Ulusal Kurtuluş Mücadelemizde Önderliğin rolünü belirtirken ve kimliğini tanımlarken, bu konulardaki önemli bilinç noksanlığımızı özellikle ortaya koymaya çalışıyoruz. Yine bunun sınıfsal mücadeleyle ilişkisini ve siyasal mücadele üzerindeki etkisini de belirtiyoruz. Tarihsel ve güncel özelliklerimiz, bizde bir başka ülke halkından daha fazla örgütsel, siyasal bilinç ve istediğini görmekteyiz. Aynı zamanda örgütsel faaliyetin büyük bir önemle yürütülmesi gerektiği de açıktır. Bütün bu sorunlarda Parti militanlarının örgütsel düzeylerini ne kadar geliştirdikleri, örgütsel rollerini ne oranda kavradıkları ve hayata geçirdikleri hususuna gelip düğümlenmektedir.
Yıllarca yürütülen faaliyetlerden sonra, sıkça tekrarladığımız ve asla önemini yitirmeyen bu sorunları, böylesi bir kesinlikte ortaya koymamızın son derece önemli politik ve eylemsel nedenleri bulunmaktadır. Buradaki bir zayıflığın halen doğurduğu ve bundan sonra doğuracağı sonuçlar, bizdeki sorumluluğun kat be kat yüksetilmesini ve meselelere büyük bir sorumlulukla yaklaşılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu da kendisini olmazsa olmaz biçiminde ortaya koyuyor. Bu konularda, örgütsel görevleri saptıran ve örgütsel yönetimi gerçekten anlaşılmaz boyutlarda ortaya koyan tiplere karşı büyük bir öfke duymaktayız. Bunlar aynı zamanda kendilerini de en alçakça konumlara düşürerek, Parti karşıtı bir duruma getirmektedirler. Kendisini böylesi konumlara düşürmekten zevk alan bütün uyarılara rağmen, yaşamımızı yürütmek için gerçekleştirmemizin zorunlu olduğu görevlere böyle yaklaşan adam, hemen belirtelim egemen sınıfların bilinçli ajanlarından daha tehlikelidir. Bilinçli ajanların verdikleri zarar ile bunların bize verdiği zararı kıyaslayarak, bu ögelerin verdiği zararın toplam içerisinde yüzde doksandokuzluk bir bölümü oluşturduğunu görürüz.
Kişinin kendisine sevdalanmamaması büyük bir önem taşımaktadır. Amaçlarımız doğrultusunda çizgimizin hayata geçirilmesinde kişi bireysel tutkuları ile engel olmaya çalışmamalıdır. Gerçekten bu kişilerin verdiği zarar, zannedildiğinden daha fazla olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Açıkça belirtelim, kişiler bu konuma düştüklerinde hemen ilkellikten, bilinç noksanlığından, eğitim yetersizliğinden ve tecrübe eksikliğinden bahsetmesinler. Ya da sınıfsal nedenlere hemen sığınmamalıdırlar. Bu tür tavırları yadırgamaktayız. Yüksek amaçlara bağlılık kişiyi çok ileri konumlara getirir.
Tarihsel ve çağdaş gelişmelerin bu soruna etkisini epey açımladık. Bütün bu izahlarımıza bağlı olarak dedik ki, amaçlarına büyük bir tutku ile bağlı olanlar, dürüst ve inançlı kişiler yönetim tarzlarında, yürüyüş şekillerinde ve kurallarına göre bir yaşamda fazlası ile sıkıntı içine girmezler. Burada ciddi bir olay ortaya çıkmaktadır, amaçların tam kavranamaması veya kavransa bile inanç zayıflığı, bilimsel ölçülere dayanmayan bir inancın varlığı bulunmaktadır. Hatta bu amaçların doğruluğuna inansa bile, bunun uğruna yürütülen faaliyetlerin başarısına bir inaçsızlık vardır. Amaçlarımız iyi ve güzeldir. Eğer inançsızlık taşınırsa, ne kadar çabalanırsa çabalansın başarıya götürmek mümkün değildir. Adeta köleliği kabul etme anlamına gelen eylem ve örgüt noksanlığının diğer bir nedeni ise, sınıfsal kişiliğini esas alarak çeşitli sapmalar içerisine girmektir. Bütün bunlar da yürüyüş tarzımızı geliştirme ve yetkinleştirme faaliyetlerimizi sarsıyor ve dağıtıyor. Gerçekten her önemli davada olduğu gibi, yüksek amaçlarımıza ulaşmak, zaferi sağlamada ancak bu engellerin ortadan kaldırılması ile mümkün olur.
Hiçbir dış engel, bir halkın, sınıfın ve hatta bireyin bile doğru olan amaçlarına ulaşması önünde belirleyici bir rolü oynayamaz. Bütün sorun, haklı ve doğru olan amacın hangi yöntemlerle gerçekleşebileceğine gelip dayanmaktadır. Hareketimiz bütün bu konularda gerek amacın kapsamını derinleştirmede ve gerekse de buna hangi yöntemlerle varılacağını öngörmede ve çabalarını buna göre birleştirmede çok ileri örnekler ortaya çıkardı. Dikkat edelim, halkımızın bugün yüksek amaçlar sistemine kavuşması söz konusudur. Daha yakın dönemde alacakaranlıkta, amaçsız, perspektifsiz, ruhsuz, çabasız, kısaca kölece bir yaşamdan bugün halkımız, nüfusun büyük bir kesimini birleştiren ve etkisi altına alan yüce amaçlarla dolu bir yaşama yönelmektedir. Buna öncülük eden ve bu doğrultudaki bilinci, yürüyüş tarzını geliştiren Partimizin özellikleri, kimliği ve halkla gelişen bağları da çok açıktır.
Bizi, sorunu bu kadar köklü bir biçimde ele almaya iten durum, toplumsal bilincin muazzam noksanlığı, ya da düşüncesizlik ortamının güçlülüğü, bireyin son derece rezil oluşumu, şekilsiz ve şahsiyetsiz bir biçimde gelişimi, özellikle örgütsel yönden dumura uğratılması, gerek ulusal ve gerekse sınıfsal çıkarlarının örgütlenişindeki muazzam donanımsızlığı, bunun gereğini bile duymama tarzında yaşadığı büyük sorumsuzluktur. Tuhaftır, hareketimiz bu konuda ne kadar ilerlerse ilerlesin, bazı ögelerin en çok takındıkları sorun amaçları doğrultusunda yetkin bir örgütlenmeye ulaşmamaları, en az örgütlenmeyle eylem yapmaları, en az örgütlenmeyle Parti faaliyetlerini yürütmeleri, hareketin şu ya da bu görevini yapmayı normal kabul etmeleridir. Halbuki başarı azami bir örgütlenmeye ulaşma isteği kadar, bunun için mümkün olan bütün elverişli koşulları ve olanakları kullanarak yerine getirilmesine bağlıdır. Bunun dışında bir başarı yolunun bulunmadığı açıktır.
Biz ne de olsa halkımızın durumu, tarihsel özellikleri ve yaşadığı koşullar bellidir, siyasal örgütlenme ve ordu örgütlenmesi öyle fazla ciddiye alınacak şeyler değildir, zihinlerimize ve yüreklerimize yansıyan, düşmanın yüzyıllardan beri ve yakıcı bir biçimde de günümüzde en bilinçli ve en sert baskılar altında yarattığı durum ve bu durumun sonuçlarıdır diyemeyiz. Bu durum kadroların her türlü bilinç noksanlığının, ideolojik-politik ve eylemsel konulardaki yeteneklerinin sınırlı kalmasının temel nedenidir. Lenin Sverdlov'un Sverdlov proletaryanın devrimci örgütlenmesinin en yetkin militanlarından birisidir anısına yaptığı bir konuşmada, proletarya devriminin çağımızdaki en önemli özelliğinin, onun örgütlenme üstünlüğü olduğunu söyler. Başka hiçbir sınıf, devrimlerde proletaryanın örgütlenmedeki başarısına, büyüklüğüne ve gelişkinliğine ulaşamaz. Başka bir tanımlamada da proletaryanın en belirgin özelliğinin, onun örgütlenme özelliği olduğu belirtilir. Proletaryanın devrimdeki öncülüğü, proletarya partisinin de en önemli özelliğini teşkil eder. Tabii bu aynı zamanda sosyalist toplumun yüksek örgütlenmesinin de bir ön koşuludur. Bugün sosyalist toplumların bu kadar yetkin bir biçimde örgütlenmeleri, proletarya önderliğinin doğal bir sonucudur.
Biz de ulusal kurtuluşta proletarya önderliğinin esas olduğunu söyledik. Bu hemen şunu akla getirir; eğer proletarya önderliği esassa, proletarya örgütlenmesi de bunun içinde bunun başarısını sağlayan, ancak bu başarının sağlanmasıyla yerine getirilmesi mümkün olan örgütlenmesidir. Proletarya örgütlenmesini onun örgütlenmesinden ayrı düşünmek bir hiçtir, ya da bu durum sorunu kavramadığımızı ve gerçekte bu konuda çok kof olduğumuzu ortaya koyar. Devrimde proletarya önderliği, onun örgütsel önderliğidir. Örgütsel önderlik, herhangi bir sınıf veya tabakadan çok daha fazla ve yüksek bir derecede proletaryanın örgütlenme üstünlüğünden ibarettir.
Dikkat edilirse bolşevik örgütlenme üzerine çok şeyler söylenir. Nedeni de işte budur. Yani örgütlenme sorunun çözümlenmesi gerek proletarya Partilerinin, gerekse daha sonraki sosyalist toplumun kuruluşunun belirleyici özelliğidir. Örgütlenme deyip geçmemek gerekir. Sık sık örgütlenme eşittir eylem diye vurgulanır. Gelişkin eylem, gelişkin örgütlenmeyle çok yakından bağılıdır. Hâlâ içimizde bir çok arkadaş muazzam bir örgütsüzlük içinde bulunurken, kalkıp da yüksek eylemlilikten bahsetmek ve buna inanmak tam bir yanılgı, hatta bir tür oportünizm olarak görülmelidir. Bizim Ulusal Kurtuluş Devrimimizde proletarya önderliği, aslında bir örgütsel önderliktir. Örgütsel önderlik ve yönetim, militanın en belirleyici ve başat özelliği olarak gelişmek zorundadır. Bu konuyu biraz daha açabiliriz. Ancak biz bu konuları çokça işledik.
Kadro politikamız bellidir. Ustaların da bu konuda somut belirlemeleri vardır. Kadroların tanınmasından terfi ettirilmesine, konumlarına göre örgütsel görevlere bağlı kılınmalarına, yerinde ve zamanında çok çeşitli örgütlenmelerin geliştirilmesinde, esasında da bireyi tanımasına veya ondan önce bilinç verilmesine, bilinciyle bağlantılı olarak örgütsel görevlerle yükümlü kılınmasına ve denetlenmesine bağlıdır. Bu tanımlar biliniyor, bu nedenle fazla açmaya gerek yoktur. Ancak pratik faaliyetlere baktığımızda arkadaşlar da adeta örgütlenmeye bir düşmanlık görüyoruz. Bu aslında sömürgeciliğin dayattığı örgütsüzlüğün açık bir yansımasıdır. Başka türlü bunun izahı yapılamaz. Ve bu yine kalıntılar meselesidir. Aile dışında başka bir örgütlenme tanınmaz. Bağ ve ilişki denilen şey, yakın çevre bağı ve sömürgeciliktir. Örgütlenme mantığı bunun kişilikteki yansımasıdır.
Biz bu çemberi, ya da kişilerin kendilerindeki örgütlenmeye açılımı boğan bu yapıyı mutlaka kırmak zorundayız. Bu hayati bir mesele, kazanıp kazanmayacağımız meselesidir. Onun için meseleyi kişilerin keyfine göre ele almayız. Bu halkımızın derin bir tarihsel gereksinimidir ve mutlaka aşmak zorundayız. Özellikle militan bunu kendisinde aşmak zorundadır. Örgütlenmenin bir çok yönden gereği, vazgeçilmez rolü ve faaliyetlerimizdeki belirleyici konumu böyle özetlenebilir. Bu bir sınıf meselesidir. Ulusal kurtuluşta bir sınıfın, devrimci proletaryanın örgütlenme anlayışının yerine getirilmesidir. Yoksa herhangi bir örgütlenme değildir. Bu konuda Partimizin başına bela olan bir çok anlayışı ortaya koyacağız.
Yiğitlik, eski ve Ortaçağ'da aşiretler ve çeşitli topluluklar adına ve gerçekten de bireysel yöntemlerle sergilenirdi. Feodal sınıfın konumuna denk düşer bir biçimde o bilinen yiğitlik türleri, şövalyelik, pehlivanlık vb biçimlerde ortaya çıkardı. Yine düzenli ordular vardı, onlar çatışırdı. Eğer bir sınıf egemense, elbette düzenli orduları sayesinde egemendir. Sınıf, kendi ordusuyla savaşır ve bu doğal bir şeydir. Biz bu yönden de halkımızın konumunu defalarca ele aldık. Çok çeşitli yönlerden bunun bilincini yeterince verdik sanıyoruz. Örgütlenmeyi bütün tarihsel boyutları içinde ele aldık. Bunun toplumumuza nasıl uygulanabileceğini ortaya koyduk. Bunlar yıllarca önce yazıldı. Çeşitli Parti yayınlarımızda bunlar sabittir. Bütün bunların gerekleri yerine getirildi mi? Getirildiği söylenemez. Bunun bilincine ulaşıldı mı? Sınırlı olarak evet, ulaşılmışsa sınırlı bir bilince ulaşılmıştır. Zaferi garantiye alacak kadar bir bilince ulaşılamamıştır, ulaşılmamışsa ne yaparız, mutlaka bu konuma getirmeye çalışırız.
Konumuzun bundan önceki bölümünde Parti içinde Parti Önderliği ve yönetim gerçeği etrafında bir çerçeve çizdik. Şimdi mutlaka örgütlenmemizin yetkin bir biçimde bu çerçevenin içine oturtulması ve militanda bunun somutlaşması gerektiğini belirtiyoruz. Bu aşılmaz ve yerine getirilmezse, devrimde başarısızlık ve yenilginin kesin olduğunu söylüyoruz. Şimdi yine bunlar genel tanımlama düzeyinde kalıyor.
Gelinen noktada işi artık şirazesinden* çıkaran, bunu en utanmazca biçimlere dökme cüretine giren tipler dışında ki onlarla da hesaplaşacağız gerçekten devrime inanan, zafere inanan ve bunun çabasının gereğini sonuna kadar yerine getirenlerin bu konuda azimli ve kararlı olan militanların bu sorunlara yüksek bir tutkuyla eğilmeleri, kollektif görevlere sarılmaları ve gereklerini yerine getirmeleri hangi koşullarda olursa olsunlar, hangi yönetim kademesinde bulunurlarsa
*Şirazeden çıkmak: Akli dengesini kaybetmek, düzenini yitirmek, çığırından çıkmak
bulunsunlar, ister yurtdışı örgütlenmesi içinde, ister ülkedeki ordu örgütlenmesinde yer alsınlar, gerçekten bu görevleri başarıp amaçlarına ulaşır bir biçimde ve koşullara uygun bir tarzda yerine getirmeleri, bunun bilincini hiçbir zaman eksik etmemeleri bütün yönleriyle bunun yoğunluğunu yaşamaları ve böylelikle devrimcilik denilen görevlerini başarmaları, militanca yaşam denilen yaşamı yaşamaları gerekmektedir. Militanlar kendilerini bu konuda muazzam bir donanımsızlık içinde tutuyorlar. Artık bu konuda suçu ve sorumluluğu, örgütümüzün çizgisine yükleyemeyiz. Sorunu fırsatlar ve olanakların kıtlığına da bağlayamayız. Burada bir aymazlık vardır.
Amaçlara inançta noksanlık, amaçlara yüksek bir netlikle yaklaşamama, ya da bunlar olsa bile çaba noksanlığı, bu giderilse bile bazı kişiliklere takılma, Parti diyerek bazı kişileri esas alma yıllarını bu takılmalar sonucunda yitirme söz konusudur. Bütün bunlar kabul edilemez. Bu bir şaka değildir. Bu iş şu ya da bu özelliğe sığınarak "bu adam beni oyuna getirdi, şu şekilde kandırıldım, şundan etkilendim, geçmişim şu tür koşullar içinde şekillendi" türünden izahlarla geçiştirilecek bir şey değildir. Öyle bir noktaya gelmişiz ki, yapılması gereken şey en yüksek bir kararlılıkla bu görevin başarılmasıdır. Ne biz çocuk olalım, ne de başkalarının bizi çocuk yerine koyup aldatmalarına izin verelim. Burada sayımızın azlığı, ya da çokluğu da önemli değildir. Bu konuda yine defalarca belirtiyoruz ki, militanların örgüt içindeki varlığı artık bu koşula bağlanmalıdır. Örgüt üyeliği bu koşula bağlanmalıdır, başka üyelik koşulu aranmamalıdır.
Biliniyor Parti üyeliği Bolşevik Partisinde en önemli tartışma meselesi olmuştur. Parti üyeliğine ilişkin cümle basittir, Parti örgütlerinden birine bağlı olarak çalışmak programı benimsemek ve aidat ödemek. Bu konuda genelde hiçbir itirazınız olmayabilir. Partiye sonuna kadar bağlıyız diye parmak kaldırılabilir. Ancak mesele bu kadar basit değildir. Bizde her şey basmakalıp geliştiği ve iman getirip parmak kaldırdığımız için bunu öyle görürüz. Hayır, bunu özüyle yaşamak gerekiyor. Örgüt içinde yer almadan bahsedildiğinde bu örgütü tanımak, onu eğitmek bu örgüt bir hücre, bir bölge komitesi veya MK olabilir bu örgütün rolüne ve görevlerine sonuna kadar bağlı olmak, bu örgütü dağıtmamak, onu güçlendirmek ve sarsılmaz bir çekirdek haline getirmek, ona rolünü sonuna kadar oynatmak, onun içindeki her türlü sınıf dışı etkilere karşı mücadele vermek, onun görevlerini en yetkin yöntem ve araçlarla, kanter içinde yerine getirmeyi sağlamak gerekir. İşte Bolşevik Parti üyeliği budur. Bir PKK'linin örgüt üyesi olarak hareket etmesi koşulunu da böyle anlamak gereklidir.
O zaman en yakın dönemlerde ve bir çok birimde yaşanan gerçekleri göz önüne getirdiğimizde, örgüt üyeliğimizin ne kadar havada kaldığı ortaya çıkmıyor mu? Arkadaşlar basit bir komiteyi ne kadar işlettiler? Mevcut görevleri hangi hız ve yoğunlukta yerine getirdiler? Bu gerçekler ortada dururken "tamam doğru ilkelere sonuna kadar bağlıyız" demek demagojik bir yaklaşımdan başka bir şey değildir. Parti üyeliği, Parti örgütlerinden birinde çalışmak hemen belirtelim ki bu bir lose( Lose: Gevşek, çürük, herşeye açık. (Almanca kökenli)) örgüt de olabilir, çok gevşek bir örgüt de olabilir gerçekten en yüksek bir örgüt bilinci kadar, en yoğun bir örgütsel faaliyetle mümkündür. Arkadaşlar dağlarda yıllarını geçiriyorlar, fakat iki insanı bir araya getiremiyorlar. Her arkadaşın pratiğinde de görüleceği üzere, kimse bunu kendisine mesele yapmıyor. Ondan sonra da rahat olunabileceği, PKK gibi bir ateş ortamında sürekli çalışan bir örgütün üyesi olarak ayakta kalınabileceği ve hatta yaşanabileceği sanılıyor. Bu gaflettir, ben kendi pratiğimi defalarca özetledim. İçinde bulunduğum konumu defalarca ortaya koydum. Ben bile sorunları bu kadar açımlamama ve örgütsel faaliyetlere bu kadar koşmama rağmen, bir örgüt üyesi olabilmek için kendimi yeterli görmüyorum. Militanların muazzam eksiklikler içinde olduklarını söylüyorum. Ancak çok daha cılız çabaların sahibi olarak siz rahatsız bile olmuyorsunuz.
Ne olacak peki? Böyle davranırsanız bu dünyada yaşamınızı bile kurtaramazsınız. Örgüt savaşçısı olup da çok önemli başarılar sağlayamazsınız, yaşayamazsınız. Bu konudaki geriliği, çevremizdeki koşullara ve halkın durumuna bağlamamak gerekir. Halkın en gelişkin olduğu ve Partiye en hızlı aktığı yerlerde bile bunlar yaşanabiliyor. "Dağ başındaydık, halka ulaşamadık, yetişemedik" diyemezsiniz. Buna inanmıyorum. Bizdeki yoksul halkın ve köylülüğün kurtuluşa susamışlığını çok iyi biliyorum. Dağdaki çobandan tutalım toplumun bütün yurtsever kesimlerine kadar, herkes bir örgütlenme susuzluğu içindedir. Koşullara göre bunların örgütlenebileceğine dair gelişmelerin bugünkü düzeyi son derece elverişlidir. Bunun karşısında militan bir birey olarak fazla sorumluluğun altına girmemektedir. Girmek ağır görevlerin üzerine yürümeyi birlikte getirir. Yürümek çok çaba ister. Çok çaba yorgunluğa yol açar, ya da kıyasıya bir mücadeleyi gerektirir. Tabii bütün bunlar bireyin çıkarına uygun değildir. Bütün bunlar en azından kişinin rahatını bozmakta, dünyasını yıkmaktadır. Bunlar onun yaşam felsefesine aykırıdır. Ama bu mutlaka yeniyi kurmak için esaslı bir şarttır.
Önder APO
- Ayrıntılar
Eğer bir halk, kendi kurtuluşunun doğru yolundan saptırılmışsa, çağın dışına itilmişse, gelişen insanlık ailesi içinde kendisine bir yer bırakılmamışsa, çağdaş insanlık ailesinin üyesi olmak için, o halkın kollektif iradesinin bu amaç doğrultusunda seferber edilmesi, ayağa kaldırılması, o halkın siyasal doğrultusunu ifade eder. Bu, o halkın hayati çıkarlarının tespitidir, bu çıkarların bilinciyle harekete geçmesidir, kendine sahip çıkmasıdır. Bu, kendi topraklarında bağımsız yaşaması ve kendi emek değerleri üzerinde özgür tasarrufta bulunmasıdır. Bunun çağdaş ulusal ve toplumsal ölçüler içerisinde gerçekleştirilmesidir.
Bir halkın siyasete hakim olması demek; o halkın çağ içinde kendi yeri konusunda karar ve yürüyüş sahibi olması demektir. Eğer bu halk, ya da ulus, bağımsız ve özgürse, çağ içinde seçkin bir yerin sahibi olması anlamına gelir. Hatta bu, önder konumda olan uluslardan, halklardan birisi haline gelmesini ifade eder. Eğer o halk baskı altındaysa, yolu karartılmışsa ve yolundan saptırılmışsa, böylesine halklar ve uluslar için siyaset demek, kendisini çağdaş ailenin içine götürebilecek yolun sahibi olmak demektir. Yanlış yoldaysa yolunu düzeltmek, yolu karartılmışsa yolunu aydınlatmak anlamına gelir. Siyaset, bundan daha fazlası olarak bu halkın maddi bir güç haline gelmesini, onun örgütlülüğünü de ifade eder. Yine bundan da öteye, bu yürüyüşünü, kendisine dayatılan tüm engellemelere rağmen başarıyla götürebilecek bir öncülüğe bağlı olarak yürütmesidir.
Siyasal önderler, eğer böylesine halkların başında yer alıyor ve bu temelde çıkarlarını temsil edebiliyorlarsa, büyük önderlik sıfatına ulaşırlar. Siyasal önderler, halk, ulus veya önder güç olarak hangi sınıfı, ulusu, halkı temsil ediyorlarsa, onun önderleri olarak temsil ettikleri sınıfın, halkın veya ulusun çıkarlarını çağ içinde, uluslar topluluğu içinde ve ulusun içinde en gözüpek bir biçimde temsil etmek, yürütmek zorundadırlar. Örneğin, daha dün ABD'nin başına yeni bir başkan geldi. Bu başkanın görevi Amerikan ulusunun çıkarlarını, emperyalizm ve emperyalizme karşı gelişen proletarya ve ulusal kurtuluş devrimleri çağında ve emperyalist sistem içinde birinci sırada temsil etmek ve birinci sırada tutmaktır. Amerikan ülkesini dünyanın en ileri ülkesi halinde tutmak, ABD ulusunu temsil ettiği sınıf çıkarlarına göre 'en onurlu', 'seçkin' bir ulus konumunda tutmak, önderlik ettiği sınıfın çıkarlarını, ABD ulusu içinde ayrıcalıklı ve dokunulmaz kılmak, bunun için devleti çok güçlü idare etmektir. Bu amaçla and içer, söz verir ve böylece başkanlık görevini icra eder.
Bir Castro'nun önderliği, Küba halkının ve ulusunun lideri olarak, ABD'nin yanıbaşında, sosyalist bir ulusun, bağımsız ve özgür bir halkın çıkarlarını temsil, ya da en azından Latin Amerika'da, Küba'nın bu siyasal önderliğini çağ içinde sürdürmektir. Emperyalist tehlikeye karşı Küba'yı çok dikkatlice yönetmek, Küba halkının esenliğini sağlamak, maddi ve manevi kalkınmasını sürekli geliştirmek, bu konuda hiç taviz vermeden siyasetini yürütmek, çok hassas, çok duyarlı olmak anlamına gelir.
Nereden bakarsak bakalım, eğer bir halk, ya da ulus, çağdaş uluslar ailesinin bağımsız ve özgür bir üyesiyse, bu halklar mutlaka böyle bir düzen içinde ve hem de büyük bir rekabet içinde daha da fazla ilerlemeye açıktırlar. Bu rakabet, hem kapitalistemperyalist sistem içinde vardır, hem de sosyalist sistem içinde vardır. Fakat bağımlı uluslar, halklar veya ezilen, sömürülen sınıflar içinse durum daha da farklıdır. Onların ilk plandaki görevi, bu kabul edilemez konumlarını değiştirmektir. Bunun için siyasete sahip olmaktır, bu siyaseti örgütlemektir ve kendilerine dayatılan köleliği parçalayıp özgür iradelerini, kendi konumlarında, eşitlik ve özgürlük içinde belirlemektir.
Biz, bu konuda dünyanın en sonunda yürüyen ulusuyuz. Kürdistan halkı için siyaset yapmak demek, bu ister ulusal ister sınıfsal düzeyde olsun bu böyledir siyasete sahip olmuş, hemen hemen tüm uluslar topluluğunun en kuyruğunda yüzeni olarak yürümek demektir. Daha da kötüsü bu halk dünya halkları içinde yaşıyor mu, yaşamıyor mu? Yaşamaya hakkı var mı, yok mu? Bu ve daha bir çok hayati önemdeki sorulara daha yeni yeni cevap verebilen, "bu dünyada biz de yaşıyoruz, bu dünyanın insanlık ailesi içinde bizim de yerimiz olmalıdır" bilincinin çok sınırlı geliştiği bir ülkedir Kürdistan. Ve çoğunun da "pek yaşamasa da olur" biçiminde haksız bir hükmün verdiği bir konumu yaşamaktadır. Dolayısıyla kendisi için bağımsız ve özgür bir siyaset, bir karar sahibi olması pek de ciddiye alınmadığı gibi, kendi içinde de güçlü bir siyasete sahip olmak, bunu yürütmek için güçlü önderlere sahip olmak istediği de pek dikkate alınmadı. Bu iş için şimdiye kadar varolanların da, bu işleri kötü bir oyun olarak icra etmekten öteye gitmedikleri bilinmektedir. Dolayısıyla da bugün dünyanın en geri konumundaki halkı olmaktan kurtulamama gibi yüz karası bir durumla karşı karşıyadır.
Böyle bir halk için siyasetin ifade ettiği anlam, öncelikle gözünü dünyaya ve dünyada geçerli olan çağa açmaktır. Bununla birlikte bilincini uyandırmak, bir halk olarak yaşam belirtilerini canlandırmak, uyuşmuş yaşam damarlarını taze bir kanla yeniden kan alıp veren, yaşamından daha umut kesilmemiş, sağlığına kavuşmayı göze alan duruma getirmektir. Buradan giderek irade birliğini yaratmak ve bu temelde bir yürüyüşe girmektir. İşte, Kürdistan halkı için siyaset bunları içeriyor. Yani öncelikle aydınlanmak oluyor. Kısaca yolsuz, yolundan saptırılmış, üzerinde her türlü yabancı siyasetin kol gezdiği bir durumdan ki, hepsinin de dayattığı imhadır bunları benimsemeyen, yaşamayan; onun yerine kendi kimliğini esas alan, özgür gelişmesine olanak tanıyan bir politika için çabalarını yoğunlaştıran bir konuma ulaşmak, bir yolun sahibi olmak ve bu yolda yürümektir.
Şimdiye kadar böyle olmadığımız iyi biliniyor. Dünyada var mıyız, yok muyuz belli değil. Yani daha gözümüzü dünyaya açmamıştık. Dünyanın nasıl yaşadığının bile farkında değildik. Yaşama kudretinde miyiz, oralı bile değildik. Bizim için yol ne olmalıdır? Üzerimizden geçen yollar kimin yollarıdır? Bu yolda kimin için çalışıyoruz? Bu konularda hiç oralı olmayan ve bütün bunların bir sonucu olarak son derece kararsız bir insanlar topluluğuyduk. Siyasetsiz insanlardık, gayri meşru yollarda bin parçaya bölünmüş, bazılarının yediği leşler gibi, her kolu bir tarafa çekilmiş, ucube gövdeler gibiydik. Ulusal bağımsızlık anlamında, halk kişiliği anlamında beyinleşmemiş, bir vücuda kavuşmamış, peltemsi bir varlıktık. Elbetteki böyle bir varlığı sadece avlarlar ve yerler. İşte kişiliğimizin içinde derince şekillendiği, tarihsel ve toplumsal organizma budur. Örneğin, bir TC'yi düşünürsek, her gün bizi avlamıyor mu? Hem de balıklardan daha kolay bir biçimde avlıyor. Balıkçı denizde balığı avlamak için korkunç fırtınalara ve rüzgarlara karşı büyük zahmetler çeker ve ancak bir kaç balık avlar; TC ise hem keyfini sürüyor, hem de her gün de zenginlik avlıyor.
Demek ki, siyaset sahibi olmak bizim için her şeydir. Siyasetin olmazsa, başka siyasetlerin kurbanı olursun, yenilirsin ve yutulursun. Türk faşizmi gelişmiş bir sömürgeci güç olmadığı için, bizi midesinde tam eritemiyor, aksi halde şimdiye kadar bizi çoktan yutmuştu. Fakat ağzında evireçevire de bizden geriye pek bir şey bırakmamıştır. Durum bu. Halen hepinimizin başında sallanan "keser seni, yerim" siyasetinden başka bir şey değildir. Gerçekleri daha derinliğine ele almak zor değildir, ama gerçeklere sadakatle bağlı olmak daha da önemlidir. Siyasetsizliğin bizdeki sonuçları üzerine çok şey söylenebilinir. Siyasetsiz bir halkın, bir ulusun, kendini kurdakuşa yem ettiğini bilmek gerekir.
Bir sınıf için de kendi siyaseti geçerlidir. Bu ezilen sınıf için bin kat daha geçerlidir. Türkiye'nin emekçi sınıfları da, dünyanın en çok kuyrukta yüzen ve üzerinde her türlü faşist siyasetin, baskı ve sömürünün uygulandığı bir kesimdir. Elbette ezilen sınıfın da durumu budur. Birbirleriyle son derece bağlantılıdır. O zaman bizim için siyasetin anlamı geçmiş süreçten beri oluşmuştur. Ve devam ettirilmek için de, düşmanın günlük olarak büyük bir duyarlılıkla yürüttüğü yok etme uygulamalarına, onun mantık yapısına, onun her türlü kuruluşuna karşı koymak, onu tanımamaktır. Sadece bununla da yetinmemek, içinde bulunduğumuz bu durumdan kurtulmak için elimize geçirdiğimiz her araçla buna karşı savaşarak durmaktır. Biz bunu yürekten mahkûm etmekten tutalım taşlamaya kadar, bıçaklardan tutalım her türlü öldürücü silaha kadar, elimizde ne varsa, yüreğimizde ne bitiyorsa, beynimizde hangi yöntem çıkıyorsa, onunla dağıtmak zorundayız. Zaten bu dayatmalara karşı koymak isteyenlerin başka bir savaş türünden bahsetmeleri beklenemez. Halkların geliştirdikleri savaş türü, halklara dayatılan baskı ve savaş türüne göre vücut bulur. Eğer düşmanın halka uyguladığı baskı hiçbir yaşam olanağı vermiyorsa, o halk bütün yeteneklerini savaşa göre ayarlar. Bütün bu yetenekleriyle savaşır ve sonuç alır.
Partimiz'in siyaseti, tanımını belirlemelerden alır. Bu demektir ki; tamamen siyasetsiz bırakılmış, ondan da öteye, dünyada en tehlikeli, baskıda sınır tanımayan, görülmemiş sömürüyü mümkün kılan bir siyasetin kurbanı olan bir halka, bu durumunu öncelikle göstermek, ardından bunu büyük bir öfkeyle red etmek, giderek kendi bağımsız ve özgür doğrultusunu geçirmek olacaktır. Bu önce programdır, daha sonra bu yolda yürümektir ve örgütlenmedir. Düşmanın bütün taktiklerine karşı kendi savaşımını dayatarak bu yürütmeyi mümkün kılmaktır. Bu da halk savaşıdır. Böyle bir konum, halk siyasetinin sahibi olma konumudur. Belli bir siyaset altında, bağımsızlık ve özgürlük siyaseti altında birleşip yürütebilen bir konuma gelmedir ve kurtuluş da bu yoldadır.
Partimiz'in başından beri bütün çabasının yoğunlaştığı temel amaç, öncelikle alacakaranlık içinde lime lime edilen bir halk gerçeğine, aydınlık bir ortam getirmektir. Bu ortam içinde halkın kendini görmesi ve değerlendirmesini sağlamaktır. Halk nasıl yarabere içindedir. Bunu halka göstermek, ikinci bir adım olarak bu kötü durumdan kurtulma istediğini yaratmak, kurtuluş umudunu yaratmak, baştan beri Partimiz'in siyaseti olmuştur. Bu bir kader değildir, kurtulmak mümkündür. Bu uyanış isteğidir; yani "çok kötü düşürülmüşüz, kötü dövülüyoruz, bunu kabul etmemeliyiz" biçiminde bir tutku yaratmaktır. Yeni bir dünyanın mevcut olduğunu halka sürekli göstermek, "bu karanlıklar dünyası bir kâbe değildir, daha özgür bir dünyaya açılma imkanı vardır" demektir. Onun da ışığını sürekli halka yansıtmak, onu hep aydınlığa çeken bir dünyayı hissettirmek gerekir. Bu, geleceğimizin programı olur. Gelecekte halkın kendisini şekillendireceği toplumsal yapının özellikleri böyledir. Bunlar hedef belirlemedir, uyanış gerçeklerini yaratmaktır ve ancak işin bu aşamasına kadar bir uyanış çağı başlar. Bu uyanışın tam sağlanması değil, ilk adımıdır.
Bizim halkımız açısından daha da fazlası veya özgün olarak yerine getirmesi gereken görev, düşmanı bütün özellikleriyle doğru tanıtmak olacaktır. Çünkü düşman, bizi her bakımdan yiyip bitiriyorsa, biz yalnızca "bizim bir kolumuzu kesiyor" diyemeyiz. Böyle söylemek ne anlama geliyor? "Yalnız bizim emeğimizi sömürüyor" anlamına geliyor. Hayır! Sadece emek değil, bütün ulusal özelliklerimizi inkar ediyor, imha ediyor. Bütün sınıf ve tabakalar üzerinde sömürü uygulayıp onların bütün emeklerinin sonuçlarını yok pahasına ellerinden alıyor. En azından böyle bir düşmandır. Bir ABD düşmanlığı da vardır, ama o çok sınırlı değerleri alıp yemekle uğraşır. Onun ulusal çıkarları daha sınırlıdır. Ama Türk sömürgeciliğinde bu sınırsızdır. Biz böyle bir düşmanı, diğer sözüm ona kurtuluş siyasetlerinin ifade ettikleri gibi tanımlayamayız. Onlar, düşmanı tanımlarken, onun bu niteliğiyle tanımlamazlar, onun politikalarını yumuşatarak, rahatlıkla yaşayabileceklerini sanırlar. Bunlar da en tehlikelileridir.
M. Kemal bile "düşman dayatmış hançerini, yok mudur kurtaracak bahtıkara kaderini?" der, böyle ortaya çıkar ve savaşır. Bize dayatılan ise yalnız hançer değil, her türlü savaş aracıyla yöneliniyor ve yok ediliyor. Eğer tam da böylesine bir konumu yaşayan halkın önüne çıkıp da, "hiç tehlike yok, biraz gözyaşı dökelim, ricaminnet edelim, 'fazla bizi vurma' diyelim, seninle tarihi bağlarımızda vardır, bize uyguladığın baskıyı biraz yumuşat, birlikte yaşarız" dersek, neyi ifade etmiş oluruz? Bu, ancak zalim bir ağanın emrinde çalışan bir köylünün yalvarıp yakararak, biriki çuval un almak, belki biraz daha fazla tahıl almak veya küçük bir arazi parçası üzerinde küçük bir ev yapmak gibi basit bir anlam ifade eder. Ama bu özgürlük değildir. Kaldı ki TC'nin dayattığı bu kadar da değildir, hiçbir şekilde varlığımızı kabul etmiyor. Dolayısıyla diğer güçlerin siyaset olma niteliği yoktur. Bir sızlama veya bunu istismar etme hareketidir. Yani bazı hastaların hastalıklarını tedavi edelim derken, aslında onların üzerinde ticaret yapan üç kağıtçı doktorlara benziyorlar. Bugün bunlar çokça ortaya çıkmıştır. Hastahaneler görülmemiş bir sömürü kaynağı olmuştur. Bunlar da Kürdistan halkının hastalığı üzerinde, Kürdistan hastahanesinde çok çirkin bir ticareti yürütmektedirler; yoksa bu halk adına yüce bir siyaset çizmek, siyasi bir faaliyet yürütmek değildir.
Partimiz'in bu konudaki siyaseti yerindedir. Çünkü halkın konumunu gerçekçi bir biçimde gösteriyoruz. Bundan sorumlu güç olan düşmanı bütün doğrularıyla ortaya koyuyoruz. Ayrıca diğer siyasetler de demeyelim, siyasetsizlerin yaptıkları gibi, kesin ameliyatla sağlığına kavuşturulacak bir hastaya hap vererek tedavi etmek biçiminde yaklaşmıyoruz. Çünkü hasta kanrevan içindedir, köklü bir ameliyatla sonuç almayı amaçlıyoruz. Bu bir yığın en değerli uzmanını, yani militanını, bu hastalığın tedavisine seferber etmedir. Bu uğurda şehit vermedir. Çünkü hastalık ancak böylesine büyük bir operasyonla tedavi edilebilinir. Bu alçaklar ise aspirin kadar bile etkili olamayacak haplarını ki, bunlar hap da değil, aslında hastayı daha da fazla bitirecek, ne idüğü belirsiz ilaçlarını dermandır diye halka satmaya çalışıyorlar. Bunun kocakarı ilaçları kadar bile değeri yoktur. Bununla Kürdistan halkı sağlığına kavuşamaz.
O halde yürüttüğümüz halk savaşı, büyük tıbbi bir operasyondur, hastanın kurtarılması için büyük bir eylemdir. Ustalar da bu konuda, "böylesine büyük savaşlara çekilmeyen halkın, yaşama kabiliyeti yoktur" derler. Dolayısıyla "ölü" hükmünü veriyorlar. Ama bu diğer sahtekar takımı, sahte doktorlara benziyorlar. "Bu halk ölmüştür, tedavi imkanı yoktur" diyorlar. Yani bu halkın halk savaşımına girecek kudreti yoktur, bu halk ölmüştür yaklaşımını sergiliyorlar. Dolayısıyla cenaze töreni yapıyorlar, "gömdürelim, ama bize para verin" diyorlar. Yaklaşımları aynen böyledir. Biz öyle yapmıyoruz. Bu halkın halen yaşama belirteleri vardır diyoruz. Bir operasyonla, bir halk eylemiyle, bir savaşla kendisine getiriyoruz. "Çıkmayan candan umut kesilmez" denilir, işte bizim yaptığımız operasyon da halkı kendine getirebilir. PKK siyasetinin ikincil bir özelliği de burada ortaya çıkar. Bu halkı yaşayıp yaşamama konusunda nihai karar sahibi yapmaktır. Halkı büyük bir operasyon içine çekerek, kendi yaşam olanaklarını harekete geçirerek, savaşım içinde yeniden yaratılmasını sağlamaktır. Bu kadar köleleşmiş halklar, sınıflar, böyle bir savaşı yaşamadan kesinlikle kurtuluşlarını sağlayamazlar.
Dolayısıyla halk için siyaset çizmek, siyaset sahibi olmak, halkın kendi savaşım silahıyla savaşma gücüne ulaşması demektir. Kendi kendini savaştıran bir halk haline getirmek demektir. Kendi savaşımını veren bir halk, doğru bir yola girmiş bir halktır. Doğru yolda yürüyen bir halk da yeni siyasete sahip olan, siyaset kararlılığını sürdüren bir halktır.
Bizim bütün çağa yaklaşım tarzımız, öncelikle halkımıza çağı tanıtmaktır. Çağı tanıttığımız oranda, çağ içinde kendimize bir yer edinme gereği duyarız. Çağ içinde yerimiz neresidir? Yerimiz emperyalist sistem içinde değildir. Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşım içinde doğacak olan devrimden ve onun sonucunda kurulan ülkeler, inşa edilen yeni toplumsal yapılar içindedir. Sahip olduğumuz siyaset, böyle bir çağda yer tutmamızı amaçlıyor.
Halk, şimdiye kadar düşman için emek sarfediyor. Halk savaşı, aynı zamanda halkın bütün emek sonuçlarını kendine geri çevirmenin biricik doğru yöntemidir. Yani halk kendi ülkesinde, kendi emeğine sahip çıkmanın yolu olarak, kaybettiği her şeyi yeniden kazanmanın çaresi olarak, büyük emeğini, büyük yaşamını kendisi için kullanmak amacıyla bu savaşı yürütür ve uygular. Halkımız için savaş, herhangi bir şiddet olayı değildir. Halkımız için savaş demek; halkın kendisini yeniden kazanması, yeniden adlandırması, biçimlendirmesi, bütün emeğinin sonuçlarını kendisine yeniden çevirmesi, kendi toprakları üzerinde yeni yaşamın inşası konusunda iddia sahibi olması, olanak sahibi olması anlamına gelir. Bunlar, insanca yaşamdan başka bir şey değildir ve birey de ancak bu yaşam içinde kendisini bulabilir, ölü halden kurtulabilir. Yoksa halkı, toplumu ölü olan bir birey neyi kurtaribilir?
Bizim ailelerin durumlarını kurturmahikayesi, bizim bireylerin durumu kurtarma hikayesi budur. Aslında birey de denemez, çünkü bireyin de biraz anlamı vardır. Biz de hepsi taslaktır. Genelde halk, temel bir siyaset altında hareket halinde olmazsa, birey tamamen baştan çıkmıştır. Ne kadar varsa, o kadar yol veya yolsuzluk vardır. Kürdistan'da bugün birey neyin peşindedir? "Antartika'ya göndereceğim, orada maaş beş bin dolar verilir" denilse, hemen sıraya girer. Antartika neresidir bilmez, orada yaşam var mı, yok mu bilmez, ama ufak bir propagandayla hepsini çekmek işten bile değildir. Bu, baştan çıkarılmışlıktır. Hatta kim kendisiyle oynamak isterse, "al sana şubu" derse, çocuk gibi kanar. Düşmanın bu kadar kandırmasına ne denilir, kökü nerededir? Elbette toplumun çözülüşü böyleyse, halkın durumu böyleyse bireyler bir hiçtir. Bireyler ancak toplumsal dönemeç ve halkların diriliği oranında gönençli ve diridirler. Bireyin siyaset sahibi olması demek, elbette tamamen bu temelde bir siyasete sahip olmaktır. O siyaset benimsendiğinde, herkesi ayağa kaldırdığında, birey de ayağa kalkar ve kurtuluşun yoluna girer. Bu konuda bizde büyük bir sapma vardır. Toplumsal kurtuluş olmadan, ulusal kurtuluş olmadan, bireyin kendisini kurtarması hayaldir. Halbuki bunlar en yalancı hayallerdir. Bilimsel bir hayal olsaydı, yine de hak verebilirdik ve bu yalancı hayal çok yaygındır. Daha da kötüsü ihanet durumu mevcuttur. Sadece kendi kendini aldatmak değil, düşmanın dayattığı her yol ve yöntemi benimsemek, o yolda yürümeyi adam olma sanmak, işini bitirmek, köşeyi dönmek biçiminde almaktır. Bu da çok yaygındır. Böylesine bir toplumun içinden geliyoruz, bu topluma mensubuz. Bunun büyük bir yolsuzluk olduğu, saptırılmışlık ve ihanet yolu olduğu çok açıktır.
Tarihten bazı misallar verirsek; devrimler öncesi dönemin çılgınlık içinde olan toplumlarından bahsedilir: Roma'da yıkılış sürecinin öncesinde Soddom de Gomanaccime vardır, yine Fransa'nın çılgınlıkta sınır tanımayan düşkünlüğü, İslamiyet'te de "Cahiliye Çağı" denilen bir çağ vardır. Bu dönemler korkunçtur, insanlar bir sefaleti, kendi soyuna karşı bir kötülüğü yaşarlar. Bizde de yaşanan durum, herhalde bunların en kötüsüdür. Soyuna, sınıfına karşı ihanet kol geziyor. Koruculuk, pişmanlık, ajanlık yaklaşımlarıyla, bir kaç kuruş karşılığında en değerli insanını satma durumu yaşanıyor. Hatta kendini olduğu gibi satma var. Bunlar bizde boldur, bunlar insanlığın yüz karasıdır. Bundan dehşet duymamak mümkün değil ve bunlar kol geziyor.
Hangi insan bu konuda kendisine "normal çağdaş insan statüsü içindeyiz" diyebilir? Başta da söyledik, bizim devrimciliğimizin tanımı şudur; biraz çağdaş olmaya çalıştık, normal insani ölçülerle yaşayalım dedik, baktık ki mümkün değil, mümkün olmadığı için bu devrime yöneldik. Yoksa aşka gelip "biz de bazı eylemleri yapalım, ünümüze ün katalım" diye buna yönelmedik. İnsan olmak için başka hiçbir seçeneğimiz yoktu. Aksi halde büyük bir namussuz olarak, boyun eğmeci olarak, tamamen aşağılık bir yaşamı kendisine kabul ettirmiş birisi olarak yaşamamız gerekiyordu. Almış olduğumuz bilinç, çağa yaklaşma tarzımız, halkımızın ve mensup olduğumuz sınıfın gerçeklerini redetmemiz, giderek bizi kendimize gelmeye götürdü. "Yanlış yolda yürümeyemezsin, ihanet yolunda fazla ilerleyemezsin, kendinize gelin ve doğru yolda yürüyün" düşüncesi bizi bu sonuca getirdi. Çok sınırlı olanaklarla, bir kaç sözcükle, çok geri bir maddi donanımla donanım da denilmezdi, yoksullukla çarnaçar bir halde yola çıktık. Başka türlü insanlığın içinde "ben şerefliyim" diyemezdik. İnsanlığa ulaşmak için "biz de bir insanız, biz de şerefli olacağız" diyerek yola çıkmamız gerekiyordu.
Bugün bile, aranızda bir çoğunuzun kendini halen tam olarak veremediği bu büyük kavga ortamına, biz çok umutsuz bir ortamda adım attık. Başka bir çaremiz de yoktu. PKK'de yola çıkmanın özü budur. PKK yoluna adım atmanın ölçüsü budur. Bu çağdaşlık yolu oluyor. Kesin kabul edilmemesi gereken aşağılık bir ihanet yolundan kurtulma, insanlığına sahip çıkma, PKK'nin adıdır. Bu, ne kadar yoksulluk, ne kadar kararsızlık olursa olsun, yürümekten başka çarenin olmadığı sonucuna varmak oluyor ve böylece adımlar atılıyor. Bizim siyasete ilk adım atışımız, siyaset sahibi olmamız böyle gerçekleşti. Eskiden buna din sahibi olma denilirdi, başka koşullarda felsefe sahibi, ideoloji sahibi olma denilirdi. Bizde de gerçekleşen budur ve buna bir yol sahibi olmak, devrimci siyasete ilk adımı atmak da diyebiliriz. Bırakalım halka dayanmak, bırakalım sınıfın, hatta grubun kendisine dayanarak yürümek, ne kadar namuslu ve onurlu birileri varsa onlarla yürümek gerekiyordu.
Bu ölçüler hepiniz için geçerlidir. Madem ki biz o koşullarda, o olanaksızlıklarda bunu bir namus meselesi, bir onur meselesi ve insan olma meselesi olarak gördükse, şimdiki koşulları göz önüne getirdiğimizde, bunların daha rahat görülmesi gerekir. Değil "şöyle sorun çıkarırım, böyle götürüm, biraz da döneklik yaparım" demek, doğrultuyla en ufak bir oynama bile suçtur. Bu suçu işleyen de ortaya çıkar. Yani kanıtlanan gerçeğimiz bu oluyor. Kişide sıradan bir dürüstlük varsa ve yine sıradan bir aydınlanmayı yaşayan biriyse, mutlaka doğrudevrimci yola ve siyasete girecektir. Bu bir insanlık kanunudur. Öyle "keyfimizin estiği gibi biz de coşa gelelim" ya da "halkı ayağa kaldıralım" gibi havai yaklaşımlarla alakası yoktur. Herkes belki macaracı olabilir, ama biz asla olamazdık! Herkes belki hayalleri uğruna, gönlü uğruna bir takım dalgalara kendini kaptırabilir, ama biz asla yapamazdık! Biz kılı kırk yararak, ölçüp biçerek yaptık. Tabii o zaman tutku da vardı, çaba da vardı, ki, bununla biraz ilerleyebildik. Fakat öncelikle yolun doğruluğu konusunda çok emin olmalıydık ve bu yapılıyordu.
Önder APO
- Ayrıntılar
Bugünkü konuşmamızda, bir grup yoldaşı daha uğurlarken, kısa bir tartışma, değerlendirme daha da yaparız. Ayrıca savaş gerçeğini tartışıyorsunuz. Tamamen savaş şu an, bir taktik sorunu düzeyine gelmiştir. Tartışmalarınızı benden daha gerçekçi yapabilirsiniz. Yani anlamamak için ciddi bir engel yok. Askeri çizgimiz konusunda söylemedik şey de kalmamıştır. Yılların deneyimi, sürekli verilmektedir. Artık bu konuda kesinleşmeyi kendiniz bileceksiniz. Aptalları oynamaya gerek yok. Yaşlandıkça bebekleşen, çocuklaşan ihtiyarlara benziyorsunuz, askeri çizgi konusunda, savaş konusunda. Bu, kendini sözde akıllı sanıp da en aptalı oynamaya benzer. Sözüm ona kendinizi zorluklardan sıyırıyor sanıyorsunuz, ama savaş içinde olduğunuz için, çok kötü kaybediyorsunuz. Bir türlü bu köle anlayış ve anlayışsızlığını, yine bizdeki sınıflaşma imkanı bile bulamamış, oldukça iddiasız, en amaçsız ara sınıf kalabalığının ufkunu aşamayan bu hal hareket tarzınızı aşmanız gereklidir. Onun sonucu olan bu hafif yaşam tarzı, bu bir türlü ciddiyeti kendine yakıştıramayan, elinden fazla bir şey gelmeyen, gerçekte kendini bile doğru dürüst ayarlamayan, oldukça lafazan, genellemeci, pratiğe girdi mi ayrıntıda boğulan bu özellikleri biraz terk etmeyi bilip biraz askeri pratik sorunlardan anlayacaksınız. Bunca yıldır neredeyse ayak bağı gibi, kendinizi ha bire dayatmanız yeterlidir. Savaş gerçeği, artık affetmiyor. Günlük örneklerle ha bire görüyorsunuz, kendiniz savaştasınız. İnsan içine girdiği pratiğin ciddiyetini anlayabilmeli. Doğru dürüst kendini yormama ile nereye varacaksınız, neyi halledeceksiniz? Askeri sorunlar kafa işidir, plan işidir, gece gündüzünü katarak sonuç alınacak bir iştir. Bu köylü aptallığı ile neyi kazanacaksınız? Etrafını yanıltarak, yağ taneciği gibi hep kendini su üzerinde tutarak neyin çözümü olacaksınız? Şimdiye kadar nereye vardınız? Bu kadar yüzeysel mantık, iddiasız yaklaşım, yaşam biçimleri ile neyi kurtardınız, neyi kurtaracaksınız? Anlamsız olduğu açık. En önemlisi artık kendinizi doğru bir gelişme yoluna sokmalısınız.
Dediğim gibi, aptalları oynamayalım. Kendinizi de, partiyi de avanak yerine koyup aldatmayalım. Çok ucuz tarz yakıştırıyorsunuz, bundan sonra ayıkla pirincin taşını, hepsini bize temizlettiriyorsunuz. Derli toplu tek bir kişilik çıkmıyor, herkes hastalığı dayatıyor. Alışkanlık, hatta şu düzeye getirildi, “kendimi ne kadar dayatırsam, o kadar destek alırım.” Lanet olsun bu anlayışa, böyle mi olur yoldaşlık? En sığ davranış tarzıdır. İnsan hassasiyetiyle insan ferasetiyle yaklaşım gösterir değerlere karşı. Mal gibi kendini at ortaya, “beni satın alırlar” de. Kimler kabullenir bu köhnemiş anlayışı, hal hareketi? Tümüyle böyle sergileniyor. Ne kazandınız şimdiye kadar? Yalvarmakla, “benim halim budur, yaz arzuhali” demekle, kim derdinize derman olmuş şimdiye kadar? Alışmışsınız, sal kendini pazara, gelirler alırlar. Bu tutum, en basit köylünün meta anlayışıdır. Yani bir burjuva meta anlayışı bile değil. İlkel meta anlayışıyla hareket ediyorsunuz. Kapitalist meta anlayışı, geniş üretim temelinde olsaydı, yüz kat daha gelişkin olurdunuz. İnsan biraz geriliğini görebilmeli, anlamamakta bu kadar inatçılık PKK’ye dayatılıyor. Birkaç imkan yarattık diye, onu tıkatacak mısınız? Köylü kurnazlığı, hırsız toplumu, lümpen toplumu, bir yerde fırsatı buldu mu emekle bağlantısını düşünmeden yakala. Hiçbir ölçü tanımadan, başkalarına bir hiç uğruna çalış. Başkalarını da kendin için öyle çalıştır. İşgalci anlayışıdır bu. Barbar istilacının anlayışıdır, geriliğe işaret eder. Şimdi tabii ki dersler yeterlidir, fazladır bile size, çok bile yeter. Daha da versek tahammül gücünüz yok, dinleme gücünüz yok. Neye ilgi duyduğunuz belli değil? Kendinize sorunları mesele yapmıyorsunuz ki, sürekli kendinizden kaçıyorsunuz. Bir görevi, bir sorun yapıp çözme gibi bir derdiniz yok ki, kaçma sorununuz var. Hiç olmazsa dar taktik sorunlarda kendinizi sorun olmaktan çıkarın. Parti biraz güç veriyor. Bunu bireysel olarak yaşamı kurtarma için değil. Yapmayın. Onunla büyük bir çıkış yapmak için, büyük bir gelişme koymak için, ancak değerlendirebilirsiniz. Velhasıl gittikçe kendinizi düzeltme işinizin sonuca gitmesi lazım. Artık savaş çizgisinde nereye, nasıl oturacağınızı kestirmeniz lazım. Lafazanlıkla, ikide bir bazı anlayışsız tutum, davranışlarla uğraştırmamanız gerekir. Artık eskisi gibi kimse dinlemez. Hele ben, sadece dinlememe değil, saygı göstermeme değil, eşeğe çü dediğim gibi, ancak muamelede bulunabilirim.
Yani gördünüz, biz hizmet vermeyi biliyoruz ama karşımızdakiler de bırak yoldaşça yaklaşmayı, hiç olmazsa bırak insanca bir ders nasıl dinlenilir, nasıl sonuç çıkarılır, bunu bilmeleri gerekir. Geçmişiniz ne kadar lümpen, sorumsuzca gelişmiş olursa olsun, yine anlamanız lazım. Bu işler, sizin düşündüğünüz gibi değil, bizim biraz geliştirdiğimiz gibi ilerliyor. Kendi özünden boşaltılmış, güvensiz kılınmış ne varsa, onu esas alıp kendinizi dayatıyorsunuz. Hiçbir felsefi temele, hiçbir inanç temeline, ahlaki temele dayanmadan kişilik sergilemeye çalışıyorsunuz. Bunun için de gelişme sağlayamıyorsunuz. Bu yüzden, yoksa yıllarca savaşta ol, ciddi bir askeri yetenek sergileme, neden? Ciddi bir kuruluşa yol açma, neden? Ya çok kolay geliyor size, hayır kolay da değil, işlerin çok zor olduğu açık. Sorumsuzluk. Biz biraz idare ettik, alışmışsınız. “Yeter düzey” diyorsunuz. Ruhunuz basit tatmin oluyor belli. Dediğim gibi, aslında neyi kazanıp kazanmadığı da belli değil. “Parti ne de olsa hepimizindir, bizi yedirir, yaşatır, yeter. Ne yapacağız bundan ötesini” veya bir günlük bir köylünün, bir günü kurtarmasından başka bir şeyi kurtarma gereği duymuyorsunuz ki. Veya güç getiremiyorsunuz aynı zamanda. Size göre büyük işler. Ne öngörülür, ne de başarılır. Bunları terk edeceksiniz tabii. Biz enayi değiliz, kendimizi çizgi konusunda bu kadar yoğunlaştırmalısınız. Yoksa başka tür gelişme olmaz. Dediğim gibi, kimse sizden enayice bir ölüm beklemiyor. Kimse “kurbanlık koyun olun” demiyor. Biz her an savaş çizgisinde gerekeni en ince ayrıntılara kadar düşünüp uygulayabilen savaşçı istiyoruz. Omzunun üstünde beyin var, onun kullanılmasını istiyoruz. Bazıları gidiyor, dört yıl kalıyor, aynı hafiflik, daha da daralmış kişilik, evet. Yine de bizden destek ve yardım istiyor. Büyük utanmazlık. Halbuki, dört, beş yılda insan birkaç zafer kazanır. Mübarekler, siz bir köy idare etmesini bilmiyorsunuz. Bunda kendinize yükleneceksiniz. Suçu, hiçbir yerde aramaya gerek yok. Asgari savaş kurallarına uyma gücü bile yok, son zamanların moda tarzı, en basit kuralları alt üst et. Askeri çizgiyi tanımamadır, ordu gerçeğini tanımamadır. Bununla da istediğin kadar savaştır, hiçbir yere varamazsın ki. Temel esas bir tarafa bırakıldıktan sonra hep köylü gibi, kan ter içinde boğuş, ne kazanabilirsin sistemden koptuktan sonra. Sözüm ona savaşıyor işte.
Neyse, fazla uzatmayalım, devam ediyorsunuz. Ordu dersi bu kadar yılların tecrübesi ile bizim bu kadar çerçeve çizmemizle, örnekler sunmamızla amacına ulaşacak. Siz çocuk değilsiniz, yaşlı da değilsiniz, yapabileceğiniz işlerdir. Hem de fazlasıyla yapabileceğiniz işler. Yalnız bu kalıplığı kalpazanlığı bırakacaksınız. Bir işe yararlı olmanın karar gücünü, onun irade gücünü göstereceksiniz. yaşam bunun içindir, bunun dışında kimse başka bir yaşam sevdasına kendisini kaptırmasın. Öyle “gelişemem, dönüşemem” diye havalara da girmenize gerek yok. Sizin, “gelişemem, dönüşemem” dediğiniz, varlığınız fosilleşmiş yaratıkların durumuna benzer. Dönüşemediğin, ısrar ettiğin gerçekliğin, en köhnemiş kılıf dökülmeye müsait bir kalıntıdır. Neyi dönüştüremeyeceksin? Varsa canlı özelliklerin geliştireceksin. Yeni gün yüzüne çıkıyorsun, yaşama yeni gözünü açıyorsun, ciddiyetini anla, biraz ruhunu alıştır, iradeni bile yönelt. Neyin var senin? Beş metelik etmezin tekisin, neyine güveniyorsun? Her şeyin kaybolmuş yani, bir kelepçeli mahkumdaki zincir kelepçesi bile yok senin elinde. Ama evet gerçekten yani, düşman ona da gerek görmüyor, salmış bayıra. Hepsi kelepçesiz mahkumlar. Tabii bütün bunları değerlendirdiğinizde, işin ciddiyeti ortaya çıkar ve o da insanı her soruna olduğu gibi, askeri soruna çok ciddi ve başarmayı esas alan bir yaklaşımın sahibi kılar. En hafifi tercih ediyorsunuz, en sorumsuz davranışı, en bireyci, en kolayına kaçan, sonuçta da hiç kazanmayanı yakıştırıp gidiyorsunuz. Ondan sonra da geliştir şikayet, ondan sonra da geliştir düzmece raporlar veya kandır, sağı solu suçla, bulursun çareyi. Bu alışkanlıkları terk etmek lazım. Bunlar yöntem de değil, kötü alışkanlıklar. Evet, laf düzeyiniz, ben üslup da demeyeceğim, yani bunlar mahalle alışkanlıkları. Savaş alanına gidiyorsunuz, savaşçı kişilik, çok ciddi kişiliktir. Tarihe bakın, her ordu kuralının, hatta her önemli bir savaş veya eylem kazanan kişiliğin ilk özelliği ciddiyettir, biraz anlayıştır. Bizde görüyorum, savaşa girer girmez ilk gösterdikleri özellik, laubalilik, ikincisi anlayışsızlıktır. Bakın bütün birliklerimize hakim olan hava budur. Bu nefret edilecek, aman verilmeyecek tarz olduğu halde, bunu ısrarla dayatıyorlar. Çalgın mısınız siz, serseri misiniz siz, savaşa hiç böyle girilir mi? Her kelime, her adım anlam ifade etmeli, bir amaca bir adım teşkil ettirmeli. Zaten böyle olanların vatan diye, özgürlük diye bir sorunu da yoktur. Haydan gelmiş yaşam onun için huya gider. Onun için, yaşam boştur. Çünkü öyle alıştırılmış. Düşman onu öyle yaşatmış. Şimdi bu saygısız kişilikle, hiçbir yere varılamaz. Nefret ediyorum ben. Bak beni düşman değil, sizin bu yüzeysellikleriniz nefret ettiriyor. Günde iki kuyu doldurarak üzerimize pislik akıtılıyor. Bu ideolojik gerilik, siyasi gerilik, ahlaki gerilik kolay mı aşılıyor sanıyorsunuz? Siz, gırtlağına kadar pisliğe bulanmışsınız. Neyinizle savaş alanına iniyorsunuz, mücadele alanına iniyorsunuz. Tek saygı duyulur neyiniz var, savaş kıymeti açısından? Ne kadar hazırlandınız? Laf hepsi. Ciddi bir hazırlığı, ciddi bir niyeti olmadığı halde öyle görünmek. Aşacaksınız işte. Bir defa ucuz lafazanlığı bırakmak kadar, bu köle dilini de bırakacaksınız. Adam gibi kendinizi bir işe vermeyi bileceksiniz. İşte parti yardım sunuyor, savaşçıya ne gerekliyse o veriliyor, bilinç de veriliyor, moral de veriliyor, teknik donanım da veriliyor. Kullanmayı, biraz kendisinin becermesi lazım. Alışmışsınız, “ben ne kadar ağlarsam o kadar mama yerim” yok. Öyle mama filan yok. Ama alıştırılmışsınız. Eski ahlakı, eski ideolojiyi bırakın. Çalışarak bir şeyler kazanın.
Yani bunlar da bizim yeni üslup yaklaşımlarımızdır. Kendine karşı ciddi ve saygılı olmayanın kimseye fazla saygılı olacağını sanmıyoruz. Kendini, ucuz heveslerini tatmin etmek için devrime girilmez, hele benlik, keyfiyet iddiaları için de hiç devrime girilmez. Niyeti böyle olan, böyle karşılayan en kötü olup çıkar. Varsa insan olma iddianız, dediğim gibi onun ciddiyetini gösterebilmelisiniz. Ben de eskiden kendimi lafazanlıkla kurtarmaya çalışıyordum, ama imkansızlıktan ötürüydü. İğne kadar imkan buldum mu, son derece duyarlı, realist ve gerçekçi olurdum. Gerçekçi olmanın ardına kadar imkanlarını sunmuşuz, siz hala eski kafayla atlatmak istiyorsunuz. Önderlik gerçeği ile ilgili bu kadar ders verdim. Belki manevi olarak etkimiz artmıştır ama pratik, teknik olarak bizden ne kadar öğrendiğiniz kuşkuludur. Tarz olarak, incelik olarak, sanat olarak önderlik nedir? Hiç. Halbuki o kadar öğretici olmaya çalıştık ki. Velhasıl bizden günah gitti. Biz, istenileni, verilmesi gerekeni fazlasıyla sunmaya çalıştık. Unutmayınız ki siz bize veya halka, tarihe bir şey vermediniz. Tarih sahnesine inen, halkın huzuruna bir militan gibi çıkan her gün, “ben ne verdim, ne kazandırdım” deme dürüstlüğünü de gösterebilmelidir. Küçük burjuva yaramazlıkları gibi, hep “ben, ben” egoistler gibi hep “ben” demekle, hiç kimse kendini kandıramaz ve böyle yapmakla, parti içinde güçlü olduğuna kendini inandıramaz. Bir sürü küçük burjuva tip parti içinde böyle seyrediyor. Bunlar hiçbir zaman umduklarını bulamayacaklardır. Er geç yaşam onların başına çarpacaktır. Adım atarken, bir işe başlarken dikkat etsinler diyorum. Madem saygınız var, birtakım değerlere bağlı olduğunuzu iddia ediyorsunuz, biraz bu ciddiyetle kendini gösterebilmelidir.
Çoğu denedi, bir şey olduğunu da sandı. Yok! Okullarda öğrendiğiniz bir iki yalan dolan, haince laf, insanın soyuna, insanın bilincine hakarettir. Yaşadığınız yaşamın en iğrencidir. Biz bunun yerine en anlamlısını, yaşanılabilirliğini koymak istedik. Oynamamak gerekir ve iyi alıp, iyi özümsemek gerekir. Muhtaç değilseniz de o zaman bu değer sistemi içerisinde ne geziyorsunuz? Çok iyi biliyorsanız, bayağı bazı yetenekleriniz varsa, gidin başka yerde saklayın. Başka örgüt kurun ama bu örgütün savaş gerçeği böyledir, biraz bunu anlayın diyorum. Çünkü siz, bu gerçeğin askerisiniz, asker olunca ölümüne onun özüne bağlı, emrinde yaşamak demektir. Bizde asker olmak budur. Gönüllü askersiniz, tutku askerisiniz. Bunun disiplini de en zoraki disiplinden de daha amansız olduğuna göre, o zaman geriye bu bozuk davranışlar, bu yetersizlikler söz konusu olamaz. Bütün bunlar, birbirini tamamlar. Bu bağlantıları ısrarla kopartıyorsunuz, bağımlılıklar başka tarzlarla çalışmalar içinde boy gösteriyor, bu da sabotedir. Terk edeceksiniz. Dediğim gibi, biz nasıl ciddi oluyorsak karşınızda, siz de ciddi olmayı illa bileceksiniz.
En iyi becerebildiğiniz, ya ucuz bir ölüm, ya sağa sola gizli veya açık kaçıştır. Bunlar mertlik değil. Mertlik, yiğitlik, düşmanı bir adım geriletecek bir plan ve bir eylemin sahibi olmaktır. Ancak bununla kendinizi saygıyla yaşatabilir, kanıtlayabilirsiniz. Budur.
Yine bu ordu gerçeğine ilişkin, kısa birkaç hatırlatma. Birkaç haftada biter. Oldukça yaratıcı ve sonuç alıcı kıldık. Hiç kimse demesin “benim için yeterli olmadı.” Veya “fazla anlaşılır kılınmadı.” Hayır! İsteyen herkes için yeni başlangıç yapanlardan tutalım, en eskilerden olanlara kadar, en üst düzeyde görevlilerden en sıradan savaşçılığa kadar ne lazımsa, onu bu anlatımlarda bulabilir. İncelemeyi bilmemiz lazım. Kendinizi iyi bir savaşçı çizgisine getirmeyi bilmeniz lazım. Daha da ilerisini yapmak istiyorsanız, onu da öncelikle kendinizde gerçekleştirmeniz lazım.
Şimdi bugün gidecek kadın grubu söz konusu edildiğinde, öncelikle yakın dönemde bir toplantı daha gerçekleştirmek istiyoruz. Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği Ulusal Kongresi’ne doğru 1995 hamli yılına girerken, gerek savaş birliklerindeki kadın gücünün durumu, sorunlarına çözüm yolları aramak ve gerekse oldukça alt üst olan toplumsal gerçekliğimizde özgürlüğün temel kriterlerinden olan ve oldukça bizde çözümleyici etkisi görülen kadın aile konusuna bir kesin netlik, devrimci çözüm geliştirmek istiyoruz. Böylesine bir çalışma, eğer amacına uygun ve de mevcut zemin iyi değerlendirilirse, önemli gelişme aşamasına yol açabilir. Sorunu özgürleştirip, bazı çözümleri burada aramak, çözümlenebildiği kadarıyla yerindedir.
Kadın kitlesi özellikle kendini artık tanımlayabilmek, yaşama doğru katabilmek zorundadır.
- Ayrıntılar
Agit Yoldaşın 12. Şahadet Yıldönümünde Gerçek Gerilla Ordulaşmasını ve Savaşın Zafer Tarzını Yaratmak Tek Doğru Bağlılık Gerçeğimiz Olacaktır
ARGK’nin Değerli Komuta ve Savaşçı Yapısına!
ARGK nezdinde en değerli bir biçimde rol oynayan Mahsum Korkmaz yoldaşın şahadetinin 13. yılında her bakımdan bir değerlendirmeyi geliştirmek önem taşımaktadır. Bu yoldaş, şahsında PKK’nin askeri siyasetini en tutarlı temsil eden bir yoldaştı. 15 Ağustos hamlesini başlatmak kadar, bunun pratik gerçekleştirme uygulamalarından da kendini sorumlu gördü. Gerek teorik çözümü ve gerekse pratik çabaları nedeniyle önde gelen bir temsilcisi olduğu tartışmasızdır. Bu yoldaşımızın gerçeğini çözümlemek demek, ARGK’nin çözümlemesini yapmak demektir. Ve hele hele bu hamlenin üzerinden tam on dört yıla yakın bir süreç geçmişken ve daha da önemlisi asi avare çete anlayışında teslimiyet ve ihanete doğru bir gelişme ortaya çıkmışken, bu yoldaşımızın şahsında ARGK çözümlemesi her bakımdan büyük bir önem taşımaktadır.
Mahsum yoldaşımız şahadetinden az önce bütün gerilla güçlerimize de bir perspektif olarak anlaşılması gereken bir değerlendirmeyi geliştiriyor. Ana hatlarını şöyle özetlemek mümkündür: Birincisi, bu asi avare çete anlayışının tehlikelerini gördüğü gibi, bu Şemdin unsurunun daha o günlerde ARGK’lileşmenin önünde ciddi bir engel olduğunu görüyor ve bizzat “Sen köylü kurnazlığıyla gerilla ordusunun parti öncülüğü temelinde gelişmesini bozmak istiyorsun, ama ben sana bu fırsatı vermeyeceğim” biçiminde bir belirlemesi vardır ve bu belirleme şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, işin özünü dile getiriyor. Bu kişiliğin (Şemdin Sakık) şahsında yaşanan, her tür bozgunculuk, kariyerizm, keyfi, özerk çete anlayışı, çizgiyle hiç alakası olmayan yaşam tarzının bozukluğundan tutalım, partinin ideolojik, politik hattıyla hiç alakası olmayan, her bakımdan her tür saptırmaya müsait bir kişiliği dayatma çabasıdır. O dönemde etkili olan, sözümona köylü-aydın tartışmasında da gördüğümüz gibi, esasta parti öncülüğünü daha o zaman bir tarafa itip köylülerin güdülerine hitap eden küçük burjuva ideolojisidir; eğitici, örgütleyici çalışmalara düşman, tamamen bireysel menfaat temelinde görevlere, yetkilere yaklaşan ve gözünü kırpmadan parti değerlerini ele geçirmek için her şeyi yapabilen bir çizgidir. O dönemde Zeki (Şemdin Sakık), Kör Cemal (Halil Kaya) ve Metin (Şahin Baliç) eşliğinde belli bir organizeyi de sağlıyorlar. Hatta aydınlara karşı sözde “köylüler iktidarı ele geçirdi” de diyorlar, ama bunu partiye karşı söyledikleri de bir gerçektir.
Agit yoldaşımız aslında bu noktada gerçeği doğru değerlendiriyor, tavrını da koyuyor. Kuşkulu olan şahadetinde bu anlayışın yeri kesindir. Bizzat komployu gerçekleştirmesi de göz ardı edilemez. Nitekim bu şahadetle birlikte bir türlü gerillalaşma sağlanamadı. Bu şahadeti bu anlamda yeniden değerlendirmede hepimize düşen görevler vardır. Üzerinden on iki yıl geçti, ama köylü anarşizminden, hırsızlığından, çapulculuğundan; eğitim ve örgütlenmeye gelmemenin bütün özelliklerinden güç alan bu eğilim, gerçekten bundan sonraki süreci kasıp kavurdu. Partimizin dağlar kadar imkan ve olanaklarını ele geçirerek bugün bile önünü almakta güçlük çektiğimiz ideolojik-politik çizgiye gelmemek kadar, onun canına okumak için ne gerekiyorsa; sahte, komplovari, yetki gaspından tutalım, onu yoldaşlarının katline kadar götürme ve ciddi bir eylem çizgisine girmeme; esasta daha çok halkı vurma ve çeteciliğe doğru zorlama, düşmana yönelik olarak ciddi bir eylem planı geliştirmeme ve böylece bu yıllarda partimizi hakketmediği en ağır zorluklarla yüz yüze bırakma gibi bir sürece yol açtı. Ve dikkat edilirse bu, bu şahadetle başarıldı.
Eğer Agit yoldaşımız yaşasaydı, söylediği gibi bu bozgunculuğa, sözümona bu köylü iktidarcılığına geçit vermeyecekti. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, bu görevin gerekleri yerine getirilmediği için biz büyük zorlanmayı yaşadık. Bizzat yoldaşın incelemeleri vardı. Daha 1985’in sonları için şunu söylüyor: “Birliklerimizin partinin ideolojik, politik çizgisiyle mutlaka eğitim almaları gerekir, bu olmazsa yozlaşmanın önüne geçilemez. İki, kitle ile ilişkiler bozulmuştur, mutlaka doğru yürütülmesi gerekir. Üç, üslenmeden kopuk, özellikle köylere dayalı bir yaşam vardır, bu da mutlaka aşılmalıdır.” Bu üç saptama aslında her şeyin özünü belirliyor. Ve halen gereklerini tam yerine getirememe gibi bir durum da söz konusudur. ARGK’nin gelişmeyişini, başarıya gitmeyişini esasta bu eksikliklerle bağlantılı olarak değerlendirmek durumundayız. Bu tespitler zamanında görülüp gerekleri yerine getirilseydi, ARGK’nin zafer gerçeği gerçekten çarpıcı olacaktı. Ama buna karşı gelişen çok açık; 1987’den itibaren gelişen asi avare çete anlayışıdır, müthiş halk düşmanlığı, ordu düşmanlığıdır; ideolojik-politik çizgiye, doğru bir üslenmeye gelmeme ve sonuç giderek partiyi çok zorlayan, bütün imkanlarımızı yutan bir canavara dönüşmesidir. Bu acıdır, ama gerçektir. Bunu çözmeden, bu konuda yerine getirmediğimiz görevleri bilince kavuşturmadan şimdiki görevlerimize sağlıklı yaklaşmamız mümkün değildir. İşin temelini göz ardı edenler çatıyı kuramazlar, binayı yükseltemezler ve olan da biraz budur. Geç de olsa, son çete elebaşısının hem anlayışta, hem pratikte tasfiye edilmesiyle aslında ulaştığımız en önemli sonuç budur. Çok geç olmuştur, ama bu belirleyici bir gelişmedir.
Uzun bir süredir hepinize şu hususları vurgulamaya çalışıyorum: On dört yıllık gerilla tecrübemizi çözmeliyiz. Bunu boşuna söylemiyorum. Bu konuda büyük hatalar var. Çok önemli eksiklikler ve yanlışlıklar yapılmıştır. İşin özü gözden kaçırılmıştır ve bu nedenle neredeyse bütün çabalarımız boşa gitmiştir. Bunu hiçbir vicdanın kaldıramayacağı gibi, eğer kendinize sıradan bir saygınlığınız varsa, hiçbirinizin bu pratiğe yanıt olmadan kendini kabul etmesi de mümkün olamaz. Bu, partimizin en hakketmediği bir durumdur. Dünyanın bu en kahraman direnç hareketinin böylesine beş para etmez bir çeteciliğin elinde kendini bu durumda bırakması gerçekten acıdır. Biz isterdik ki çok erkenden bunu görüp aşasınız. Hemen hemen her yıl çağrımızı yaptık. Nitekim biz yoldaşın şahadetinde şu görevi üstlenmiştik: Bir yıl içinde gerilla bölükleriyle anısına karşılık verilecekti ve bunu gerçekleştirdik. Ama çetecilik anlayışı da onu bozma yönünde kendini ortaya koydu ve bu kıran kırana bir mücadeleydi.
Bugün arkamıza dönüp baktığımızda göreceğiz ki, gerilla çizgimize kendini dayatan müthiş bir karşı devrimci çizgi var. İki çizgi birbirine karşı şiddetli bir mücadele içinde olmuştur. Ama maalesef esas damgasını da vuran başlangıçta asi avare köylü, anarşik çete anlayışı, giderek sağa kayan, ilkel milliyetçilikle birlikte giderek TC’ye de yaslanan ve son günlerde de açık teslimiyeti seçen çizgi olmuştur. Komutaya, birliklere, moral yapısına ve temel tüm taktiklere damgasını vuran budur. Dolayısıyla bütün birliklerimizin, partiye bağlılık şahadetleriyle birlikte, aslında gerçek bir komuta olarak görülmesi gereken yoldaşlara bağlılıkları varsa, yerine getirilmesi gereken görevleri de budur. Bu görevi göz ardı ederek ordulaşılamayacağı ve temel bir taktik çizgiye de oturtulamayacağı artık görülmüştür. Sizin en büyük yetmezliğiniz, ARGK adına savaşan güçler olarak bu çizgi savaşımını derinliğine yakalayamama ve uygulanmasına dair sorumluluklarınızı layıkıyla yerine getirememenizdir; en başta da alabildiğine ideolojik çizgiden uzaklaşma ve pratik esasları da rasgele, çok keyfi bir yaklaşımın kurbanı etmenizdir. Fakat bunun da hiç kimseye yararının olmadığı ortaya çıkmıştır.
Düşman, özellikle bunları gördükçe çok etkili planları devreye sokmuştur. Düşmanın birinci planı, bildiğiniz gibi koruculaştırmadır. Bu neden kaynaklandı? Bu çeteciliğin adımıza özellikle halka yaptığı zulümden kaynaklandı. Bir çete ordusu ortaya çıkmıştır. Ama şehit yoldaşımız buna dikkat çekmiştir: “Halkla ilişkilerimizi mutlaka parti ölçülerine getirelim” diyor. İkincisi, taktiğe asi avarecilik temelinde yaklaşıldı. Özellikle en son ana kadar hiçbir üslenme gereğine gidilmedi. Bu kadar üslenme anlayışından uzak kalmanız, derin bir üslenme anlayışına ulaşmayışınız bu asi avare çete anlayışının eseridir. Düşman bundan nasıl yararlandı? Girmeye bile cesaret edemeyeceği birçok alanı, “alan tutma” taktiği adı altında tuttu ve bizi de zorladıkça zorladı. Halkı çeteleştirmeyle birlikte alanları tutma, aslında yerine getirilmeyen bu görevlerle yakından bağlantılıdır. Tabii bir de eğitimden alabildiğine kaçış partileşme düzeyini ve öncülüğünü ortadan kaldırdı. Ve sonuç, şimdi düşman neredeyse bizim yapamadığımızı yapar duruma geldi.
Bunları da çok iyi bildiğiniz kanısındayım. Tabii bu yetmiyor. Gereklerinin neden yerine getirilmediği çok önemlidir. Hepinizin dürüstlüğüne bir şey demiyorum, ama partimizin gerçek değerlerinin nasıl anlaşılması ve bir çizgi savaşımına dönüştürülmesi gerektiği ihmal ediliyor. Bu ihmal de başınıza pahalıya patlıyor. Bunun hiçbirimizin yararına olmadığı ve bütün çabalarımızın boşa çıkarılması anlamına geldiği de açıktır. Savaş en ciddi bir olaydır. Ona bu kadar laubali, bu kadar teğet geçen bir anlayış, belki de en zoru önüne koyuyor. Bu yapıldı. Çizgiden, dolayısıyla taktikten düşme olunca hiçbir şey sizin gerilemenizi durduramaz. Bu dev gibi bir ordumuz bile olsa, onun düşüşünü ve yenilgisini önleyemez. Dikkat ederseniz bugüne kadar da yaşıyorsanız, bunu biz çok özel tedbirlerle sağladık. Bunu iyi bilince çıkarmanız gerekir. Neden ve nasıl yaşatıldığınızı, derin bir sorumluluk anlayışıyla, bizzat yaşamınıza saygının bir gereği olarak doğru değerlendirmeniz gerekir. Çünkü nedenlerini bilmediğiniz bir yaşantı elinizden kolay gider ve sapmalara da uğratılmaya müsaittir. Buna asla fırsat vermeyin.
Düşman bunu en sonunda “marjinalleştirme” biçiminde bir teori haline getirdi. Ve çok iyi gördük ki, bu marjinalleştirmeyi baştan itibaren bir çetecilik biçiminde hazırlayanlar, en son düşmanın bu teorisiyle birleşti. Dört dörtlük bir uygulama gücü oldu. Bu, MGK’nin en son kararında “PKK’nin kontrol altında, kabul edilebilir sınırlara getirildiği” biçiminde bir yoruma da yol açtı. Dolayısıyla tamamen kendi iç yetersizliklerimizin sonucu olan ve sınıf dışı, kesinlikle pratikleriyle düşman kontrasını aratmayan bir çeteciliği doğurtmuş olan bu olumsuzluğu, en başta da Agit yoldaşımıza dayatılan bu olumsuzluğu tamamen aşmak, belki de anısına vereceğimiz en tarihi bir karşılık olacaktır. Çok gecikti, ama yine de burada kazanılacaktır.
Kaybettiğiniz noktada kazanacaksınız. Kaybettiğiniz noktada yerine getiremediğiniz görevleri, geç de olsa bugün bu süreçte yerine getirerek kazanacaksınız. Eğer ARGK gerçeğine mütevazılıkla, sağduyuyla, gerçekten büyük bir sorumluluk anlayışıyla böyle bakarsak aslında bize en çok gerekli olan güç kaynağına da ermiş olacağız. Ve bunu hiçbir kadromuz ve savaşçımız göz ardı etmemelidir.
Beş binin çok üstünde bir militan kaybımız vardır. Belki de bunların yüzde onu bile hakkedilmiş kayıplar değil. Hepsi çizgi sapması sonucundaki kayıplardır ve bunlar çok acı kayıplardır. Bunda sorumluluğunuzu görmek zorundasınız. Sorumluluk da gereklerini yerine getirmekle görülür. Artık hiçbir gerekçeyle kimsenin buna karşı durmaması gerekir.
PKK’nin en büyük silahı ideolojik gerçeği, doğru yoldaşlık anlayışıdır. Yani bir yerde Agit kişiliğidir, kadında Zilan kişiliğidir. Bu iki kişilik ARGK’ye hakim olursa, gerçekten hiçbir sorunumuz kalır mı? Gerçekten mütevazı olsak başarılı bir yürüyüşten kimse bizi alıkoyabilir mi? Asla! Bu çok somuttur. Peki neden yerine getiremeyeceğiz? Neden ille çeteciliğe zemin olma, neden beynini çalıştırmama, neden zafer taktiklerine yüklenmeme? Bunun düşmandan ve bu düşkünlerden başka kime yararı var? Dolayısıyla ARGK’nin bütün değerli birlikleri, bu şahadetin yıldönümü nedeniyle kendinizi çok köklü gözden geçirmek ve gerilla ordumuzun gerçek bir komuta kişiliği olarak bu yoldaşımızın anısına bu anlayış temelinde cevap vermek gibi yüce bir görevle karşı karşıyasınız. Ben, bu yoldaşımızın anısına on iki yıldır “gerilla yaratılacaktır, ülkemizin her tarafına gerilla birlikleri yerleştirilecektir” dedim ve istediğim gibi olmazsa da bunu gerçekleştirdik. Şimdi sıra, bu çözümlemelerin ruhuna uygun, bu büyük emeğe layık, bizzat zafer birliklerini hemen hepinizin yer aldığı birliklerde gerçekleştirmektir. Hepiniz bunu yapacak güçtesiniz. Siz gücünüzü boğuyor, inisiyatifinizi kullanmıyorsunuz. Kaldı ki, her biriniz gerçekten bir aslan gibisiniz, buna eminim. Kaçkınlar zaten ne mal olduklarını ortaya koymuşlardır. Gerisi, kahramanlık çizgisindedir ve bu kahramanlık çizgisine de hiçbir düşman tedbirinin dayanamayacağı açıktır. Bu da doğru esaslara bağlı olma temelinde mümkün olur.
Parti Önderliği olarak aslında hepinizin görevlerine cevap olmak istedik. Dünya tarihinde hiç yapılmadığı kadar destek sunulmuştur. Değil bir ülkenin, birkaç ülkenin devrimine yetebilecek imkan ve olanaklar emrinize verilmiştir. Bunları değerlendirmemek sizin eksikliğinizdir. Biz bugün bu anıya karşılık olarak şunu söyleyecek durumdayız: Bu yoldaşımızı zorlayan anlayışlarla savaşım başarıya gitmiştir. Onun dikkat çektiği olumsuzluklar ve yetersizlikler hem bilince çıkarılmış, hem de aşılma emri ve yüksek iradesi ortaya konulmuştur. Siz hangisinde yer alıyorsunuz? Kaçandan, teslim olandan, ihanetten mi yana olacaksınız, yoksa bu büyük şehitlerimizin hem şahadetlerine neden olan, hem de bize bir görev olarak bırakılan, yerine getirilmesi gereken çalışmalara mı sahip olacaksınız? Bu konuda kararımızı hem köklü, hem de başarı tarzına yakın vermekle karşı karşıyayız. Kaldı ki çok ileri bir düzeyde eğitimle ve küçümsenemez pratik olanaklarla hepinizin bunu yakalaması artık işten bile değildir. Daha üstün bir sorumluluk, derinden bir vicdan muhasebesi, bir grup şahadete bile bağlılığınız sizi en üstün konuma götürür. Yaşadığınız acıları ve öfkeleri biraz doğru çözüp pratikleştirmeniz sizin katbekat başarınızı ortaya çıkarır. Gözünüzü buna dikeceksiniz.
Kısaca bu temelde ARGK çözümlemesi demek, zafer kişiliğine ulaştık demektir. ARGK olduk, sıra zaferde demektir. Şimdiye kadarki çabalar bizi ordulaştırmıştır, ama zaferi getirmemiştir. O halde gerekli olan artık zaferdir. Bir ARGK militanı, komutanı neredeyse, orada zafer yürüyüşü vardır noktasına kendini oturtmaktır. Bugünün gerçek cevabı budur. Kör naçar bir pratik kurtarmıyor. Geçmiş bununla doludur. Herhangi bir sorumluluk da durumu kurtarmıyor. On iki-on dört yıl daha yapsak ne anlamı olur, ama zafer pratiği, zafer tarzı çok şeyi kurtarabilir ve hepiniz sabırsızlıkla bunun derin ihtiyacı, acısı içindesiniz. Gün gerçekleştirme günüdür. En son gördüğünüz gibi halkımız, PKK’nin ateşlediği Newroz’la özgürlük tutkularının asla söndürülemeyeceğini bu yirmi beşinci baharında da göstermiştir. Yirmi beş tane Newroz, her birisi diğerinden üstün bir gelişmenin anlamı olduğu kadar, en son Newroz hepsini katlayacak görkemlilikte olmuştur. Bu bizim en temel güç kaynağımızdır, ama doğru ulaşacağız, doğru ilişkileneceğiz. ARGK’nin küçümsenemez gücü de ortaya çıkmıştır. Tecrübesini katlarsa geçmiş yılları da telafi edecek bir yürüyüşü, savaşımı kesinlikle mümkün kılabilir. Bu da tümüyle elimizdedir ve imkanlarımız dahilindedir. Ülkemizin her tarafını mevzilendirecek duruma da getirmişiz. Bu mevzilenme düzeyiyle, gerilla savaşımıyla, askeri olarak da sonuç almamız artık imkan dahilindedir. Demek ki bu yıllar, aynı zamanda önemli kazanma yıllarıdır. Tam kazanma olmamışsa, onun da nedenleri ortaya konuldu. Şimdi görev, kazanma nedenlerine tam hükmetmek ve gerekenleri yerine getirmektir.
Düşman cephesinde, şüphesiz eskisi kadar iddia olmazsa da “marjinalleştirmede” ısrar vardır, ama bunu da doğru değerlendirirsek, bizim için bir gelişme zeminidir. Düşman yenemeyeceğini anlamıştır, ama zaferimizi önlemek istiyor. O zaman biz burada yenemeyecek olanın üzerine bir de zaferi eklersek demek ki kalanı tamamlamış oluyoruz. Görev budur. Bunun için şüphesiz en başta kendinize yükleneceksiniz. Bütün gerçeklerimize bağlılık demek, zafer kimliğine ulaşmak demektir. Bu daha da somut olarak şu anlama gelir: “Benim olduğum yer ve yaşadığım her gün, ideolojiden tutalım lojistiğine kadar, önemli bir eylem planından tutalım bir fırsatın değerlendirilmesine kadar zaferi esas alan bir duruştur. Ben boş duramam, verimsiz olamam ve böylece de kendimi çarçur edemem.” Bu, Önderlik tarzıdır. Önderlik tarzındaki duruş ve zaferi yaratmak isteği, nerede nasıl olursa olsun, dışarıya yönelik gelişme maddeten mümkün değilse, içimizde, yanı başımızda, ruhumuzda ve bilincimizdedir.
Unutmayalım ki savaş, başta bir komutanın beyninde, ruhunda, iradesinde kazanılır. Demek ki her biriniz hiçbir şey yapamayacak durumdaysanız, zaferi mümkün kılacak beyin gücünü, iradeyi kendinizde gerçekleştireceksiniz. Yanı başınızda pratik imkanlar da vardır. Yürüyeceğiniz her pratik zafer pratiği olacaktır. Bunu kim, ne hakla engelliyor? Bu kadar şehit neyi emrediyor? Agit yoldaşımız neyi emrediyor? Bunu anlamayacak kadar sorumsuz muyuz? Yok diyorsanız o zaman her şey sizi başarıya mahkum ediyor. Günümüzde gerçek temsil “artık ben başarısız yaşayamam” cümlesindedir. Bununla tezat teşkil eden kim varsa, “sen dur, senin yerin burası değil, bırak bu işi başarmak isteyenler yapsın” denilecek. Şüphesiz gerçek temsil bununla bağlantılıdır.
Daha başka yapılacak işler de var. Partimiz bugün dünyanın her tarafında büyük bir faaliyetlilik içindedir. Şunları iyi görmeniz gerekir ki, bu anlamda partimiz açısından bu yıllar kaybedilmiş değil, önemli gelişmelerin yaşandığı yıllardır. Yani gerilladaki dar bilinci, dar siyasi durumu aşmayı bilmek gerekir.
PKK’nin bir beyin gücü var. Bugün, en emperyalist güçten tutalım TC kurmayına kadar şunu yakalamak istiyorlar: PKK’nin düşünce gücü nereden geliyor? Bu büyük siyasi yetkinlik nasıl ortaya çıktı? Bunu anlamak istiyorlar. Siz de bu PKK’nin militanlarısınız. Partisinin düşünce gücünü, siyasi etkinliğini anlamayan bir militan, bir ARGK komutanı olabilir mi? Hele hele bunu, laf düzeyinde “önemli” deyip de pratik kişiliğine anbean yansıtmazsa, o bir askeri komutan olabilir mi? Hayır, olamaz. Çünkü partinin düşünce gücünü, büyük siyasi etkinliğini çözemeyen bir kişi askeri komutan olamaz. Olsa da çok hata yapar, yaşadığı darlıklar içinde kendini de, birliklerini de zora sokar. Dolayısıyla yine Agit yoldaşımızda gördüğünüz gibi, hem sürekli yazan, hem sürekli okuyan, aynı zamanda partimizin düşünce gücünü, siyasi ağırlığını esas alan bir komutan kişiliğine de gelmeniz, gerçeklerimizin vazgeçilmez bir gereğidir.
Sizlerle bir noktayı daha önemle paylaşmak isterim ki, Önderlik konusunda da ciddi bir yaklaşım yetmezliği vardır. Her zaman söyledim, Önderlik babamızdan bize miras kalan bir kurum değildir. O, başta şehitlerimizin olmak üzere, halkımızın kolektif desteğinin somut bir ifadesi ve sizin çabalarınızın bileşkesidir; üst düzeyde hem teorik, hem pratik iradeye ve düşünce gücüne kavuşturulmasıdır. Yani bir yerde her birinizden bir parçadır. Şimdiye kadar buna yaklaşımlarınız, yani özde kendi devrimciliğinize yaklaşımınız yetersiz olmuştur. Aslında Önderlik gerçeğinin gölgesine sığınarak kendinizi daralttınız. Biz, Önderlik gerçeği kurumu olarak sizlere layık olabilmek için gerçekten aman vermez bir tarzın, temponun sahibiyiz. Bu da çok net ve kesindir.
Tekrar vurguluyorum, kendim için olsaydı, bu kadar olmazdı. Ama sizin olumlu veya olumsuz gerçeğiniz, beni böyle bir Önderliksel gerçekleştirmeye zorlamıştır. Başka türlüsüyle sizlere, tabii temsil ettiğimiz şahadetlere ve bir bütün olarak da partimizin amaç değerlerine cevap vermek mümkün değildir. Önderlik olunmak isteniyorsa bunun gerekleri yerine getirilecektir. Ve bunu yerine getirdiğimize de inanıyorum. Geçen yıllarda başarılı bir cevap olma gerçekleştirilmiştir. Biz de buna, Agit yoldaşımızın çok değer verdiği bu Önderlik gerçeğine en az layık olmak kadar, gereken bir karşılıkla cevap verdik.
Bu gerçeklik aslında hepiniz açısından bu anlamda özümsenmiş ve gerekleri yerine getirilmiş değildir. Çete kişiliğinde görüldüğü gibi, bir yandan “Allah, peygamber düzeyine çıkardım” diyecekler, diğer yandan da en büyük günahları bu bağlılık altında sergileyecekler. Bu büyük bir yüzsüzlüktür, oldukça yaygındır ve bunu aşacaksınız. Önderlik gerçeğimize ikiyüzlü, sahte, duygusal yaklaşımlara gerek yoktur. Bu hakarettir. Peki neye gerek vardır? Gerçekten bir zafer tarzına ihtiyaç vardır, bu da bilinçle, inisiyatifle ve gerçek pratik tarza ulaşmakla olur. Önderlik budur. Layık olmak, bunu paylaşmakla ve bununla oynayan her tür tasfiyeci anlayışı anında karşılamakla mümkündür. Eğer bunu böyle değerlendirirseniz Önderlik gerçeği sizi sıkmaz. Tam tersine paha biçilmez bir güç kaynağıdır. Bu güç kaynağını doğru almadan, temsil etmeden sağlam bir komutan ve asker olacağınızı sanmamalısınız.
Tekrar söylüyorum: Bireysel özelliklerimi burada size dayatmıyorum, böyle bir durum yok. Önderlik, hepinizin, çabalarınızın kolektif bir bileşimidir. Bu kolektif bileşim bir teorik beyindir, amansız bir iradedir, tarzdır, tempodur. Dikkat edilirse bu da yenilmeyen başarı gerçeğimizdedir. Yani yenilmek istemiyorsanız, sizin gerçeğinizdir. Dolayısıyla en değerli bir gerçek olarak en başta bilinçle, iradeyle ve büyük bir dürüstlükle paylaşmayı bileceksiniz. Bu sağlanırsa eksikliklerinizin büyük bir kısmının aşılması gerçekleşir. Bunun sonucu da her gün ve her yerde başarıdan başka bir seçeneğe geçit vermeyen bir militanlık olur. Bu zindanda ve en başta da şahadetlerimizle gösterilmiştir. Bu, halen tedavi gören Sema Yüce yoldaş ve şahadete giden diğer zindan şehidimiz Fikri Baygeldi yoldaşta da kanıtlanmıştır. İnsanlık tarihinde ender görülen bir biçimde kendisini her boyutta binlerce temsiliyle kanıtlamıştır. Bunları Önderlik gerçeğinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Ayrıca doğru özümsemeden başarmak da mümkün değildir. Bugün vesilesiyle bunu hatırlatmamın nedeni; başarı için en vazgeçilmez bir koşulu gerçekleştirmenizin artık ertelenemeyeceğidir ve bugüne gelinip dayanılmıştır.
Biz zafer yürüyüşünden başka hiçbir yürüyüşe geçit veremeyiz. Bu yirmi beş yıllık Newroz’lu zafer yürüyüşlerimiz bir gerçektir. Ve finale doğru da gelmiş bulunmaktayız. Gerisi bu çerçevenin büyük bir sorumluluk altında paylaşılmasıdır. Bu temelde yine size yeterince cevap olmaya büyük özen gösteriyoruz. Kendimizi değil, sizi temsil etmeye ilişkin verdiğimiz söze, karara daha da amansız bağlıyız. Aynı zamanda her birisi bir abide olan ve bu büyük yoldaşımızın şahsında bir emir telaki edilmesi gereken gerçeğine bağlıyız. Bunun dışında ne bir başarı imkanımız vardır, ne de bir tercihimiz olabilir. Bu, tarihimizin en şerefli, belki de ilk ve son adımı olmak kadar, değerlendiremezsek herhalde yapabileceğimiz en büyük kötülük olacaktır.
İçinde bulunduğunuz koşullar ne kadar zor olursa olsun, hatta eğitiminiz de ne kadar yetersiz olursa olsun, inanıyorum ki bu çerçevede bile bu çok yanılgılı, yetmez yaklaşımlarınıza bir son verme kararı verirseniz, yine çok rahatlıkla başarabileceğiniz engin cesaret ve fedakarlığınızla bu doğru esaslar temelinde görevlere yürürseniz, aslında vermiş olduğunuz sözleri sadece yerine getirmekle kalmayacak, geçmişe ilişkin borcunuzu da fazlasıyla ödemiş olacaksınız. Sizleri bu temelde bir kez daha serhildanlarıyla şahlanan halkımızın şahsında selamlarken, Mahsum Korkmaz yoldaşımızı da bir kez daha bu başarı sözü temelinde selamlıyor ve sevgilerimi sunuyorum.
28 Mart 1998
Reber APO
- Ayrıntılar
14 Temmuz Direnişçilerinin anısına bağlı kalabilmek çok büyük bir meseledir. Parti yoldaşlığı, dava arkadaşlığı, eğer kendi en temel direnişçilerinin gerçeğini bütün yönleriyle kavrayamıyorsa, o zaman kendilerine en büyük kötülüğü ediyor demektir.
Şunu çok açıkça söyleyebiliriz ki, partimiz içinde büyük direniş şehitlerimizin anısına layık olamama, onu kendi her türlü yetmezliğine perde yapma, onun üzerinde ucuz yaşamak isteme, onunla her türlü geriliğini bekleme, direniş şehitlerinin büyük bir çağrı anlamına gelen bu büyük gün kararlarını bir türlü kavrayamama, kavransa bile gereklerini yerine getirememe ve sanki bu normal kabul edilebilecek bir yaşammış gibi davranma, büyük direniş şehitlerinin özellikle yaşamlarını daraltma, giderek sanki anıları silinmiş gibi hafıza kaybı içine girme, şehitlerin anısıyla kendini güçlendirme şurada kalsın, onun mirasıyla geçinip gitme durumları vardır. Eğer işler böylesi bir noktaya, aşamaya gelmişse, bilmeliyiz ki o parti ve o yol arkadaşlığı en tehlikeli bir durumla karşı karşıya demektir.
Biz her zaman şunu söyledik; eğer görevlerimize biraz böyle bağlı kalabilmişsek ve eğer halen direnişten vazgeçmiyorsak, burada rol oynayan en temel husus; kesinlikle bütün direnişçilerin ve özellikle de direniş şehitlerinin anısına gösterdiğimiz bağlılıktır. Mümkün olduğu ölçüde kendimizde onu hissetmek ve ona helal getirmeden başarıyla yaşatılmasına güç getirebilmektir.
Yaptığımız bütün değerlendirmeler şunu gösteriyor; hali hazırda partinin görevlerini, partinin savaşım silahlarını eline alanlar, direniş şehitlerinin anılarının emrettiği karşılığı vermekten çok uzaktırlar. En yaygınca yaşanan tehlike; direniş şehitlerinin anılarına göre kişiliğini hazırlama, ona göre silaha sarılma, ona göre görevlerin üzerine yürüme değil, biraz daha mirası kemirme, bu mirasın korunması uğruna sarf edilen çabaları kendi bireyciliğine yontma ve kendi sefil kişiliğini bununla ayakta tutmadır. En son şahadete erişeni de dahil, bütün direniş şehitlerinin anısına verilen bu karşılık, gerçek bir tehlikedir ve yaygındır.
14 Temmuz’u anıyoruz. Bugün, bir grup zindan direnişçisi kendi şahıslarında, bir halkın bütün özgürlük umutlarını son kırıntısına kadar yok etmek isteyen düşmana karşı, kendilerinde somut-laştırdıkları PKK direnişçiliğini gösterdiler. Bu, tartışmasız bir gerçektir. En zor dönemde, 1980’lerin başlarında, ayakta olan ne varsa tümüyle imha eden ve kasıtlı olarak bir daha yeşermemesi için bütün tedbirleri arkasına alarak yüklenen bir imha politikasına karşı, gereken her türlü direniş gösterildikten sonra, en son direniş olarak kendi bedenlerini eriterek, kendi nefeslerini o biçimde tüketerek son yolu deniyor, en güçlü direniş eylemine karar veriyorlar.
Aslında en büyük mücadeleyi vermek isteyen yoldaşlardır. Hayrileri, Kemalleri biz çok iyi tanıyoruz. Mücadele tutkusuyla dolu olan arkadaşlarımızdır. Devrimci pratik, onlar için yaşamın kendisidir. Hayri, nefes nefese örgüt çalışmalarını, propagandasını yaşayan, bunun dışında tek bir boş günü bile olmayan büyük bir kişiliktir. Kemal, tepeden tırnağa kadar her şeyini partinin hizmetine sunmuş, her şeyi ile partinin mücadele çizgisini yaşayan, yine partinin yaşam tarzını nefes nefese götüren bir kişiliktir. Bu konuda çok şey söylendi, daha bir çok şey de söylenebilir ve söylenecektir de.
Kendini, partimizin gerçeğinde, en zor koşullarda ve olanaksızlıklar içinde oldukça yetiştirebilmiş, bundan vazgeçmemeye en büyük direnişle karşılık vermiş yoldaşlarımızdır. Bunu defalarca kanıtlamış kişiliklerdir. Böylesi bir direniş kararlılığına, bu kişilikler önderlik etmiştir. Burayı çok iyi anlamak gerekir.
Bir direnişçi nasıl yaşar? Onlar, o amansız Diyarbakır zindan direnişçiliğinin birkaç yönünü, tüm işkencelere göğüs gererek yaşadılar. Onun her dakikası bile bir yıl kadar uzun ve kahredicidir. Sizin zift bağlamış yüreğinize söylüyorum bunu; gerçekten her dakikası bir yıl kadar kahredicidir. Partinin adını biraz daha söyleyebilmek ve mücadelesini biraz daha uygun koşullarda sürdürebilmek için, birkaç yıl süren bu anları böyle değerlendiriyorlar.
Bu direnişler karşısında, sizin bu şekilde yaşamanıza izin vermemem gerekiyor. Özellikle de özgürlük dağlarında yüzlerce silahı düşmana kaptıran, yüzlerce savaşçıyı savaştırmadan tasfiye ettiren ve halen de direniş önderliği olduğunu söyleyenlere bu haktır. Peki hiç böyle olur mu, sizde vicdan denen olay hiç yok mu? Bize “hazırlanamamıştık, eğitememiştik” diyorlar.
Tekrar söyleyeyim ki; gençler de dahil, hepiniz büyük suçlusunuz bu konuda. Ben artık ağır kelimeler kullanacağım. Hızla eğitip sıyırın kendinizi bu durumun içinden. PKK’nin değerleri büyüktür. Sizi zorlayarak yaklaştırmak istemiyoruz, vicdanınız sizi bu değerlere yaklaştırmalı.
Tekrar soruyorum; onlar direnişi nasıl bir sanat bellediler? Hangi koşullarda ve neyle gerçekleştirdiler. Siz, büyük savaşım olanaklarını, düşmandan hesap sorma imkanlarını görebiliyor musunuz? Bir kibrit çöpünü hatırlayın deyince, canınız biraz sıkılıyor. Değil erimek, çoğu yerde kendinizi şişiriyorsunuz değil mi? Hazır silahı paslandırıyorsunuz. Mazlum ise, iki sözcük yazabileceği bir kağıt parçası bulunca, onu çok büyük bir mücadele aracı olarak değerlendiriyor. Sizlere ciltler dolusu kitap verildi, peki ne kadar kullandınız? Doğru-dürüst bir cevabınız olmayacak, tam tersine, bir yığın kayıp nedeni sıralayacaksınız, ondan sonra da “PKK’liyiz, mücadeleye varız” diyeceksiniz; insan kendine saygıyı bu kadar yitirmemeli!
Bir kere daha 14 Temmuz Direnişçiliğinden çıkarılacak bir anlam olacaksa, bu sadece zindan direnişçileri için değil, sadece bir örgüt için de değil; direnişçilerin şahsında parti ve bütün bir halk için öngörülen imha politikalarına, toptan silme planına karşı geliştiğindendir. İyi biliyoruz ki, düşmanın planı budur ve bunu ayrıntıyla anlatmıştım. Bütünüyle tarihin karanlıklarına gömülmek istenen bir halkın kimliği ve PKK’de temsil edilen bir direniş olanağıdır. PKK direnişçiliği de eşittir; bir halkı mümkünse yeniden tarih sahnesinde özgürce yaşatmaktır. Bu anlamda ezilen zindan direnişçiliği ve ezilen PKK; tümüyle bir halkın ezilmesi ve tarih sahnesinden gitmesi olur. Bu kesin bir gerçektir de. O zaman ne Güney Kürdistan’ı kalırdı, ne Kuzeyi, ne Doğusu, ne Batısı. Bu direnişçilik biterse halk da biter. Bunun böyle olduğunu tarih şimdiden söylüyor. PKK’nin direnişçiliği bugünkü durumuyla da bunu herkese kabul ettirmiştir.
Tam böyle bir noktada “direnmek yaşamaktır” sloganını, şiarını kendilerine tatbik edenler ortaya çıkıyor. Bu, tamamen bir halkın en soylu umudu oluyor, yaşam çağrısı oluyor. “Umuttan vazgeçilemez, partiden vazgeçilemez, kendimizi eritiriz ve yaşama çeviririz” deniyor. İşte Mazlumların Newroz direnişçiliği, işte 14 Temmuz direnişçilerinin kararı, işte Ferhatların kendilerini meşale etmeleri tamamı tamamına böyledir.
Onlar, bir halkı aydınlatan meşale, yaşam umudu, yaşam tarzı oldular. Bunu iyi anlayacaksınız. En az olanla nasıl savaşıldığını, en zor koşullarda ve zeminde nasıl savaşıldığını göreceksiniz. Bir mezar kadar bile olamayan hücrede direndiler. Siz o büyük özgürlük dağlarına mı sığamadınız? Tek kişilik hücrelerde eylem yürütülebilirken, o dağlarda mı eylem düzenleyemiyorsunuz? Nefes alı-namayacak yerde tek başına zafer görevini yürütenler varken, binlerin bulunduğu ortamda mı görev yürütemiyorsunuz? Onlar bir zaferi kesinlikle barındıran eylemi düzenliyorlar, siz bu kadar olanaklarla sıradan bir başarıyı mı düzenleyemeyeceksiniz? O zaman bu büyük direniş şehitlerinin anısına bağlı olduğunuzu nasıl söyleyebilirsiniz?
Söz ve katılım, karar ve eylem 14 Temmuz Direnişçileri anısına bir kez daha bu temelde veriliyor. Şimdiye kadar çok söz verildi, çok karar geliştirildi. Bu her zamankinden daha fazla bir parti kararı, bir halk kararı, bir savaş kararıdır. Bu karar her zamankinden daha fazla başarıyla ve bütün gerekleriyle yerine getirilmelidir. Her zamankinden daha fazla iç ve dış engelleyicilere karşı büyük bir sabır ve inatla yürütülmeli, yaşama geçirilmelidir. Bu karar, her zamankinden daha fazla zafere ulaştıracak bir karardır.
Bir kez daha bu büyük direniş davasının sahiplerine ve giderek çığ gibi gelişen bütün direnişçilerin en başta da şehitlerin kararına, bu temelde şahadetlerine, yaşamlarına, savaşımlarına bağlılığımızı gösteriyoruz.
En başta gerilla savaşı olmak üzere, bütün görev sahalarımızda başarıyı kesinleştiren çözümleme derinliği kadar, uygulama ustalığıyla da işlerlik kazandırıyoruz. Ve bu kesin başarıya götürecektir.
Bu yürüyüş, her zamankinden daha fazla zafer yürüyüşü olacaktır.
Rêber APO
14 Temmuz 2009
- Ayrıntılar
Mazlum'u, Kemal'i, Hayri'yi, Akif'i iyi tanıyorduk. Yoldaş olmayı bildikleri kesindir. Bu karar, bunun en iyi göstergelerinden birisidir. Fakat buna rağmen Hayri son sözlerinde borçlu gittiklerinden söz ediyor.
14 Temmuz, Parti tarihimizde Parti kimliği uğruna, denilebilinir ki en kahredici işkenceli bir ortamda varlığını adama ve bu temelde ülkesine, halkına, insanlığına sahip çıkma adına, en büyük direniş kararının verildiği bir gündür. Partimiz'de şimdi de en çok ihtiyaç duyulan, Parti kimliği ile insan olmak, Parti kimliği ile ordulaşmak, Parti kimliği ile yaşamsal olmak. Belki de sadece başarıların değil, onun olumlu bütün adımlarının esasını teşkil ediyor dersek, bu büyük direniş kahramanlarımızın şahsında en yalın gerçeği dile getirmiş oluruz. Bundan 15 yıl önce Partinin temelini atan Kemal, Hayri gibi yoldaşlar direniş kararını verdiğinde bir kez daha Partinin büyüklüğünü göstermiştir. “Ne teslimiyet ne düşüş, sonuna kadar direniş”.
Bizzat büyük şehidimiz M.Hayri Durmuş, el yazısıyla çok açık bir biçimde yazdığı yazıda, "Bizim kadar yaşama bağlı insan yok, ama bu yaşam ancak Parti kimliği ile olduğunda kabul edilebilinir. Siz bize bu kimliği çok görüyor, onu yok etmek istiyorsunuz. Bunun dışında herhangi bir yaşamı kabul etmemiz mümkün değildir. Çok sınırlı Parti kimliği ile birlikte bir yaşamı tanırsanız, yaşama kararlılığımız büyük bir coşkuyla devam edecektir. Yok, bunu tanımazsanız; bu noktadan itibaren, dayattığınız bu kimlik inkârına dayalı yaşamı asla kabul etmeyeceğiz ve ne mutlu ki bize, büyük direniş kararına da ulaşmış bulunuyoruz" der ve o kararı o şekilde bugün gerçekleştirirler.
Bu büyük anıya bağlı kalmak istiyorsak, biraz dürüstlük varsa, değerlerimizi böyle unutmak istemiyorsak, mutlaka kendimizde bir şeyler yaratmak zorundayız. Kendi içimizde bazı esaslara vararak daha doğru, birlikte büyük yürüyebilmeliyiz. PKK'nin saflığı, PKK'nin dürüstlüğü bu yoldaşların gerçeğindedir. Yine doğru yaklaşacak olursak; Partinin adını yükseltmek istediler, Parti amacından uzaklaşmamak için büyük bir vahşet altında, her gün tahammül edilemeyecek işkenceler altında küçük bir yaşam imkânı bularak direndiler. Bu amaç içindi bu direniş. Burada hemen kendinizi karşılaştırın; ülke toprakları üzerinde, dağların başında, silahlı, gruplar halindesiniz, yine de düşmana karşı bir kaç doğru adım atamıyorsunuz. Bu şehitleri, bu direnişleri gözlerinizin önüne getirdiğinizde kişi kendi hakkında ne diyebilir? Bundan uzaklaşma var. Bu uzaklaşmayı kendinize nasıl layık gördünüz ben de şaşıyorum.
Neydi 14 Temmuz direniş? Zindanda ihanet büyük olunca Şahinler tamamen düşürmek istediler; "PKK adına kimse kalmamalı", hatta "hepsi PKK'ye karşı çıksın", tabi ki "PKK'de vatanı inkâr etsin, halkı inkâr etsin". Bunun karşısında arkadaşlar da "biz canımızı vereceğiz, bu kararı vereceğiz" dediler. 14 Temmuz kararı; Partinin adının ortadan kalkmaması için halk ve Kürdistan adının, insanlık adının ortadan kalkmaması içindi. İşte bu Partinin kararıdır: İhanete karşıydı, büyük zulme karşıydı, düşkün yaşama karşıydı. Hemen hemen hepsi sizin gibi zayıftılar, imha olmayla karşı karşıyaydılar. O zaman bu kahraman arkadaşlar "gün direnme günüdür" diyerek zayıflıkların önünü aldılar. Şimdi de düşman çok şiddetlice üstümüze geliyor. Şimdi de Kürdistan'da ihanet büyüktür, ihanet çok büyümüştür. Direniş de büyümüştür. Ülkenin dört bir yanında ne kadar direniş varsa o kadar teslimiyet ve düşkün bir yaşam var. Eğer 14 Temmuz'a bağlıyız diyorsanız bu günde de kahramanca bazı adımlar isteniyor. Zindandaki gibi değil; savaşın her yönünde, çalışmanın her yönünde 14 Temmuz ruhuna bağlı adımlar atılması gerekiyor. Büyük değerlerle ucuz yaşamınızı sürdürmek istiyorsunuz, tabi ki bizimde bunu kabul etmemiz mümkün değildir.
Bu yoldaşları; Mazlum'u, Kemal'i, Hayri'yi, Akif'i iyi tanıyorduk. Yoldaş olmayı bildikleri kesindir. Bu karar, bunun en iyi göstergelerinden birisidir. Fakat buna rağmen Hayri son sözlerinde borçlu gittiklerinden söz ediyor. Öyle fazla bir şey yaptıklarına bile emin değiller. Kemal'in benzer türden bir yaklaşımı vardır. "Bu halk savaşı başarıya ulaşacak" diyor, ama çaba yetersizliğine olan derin öfkesi de söz konusu.
Demek ki kararın en önemli bir yanı, karşı koymadan vazgeçmeme ve bunun can bedelini ödeme oluyor. Olumlu yanı budur ve gereken de budur. Diğer ve daha çok da olumsuz diye niteleyebileceğimiz, onlara yalnız mâl edilemeyecek olan yönü de; büyük bir yetmezliğin sonucu olmasıdır. Ülke halkı zayıf ve faşistler buradan cesaret alıyor. Uluslararası kamuoyu zayıf, parti zayıf, zindan kitlesi zayıf, direniş biçimleri o gün için çok çok zayıf. İnsanlar kendilerini bu biçimde adamamalıydı bizce. Bu, zayıflıkların kefareti oluyor. İşte görmek gerekir dediğimiz, yetersiz dediğimiz ve yalnız onlara bağlanmayacak olan yön budur.
Onlar bunu, canlarını, kendilerini ortaya koyarak ödemeye çalışır ve yine de kendilerini borçlu ilan ederken, bunun giderilmesi gerektiğini de böylece kanıtlamış oluyorlar. "Biz böyle gittik, ama gereken tamamlanmalı" diyorlar. Kararın diğer yönü budur. Bu yetersizliği kim kapatacak? Aksi halde bu bir intihar olur ve devrimciler de intihar etmezler. Yetersizlik giderilemezse bu gidişler intihar olacak, buna gereken karşılığı vermek de kalanların işi oluyor, kalanların namusluluk meselesi oluyor.
Şehitlerimiz, bu direnişleriyle bizi de böyle ağır bir yükün altına soktular. Bu bir nevi bize de tepkidir. Bir halk, bir örgüt ve insanlık, bizi böyle dayanılmaz koşullar içinde zayıf bırakmışsa, biz de böyle bir protestoyla buna karşılık veririz demişlerdir eylemleriyle. Kalanlara bir diğer mesaj veya mesajın bir diğer yönü de bu oluyor.
Bu mesajdan, bu hatırlatmadan çıkan sonuç; bıraktıklarını tamamlamaktır. Peki, neyi tamamlayacağız? Bu dayanılmaz koşullardaki yaşamı, yaşanılır hale getirin, faşist baskıya karşı koyun, azaltın veya ortadan kaldırın demektir. Bilgisizlik var, giderin demektir. Parti zayıf, güçlendirin demektir. Faşizmin tek yönlü, korkusuz yürüyüşünü durdurun demektir. İşte çıkarılacak önemli sonuçlar budur.
Bir yerde direnmekten başka, canımızı ortaya koymaktan başka bir çözüm kalmamıştır deniliyorsa, bu çok tehlikeli bir durumun varlığını gösterir. Direnişin önderleri eğer bir yerde intiharvari bir direnişi seçmişlerse, orada iyi düşünmek gerekir. Bir dönemeç noktasıdır, fakat ölüme gidiliyor. Halk adına önderlik yapması gerekenler şehit düşüyor. Geriye kalanlar, belki onların köprü teşkil eden cesaretlerinin üzerine basarak ileri bir adımla yola çıkacaklar. Büyük imhanın, yok etmenin karanlığından aydınlığa doğru bir köprü oldu onların cenazeleri, kurumuş vücutları... Ve bu biz oluyoruz aynı zamanda.
Birileri öyle gider, diğerleri de biraz ağlar, sızlar, ondan sonra unutur giderse bu olmaz! Bu duruma düşüldüğünde, söylediğimiz gibi tarihin gafili, tarihin haini ortaya çıkar. İstediğiniz kadar süslü sözcüklerle durumu örtbas etmeye çalışın, doğru bir anma değildir bu. Onlar öyle giderken, bizim de soluk alışlarımızın çok sınırlandırıldığını biliyoruz. Tek şansımız olarak özgür koşullarda savaş imkânı vardır elimizde. Onlar öyle savaştılar, biz ise daha değişik savaşabilecektik. Bunu değerlendirmek kalıyordu geriye.
Tarihi halklar demek; tarihini olduğu gibi yaşayan halklar demektir. Bakın Avrupa'nın gelişmiş halklarına; yaşadıkları önemli oranda kendi tarihleridir. Bir de bizim tarihimize bakalım; kişinin burnunu ötesini göremeyeceği kadar inkârla yüklüdür. Ve en kötüsü de bireylerine kendisinin olmayan tarihi, onun tarihiymiş gibi mal etmektir. Bir halka kendisinin olmayan bir tarihi mal ettin mi, tarihini unutmaktan da daha kötü bir duruma düşmüş demektir. Kendi egemenlerinin tarihi ile aldatılan bir halk, belli ölçüde baskı düzeni altındadır. Buna egemenlerin kendi tarihlerini, bilinçli olarak genel tarih haline getirmesi diyebiliriz. Ancak tamamen yabancı bir tarihi, hem de katliamla yazılmış bir tarihi, kendi öz tarihiymiş gibi yaşamak ve kabul etmek bir halk açısından, hele onun temsilcileri açısından içine girilebilecek en derin alçaklık, ihanet ve gaflet durumunu ifade eder. Bizim gerçeğimiz söz konusu olduğunda maalesef yaşamının bu olduğunu görürüz.
Somut görevimiz, partiye bilinç kazandırmak ve onun kanalıyla halka uzanmaktır. Bırakalım bir halkın tarihsizliğine çare olmak, katliam tarihinin onun tarihi olmadığını kendisine anlatmak; en yakın etle-tırnak gibi bağlı olmamız gereken tarihi bile özümsetmekte, onun anlamını ve çıkarılması gereken sonucu belirlemekte bile zorluk çekiyoruz. Bu, katliam tarihi ile kendisini aldatmış olan halkın izdüşümünü saflarımızda yaşamak demektir. Gelişmeyen kişilik, parti tarihinde gafil kişilik böyledir.
Tüm dost güçlere de, PKK'yi bu temelde bir güç olarak değerlendirmeleri gerektiğini söylüyoruz. Özellikle birlikte kurtulmaya mahkûm olduğumuz Türkiye halkı ve onun öncü güçleriyle birlikte, savaşımımızı bundan sonra doğru temellerde geliştirmeye de özen gösteririz. PKK pratiği kendini biraz kanıtlamıştır. Halklar için ne söylerse onu yapar. Buna Türkiye devrimciliği de, hiç olmazsa bundan sonra biraz karşılık vererek iyi bir yoldaş müttefik, olmazsa iyi bir dost müttefik olmayı bilmelidir. Her düzeyde ortaklaşa savaşım doğru bulduğumuz ve istediğimiz bir tarzdır. İnanıyoruz ki, bundan sonra Türkiye cephesinde de gelişmeler daha farklı ve istenilen doğrultuda olacaktır.
Çok yüksek değer biçtiğimiz Türkiye direniş şehitlerine, çıkışımızı, en az kendi direniş şehitlerimiz kadar onların anısına da bağlayabileceğimiz bu şehitlere de, vereceğimiz en büyük karşılık; PKK'yi böyle savaşan öncü güç haline getirmektir. Dolayısıyla onların da anısına verilen söze bağlı kalındığı gibi, geçerlilik de kazandırılmıştır.
Bu temelde diyoruz ki,
Bütün Türkiyeli ve Kürdistanlı Direniş Şehitlerinin Anısı Ölümsüzdür!
Yine 14 Temmuz Direniş Kararlılığı, Başarımızın Temelidir!
Bu temelde verdiğimiz söz, artık zaferi esas alan, ondan başka hiçbir gidişata şans vermeyen, halkımızın da, artık bu dönemde mutlaka öncülüğü doğru yaklaşımda isteyebileceği ve kabul edebileceği bir devrimciliğe yol almadır. Biz bundan sonra bu temelde yeni bir dönemeci yakalayabildiğimize eminiz.
Bu temelde de, bütün direniş şehitlerinin anısı,14 Temmuz direniş kararlılığı, zafere ulaşacaktır!
Bu zaferin çalışma tarzı, bütün çalışmalarımıza yön verecek ve mutlaka başaracağız!
Önder APO'nun 1993 Çözümlemelerinden Derlenmiştir
- Ayrıntılar