Partimiz ve halkımızın kahraman önderlerinden Mahsum yoldaşı, halkımızın yüce kurtuluş bayrağını dalgalandırıp hain düşman pusularını aşarken şehit vermiş bulunuyoruz. Agit yoldaşı anmak, O’nun mücadelesini anlatmak, gerçekte kurtuluş mücadelemizin önde gelen kahramanlarından birini anmak ve bu destanı anlatmaktır. Aciz ve çürümüş Türk sömürgecileri, O’nu, "PKK'nin celladı, askeri sorumlusu, HRK Sekreteri "gibi sıfatlarla tanıtıp, akıllarınca bir yandan PKK'ye çok büyük darbe vurduklarını anlatmaya, öte yandan da O’nu gözden düşürmeye çalıştılar. Ama düşman çok iyi bilmektedir ki, O, partimizin ve halkımızın keskin bir özgürlük kılıcıdır.
Mahsum yoldaş, yüzyıllardan beridir halkımızın bağrına, bilincine ve yüreğine saplanmış hain bıçağın çıkartılıp, düşmanın beynine ve yüreğine saplanmasının gereğine inanmış, bunu sonsuz bir çabayla kişiliğinde somutlaştırmış ve halkın ancak bu silahla kurtuluşa götürülebileceğinin zorunluluğunu görmüş olanların başında gelmekteydi.
Kahramanlık sıfatını en çok hak eden ve halkımızın çağdaş kılıcı olduğunu belirttiğimiz yiğit önderimizi, Agitimizi, fiziki olarak yitirdiğimiz doğrudur ama bir halkın ve yine O’nun mazlum sınıflarının soylu geçmiş ve geleceğini kişiliğinde birleştirmiş olanların ölümünden ya da yitirilmesinden bahsedilebilir mi? Agit yoldaş, halkımızın Parti, cephe ve orduda mutlaka somutlaşacak olan kurtuluş sürecindeki özelliklerini, kavuşulması gereken bilinç özellikleri partiye ve halka, ulaşılması gereken ölçüler olarak sunabilecek kadar yüksek bir kişiliğe ulaşmıştır. Halkımızın ufkuna bir kader gibi giren kölelik yaşamını kendi kişiliğinde parçalamış; devrimci atılımlar içinde yarattığı güçlü, özgür ve çekici kişiliğini, milyonları bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizme çağrıya dönüştürmüştür. O, bununla yetinmemiş, bu kişilik ve özellikleri halka mal etmenin büyük savaşını vermiş ve bunu önemli oranda başarmıştır. O, uyanmış, özgürlük bilincine ulaşmış ve parti, cephe, ordu silahıyla savaşımın içine çekilmiş Kürdistan halkının ölümsüzlük yürüyüşünün başında yer almıştır. Yoldaş olarak O, yüreğimizde ve bilincimizde sonsuz canlılığıyla taçlanmış; halkımız ve partimizin başında layık olduğu yere oturmuştur. Bu kahramanlar kahramanının anısı önünde büyük bir saygı ve sevgiyle eğiliyor; Ona olan vefa borcumuzu ancak, uğrunda büyük savaş yürüttüğü tüm halkımızı bir kurtuluş ordusu içinde örgütleme ve savaştırma görevini gerçekleştirerek yerine getirebileceğimizi biliyoruz.
Agit yoldaş! Evet, O’nu tanımak ve anlamak gerekir. Agit yoldaş şirin, Agit yoldaş cesur, Agit yoldaş fedakar insan! Bu can yoldaşı anmak ve aramak gerekir. Hele hele günümüzde, tarihin o utanılası mirasını hala boynunda ve ayağında bir zincir gibi taşıyan halkımızın o katlanılmaz yaşam tablosu gözler önündeyken, böylesi bir kişilikle tanışmak, O'nun oluşturduğu akımın içinde yer almak, O'nun yoldaşı olmak ve büyüklüğüne erişmek, nefes alıp vermek gibi bir zorunluluktur.
Düşman, O'nu katletmekle Mahsum yoldaştan kurtulduğunu sanıp buna sevinebilir ama gerçeğin bu olduğuna kim inanabilir? Agit yoldaşın tüm benliğini kattığı ve bir cisim olmaktan çıkıp içinde eridiği ulusal direniş gerçekliğimiz karşısında, düşman, nasıl rahat olabilir? Türk sömürgeci güruhu çok iyi bilmektedir ki, basın-yayın organlarında yaptığı ucuz basan edebiyatı ona biraz nefes sağlasa da, gerçekte, onun ölümcül korkusunu belgelemekten başka bir işe yaramamaktadır. O, Agit yoldaşı katletmekle bir zafer elde ettiğine kimi nasıl inandıracak? Özel birliklerden oluşmuş ve çevreyi hain pusularla donatmış elli bin kişilik bir gücün, bir kişiyi katletmesi, ya da bir grup devrimciyi imha etmesi, nasıl bir zafer sayılabilir? Bu sömürgeci ordu yöneticilerine ve devlet yetkililerine hangi başarı ve şerefi sağlayabilir? Onlar bununla nasıl övünebilirler? Eğer ilerici insanlık tarihinin tanıklığına başvurulursa, elli bin kişinin bir kişiyi katletmesinin, gerçekte o bir kişinin elli bin kişiyi teslim alması ya da imha etmesi anlamına geldiğini herkes teslim edecektir. Agit yoldaşın katledilişi ve ardından geliştirilen zafer çığlıkları, düşmanın yenilgisinin en anlamlı bir biçimde dışa vurumudur. Bu, onlar adına ancak utanılacak bir durumun itirafı sayılabilir. Ne köle sahipleri ve feodallerin, ne de burjuva orduların, böylesine müthiş bir güç dengesizliği ortamında savaşa girdikleri ve böyle ucuz zaferler ilan ettikleri görülmüştür. Türk burjuvazisinin bu olayda içine düştüğü alçaklığı, bütün bu sınıflar hiçbir zaman yaşamamıştır.
Mahsum yoldaş, başından sonuna kadar, şehitler zincirinin beyni ve yüreği olmasını bilmiş, yine tüm halkın yüreğini ve beynini bir kişiye sığdıracak güce ulaşmış büyük bir insandır. Bir kişi, eğer onun niteliklerine ulaşabilmişse, yücelik ve yiğitlik sıfatlarına layık olabilir. Böylesi bir gerçekliği yaratmış biri için ölümden bahsetmek ne kelime? Yaşamın en soylusu içinde erimiş, onun ta kendisi olmuş biri ölebilir mi? Eğer yaşam sayısız niceliğin kısa bir zaman aralığında bir araya gelmesi ise, bunun belli bir süre sonraki adı da ölümdür denebilir. Ama eğer yaşam, evrenin sonsuz bir kavranışı ve insan soyunun gelişim halkalarının sonsuzluğu olarak ele alınacaksa, yaşamın bu soylu kavranışını kişiliğinde abideleştirmiş birinin ölümünden söz edilemez. Böyle bir kişiliğe ve öndere sahip olan halkımız da, onun şahsında gerçekte şanlı bir dirilişe ve ölümsüzlüğe ulaşmıştır.
Halkımız ve partimiz için anlamı bu olan Mahsum yoldaş, ulusal direnişte partileşmeyi sağlayanların da en başında yer alıyordu, inanç, inancın örgüt ve eyleme dönüşmesi O'nda en soylu bir merhaleye varmıştır. Sanki yarının özgür halk yaşamımızda sevilecek ve sayılacak ne varsa hepsi O'nun kişiliğinde somutlaşmış, dile gelmiştir. O, bugünün her türlü inkarcılık ve imkansızlıklar ortamında bile, "böyle bir evladı olan bir halk ve böyle bir kahramanı yaratan bir hareket yaşamalı; ilerici insanlık O'na kendi arasında mutlaka yer vermeli" dedirtecek bir soyluluğu ve çekiciliği temsil etmekteydi.
Bin yılların barbar bir egemenliğine karşı, yedi yıl gibi bir süre bilincini hiç karartmadan, yüreğini hiç susturmadan, silahını hiç elden düşürmeden ve yalçın dağlardan inmeden savaşı sürdürmek az görülen olaylardan biridir. Bütün bunları yaparken, bir an bile yılgınlığa kapılmak bir yana, her geçen gün özgürleşen halk ve gelişen öncüye layık bir büyümeyi yaratmak yine az görülen bir şeydir.
TC'nin O'nu, "PKK'nin celladı" olarak lanse etmesi, Kürdistan halkının O'nun şahsında nasıl keskin bir kılıca sahip olduğunu kendi dili ile itiraf etmesinden başka bir şey değildir, insan yaşamında fiziksel imha her zaman mümkündür. Ama eğer bir insan halkın iradesi ile bütünleşmiş ve bu iradeyi her koşul altında hakim kılacak bir" güce ulaşmışsa, onu imha etmek asla mümkün olamaz. Gerçek şu ki, Hz. Ali'nin elindeki Zülfikar neyse, Mahsum yoldaş da halkımızın elinde odur. Bu kılıç bir kez edinilmiştir. Düşman O'nu yere düşürmekle, büyük bir zafer kazandığını zannedebilir ama her zaman olduğu gibi, nasıl bir yanılgı içinde olduğunu çok geçmeden anlayacaktır. Silahımız elimizdedir, hem de bütün parlaklığı, keskinliği ve çekiciliğiyle! Dün olduğu gibi, bugün de bu silahla savaşıyor ve düşmana amansız darbeler vuruyoruz ama bu kılıç, kahredici darbelerini asıl bundan sonra vuracaktır.
Partimizin ve halkımızın bu eşsiz evladı, aynı zamanda, yurtseverlikle enternasyonalizmi, bilinçle iradeyi, teoriyle pratiği, saygıyla sevgiyi, olgunlukla ataklığı, alçakgönüllülükle yüceliği tepeden tırnağa birleştirebilen bir önderdi. Böyle bir değeri yaratabilmek, PKK ve Kürdistan halkı açısından bir zaferdir. PKK ve halkımız onunla gurur duyuyor. Biz O'nun anlamını, "birinci yıl şunu, yedinci yıl da şunu yaptı" diyerek niceliklere sığdırma gibi bir duruma düşmeyeceğiz. O'nun Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin önderlerinden olarak yaşadığı yedi yıl, parti ve halk direniş tarihimizde yedi yüzyıla hükmedecek bir yaşamdır. O'nun büyük acılar ve çabalarla, engin fedakarlık ve cesaretle yücelttiği kişiliğini partisine yoldaşlığın, sadakatin en büyük örneği olarak sunması gibi, eğer yoldaşları da bunun anlamını ve değerini yeterince kavrayıp, onu başka bir tanıma uğratmamak ve hiçbir gerekçe ile geriye dönüşü kabul etmemek için gereken olağanüstü çabayı gösterirlerse, bu kişiliğin önümüzdeki yıllara böyle yansıyacağı kesindir. Mücadele yıllarını nasıl yaşadı, nasıl gelişmelerle dopdolu geçirdi, bunları da fazla anlatmayacağız.
O, PKK'nin zengin mücadele toprağında en erkenden boy veren, en sağlıklı ve en verimli yetişen fidanlarından biriydi. 1979'da mücadeleye böyle başladı. 1980'de bu fidan toprağa daha derinden kök salarak, düşman üzerine ataklar yapmaya başladı. Bu yıllarda Batman'da ve ona komşu alanlarda halkımızın direniş tarihini durdu maya çalışan feodallere karşı mücadelede artık en önde yer alıyordu. MHP'li faşist milislere olduğu kadar, daha o yıllarda jandarma-polis zulmüne karşı da doğrudan saldırılara yönelmekte tereddüt etmedi. Bunu yerel alandan çıkararak, ulusal bir atılıma dönüştürmek için bitmek bilmeyen bir çabayla didindi. Yurt dışına çıkış hareketini de yine insan emeğinin en soylusunu sergileyerek, en ufak bir rahatsızlığa düşmeden, yine en ufak bir inançsızlık belirtisi göstermeden ve ülkeye güçlü bir yeniden dönüşün umudu ile dopdolu yaşayarak gerçekleştirdi. "Mabede dönüş" hareketinin de en önündeydi. O, bunu gerçek bir kahramanlık ruhu ve havarilere özgü bir adanmışlıkla yaptı. Böylesi bir dönemde ülkeye yeniden dönüş hareketine, bu kadar büyük bir beyin ve yürek gücü ile karşılık vermeye başka ne ad verilebilir? Mahsum yoldaşın da başında yer aldığı yeniden dönüş ve devrimci direnişi yükseltme atılımı başarı ile gerçekleştirildi ama çok sıkıntılı ve acılı bir süreç sonucunda; türlü olanaksızlıklar, ihanetler ve saldırılar göğüslenerek. Evet O, çok az kişinin cesaret ettiği, bilinen ilk görkemli yürüyüşü bir grup yoldaşı ile birlikte başarıyla tamamladı.
Artık, ülkenin ve halkın nabzı ele geçirilmişti. Ama sınır tanımayan düşman baskıları, ihanetler ve dostluk adına süregelen vicdansızlıkların bu nabzı iyice zayıflattığı görülüyordu. O, bu halkı diriltecek hayat suyunun ne olduğunu ve bunun hangi kaynaktan alınması gerektiğini çok iyi tanımlamış bir hareketin elemanıydı ve bunu artık iyi biliyordu.
Partimiz, Kürdistan'ın semalarında bir şimşek gibi çakan 15 Ağustos 1984 Atılımı'nı gerçekleştirdiğinde O, yine en öndeydi. Yürütülen çabaların halk ordusunun nüvesi olan HRK biçiminde somutlaşması ve kalıcılaştırılmasında belirleyici roller oynadı. Bu atılım ile birlikte başlayan yeni kahramanlık dönemine ve bizzat HRK’nin kendisine devrimci rol ve pratiği ile adeta damgasını vurdu. O, yaşayanları ve şehitleri ile bu dönem kahramanlarının tartışmasız temsilcisi ve şehitleri ile bu dönem kahramanların tartışmasız temsilci ve rehberiydi. Kürdistan tarihinin bu kadar kısa sürede yenilenmesinin, düşünsel gücün gelişimine bağlı olma gerçeğini derinliğine kavramış ve bu alanda da hayranlık yaratacak bir derinleşmeyi kendi kişiliğinde yaratmaya başarmıştı. Herhangi bir biçimde düşünme ve yazma değil, mücadelemizin en temel ve karmaşık sorunlarını çözüme ulaştırmak için düşünme ve yazma konusunda büyük derinlik ve emekle gerçekleştirilebilecek bir yaklaşım sergilemekteydi. O, ülkemizde bağımsız ve özgür yaşamın vazgeçilmez ve dönülemez tek yaşam olduğunu bir kanun düzeyinde uygulayan, provokasyon ve ihanetlere karşı en amansız tutumu takınan bir değerdi. Birçok güç tarafından tarihimizin adeta olumlu bir özelliği gibi kabullenilen mültecileşmeye karşı, ne pahasına olursa olsun ülke topraklarına kök salmanın en kararlı savunucusu ve uygulayıcısıydı. Kürdistan tarihindeki birçok örnekte yaşanan, önderlerin belli direnmelerden sonra mültecileşmeleri olgusunu acı ve öfkeyle karşılamakta; bu duruma düşülmemesi için, hiçbir koşul altında ülke topraklarından kopulmaması gerektiği inancının bayraktarlığını yapmaktaydı. O,' aynı zamanda partimizin bir mücadele ilkesi olan bu inancını en tutarlı biçimde hayata geçirenlerin başında gelmekteydi. Defalarca yurt dışına çıkmasına rağmen O, bu zemindeki yaşamın bir devrimci için tatminsizliğini derinden duymuş, özgürlük mücadelesini ülke topraklarında yükseltmeye olan büyük özlemini Kürdistan'ın doruklarında yoğunlaştırdığı mücadelesi ile gidermiş, bu konuda çok soylu bir örnek sergilemiştir. Böylece O, yurtseverliğin ve devrimciliğin Kürdistan'daki ölçütlerinin neler olduğunu, direnişin gelmiş olduğu seviyeden geriye dönülmesi ya da düşünmesinin ihanet olduğunu, bunu yapanlara yaşam hakkı tanınamayacağını kendi pratiğiyle çok somut bir biçimde ortaya koymaktaydı. '
O, Parti Önderliği'ne yardımcılığı lafla değil, gerçekten yük omuzlayarak yerine getirmiş; görevinin adamı olduğunu kanıtlamıştır. Partiye hep güç veren, onu sürekli rahatlatan kişiliği ile PKK'de şekillendirilmek istenilen militan tipin bir simgesi olmuştur. Tüm militanların ulaşmaları gereken ölçüleri O, yaşama dönüştürmeyi başarabilmiştir.
Mahsum yoldaş, parti ahlakını temsil etmede, Önderlik ve militanlık iddiasındaki her arkadaşın örnek alacağı bir mücadele yaşamı sergilemiştir. Yoldaşlarına karşı daima saygılı ve geliştirici olmuş, temel konulardaki uzlaşmazlık ve kararlılığı yanında, hata ve yetmezliklerle mücadelede olumsuzluğa malzeme sunmayan, sekterlikten uzak, son derece olgun ve yapıcı, örnek bir tutum sergilemiştir. En zor koşullarda bile parti yaşamını zengin ve coşkulu kılmış, gelişmede sınır tanımayan kişiliği her türlü bunalım teorisinin ve bunu temsil eden yapıların kofluğunu ortaya koymuştur. Bu kişilik, kararlılık, yetenek ve özgür unsurunun bizde sonsuz bir gelişme gösterebileceğini ispatlamıştır.
Parti çizgisinin doğru ve yetkin uygulanması her türlü başarının anasıdır. Mahsum yoldaşın askeri alandaki başarıları bunun en dolaysız kanıtıdır. Mücadelenin her alanına olduğu gibi, O'nun bu alana el atışı da, derin bir kavrayış ve soylu bir emek temelinde olmuştur. Mücadelemizin askeri alanına ilişkin teorik, örgütsel ve eylemsel çabaları, 15 Ağustos Atılımı ve en son olarak da 1986 Bahar Taarruzu'nda doruğuna ulaştı. Askeri çizgiyi ve askeri sanatı derin bir biçimde özümseyip uyguladı ve yine aynı özle uygulattı.
Şüphe yok ki, böylesi bir yaşam, PKK'nin bir doruğu, temel bir ölçütü olarak görülmek ve bir emir olarak uygulanmak zorundadır. Eğer PKK'de derinleşmek isteniliyorsa, O'nun bu özellikleri gereği gibi özümsenmeli ve uygulanmalıdır.
Böylesi bir kahramana sahip olmak başlı başına bir değerdir, ileride bu konuda çok daha fazla şeyler söylenecek, diğer direniş şehitlerimiz gibi bu şehidimizin anlamı da yerli yerine konulacaktır ama ana hatları ile dahi belirtildiğinde görülmektedir ki, Mahsum yoldaş, partinin teorik ve pratik gelişiminde sadece bir kilometre taşı değil, birkaç kilometre taşı olabilen, bu gücü gösterebilen bir yoldaştır. Parti ve ulusal direniş tarihini her atılımda önemli bir evreye ulaştıran, bunu yaparken de cesaret, fedakarlık, alçakgönüllülük, olgunluk, gençlik, esneklik, kararlılık vb. gibi parti yaşamımızın tüm özelliklerini kişiliğinde temsil eden bir değerdi. PKK ile yürümek ve onunla büyümek isteyen herkes ve özellikle de O'nu tanıyanlar, bu kişiliği mutlaka çok iyi kavramalı, O'nu kendilerinde duymalı ve tüm hücrelerine kadar sindirmelidirler.
***
* Rêber APO’nun 1986 yılının Mayıs ayında Agit yoldaşın şahadeti üzerine yapmış olduğu konuşmadan derlenmiştir…
- Ayrıntılar
Büyük bir umutla, Partimiz ve halkımız lehine olan bir çok politik ve askeri gelişmeyi yaşayarak karşıladığımız 1987 Newroz'u dolayısıyla, halkımızı ve tüm ilerici insanlığa kutlarken, aynı zamanda bizi bu mücadele günlerine ulaştıran direniş şehitlerimiz, başta da Newroz'u yeniden yapan Çağdaş Kawa Mazlum DOĞAN ve Ulusal Direniş kahramanımız Masum KORKMAZ (Agit) yoldaşların anıları önünde saygı ve minnetle eğiliyoruz.
Geçmişte Newrozlar çok basit ve silik bir biçimde yaşanırdı. Newroz'u içeriğinden böylesine boşaltılmış bir biçimde yaşama, aslında halkımızın kendi tarihinden kopukluğunun veya kopartılmışlığının da bir ifadesiydi. İşte Partimizin önderlik ettiği Ulusal Kurtuluş Mücadelesi, tarihi yaratan ve yenileten özelliğiyle, böylesi günlere hep yeni anlamlar yüklemiş ve bunların gerçek içeriğini açığa çıkarmış bu anlamda Partimiz, halkımızın bayramlar diye adlandırılan anma günlerini ve bunlar içinde de başta Newroz Bayramını mücadelemizle ve kurtuluş savaşımızla bütünleştiriyor ve gerçek anlamları ile anıyor.
Artık Parti ve halk olarak biz hiçbir zaman böylesi günleri sadece, bayram günleri, yıldönümleri biçiminde ve içeriğinden uzaklaştırılmış bir tarzda anmayacağız. Eğer yıldönümleri, bayramlar, anma günleri halkların kurtuluşlarına, yaşamda yeni bir sürece girmelerine ve bu günlerden kalma anılarına eşlik ediyorsa anlamlıdır. Açık ki, Partimizin de yapması gereken, içeriğinden epey kopartılarak anlamsızlaştırılmaya çalışılan böylesi bayramlara gerçek anlamlarını kazandırarak, bunlar mücadelemizin önemli bir basamağı haline dönüştürmektir.
Halkların tarihinde, ulusların yaşamında, gerek dini bayramlar, gerek ulusal bayramlar ve gerekse sınıfsal bayramların hepsi, sahiplerine önemli gelişme imkanları sağladıkları için kutlanırlar. Parti hareketimiz de doğuşundan günümüze kadar, Ulusal Kurtuluş Mücadelemizin bütün önemli aşamalarını, eylemlerini ve yıldönümlerini kutlamaya çalışmış, şehitlerimizin şahadet yıldönümleri Partimizin ve halkımızın en seçkin direniş günleri haline getirilmiştir. Bu anmalar, böylesi yeni bir geleneğin yaratılması, Partimiz ve halkımız açısından büyük bir öneme sahiptir. Çünkü binlerce yıl süren bir halkın tarihinin son aşaması, karanlığa gömülerek kaybedilmek istenmiş, bunun için sömürgeciler, işbirlikçileri yüzyılların korkunç çabalarını harcamış ama, bu halk öncüsü sayesinde ve son anda buna "dur" demiş ve bunun kurtuluş eylemini geliştirmişse önemlidir. Açık ki, tarihin araştırılmasına dayanan ve kurtuluşa götüren eylemin önemli aşamaları, elbetteki anmaya değerdir. İşte Newrozlar artık böyle bir temelde, mücadelemizin önemli bir aşamasını ifade eden anlamı ile anılmak veya kutlanmak durumundadır.
Newroz yeni bir gün demektir. Halkımız, yeni bir güne girişi bayramlaştırmış ve bunu kutlamaktadır. Ancak niçin yeni bir gündür, bugün neyi ifade etmektedir veya hangi gelişmeyi dile getirmektedir? Newroz'un anlamı baharın gelmesi, bunun için şenlikler yapılması, temiz giysilerle meydanlara çıkılması, türkülerin söylenmesi veya oyunların oynanması ile sınırlı değildir. Bu olsa olsa bugünün gösteri kısmıdır. Oysaki Newroz'un halkımızın tarihi açısından daha derinden ve özlü bir anlamı olduğu gibi, onun maddi ve manevi yaşamına getirdiği köklü dönüşümler de söz konusudur. Newroz'un bir bayram olarak kutlanmasında, ülkemizin çok sert ve insan yaşamını etkileyen kış koşullarından çıkış, doğayı canlandıran bahara ulaşma bir nedendir. Ancak Newroz, yeni bir mevsime giriş, doğanın şenlenmesindeki bir başlangıçtan öteye, günümüzde mücadelede atılımında yeni bir döneme, ani bir başlangıca girişi ifade etmektedir. İşte yakın geçmiş ve günümüzde Newroz'un Partimiz ve halkımız açısından gerçek anlamı budur. Yani her Newroz mücadelemiz de yeni bir atılımın yaratılması, düşmana daha ezici darbelerin vurulması, bunun için hazırlık ve eylemlilik coşkusunun yaşanması demektir.
Bugün, düşman Newroz'un Partimiz ve halkımız açısından ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştır ki, her kış bitimine doğru kış hazırlıklarımızın baharda bir atılıma yol açacağı gerçeği karşısında sık sık "PKK'nin bahar atılımını önleyelim" diyor ve her Newroz'a doğru gidişte yoğun karşıdevrimci tedbirler geliştiriyor. Bunun en son ve çok açık bir örneği de içinde bulunulan günlerde yaşanmaktadır. Partimiz daha bahar atılımını başlatıp geliştirmeden telaşa düşen düşman, dünyayı ayağa kaldırıyor, bahar atılımının önünü kesmek için korkunç çabalar içine giriyor. Bu durum düşmanın bu telaş ve korkusu, Ulusal Kurtuluş Mücadelimizin çok önemli bir noktaya geldiğinin bir diğer kanıtıdır. Madem ki her Newroz, artık düşmana korku salıyorsa, bu aynı zamanda halkımızın dirilişinin gerçekleştiğini de gösterir. Bunun özellikle bir kaç yıl içinde bu biçimde gelişmesi, PKK'nin tarihe ağırlığını nasıl koyduğunu ve halkının kurtuluş sevincini bu günlerde nasıl yükseklere çıkardığını ispatlar. Bunun böyle olduğunu, artık günümüzde dost da, düşmanda açıkça görebilmektedir.
Kısacası, Partimiz ve halkımız hiçbir dönemle kıyaslanmayacak bir biçimde 1987 yılı Newroz'una daha büyük bir umutla girmektedir. Artık Partimiz ve halkımız açısından, mücadelemizde yeni bir atılım dönemine girme ve düşmana daha büyük darbeler vurmanın sevincini yaşama anlamına gelen Newroz, aynı zamanda bireyin, Partinin ve halkın kendi geçmişini değerlendirmesi, bugününü tahlil etmesi ve geleceğine ilişkin düşünce ve hedeflerini ortaya koyması, bütün bunların bilançosunu çıkararak sunması dönemidir de.
Bu nedenle Partimiz, yeni bir Newroz dönemine girerken, gerek geçmiş dönemi gözden geçirmek, gerekse bugün Ulusal Kurtuluş Mücadelimizin hangi güncel sorun ve görevlerle karşı karşıya olduğunu ve yine yakın geleceğe ilişkin programını ortaya koymak, tüm bunların bir değerlendirmesini halkımıza sunmak durumundadır.
Önder APO
- Ayrıntılar
Türkiye devrimciliği ve solculuğu günümüzde zor bir dönemi yaşamaktadır; faşizmin ağır yenilgisinden ve bunun yarattığı karışıklıktan hâlâ kurtulmuş değildir. Bu nedenle Türkiye halkının çıkarlarını esas alan devrimci cephe bir türlü şekillenemiyor. Fakat Türkiye halkı ve proletaryası da amansız bir baskı ve sömürü cenderesi altında yaşamaya devam etmektedir. Görülmemiş emperyalist işbirlikçisi bir iktidarın had safhada olan, ekonomik, sosyal, siyasal baskıları söz konusudur. Buna karşı dikilmesi gereken devrimci güç, cephe ve örgütün yaratılarak Türkiye zemininde mücadelenin geliştirilmesini, Partimizin önderlik ettiği Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin geçmişte olduğu gibi, günümüzde de önemli bir gelişmesi olarak değerlendirilmiştir. Bizim bu konudaki desteğimizin, Kürdistan'da yükselttiğimiz Ulusal Kurtuluş Mücadelesi olduğunu tekrar belirtmekteyiz. Beklentimiz odur ki, bu çıkışımıza Türkiye'den de gerekli karşılık verilsin. Türkiye proletaryasının merkezlerinde belirttikleri o ana yatakların da en azından grevleri, işçi sınıfının ekonomik mücadelesini yükseltsinler. Bunu, bizim mücadelemizi desteklemeleri amacıyla değil, bugün çok gerilere düşen ekonomik ve sendikal haklarını yeniden almaları için yapsınlar. Bunun için biraz kavga, biraz örgütlenme, biraz tehlikeleri göze alma ve böylelikle onurlarını kurtarma dileğimizdir. Bu oldukça mütevazi ve doğru olan bir dilektir.
Biz halklar ve örgütler arasındaki birliği, mücadele birliği olarak görüyoruz. Bunun için geçmişte bir anti faşist cephe içinde belli adımlar attık. Bunu daha da geliştirerek ister reformist, isterse devrimci olsun anti faşist niteliği esas alan güçlerle ortak mücadelelerle, cephe ve güç birlikleri biçiminde katılırız. Kaldı ki yürüttüğümüz direniş mücadelemizin bunun temel bir güvencesi olduğu ortadadır. Desteği biz bu biçimde anlıyoruz. Açık ki somut görüşmeler yoluyla bunu daha da ilerletebileceğimizi bu konuda hazır olduğumuzu ve üzerimize düşeni yapacağımızı tekrar vurgulamaktayız. Ancak bunu vurgularken, aynı zamanda icazetli solculuğa Cuntanın solu olmaya özenen ve bunu yaygın bir tasfiyecilik biçiminde gerçekleştiren çeşitli anlayış ve pratikle de teşhir ve tecrit görevlerimizi sürdürmeye devam edeceğiz. Bu aynı zamanda Türkiye halkı ve proletaryasının çıkarlarına destek sunmanın bir diğer biçimidir. Bütün bunlar temelinde Partimiz ve halkımız yeni bir mücadele atılımının içine girerken, bir kez daha dürüst Türkiyeli ilerici, devrimci ve demokratları, halklarımızın çıkarına olan gerçek görevlerine sarılmaya davet ediyoruz.
Bölgemizin Tüm
Anti Emperyalist Güçleri
Bugün bölgemizdeki antiemperyalist mücadelede, Partimizin belirgin bir yeri ve rolü vardır. Partimizin mücadelesi daha şimdiden Ortadoğu'ya yönelik emperyalist politikalarla ve özellikle emperyalizmin Türkiye faşist rejimi ile yürütmek istediği politikalara, başta da Irak'a, özellikle Musul ve Kerkük petrol bölgesine ve bütün Güney Kürdistan'a yönelik tehlikeli işgal ve istila çabalarına kararlılıkla karşı durmaktadır. Yine bölgeye yönelik uzun vadeli planları, bölgenin kaderini onlarca yıl etkileyecek ve ekonomik ticari sahada başlayan yayılma çabalarını gittikçe siyasi ve askeri bir konuma dönüştürmek isteyen TC'nin, bu yönelimlerine karşı da ortak bir direnişin geliştirilmesinin gerektiği açıktır. Bölgede emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı, gittikçe kendini dayatan ortak antiemperyalist bir mücadele birliğinin geliştirilmesi için de mevcut milliyetçi yaklaşımların aşılarak, halklarımızın çıkarlarını daha iyi ihtiva eden bir yaklaşımın geliştirilmesi önemli esaslardan biridir.
Kürdistan halkının enerjisine şu veya bu politikanın basit bir taktik yedek gücü olarak yanaşan ve halkımızın bu hakkına saygı gösteren, eşit ve özgür bir temelde birlik isteyen, bölgenin bütün ulusal kurtuluşçu ve ilerici örgüt, parti ve devletleriyle çeşitli düzeylerde ilişkiler geliştirmekten kaçınmayacağız. Kısacası, bölge halklarına yönelik görevlerimizi de bir yandan bu bölgenin azgın ve saldırgan güçlerinden TC'ye karşı daha aktif savaşacak, öte yandan böyle bir ortak mücadele birliğini her konuda sağlamaya, büyük bir çaba sarfederek yerine getirmeye çalışacağız. Bunun için bölge antiemperyalist güçlerini kendi görevlerine daha sıkı sıralama temelinde, ortak bir mücadele birliğini geliştirmek için, Partimizin yürüttüğü çabalara, gereken katılımlarını sunmaya çağırıyorum.
KÜRT HALK ÖNDERi ABDULAH ÖCALAN
- Ayrıntılar
Geleneksel 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, bir kez daha kadın özgürlüğü gerçeğimizi göz önüne getirerek, kadın sorununa yaklaşımın nasıl geliştiği ve bunda bizim çözümümüzün ne olduğunu bilince çıkarmak ve günün mücadele gerçeği içinde daha da ilerleyebilmesinin savaşı içinde olmak, bugüne verebileceğimiz en anlamlı karşılıktır.
PKK tarihi, onun sömürgecilikle savaşım tarihi, aynı zamanda Kürt kadınının kurtuluş tarihidir.
Halk gerçeğimiz, yoğun bir biçimde kadın gerçeğimizin benzerliklerini taşır. Onun sorunu, onun kurtuluşu; kadın sorunu, kadın kurtuluşudur. Belki de denilebilir ki, hiç bir devrim Kürdistan Devrimi kadar kadının kurtuluş devrimi olamayacaktır. Bunun tarihi, ulusal ve toplumsal nedenleri vardır. Tarihte, toplumun ataerkil aile yapısından ötürü ve giderek daha da geri biçimlerde günümüze kadar gelişen feodal ağalık, aşiretçilik, dincilik kurumlarının erkeği öne çıkarması ve bu kurumların en çok yabancı işgale yataklık etmesi, Kürt erkeğini çok onursuz, işbirlikçiliğe en çok alet olan, bu konuda sınır tanımayan bir çarpıklığın içine iterken; kadın güçsüz de bırakılmış olsa, Kürt ulusal değerleri içinde kalabilmiştir.
Erkek egemenliği, onu hep kadın üzerinde baskıya doğru götürürken, dışta işbirlikçiliğe doğru götürmüştür. Kurtuluş yolunu hep işbirliğinde arar. Dolayısıyla yabancı işgalcilerin, sömürgecilerin kültüründen tutalım her türlü siyasi, askeri tortu işlerinden tutalım kabiliyetine göre en tehlikeli ajanlık ilişkilerine kadar, hepsine Kürt erkekleri içinde bolca rastlanır. Bu konuda adeta kendileriyle iftihar ederler. Yabancı işgalcilere en çok kim hizmet ederse, "bu en iyi adamdır" biçiminde bir bakış açısı gelenek olmuştur. Genel anlamıyla erkeğin yaşadığı bu olumsuzluk, işbirlikçi sınıflarda daha da gelişmiştir. İşbirlikçi sınıf ve onun erkek egemenliği denilebilir ki, Kürdistan’ın en uğursuz, en lanetli kirine bulaşmış, ulusal değerlere ihanet etmiş ve dolayısıyla da en çok sorumlu tutulması gereken kesimi oluyor. Eğer kadın bu anlamda bir defa kirli düşmüşse, erkek on defa daha kirli düşmüştür. Bu gerçeği çok işledik.
Genel toplumsal çözümlemelerimizde ve daha çok da kadın sorununun ortaya konulması ve çözümünde son yıllarda oldukça ilerleme sağlamış bulunuyoruz. Hatta bununla da yetinmedik, pratiğe bu çözümlemeler temelinde yol aldırmaya çalıştık. Gelişmeler, çözümlemelerin doğruluğunu ortaya koydu. Kürt kadınının kendini en iyi dile getirdiği 1990 yılının Cizre-Nusaybin serhildalarında önderlik edenler kadınlardı, çocuklardı. Kadın-çocuk ilişkisini göz önüne getirirsek, kesin olarak serhildanda önderlik, ağırlıklı olarak kadınındır. Bu gerçeği iyi anlamak gerekiyor.
Unutmayalım ki Cizre-Nusaybin’de, Kürdistan’ın diğer benzer serhıldanları’na geliştiği yörelerde, kadının kendini ortaya çıkarışı tesadüfi değildir.
Birincisi; kesinlikle partimizin ideolojik-politik yaklaşımlarının doğruluğuna, kadının tutkusuna verdiği önemi gösteriyor. Bu kesindir.
İkincisi; yaptığımız pratik çalışmanın doğruluğunu, kadın faaliyetlerine verdiğimiz önemi, kadın kadrolarının kitleler arasındaki çalışmalarının önemini ve sonuç alıcılığını gösteriyor. Özellikle Cizre kadınının etkilenmesinde temel rolü oynayan Bınevş AGAL yoldaşın örnek kişiliği, çok iyi bilinir ki, bu gelişmelerin en önemli nedenidir. Hemen hemen her yörede böylesine gelişmelerin ortaya çıkarılmasında, partinin bizzat eğitip mücadele alanına sevk ettiği kadın kadrolarının yeri önemlidir. Onlarca şehit verilmiştir. Daha dün 1991 serhildanının geliştiği Şırnak, İdil ve Dargeçit’te, kadınların yürüyüşün başında olduğu ve yine ilk şehidin bir kadın olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Şu ortaya çıkıyor ki, Kürdistan Devrimi’nde daha başından itibaren, kadınlar önemli rol oynayacaktır, korkusuz yöneleceklerdir.
Devrim, önemli oranda kadınların kurtuluşunun devrimi olacaktır.
Bu düşüncede ortaya konulduğu gibi, pratikte de böyle olacağını kanıtlamıştır. Kürdistan ulusal gerçeği, içten baskı altına alınan halkın yaşadığı zor koşullar ve buna karşı özgürlük savaşımının ortaya çıkardığı gelişmeler, kadın etkisini sıkı sıkıya taşır. Şunu sıkça söyleriz; bizim halkımızın gerçeği, biraz da kadın gerçeğine benzer, kadının baskı ve sömürü altına alınışına benzer bir baskı ve sömürü altına alınmıştır. Dolayısıyla halkımızın sorunları ve kurtuluş yolları ile kadın sorununun çözüm ve kurtuluş yolları iç içe düşmüştür. Hiçbir halkın gerçeğiyle karşılaştırılmayacak kadar bize özgü bir gerçektir. O halde, bu gerçek böyleyse ve gelişmeler de bunu doğrulaşmışsa, Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, her ulusun kadınlarına bugün dolayısıyla göstermek istediği bir yaklaşım vardır. Bizim de bu konuda göstereceğimiz en olumlu yaklaşım, gerçeğimizin izleyicisi olmak ve eğer bu gerçekliğimiz de bir direniş, serhildanın gerçeğine dönüşürse, bunun en anlamlı yaklaşım olduğunu ortaya koymaktır. Biz sadece bunu bir günün saygılı yaklaşımı olarak değil, gittikçe derinleşerek bütün toplumumuzun kurtuluşuna, onun her bakımdan dirilişine katkısını sunacak ve sadece bu anlamıyla Kürdistan için değil, bunu kadının kurtuluşu için değil, dünya kadınlarının özgürleşmesine de katkıyı yapacak bir yaklaşım olarak görüyoruz ve bunun savaşımını veriyoruz.
PKK’nin kadın sorununda çok radikal olmasının en temel nedeni, kadın gerçeğimizin kendisinde yatmaktadır. Sorunu dünya kadının sorununa bağladığı gibi, tarih boyunca kadının baskı ve sömürü altına alınışı, düşürülüşü, kötürümleştirilmesi ve buradaki mücadelesine başladığı gibi, en çok da bunun Kürdistan kadınında nasıl geliştiği, Kürdistan kadınının baskı ve sömürüsünün özgül yanı, ayrıca kurtuluşunun da özgün yönlerini doğru ele almak gerekir.
Şunun çok iyi bilincindeyiz; genelde bir toplumda kadının özgürlük düzeyi, bütün toplumun özgürlük düzeyini belirler. Bir toplumun ne kadar özgürleşeceğini anlamak istiyorsanız, bir kadının ne kadar özgürleşmek durumunda olduğuna bakacaksınız. Bir ailenin ne kadar özgür bir aile olduğunu anlamak istiyorsanız, kadının ne kadar özgür olduğuna bakacaksınız. Şunu da ekleyelim; bir erkeğin ne kadar özgür olduğunu anlamak istiyorsak, kadın sorununda ne kadar özgür olduğuna bakmak gerekir. İyi veya kötü, demokrat, sosyalist olmanın temel ölçütlerinden birisi; soruna demokrat ve sosyalist olarak bakabilmek, kadın ilişkilerinde bir seviye tutturabilmek buna bağlıdır. Dolayısıyla biz, partimizin içinde "özgürlük ne kadar vardır" sorusuna cevap vermek istiyorsak, saflarımızdaki kadınların özgürlüğüne bakacağız. Saflarımızda kadın ne kadar özgürleşiyorsa, PKK de o kadar özgürdür.
PKK’nin özgürlük derecesi toplumumuzun özgürlük derecesidir.
PKK’deki kadının özgürlük derecesi, Kürdistan toplumunun içindeki kadının özgürlük derecesini tayin eder.
Soruna böyle yaklaştığımızda, partililere ne tür bir görev düştüğünü çok iyi anlıyoruz. Her şeyden önce partinin konuya doğru tarihi, toplumsal gerçekler temelinde bakmasını bilmek gerekiyor. Bu konuda geliştirilen çözümlemeler vardır. Mutlaka bütün partililerin özümsemesi gerekiyor. Tutarlı olmanın birinci boyutu budur. İkincisi, bunu kendi kişiliklerinde uygulamaları gerekir. Çözümlemelerden çıkarılacak sonuçlarda sadece kadının özgürlüğü değil, erkeğinde özgürlüğünün yattığının bilinmesi gerekir. Düşürülen kadın, erkeğin düşürmesidir. Özgürleşen kadın, özgürleşen erkek demektir. Böylesine iç içe etkileyen taraflar olarak baktığımızda, sağlam bir partilinin kendini mutlaka eğitmesi gerektiği ortaya çıkar. Ne kadın bize geleneksel kendi köleliğini, düşkünlüğünü dayatabilir, ne de erkek kendisinin tersyüz edilmiş egemenliğini, daha tehlikeli işbirlikçi düşkünlüğünü ve baskıcı egemen olma konumlarını dayatabilir. Mutlaka tutturulması gereken, tarafların eşit ve özgürlüğe açık olmayı bilmeleridir. Açık, şeffaf, özlü, baskıdan uzak, olumsuz etkilenmelerden uzak, sonuna kadar temel kurtuluş değerlerine bağlı, saygıya dayalı, sevgiye dayalı, sonuna kadar yoldaşça ilişkiler içine girebilmeleridir. Parti buna önem veriyor, bu konuda mevcut gerilikleri aşmaya çalışıyor ve daha şimdiden bu çabaların ürünü olarak Kürdistan kadınının devrimde küçümsenmeyecek rolünün ortaya çıkmasına yol açıyor. Düşmanın baş edemeyeceği müthiş bir güç kaynağının sadece kendini kurtarmakla yetinmeyeceği, bütün toplumun kurtuluşuna, onun zengin, yeni, diri, yaşanmaya değer bir toplumsal düzene dönüştürülmesine en büyük katkıyı sağlayacaktır.
Demokratik olsun, ulusal kurtuluş olsun, sosyalist olsun geleneksel birçok devrimde kadın hep uydu, bağımlı bir biçimde ele alınmıştır. Devrimin esas bir öğesi değil, bağımlı bir öğesi gibi yaklaşılmıştır. "Herkes askerdir, kadın da bir askerdir; herkes bir militandır, kadında bir militandır; herkes şu işi yapıyor, kadın da o işi yapmalı" şeklinde kaba-materyalist yaklaşımlar sergilenmiştir. Kadının askeri, siyasi, örgütsel çabalara katılması gerektiğini inkâr etmemekle birlikte, bunun yetmediğini, hatta bu konuda kadına yaklaşımda salt eşitlikçi bir anlayışın tutturulmasının ciddi sakıncaları olacağını hemen belirtmek gerekiyor. Çünkü kadının özgürlüğü, onun mücadelesinin de özgürlüğünü ortaya çıkarır. Kadının fiziki, sosyal, tarihsel, içinde bulunduğu durum ve hatta bir bütün olarak toplum için ifade ettiği anlam, her ne kadar bütün toplumsal etkinliklere buna devrim de dâhildir katılmayı kurtuluş için vazgeçilmez kılıyorsa, özgünlüğünden kaynaklanan durumda aynıdır. Bu yönlü özellikle dışlanmıştır, söz değerinden yoksun bırakılmıştır, eylem değerinden yoksun bırakılmıştır. Her türlü etkinliği sınırlandırılmıştır. Bu daha çok sosyal yaşamda, kültürel yaşamda, böyledir. Yalnız siyasi askeri yaşamda değil, diğer alanlarda da yoksun bırakılmıştır. İlişkilerde özgünlüğü, eşitliği ortadan kaldırılmıştır. Bütün bunların yeniden ele alınması, özgürleştirilmesi gerekir.
Dolayısıyla soruna dar bir eşitlikçi anlayışla değil, kadın gerçeğinin bütün boyutlarıyla ele alıp zenginleştirilmesi temelinde yaklaşılmalıdır. Böylece kendi elinden alınan birçok yeteneğinin yeniden kazandırılmasına yol açılır. İyi bir inceleme sonucu, toplumsal baskı nedeniyle neyi kaybettiyse, onu bulmaya götüren, onu edinmeye götüren bir mücadelenin sahibi olması gerektiği açıktır. Kadının kendi orijinalliğini, özgünlüğünü böyle bulmasına, en az diğer alanlardaki eşitlik çabaları kadar büyük gereksinme vardır. Bunu karşılayamadan, kendini erkekle kaba eşitleştirme içine sokması tehlikeli bir yanılgıdır. Çünkü kadının bir de yitirdikleri vardır, elinden alınan yetenekleri vardır, kişiliğini yaşamama, kadınlığını yaşamama durumu vardır. Bunun büyük sıkıntıları, bunun yol açtığı acıları vardır. Bunları gidermeden ne siyasi, ne askeri, mücadeleye ciddi olarak katkı sunacakları düşünülemez.
PKK bu konuları zengince ele almaya çalışıyor. Hiçbir partiye nasip olmayacak bir biçimde kendine duyduğu bir güvenin de eseri olarak bakıyor. PKK’nin konuya böyle bakışının altında, aslında Kürdistan Devrimi’ne bakışı yatmaktadır. Bu bakışın altında, Kürt toplumunun, kadınların yaşadığı baskı ve sömürü biçimine benzer bir durumu yaşaması gerçeği vardır. Dolayısıyla soruna çok köklü yaklaşmamız, kendi toplumumuzun sorunlarına köklü yaklaşmamızdan ötürüdür. Bu nedenle de iki sorunun çok iç içe ve hatta kadının özgül nedenlerden ötürü öncü rol üstlenmesi de bu nedenle gerekiyor. Örneğin, Kürdistan toplumunun, erkeğinin sürekli dışarıya kaçışı ve neredeyse toplumun dörtte üçünün kadınlardan oluşması, yine erkeğin kolay işbirlikçiliğe yatması, ama kadının ulusal değerlerden kopmayışı gerçeği var. Okur-yazarlığı yok ve Kürt kalmak zorunda. Bu basit nedenler bile, neden kadının çoğunluğunun ulusallığı temsil ettiğini bize açıkça gösteriyor. Partimizin daha başından itibaren bunları gördüğünü göz önüne getirerek, bu soruna hak ettiği yeri vermesi, serhildanda kadın önderliğinin ortaya çıkışına yol açıyor.
Hiç şüphesiz bununla yetinmeyeceğiz, attığımız adım bir başlangıçtır. Parti içinde olsun, ulusal kurtuluş saflarında olsun, giderek daha fazla ve yoğunca bu sorunun işlenmesine ağırlık vereceğiz. Her şeyden önce parti saflarında kadın eğitimini daha da geliştireceğiz. Mevcut çözümlemelerin iyi özümsenmesi, derinleştirilmesi, kişiliklere indirgenmesine artan bir çabayla karşılık vereceğiz. Aynı şeyi yalnız kadın için değil, erkeğin eğitimine de yansıtacağız. Şu ilkeyi sürekli göz önüne getireceğiz; bir kadro bu sorunlarda doğru çözüme ulaştığı anda kadrodur, bu sorunda özgürleştiği oranda özgürdür. Gerçeğine biraz özeleştirisel yaklaşacak, sürekli eksiklikleri gidermeye çalışacak, bu konuda kendi mücadelesinde giderek derinleşme ve yoğunlaşma sağlayacaktır.
En önemlisi de kadın kadro adayları, daha çok kendi eğitimlerine ağırlık vereceklerdir. Partiye çok zayıf geldikleri, toplumun ağır etkisini taşıdıkları, çok geri özellikler getirdikleri biliniyor. Dolayısıyla özgül eğitimlerini yapacaklar. Bu konuda geleneksel kadın düşkünlüğünü, duygusallığını, hafifliğini asla yansıtmayacaklar. Bilakis cesur, fedakâr, zeki kadın olma özelliklerini sürekli geliştirecekler. İnanıyoruz ki, kadınlar da bu özellikler erkeklerden daha aşağı değildir. Bizim yaşadığımız gerçekler daha şimdiden bunu doğruluyor. Geçen yıl, yani 1990 Newroz’unda partimizin ideolojisinden sınırlı olarak etkilenen kahraman kızımız Zekiye ALKAN’ın kendini yakma eylemi, "Newroz ateşi en iyi insan teninde yanmalıdır" demesi, cesaretin ve fedakârlığın sınırsız bir örneğidir. Demek ki, kadının kurtuluşa girişi öyle küçümsenecek bir giriş değildir. Doğru yol gösterildikten sonra, eğer yanlış engellemelerle dıştan dayatmalar olmazsa, kadına sonuna kadar güvenmek ve bunun doğruluğuna inanmak, sanıldığından daha fazla kurtuluşumuza katkı sağlar, zenginlik sağlar. Bu olmadan devrim olmaz. Kadının genelde dünyada, özelde Kürdistan’da katılmadığı devrim, noksan kalmış bir devrimdir, bizdeyse imkansız bir devrimdir. Ulusal kurtuluş devriminde, demokratik, sosyalist devrimde kadın, Kürdistan özgülünde gittikçe daha artan bir rol oynayacaktır. Şu çok önemli bir gerçektir ki, Kürdistan kadını uyandığı, örgütlendiği, kat be kat kendini özgürleştirdiği oranda, Kürdistan uyanmıştır, dirilmiştir, özgürleşmiştir ve yaşanılır bir alana kavuşmuştur.
Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla bir kez daha bu soruna kendi katkımızı sunarken, böylesine kapsamlı düşünmeyi ve üzerimize düşeni yapmayı bilmeliyiz. Parti Önderliği olarak biz, kendi çabamızı oldukça yoğun ve çözümleyici kılmaya çalıştık. Halen kadın kurtuluşunun Kürdistan kurtuluşundaki yerini, önemini ortaya koymak için, ardı arkasına çözümlemeler, yoğun eğitimler, örgütlenmeler yapıyoruz. Bu konuda bütün partililere, doğruların nasıl ele alınması gerektiğini, çözümün ne olduğunu, özellikle pratiğin nasıl geliştirilmesi gerektiğini önemle vurguluyoruz. Devrimimizin önemli oranda kadın devrimi olduğu bilinciyle hareket ediyoruz. Çabalarımız, bize bu konuda oldukça yenileştirici, oldukça özgün olmayı öğretmiştir. Geleneksel yaklaşımların, namus kavramının, aile kavramının yıkılışını, bunun yerine gerçek namuslu yaklaşımı, özgür yaklaşımı, büyük zorluklara rağmen yerine getiriyoruz ve getireceğiz. Yaptığımız sınırlı bir çalışmadır. Daha fazlasını cesurca, bu konuda hiçbir engel tanımadan yerine getireceğimiz kesindir. Yeni olacağız, yeniyi başaracağız. Bu konuda kendimize güvenimiz, kadın kadrolarımıza, çalışanlarımıza ve bütün kadınlarımıza güvenimiz tamdır.
Bir kez daha bu vesileyle, başta kamp sahasındaki eğitim faaliyetine katılan yoldaşlar olmak üzere, PKK saflarındaki ve serhıldanlardaki Kürt kadınlarının mücadelesini selamlıyor, sevgilerimi sunuyorum.
Önder APO
- Ayrıntılar
Ortadoğu’da üçüncü destansı çalışmam, kadın özgürlüğüne ilişkin olanıdır. Bana göre anayurtların ve emeğin kurtuluş çalışmalarından daha öncelikli olması gereken bu çalışma en zor alanıydı. Kadın, gericiliğin ve köleciliğin ilk ve köklü ezilen sınıfı, ulusu ve cinsiydi. Görünüştü cins farklılığı, eşitsizlik ve baskı için gerekçe yapılır. Tarih derinliğine araştırıldığında anlaşılacaktır ki, kadınlar tamamen sosyal ve siyasal egemenliğin ilk kurbanlarıdır. İnsanlığa dayatılan her tür eşitsizliğin ve köleleştirmenin ilk sınıfıdır. Kadın köleleştirildikten, evin uysal ve evcil bir nesnesi (özne değil) haline getirildikten sonra, sıra sınıflı toplumu ve devleti yaratmaya gelmiştir. Zalim ve yalancı erkek kadını düşürdükten sonra, bundan aldığı cesaretle diğer insanları ve kendi cinsini de ezmeye ve tutsak kılmaya yeltenmiş; en büyük yalancı düşünce sistemleri olan mitolojileri ve dinleri yaratmıştır. Tabii halklar için doğruya yaklaştıran mitoloji ve dinler de vardır. Biz egemenler ve sömürücülerin yalancılık ve zorbalık üreten din ve mitolojilerinden bahsediyoruz. Bu din ve mitolojilere bakıldığında, kadın bin bir hile ve zorbalıkla görkemli tanrıça tahtından adım adım düşürülmekte, önemsiz kılınmakta ve en son yok edilmektedir. Özgürlük savaşçısı olup da bunu görmemem mümkün olamazdı. Ana tanrıça dinini yaratmış ve ilk aşk tanrıçalarına mekan olmuş bu toprakların özgürlük çocuğu olarak, ilk büyüklerimizi ve tutku kaynaklarımızı anlamaya çalışacak, araştıracak ve varlık gerekçelerini bulacaktım. Kadın sorununa yüklenmem bir kişisel onur sorunu olmanın ötesindedir. Basit cinsellik ihtiyaçlarının ise tam karşısındadır. Cinslerin buluşmasını mutlaka hayvani cinsel güdünün üstüne, büyük dostluğun ve yoldaşlığın seviyesine çıkarmak, bana gerçek bir yiğitlik gibi geldi ve kadına uzanmaktan çekinmenin korkaklık olduğunu fark ettim. Korkuyu egemen erkek yaratmıştı. Namus adı altında bu oyunu oynuyordu. ‘Seviyorum’ derken bile, ikinci seferinde bıçaklıyordu. Haksızlığı dehşet vericiydi. Cins olarak kadını hırpalamış, fiziğini, zekasını ve duygularını mahvetmişti. Kadını inanılmaz derinliklere düşürmüştü. En benim diyen sosyalist erkek ve hatta kadın bile bu oyunun basit figüranları olmaktan kendilerini kurtaramıyorlardı. Özgürlüğe büyük susamışlığın verdiği güçle soruna yüklendim. Çok sayıda çözümlemeler, diyaloglar, derinlikli konuşmalar yaptım. Bir sahipleri olarak değil de, bir sanatkar olarak, güzel bir fiziki duruştan zeka kıvılcımı olmalarına ve dillerinin sesiyle hiçbir maddenin veremeyeceği tadı verebilecek düzeye ulaşmalarına kadar her şeylerine müdahale ettim. Yetiştiler, büyük yetiştiler, ama toydular. Lanetli yaşam ve erkek efendileri yanı başlarındaydılar. Onlara karşı ve onlarla birlikte büyük öz cins savaşımını verecek tecrübe ve ustalıktan yoksundular. Bu acıyla kendilerini uçurumlardan attılar. Ateşlerde yaktılar, bombalarla parçaladılar. Onlar kahramanlık adına her şeyi yaptılar. Ama yalnızdılar. Karşılarındaki erkeklik, kaba yaklaşımından başka tür bir yaklaşımı, eşitlerin büyük dostluğunu ve yoldaşlığını aklına getirmek istemiyordu. Çiçekler gibi solup gidiyorlardı. Tanrıça kültüne içten inanacak kadar saygı ve sevgi gücüne ulaştım. Büyük kadın savaşımımı ne kadar gözden düşürmeye çalışsalar da hakkını verdim. Hem bir kadın için en kutsal görevlere ihanet edeceksin ve protestocu yaşayacaksın, hem de soylu kadın yoldaşlığı için üzerine düşeni yapmayacaksın! Başta PKK olmak üzere, tüm ilgili çevrelere kadın savaşımının basite alınacak bir yönü olmadığını göstermeye çalıştım. En az zorba ve yalancı erkek tanrıları kadar, doğrunun ve aşkın gücü olan tanrıça dünyasının da tanınmasını, gerekli saygı ve sevginin içten gösterilmesini ilkelice ve ciddiyetle sonuna kadar göstermeye ve dayatmaya çalıştım.
Hainleri ve işbirlikçileri çıksa da, bu çabalara candan katılanlarını unutmak asla mümkün değildir. Hele şehitleri, bu toprakların halklarımızın en kutsal azizeleri olarak her zaman anılacaklardır. Onlar gerçek birer yiğit tanrıça durumundadırlar. Kalanların birliklerini, partileşmelerini saygıyla karşıladım, yardımcı oldum. Özgür ve güzel yaşamın garantisi olmaları gerektiğini hep söyledim. Bir gün mutlaka gerici, yalancı ve zorba erkeği hizaya getirecek güçlü kadına ulaşacaklarına dair duyduğum inançla çabalarımı sonuna kadar sürdürdüm. İnsan sadece mülkü olan kadınıyla büyümez, erkek olmaz. Ben böyle ne büyümek, ne de erkek olmak istedim; hatta böyle olmayı onur kırıcı buldum. Kadını zor duruma düşürdüğümü biliyorum. Onları ateşten bir parça haline getirdiğimi de biliyorum. İçlerin büyük düşmanlık edenlerin ve çok haksızlık yapanların olduğunu da biliyorum. Onları yalnız kıldığımı da biliyorum. Ama bilmelerini istediğim önemli bir hakikat, onların savaşın da, barışın da kaderini belirleyecek kadar güçlü olmaları gerektiğidir. Bu olmadan yaşam haramdır. Bu olmadan aşk olmaz. Bu olmadan hiçbir özlem giderilemez. Yalnız ve ayrılık bu büyüklüklerin elde edilmesi ve egemenlik kazanması için, geçilmesi gereken yol ve ödenmesi gereken borç faturalarıdır. Ana tanrıça ve aşk tanrıçalarının diyarında bin yılların kaybettirdiği özgürlük ve eşitlik gücüyle, kadın merkezli çalışma ve savaşımında güzellik ve zekanın yeniden yaratılacağına, varolanın yeni toplumsal sözleşmeyi hayata geçirecek kadar özgüce kavuşacağına dair umut ve inancımı belirtirim. Tüm sevgi ve saygı dolu kadın yoldaşlığında iddia kadar, çabalarıma bir aşk işçisi olarak son nefesime değin devam edeceğim kesindir. Anlam verecekleri ve ihtiyaç duydukları kadar kadın yoldaşların olduğum ve hep öyle kalacağım kuşkusuzdur.
Yaşam tarzı, sevgi ve saygı gibi moral ve estetik ilkeye yer verdiğimi belirtmeliyim. “Yaşam ya özgür olacak, ya hiç olmayacak” ilkesine bağlılığım doğuştan ölüme veya sonsuzluğa kadardır. Sevgi ve saygı, estetik ve özgür ahlakla mümkündür. Unun merkezine kadını oturtmam doğrudur. Özgürlük eylemiyle doğan özgür kadının ve etrafında gelişen yaşamın en güzelce ve dostça olacağından kuşku duymadım. Komplekse düşmedim. Erkek egemenlikli din ve toplum yerine, kadının en azından eşitliğini gözeten tanrıça ağırlıklı din ve toplum anlayışına büyük anlam verdim. Bunun oluşması için büyük bir kadın özgürlüğü ve aşkının işçiliğini yürüttüm. Hiçbir kadına, dolayısıyla insana mülk gözüyle bakmadım, baktırmadım. Bu yolumda da doğruluğundan, ahlaki ve estetik değerinden hiç taviz vermeden sonsuza kadar yürümem, karakter oluşumumun doğal bir sonucudur.
Eleştiri-özeleştiri olayını fazla çözümlemek yerine, ilgili konularda pratik çözümlere yansıtmak daha önemlidir. Buna her zaman özen gösterdiğim bilinmelidir. Özellikle İmralı süreciyle birlikte derinliğine kendimi yokladım; öz bilince ve özgür duygulara ulaşmaya ve bunları paylaştırmak için yansıtmaya ilişkin çabalarımı sürdürdüm. Mevcut gelişmeler, sözümüzün pratik olduğuna ilişkin belirlemeye bağlı kalındığını kanıtlamaktadır.
Rêber APO
- Ayrıntılar
Her cephedeki savaşçımız, tüm yıllarda olduğu gibi bir daha gerek inisiyatif kazanmada, gerekse hazırlıklar itibariyle bu yılı en başarılı kazanmanın başlangıcını bir kez daha yakalamıştır.
Gerek düşman cephesinde ve gerekse kendi iç bünyemizde, ulusal Kurtuluş saflarında olsun, parti ve ordulaşmanın iç düzeyinde yaşanılan gelişmeler çarpıcıdır ve hiçbir dönemde kıyaslanmayacak kadar, sonuca gitmede, önümüzdeki yılın büyük anlam ifade ettiğini, sadece kendimiz açısından değil, çok çeşitli çevrelerin ortak bir görüşü olarak kendisini ortaya koymakta, dile getirmektedir.
Bizim cephemizde; bir yoldaşla ve taktiğe giderek daha fazla hakimiyet, kendini gösterirken düşman cephesinde ise; bir parçalanma, çözülmenin geliştiğini ve bu anlamda yenilenme ile bu çözülüşü durdurma ya da giderek daha da daralma yaşayacağı bir o kadar doğrudur.
Geçtiğimiz 1996 yılı için söylenebilecek olan: Bizim büyük bir hazırlığı, iç yoğunlaşmayı, özellikle taktik dönüşüm için ve bundan da daha önemlisi, buna güç getirecek komuta ve savaşçı kişiliğini netleştirmek, yetkinleştirmek, biçimlendirmek anlamında büyük çabaların harcandığı ve sonuca gitmek için epey ilerlemenin sağlandığı bir yıl oldu.
Bu yönlü çarpıcı bir gelişme de giderek kendini mevzilenmelerde, üslenmelerde daha kalıcı kıldığını, yeni savaş tarzına, taktik tarzına hükmedebileceğini, belirli yönleriyle ortaya koymuşken düşmanın özel savaş yöntemlerinin toplumda büyük bir çözülüşe, güvensizliğe, uluslararası alanda da bir tecritliğe ve kabul edilmezliğe doğru götürdüğü ve bunun en çok açığa çıktığı bir yıl olduğu tartışmasızdır. Özel savaşın tabiatı, gerçeği; başka türlüsü de olamazdı. Baştan itibaren gerek esas aldıkları siyaset, gerek oyalama tarzının Türk devletinin klasik yapısını bile zorlayacağını ve hatta devlet olmaktan çıkaracağını biz çok önceden söylemiştik. Doğrulanan, görüşümüz olmuştur.
Eğer mevcut özel savaşı bu haliyle daha fazla sürdürecek olurlarsa; bunun giderek kendi kendilerini tüketen, yiyen, bizim belki de savaşımızdan çok, kendi kendisini yiyerek adeta tüketmesi gibi bir durumu yaşaması kaçınılmazdır. Özel savaş mantığı budur. Bu biçimde götüremeyeceklerini çok iyi anladıkları için, bir takım değişikliklere gitmek istiyorlar.
Devlet bünyesindeki son çatışmalar ve tartışmalar bununla bağlantılıdır. Bunu; hemen siyasi diyaloga hazırlanıyorlar biçiminde yorumlamak ne kadar yanlışsa, bunu tümden göz ardı etmek de bir o kadar yanlıştır. her şey olabilir. Özel savaşın kendini yeniden şekillendirmesi kadar, bunun bir biçimi olarak siyasal olanakları devreye sokması da ihtimal dahilindedir. Zaten bu son muhalefetin muhalefetlik yapamaması, yani siyasal rol oynayamaması söz konusudur, siyasal süreç derken, yalnız ulusal kurtuluş ve diyalogundan bahsetmiyorum. Türkiye'de politika tükenmiştir. Özel savaş, politikayı adeta işlemez duruma getirmiştir.
Verilen kavga bunun yolunu açmak içindir. Başarılıp başarılmaması o kadar önemli değildir. Ama kavga kızışacaktır! Çok geniş sivil politikacılar ekibi, çok sayıda parti ya tamamen teslimiyet bayrağını çekerler ya da mevcut özel savaş kliğini daraltırlar ve hatta düşürürler. Tabii, bu da devlet içindeki bir çatışmanın gelişmesi anlamına geliyor. Hem hükümetin, hem muhalefetin, MİT'ten tutalım orduya kadar içinde dayanakları vardır. Bunların hepsi harekete geçirilmiştir ve daha da geliştirilmek zorundadır. Ya tümüyle muhalefetin tükenişi ve böylece de kendine özgü bir özel savaş rejiminin devleti tümüyle ele geçirmesi veya mevcut özel savaş hükümetinin aşılması söz konusu olacaktır.
97 yılı, en çok bunun yaşandığı bir yıl olmaya daha şimdiden aday olduğunu göstermiştir. Bir çok ihtimal, muhalefet partilerinin eskiden özel savaş hükümetleriyle kurdukları 'milli mutabakatın' artık devlet için yararlı olmadığını, kendilerini de bitirmenin eşiğine getirdiğini görmüşlerdir. Ve siyasal faaliyetlerini artan bir etkinlikle sergileyecekleri kaçınılmazdır.
Ana muhalefet partisi, Yılmaz'ın biraz tükenişi önlemek için içine girdiği tutum bunun ifadesidir. Ardından Bülent Ecevit, Deniz Baykal, hatta yeni oluşumların da kendi ağırlıklarını hissettirmek zorunda oldukları, aksi halde erimekten kendilerini kurtaramayacaklarını belirtiyoruz. Hükümetteki Refah Partisi'nin her iki durumdan yararlanmak istediği, gerek DYP'nin sıkışıklığını, gerekse muhalefetin sıkışıklığını kullanarak puan toplamak istediğini, ama bunun da pek güvenilemez bir yol olduğunu, puan toplamaya çalışırken birçok puan kaybetmesi de işten bile değildir. Böylesine karmaşık bir durum yaşanıyor. DYP, yani faşizme, özel savaşa çok bel bağlayan bir partidir. Zor ayakta durduğu, aşınmayla ve giderek CHP'nin durumuna düşmekle karşı karşıyadır.
Bütün bunlar, özel savaş rejiminin, sivil kliğinin nasıl zor durumda olduğunu ve hatta görünmeyen çetelerin de -son ortaya çıkan kavgasında görüldüğü gibi- mevcut sitemi yürütmede ne kadar zorlandıklarını veya kapıştıklarını açıkça gösteriyor. Ki, bu anlamda 1997 yılı özel savaşın tarihinde; ya bir değişim dönüşüm ya da içinde daha fazla dağılma ve çatışmanın yaşanacağını göstermektedir.
Burada ak hayaller beslememek lazım. siyasal yollar fazla açılsa bile, ulusal kurtuluş savaşımızın bu konuda siyasal diyaloga kolay kolay gireceğini sanmamak gerekir. Daha çok tasfiye temelinde yaklaşacaklardır. Uygun olmayan kanallarda tecrit etmeye çalışacaklardır. Bunun için değişik önderlikler ve politikalar gündeme sokulacaktır. Gerek Refah kanadında, gerek muhalefet kanadında buna benzer çabalar artabilir. Ama bütün bunlun özel savaş yöntemi olarak kullanan klik; özel savaş yönetiminin aslında kendi savaşımında bir tıkanıklığı yaşamaktadır. Kullanabildiği bütün yöntemlerin aleyhine sonuç verdiği, eğer ısrar ederse, daha da bunun çarpıcı olumsuz etkilerini yaşayacağını görmesi söz konusudur.
Dolayısıyla, çatışmanın daha da derinleşmesi ve devletin temel kurumlarını çatırdatması söz konusudur. Birlikleri de sakıncalı, parçalanmaları da. Bir reforma gidip gitmemeleri de son derece tartışmalıdır. Köklü bir reform mümkün olabilir mi? Türkiye devlet yapısında bu biraz zordur. Ama giderek bunun için zaman kısalmaktadır. Eğer önümüzdeki zamanı da kullanmasalar, belki tümden kaybetmenin çaresizliğini de yaşayabilirler.
Bu nedenle özel savaş cephesinde, yeni yıl son derece sonuç alıcı, -ya dönüşüm anlamında ya da bunu sağlayamazsa daha da daralma tükenme anlamında- hayati bir yıl olacağa benziyor.
Bunu tabii bu boyutuyla da görmek mümkündür. Geleneksel olarak bu savaşı destekleyen ABD ve Avrupa da desteğini önemli oranda durdurmakta ve bazılarım geri çekmektedir. Bu haliyle fazla desteklenmeyecekleri önümüzdeki süreçte daha fazla ortaya çıkacaktır.
Erbakan yoluyla İslam ülkeleriyle kurdukları ilişkilerin de lehine değil, aleyhine sonuç vereceği günler yaşanıyor. PKK'yi yalıtma, tecrit etmede başarı değil, başarısızlık söz konusudur. Rusya ile geliştirmek istedikleri ittifak, PKK aleyhinde tersini doğrulamaya adaydır.
Kısaca diplomaside özel savaş en tecrit olmuş yılı yaşarken, PKK'nin diplomatik atakları tarihte ilk kez çok kapsamlı bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Tabii özel savaşın dayandığı ekonomi, tamamen en bunalımlı bir dönemi yaşadığı gibi her an değişik krizlerle de işlemez duruma gelmesini önümüzdeki süreç ortaya çıkaracaktır. Kartopu gibi büyüyen dış borç, ancak daha da faizi büyüyen iç borçla ödeniyor ki; bu yol değildir. Hiçbir devlet buna dayanamaz. Enflasyon yüzde doksandan aşağı düşmüyor, hiçbir ekonomi buna dayanamaz. Dünyada örneği yok. Yatırımlar tümüyle durmuş ve alttan dayalı bir ekonomi, kesinlikle bu toplumun ekonomik taleplerine cevap veremez.
Siyasal krizden bahsettik. Neredeyse birbirlerini yerle bir edecekler. Hatta "gizli çeteler savaşı" bile tüm güvenlik kurumlarının ne hale gelebileceğini göstermektedir. Ordu içindeki görüş farklılığının giderek büyüyeceği ortada.
Demek ki, 97 yılı bu anlamda bir final yılı olmaya doğru gidiyor. Hiç şüphesiz bunların temelinde, bizim ulusal kurtuluş mücadelemiz yatıyor. Ulusal kurtuluş savaşı, her ne kadar geçen yıllarda, özellikle Genelkurmay'ın tamamıyla devreye girdiği 1992'den beri çok ağır bir süreci de yaşasa, unutmayalım ki; bu direkt Genelkurmay'ın kullandığı, bütün kuvvetlerin hayata geçirdiği savaş 5 yılı buluyor. Devletler düzeyinde yürütülen bir savaştır. Farkı burada. Yani Güreş'in sorumluluğu altında bütün kuvvetlerin katıldığı bu 5 yıllık savaş, ancak devletler düzeyinde yürütülebilir. Bu açıdan önemlidir, kapsamlıdır.
Ve ulusal kurtuluş savaşımımız yenilmemiştir. Ama, zorlanmayı yaşamıştır. Belli sahalarda daralmayı yaşamıştır. Bu da gerilla tarzının kaçınılmaz bir sonucudur. Anlamsız kayıplar kolay değil. Daha fazla başarılı olacağımız sahalar çoktur.
Ama buna rağmen kendi iç yapımızda geliştirdiğimiz, büyük yeniden düzeltme ve yoğunlaştırma hareketi, 95 ve 96'da en önemli düzeye getirildi. 94'te ve 95'te yaşadığımız içteki darlıklar, moral düzeyden tutalım laktiklere doğru yaklaşmamaya kadar, parti dışılıktan tutalım temel askeri kuralları hiçe saymalar, büyük bir çabayla gözden geçirildi. Yine muazzam bir eleştiri ve yoğunlaştırılma sürecinden geçirildi. Sonuçta, 97'ye girdiğimizde hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar muazzam bir pratikleşme, ordulaşma, özellikle de taktikte bir netleşmeyle birlikte hayata geçirmenin pratik hazırlıkları ileri düzeye gelmiştir.
Denilebilir ki; en eski PKK'lilik, en yeni PKK'lilik gibi bir dönüşüme uğruyor. Son gerçekliğimiz, iç yapımızı sorgulama düzeyimiz, büyük açılımlar göstermiştir. Yalnız PKK için değil, bütün dönemlerin parti tarzında ileri bir noktasını teşkil etmektedir. Kendi kendini yenileme de diyebiliriz. PKK günümüzün en iddialı örgütüdür!
Bilmemiz gerekir ki, biz esasta geçmiş süreçte dilediğimiz gibi savaşmadık. Dayandık, küçümsenemez savaşlar da verdik, fakat esas itibariyle düşmanı yıpratan, askeri ve siyasi çizgimiz üzerinde bizim göstermiş olduğumuz ısrardır. Önderlik ısrarı burada önemli rolü oynadığı gibi, pratikte de kesintiye uğratmamanın büyük çabaları, çoğunuzun henüz fark etmediği gelişmeyi ortaya çıkarmıştır. Bunu, çabanızı küçümsemek için söylemiyorum. Tam tersine çabalarınızı önderlik çabalarıyla birleştirmek için mutlaka vurgulamam, sizin de anlamanız gereken bir husustur. Nasıl ayakta kaldığımızın doğru tarzını size vermeye çalışıyorum. Siz aslında etkin gerillayla savaşmadınız. Ve sizin oldukça yenilgiye doğru giden tarzınızı biz önledik. Gerek önderlik tarzının aldığı ideolojik, siyasi ve pratik askeri tedbirler, bizzat yürüttüğü hazırlık çalışmaları bu sürekliliği ve sizin yenilgiye doğru giden durumunuzu önlemiştir.
Uyarıyorum! Kolektiviteye gelmeyen, bizim çok netleştirdiğimiz partileşme, ordulaşma ölçülerimize cevap vermeyen, adı, ünü ne olursa olsun, hatta tarzı temposu da buna yetmeyen kim olursa olsun, o, partiden saygı bulamaz. Dolayısıyla Önderlik de günlük olarak onun hesabını soracaktır.
Bütün yoldaşların beynine ve yüreğine uygun gelen, canı gönülden bir komutayı, manga komutanlarından tutalım eyalet komutanlarına kadar mutlaka temsil etmelisiniz. Varsa bir niyetiniz, bütün yoldaşlarının engin sevgisi, saygısı temelinde, gerçekten güç veren ve buna ayık olan bir komutayı tutturmadan bir gecenizi bile rahat geçirmeyeceksiniz!
Slogan şudur: "Bu ölçüleri yakalayıncaya kadar, gerekirse yatmayız, yemeyiz, içmeyiz, bu temsil düzeyini yakalarız!" Buna mutlaka bu anlamı vererek uygulama yeteneğini göstereceksiniz.
Çözüme böyle gidilir, zafere de böyle gidilir.
Siz değerli yoldaşlar!
Tekrar vurgulamalıyım ki, bu yılı sizler de ister sıradan bir savaşçı, ister inisiyatifli bir komutan olsun böyle güçlü karşılayabilirsiniz. Hepinizin olanakları fazlasıyla buna el veriyor ama savaş bir sanattır. Her gün incelikli yaklaşım ister. Günün 24 saatinde değişiklik ister. Bunlar artık sistematize olmuş bir komuta yapısının, gerektiğinde 24 saat karar veren, değiştiren ve kendi tarzındaki üretkenliği, başarıyı yakalayan bir konumu elde etmek hiçbiriniz için zor olmasa gerek. Biz son değerlendirmelerle birlikte bu işi alabildiğince aydınlattığımız kanısındayız. Almış olduğunuz bütün çözümlemeler, aydınlatma işini ileri noktada sağlamıştır. Sizleri bu aydınlatma işinde, kendiniz için gerekli olan pratik sonuçları çıkarmaya çalışıyorum. O değerlendirmeler aslında sanki günlük olarak sizinleyiz gibi bir yaklaşımla ele alınmıştır ve size de ulaşılmıştır.
Değerli tüm militanlar;
Diyalog değil, mevcut hükümet halen kökümüzün kazınmasından bahsediyor. Güney'de ve Kuzey'de bunun için elinden geleni yapıyor. Bu açıdan hesap hatası yapmayalım. ağır basan ihtimal savaşın şiddetlenme ihtimalidir. nitekim son yaşadığımız çatışma da bunu doğruluyor.
Hem kendi taktiğimizde ısrar etmenin ne kadar doğru olduğunu ve hem de düşmanın öyle kolay diyalog sürecine girmeyeceğini göstermektedir. Yılbaşı dolayısıyla bir çağrı yaptık ama karşılığında hiç hızından kaybetmeyen operasyonlar oldu.
Yılı bu temelde mutlaka perspektif ve karar halinde değerlendirmelisiniz. Mevcut yoğunlaşma düzeyini hepiniz aldınız. Onları tekrarlamayacağım. Ve geliştirmekte olduğumuz çeşitli yöntemlere ilişkin, özellikle parti içi sorgulama sonuçlan çarpıcıdır. Üreticidir ve muazzam geliştiricidir. Büyük oranda size ulaşmıştır ve daha da ulaştırılmaya çalışılacaktır.
Yeni bir komuta kişiliğini yakalıyoruz. Belli başlı özellikleri size ulaşmıştır. Özümsetiliyor daha da sonuçlandıracaksınız. kesinleştireceksiniz! Doğru bir yönetim tarzı yoğunlaştırılıyor, boyutları size ulaşmıştır, daha da ulaştırılıp kesinleştireceksiniz.
Çözüm yılı diyorum. Bunu derken yalnız ulusal kurtuluşun siyasal yolu için söylemiyorum. yüksek bir çözüm gücü halinde birlikte yürümeyi sağlayacaksınız. Yoğunlaşmada çözüm, taktikte çözüm eğitimde çözüm, rapor sisteminde çözüm, mevzilenmenin her biçiminde, üslenmelerde çözüm, eylemlerde çözüm, moralde çözüm. Velhasıl, önünüze koyduğunuz her sorunda yüksek çözüm gücü olma bu yılın temel sloganıdır. Gereklerini mutlaka karşılayacak duruma getirerek başlangıç yapacaksınız.
Genelde de bu yıla ulusal kongreyi, hatta federe bir devleti, onun meclis ve hükümetini, hem Güney'de hem Kuzey'de sürdüreceğiz. Ve belki de ilanına gidebiliriz. Güney'deki faaliyetlerimizin yoğunluğu bu amaçladır ve sonuca kadar götürülecektir. Kuzey'de de bu faaliyetler geliştirilecektir. Gerek Güney'de, gerek Kuzey'de askeri çalışmalarımız da hızından bir şey kaybetmeden yürütülecektir.
PKK Türkiyelileşiyor derken; Türkiye halkıyla, Türkiye halkının çeşitli güçleriyle ittifakları gürleştireceğiz. Gerek illegal, gerek legal barış, demokrasi bloğu daha da anlamlı hale getirilecektir. Halkın ittifakında pratikte mesafe alınacaktır. İllegalitede gerilla da dahil olmak üzere, eylemlerde birlikteliği gerçekleştireceğiz. Türk cephesi önümüzdeki süreçte bir ivme kazanacaktır siyasal ve askeri boyutu açısından. Buna elinizden geldiğince desteği ve hazırlığı sunmalısınız, geliştirmelisiniz.
Güney'de de PKK güneylileşmiştir. Orda da gerek askeri ve gerek siyasi faaliyetlerimizi, belirlenen amaca doğru gidişte temel bir düzeltme olarak, geçmişi aşan bir tarzda yerine getireceksiniz.
Bölge ülkeleriyle ilişkilerimiz var. Bunlar daha da bölge halklarıyla birlik, kardeşlik temelindeki yaklaşımlarımızı geliştirecektir. Unutmayın ki, çizgimiz Ortadoğu'da halkların birlikteliğine çok açık ve birçok imkan ortaya çıkarmaktadır. Bu daha da geliştirilecektir.
Uluslararası alanda; partimize yakıştırılan terörizm iddiaları giderek aşılıyor ve bunun yerine en iddialı, kendini yenilemiş, sosyalist ve hümanist bir hareket olarak saygınlık görmektedir.
Uzun bir süreden beri geliştirdiğimiz yoğunlaşmalar temelinde; onları tüm sonuçlan üzerimle bir kez daha durmaya, yeni yılı bu yoğunlaşmalar temelinde kazanmaya, süreci bu temelde derinleştirmeye, gerçek yoldaşlık ölçülerini, en başta onun sorumluluk anlayışını onu mutlaka birbirinize karşı göstermeye, bununla engel teşkil eden ne varsa onu mutlaka aşmaya ve yine netlik kazanan doğru taktik tarzımıza, özellikle askeri taktiklerimize doğru komuta yaklaşımıyla cevap vermeye, bununla da engel teşkil etmek isteyen ne varsa onu aşmaya, yanlışlığı ve kaybetmesi açıkça ortaya çıkan tarzı ve tempo düşüklüğünü gidermeye, yüksek tempo kadar, çekici bir tarzla yaşama da, savaşa da bütün yeni eski yapıyı gerekirse dönüştürerek hazırlamaya, günlük yaşamı son derece çekici kılmaya, engin yoldaşlık ruhuyla, saygısı ve sevgisiyle cevap olmaya, moral etkenini asla göz ardı etmemeye, en üstün vasfımız olan üstün morali sonuna kadar sergilemeye, kazandıran önder tarzına yüksek anlam biçmeye, ne kadar zor da gelse onu derinliğine özümseme ve gereklerine büyük bir tutarlılıkla bağlı kalmaya, sonuç alıcı, kesinleştirici zafer tarzı olan bu tarzı, önderlik tarzından daha fazla kendi militan gerçeği haline getirmeye, bununla engel teşkil eden kendinizden ötürü ne varsa onunla hızla hesaplaşmaya ve tarzı bu temelde kazanmaya; sürpriz kazanmaya yol açmamak için gücünüzü mevsimin elverişsiz koşullarından tutalım, anlamsız davranışlarla yıpratmaktan ve yine bu ara bazı sürpriz saldırılar yapmak kadar düşmanın da sürpriz saldırılarından korunmak için; son derece duyarlı, tedbirli olmaya, varsa bazı eksiklikleriniz, zorluklarınız bunu kahramanca karşılamaya, bu temelde; mutlaka 1996'nın bazı sembol kahramanları vardır, Zilanlar gibi, Bermaller gibi, Rewşenler gibi -ki, en genç kadın savaşçılarımızdı- bunları da en yüksek bir komuta gücü olarak başımızın üstünde tutmaya, velhasıl ne güç gerekiyorsa, ister önderlik gerçeğinden, ister kahraman sembol şehitlerimizden ve en önemlisi de kendi yüce ve kahramanlığa yaraşır çabanızdan beklemeye çağırıyorum.
Bunun için; sonuna kadar net, keskin, kararlı olmak kadar, yaratıcı olmaya çağırıyorum.
Yine bu temelde en sınırlı imkanları bile çok sorumluca gerçekten bir ustalıkla verimi esas alan bir çalışma pratiğinin sahibi olmanız için; bütün bu söylediklerimizin kısaca dönüşümünü yaşayan bir militan yaşamın, ister partileşme, ister ordulaşmada, ister cephe alanlarında, ister teorik-stratejik düzeyde yakalama, isterse en günlük bir yaşam olayında, en kızgın savaşımdan tutalım en genel eğitim çalışmalarına kadar, hepsinde aynı ciddiyet ve tutarlılığı, anlayış derinliğini ve pratikte de günlük olarak mutlaka koparmayı, en önemli bir savaşta olduğu kadar, basit bir ekonomik, lojistik faaliyete kadar hepsine bu temelde özen göstermeyi, üstün sorumluluk duygusu kadar, yaratıcı pratik tarzını eksik etmemeyi, eğer bir söze bağlılıktan bahsedeceksek bu tarzda sözümüze bağlı olmayı, yıla giriş için kendimize en yaraşır bir söz olarak ve benim de bu temelde söze bağlı olmayı sizlere bağlılığın bir gereği olarak yerine getireceğimi, sizlerden de bunu bekleyeceğimi bir kez daha özenle belirtiyorum, yüksek başarılar diliyorum, selam ve sevgilerimi sunuyorum.
Rêber APO
- Ayrıntılar