.
Halen baş çelişki olarak savaşılan ve günümüzün en gerici ve hatta sadece bölgesel değil, uluslararası alanda da bu yönüyle merkezi bir yer işgal eden TC egemenliğine karşı geliştirilen çözümlemeleri devrimci pratikle tamamlama süreci buna dayanıyor. Bu, uluslararası devrimin yeni aşamasına cevap olmayı da içeriyor.
PKK'nın şu son 1992 yılındaki mücadelesine dayatılan açık ve resmi TC önderliğindeki karşı devrimci savaşıma, neredeyse bütün dünyanın resmi ve gayrı resmi egemen güçleri destek verdiler ve bunun başarısı için büyük olanaklar sundular. Bu oldukça açığa çıkan bir gerçektir Yine sömürgeciliğin, Kürdistan tarihinin en çarpıcı gerçeği olan iç ihanetin en gelişmiş bir işbirlikçilik örneğini sunan Güney Kürdistan'daki savaşla bu yılı da kendi lehine tamamlamaya çalışması mevcut savaşımızın bir ulusal kurtuluş savaşımından çok, bölgesel alanda siyasal gerçeklerle kaynaşan, etkileyen-etkilenen bir oluşumdan da öteye evrensel bir anlama bürünmeye yatkın bir düzeyde olduğunu çarpıcı bir biçimde pratikte gösterdi.
Bazı dönemlerin evrensel özellikleri olan devrimleri Fransız Devrimi, Bolşevik Devrimi gibi devrimci odaklanmayla karşı karşıya olduğumuzu, daha önceleri teoride, fakat geçen 1991 yılında da pratikte artık herkesin görebileceği bir açıklıkla ortaya koyduk. Hiç şüphesiz bu savaşımın en başta kendisi için verildiğini bilen Kürdistan halkı, bunu iliklerine kadar duymaktadır. Bu savaşımın kendi ulusal gerçeği için ne anlama geldiğini, onun için birliğin, örgütlenmenin ve bilinçlenmenin ne olduğunu, ne kadar ihtiyaç haline geldiğini tarihinde belki de ilk defa bu düzeyde anlamış ve kazanmış bulunuyor. Daha da ötesi bir türlü temel insanı, ulusal ve özgürlük için isyan haklarına layık görülmüyor. Yine yaşama şansı var mı, yok mu, olsa da hangi sınırlar dâhilinde olmalı biçiminde anlamsız bir tartışmanın muhatabı durumundaki Kürt halkı, kimlik sorununa hiçbir dönemle kıyaslanmayacak bir biçimde karşılık vermeye çalışıyor, kimliğine sahip çıkma gereği duyuyor. Gün geçtikçe bunun savaşla bağlantısı, bunun siyasetiyle ve bu siyasetin de her düzeydeki örgütlenişiyle ilgili çarpıcı sorunlarını görmek kadar, çözüm yolları için bilinçli çaba harcıyor. Sadece dünyanın kendisini kabul etmeye hazır olmama talihsizliğini değil, vahşi bir düşmanın her türlü yöntemle kendisini imha etmeye çalıştığını, bir o denli kendinden kopuşun ve kendinden vazgeçmenin her türlü alçaltıcı, aşağılaştırıcısonuçlarını görerek, bununla savaşmanın ne kadar gerekli olduğunu bilinç haline getiriyor ve bütün bunları sıcak bir savaşım ortamı içinde gerçekleştiriyor.
Bütün bunlar derinden oluşur ve yaşanırken, daha da derinlemesine baktığımızda, özellikle düşman cephepsinde akıl almaz bir özel savaşım her alanda tırmandırılıyor, iç ve dış alanlarda azami olarak ne yapılması gerekiyorsa, o yapılmaya çalışılıyor ve bu sonuca doğru götürülmek isteniyor. Özellikle bunun psikolojik boyutu bellekleri, ruhları daha da anlamsız kılmak, saptırmak, yabancılaştırmak için ne lazımsa ona yöneliyor. Özellikle de basın-yayın vb. iletişim tekniği de çok pervasızca kullanarak, bir de bu yönüyle eşi görülmemiş bir boyuta tırmandırılıyor. Öyle bir PKK umacısı yaratılıyor ki, sanki bütün sorunların kaynağında PKK yatıyormuş gibi bir hayal yaratılıyor. "Eğer PKK üzerine yürürsek ve onu ezersek bütün sorunlardan kurtuluruz" gibi topluma sahte umutlar yayılıyor ve bu temelde birçok çarpıtma geliştiriliyor. "PKK nedir, APO kimdir ve bunlar Türklükle nasıl oynuyorlar" vb. gibi her türlü akıl almaz yöntemlerle gerçekler çok ters değerlendirmelere tabi tutuluyor. Diğer yandan da terörün en dehşetli biçimleri uygulanarak insanlar paramparça ediliyor, iplere bağlanarak helikopterlerden sarkıtılıyor, panzerlerle sürükleniyor, yine ceset teşhirleri günlük vakalar haline geliyor. Bir anlamda Türklük son bir savaşı kazanmak için her şeyini ortaya koyuyor.
Dünya gerçekten Kürdistan'da yaşananları normal ölçülerle anlamak istemiyor. Hatta kendi çağdaş, ulusal, sınıfsal ölçüleriyle yaklaşmadığı gibi kendi temel ahlaki, hukuki ve siyasi ilkelerini bile yadsıyor. Yeni olan nedir? Bu gerçekle kendisine yönelen nedir? Biraz da bunun verdiği korkuyla ki bunda bencillik var günümüzde burjuvazi, tek bir kişi olsa bile bir devrimciden ne kadar korktuğunun da açık bir örneği ile karşımızdadır.
Bütün dünya PKK devrimciliğine bilerek veya bilmeyerek, aslında bazıları da bilmeyerek karşı dururken, burjuvazinin karşı ruhu bir kez daha şunu fark ediyor ki, Ğadına o "yeni dünya düzeni" dediği biçimde de gerçekleşseĞ "tecrit ettim, her şeyiyle yüklendim, mutlak yenilmelidir" dediği noktada bile ne kadar ürktüğünü, telaşlı olduğunu, PKK'nın bu büyük direniş savaşımı bir kere daha gösterdi.
PKK Evrensel Bir Harekettir
Kocaman imparatorlukları aşan devletler var. Tarihte birçok güçlü imparatorluklardan çok daha ileri güçlü egemenlikler var. Yine de korkuyorlar. ABD sözcülerine, yine İngiliz sözcülerine bakalım ve hatta Rus hükümetine bakalım! Hepsi TC'ye "al sana bu kadar helikopter, destekliyoruz seni" diyorlar. Bölge güçlerine bakalım, "bizi de tehdit edebilir, birleşelim, zirveler yapalım" diyorlar. Yine iç gericiliğe bakalım; "aman imdadımıza gelin" deyip, böylesi bir birleşme içine girmesi, devrimin yetkin bir temsilcisinden egemenlerin duyduğu korkunun en çarpıcı örneklerinden birisini temsil ettiğimizi ortaya koyuyor. Bu ancak kapsamlı bir devrimci olguyu yaşamakla mümkündür.
Bir dönemlerin egemen Roma düzenleri vardı. Ve yine Firavunlar düzeni. Doğu'nun görkemli imparatorlukları vardı. Küçük adımlarla başlayan çıkışlarla giderek sonlarının nasıl geldiğini biliyoruz. Bir anlamda kapitalist imparatorlukların da buna benzer bir çözülüşü söz konusu oluyor. Her şey ellerinde, ama buna rağmen güvensizler. Uluslararası kapitalist düzen şu anda, "tek dünya nizamıyım" biçiminde kendine anlam vermeye çalışırken bile kuşkulu. Hatta en bunalımlı ve belirsizliklerle dolu bir durumu yaşıyor. Zirvedeki imparatorlukların yıkılmaya başlaması gibi bir durum, bir kez daha yaşanıyor. İşte tam da bu noktada, "bu PKK denilen olay da nereden çıkıyor" sorusunu kendilerine soruyorlar. "Yıkılışımıza bir dinamit olmasın, bir çözücü başlangıç yapmasın mı?" diye kuşkuyla bakıyorlar. Böylece kendi ilkelerinin de önemli kısmına ihanet ederek, temel insan haklarını, ulus haklarını hiçe sayarak ve bir anlamda kendilerini de yadsıyan bu yaklaşımlarıyla yenilgi tohumlarını içeren tutum içinde bulunuyorlar.
Bütün bunları PKK bilinçli bir tarzda mı hazırladı? Biraz bilinçli. Nitekim bunun ilk ifadesi PKK'nın devrimci teorisidir. Biraz kendiliğindenliği ortaya çıkaran da onun yürüttüğü politik, pratik savaşımıdır. Tarihte hiç şüphesiz her şey baştan sona planlı ve bilinçli gelişmez. Biraz bilinç kadar kendiliğindenlik de önemli rol oynar. Ama gelinen nokta PKK'yi artık böyle bir gerçeklikle yüz yüze bırakmıştır.
Artık bütün etkenler, PKK'nin salt ulusal sınırlar içinde bir ulusal kurtuluşçuluk ve hatta demokratik bir toplumla işin içinden kendini sıyıramayacağını gösteriyor. Bu rolünün bir gereği olarak giderek bölgeselleşip evrenselleşiyor. Bunun için daha derinlikli bir noktada ulaştığı sosyalizm içeriği, onu, mevcut sosyalizm deneyimlerini aşarak yaşanılabilir bir sosyalizmi yakalama ihtiyacı olarak, bunun siyasal ifadesi ve ulusal düzeyi kadar uluslararası düzeyin de yeni ifadesi olmaya zorluyor. Birey hakkı kadar, toplumun kolektif hakkını da bu muhteva içinde sağlam ele alarak değerlendirmeye götürüyor. Ya böyle gelişir ve başarır ya da ele alamaz ve başarısızlığa uğrama noktasına dayanır.
O halde PKK gerçeğini ele alırken, Ulusal kurtuluş savaşımı ve ona dayatılan özel savaşla ilgilenemeyiz. Bu yetmezliğe düşmemek için PKK öncülüğünün içeriğine bakmak gerekiyor. Yeni dönemde zenginleşen bu içeriği dar, milli sınırlara sığdırmakla ve yine diğer birçok ulusal kurtuluş örneğinde görüldüğü gibi günümüz devrimlerinden bir tanesi haline gelmekle bile onlar kadar başarı sağlanamayacağını görüyoruz. Dolayısıyla mevcut devrimci hareket, daha fazla sosyalistleşmek veya mevcut sosyalist deneyimlerden çıkarılacak dersler temelinde özellikle başarısızlığa yol açan nedenleri aşarak yaşanılabilir bir sosyalizmi, hem ilkede hem uygulama düzeyinde gerçekleştirmekle karşı karşıyadır. Yine başta sosyalizmin bu yaklaşımının artık daha açık olan ilkesi kadar, onun uygulamalı örneğini de temsil etmek gerektiğinin bilincindeyiz. PKK, bunun somutlaşın gösterme iddiası ve kararı kadar, bizzat bunu yaşamında gerçekleştiriyor.
Bu geçen kısa tarihi süre içinde bile, "PKK'yi böylesine savaşkan kılan nedir" diye bir soru sorulsa, herhalde bunun yanıtı, PKK'nin sosyalizme böyle iddialı bir girişi yapmış olmasıdır. Daha o zaman reel sosyalizme, onun her türlü hastalıklarına geçit vermeyen, sosyalizme böyle bir iddialı inanç duymak kadar bir bilim işi olduğuna hükmeden ve bunun bilinciyle donanmayı bütün görevlerin önüne koyan, bu konuda politik çıkarlara alet olmayan, ilkesel yaklaşımı esas alan, yine sosyalizmi her türlü taktik gelişmenin önünde ele alan, bunda oldukça tutarlı kalabilen ve bunun için inancını, bilincini temiz tutan bir parti olmaya büyük özen gösteriyor PKK. Onun savaşının ruhu bu tutum oluyor. Halen eğer PKK'nin bu büyük kahramanlığına yol açan nedir denilirse, temelde yatan bu ruhtur ve bu bilinçtir. Aynı zamanda onun bunu az çok yaşam tarzı haline getirmesidir. Bundan eminiz. Bunun dışında PKK olayına açıklık getirmek, en temel özellik söz konusu olduğundan zordur. Buna şu gerçek de ilave edilebilir.
1992 NİSAN
KÜRT HALK ÖNDERİ ABDULAH ÖCALAN
- Ayrıntılar
Baharın Nisan ayı, canlanmanın alabildiğine hızlandığı ve yaşamak isteyenlerin büyük bir tutkuyla kendini aştığı ve anlam bulduğu birçok canlının yaşam günleri oluyor. Yıllardır bizde böyle Newroz günleri, Nisan günleri, ulusal çözümlenmeyi, onunla birlikte diriliş, yaşamı geliştirmeyi temel görev bellediğimiz günler oldu ve halen üzerinde duruyoruz.
Direnme tarihimizde önemli bir aşamayı teşkil eden 1987 Mart ve Nisan çözümlemelerinde de benzer bir başlangıcımız vardı. Değişik biçimlerde, onun 1985-86 karşılanışı anlamlıdır. Daha da geriye gidebiliriz. 30 Mart Kızıldere şehitlerinin anısına bağlılık ve protestomuz, 7 Nisan’da tutuklanmamız vardı. Daha o zamandan beri baharın, çok önemli, anlamlı karşılandığını gösteriyor. 1974-75 baharları yaşama özgürce ve iddialı yaklaşmayı denedik. Başkentte imhamızın planlanıp hayata geçirildiği, Ankara’da tam bir Kürdistan bilinciyle ayrılışımız ve özgürlük tohumlarını bu aylarda serpmemiz söz konusudur. Hem düşüncede, hem pratikte 1976 ve 77 bahar ve Nisan ayları epey anlamlıdır ve çok önemlidir.
1977 ve 1978 partiyi ilan etme ve onu yaşatmanın çarelerini oldukça düşündüğümüz Mart-Nisan ayları söz konusudur. 7 Nisan 1979’da Ferhat Kurtay’la Mardin’e geldik. Bizi yepyeni bir süreçle karşılayan bir bahardı. Onun verdiği canlanma, iyimserlik duygu ve düşünceleriyle çıkış yapmamız söz konusudur. Yine 1980-81’i bu sahada karşıladık, düşmanın büyük imha yönelimini, 1980’in o ilk anlamlı eğitim birliğimizi hazırlayıp Kemal Pirlerin komutası altında yola koyduk. 1982-83’te kapsamlı bir biçimde tekrar ülkeye yönelmemizin baharını yaşadık ve Botan’a yöneliş, 1984-85’le bilindiği üzere, 15 Ağustos Atılımı’nın ertelenemez, anlamlı baharıydı. Hem de 1985’in sonuçlarını mutlaka başarıyla getirmenin ağır sorumluluğuyla karşılanması söz konusuydu. Agit arkadaşla yakın ilişkimiz altında 1985 Newroz’unu karşılamamız söz konusuydu ve bizzat kaleme aldığı Newroz umuduyla başlamıştık.
Böyle anlamlı bulunan Nisan karşılamamız var. Kimler ne kadar anlayıp hakkını verdiler? Herkesin kendine soracağı bir sorudur. Biz yaşamaya saygılıyız, yaşama saygısı olmayanların herhangi bir yaratıcılığından, üreticiliğinden bahsetmek zordur. Bizim için yaşamın neredeyse başına yıkıldığı bir halk gerçekliğiyle, bahar müjdesi gibi yaşamı müjdelemek çok önemlidir ve böyle olduğunu göstermeye çalıştık.
Halen gerçeğimize bireysel tutkularınız, egoizminiz korkunç çaresizliğiniz, yaşama ters düşmüşlüğünüz yansıyor. Sözüm ona bayramlara hazırlanıyorsunuz ama, bayramların hiçbir anlamını bilmeden bir katılımınız oluyor. Kendine saygıyı yitirmemek çok önemli! Her yetersizlik bir saygısızlıktır, her yaşamaya hakkını vermemek tüm kötülüklerin kaynaklandığı durumu yaşamaktır, durumu böyle olanların da yaşamına saygı gösterilmez. Onlar istedikleri kadar demagojik davranışlar sergilesinler, istedikleri kadar çalıp çırpsınlar, siyaset dilinde, yiğitlik, mertlik gerçeğinde onlar beş para etmezler. Hiç bir kurnazlık, sahtekarlık bu gerçeği değiştirmez, lafazanlık, körce pratik bunu başka türlü göstermeye yetmez.
Bütün çabalarımıza rağmen, yiğitlik yaklaşımları çok sınılırdır, kurnazlık, ölüm kokan davranışlar, ucuz yaşama göz dikenler veya en önemlisi de yaşama ilgi duymayan, yaşama karşı saygısızlıklar çok fazla. Bir komutaya hakkını vermenin tutkusunu, onun coşkusunu görmeyi çok istiyorum. Mumla arasan ya bir tane bulursun ya bulamazsın, ama onunla oynayanlar hem de en anlaşılmaz, en anlamsız biçimiyle sayısız görebilirsin. Bunlar gerçeğimizi ifade eder. Biz böyle olmamanın kavgasın veriyoruz. Ben halen bu noktada, bu direniş kahramanlarının çok anlamlı olduğunu görüyorum en özlü davranışların böyle gösterildiğine inanıyorum. Özlü olanların büyük eylemleri oluyor, fakat böyle değil de daha anlamlı, daha uzun vadeli bir savaşımla gösterselerdi diye hayıflanıyorum.
Övünmek gibi olmasın ama, bildim bileli kendimi çok zorlamama rağmen, yeterlilik sınırlarını tutturmaya büyük tutkuluyduk, yeterli iş yapmak, yeterli okumak, yeterli koşmak yeterli bilmek ve gerçekten bu tam da insana saygının kendisi oluyor. Çok az ağladığım oldu, ağladığım yerlerde de bir yetersizliğimin olduğunu gördüğümde onu gidermeye, büyük bir öfkeye dönüştürerek karşılık verdiğimde hatırlıyorum. Ağlamam koca karıca değildi, yetersizliğimi gidermenin öfkesiydi. Böylesi daha doğru oluyor ama, çoktan yetersizliklerle kendinizi büyüttüyseniz, gerçekleştirmeniz zor oluyor. Neden kendi işini en güzel, en doğru yapmıyorsun. En hayati konularda bile niye en güzel söz ve eylemi tutturamayacaksın? Çok mu zenginsin, çok mu iş yapmışsın? Yok! Hepiniz Allah’ın fukarasısınız!
O görkemli dağlarda baharı karşıladığınızda acaba ne kadar güzellik aklınıza geldi, onun savaşla bağlantısı, onun da insanımızın yetiştirilmesiyle, hazırlanmasıyla ilişkisi ne, kadar aklınıza geldi, ruhunuzu sardı belli değil. Daha sonra karşımıza çıkıp da “ben şöyleyim, böyleyim” demek fazla anlamlı değil. Ben yiğitliğin de gerekli olduğuna inanıyorum, alçaklığın ne kadar egemen yaşam biçimi olsa da, ne kadar kendini örtme imkanları olsa da, günün geçerli tek yaşam biçimi diye kabul görse de, esefle, lanetle, büyük bir inatla ona karşı direndiğimi belirtmeliyim. Boyun eğmeyeceğimi, eğmediğimi çok iyi vurgulamalıyım. Onlar siz olabilirsiniz ben olmayacağım, kendime karşı böyle bir şeref sözüm de var.
Yaşamaya büyük saygı duyuyorum, fazla yaşamasak da yaşama saygı gerektiğini, saygı göstermek için de hemen her düzeyde büyük yeterliliği yakalamak şartı olduğunu biliyorum. Onun için bu şartlara sahip değilseniz, saygı ve sevginin şartlarına fazla talepte bulunmayın. Öncelikle gerekli olan saygıdır, ondan sonra bir şeyler isteyin. Ben halen çok sınırlı bir saygı durumuyla uğraştığım için, kendim için hiçbir şey istemiyorum. Bütün ulaşmak istediğim biraz saygılı olabilmeyi, etrafıma, dostuma, düşmanıma gösterebilmektir. Kolay değil, bu kadar alay konusu olmak, bu kadar inkar konusu olmak, bu kadar insanlık yoksulu olmak kolay değil.
Siz iyi çocuklarsınız veya bir çırpıda ölürsünüz de, ama bütün bunlar saygı yaratmıyor, düzey tutturulamıyor, sadece ölünüyor. Çok çaba harcıyorsunuz, bu çabalar yüksek değer ifade etmediği için, onunla birlikte sizi götürüyor. Yetersiz çabalar, anlamsız çabalar! Benim çabalarımın anlamı sizi saygılı bir duruma getirebilmektir. Ama ne kadar başarıyoruz ayrı bir mesele. Benden mi kaynaklanıyor, sizde mi kaynaklıyor tartışılabilir.
Nasıl da bu yaşamı kendinize yakıştırdınız? Hep kendime sorduğum bir soru da budur; nasıl da sıkılmadınız, böyle yaşamaya güç getirebildiniz. Halen ben, yaşam utancını tam üzerimden kaldırmış değilim. Ele-güne rezil olmamak için ancak kendimi biraz ayarlayabilmişim. Halkımızın dengelerini yitirmemeye çalışıyorum veya onun çok yitirilmiş olan saygı durumunu oluşturmaya çalışıyorum. Fakat burada da bütün bu çabalara rağmen veya başarı gibi gösterilmeye rağmen kendimizi şiddetli sorguluyoruz. Bu kadar diri tutmaya çalışmamızın nedeni; kendimizi halkımızın saygılı yaşamına ilişkin durumunu, dengesini acaba bulabilecek miyiz sorusundan ötürüdür.
Bazıları yetmiş yaşına gelmişler, geliyorlar, çocuklardan beter durumdalar. Atmışlar kendilerini, ağlanacak hallerine gülüyorlar, gülünecek hallerine ağlıyorlar. Bunlar yiğitlik değil. Bir militan kişilik böyle olmamak durumunda. Onu yakalamak öyle sandığınız kadar ne kolaydır, ne de sizin gibi olmaz. Siz belasınız. Umudu diri tutmak, umudu yaşanılır kılmak, ciddi bir meseledir. Ben yaşamım boyunca çok az ağladım ve niçin ağladığımı da söyledim. Sizin günlük mesleğiniz sızlanmak. Birey olarak onuru kurtarmasak da, o bir şey değil. Hepiniz benden güçlüsünüz. Mesele bir halkın denge durumunda bunları yaşamaktır. Onun yaşayan bir umudu, saygı düzeyini yürütebilmektir. Yoksa birey olarak ilginçsiniz.
Sorumluluğumuz var, ne de olsa bu kadar kişiyi çağırmışız. Sorumluluğumuzun gereklerini müthiş yapıyoruz da. Elden gelen budur denir veya daha da fazla elden gelmesi için bir çok şey yapılmaya çalışılır, biz de onu yapıyoruz. İsterdik ki, sıradan bir hizmetçi gibi bazılarına hizmet edelim, onlar bir şeyler yapsınlar, ama hiç yok. Ben yıllarca bunu bekledim, halen de yaptığım aslında bazılarına hizmet etmektir. Kendime fazla resmi önderlik payı biçmiyorum. Son çözümlemelerde sanırım çok ilginç durumlar sergilendi. Herhalde onların üzerinde durmaya çalışıyorsunuz. Bence kritik yerlerini daha derinliğine görmekte yarar olabilir.
Kendi tarz, yönelim gerçeğimi çok yönlü, ilk defa bu kadar derli-toplu, yoğun bir biçimde ortaya koymamız söz konusu ve hepsi de bir tartışmaya açıklık kazandırmak içindir. Ne kadar anlayabildiler? Savaşmaya geliyoruz, yaşamaya geliyoruz diyenlere büyük bir tartışma platformu açtık, bütün alt-üst yapısını adeta oluşturduk, ama yine de bilgi sınırlı, katılım zayıf, sonuç alıcı olmaktan uzak. Çok çarpıcı ortaya koyduk. Saygılı olmayı elden bırakmamaya çalıştık. Bunu biraz gösterdik. Halkımızın şu anda umutları diridir, asla onu tehlikeye sokmadık. Pratik savaşın olanaklarını da asla eksiltmedik, biz onun büyük sorumluluğunu duyduk.
Kendime ne özgün bir yer vermek, ne de “yapamıyorum, edemiyorum” deyip tek bir serzenişte bulunmayı yakıştırmadım. Bu saygıyı ifade ediyor. Ama çevremde de bunu layıkıyla karşılayanların pek büyük bir hassasiyetle ve yoğunca geliştiğini söyleyemem. Fakat var gibi gözüküyor, “böyleleri gelişebilir” imajını verenler az değil, ama geçmiş pratik gösteriyor ki, çok temkinli olmak gerekir ve fazla aldanmamak bu konuda daha derinden ve temkinli olmak gerekiyor. Görünüşe veya kendini öyle gösterene iyi niyetli, yolu açık tutmayı da elden bırakmamak fazla aldanmamak gerektiğini biliyoruz.
Vatana bağlanmayanın dinini tartıştık, insanlığa anlam veremeyenin dininin ne anlama gelebileceğini tartışmaya sokmaktan tutalım en bireysel veya en ilkel güdülerin yaşamda bir yeri olacaksa onun neye bağlanması gerektiğini ortaya koyduk. Açlıkla savaş bağlantısı, sigarayla savaş bağlantısı, cinsellikle savaş bağlantısını ortaya koyduk. Allah düşüncesiyle savaş bağlantısını belirttik, herkesi sorguladık, ölümle savaş bağını açımladık. Bir bireyde ne varsa onu bağlantılarını ortaya koyduk, güzel yaptık. Kendini gizlemeye çalışan, korkunç düşürerek yaşamaya çalışanın veya düşürtmeye çalışarak yaşamak isteyeni açığa çıkarttık, güzel yaptık. Bunun iyi bir iş olduğuna inanıyorum.
Bazıları mutlak anlamda gerçeklerle alay etmeyi marifet bilirse, onun her türlü soysuzluğunu, yüzsüzlüğünü gösterirse, bana düşen tersini kanıtlamaktır. En temel insani özellikleriyle, insan değerleriyle çelişmeyi marifet bilirse, onunla alay ederse, bana da düşen onun tersini kanıtlamaktır. Onu yaptık, güzel yaptık... Günümüzün biraz da yiğitliği budur.
Bunu Ortaçağda kılıçla, Romalılar da parayla gösterdiler. Biz daha değişik bir tarzda göstermeye çalıştık. Bize ne dayatıldı? Yalnız bu bahara gelişte kış boyu dayatılanları göz önüne getirdiğimizde, namertliğin nasıl zorla dayatıldığını, alçaklığın yine nasıl çok yönlü dayatıldığını gördük. En temel değerlerle oynayarak, en yüce kavramları, tutkuları en tehlikeli biçimlerde kullanarak kendini dayatanları gördük. Bütün bunlara boyun eğmedik, çok yerinde hamlelerle yerinde karşılık verdik. Biz baharı böyle karşılıyoruz. İster hesabınıza gelsin, ister gelmesin; ister sahtekarca dayatın kendinizi, ister anlamlı bir çıkışınız olsun; hepsine hazırlıklıyız. Kesinlikle sandığınız gibi kolay aşılacak, kullanılacak bir durumda değiliz veya ağlanarak-sızlanarak karşılanacak bir gerçek de değiliz.
Bazı büyük şehitler de bize hep bu baharda güç veriyor. Ben onlara büyük minnettarlık duyduğumu belirtmeliyim. Özellikle en son Newroz şehitlerine şükranlarımızı belirtmeliyiz. Şüphesiz onlar güç veriyorlar. Fakat esas olan kendi gücümüzü de ortaya çıkarmaktır, biz hiçbir zaman başkaları “şöyle adam olursun, böyle yapmalısın” derken kendi halimizi görmezlikten gelmedik, “iyi söylüyorsun, tam da öyledir” deyip kendimizi dogmalara boğmadık. Büyüklerin sözünü her zaman can kulağıyla dinledik, ilgi duyduk, fakat “doğru olmayabilir” sorusuna da açıklık getirdik.
1997 NİSAN
KÜRT HALK ÖNDERİ ABDULAH ÖCALAN
- Ayrıntılar
En yaşamsal savaş adımlarından birisini bu baharla birlikte atmaya çalışırken; dirilişin olduğu kadar kurtuluşun da kadın devrimciliği temelinde hem büyük bir fırsat olması ve hem de küçümsenemez olanaklarla yaşam bulması, bütün yönleriyle değerlendirilmesi gereken ve belki de en büyük coşku kaynağı kadar yüzyılların kaybettirdiğinin bu coşkuya, bu inanca dayanılarak bulunması imkan dahilindedir. Bu özgürlük imkanı kadar heyecanlandırıcı, ayağa kaldırıcı, değiştirip dönüştürücü başka bir hedef, başka bir nesneden bahsetmek mümkün olamaz. Tarih her zaman özgürlük imkanını önümüze vermez. Hele hele kadın köleliği sözkonusu olduğunda, özgürlük şansı belki de biriciktir ve bu bir kere gündemleşiyor, önünüze seriliyor. Savaş biraz ortaya çıkardı ki, kadın kimliği ancak kapsamlı bir mücadeleyle gün yüzüne çıkabilir. Bunu gün yüzüne çıkarmadan zaferle bile sonuçlanacak her devrim erkek egemenlikli gelişecektir ve özgürlük yaşamını gerçekleştirme de hep sakat kalacaktır. Bu savaş, bu çalışmalar, gerçekten yaşam adına dişe dokunur ne elde edeceksek onun içindir. Ve bu sağlanmadıkça da başta kadın kişilikleri açısından, herşeyi yaşamaktan da öteye kahredici bir yaşam belalısı olmaktan öteye gidilemez.
Büyük bir özveriyle biz nasıl ki Kürdistan halkı için, hatta ilerici insanlık için bir devrim hamlesi geliştirmeye büyük özen gösterdiysek ve bunun inanılmaz, az, neredeyse imkansız denilebilecek koşullarından yola çıkarak gerçekleştirdiysek, kadın özgürlüğü için de ondan daha farklı olmayan, belki de özgür yaşam olanağının mucizelere bağlı olduğu bir koşuldan yola çıkarak bir özgürlük bilinci, iradesi ortaya çıkarmaya büyük özen gösterdik. Tam istediğimiz gibi olmasa da, kadın özgürlüğünde katedilen mesafenin eşsiz değerde olduğu ve hiçbir şeyle değiştirilemeyecek kadar kıskançça korunulması gereken bir yaşam başlangıcı olduğu kesindir. Nasıl ki bazı uluslar için, hatta çok çeşitli sosyal inançlar için bazı miladi başlangıçlar varsa; kadın özgürlüğü sözkonusu olduğunda bizim attığımız bu adımların da özgür yaşam anlamında bir başlangıç olacağı, yalnız Kürdistan için değil tüm dünya kadınlığının da özgür yaşamında bir yeri olacağı kesindir. Anlamı böyle olan bir adımın içinde savaşırken, şüphesiz bunun çok sancılı geçeceği, büyük bir bilinç savaşı kadar irade savaşını gerektireceği açıktır. Yüzyılların, bin yılların köleliğini büyük bir düşünce savaşıyla, iradeyle vermedikçe, çokça özlediğiniz özgür yaşam şansını kazanamayacağınız da bir o kadar gerçektir. Zorluklar, amacın, özgürlük savaşımının karekterinden ileri gelmektedir.
Genelde kadın kitlesine hakim olan duygu yüklü yaklaşımların, bilinçle donatılmadıkça, siyasileşmedikçe, hatta askerleşmedikçe fazla anlam ifade etmeyeceği açıktır. Bu zorlu savaşı önünüze koymamızın nedeni, savaşta bir katkınız olmasından da öteye, cins özgürlüğünün, onun sosyal devriminin başka tür bir çaresi olmadığı içindir. Her devrimde genellikle kadın ya sembolik kullanılmıştır ya da kadın üzerine daha fazla şirin sözcüklerle yüklenilerek işin altından çıkılmak istenilmiştir. Bütün devrimlerde az çok bu böyle yapılmıştır. Ama ilk defa bizim devrimimizde sorunu çok çıplak ortaya koymak, kadını en başta erkekler için olduğu kadar her tür hakkın, gelişmenin sahibi olarak görmekten tutalım, onu yaşamın her adımı içerisinde de nasıl yer etmesi gerektiğine dair bir düşünce, bir örgütlülük çabası içine girişmek bu çabalarımıza nasip olmuştur ve büyük önemi vardır.
Şüphesiz klasik yaşam ölçülerine göre çok tersi durumlar var. İstediğiniz gibi ne bir sahip bulabilirsiniz, ne bir ya-şam, ne bir rahatlık. Tam tersi, önce kendi kendinizin sahibi olacaksınız, önce "nasıl bir yaşam" gerekir sorusuna kendinizde yanıtlar geliştireceksiniz. Bunun için "nasıl bir vatan, nasıl bir özgürlük ve bunun için nasıl bir savaş" sorularına kadar bir yanıtınızın gelişmesi gerekecektir. Biz buralarda, bu konularda ikiyüzlü olamayız. Eğer eşitlik, özgürlük lafta kalmayacaksa, bu sorulara verilecek yanıtlarla mümkündür. Kadın gerçekten bir kimlik sahibi olacaksa şüphesiz kendisinin en başta sahibi, beyni olacak, iradesi olacak, gücü olacaktır. Bunun dışında söylenecek her söz, boş kalmaya mahkûmdur.
Bunları oldukça sizlerle tartışmaya ve sizleri bu temelde yoğunlaştırmaya özen gösterdik. Öyle sanıyorum bunun ne kadar önemli olduğunu şimdi daha iyi idrak ediyorsunuz. Hiçbir devrimin, hatta Ortadoğu'da hiçbir halkın ağzına bile alamayacağı birçok gerçeklik sizde şimdi yaşam buluyor. Geçmişte yanından bile geçemeyeceğiniz silah, örgüt, irade ellerinizdedir ve bu herhalde en güzel bir gelişmenin sahibi olmadır. Sanmıyorum bir insan için, özellikle bir kadın kimliği için bundan daha iyi bir bağış veya çokça yapmak istedikleri gibi bir armağan söz konusu olsun. En büyük armağan öz-gürlük imkânıdır, o da fazlasıyla verilmiştir. Bunu takdir edememek köleliklerinizle bağlantılı olabilir; bunun tadına ulaşamamak, bunun anlamını tümüyle kazanamamak köleliğinize bağlanabilir. Ama mevcut durumuyla bile tüm bu zorluklara katlanarak geldiğiniz bu düzey gösteriyor ki, özgürlük her-şeyden daha değerlidir. Pratiğiniz bunu kanıtlamıştır. Büyük kadın şehadeti, başta Zilan sembol kişiliğinde çarpıcı bir ifadeye kavuştuğu gibi; kadının inadına dayanması, bu mevcut geri haliyle bile neyi tercih ettiğini çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. Mesele bunu daha da yenilmez kılmak, yaşamı savaş için, ateşi içinde temizce kazanmak, kendini bu temelde kazandıkça yaşam hakkını değerlendirmektir. Toplumla, Ulusal Kurtuluşla, olacaksa kendi iradesiyle bunda hakkettiği yeri bulabilir. İşte bu şansı yakalamış bulunuyorsunuz.
Şüphesiz bütün bunlar sabır gerektirir, bitmez tükenmez çaba gerektirir, çünkü kolay değil. Unutmayın ki beş para etmez, kendisini de infilak etmiş bir Kürdistan erkekliği, sadece kadına yük teşkil eder, acı çektirir ve en kötüsü de kişiliğini tanınmaz hale getirir. Bundan daha işkenceli, acı bir mahkumiyetin olacağını sanmıyoruz. İşte siz bundan kurtuluyorsunuz. Bunu kesinlikle takdir etmek durumundasınız. Bunu taktir edemeyen bir kadın militanın en aşağılık olduğunu belirtmem gerekir. Kadın da hesaplaşabilmeli tüm kölelikle, tarihle, vatan düşmanlarıyla, özgürlük düşmanlarıyla ve kendini bu temelde tanımlayabilmeli, örgütleyebilmeli, savaştırabilmelidir. Bu sadece bir görev değil, kadın için temelde bir haktır.
29 NİSAN 1998
Önder APO
- Ayrıntılar
Kahramanlık dönemi şehitlerine bağlılık, savaşan halk kahramanlığı gerçekliğine ulaşmakla mümkündür. Partimiz'in tarihi, aynı zamanda kahramanca direniş ve bu direniş şehitlerini destansı gelişim tarihidir.
Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'nde bunun anlamını tüm yönleriyle kavrayabilmek; bugün kitleselleşen kurtuluş savaşımızın gelişimini de daha iyi anlamak, başarıya götürecek militanca tavrın sahibi olmak, yeni toplumsal kurtuluşa yol açacak kişiliği, toplumun her düzeyde yenilenmesini mümkün kılacak tavrı bulmak demektir. Bu ahlakı gerçekleştirmektir. Şehitlik gerçeği kadar bir halkı etkileyecek, onu hayati çıkarları konusunda bilince ulaştıracak, tarihi yaşamında yer edecek, başka bir gerçek yoktur. Bunun kadar değerli bir olguyu düşünmek mümkün değildir. Bir hareket açısından onun ne kadar ciddi olup olmadığını kanıtlayan şey; bir yandan şehitleri olduğu kadar, diğer yandan da ona doğru temelde bağlılığı hayata geçirmektir, onu bütün değer yargılarının temeline oturtmaktır.
Ulusal direniş tarihimizin gelişiminde Parti öncülüğünün rolü belirleyicidir. Parti öncülüğünün oluşumunda da Parti şehitlerinin rolü esastır. Bugün, öncülüğün savaşımında başarıyla çıkmış ve halk savaşımının her yönüyle gelişme dolu bir dönemine girerken, bu gerçeklerimizin derin bilinciyle hareket etmek, geçmişin doğru değerlendirilmesi kadar, geleceğin sağlam inşasının da temel görevlerimizdendir. Sürekli muhtaç olduğumuz, hareketimizi besleyen ana kaynakları kurutmamak, bunu boşa akıtmamak, ulusal kurtuluşun beslenmesine sürekli akıtmaktır. Burada en başta gelen kaynak da şehitlik olgusudur. Belki de hiçbir hareketin tarihinde görülmediği kadar Parti tarihimizde hem uzun bir süreyi kapsaması, hem de yücelik olarak artan sayıda bir şehitler listesine sahibiz.
Çok az hareketin cesaret ettiği bir savaş türünü, öncünün somutunda yürüttük. Bunun neden böyle olduğu Kürdistan tarihinin gerçeklerinden aranmalıdır. Bu tarih eğer zifiri karanlığa gömülmüşse, direnmenin en sıradan emareleri bile köreltilmişse, böylesine bir karanlıkta yaşama kaçınılmaz bir kader olarak benimsetilmişse yapılması gereken bu uğursuz zemini parçalamak ve yaşam gözeneklerini açmaktır. Buna denk gelen mücadele, öncünün savaşımı biçiminde karşımıza çıkar. Tarihi başaşağı gidişten özgürlüğe yönelmek, toplumu çürümüş ve nefes alamaz duruma getirmiş urlarından temizlemek, ancak bu mücadeleyle mümkündür. Her halkın tarihinde değişik düzeyde benzer bir somut gerçeklik söz konusuysa, orada bazı önderler ortaya çıkar ve bazı halk kahramanları belirir. Bu kahramanlar ilerde bir halkın savaşımıyla gerçekleştirilecek olan başarı yolunu, kendi şahıslarında büyük fedakârlıklarıyla temellendirmeye çalışırlar.
Bu noktada bireyler eylemleriyle bireycilik anlamında değil de, daha çok birey olarak tarihin gerektirdiği rolü üslenme durumundadırlar. Bu noktada bireyler kaçınılmaz olarak rolünü oynamak zorundadır. Eğer bu rolü oynamazsa, daha sonraki kapsamlı harekete ulaşmaları mümkün değildir. Bu rol her zaman böylesi bireylerin ortaya çıkışını zorunlu kılar. Bu durumu, bireyin konumunu örgüt yerine koyan, halkı bireylerin kuyruğuna takan özelliklerden iyi ayırt etmek gerekir. Kendi kendine direnebilen, örgütleyebilen, yine bunu sağlam örgütlerle yürütebilen toplumlar, uluslar söz konusu olduğunda, bireycilikle eleştirilmesi gereken ve çoğunlukla da maceracılık denilebilecek çıkışlardır. Fazla anılmaz durumları da olmaz. Ama tarihin bir döneminde kahramanca çıkışlara ihtiyaç gösterildiğinde ortaya çıkan bireylerin yol açtığı sonuçlar çok büyüktür. Direnişleriyle kendilerinden sonra örgütün ve halkın oynayacağı rolü gösterirler. Bu direnişçilik örgütlerin oluşumunda, halk direnişinin gelişiminde ayrılmaz bir temeli teşkil eder. Böylesi bireylerin şahsında ulusların ve halkların ayağa kalkması mümkündür.
Her halkın tarihi bu tip kahramanlıklarla doludur. Ulusal direnişlerin, halk özgürlük hareketlerinin ön gününde, bu çıkışların hayati bir görevi gerçekleştirdiklerini belirtmek gerekir. Devrimlerin ön günlerinde bunlar yazardırlar, hatiptirler, siyasi düşünür, askeri komutandırlar. Geçmişin ağır yüklerinden kurtulma gücünü, cesaretini gösterip geleceğin fethini her yönüyle temsil eden kişiliklerdir. Bir kaç örnek verirsek; Rus devriminde Narodnikler dönemi vardır. Narodnikler bireysel kahramanlığı en çok uygulayan ve bu temelde ortaya çıkan hareketlerden birisidir. Bu hareket daha sonraki oluşumların buna Bolşevikler'de dahil olmak üzere gelişiminde vazgeçilmez bir yere sahiptir. Daha sonra bireyselliği temel mücadele biçimi olarak seçmesi eleştirilebilinir, ama halkı özgürlüğe kaldırmada, büyük fedakârlık örnekleri sunmada, daha sonraki bütün devrimci gelişmeleri belirlemede halkı temsil ederler. Köleliğin toplumu her türlü yaratıcılıktan uzak tuttuğu, derin bir sessizliğe ve çürümüşlüğe terk ettiği bir dönemde, böylesine bir ortamı kahramanca eylemlerle sarsmak, yeni güçleri ortaya çıkarmak açısından hayatidir. Bu yeni güçler ortaya çıkmadan da hiçbir hareket düzenlenemez. Daha sonraki gelişmeleri sağlıklı bir biçimde yürütemez. Halk hareketi, halk devrimi gibi büyük bir olguyu başarıya götüremez. Şüphesiz yalnız başına yeterli değildir, ama çok önemli bir sürdürenidir ve gerçekleşen de budur.
Rus pratiğinde görülenin bir benzeri, yakın dönemde Türkiye'nin de yaşadığı bir gerçekliktir. 12 Mart faşizmine karşı tam örgütlenememiş, örgütlenmeyi başaramamış, ama örgütlenme yaratma uğruna kahraman direnişlere kalkışmış şehitlere tanıktır. Mahirler, Denizler ve İbrahimler'in böyle bir direniş geleneği vardır. Az sayıdadırlar, ama kendi kişiliklerinde bir devlete sonuna kadar başkaldırmayı, başkaldırıda da sonuna kadar nasıl gidilmesi gerektiğini, en büyük fedakârlık ve cesaret örneği olarak ortaya koymuşlar, tarihte böylesine bir yere ulaşmışlardır. Ama onların mirası iyi örgütlendirilememiş, bir halk hareketine dönüştürülememiştir. Bu, daha çok onların anlarına bağlı olması gerekenlerin sorunudur. Anılarına bağlı olması gerekenlerin, onların mirasını çarçur etmemek durumunda olanların yerine getirmeleri gereken görevlerdi. Bunun başarılamaması, ne onların bireysel kahramanlar olarak değerlendirilip ucuz suçlamalara konu olmalarına imkan verir, ne de böyle bir görevin yerine getirilmesi halinde kahramanca direnişlerin büyük anlamı olacağını gösterir. Biz şöyle bir tanımlama geliştiriyoruz; bireylerin anısını örgütlemek ve halk hareketine dönüştürmek gereklidir. Eğer bu olmazsa, bu tip kahramanlıklar kaybolup gidebilir, tarihte etki bırakmayabilir.
Hareketimizin hem dünya genelinde, hem Türkiye somutunda ve hem de halkımızın derinliklerinde yatan böylesine yiğitlikleri esas aldığı bilinmektedir. Biz, bu kahramanlıklara bağlılığı devrimci örgütlenmeyi gerçekleştirmede gördük. Nitekim hareketimizin oluşumunda ilk direniş kahramanlarımızın şahadeti tamı tamamına böyledir. Haki Karer ve Halil Çavgunlar'dan başlayan bu süreç, daha sonra zincirlemesine gelişti. Bu gelişim aynı zamanda PKK'nin oluşum tarihidir. Hangi oluşum olursa olsun, böylesine değerli şehitleri olmazsa güçlü ve sağlıklı gelişemez. Altında böylesine değerli direniş kahramanlarının kanı yatan, anısı yatan bir hareket, eğer sağlıklı bir biçimde oluşursa, ileride halk hareketinde zaferde dahil her türlü özgürlük gelişimine tanık olması işten bile değildir. Yeterki kurallarına uygun olarak yürütülsün ve bunu yürütenlerin sorumluklarını sonuna kadar yerine getirmeleri söz konusu olsun. Bu olduğunda gelişmeler olur.
Hareketimizin ilk direniş şehitleri, öncünün oluşumunda hayati bir yere sahiptirler. İlk şehitlerimiz ortaya çıktığında Kürdistan'daki toplumsal zemin, bırakalım hayatını ulusal kurtuluşa veya özgürlüğe adamayı, bir karış toprağına, evcil hayvanına gösterdiği değeri bile feda edemeyecek kadar bencil, kör, çıkara gömülmüş bir toplumla karşı karşıyaydık. Hatta ulusal ve toplumsal kurtuluş duygusundan uzaklaşmış, düşürülmüş bir toplum gerçeği söz konusuydu. Bunu aşmak için yüreklerin gözeneklerini açacak, zihinleri zorlayacak bir hareket gerekiyordu. Bunu gerçekleştirecek olan da, büyük bir direnme ve bu direnmede herkesin saygı duyacağı, kimsenin inkar edemeyeceği büyük kahramanların, şahadetlerin ortaya çıkmasıydı. Doğru ideoloji, ancak uğruna böyle savaşanların varlığı halinde anlam kazanır. Doğru görüşler, eğer uğrunda böyle fedakârlıklar görmezse, halk tarafından benimsemez. Dolayısıyla daha sonra ideolojikpolitik çizgimiz biçiminde yoğunlaşan mücadelemiz, ancak bu temelde ciddiyet kazanmış ve ancak bu temelde gelişebileceğini kanıtlamıştır. Dolayısıyla öncü sıfatına layık bir gelişmeyi sağlayabilmiştir.
Bir fikir ne kadar doğru olursa olsun, eğer mensupları tarafından gerektiğinde hayatını verecek kadar bir fedakârlığı yaratmamışsa, o fikir sönmeye mahkûm olur. Bu bizde daha da can alıcı bir şekilde böyledir. PKK öncülüğünün sağlıklı gelişmesinde ilk şehitlerimizin yeri bu kadar kesindir. Öncüyü, adına layık bir biçimde oluşturmak, daha sonra onların anısına bağlılığı sağlıklı ve yerinde sürdürenlerin atılımı için de şarttır. Kendi sorumluluğumuz altında şehitlere derinden bağlılığı sürekli devam ettirdik. Onların anılarını bütün gelişmelere hakim kılarak öncüyü daha üst düzeyde bir atılıma götürdük. Biz bir yandan zindan direnişçiliğine giderken, diğer yandan yurt dışında büyük bir hazırlık içinde olduk. Direnişi sürdürmekle yetinmedik, bunu büyük bir kahramanlık dönemi olan 15 Ağustos Atılımı'na yaydık. Bugün bu atılımın üzerinden dört yıl geçti. En kalabalık şehitler listesini bu dönemde verdik. Ve bu döneme başlı başına "kahramanlık dönemi" demeyi layık gördük.
Ulusal direnişi dönülmez kılan kazanımlarıyla, tarihi baş aşağı bir gidişten bir yükselişe tırmandıran, halkın milyonlarcasını daha şimdiden ulusal savaşımın içine çekmekle kalmayan, uluslararası alanda da halkımızın şerefli bir aile olarak yerini alması için ardına kadar yolları açan bir dönemdir. Bu dönemin oluşmasında, şüphesiz en başta şehitlerimizin varlığına borçluyuz. Bu dönemde gerçekleşen şahadetler, her türlü zayıflığı ve olumsuzluğu aşarak yükseldiği ve binbir yerinden yaralanmış insanımızı güçsüzlük ortamından çıkarıp sağlam direnişçiler haline getirebildiği için kahramanlık dönemini yaratan şehitlerdir. Eğer bu şahadetler her koşul altında direnmeyi mümkün kılarak, halkı her türlü direnmenin içine çekmede bir köprü rolü oynamışlarsa, bu şahadetlerin tarihteki rolü çok daha belirleyici ve kesindir.
Bugün hiç kimse Kürdistan ulusal kurtuluşunun söz konusu olmadığını iddia edemez. Yalnız ülke ve ulus gerçekliğinin benimsenmesi açısından değil, ulusal kurtuluş gerçeğinin halkın bütün diri güçleri tarafından benimsenmesi söz konusudur. Bununla birlikte uluslararası kamuoyunun böylesine bir gerçekle ciddi olarak karşı karşıya olduğu ortaya çıkmaktadır. Şehitlerimiz, her bakımdan birçok konumu göz önüne getirerek, buna göre tavır geliştirmeye çalışmışlardır. Halkımız için bir damla kan akıtmaya niyeti olmayanların, her türlü çarpıtmayla, basit kişisel çıkarları söz konusu olduğunda kendilerini her bakımdan ortaya çıkararak düşkünlük örnekleri sergiledikleri görülmüştür. Bunu bir de ulusal kurtuluşçuluk, sosyalistlik, demokratlık adına yapmışlardır. Bu tür yaklaşımların bol olduğu bir ortamda, ulusal kurtuluşun gereklerinin nasıl yerine getirilebileceğini, nasıl direnilebileceğini, fedakârlık ve cesaretin ölçütünün ne olduğunu, bunların bir halkın direnişinde nasıl ortaya çıkarılacağını gösteren büyük şehitlerimiz ortaya çıkmıştır. Her birisi bir abide olan şehitlerimizin somutunda bunları görmek mümkündür. Bunu görmeyenlerin ne kadar sefil olduklarını tespit etmek çok kolaydır.
Bugün gerçekleşen diğer bir tarihi gelişme de şudur; eski yaşam artık aşılmıştır. Artık yeni bir yaşamın içine, ulusal direnişe bütün sınıf ve tabakalarından katılımın gerçekleştiği bir dönemin içine giriyoruz. Halkımızın yediden yetmişe, kadınerkek içine girdiği, yoğun tartışma ortamını yarattığı, tavır belirlemeyi gerçekleştirdiği bir dönemdir. En çok arzu edeceğimiz, kaybettiğimiz her şeyi kazanabileceğimiz bir dönemdir. Bu kazancın temel kaynağı da şehitlerimiz olmaktadır.
Bu anlamda 15 Ağustos Atılımı şehitleri, bir ulusun yeniden, özgür temellerde yaratılmasında temel kaynağı oluşturmaktadır. Onlar adeta bir direnişten de öteye geçerek, ulusal ve toplumsal kurtuluşun temelini oluşturuyorlar. Daha dün hayalinin bile kurulmasının mümkün olmadığı bir dönemden böylesine büyük bir geçişi sağlamak çok önemlidir. Bu, ileride daha da iyi anlaşılacak, gerekleri yerine getirilecek bir dönemdir.
Bu dönemin nasıl hazırlandığı ve her bir eylemin anlamının ne olduğu, her şehidin bu destandaki, bu kahramanca dönemdeki yerinin ne olduğu, şüphesiz şiirlerle, hikayelerle, romanlarla, resimlerle, türkülerle dile getirilecektir. Fiiliyatta gerçekleşen bu durumu, en fazla kıvanç duyacağımız, onurlu yaşamın temeli olarak göreceğimiz kesindir. Bunların işlenmesi, başta Partimiz'insanatkârları, askeri komutanları olmak üzere, tüm insanımızın görevidir. Mühim olan temelin sağlam atılmasıdır, doğuşun sağlam gerçekleşmesidir. PKK öncülüğünde doğuş nasıl sağlam gerçekleştirildiyse, halk direnişimizin kendisi de sağlam bir doğuşa tanık olmuştur. Bundan sonrası artık zamandır, zaman içinde büyümedir. Bundan sonrası teknik bir düzenlemedir, yani halk hareketimizin sağlıklı örgütlenmesi, doğru mücadele biçimleriyle gün be gün yürütülmesidir. Bunu da en kahramanca tarzda yürütüyoruz. Cesaret ve fedakârlık adeta bir yarış halinde yerine getiriliyor. Elbette böylesine ayağa kalkan bir hareketin, bir halkın kazanmaması için bir neden yoktur.
Bu temelde Partimizin somutunda dile gelen ve ulusal direniş tarihimizin en şanlı bir döneminin zaferle kazanılmasında tarihi rollerini yerine getiren şehitlerimizi anmak, halk direnişimizde, savaşan halk kahramanlığını gerçekleştirmek demektir. Bu temelde bütün Partilileri ve ayağa kalkan halkımızı, şehitlerimizi bu temelde anmaya ve kahraman savaşımlarına zafere kadar gerçekleştirerek sahip çıkmaya çağırıyoruz.
PKK GENEL SEKRETERLİĞİ
ABDULAH ÖCALAN
- Ayrıntılar