Düşman cephesinin son günlerde nasıl yüklendiklerini ve kendilerine göre sonuca ulaştıklarını iddia ettiklerini görüyorsunuz. Başbakan “terör ya bitecek, ya bitecek” diye bir yumurta yuvarladı, bu arada Genelkurmay Başkanı da, “artık terörü bitmiş sayabiliriz” diye bir yargıda bulundu. Ayrıca “ikinci dönemi açıyoruz” dediler. Yeni dönem dedikleri, ekonomik yatırımlar dönemiymiş. Bu, onların gündeminin icabıdır. Belli bir planları var, uygulamaya çalışırken bu gibi gösterileri, psikolojik savaşın tabiatı gereği uygulamak durumundadır.
Gerçeklerin oldukça çarpıcı ortaya çıkması söz konusu. Bu on yıllık savaşım sürecinin, düşman cephesindeki yansımalarını da izlediğimizde, savaşın ekonomik, sosyal, psikolojik ve en önemlisi de askeri boyutlarını çok iyi görmek zor değil. Bu arada faşist karakterini de çarpıcı bir biçimde, adeta başbakan Türkeş kişiliğinin birlikteliğinden görmek çok açık. En iyisi de Türkiye halkını biraz uyarıyor bu gelişme. Daha önce de vardı, açığa çıkardık. Dengeleri sarstığı açıktır.
Sizler biraz anlamaya başlamalısınız. “Savaşta varım” deyip de güçlü bir çözümleme kabiliyetine ulaşmamak, kişiyi çok sahte ve çok kaybeder konumda bırakır. Savaşın her cephesindeki gelişmelerde gördük. Yalan cephesinde parlamento düzeyi de açığa çıkartıldı. Savaşın onuncu yıl dersleri bu anlamda yakıcıdır. Hatta gerilladaki yetmezliklerin sonuçları da birçok yönüyle ortaya çıktı. Halen onun yoğunlaşmış ifadesini sürekli tekrarlamaya çalışıyoruz. Ama sizlerin savaş gerçekliğine baktığımızda, insan öfkelenmeden edemiyor.
Bu kadın Başbakan, Asena rolüne soyunmuş. Değerli dostumuz iyi bir değinmede bulundu. Ben şimdiye kadar bilmiyordum, Türk tarihinde boz kurtlar geleneğinde, dişi kurda Asena diyorlarmış. Herhalde bu faşist masallarında böyle bir şey varmış. Çok ilginç! Erkek boz kurtla, dişi boz kurdun Yozgat’ta el ele verişleri çok ilginç! Sanki tarihi araştırıyorlar.
Bizim de bir tarihi ortaya çıkarmamız söz konusu; halk tarihini. Halklar tarihine büyük katkımız oldu. Onların da adeta bu Hitler ve faşist demagojili birçokları gibi, şoven-milliyetçiliği var. Sanıyorum Mussolini böyle yaptı bir ara, Roma’yı tekrar canlandırdılar. Hitler, Germen ırkının bin yıllık serüvenini canlandırıyordu. Bunlar da kaç bin yıllık bir canlandırmayı yapıyorlar. Bayan bunu kendine oldukça yakıştırmış, hâlbuki Amerikalıydı, gerçi Türkeş de gücünü oradan aldı; Amerika’nın sayesinde böyle bir ikili oluşturdular.
En önemlisi de sizin çıkarmanız gereken sonuç; onların ataklığıdır. Gören “bu nasıl atak bir ba-yan” diyor. Dün sekiz yeri birden dolaşmış ve sözüm ona kimse ona yetişemiyormuş. Kimsenin ona yetişememesi denince, benim durumum akla gelir. Çünkü bu, benim en temel özelliğim. Tempomun süratliliği biliniyor, onu taklit ediyor. Kesin faşist demagoji, zaten bunsuz yapamaz. Hız, çarpıcılık ve hatta kelimeleri bile vurgulayarak etkileyici olmaya çalışıyor. Bizim gibi yapmaya çalıştığı açık. Sorun değil, mühim olan o da kendi cephesinde sözüm ona zaferin sağladığının başarısını ilan ediyor. Hızı, temposu ne kadar süratliymiş. Bir adımı, tarihi bir aşamayı bitirmiş, ikinci aşamaya başlıyormuş.
Bunu niçin söylüyorum? Bu çözümlemeler ışığında daha iyi anlayabilirsiniz. Çünkü anlamaya ihtiyacınız var, özellikle davranışları dönüştürmeye ihtiyacınız var. Düşmanınıza bakın öğrenin. Düşman bana bakıyor öğreniyor, bir de siz düşmana bakıp öğrenin. Bunu size söylemek fazla ileri bir kanıt gerektirmiyor. Cepheler savaş halindeyken, birbirine karşı ne kadar derinden görüp ve gerekeni yaparsa, o kadar kazanır. Bu konuda gafleti aşalım. Özelikle duyarsızlık, çok hantal, döneme cevap vermeyen yetmez yanlarımızı açalım. Göreceğiz ki, savaş mevzilerinde, her sahada iyi yer alınıp başarıyla vuruşlar yapılabilir.
Savaş mantığı böyledir. Başka türlü savaş kişiliği ele alınamaz. Ben de bu günlerde gördüğünüz gibi, epey gerçekleri gözlerinizin önüne serdim. Yerim son derece dar, onlar gibi helikopterlere atlayıp oradan oraya koşmam veya benim böyle bir imkanım olsa bile gitmem. Daracık bir yerde birçok şeyi yaptığıma da inanıyorum. Etkileri sonra ortaya çıkacaktır. Bizim burada açtığımız sorunlara öngördüğümüz çözüm yolları kesin etkisini gösterecektir. Anlamamanız bunu değiştirmez, geç kavramanız yine de beni fazla etkileyemez.
Ben çok açık konuştum aslında. Umarım okursunuz da sonuçlarını. Orada bir özetleniş vardır, tarihin iyi bir özetlenişi vardır. Savaş sanatının iyi bir formasyonu vardır. Akıllıysanız mutlaka önemli sonuçlar çıkarabilirsiniz.
Hemen her sahada savaşçı olmaya ihtiyacınız var. Biz genelde halkları, özgülde Kürt halkını savaşkan bir halk haline getirirken, çok yönlü hareket ediyoruz. Hatta sizleri, bırakalım halkın kendisini, hareket halindeki kitlemizi veya parti bünyesini savaşkan hale getirirken hareketliyiz. Bu çok önemli. Türkiye solculuğu niye yan yattı? Hareket kabiliyetini yitirdi. Dengesini yitiren bir gemiye benziyor. Çoktan denizin dibini boyladılar, ama bizim maharetimize bakın, dengeyi en azgın sularda bile nasıl tutturmaya çalışıyoruz.
Değerlendirme kabiliyetiniz fazla gelişkin değil. Olsaydı, bizim düzenimizi anlamanız zor değildi. Siz insana bakıp öğrenmesini de bilmiyorsunuz. Bir film gibi, gelişme süreçlerini gözlerinizin önüne serdim. Kendinizden korkuyorsunuz, korkmayın. Çünkü yıllarca bağlanmış kişilik, birden bire kendi gerçekliğini fark edince ürküyor, ama bence gerek yok. Size kolay düşmeyeceğiniz ve sağa-sola yalpalanmayacak bir tarz ve tempo verebiliriz. Bu çok önemli.
Ben savaş olayını hem çok kapsamlı, hem de çok tutkulu ele almaya çalışıyorum. İşte bunu size kavratamamam büyük bir sorun yaratıyor bizde. Neden kavrayamıyorlar? Çünkü savaşın bir sanat, hele bizim için en tutkulu bir sanat olduğunu kavramamak, kendinizi en kötü yaşama koyuvermeniz veya kaybetmeniz anlamına gelir.
Savaşma imkanlarını ve hatta yaşam gerçeğini çok kötü değerlendirdiler. Düşünün yaşama bizim verdiğimi anlam neye yol açıyor? Kendi son derece hantal yaşamınıza gösterdiğiniz düşkünlük niye kaybettiriyor? Bunu biraz öğrenin, ya da başka türlü kazanamazsınız. Çok uzağımızda olmasına rağmen değerli dostumuz Yalçın Hoca bile, süreci derinliğine ele alma ihtiyacını duyuyor. Sanırım bizim pratiğimize bakarak bu sonuçlara varıyor. “Bolşevik Devrimi sosyal temeli çok zayıf ve bir anlık bir devrimdir, dolayısıyla kökleşemedi. Yine Türk Ulusal Devrimi, bir Sakarya, bir Afyonluktu, köklü olmadı ve hemen uzlaşmaya çekildi” diyor. Bizim Doğululaşma düzeyimizin, uzun süreli, devrimi döne dolaşa geliştirmemizin etkilerinin, nasıl bununla bağlantılı büyüdüğünü görüyor ve bunları hemen çıkarabiliyor. Bu bir sonuç! Buna benzer birçok sonucu hemen her biriniz çıkarabilirsiniz, çünkü sıcak savaşımın içindesiniz.
Düşünmesini bilmeyenler, pratiğin anlamlı gelişmesini de beceremezler. Bu günler hem düşünsel, hem ruhsal, hem pratiksel patlama günleridir. Kim çok çarpıcı kendini verirse, o kurtarabilir, yoksa anında çökebilir. O zaman siz devrimci sürece çok tehlikeli ön yargılarla gelmişsiniz, özellikle çok tehlikeli, çok fanatik önyargılarınız var. Bir çırpıda canını da kaybedecek özellikleriniz var. Bunları hemen aşma gücünü göstermeliyiz. Eskiden sille-tokat girişirlerdi öğretmek için, buna gerek yok ama, buna gerek yok diye böyle kendinizi dayatmanızın da anlamı olamaz. Bazen bakıyorum gafil kişilikle-re, yıllar sonra bir hainden daha beter oluyorlar. Yıllardır en yakınımda beni bile aldatan kişilikler var. Kendini aldatmış, beni de aldatmaya çalışıyor.
Dayatma gücü, direnme gücü gibi bazı yönleriyle herkes benden daha güçlü belki. Benim söylemek istediğim, devrimin pratik süreci, anlık süreci kesin vurup koparmayı emreden bir stil ister. Bu-nu gösteremezsen bir lafazansın, gevezesin. İstediğin kadar laf söyle, hiçbir değeri yok. Süreçler var, anlar var. Sen herhangi bir şey koparmak istiyorsun veya kılıç var elinde, bazı kelleleri vurmak istiyorsun. Selahattin’in kılıcını düşünelim; ilginç bir kılıç! Özelliği şu, çok isabetli vuruyor. Tarihi ünü de buradan geliyor zaten, boşa çalmıyor. Savaş ustası, kılıç ustası!
Günümüzde örgüt ustaları söz konusu olabilir; halk savaşının taktik ustalığı! Bizim bir çok arkadaşımız farkında bile değil, savaşacağını sanıyor. Geçen gün bazı arkadaşlara, sizlerin de yanında bir eleştiri geliştirdim. Saflar, sanmıyorum bu arkadaşlarımız bilinçli bir hain olsun. Fakat öyle gafiller ki, savaş nedir tam bilmiyorlar.
Şiir okudunuz geçen gün, iri laf ettiniz. Söylediğiniz şeylerin farkında mısınız? Eğer insan laf düzeyinden öteye olmak istiyorsa kendini geliştirmeli. Lafazanlıkta iyi bir şey olabilir, iyi laflarla belki bazı yerlerde katkı sağlayabilir ama savaşçının dilinde laflama yetmez, daha farklı olmak gerekiyor. Aslında bu size lazım, size lazım olanı biraz daha vermeyi düşünüyorum. Çünkü benim için yaşam son derece akışkan. Donmuş yaşamlar, çürümüş yaşamlar, çirkin yaşamlar benim için tam bir savaş gerekçesi. Donuk yaşamlar, başarmayan yaşamlar, hissetmeyen yaşamlar, anında vuramayan yaşamlar, kısaca emre hazır olmayan yaşamlar. Bunu halk olgusunda söylersem, halkın eyleme katılış biçimi, siyasi, askeri, ideolojik bütün cephelerde eyleme kalkmış bir halkı ifade ediyor.
Kendinizi bile eyleme kaldırabilmiş misiniz? Bazı arkadaşlar “gelişme yeterlidir, çok şey öğrendik” diyor. Ne öğrendin sen, ne yeterlidir? Jenosit tehlikesi altında bir halksın, örgüt olarak da zor bela nefes aldırıyorum. Yeterliliği nerede? Kurbanlık koyun bile bu kadar kılıç altı, bıçak altı değildir. Maddi-manevi her türlü tehlike var. Koyun kesildi kesilecek. Beni düşündüren nedir, aslında siz de bunu anlamalıydınız: Düşmanın vuruş tarzı senin duygularını dehşete düşürür, o senin beynine kan sıçratır. Eğer sen panik içine girmişsen, biraz soğukkanlılığını yitirmişsen, ondan kaçışı değil, karşı bir hamle yapma sonucunu çıkarabilirsin. Dehşet veya baskı dayanılmaz; acı, yoldaş kanı, işkence, halkın yoksulluğu, acısı yüreğine vurur, yüreğin de beynine. Beynin tekrar çözüm üretir, bu da yürekle olur. Zaten ikisi de bütünüyle iç içe, bütün duyarlılığınla hissediyorsun. Bu da kesin vuran taktiktir. Eğer siz öyle olamıyorsanız, kendinizden kuşkulanmalısınız.
Yaşamda vuruş tarzımı tamamen günlük olarak bana vuranlardan çıkarıyorum. Bir yerlerden ba-na vuruş gelir, duygulardan, düşüncelerden, düşmandan izlenimle, parti içi izlenimlerden yararlanırım, yine yanımızdakilerden çok yoğun izlenim alırım. Ve bunlar bende bir patlamaya dönüşür sürekli. Duygu gücü, düşünce gücü haline getiririm. Ertesi sabah eyleme geçiririm. Size bakalım, uykudasınız. Günde kaç izlenim alıyorsunuz veya ne kadar cevap verebiliyorsunuz. Kendi düzeyinizi böyle anla-yabilirsiniz. Benim durumum tamamen farklı. Hiçbir etkiyi, yansımayı tepkisiz bırakmam. Bir de ken-dimi sizin gibi yaptım, ettim diye kandırmam. Yüz defa ölçer biçerim. Doğru mu yapıyorum, yanlış mı yapıyorum, yeterli mi yapıyorum, yetersiz mi, güzel mi yapıyorum, çirkin mi; hepsini hesaplıyorum. Kolay kolay yaptığım işi kendim bile onaylayamam.
Kendinize bakın; sizin de ölçüleriniz acaba böyle midir? Doğru-dürüst hayata yaklaşımınız yok. Kendinizi çok beğeniyorsunuz. Kendini çok beğenen gelişemez. Her gün tepki almayan veya her gün yansıma almayan, güçlü tepkiler geliştiremez ya da aldığı yansımaları tepkiye dönüştürmeyen militan olmaz, eylemci olamaz. Kendinize uygulayın bu iki cümleyi, kendinizi anlarsınız.
İlgilerinizle hayran kalıyorum, fakat anlamamanız beni düşündürüyor. Savaşkan olmayacak mıyız? Savaşta üretken olmayacak mıyız? Komutanlık çıkmasın mı sizden? Karanlıkları yırtan bir aydınlık gelişmesin mi? En güzel sözleri söyleyen, en güzel belirlemeleri yapan bir kişi neden çıkmasın? Bakın yaşamı siz kendi elinizle boğmuşsunuz, bu suçtur. Benim bu bir haftalık verdiğim dersleri samimiyetle incelerseniz, zafer kadrosu olup çıkarsınız. Neden zafer kadrosu olmaya çalışmıyorsunuz? Yaşam başka nedir? Ben bu kadar kazanıyorum, tenezzül dahi etmiyorum, bu kadar kazandım diye oyalanmıyorum bile. Neden bendeki bu vuruş zenginliği? Veya tutku ve rüya, hep daha büyük fethetme neden?
Sizin ya küçük bir kazanımınız var, ya yok. Hatta kendinizi bile ne kadar kazandığınız belli de-ğil, bırakmışsınız kendinizi; affedilmemesi gereken veya mutlaka aşılması gereken yön burası. Şimdi unutmayalım ki, kişilikleriniz aciz, zafer kişiliği değil. Dağlara da gönderdik, Avrupa’ya da gönderdik, kitleye de gönderdik. Hakkıyla karşılık veremediğinizi biliyorsunuz. Zafer kişiliği değil, vurucu kişiliği değil.
Düşmana bakın; bizi takip ederek veya hızımıza göre Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkari, Antep ziyaretleri yapıyor. Neden? Çünkü dönem tempo dönemidir. Hiçbir Başbakan böyle dolaşır mı, hem de kadın? Dişi Asena, dişi kurt! İstanbul yatalağıydı, şimdi oldu bir dişi kurt! Siz kendinizi bir de yaman erkek sayarsınız, o tempoyu yakalayabiliyor musunuz? Düşünmezlik edemezsiniz; o da siyaset yapıyor, siz de yapıyorsunuz. İnkar mı edeceğiz? Neredeyse bir erkeği bile cebinden çıkarır. Askerler onun için “bu tek başına kırk tane erkeğe bedel, bir taburdan daha güçlü” diyorlardı. Mühim olan işletiyorlar, veriyor. Aslında bir çocuk şımarıklığı biçiminde, fakat mühim olan dersleri en az onun şımarıklığı kadar biliyor musunuz? Onun komutan, askerleri öyle söylüyor, biz de size söylüyoruz. Öyle yapmacık olun da demiyorum ama kesin bizim de tempoya ihtiyacımız var.
Bunun gibi düşünceler bir çırpıda sökün edebilir bizde. Kapsamlı olarak bütün anlamını da ve-rebiliriz. Özellikle geçirdiğimiz günlerin doğru anlaşılmasına büyük değer verdim. Gördüğünüz gibi, aslında bu son yıla büyük bir tempoyla getirildi. Bu son tempoyu değerlendirmelerde okuyabilirsiniz. Son yıl temposunu da mutlaka incelemelisiniz. Boşa gitmemeli ve en önemlisi de bu son günlerin tem-posudur. Dünya bile bizi öğrenmeye çalıştı, temel merkezler bizden mesaj almaya önem verdiler. İlgiyle dinleyebiliyorlar, tartışabiliyorlar. En önemlisi de, belki basına yansımıyor ama, en temel merkezler değerlendirme yapıyor.
Savaş hamlemizin onuncu yılını yaşıyoruz ama, bir anlamda on beş yıl sayılabilir veya öncesi de var. Fakat en çarpıcı on yılını öyle geçirdik. Çıkaracağımız en önemli sonuç; iyi bir zafer kadrosu nasıl olunur? Başta ordumuz ARGK olmak üzere, diğer siyasi cephe militanı haline nasıl gelinebilir? Güvenmelisiniz kendinize, çünkü yol-yöntem belirlenmiş, hazırlıklar ve olanaklar seferber edilmiştir. Tahmin ediyorum ki, eski bir duygu durumunuz var. Çünkü eskiden size hiçbir şeyi kazanabileceğinizi söylettirmemişler. Ata kültürü, TC kültürü “sen silik bir adamsın, sana verilen sınırlı şeylerle oyalan, oldukça demagog ol, münafık gibi yaşa bu en iyisidir, geçer yoldur” denilmiştir. Düşmanla, ona karşı savaşan arasında bocalayan, iki tarafı da az-çok yaşayan tip de budur. Sonuç; bilinen her türlü baskı-ya, sömürüye boyun eğen kitle veya sözüm ona neyin adına konuştuğu belli olmayan sahte partiler, sahte solcular sahte aydınlardır. Bunlar sağlıklı değil. Saflarımızda da sahte bir sürü geri devrimci var. Nihayetinde dürüst, ama kişiliği ve pratiği tanınmaz haldedir. Ben bile kendimi sahte bir konumdan çıkarmak için günlük olarak işletiyorum.
Bir münafık olmamak, bir demagog olmamak için, sözümle pratiğimin az-çok at başı gitmesi için, kendime müthiş yükleniyorum. Kendimi kolay beğenmem veya olmamış şeye, başarmadığım şeye de başardım diyemem. Kolay kolay beğenmem, fakat başarmak için de oldukça iddialı olmayı esas alan bir konumda seyrediyorum. Anlayamadığım şey şu; bunları çok çarpıcı gösteriyorum da, sizin seviyenizin kaldıramaması mı desem, veya şekillenmişsiniz, o şekillenmenin kemikleşmesi mi desem, düşman cephesindeki kadar etkilenmiyorsunuz. Zor etkileniyorsunuz, zor dönüşüyorsunuz, zor şekilleniyorsunuz ve bu da tempoya gelmemedir. Tempoya gelemedin mi, düşman arkadan yetişir ve vurur.
Şimdi zafer sağlanma zamanıdır. Tempoya ulaşmak zorundayız. Gerçek bir savaşa girmişiz, bunun savaş olduğunu herkes söylüyor. O zaman savaş kanunlarını işletmeliyiz. Çoluk-çocuk işi değil, bir halkın savaşımı içine girdik. Savaş var, demagojiyi bırak, savaş yasalarına biraz nüfus et! Bu, en temel okulumuzu bile kendi haline bıraksak, bir hafta sonra demagojiye boğulur. Önemli oranda düşmanın şu veya bu yıllarda etkilediği kişilikler, kendini birden açığa çıkarıyor. Büyük komuta üslubu, büyük bir siyasi üslup, büyük eğitim, büyük dönüşüm gereği hiç birisinin aklına gelmiyor. Benden yüz de yüz alıyor, bir hırsız gibi çalıyor ve bunu saptırmaya çalışıyor. Seçkin bir komuta gücü böyle olabilir mi? Bu kadar demagojiye kendini batıran bir kişilik, bu kadar olayları, olguları, ilişkileri çözemeyen ve hatta saptırmaya çok müsait bir kişilik düşündürtmez olur mu?
Maalesef bu arkadaşların belki de yüzde doksanı böyle. Askerleşmemişler, dört dörtlük gerillacılık yaptığını sananlar az değil. Düşünemiyor ki, bu kadar yoğunlaşıyor, hâlâ kendini iyi bir asker yeri-ne koyamıyor. Halbuki savaşımı da bu sınıra getirmek yüzde doksan dokuz benim çabalarımın sonucudur. Tek bir kuşun çıkartmaktan tutalım en güncel taktikleri belirlemeye kadar, hepsi hemen hemen bizden kaynağını bulur. Ama halen kendimi arkadaşların sandığı gibi asker sayamıyorum. Halen yapılması gereken çok şey var diye düşünüyorum. Bu kadar alçakgönüllüyüz ama, bu kadar da iddialıyız. Siyasi konularda da, edebi konularda da öyleyiz. Bütün bunlar önemlidir.
Bir de zamanımız çok önemli. Zaman deyip geçmeyelim. Çünkü zamanı doğru değerlendiremez-sek, kaybetmek işten bile değildir. Mesela bize biçilen hüküm bir aydır diyelim. Biz ilk ayda kazanamadık mı, ikinci ayda bizi vururlar. O açıdan tempo çok önemli. Tempo nedir? Eğer ikinci ayda vurulacağını biliyorsan, birinci ayda kesin kazanmayı bilmektir. Tabii siz bu formülün farkında mısınız? Bana neden bu tempo hakim? Çünkü biliyorum ki, zaman benim dilediğim gibi bana sunulmaz. Aylar, yıllar keyfimce yaşanmaz. Birileri engel olacak ve belki de beni boğacak veya o yıl boğma planıdır. O zaman ben, yaşadığım günleri bir ayı bir güne, bir yılı bir aya sığdırarak kapasitelendireceğim ve böylece düşman planını boşa çıkaracağım.
Ben hızlı düşünüyorum. Bir dostumuz “hızlı düşünen, hızlı yapan veya dünü düşünürken ya-pan” diyordu. Kendisi bir bilim adamıdır. Doğru bir tespit bu! Düşünürken yapan, yaparken düşünen! Öyle tahmin ediyorum ki, siz düşünceyle yapma arasında belki de fersah fersah zaman ve mekan farkı yaratıyorsunuz. Yani pratik-teorik farkı olan bir konumdasınız. Benim için dakikası dakikasına olmak önemli. Telsizde konuşurum, bana ufak bir bilgi verir, anında ona nasıl karşılık verileceğini bilirim. Belki de yarım saniyede cevap veririm. Düşüncem o kadar hızlı çalışır. Belki sizin düşünceniz hiç bunu almaz bile. Düşünmeyi bilmemek veya düşünürken pratiğini aylarca sonra akla getirmek kaybettirir. Bu yüzden tempo tutturulamaz.
Hızlı düşünmek neden gerekli? Hızlı düşünmek için nasıl olacaksın? Komutan biraz öyle olmak zorunda. Benim gibi yapın demiyorum ama yine de düşmanın size ulaşamayacağı bir hızınız olmalı. Bunlar gerekli. Savaş günlerini yaşıyoruz her cephede ve siz de bu işin içine girmişsiniz. Ben de mutlaka size karşı sorumluluklarımı yerine getirmek zorundayım. Getiremezsek olmaz. Amacınız çok kapsamlı ve yürüdüğünüz yol da tehlikelerle dolu. Çok ciddi olacağız. Korkmayalım, paniklemeyelim ama, keyfimizce de yürüyemeyeceğimizi bilelim. Disiplin bundan doğar. Yolda nasıl tedbirli, sağlıklı yürüyeceksin. Disiplin, tarz, tempo, yine bağlı olduğun amaç karşısındaki düşman nedeniyledir.
Bugünleri anlamak, şehitleri anmak, bir şeyler duymak ancak bu çerçevede geçekçi ve yararlı olabilir. Ve ben de böylece sizi değerlendirmiş oluyorum. En iyi düşünceyi, en iyi yaşam biçimini bir çırpıda vermeye çalışıyorum. Yine de benden isteyebilirsiniz. Halkın da, partinin de, savaşa ilişkin hemen hemen tüm taleplerine anı anına cevap veririm. Kendimi biraz bu konuda ayakta tutuyorum. Hiç olmazsa savaşma konusunda başarma konusunda istemesini bilin, biz vermeye hazırız. Verdik de birçok şeyi.
Sanıyorum bugünler sizin için de son derece çarpıcı oldu. Olağanüstü çarpıcı ve dönüştürücü günler. Kendi açımdan fazla boşa geçirmiyorum bu günleri. Tam istediğimiz gibi olmasa da, boş geçen günler değil. Sanırım ilginç gelişmeler oluyor. Yine gerillayı geliştirmek çok önemli ve belirleyicidir, Türkiye’nin problemini derinleştirmek çok önemlidir. Sosyal-demokrat çıkmazı derinleşiyor, DYP parçalanıyor, hepsinde bir alt-üst oluş yaşanıyor. Faşizm mi başa gelir, bizim dayattığımız büyük demokratik hamle mi başarıya ulaşır, onu önümüzdeki dönemlerde göreceğiz. Bunlar çok önemli ve sürecin baştan sona inisiyatifimiz altında yönlendirildiğinin farkındayız.
Özel savaş zaten baştan beri kanun dinlemedi. Bir adam diyordu ki, “biz yüklendik, vurduk, faili meçhul cinayetleri devlete, parlamentoya gerek görmeden vurduk” diyor. Yıllardır bu klik işlerini kendi başlarına, kanun dışı yürütüyorlar. Ve şu anda meşrulaşmak isteyeceklerdir. Yapmamız gereken işler tarihi önemdedir, Türkiye içinde de tarihi önemdedir. Maalesef Türkiye’nin sözüm ona işçi temsilcileri, solu gaflet içinde, hatta delalet içinde.
Mühim olan, size ilgi duyanları ülkesine bağlayabilirsiniz. Çünkü Ermeniler de kırk yıldır, yüz yıldır koparılmışlardır, halen kendi ulusal bilinçlerini paylaşırlar. Yahudiler iki bin yıldır kopmuşlardır, nereden koptukları da hiç belli değildir ama ona rağmen bir Yahudi bilinci taşırlar. Dolayısıyla sizin gözünüzü korkutmamalı. Temel insani, ulusal, sınıfsal yönü de vardır. Değerler temelinde kesin güçlü bir topluluk oluşturabilirsiniz. Hem teorik olarak, hem birçok örnekte olduğu gibi pratikte bu mümkündür. Başarmaya çalışacaksınız.
Grubunuz çok şey gördü; tarihin gelişimini bizzat gözleriyle gördü, bunu parti içinde gördü, halkta gördü. Bol doküman da aldınız, büyük bir silahtır, kullanacaksınız. Birçok demeç verdik, çözümleme yaptık, zaten kitap da veriyoruz, bu büyük silahı kullanıp başarmamanız düşünülemez. Sizin için çalışmalarımız tamamlanmıştır ve amacına da ulaşmıştır. Son sözlerinizi de anlamlı geliştirmiş bulunuyorsunuz. Küçük, kapsamlı bir çalışmadır ama oraya dayanarak ülkeye yansıtacaksınız. Tanıdık çevrenizi telefon, mektup gibi değişik yöntemlerle kazanacaksınız. Yeni her ilişkiyi, bir siyasi yurtseverlik ilişkisi diye değerlendirmeye tabi tutacaksınız, nerede akraba var, nerede etkileyebileceğiniz insan varsa ve hatta zincirlemesine onları da gerektiğinde harekete geçireceksiniz. Bir önder gibi olacaksınız.
Bütün bunları yaptığınızda oradaki dört beş bin kitle, on binlerce kitleye de ulaşma şansınız vardır. Zorlayın kendinizi, herkese söylediğim gibi başarırsınız. Başarmak için bundan sonrasını kendinize yakıştırın, anlamlı günleri kendinize yakıştırın, attığınız her adım bize layık adımlar olmalı, umutlu olun.
Ben de yıllarca tek başınaydım, kimsem yoktu. Şimdi büyük yürütüyoruz, büyük başarıyoruz. Bu anlamda hiçbir sıkıntımız yok, ama hâlâ daha işin başlangıcında olduğumuzu söylüyoruz. Bu sizin için de bir ilham kaynağıdır. Oradaki kitle bitti mi, ülke kitlesine, hatta insanlığa bile açılmasını bilen bir hareketiz. Bu kadar içeriği zengin bir hareket boş duramaz ve her yerde mutlaka bir şeyler yapar, başarır. Sizin de ülkeye bu anlamlı gidişiniz, halka kavuşmanız, bizim için de iyi olmuştur, yapılan hizmet amacına ulaşmıştır, selamlıyoruz.
Daha sonra sizlerle de bu platformu geliştiririz. Siz arkadaşlar için başlangıçta söylediğimiz gibi, görüyorsunuz ki gelişme mümkündür, gelişmede sınır tanımamak gerekir. Sizde büyük tutuculuk görüyoruz. Bu tutuculuğu son günlerde adamakıllı darbeledik. Ben de kendimi on beş yaşındaki delikanlı gibi ele alıyorum, öyle başlatıyorum her günü. Hem heyecanlıyım, hem duyguluyum, hem başlangıçta gibiyim. Ulusal kadro olabilmek, insani özlemlerle dolup taşmak kötü bir şey değil. Kendinizi olmuş-bitmiş, köhnemiş feodal konumlarda görmeye veya kendini abartmaya hiç gerek yok.
Gördüğünüz gibi, bizde sizin gibiyiz; ama çalışıyoruz, düşünüyoruz, tartışıyoruz ve yaşıyoruz da. Hem de çok işi başararak yaşıyoruz. Bugünlerin anısına, bu on yılın bu kadar şahadetine, halkımızın böylesi duyarlılığına, dostların ilgisine verebileceğimiz en iyi karşılık; başaran PKK kadrosu ola-bilmektir. Bunun şansı çok iyi önünüze serilmiştir, imkân ve olanakları çok verilmiştir. Mutlaka değerlendireceksiniz, başka çareniz yok. Bu parti içinde başka türlü yaşanmaz. Olgun olacaksınız, kesin başarı çizgisinde yürüyeceksiniz, o zaman saygıyı bulabilirsiniz. Aksi halde, aldatarak, sahte tutum göstererek, ne genelde, ne de parti içinde yaşam imkânı vardır.
Görüyorsunuz, biz eskiden sizden daha zavallı durumdaydık. Ama insanca çalıştık, ilgili ve alçakgönüllüyüz. Öğretiyoruz, alıyoruz ve bu bir yöntem olmuştur. Etle-tırnak gibi ayrılmaz biçimde yaşamımız haline gelmiştir ve başarıyoruz. Niye bunu esas almayacaksınız? Niye iki de bir bencillik, kokuşmuş düzen kalıpları, kokuşmuş feodal kalıpları içinde olacaksınız? Hiç gerek yok! Bundan sonrası öğrenmedir ve öğretiyoruz da. Alçakgönüllü olun, biraz kulağınızı açın. Şehitlerin büyük anıları var; mutlaka hepsini yürekten yaşamaya çalışın, fethetmeyeceğiniz bir enginlik yoktur.
Parti Önderliği
18 Ağustos 1994
- Ayrıntılar
15 Ağustos Atılımı ile başlayan ve 1.yıldönümüne dek uzanan süreç içinde Partimizin doğru devrimci siyaseti, parlak bir şekilde bir kez daha doğrulanmıştır. Evet, bir çokları sayısız defa doğruluğu pratikte kanıtlanmış olan Parti çizgimizin başarısızlığı için çok şey yaptılar. Çeşitli güçler ulusal ve uluslararası alanda görülmedik ölçülerde bir teşhir ve tecrit faaliyeti yürüttüler. Ama bütün bunlar sahiplerinin suçüstü yakalanmalarından başka biri sonuç yaratamadı. Devrimimiz tüm engelleri aşarak gelişiyor ve şunu kesin biçimde doğruluyor, eğer bir siyaset doğruysa, yetersiz bir uygulaması bile büyük gelişmeler ortaya çıkarabilir. Yine eğer bir siyaset doğru ve buna uygun bir uygulamaya kavuşmuş ise, engeller ne denli çok olursa olsun, zafer yolunda yürüyebilir. 15 Ağustos ve sonrası atılımı, bunu parlak bir biçimde doğrulamıştır.
15 Ağustos Atılımı, salt içinde gerçekleştiği koşulların amansız’lığı, karşılaşılan engeller ve zorluklar ile taşınan yetmezlik ve olumsuzluklar dikkate alındığında bile, gerçekte mucizevi bir harekettir. Evet, devrimin bilimine sıkı sıkıya bağlı olanlar için, işin mucizeyle ilişkisi yoktur. Ama Kürdistan koşullarında devrimimize ve hatta varlığımıza biçilen kefeni yırtarak, böylesine bir devrimci çıkışı yapmak da, her gücün harcı değildir. Nitekim teslimiyetçi, küçük burjuvalarımız buna bir türlü inanmak ve sinelerine oturtmak istemediler ve damgayı bastılar "Ömürleri bir kaç günlüktür, bir kaç aylıktır". Bu ya içinde bir bit yeniği olan ne idüğü belirsizlerin, boşu boşuna övdüğü maceraperest ve de provakatif bir harekettir, ya da mucizedir. Hayır, devrimci gerçeklikte mucizelere yer yoktur. Aynı şekilde bu kadar korkusuzca ve kahramanca, muazzam güç dengesizliği içinde düşmana karşı yürümenin, maceracılıkla, provakasyonlukla da ilişkisi olamaz. Düşmanın itiraflarından bunu anlamak zor değildir. O halde kabul edilmelidir ki, olan şey Parti siyasetimizin en çarpıcı bir şekilde doğrulanmasıdır. Üstelik her türlü kuşatmaya, provakasyona ve düşmanın sınırsız tasfiye girişimlerine rağmen bu böyle olmuştur.
Evet, 15 Ağustos Atılımı Kürdistan'da uygulanacak doğru devrimci siyasetin ne olması gerektiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Geçmişte ve günümüzde Kürdistan'da bir çok defalar direnmeye teşebbüs edildi, ancak bunların hemen hepsinde de yenilgi yaşamaktan ve ezilmekten kurtulunamadı. Bu şüphesiz ki, uygulanan siyasetle yakından bağlantılı bir olaydır. Geçmişte aşiretçi feodal önderliğin, sınıfsal ve ideolojik politik konumu, yenilginin en temel nedeni olarak karşımıza çıkarken, yakın geçmişte de, özellikle ulusal ve toplumsal gerçeklerimizi red, ya da ince bir tarzda, inkâr temelinde yola çıkan ve ister bilinçli, ister bilinçsiz olsun, böylesi bir konum içinde bulunanların Kürdistan'da giderek gelişen bir direnmeyi gerçekleştiremeyecekleri ortaya çıkmıştır.
Özellikle, Kürdistan'ın coğrafya ve insan yapısının, silahlı mücadele için çok elverişli olmasını göz önüne alarak, Türkiyeli birçok direniş önderi de, 1970'lerde bu alanda mücadeleyi geliştirmek istemiştir. Ancak sosyal şoven düşünce tarzı ve ulusal gerçekliğimizi hesaba katmayan ve sınıfsal tahlile dayanmayan bu anlayışlarla, salt gerilla mücadelesini doğru kurallar temelinde uygulamayı gözeten bu çıkışlar, sınırlı bazı gelişmeler sağlamış olsalar da, ulusal bir direnişi tutuşturamayacaklarını ve olsa da sürekli kılamayacaklarını ortaya koymuşlardır. Gerek Sinanlar'ın Nurhak'taki, gerekse İbrahim Kaypakkaya'nın Dersim ve diğer alanlarda gerçekleştirmek istedikleri direnişleri, onca soylu çaba ve yüceltemeye layık fedakârlığa ve cesarete rağmen, doğru bir ideolojik politik ulusal temele dayanmadığı ve buna bağlı olarak, doğru sınıfsal tespitlere ulaşılamadığı için, gerillacılık ve silahlı mücadele doğru ele alınmış olsa bile, yenilgiye uğramaktan kurtulamamıştır. Bu yalnızca teknik nedenlere objektif koşullara bağlanamaz, aksine altında siyasi bir hata yatmaktadır. Bir ulusal ve toplumsal gerçekliği, doğru bir tarzda ve yerli yerine oturtamama durumu vardır ve yenilgi esas olarak burada aranmalıdır.
Buna karşılık PKK, Kürdistan'da silahlı mücadeleyi esas alır ve geliştirirken, bunun her şeyden önce ulusal gerçekler ve doğru bir sınıfsal tahlil temelinde ele alınması, Parti siyasetinin bunu esas alması, Türkiye'nin farklı sosyoekonomik ve ulusal koşullarıyla, Kürdistan'ın koşullarının birbirinden ayırt edilmesi ve Kürdistan'ın diğer parçalarıyla Kuzey Batı parçasının aralarındaki farkın göz önüne getirilerek bir mücadele hattı oluşturulması gerektiğini ilan etmiş ve pratiğini bu doğrultuda geliştirmiştir. Böylesine sağlam bir ideolojik politik temele dayandığından yetersizliklerine, özellikle de silahlı mücadele konusunda deneyimsiz olmasına rağmen, giderek gelişmeleri hızlandırmayı bilmiştir. Bizde Partimizin güçlü bir ideolojik, politik etkinliği olduğundan çokça söz edilir. Bu etkinlik onun doğru olmasından kaynaklanmaktadır. Gerçeklerimizin doğru dile getirilmesi pratikteki gücünün de esas nedenidir.
Yine çokça söylenen bir şey, silahlı mücadelede birçok hatalar yapmamıza rağmen yine de gelişmelerin durdurulamadığıdır. Evet, bunca hataya rağmen, çizgi doğru olduğu için, yetersiz uygulamaların bile objektif olarak birçok gelişmeyi doğurması kaçınılmazdır. Yeterli bir uygulanmasının, Kürdistan'da gerçekten güçlü devrimci atılımların gelişmesini doğuracağı, hiçbir engelin, objektif koşulun bunu engelleyemeyeceği, daha şimdiden ispatlanmıştır. Artık kabul edilmesi gereken gerçeklik, Kürdistan'da silahlı direnişin zaferinin gerçekleşeceği ve ancak bunun Ulusal Kurtuluş Siyaseti temelinde gelişeceğidir.
Sosyal şovenizm kokan, işbirlikçi reformizmin, bunu geliştirme gücü yoktur. Çünkü ulusal direnişçi bir kurtuluş siyasetine sahip değildir. Kısacası, onlara az imkâna, kısa bir tecrübeye sahip oldukları için değil, doğru bir siyasete sahip olmadıkları için, bugün Kürdistan'da gelişememektedirler. Eğer üzerindeki bunca baskıya, imhaya, teşhir ve tecrite rağmen, Partimizin bugün milyonlara mal olan mücadelesinden bahsediyorsak, bu her şeyden önce siyasetinin doğruluğundan kaynaklanmaktadır. Bu siyasetin içinde yer almak, onu geliştirmek, ondan sonraki gelişmelerin de temel nedeni olarak bağlı kalınması gereken, doğru bir devrimci tutum, bir politik tavır alıştır. Bu gerçeğin bundan sonra fazla zorlanmaması, kabul edilmesi zorunludur. Eğer başta cephe olmak üzere, çeşitli ittifaklara güç kazandırmak, bunu Türkiye halkının direnişiyle bütünleştirmek istiyorsak, her şeyden önce bu gerçeklik temelinde hareket etmek, bunu çeşitli demagojik yöntemler ve ezeli bir hastalık olan, sosyal şovenizmle bulandırmamak, örtbas etmemek gerekmektedir. Aynı şekilde, onu ulusal gerçeklerimize uygun olmayan ve onun gelişimine karşılık vermeyen taktiklerle savsaklamamalıdır. Kürdistan'da ulusal direnişin en önemli biçimi olan silahlı mücadeleyi esas almayan ve onu özgül koşullara uygulamayan hiçbir taktiğin gelişme şansı yoktur. Çeşitli güçlerin, onca maddi imkânlarına ve tecrübelerine rağmen güç toparlayamamaları ve aralarındaki sayısız ittifaka rağmen, iş yapamamalarının nedeni budur.
Devrimci siyaset ve taktik, gelişmenin kaçınılmaz şarttır. Ve bu gerçek 15 Ağustos eylemliliği ile bir kez daha kanıtlanmıştır. Çizgimizi bir kez daha doğrulaması yanında 15 Ağustos Devrimci Atılımı, halkımızın yenilmezliğini ve kahramanlığını, Partimizin yüce fedakârlık ve cesaret ruhunu, Hareketimizin bu atılım boyunca, kutsal topraklarımıza verdiği yüze yakın değerli evladıyla, en yüksek düzeyde bir kez daha kanıtlamıştır.
Evet, çok kan dökülmüş, büyük acılar çekilmiş, yüksek cesaret ve fedakârlıklar gösterilmiştir. Kaldı ki bundan sonra da hem sorunlar ve hem de kayıplar olacak ve hatta daha da artacaktır. Ama gelişmelerin yönünün artık ortaya çıkarıldığı ve savaş deneyiminin tüm gerçekleri ile kitlelere tattırıldığı günümüz ortamında, bunlar devrimci mücadelenin uğrak noktalarında ödenmesi gereken zorunlu karşılıklardır. Eğer bütün bunlar yeterli ve doğru uygulama temelinde olur, taktik dışı değil, kurallar dâhilinde ortaya çıkarsa, bizim için kayıp olmaktan çıkar ve hatta giderek kazanca dönüşür. Mücadelenin bundan başka büyüme formülü yoktur ve bu bizim temel güç kaynağımızdır.
Hareketimiz önündeki en önemli mesele, şimdi 15 Ağustos Atılımının geleceğe taşırılması sorunudur. Hemen belirtmek gerekir ki, tarihimiz gerçek bir yenilenme şansına ilk defa kavuşmuştur. O nedenle de başta Parti Önderliği olmak üzere, onun sorumlu, fedakâr ve cesur militanları yakaladıkları halkaya yeni halkalar eklemek, kazandıkları mevzilere yeni mevziler katmak ve bunu da gerekirse kan dökerek, o soylu emek karşılığında elde etmekten çekinmeden gerçekleştirmek, kısacası yaşamlarını sözlerinin eri olarak yaşamak, bunun için de hayatlarını ortaya koymak zorundadırlar.
Temmuz ayı, tarihimizin en soylu direnişinin yükseltildiği aydır. Halkımızın büyük direniş değerleri, Hayriler ve Kemaller'in tarihimizi yeniden diriltmek için başlattıkları o büyük direniş, üzerinden fazla bir zaman geçmeden onlara layık olmanın ve anılarına bağlılığın bir gereği olarak, bize dayattıkları görevlerin üzerine kısmen de olsa yürünmüştür. Şüphesiz ki, yükselttiğimiz direniş o büyük direnişlere verilen mütevazı bir karşılıktır, ama biraz gecikmeli de olsa, anılara bağlı kalındığı ve gereğinin yapılmaya çalışıldığı ortaya konulmuştur. Direniş şehitlerimizin anılarının gereklerini yerine getirebilmek konusunda hiçbir şeyden sakınılmaz ve bu anılara, ancak yeteneklerin korkunç biçimde ayaklandırılması ile karşılık verilebilir.
Biz ilk ve büyük şehitlerimizden olan Haki yoldaşı kaybettiğimizde bunu bir ulusal direniş ve zafer garantisi yapacağımıza dair, halkımıza ve tüm devrimcilere söz verdik. Gelişmelerin ortaya koyduğu gibi, sözü yerine getirmek için hiçbir şeyden kaçınmadık ve gereken sonuçları da bir bir aldık ve almaya devam ediyoruz. Bugün de 15 Ağustos Atılımının 1. yılında toprağa verdiğimiz yüze yakın militanımız için, aynı şeyi söylüyoruz ve aynı ruhla hareket ediyoruz. Onları daha şimdiden yaşamın kaynakları haline getirdik. Tarih, Kürdistan'da, artık bu direniş abidelerinin omuzlarında yükselecek ve hiçbir bozguncu ve inkârcı çabanın gücü, bu gerçeği değiştirmeye yetmeyecektir.
Direnişin gönderinde şerefle dalgalanan bu kahramanlarımızın, bu mertebeye nasıl, hangi koşullarda, ne biçim ihanetlere karşı, nasıl bir savaş vererek ulaştıklarını, burada bütünüyle ortaya koymaya olanak yoktur. Her birinin hikâyesi uzun bir romana konu olacak kadar detaylıdır. Devrimci tarih ve edebiyatımız, gelecekte bunları bir, bir gerçek yerlerine koyacaktır. Ama biz, bir başka açıdan ve daha şimdiden şunu rahatlıkla söyle biliriz ki, tek tek bireylerin toprağa düştüğünü bile, tarihsel büyük direnişler başlatmanın gerekçesi yapan bir hareket, yüzlerin anısını, bu barbar düşmana karşı korkunç bir patlamaya dönüştürmesini bilecektir. Düşmanın hiçbir çabası, sonucun böyle gerçekleşmesini önleyemeyecektir ve eğer yaşayan devrimciler, şehitlerimizin anılarının yaman bir takipçisi olurlarsa, Hakiler, Haliller, Kemaller ve Hayriler için gecikmeli de olsa, yerine getirilenleri yeni dönem şehitlerimizin anıları karşısında, daha kapsamlı, daha derin ve daha erkenden yerine getirmek hiç de zor olmayacaktır.
Şehitlerimiz için artık gözyaşı dökülmesini kabul edebilir veya buna müsaade edebilir miyiz? Bu olsa olsa "Yurtseverdiler, yiğittiler, ama boş bir dava uğruna ölüme gönderildiler" diyen, sapık reformist güruhun mantığının bir ürünü olabilir. Bizim direniş geleneğimizde, şehitlerin anısına bağlılığın, mücadeleyi daha da yenilmez kılmak ve zafer için daha büyük direnişleri başlatmak anlamına geldiği, bunu içermeyen ve sadece gözyaşları ile yetinen bir durumun ise, bir sefillik, bu alçaklara has bir şey olarak değerlendirildiği bilinmektedir.
Faşist cunta ve ordusunun görülmemiş boyutlardaki saldırılarına karşı, atomlarına dek parçalanmış halk gerçekliğimiz içinde ortaya çıkan 15 Ağustos Direniş Şehitlerinin tarihimizdeki yeri, elbette ki çok seçkin ve anlamlıdır. Altında 15 Ağustos şehitlerinin imzası olan dönemi, anlamlı ve tarihsel kılan şey, şehitlerimizin kanı pahasına yükselttikleri direnişlerin, TC tarihinin en uzun ömürlü askeri yönetimi altında, öncüyü imha için uygulanan, görülmemiş baskı ortamında, tarihimizi bağımsız temellerde yeniden diriltmek, çağla köprüsünü kurmak, öncünün bilinçli, silahlı direnişi ile halkımızın örgütsüz kin ve öfkesini birleştirerek, tarihimizin bu evresini şanlı kılmak yolunda kazandırdıklarıdır. 15 Ağustos Atılımının şehitleri, işte böyle bir evreyi gerçekleştiren büyük kahramanlar olarak, tarihimiz ve belleklerimizde yer edecek, ölümsüz değerlerimiz olarak kalacaklardır.
Onlar şehitler zincirinde, Diyarbakır zindan şehitlerinden sonra, yeni bir doruk noktasını teşkil etmektedirler. Hem Diyarbakır direnişine layık olmanın, hem de yeni bir direniş yaratmanın ifadesidirler. Hiçbir güç onların bu konumunu değiştiremeyecektir. Onlar tarihtir ve halkımızın temel alacağı biricik değerlerdir.
Evet, Mazlum yoldaşın şahadeti ile bizi her şeyden vazgeçirtecek bir korku ile zafer yolundan alıkonulmak istendik. Ama o ölüme meydan okuyarak, tüm halkımıza nasıl, nerede ve niçin kan verilmesi gerektiğini gösterdi. 15 Ağustos Atılımının şehitleri, bu yolda yürümesini bilenlerin topluluğu olduğunu kanıtlamıştır.
Onlar 1980 sonrası dönem ile yeni dönem arasındaki en sağlam köprü oldular. Yeni döneme, onların halkımız ile çağdaş dünya arasında oluşturdukları bu köprüden varılacaktır. Onların direniş ve şahadetlerinin anlamının büyüklüğü, yarattıkları bu tarihsel sonuçlar nedeniyledir.
Şehitlerimiz kendi yaşamlarını sonsuzlaştırırken, önümüze koydukları dönülmez yol ve milyonlara dayattıkları direnişle, biz geride kalanlara daha büyük direnmelerin, nasıl ve hangi alanlarda yükseltilebileceğini adeta emrediyorlar. Zaman geçirilmeden gerçekleştirilmesi gereken bu görevlere nasıl koşulması gerektiği açık. Devrimci teori ile bu gerçeklik yeteri kadar aydınlatılmış, çok rahat kavranabilecek bir olguya dönüştürülmüştür. İnsanlarımız her zamankinden daha fazla bu yolda yürümeye ve anılara bağlılığın bir gereği olarak her alanda ordulaşmaya daha yatkındırlar. Nelere, nasıl bağlı olacaklarını ve nasıl yürüyeceklerini her zamankinden daha fazla öğreniyorlar ve biliyorlar. Zamanı gelmemiştir denilen olgunun, nasıl zamanın kendisi haline getirildiği, yine aceleye getiriliyor denilen şeyin, nasıl yetişmek için saniyenin bile kaybedilmemesi gereken bir olgu olduğu, artık herkesin görüp duyabileceği bir gerçek haline gelmiştir. Fakat zamanın ve fırsatların en anlamlı bir direnişle bütünleştirilmesi ve öz çıkarlar temelinde dönüştürülmesi, ancak büyük devrimcilerin harcı olan eylemlerle gerçekleştirilebilmiştir.
Direniş şehitlerine bağlılığımız büyüktür. Evet, her birisine ancak birer zafer abidesi dikilerek layık olunabilir. Fakat bunları bir söz olmaktan çıkarmak ve her gün adım adım pratikte gerçekleştirilen devrimci kazanımlara dönüştürebilmek ve bunun en doğru savaş yöntemleri ile gerçekleştirilmesini sağlamak için, omuzlarımıza yüklenmiş yoğun görevler vardır. Bu görevleri yerine getirmenin şartı ise, 15 Ağustos Atılımını aşan bir yeni atılımın koşullarını ve onu bizzat halkın savaşım gücüne dönüştüren bir eylem yaratmaktır. Var olan temel, bizi bu konumda son derece cesur kılmıştır. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de öncü bu cesareti gereken atılımları yaratarak anlamlandırmalı, somut bir gerçekliğe dönüştürmeli ve asla gerisinde kalmamalıdır. Geçmişte bu çok yüksek boyutlarda yaratıldı. Geçmişin bu konuda örnek alınması ve yaratıcı bir şekilde kavranması gerekmektedir. Şüphesiz ki yapılması gereken, bu geçmişin tekrarı değil, yaratıcı bir tarzda kavranması ve güçlü yeni hamlelerin gerçekleştirilmesidir. Parti militanlarının büyümesi ve hedeflerine ulaşması artık buna bağlıdır.
Partimiz ve yurtsever halkımız da ödünsüz, başı dik ve göğsü onurla kabarmış bir yaşam, o yılmaz, sarsılmaz denen barbarlar sürüsünü dizginlemek, daha onurlu nefes alıp vermek ve buradan giderek makûs talihini yenmek için her zamankinden daha fazla bağlılık ve kararlılıkla adımlarını pekiştirmekten ve dökülen bunca kan ile çekilen bunca acıya kendi direnişimizle karşılık vermekten başka hiçbir yolumuz olmadığını bilmeli, kabul etmelidir.
15 Ağustos Atılımının 1. yılını geride bırakırken, kendimizi bu gerçeklerin derin bilinciyle gözden geçiriyor, çok daha üst düzeyde bir atılımı, hem de en kısa zamanda, tüm Kürdistan sathında, milyonlarımızın yüreği ve ellerinde nasıl tutuşturacağımızın derin hesabı, uyanıklığı ve ustalığı içinde bulunmaya söz veriyor, Partimizin tüm cesur ve fedakâr militanları ile, büyük dostumuz olan halkımızı, bağlılığını bir kez daha göstermeye, yeni hamlelerimizin büyük gücü olmaya çağırıyoruz.
Yaşasın Şanlı 15 Ağustos Eylemi!
15 Ağustos Atılımını Gerçekleştirenlerin Anısı Ölümsüzdür ve O Anılarda Zafer Her Zamankinden Daha Yakındır!
PARTİ ÖNDERLİĞİ
Ağustos 1985
- Ayrıntılar
Kürdistan halkının geleneksel bayramı olduğu kadar, çağdaş anlamda kendi ulusal kimliğini geçmiş tüm yıllardan daha fazla açığa çıkararak, kendi halk savaşımını sağlam temellerde bir daha yenilmemecesine yaşayarak ulaştığı yeni yıl. Newroz tarihini göz önüne getirdiğimizde 2602 miladi, 1990 yılı bir anlamda Partimiz'in de başta Nusaybin ve Cizre halk isyanı olmak üzere, tüm ülkede ulusal kimliğe, özgürlüğe dönüş hamlesini daha da ileri bir düzeye taşırarak karşılaması gerçek bir kutlama anlamına geliyor. Yeni şeyler derken, esas olarak mücadelede ulaştığımız yeniliği anlamalıyız. Bir yandan Partili militanların şahadeti, diğer yandan halkımızın kanlı isyanı Newroz'un nasıl karşılanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu temelde mücadelenin vardığı düzey gerçek bir umut kaynağı, yaşamın vazgeçilmez yeni bir şeklidir. Bu da, ister düşmandan kaynaklansın, isterse de iç engellerden kaynaklansın, bir daha önü kesilmez bir kurtuluş akımı haline gelme, dönülmez bir kurtuluş yolunda yürüyüşün içinde olmak demektir. Bu işe kendimizi değiştirmek için duyulan sorumlulukla düşüncemizi zorlayarak, çabalarımızı bitmez tükenmez kılarak bu temelde nasıl kazanılır sorusuna bir cevap vermek istedik. Ortaya çıkan gelişmeler hem büyük bir çabanın sonucu, hem de büyük bir yılın başlangıcı anlamına geliyor. Halklar zor dönemleri yaşadılar. Ki bu halk Kürdistan halkı ise bir kader gibi gittikçe tükenen ve adına yaşam, yabancı işgal, hatta sömürgecilik bile denilmeyecek, bundan da öteye eşine ender rastlanan bir tükeniş sürecinde ise, burada düşünce ve davranış üretmek insanın temel özelliklerine sahip çıkmanın vazgeçilmez bir gereğidir. Bu anlamda yaratılanlar önemli sonuçlardır ve yeniye ulaşmada muazzam sağlam bir başlangıçtır.
Nereden ne kadar sonuç aldık, neye nereden sağlam bir başlangıç yapıyoruz? Sorularına gittikçe net cevaplar vermek istediğimizde olguların iç içeliğini görürüz. Dolayısıyla yeni yılımız, Kürdistan halkının dünyada ve bölgede yoğun olarak yaşanan gelişmeler karşısında ayağa kalkışının ister eski tarihsel geçmiş, ister yakın tarih ve Partimiz PKK önderliğinde gelişen kurtuluş aşaması, en çok umuda kalkan ve buna en çok muhtaç olan hatta bir diriliş çabası da diyebileceğimiz bir çabanın içindedir. Halklar, partiler ve kişiler, yılları sonuç ve başlangıç anlamında çok net bir şekilde gündemleştirerek değerlendirmeye tabi tutarak yürütürler. Eğer bu halk Kürdistan halkı ve onun adına öncülük iddiasında olan PKK söz konusu ise; gündemimizi doğru belirlemek, sağlam başlangıçlarla değerlendirmelere girişmek, bunun pratik çabasını, yürüyüşünü yapmak ve gerçekten çok büyük bir güç sergilemek demektir. Burada güçlü olan kişi; kendini aşmak, gelişmelere (ki, bu bizde varlık yokluk ve diriliş meselesidir) cevap vermek, buna sürekli güç getirmek ve mücadeleye en az tahribatla yol aldırmayı bilmek zorundadır. Çünkü bu çok önemlidir. Bu anlamda sorumluluk ciddi duyuluyor ve dava insanı bu temelde kavranılıyorsa, kapasite ve biçim kazanmak vazgeçilmezdir, gereklerini karşılamak ise zorunludur.
Yeni yıl, halk ve Parti için olduğu kadar, daha çok da militanların kendilerini köklü gözden geçirmeleridir. Bu, önlerinde bir görev olarak durmaktadır. Bir anlamda bağlı olduğu göreve yeterli olma, onu hiçbir bahane ileri sürmeksizin karşılama rolün vazgeçilmez gereğidir. Herkes işlerine mutlaka böyle yaklaşmak durumundadır. Kürdistan insanına baktığımızda; rolden uzaklaşma çok yoğun, rolü doğru kavrama çok sınırlıdır. Parti içi de dâhil en hayati işlerine tersinden yaklaşma, zaafları konuşturma, onu yaşama, yaşatma ve giderek düşkünlüğe sevdalanma bizde çok katı bir gelenektir. Ve bu hak ettiğimiz veya mutlaka ulaşmamız gereken yeniye ulaşmayı sancılı kılıyor. Sonuçta da yenilenme olmayınca duraklamaya yol açıyor. İmha sürecini yaşadığımız için, belki de farkına varılmayan ama kaybetmememiz gereken noktada kaybettiğimiz anlamına geliyor. Bizde insanlar nasıl yaşadıklarını bilmedikleri gibi, nasıl ölmeleri gerektiğini de bilmezler. Yaşam ve ölüm bir anlamda bizim için anlamını yitirmiştir. İşte bu anlamda mücadelemizin diğer bir anlamı da tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Yaşamın tanımını yapmak, ölümün de ne olduğunu kavratmak, birbirlerini ispatlayan, gerçekleştiren özelliklerdir. Ölümle yaşam arasında sanıldığından daha da ince bir fark vardır. Bizde bu fark yitirilmiştir. Yaşıyor muyuz, ölü müyüz? Belli değildir. Tüm hatalar bu ayırımın sağlam yapılmayışından kaynaklanıyor. Genelde insan soyuna ve onun halklarda gerçekleşmiş ve kabul edilir biçimlerine nasıl yaklaşmalıyız, bu temelde yaşamın neresindeyiz ve neresinde olmalıyız? Sorularına cevap veremediğimiz gibi, nasıl ölüyoruz, kimler bizi öldürüyor, nasıl öldürüyorlar? Sorularına da yetkin cevaplar veremiyoruz. Bırakalım ideolojide, politikada, askerlikte sağlam bir pozisyonda savaşmayı, bütün bu hususlarda her şey ağıza, göze bulaştırılmıştır. Bundan dolayı bilinen hatalar zinciri sökün etmekte, nerede, nasıl vurulduğumuz, yine nerede, nasıl kazandığımız pek belli olmamaktadır. Sonuçta da ortaya çıkan ulusal gerçeklik şudur: Yüzyıllardan beri hep ayağa kalkmak istemiş, fakat darbe yemiş, giderek biraz daha ölüme yaklaşmış ve can çekişmiştir. İşte günümüze doğru geldiğimizde de kimsenin sahip çıkmadığı, gerçekten de metelik kadar değer vermediği bir halk gerçekliği söz konusudur.
En ucuz satılan, en çok üzerinde yanlışlık yapılan, sorumsuzca tepişilen değerler, vatanseverlik ve özgürlük değerleridir. Oysa en yüce tutulması gereken değerler bunlardır. Bundan dolayı küçülme, alçalma geliştikçe gelişiyor. Sonuçta da dünyanın en tanınmaz halkı haline gelmek, kişi olarak da hiç ciddiye alınmamak, kendine ve çevresine olan saygıyı yitiren bir konuma gelmektir. Bu durum Parti saflarımıza da yansıyor; kendisiyle, çevresiyle oynar bir hale geliyor ve tam da yaşamı zorladığımız, yaşamı doğru bir tanımla ve çabayla ele geçirmek, onu adeta kurtarmak için yüklendiğimiz bir dönemde, ölümcül darbelerle kendisine de, çevresine de hak etmediği darbeleri vuruyor. Çoğunuz sadece kendinizi vurmuyorsunuz, kendinizle birlikte birçok değeri de düşürüyorsunuz. Bütün bunların nedenleri Partimiz'in ideolojik, siyasal çözümlemelerinde kapsamlı olarak ortaya konulmuştur. Bu anlamda mücadele de kendini tanımlamadır. Tabii binlerce yılın altüst ettiği, baştan çıkardığı, tanınmaz hale getirdiği bir gerçeklik öyle kolay bir tanıma kavuşturulamıyor. Ondan ne çıkar, ne çıkmaz? Cevabı da hemen bulunamıyor. Ve sizler de etle tırnak gibi bu yapıya bağlı olduğunuz için, yerinizi, rolünüzü hakkıyla kavrayıp güncele cevap veremiyorsunuz. Hayatın her alanında böyle olduğu gibi, daha çok da Parti içinde, devrimci savaşımda göreve nasıl yaklaşım sergilemeniz gerektiğini, hangi çaba ve üslupla ele geçirip başaracağınızı bilemiyorsunuz. Bu da güncelliğe yetmeme, taktik önderliğe ulaşamama, zaferi yakalayan yürüyüşü sağlayamama anlamına geliyor.
Bu anlamda savaşımımız olumsuzlukları bertaraf etmek, tanımı yapılmış özgür yaşamın ulus ve birey için ele geçirilmesinin akıllı çabası içinde bulunmak ve onu yürütmek oluyor. Sağlanan başarı bu anlamda bir yeniliktir, tanınmaz durumdan kurtulabilmektir. Bizde herkesin mutlak anlamda içine girmesi gereken kurtuluş yolunda bir nebzede olsa sonuç almaktır. Bunun dışında yenilikten bahsedemeyiz. Dünyada, bölgede, Ortadoğu halkları ve daha çok da Kürdistan halkı için yeni şeylerden bahsetmek istiyoruz. Mümkün olsaydı da her biriniz için tek tek yeni nedir, yeniye yönelik özde çabanız nedir, yanılgısız ne kadar samimisiniz, yönteminiz, üslubunuz ne kadar elveriyor? Bunları işleyebilseydik. Her savaşçımız için bunu yapmayı çok isterdik, fakat mümkün olmadığı gibi gerekmiyor da. Bu aşamada özelde militan için, genelde de herkes için söylenenlerin ne kadar yerinde olduğunu bilmelisiniz. Ve bu soruları kendinize yönelttiğinizde cevabını tam olarak vermeyi becermelisiniz.
En başta kendi rolümü yeniden gözden geçirmeye çalışarak, kendimi nasıl değerlendirmeliyim diye düşündüm; nereden geliyorum, nereye ulaşıyorum, uzun yolda kurtarılanlar nelerdir, ne kadar yanılgısız bir tutum içindeydim, tüm zaaflarımla birlikte neyim, bundan sonra nasıl götürmeliyim, objektif olarak kendime nasıl yaklaşmalıyım, kendimi yanıltmadan nasıl değerlendirmeliyim? Dedim. Newroz, böylesi bir yaklaşımı gerektiriyor. İnsan, evrende gerçekten olağanüstü bir varlık ve düşünen bir maddedir. Bu da çok büyük bir aşamayı ifade ediyor ve halen üzerinde biraz düşündükçe hayretler içinde kalmamak elde değil. Varlığına inanmak bile olağanüstü bir yaklaşım istiyor, yani insan türü söz konusu olduğunda bunu basite almamak gerekiyor. Evrende ulaştığı boyutlar kudretli olduğu kadar, çok heyecan verici ve ızdıraplı, acılı bir varlık olduğunu da düşündürüyor. Burada felsefe yapmak istemiyoruz ama yine de gerekiyor. Çünkü insan tanımına sağlam ulaşmazsak, ondan kaynaklanan çok çeşitli toplumsal gelişmelere de anlam yükleyemeyiz. Dolayısıyla nelere yetenekli olup olmadığını da çözemeyiz. Kısaca, insana en büyük yeteneği hasretmek yerindedir. Gözümüzde çok büyüttüğümüz tekniklerin şahı insanın kendisidir, onun yetenekleridir! O açıdan biz kendi savaşımımız da dâhil her şeyin temeline insanı yerleştirirken, en güçlü tekniğe dayandığımızın bilincindeyiz. Eğer insanın işlenmesi tam olursa, atom bombasından daha kuvvetli, bıçaktan, kılıçtan daha keskin bir güce ulaşabiliriz. Eğer işlenmez duruma getirilmişse tekniğin çok kötü bir kullanımıyla karşı karşıyayız demektir. Pas tutmuş insan tekniği köreltir veya kendisini çürütür, ters vurur ve diğer tüm gelişmeleri durdurur. Yeteneklerimizi Kürdistan halkının gerçek yeteneklerine dönüştürmeliyiz. Parti'nin bugünkü işleyişi, eğitimi, tecrübesi yaşama yolunda çaba sarf eden insana ulaşmak içindir. Kir, pas tutmuş, işlemez duruma gelmiş yapıdan kurtulmak, işleyen insana ulaşmak ve yeniyi yaratmak içindir. Bu anlamda biz her zamankinden daha fazla yeniye ulaşmanın ve onu yaratarak elde etmenin önemli bir şansını yakalamış sayılıyoruz. Bundan kuşku duyulmamalıdır.
Militanın şahsında sağlanılan gelişme, bu yıl da halkımızın şahsında sağlanmalıdır. Bu konuda en az yanılgılı olmaya, yani nasıl çeliği çok dövünce parçalamak mümkünse, biz de onu ne kırarak, ne de değişmez diyerek ona en iyi şekili verebilecek duruma getirmeliyiz. Ki, bu da eylemimizin taktik esası olmaktadır. Halkımız kendisi için yaşamı ele geçirirken, bunun gerekli çabası içerisine mutlaka girmelidir. Geçen Newroz'a büyük bir çabayla girmiştik. Bugün adeta öncülük eder konuma gelen, tarihin de onu iddialı kıldığı ve önemli bir yurtsever halk kesimimiz olan Cizre halkı, bugün anlamlı ve önemli bir adım atıyor. Geçen yılın kışından çıkmaya çalışırken de belli bir kıpırdanış vardı ve Partimiz'e doğru başlayan bir akış söz konusuydu. Bugünkü isyanın da anısına iyi bir karşılığı, hem de özlü ve yerinde bir karşılığı Kürdistan'ın kızı Berivan yoldaş, o tempoya uygun bir yaşamı ve bu isyancılığa uygun bir kişiliği yansıtmıştır. Halk bu yoldaşın şahsında kendisine verilmek istenen mesajı iyi anlamış ve buna layık olduğunu bugün halkımızın tarihinde önemli bir başlangıç olabilecek bir isyanın adımını atmakla kanıtlamıştır. Halkımızın tarihinden gelen bu direnişçi özellikler, Partimiz'in en özlü bir militan çıkışıyla karşılaşınca, halkların tarihinde olduğu gibi çok önemli olabilecek bir gelişme mayalanıyor ve ürünlerini de bu biçimde veriyor. Kürdistan günümüzde biraz da bu demektir.
Daha önceki yıllara baktığımızda da Newroz'a doğru uzanmanın anlamlı şahadetleri vardır: 1987'de 21 Mart Newroz şehitlerimiz vardır. Bunlar başta Salman, Süleyman, Kanat arkadaşlardır. Hakeza 1987'de 18 Mart'ta Orhan, Hüseyin arkadaşların şahadeti, yine o günlerde peşpeşe şehit verdiğimiz gruplarımız vardır. Yine, 1988'de, 1989 ve bu yıl da şahadetler yaşadık. En son Ocak 1990'da Mardin'de Davut, Bozan arkadaşların grubu, yine en son Salah ve diğer yoldaşların şahadeti, ardından kitlesel isyan ve onun şehitleri özgürlük için akıtılması gereken kanın en temiz örnekleri oluyor. Bu halkımızı daha cesur bir yürüyüşe, Partimiz'i de daha cesur bir savaşıma önderlik etmeye götürüyor. Gerçekten yüzyıllardan beri büyük bir bela gibi dikilen korku duvarları yerle bir edildiği gibi, militan önderliğin de yetmezlikleri yerle bir edilmiştir. Aynı zamanda bunlar, yeninin üzerinde bina edileceği sağlam temeller oluyor. Bu değerlendirmeleri yaparken, düşman cephesi için de çok şeyler söylenmeli, görülmeli ve karşılanmalıdır. Aynı zamanda halk cephesi içinde de nelerin geliştiği, önceliklerin nasıl sıralanması gerektiği, nasıl bir dünya ve bölge koşulları içerisinde çıkış yaptığımızı görmeli ve hem tarihi, hem de geleceği gizleyen günceli yakalayabilmeliyiz. Günceli yakalarken gerçekten ona en iyi karşılığı vermek, başarıyı daha kesintisiz sağlamak, onun örgütünü ve sağlam yönetimini yaşamak demektir.
Hangi açıdan bakarsak bakalım, düşman bize hiçbir yaşam hakkı tanımıyor. Bu konuda hâlâ ısrarlı bir kör politika yürütmek veya insanlığı katliam ve soykırım da diyemeyeceğimiz bir tarzda kötü bir uygulamayla sonuca gitme iddiasındadır. Aslında katliam bir çözümdür, fakat onu dayatmıyor. Çünkü kendisine süt gerekli, bu yüzden de inekler sağılmalı. Hayvanlar gibi yaşatacağım tarzındaki cüretkar politikayla hareket ediyor. Bu politika karşısındakinin barbarlığı kadar, buna muhatap olan gücün veya güçsüzlüğün, halkın sefilliğinin, alçaltmasının da derinliğini gösterir. Halkımızın içinde bulunduğu durum bu politikaya öyle cesaret veriyor ki, "nasıl kullanırsam sonuç alırım" diyor. Gerçekten de Kürdistan'a dayatılan yaşam hayvanlara uygulananların üstünde, yeni bir şeyler verirsin karşılığını alırsın misali, insanın çok üretken varlık olmasıyla bağlantılı bir sömürü statüsünü uygulamadır. Adını ağızına almayacaksın, yürümeyeceksin ve yaşayacaksın demektedir. İnsanın doğasına en ters politika dediğimiz bunlardır. Türk barbarlığı tarihte namlıdır, geleneksel kökleri vardır ve gerçekten soykırımlar dâhil insan soyunun başına en olmadık belaları getirmiştir. Bizim başımıza getirilenler ise hiçbiriyle kıyaslanmayacak kadar anlamlıdır ve tanımının bulunması bile güçtür. Bir aydın olan İsmail Beşikçi "Devletlerarası Sömürge Kürdistan" diye bir kitap yazmıştır, onu saygıyla analım. Soruna PKK'nin pratiği temelinde iyi yaklaşmışa benziyor. Bunun için zindanlara atılmıştır ve böylesi aydınları anmak yerindedir.
PKK'nin ortaya çıkardığı gerçekliğe "sömürgeden de öteye bir konum" diyor ve öyledir. Statükoyu kavramak için küçük bir giriş yapıyor. Bunu tek başına yapıyor, fakat karşılığı da böyle ödettiriliyor. Yeni bir statükodan bahsetmek gerekiyor. Burada "insanlar nasıl yaşıyor?" sorusuna cevap verilmek isteniyor. Gizli örgüt kurmak, eylem yapmaktan öte, nesin, nasılsın? Soruları cevaplandırılmak istenmektedir. Unutmayalım ki, dünyada halkların kendi kimliğini belirleme kesinlikle suç değildir. Fakat herkes adımızı belirlemeyi dehşetle karşılıyor. Mevcut düşmanın barbarlığı bunu böyle dayatıyor ve bu konuda çok cüretkâr davranıyor. Halkımız da dünyada ne kadar kötülük varsa hepsini kendisine yakıştırıyor. Ülkesine yabancı, onun ruhunu, kimliğini tanımıyor, özgürlük denilen olayın hiç farkında değil. Böylesi bir durumun beğenilmesi açık ki mümkün değil. PKK'de dâhil, bunlarla uğraştıkça uğraşmamıza, biçimlendirdikçe biçimlendirmemize rağmen yine de beğenmiyoruz. Bunca yılımızı böyle geçirdik, peki şimdi ne olacak? Burada işin tabiatı birazda böyledir ya da içine düşülen durum beğenilmeyi hak etmiyor, diyeceğiz.
Düşürülmüşlük çok acıdır. Yitirilmişlik, tanınmazlık, çirkinlik, yanlışlık, noksanlık çok ileri boyutlardadır. Beğenilmek istendiğinde ise düzen ahtapot gibi seni sarıyor, sarmalıyor. İşte biz bunu çözmeye çalışıyoruz. Bazı arkadaşlar yeni katıldı, daha öncede katılımlar vardı. Sizlerin ne kadar dimağı elverir, yüreği kaldırır bilemem ama gerçeklerimizi tanımaya çalışın, kendinize güvenin ve yol almaya çalışın. Başka yerlere sığınmak insanı ilerletmez, diğer değerlendirmelerle sonuç alınamaz. Denile bilinir ki, özellikle kendimi tanıdığımdan beri, buna çocukluğu da dahil etmek gerekir temel endişe kaynaklarına yöneldiğimden günümüze kadar, bugün tanımını yapmaya çalıştığım yaşamı, gerek halk için, gerek birey için, gerekse de kendim için hâlâ yakalamaya çalışıyorum. Bunca yıl neyin peşinde olsaydık elde ederdik, fakat biz hâlâ yakalamaya çalışıyoruz. Bir devlet kuralım, ya da kurmaya az kaldı, ulaştık biçiminde kendimizi kandıramıyoruz ve öyle basit bir yaklaşımla da sınırlandırmıyoruz. Bu konularda oldukça kapsamlı olmaya çalışıyoruz. Bilindiği üzere çok başlangıçlar yaptım ve hemen hemen her gün yeni başlangıçlar yapıyorum. Yine de neyi ne kadar yakaladık, neye ne kadar ulaştık, ne kadar hakim olduk dediğimiz şey nedir? Bu ne kadar ciddidir? Bu, özlenendir, arzulanandır diyoruz, fakat tam cevap veremiyoruz. Kendini kaybeden, yitiren ben değilim, daha çok sizlersiniz. Tanınmaz halde olan halkın kendisidir. Kendi durumlarınıza bakın! Kendime sık sık "benden daha barışçı bir insan yoktur" diye atıfta bulunurum. Silaha, kan dökmeye inanılmaz bir biçimde en uzak olan benim, ama şuna bakın ki bu işlerin en başında ben bulunuyorum. Nasıl oluyor? İşte bunu anlamak gerekiyor. Kendini bundan bu kadar uzak tutmaya çalışan biri nasıl bu işlerin en önde gelen sorumlusu oluyor? Bu işlere çok yatkınsınız, yine Kürdistan halkı da çok yatkın, bunun en çok uzağında olan benim, fakat en başta olan da yine benim. Bu nasıl oluyor? Demek ki başka yol kalmıyor. Kendini akıllı sanan, bu işten uzak olmayı kendi içinde yaşatmak durumunda olan birisi ızdırabı yaşıyor. Bunun ne kadar zorunlu olduğunu buradan çıkarabilirsiniz. Sanıyorum yaşamak istiyorsunuz, biz de dalgaya kapıldık ve başımıza bunlar geldi.
Newroz, bahara açılma, baharla birlikte her şeyin doğuşa geçmesi anlamına gelir. Belirttiğim gibi, biz de yaşam dalgasına kapıldık. Bu dalgalar içerisinde iyi yüzülmeli, kıyıya ulaşabilirsen ne mutlu sana. Ama şimdi boğulmamaya çalışıyoruz. O zaman işin gerçeğini iyi bilmek gerekir. Yaşam öyle kolay kazanılmaz ve gerçekliğimizi beğenmediğimi de söyledim. Sizlerin çok rahatlıkla avunabileceğiniz, tatmin olabileceğiniz birçok olguya öyle yaklaşmıyorum. Bunlarla günlük olarak savaşıyorum. İşte bu bir öncülük olayıdır ve bunu da yürütüyoruz. Kendimi de gözden geçireceğimi söyledim. Bu işleri zorla bu düzeye getirmediğimiz biliniyor. Çünkü sağlam temelleri olmayanların işleri bu noktaya getirmesi düşünülemez. Kürdistan'da herkes herkesi aldatabilir ama ben asla! Kürdistan'da herkes herkesi zorla şuraya veya buraya götürebilir ama ben asla! Kürdistan'da herkes herkesi parayla işletebilir ama ben asla! Yine de en yürekli, en fedakâr ve en büyük hareketi biz oluşturduk ve bunun sorumlusu durumundayız. O zaman bu nasıl oluyor? Aslında bu sır işin özünde gizlidir. Türk barbarizminin TC patentli en son buluşlarıyla, Kürdistan düşkünlüğünün günümüzde vardığı düzey birbirleriyle karşılaşırsa ve sizlerde böylesi bir ortamda doğup yaşam sevdasına kapılırsanız bu sonuçlar ortaya çıkar. Fırsatımız olsaydı sizleri tek tek yargılayıp gözden geçirseydik ve netliğe ulaştırsaydık. Herhalde sizler için açılan yolda yürümeyi becerebilirsiniz. Kendimi acımasız bir şekilde çok yönlü gözden geçiriyorum, dönüştürüyorum. Bunun karşısında herkes şoke oluyor. Bunlar yalnız eylem çapında olanlardır, birde düşünce çapında şoke olma çok yaygındır. Gençsiniz, belki yürekleriniz bunu fazla kaldıramaz, beyniniz fazla kavrayamaz ama durum tam şok yöntemleriyle sonuç almadır. Bende sizler gibiydim ama kendimi yeterli hale getirebildim. Aslında çoğunuz bir kaç şokun altında bayılmışsınız fakat farkında değilsiniz. Herhalde birçok arkadaş yalnız buradakiler için söylemiyorum şok geçirmişler, onun de için taktiğe, önderliğe oturamıyorlar. Şok geçiren kişi taktik önderlikten anlar mı? Şoke olmuş! Tabii bu yaklaşımlar durumu kurtaramaz. Kürdistan'da hiç kimsenin özlemine böyle cevap bulunamaz.
Hanginiz istediğiniz gibi okul okuma, sanat edinme, iş bulma, sağlıklı olma, şerefli ve onurlu olmayı ele geçirebilirsiniz? Size sunulanlar ne kadardır? Sıfır. Zavallı ana, babalarınızın kendileri bitik durumdadır. Gençsiniz, bir şeyler de istiyorsunuz ama bunları kim size verebilir? Çağ yaşam arzuları uyandırmış, fakat biz çağın dışındayız, ötesindeyiz, altındayız. Bazıları yaşam talep edin diye sizi dürtüklemiş ama unutmayın ki ayağımızın altındaki zemin batak, kör kuyu, yaşamaya çalıştıkça debelendiğin ve boğulmaya doğru gittiğin bir yer. Gerçekçi olalım! Ben niye bunu daha iyi anlıyorum? Çünkü hiçliği en yakın olarak yaşadığım ve hiçbirinizin aklına, hayaline getiremediği kadar zor süreçleri yoğun bir biçimde yaşayarak geçirdiğim içindir. Çoğunuzun beklentilerini şu veya bu şekilde karşılamak, bunu sizde bir kişilik olarak şekillendirmek, dehşet verici olan her andan, her zeminden kurtarmak, büyük çaba harcamak ve kaybetmemek için kazanma tutkusuyla hareket ettim. Sonuçta da bu işleri buraya kadar getirdik ve bu gerekliydi. Tarihte şu veya bu kabile için vatansız diye lanse edilir, lanetli olarak anılır. Türkler'in durumu da biraz böyledir ve günümüzün lanetli durumunu yaşamaktadırlar. Kendi durumlarımızı ise gençliğin verdiği heyecanla, duygusallıkla basite almayalım. Bu konularda gerçekçi ve olgun olmak önem taşımaktadır. Ki, bu da doğru adım atmanın esasıdır. Kendinizi aldatmayın. Tutkuları, istekleri öne çıkarmak kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülüktür. Bunu yapmayın diyoruz. PKK bir anlamda kendine yanılgılı, subjektif duygularınız, istekleriniz, niyetiniz iyi de olabilir yaklaşımı durdurma hareketidir. Bunun yerine tarih, ülke, ulus, sınıf ve birey gerçeğini kavratmak, bunun üzerinde yoğunlaştırmak düşünce ve davranış üretmedir. İşte PKK önderliği budur.
Görüyorsunuz ki, yeni şeylerden bahsetmek istiyoruz. Bazı yeni şeylere ne kadar, nasıl ulaşmışız? Bunu izah etmeye çalışıyoruz. Sizlerden her şey çıkar. Değil ulusal kurtuluş gibi modası geçmiş veya en son bize kalmış bir olguyu ele almak, işlemek, sonuca götürmek, yaşamın çok zengin alanlarında sonuç almak mümkündür. Kimle, nasıl sonuç alınır? Sorusuna cevap vermeye çalışıyoruz. Yeni, cevabın içinde gizlidir. Kürdistan halkı yeni bazı şeyler yapıyor, ya da kendisi için yeni bazı adımlar atıyor. Bu bir şeylerin değiştiğini gösteriyor. PKK'lilik biraz daha iyi savaştırıyor. Hem çoğuz, hem de daha güçlüyüz ve bunu ciddiye alıyoruz. Ne kadar gidebiliriz? Sorusunu da yine iyi cevap vermek gerekir. Bir yerde büyük bir hesaplaşmayı yaşıyoruz. Bu hesaplaşma tarihledir. Nasıl bir tarihimiz var, bu tarih bize neyi miras olarak bıraktı, olumlu bir mirasımız var mı? Çağla hesaplaşıyoruz, bu nasıl bir çağdır, bu çağ bize nasıl bakıyor, nasıl yaklaşıyor, bu çağın içerisinde kendimize nasıl yer bulacağız? Eğer gelecekten bahsedeceksek nasıl bir gelecek öngörülüyor, bir halk olarak bu geleceğin içerisinden nasıl yer alacağız? "2000 yılına bağımsız ve özgür bir ülke, halk kimliğini sığdıralım" diye bir sloganımız vardır. Bu sadece bir slogandır, yani bir çağrıdır. Bu, kavrayış, düşünce, örgütlenme ve eylem gücünün zenginliği anlamında şüphesiz çok yaratıcı, çok yönlü olmakla mümkündür. Ama yine de gelecek çizmek zorundayız. En kötüsü geleceksizliğe ve umutsuzluğa mahkûm olmaktır. Biz, hiç olmasa bunları yıktık ve şimdi de nasıl sorusuna cevap vermek istiyoruz.
Dünya halklarının denedikleri araçları ortaya koyduk. Aslında bu deneyimleri öğrenip, aktarmadır. Bu da basit bir laboratuvar deneyimini yapmaya benzer. Halkların deneyimlerini önlerinize koyuyoruz. Aslında bu çok önceden dünya halklarının deneyip başarılı oldukları araçlardır. Parti cephe ordu bizim icatlarımız değildir. Başkaları yaptı, bizimkilerine de yapın dedik. Tabii bu işin kolay yanıdır. Zor olanı; dünya halkları yaparsa, biz ne kadar yapabiliriz? Sorusuna cevap vermedir. Dünya halkları nasıldır, biz nasılız? Tarihiyle, umuduyla, güncel yaşamıyla dünya halklarıyla aramızda önemli farklılıklar vardır. Kimsenin kabul etmediği 'Sarı Çizmeli Mehmet Ağa' tabiriyle değerlendirirsek, yine kimsenin tanımak istemediği bir halk kimliğinden bahsedersek, Parti cephe ordu silahları neyi ifade eder? Ben de dâhil hepimiz askeriz, ben kendime en çok başka meslekleri yakıştırdım. Fakat askeri işlere giriştik. Bu gerekiyordu. Dünya barış çağına girerken; silahın, şiddetin olmadığı bir dünya olmaya doğru yol alırken, egemenler politika ve taktiklerine yenilerini eklerken, bizde en geri düzeyden bir savaşçılığı geliştirme düzeyine mahkûm olmuşuz. Bazıları bizi şiddet histeriği olarak değerlendirebilir ama belirttiğim gibi bu işlerden benden daha uzak olanı yoktur ve halen de öyleyim. Ama en çokta buna mecbur olanlardanım. Bu profesyonelliktir ve artık istekle de izah edilemez. Görev olduğu için yapmak zorundayız ki, halk ve Parti adına yaşamak da budur. Yaşam, sizlerin keyfinize göre değildir. Eğer keyfime göre hareket etseydim, bir damla kan ve bir tüfek gördüğümde, "ben bu işte yokum" derdim. Arzularınızı ve sevdalarınızı göz önüne getirin! Acaba arzulara göre mi hareket edilir, zorluklara göre mi? İşte bu noktada amatörlüğün ve profesyonelliğin farkı çok iyi ortaya çıkmaktadır. O zaman keyfilik ve zorunluluk nasıl kavranmalıdır? Keyfe ve olanaklara en çok sahip olduğum halde, bunlarla en çok çelişen de benim. Bunlara yaşam hakkı tanımamaktayım ama zorunluluğa mahkûm oluyorum. Halk ve Parti için yaşamak budur!
Parti önderliği
1998
- Ayrıntılar
PKK, Türkiye toplumunu sivilleşme doğrultusuna sokan, onun devlete karşı sivil toplum yeteneklerini konuşturan, kendi kişiliğine ulaşmasını, kendi bağımsız eylem ve örgütlenmesini mümkün kılan bir doğrultuya sokmada da temel rol oynayan bir örgüt, bir Parti durumundadır. PKK'nin gelişiminden günümüze kadar tüm mücadelesi, bunun nasıl mümkün olacağını, üslubunun nasıl gelişme göstereceğini, bunu hayata geçiren militanların savaşım tarzını ortaya çıkarmaktadır.
PKK'nin direnişi yüzyıllardan beri yitirilmiş halk kişiliği ve çıkarlarının dışa vurması, somutlaşmasıdır. Bu anlamda PKK ile halk ilişkisi, halkı yeniden bulma, yaratma ilişkisidir. PKK'nin çağa açılması en devrimci, en ilerici düşüncenin Kürdistan ve Türkiye halklarına taşırılması ilişkisidir. Son derece açık ki yeni bir kişiliği oluşturma mücadelesidir. Günümüzde bu mücadeleyi mevcut askeri faşist otoriteye karşı halk savaşımının en gelişkin biçimlerine ulaştırmak, halk savaş yeteneğini geliştirmek ve savaşı, halkı kendi toprağının, emeğinin ve gücünün sahibi olmaya götürecek temel savaşım biçimi olan gerillayla sürdürmek istiyoruz.
Bu anlamda gerilla, yüzyıllardan beri çeşitli halk etkinliğinin, halk ayaklanmalarının günümüzün en devrimci bilimi olan sosyalizmin, tüm dünya halklarının direnme pratiğinin incelenmesinden çıkan bir güçtür. Kendi eylemliliği temelinde tarihin yoklanmasında, halkın ayaklandırılmasında ve kendi savaşım biçimlerine kavuşturulmasında, gerillanın tarihi önemde çok büyük bir rolü vardır. Halkın kendini bulması ve zafere ulaşması bu araçla olacaktır. Parti doğru yolda yürümekte ve örgütlenmektedir. Bu önemli oranda sağlanmıştır. Ama aynı şey halk için söylenemez. Halkın örgütlenmesi, kendini bulması daha çok bu temel savaşım aracı etrafında ve onunla iç içe gelişecektir.
Bu anlamda gerilla; halkımızın kendisini bulmasıdır, halkı vatanseverliğe kavuşturmaktır, demokrasiye ulaşmasıdır. Halkın güç ve otoriteye, birliğe ve kimliğe ulaşmasıdır. Tabii ki halk savaşımının bir biçimi olarak geliştirilirse böyledir. Bizim gerillaya bu kadar yüksek değer biçmemiz anlamsız değildir, başka bir seçenek yoktur. Halkın iradesini başka türlü hayata geçirme imkanı yoktur. Parlâmentonun, burjuva partilerin durumu ortadadır. Bir ayaklanma da mümkün değildir. Bütün tedbirleri almış olan mevcut otorite bunu ezer. O zaman geriye tek çıkış yolu olarak sağlam bir gerillacılık kalmaktadır. Gerillanın çok sağlam, yetkin ve ustaca geliştirilmesinin gereği de bundan dolayıdır.
Gerillanın bizde bir çok ülkede olduğundan daha da fazla önem kazanması, halk gücünün bundan başka bir çıkış biçiminin olmamasına, bundan başka bir direnme imkanına başarılı olma fırsatı verilmemesine dayanmaktadır. Kürdistan'da halk kişiliğine ancak bu temelde ulaşılabilir. Bu direnen ve savaşan halk kişiliğidir. Halkın devrim gücü, yaratıcılık, güven ve onuru bu savaşım aracıyla kazanılacaktır. Silik, yitirilmiş, aciz konumdan yenen, kazanan bir konuma ulaşan, toprağa sahip çıkan, üretim yolunu açan ve ekonomisinden tutalım kültürüne, politik gücünden ahlakına kadar hepsini geniş bir muhtevada ve yepyeni biçimde somutluk kazandıran kişiliğe ulaşmak bununla mümkün olacaktır. Bu hepimizin arzu ettiği bir kişiliktir. Kendimizin oluşturacağı ve hem de etkileneceğimiz kişilik budur. Partimiz ve eylemlerimiz bundan başka bir yolun olmadığını kanıtlamaktadır. Halkın mevcut ilgisi bunun vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunu ortaya çıkarıyor.
Bu temeldeki çözümlemelerimizin ve gerçeklerimizin ortaya çıkardığı sonuç şudur; 12 Eylül faşist sömürgeciliğine karşı her zamankinden daha fazla halka dayanmak, onun gerilikleri ve onunla oynanmışlığı dikkate almak gerekir. İşbirlikçilerin içinde bulunduğu konumu inceleyip araştırmak, halka Partinin politik doğrultusunu dayatarak onu bu temelde çekmek çok önemlidir. Bu uygulamayı halk önderliğini kavrayarak gerçekleştirmek ve böylelikle tarihi role sahip çıkan bir savaşamı yaşamak ve yaşatmak en önemli görevimizdir. Bu, en yüksek arzu ve coşku ile tercih edeceğimiz tek seçenektir. Buna ulaşmak ise en büyük onurdur. Tarih ve çağ bilincimizi daha da yoğunlaştırdığımızda göreceğiz ki, bu noktaya ulaşmak büyük bir şanstır. Bunu iyi kullanmak gerekiyor.
Kişiliğimizi başka türlü formüle edemeyeceğimizi çok iyi bilmek gerekiyor. Yolun büyük önemi buradan kaynaklanıyor. Yalnız Kürdistan halkına değil, bütün komşu halklara ve dünya halklarına katkımızdan bahsedilecekse, bu ancak bu yolla mümkün olabilecektir. Bütün bunlarda dayanacağımız yüksek ideolojik ve moral değeri olan tüm enerjimizi ve gençliğimizi buna katarsak, yeteneklerimizi çok büyük gelişmelerin kendisinde ve önderlik edeceğimiz her bölge ve çalışma alanında sergileyeceğimiz kesindir.
Parti Önderliği
- Ayrıntılar
Her alanda gelişiyorlar değil mi? Onlara mesaj vereceğim. Kendi yapılarında erkeği eğitiyorlar öyle mi? Derinleşme durumları gelişmiş galiba. Akademi çalışmalarının derinleştiğini belirtiyorlar, sivil toplum örgütlenmelerine ağırlık vermişler. Türkiye’de de Özgürlük Akademisi olabilir aslında. Son dönemlerde herkes aşk şairi kesilmiş; bu konulara kalem atmayan yazar kalmamış gibi. Bazıları bu süreci saptırmaya çalışıyor, kadın olayının demokratik hamlesi çok saptırılıyor, aşk adı altında düşürülüyor.
Bizim kadın hareketinin binlerce kadrosu var. Bunun önünü almak için aşk şairliği türetildi. (Erkeklerin eğitimi üzerine) Erkek üzerine bu çalışmanın yapılması anlamlıdır. Birlik önemli. Eski yapay ayrılıklar aşılmış mı?
Savunmalarımı kendi problemlerine olduğu gibi uygulamadılar. Savunmamın tarih, felsefe ve yöntem anlayışını kendi gerçekliklerine uyarlasınlar. Kadın tarihini yazsınlar. Savunmalarımda kadın boyutuyla büyük bir derinlik var. Savunmaların en iyi kadınlar değerlendiriyor. Kadın sorunu Avrupa’da da var; yalnız Kürt kadınında değil. Bu boyut evrenseldir. İnanna olgusu Kürdistan gerçekliğidir. Mitolojik yeri vardır. Kutsal kitapta yerlerini bulurlar. Size de okumanızı tavsiye ederim. İnanna kültürü Zağros’tan Mezopotamya’ya inmiştir. Kırk yıllık birikimle bunları söylüyorum. On bin yıllık kadın egemenliği tahılı bulan, öğüten, evi kuran kadındır; meyve ağaçları, evcilleştirme kadın emeğinin sonucudur. Erkekler sağda solda isimsiz avcılar gibi tutuluyorlardı. Arkadaşlar arkeolojiye, mitolojiye ilişkin bol bol kitap okumalılar. Babil’in tanrısı Marduk erkek egemenliğinin ilk temsilcisidir. Babil kültürü daha sonra İbrahim yoluyla Yahudilere geçiyor. Kitabı Mukkadesi okumanızı tavsiye ediyorum. Burada kadının düşürülüşü çok ilginçtir. Babil destanındaki erkek egemenliğini de okuyabilirsiniz. Kadın dördüncü buzul çağının sona ermesi ile Neolitik toplumun doğuşuna dayanır. Neolitik toplum birikimleri Sümer’e yansır. Eğitimlerini mitoloji, felsefe, bilim tarihi ve sanat tarihi alanında yapmalı; bu bilinçle günümüzde sivil toplum örgütlerini yaratmalılar.
Size yüksek değer biçiyorum. Güzel doğru bir yoldalar. Açılıp kendilerini egemen kılmalarını istiyorum. Soylu bir yoldasınız, kendilerine güvensinler; kaygılanmaya, ne olacağız demeye gerek yok. Eski dünya anlayışlarını bitirsinler. Bana ilişkin çok güzel tanımlamaları var. Benim onlara bağlılık şeyim şöyledir; 5000 yıllık kirli tarihe rağmen, giderek daha iyi olmanızı, erkeğin kararttığı dünyaya karşı arınarak kendi gerçekliklerinizi yaratmanızı diliyorum. Hem ana saygısı, hem de aşka dair söyleyeceğim bunu. Çünkü kadın sürecin en büyük teminatı, değeridir. Görünüşte herkes aşık oluyor, anasını seviyor görünüyor. Bunu ikiyüzlü buluyorum; benim için hiçbir önemi yok. Seni çok seviyorum diyor, hançeri vuruyor. Gazetelerden okuyorum, fotoğraflarını görüyorum, o kadar güzel insanlar aşk adına katliama uğratılıyor. Kültür katliamından, halk katliamından daha tehlikelidir kadın katliamı. Kadında namus olmalı; ama bu bıçakla öldürmekle olmaz. Böyle yaşanılmaz. Ben ahım şahım bir erkek değilim. Annem bana sen aile reisi bile olamazsın diyordu. Bu benim umurumda değil. Başka bir erkek olmam çok önemli. Erkeği öldürmek derken bunları belirtiyorum. Bu konuda cesaretli olmak en büyük cesarettir. Kadın yaşamın, toprakların sahibi. Aşk adına kadının ruhunun, fiziğinin katliamını önlemeliyiz. Bir erkek olarak kendimdeki erkeği iyi öldürdüm; bu cesaretlerin en büyüğüdür. Türkiye’de kadın şeyi iyi bir noktaya geliyor. Mesela Nazım Hikmet deniyor; küçümsemiyorum ama kadın sorununu çok derinden ele almamıştır. Saygılıyım ama yetmiyor. Reel sosyalizmin kadına bakışı, egemen erkek bakışıdır. Eşitliği, özgürlüğü ve saygıyı ifade etmez. Bunu ben yaptım. Bu eksikliğin giderilmesini önemli buluyorum.
Aslında kadın konusunda bir roman yazmak istiyorum. Fırsat bulursam yazacağım. Onlarla en güçlü arkadaşlık olacak şeyim de vardır.
Sahte aşk teorisyenlerini ciddiye almıyorum. Bu eksikliğin kapatılması gerekiyor. Bu söylediklerimi reel sosyalizm yapamadığı için çözüldü. En güzel dünyayı, en renkli dünyayı, barışı kadın yaratacaktır.
Anadil hakkı doğal bir haktır, temel bir insan hakkıdır. Kendi olanaklarımızla dili geliştirme, devletin de buna engel olmaması. İşte Bulgaristan’daki “Türkçe’nin lehçesi” diyorlar. Azerice Türkçe’nin lehçesi değil mi? Lehçe de olsa, eğitim hakkımı istiyorum. Türkçe’nin lehçesi de olsa, çocukların okulda kendi diliyle abece öğrenmesi siyasi bir şey olamaz. 7-10 yaşındaki çocukların dilinin olmasına nasıl siyasallaşmadır denebilir. Olayı siyasallaştıranlar yasaklayanlardır. Bu tehlikeli bir politika, bu “biz sizi imha etmek istiyoruz” demektir. İsyana teşvik budur, ayrılıkçılık budur. Ben ılımlı bir insanım, herkes beni doğru anlamalı. Türkler de, Kürtler de beni doğru anlamalı. Ben mütevazı bir insanım, çok olumlu yönlerim vardır, ama ben anneme on yaşında “anne sen öğretemeyeceksen niye dünyaya getirdin” dedim. Beni bekleyen tehlikenin farkındaydım. Eğer dilini bile öğretemeyeceksen niye dünyaya getiriyorsun? Çocuğuna dilini öğretmeyen ana olamaz. Namus ananın çocuğunu iyi yetiştirmesi kültürlü yetiştirmesidir. Evlilik yapılmasın, onlara çocuk doğurmasınlar demiyorum. Anam benden namus için düşman bir aileye tavır almamı istiyordu. Ben onlarla arkadaşlık ettim. İşte biliyorsunuz, Hasan Bindal savunmamda da yazdım. Asıl namus, ananın çocuğunu iyi yetiştirmesi, kültürlü yetiştirmesidir, dilini öğretmesidir. Kuşların bile dili var, insafsızlık etmesinler, bu bende isyan başlattı. Bu noktaya kadar geldik. Bu konularda ordu daha anlayışlı olmalı, mektup da yazdım. Taraflar sağduyuya gelmeli.
Vakit kalmadı ama 8 Marta ilişkin bazı şeyleri vermek istiyorum. Uygarlığın karanlık çağlarında kadın derin bir yokluğu yaşamıştır. Ben aslında bu uygarlığı karanlık buzlu karlı bir çağ olarak görüyorum. Fakat 2000’li yılların başından itibaren kadın baharlaşması başlamıştır. Uygarlık tarihi boyunca kadın cinsine yönelik yalancılığa, zorbalığa dayalı egemenliğe sert kışına ve sert karına karşı karı ve buzu delen kardelenler gibi kadın özgürleşmeleri gerçekleşmektedir, bunu kadın baharlaşması, kadın baharına doğru sert kışa ve kara karşı çiçeklenme, kadının özgürlük hareketinin çiçeklenmesi bu deyim önemli olarak görüyorum. Ben kadınla yüreğim ve aklımla ilişkilendim. Kadınla benim bütünlüğüm alnımdan beynimden bir bütünlüktür, alnımdan yaratılmak denir ya hani, 2000’li yıllarda kadını baharlaşma, özgürlük çiçekleşmesine bin selim diyorum. Kimliğim budur formasyonum budur, kadına bakışım budur. Bu topraklar nasıl ana tanrıçayı yaratmışsa şimdi de özgür kadını yaratacaktır. Cesur ve güzel bir çabadır. Başaracaklarına inanıyorum bu temelde onları kutluyorum.
Annemin de ölüm yıldönümü yarın, bu vesileyle kısa birkaç şey söylemek istiyorum. Anaları anmayı çok önemli görüyorum. Çok boğuştum o kadınla. Savunmamda da belirtmiştim bu konuyu. Anamın vasiyetini tutuyorum. Sosyal işlerle uğraştığım da sen tek kalırsın derdi Sen çok çalışıyorsun çok fedakârsın tek kalacaksın derdi. Doğru çıktı aslında bu sözü. Ben de ona tavuk ve civ civ örneğini veriyordum. Senden iyi bakıyor derdim. Anaların çocuklarına dillerini öğretmesi, dil tartışmalarına da bağlantılı olarak şunu söyleyeyim; dil konusu da çok tartışılıyor, MGK’nın da açıklaması vardı. Anaların çocuklarına dillerini öğretememesi vahşi bir uygulamadır. Kendi anadilini öğrenemeyen çocuk annesini sevemez saygı da duyamaz. Ana ve çocuk arasında yabancılaşma yaşanır. Bir yabancılaşma yaşanır. Bu en temel hakkın inkârını protesto ediyorum. Analar trajedisini doğru bir çözüme kavuşturmak gerekir. Arka kültür cephesini açmak lazım. Bütün analara saygılarımı sunuyorum. Gerçi annem daha sonra anladı beni. DEP Kongresine de katılmıştı. Bir aralar Subaylardan biri de onunla özel olarak ilgilenmiş sanırım bu bizdeki ana ve aile kültürüne yönelik korumacı yaklaşımdan dolayı kaynaklanıyor. Devlet Siyasetle ilgilenenlerin aileleriyle böyle ilişkiler geliştiriyordu. İyi bir ananın iyi bir oğlu olmayı ben özgürlük mücadelesi ile cevap verdim. Saygıyı da bu temelde geliştirdim. İyi bir ananın iyi bir oğlu böyle olur dedim. Bütün analara saygılarımı iletebilirsiniz. Kısa bir mesaj haline getirirsiniz.
Biz sadece halkımızın hukuka dayalı haklarını istiyoruz. Bu insan olmanın gereğidir, aydın olmanın, siyaset yapmanın, hukukçu olmanın gereğidir. Bunları yapmadan siz bir gün nasıl yaşayabiliyorsunuz anlayamadım. Ben halkımın insanca yaşamasını aradım, ben bunun delisiyim. Ben yıllarca bunu aradım, bunu annemle başlattım anneme tavuk ve civciv örneğini verdim. Bak tavuk civcivlerine nasıl bakıyor dedim. Bir ananın üç beş yaşındaki çocuğuna bir kelime bile öğretmemesi korkunç bir şey, ben bunun için babama, aşirete, köye başkaldırdım. O günden bu güne geldim. Bu halk nasıl yaşayacak, hep bu arayış içerisinde oldum. Biz bin yıldır Türk kavmini sırtımızda taşıdık bunu ben söylemiyorum, tarihi bir tespittir bu ama dil yasaklanıyor. TV yayını yasaklanıyor, o zaman nasıl birlikte yaşayacağız. Ama bütün bunlardan yalnız Türkiye sorumlu değildir. AB, ABD Türkiye’ye sınırsız destek veriyorlar, sorumluluk onlardadır. Rumlarla Ermenilere hangi hakları verdiyseniz onları istiyoruz.
Kadının özgürlüğü, bakirelik sadece cinsellik anlamında değildir. Bende kendimi bakire sayıyorum. Önemli olan ruhun, yüreğin temizliğidir. Özgür olmasıdır. Ruhunu temiz tutarsan fiziğinde güzelleşir. Böyle bir kadın yüceleşir. İşte Nucan üç kardeşi şehit. benim yanımdayken bana tapıyorlardı. Daha sonra ayrılıyor. Yunanistan’la şeyi olabilir. Ayfer de öyle. Bu ajan şeylerini ilk İngilizler bize gönderdi. Kadınların zayıf yönlerini kullandılar, düşürdüler. Ben onları eğittim ama ne yapabilirim farklı yöne kayıyorsa. Annen baban seni yetiştirir bir düzeye getirir ondan sonra beynin varsa doğruyu seçersin. Zorlu bir mücadele sürecine giriyoruz. Solun yeniden yapılanması demokratik tarihi bir aşamada. Türkiye dönüşmek zorunda. Bu Ortadoğu’yu da etkiler. Ortadoğu bünyesinde İran, Türkiye, Suriye, Irak tarihi bir sürece giriyor. Burada kadın kritik bir noktada. İkide bir kadından bahsetmemin anlamı budur. Marksın kadının özgürlük düzeye toplumun özgürlük düzeyini belirler sözü doğrudur. Özgür kadın kongresine giderken değerlendirmeleri sunacağım.
Kadında biraz uyanma var değil mi, kadın özgürleşmesinde ben ısrarlıyım, bilim adamları bile söylüyor 21. yüzyıl için kadın yüzyılı olacak diyorlar, kadın meselesi sosyal bir meseledir. Sadece cins meselesi değil bana göre de bir erkek meselesidir. Uygarlık 5 bin yılık erkek yaratmasıdır, kirlidir, erkek bu kirlilikte parça parça dökülüyor, buna yoğunlaşacağım, şimdi erkek meselesi üzerindeyim bunu açacağım heyecanla beklesinler. Kadın biraz özgürlük düzeyi yakaladı, kadınla onurlu bir yaşam, kadın onurlu yaşamı yakalamalı. Bana nasıl yaşıyorsun diyorlar. Bende kudretliyim, peygamberlerin bir dili vardır bende peygamberlerin diliyle konuşuyorum, dindar değilim ama tanrı diliyle konuşur öyle yaşarım Tanrıların diliyle konuşmak öyle kolay değil. Kadın meselesini de iyi kavramak lazım, kadını biz insan yerine koyacağız, onurlu bir biçimde yaşanacak, o zaman kadınla onurlu yaşanacak, ben tüm gücümü nereden alıyorum gelecek hafta ilkeleştireceğim. Böyle büyük kadının ortaya çıkarılabilmesi, dünyayı ve toplumu kurtarır. Bu temelde ben güçlüyüm onlarda güçlü olsunlar. Ben ne genel nede özel ev peşinde koşmasınlar diyorum, daha öncede özgür evlerden demiştim, özgür evlerden Sümer devleti döneminde genel eve geldi. Musakkadim gelişti, özgür evlerde buluşsunlar. Başlangıçta aile iyi bir kurumdu sonra köleleştirildi, kadın tarihi, kadın özgür toplum sözleşmesi bunlar ile kongreye gitsinler. Biraz paraları da evleri de olmalı. Ben demiyorum rahip ya da rahibe olsunlar, rahiplerin nasıl yaşadığını anlasınlar, tanrıça kültürü Stardan, İştar’a, İnana’ya, Afrodit’e kadar gelir bu kültürünü yaşatmaya çalışacağız, bu bizim kültürümüzdür, selamlarımı söylersiniz.
Belli konularda güçlü hazırlıklar yapıp Kongrelerini öyle yapsınlar sanıyorum güçleri gelişiyor. Kadın mücadelesi çok önemli bir mücadeledir. Ben boşuna 21. yüzyıl kadın yüzyılı olacak dememiştim. Kadının dönüştürülmesi yalnız yetmez erkeğin dönüştürme sorunlarını ele almalılar. Partilerine erkekte üye alma da olabilir, ancak bazı ölçüleri olmalı ve onu kendileri koymalı. Onlarında kendi öz güçlerine dayalı meşru savunma güçleri olmalı. Onlar için üç temel çalışma öneriyorum; birincisi kadın tarihi, ikincisi kadın devrimi, yani özgürleşmesi, üçüncü kadının toplumsal sözleşmesi. Bunu daha da derinleştirsinler. Bu üç konuda yoğun bir çalışma dönemi geçirdikten sonra Kongrelerini bu hazırlık çerçevesinde yapmaları daha iyi olur, acele etmelerine gerek yok. İsim düzeyinde kimler var.
Benim diyalektiğimi iyi anlamanız gerekiyor. Felsefi terimlerle ifade etmek yerine halk diliyle ifade etmek istiyorum. Bizimkiler maalesef felsefi dili fazla anlamıyorlar, o yüzden konuşma diliyle anlatmaya çalışacağım. Bize oynanan oyun şu; Kürt toplumu, halkı ve Kürdistan anamızdır diyelim. Komplocular, bunların içinde ABD, Batı, Ortadoğu despotları, hatta Kürt işbirlikçileri de var. Bunlar zorla entrika ile kendi malı gördükleri anamızın bizim tarafımızdan özgürleştirilme istemini hazmedemediler. Çünkü bunlara göre anamız hepsi tarafından ortaklaşa kullanılan bir maldı. Benim bu kafa tutan yanımı daha öncede anlatmıştım anam keşfetmişti. Benim böyle bir yanım hep oldu. Anam benim özgürlük arayışıma katı kurallar getirmek istedi, bendeki özellikleri gördü, kendince tedbirlerini alıyordu. Kendi arkadaşlarımı kendim seçiyordum. Hem kız hem erkek. Hasan Bindal meselesini çok anlattım, değinmeyeceğim. Köyün içinde böyleyim, onların kurallarına göre, yedi yaşında arkadaşını seçemezsin. Ama ben dost-düşman ayrımı yapmadan, istediğim gibi arkadaşımı seçebilmeliydim. Oysa o, düşmanla arkadaşlık istemiyordu. İlk çatışmamız böyle başladı. Birincisi bu, ikincisi ise; onların istediği gibi değil, kendi istediğim gibi dolaşmak istiyordum. Dağlara, bayırlara çıkıyordum. Bana “istediğin gibi dolaşamazsın” diyordu, ben de yok diyordum. Evimiz tek katlıydı, karanlık bir yeri vardı, ahırdı, beni oraya götürüp idam eder gibi adeta nefessiz bırakacak şekilde üç defa boğazımı sıkıp sıkıp bırakmıştı. “Bir daha yapmazsın değil mi?” diyordu. Ama bende bir yolunu bulup fişek gibi elinden kaçıyordum. İlk idam hikâyem böyle başladı. 45 yıllık bir idam öyküsüdür. Sonradan da bana, “sen çok çalışıyorsun çevrendekiler senden yararlanır sonuçta sen yalnız kalırsın” diyordu.
Şimdi örneğimize devam edelim ana oldu Kürt, genelleşti, fenomen bir olgu durumuna geldi. Benim konumum anayı özgürleştirmekti, ne oldu? Komplo oldu. Biz anayla, kadınla değiştirmek istedik. Erkek yabancılaşmış ihanet etmiş -hem politik hem kültürel açıdan- ana ise ne kadar yetersiz olsa da kültürü korumuş, kültürü temsil ediyor. Bağı daha güçlü.
Ama önce bu namus meselesini iyi çözmek lazım. Ben bu yüzden biraz Kürt kadınını ayağa kaldırmak istedim. Adam hem seni öldürüyor, hem karını, kardeşini, kızını bilmem ne yapıyor sonra ben senin ağanım diyor. Kızlarla konuşurken, kimse yanlış anlamasın diye anamdan örnekler veriyordum. Adam hem benim canımı malımı her şeyimi elimden alıyor, sonra anamla evleniyor. Mademki her şeyimi elimden alıyorsun, öldürüyorsun anamdan ne istiyorsun. Bunu şöyle açayım ben anamın iyi evladıyım iyi oğluyum sen hem beni öldürüyorsun hem de anamla evleniyorsun ağa oluyorsun anamın etrafında olan mirasa konuyorsun bizde namus meselesi budur, önce bunu çözmek lazım, bunu iyi çözemezseniz emekleriniz boşa gider sen ne kadar çabalasan da birileri gelir üzerine oturur. Peşmergeler işte gidelim PKK’deki bayanları alalım diye yaklaşıyorlar, yaklaşımları ortada bunlarla neyi koruyacaksın. Bir kız vardı. Beritan, Kürt gericiliğine teslim olmamak için kendini kayalardan attı. Karakoçan’a yakın bir köydeydi. Peşmergeler yalvarıyorlar, teslim ol bir şey yapmayacağız diye. İşte esas aldığım özgürlük çizgisi budur. Ama o Kürt gericiliğine teslim olmam diyor, özgürlüğü esas alıyor. O kızın özgürlük onurunu korumak boynumuzun borcudur. Bu benim ilkemdir. Ben Beritan’ı böyle değerlendiriyorum. Bunu iyi aktarın bu belirlemeyi ilk kez yapıyorum daha sonra yine mektup benzeri kısa bir şeylerle açarız. Ben kadınları üç guruba ayırıyorum.
Ben kadınları üç gruba ayırıyorum.
1-Özgürlük seçeneğinden yana olanlar. Onları Tanrıça İştar’ın torunları olarak değerlendiriyorum. Tanrıca İştar aslında Kürt’tür. İşte ‘Ya Star’ deyimi oradan geliyor. Hitit kralları bile ona bağlıydı, onun adına krallık yapıyorlardı. Sümerlerde zigurratlar var. Her ne kadar kadın orada düşürülmüşse de, diğer kadınlara göre daha ayrıcalıklı, daha özgür konumdalar. Ben elbette bunu önermiyorum. Ama kadının oradaki özgürlüğünü iyi görmek gerekiyor. Onlar Tanrıçanın kadınlarıdır. Bir özgürlük olgusu da var. Biliyorsunuz, özel ev-genelev oradan gelmektedir. Bir de Hıristiyanlıkta rahibeler örgütü var. Rahibelik olayını iyi değerlendirmek gerekir. Bugün Avrupa toplumlarının gelişmesinde kadının bu rolü önemlidir. İslam toplumlarında kadının bu biçimde aydınlanması yaşanmadığından, çok geri bir konumdalar. Ben rahip ya da rahibe olsunlar demiyorum; onlara rahibe yaşamını da dayatmıyorum. Burada önemli olan tanrıçalaşmayı, rahibeliği, kadının mutlak özgürlüğünü anlamak. İsteyenler özgür iradeleriyle bunu yapabilirler. Buna mutlak özgürlükten yana olanlar girebilirler. Mutlak özgürlüğü esas alırlar. Bunlar kendi özgür iradeleriyle geliyorlar. Mutlak özgürlükten yana olanlarıdır. Kendi özgür iradeleri ve özgür seçimleriyle çalışacaklar. Bu büyük irade, bilinç, güç gerektirir. Bunlar İştar’ın torunlarıdır.
2-Eğitimci gruptur. Bunların işi sadece eğitim vermektir. Okuyacaklar, araştıracaklar, eğitim verecekler. Teorik ve pratik olarak gelişecekler. Buna talup da diyebiliriz; öğrenci demektir.
3-Üçüncü grup Zerdüşt mirasına göre evlenebilirler. Biliyorsunuz, Zerdüşt geleneğinde özgür iradeye dayalı evlilik vardır. Zerdüşt iyi bir eş olmayı kadın için de, erkek için de koyuyor. Zerdüşt peygamber tarzını, karşılıklı sevgiyi ve saygıyı esas almalılar. Şimdi yapılan evliliklere karşıyım. Onlar Arap tarzı. Arap tarzı evliliğine karşıyım. Ama Zerdüşt geleneğindeki özgür evliliğe karşı değilim. Bu karşılıklı özgürlük anlayışıyla olur. Evlilik olacaksa özgürlük temelinde olur. Şimdilik bunları belirtiyorum. Hepsine bol bol selamlarımı söyleyin. Bazı isimler getirirsiniz bana. Kim nerede, kim ne yapıyor, bilsem iyi olur. Değerlendiririm.
Kavramları açmak istiyordum. Ordaki kavramları tartışmaları gerekir. Özgür kadın evleri özgür kadın tapınakları demiştim bu kavramlar üzerinde yoğunlaşmaları gerekiyor. Zerdüşti evlilik demiştim. Bunun üzerine beş on kitap incelenmesi lazım. Zerdüşt’ün evlilik üzerine düşünceleri aslında kitaplaştırılmalı. Sınırlıda olsa kadının köleliğine karşı çıkış var. Sami kökenli evlilik tipi kadını tamamen köleleştirdi. Ben savunmalarımda da açmıştım. Aslında kadının özgürleşmesi sınıflardan bile daha eskidir, ilk sınıf kadındır. Samiler biliyorsunuz Araplar ve Yahudiler de içindedir. İsa’da biraz kadına değer verme var. Rahibeler demiştim. Onlar iki bin yıldır kendilerini eğitmek için çalışıyorlar, kadınları eğitiyorlar. Beş bin yıllık kadının kölelik tarihini açtım, bizimkilerin kendilerini muazzam eğitmesi gerekiyor, tepeden tırnağa yeniden eğitim diyorum. 5000 yıllık tarihte erkeği açamıyorum bile, dinozor gibi olmuşlar. Daha sonra bu kavramları açarız, tartışırız bu temelde selam ve saygılarımı söyleyin. Aslında sanat üzerine konuşmak istiyordum ama yetişmedi.
Televizyon programlarına sık katılıyorlarmış, güçlü konuşuyorlarmış, halk üzerinde olumlu bir etki yaratıyorlarmış.
Bence de çok güçlenmiş olmalılar. Daha öncede söylemiştim İngiliz yazarın Ninova Kalıntıları kitabında “Kürt kadının zor bir anda pencereden atlayarak zor durumdakileri kurtarmasını gördükten sonra Kürt kadının her şeyi yapabileceğine inandım” diyor. Kadının özgürleşmesi için büyük çaba sarf ettim. Roma’da söylemiştim Özgür Kadın Projesi yarım kaldı diye ama buradaki yoğunlaşmalarımla daha da derinleştirdim ve bunu savunmalara yansıttım. Benim kadının özgürlük mücadelesindeki çabam inceleniyor mu? Bu konuda araştırması olan var mı? Kadın ve acı, kadın ve adalet, kadın ve özgürlük, kadın ve sanat, kadın ve güzellik konularında araştırmalar yapılmalı, kitaplaştırılmalı. Toplum sözleşmesi demiştim sanırım onu yapmışlar, kitaplaştırmışlar. Güzel olan, cesur olan, iradeli olan kadın dünyayı fetheder.
5000 yıllık geleneksel kültürü yıkıyorsunuz. Hem dışta, hem içte egemen kültürü yıkıyorsunuz. İçte ve dışta size karşı çıkanlar olabilir, bu tehlikelere karşı meşru savunma gücünüzü yaratın. Zannediyorum meşru savunma temelinde konferansları da olacakmış. Kendinizi sonuna kadar yetkinleştirin. Geleneksel ölçülerle yaşam korkunçtur, beladır. Böyle yaşam olmaz. Kendi savunmalarınızı da kendiniz de yapmak isteyebilirsiniz. Onları anlayabilecek erkekler de vardır. Onlarla çalışabilirler. Kadın hareketi, bir insanlaşma hareketidir. Bununla insanlık kazanacak. Bayanların listede olmasını çok olumlu buluyorum. Kadınların olması önemli bir hamledir. Kadınlar kendilerine güvensinler, ilkeli olsunlar, demokrasi bilincini açığa çıkarsınlar, beş bin yıllık topluma egemen olan erkek egemenlikli kültüre karşı mücadele ediyorlar, bunun bilincinde olsunlar, demokrasi bilinci kadınla gelişecektir. Ben bunları daha öncede açmıştım. Bunu uzun uzun açarak mektup haline getirebilirsiniz, bir seçim bildirgesi biçiminde verebilirsiniz.
Televizyondaki programlarda kadını ağırlıklı olarak verseler iyi olur. Kadının kimlik savaşında bir gelişme her yerde var sanırım. Kadın olayı çok önemlidir. Artık kadın gün yüzüne çıkabilir. Belli bir iradeleşme yaşandı. Bunu demokratik temellerde açığa çıkarsınlar. Bahsettiğim Özgürlüğün Ekolojisi kitabında benzer tezler var ancak bir yönüyle verilmiş, ben daha tarihsel ve sosyal bir bakış açısıyla koydum. Çevre hareketi, kadın hareketi dünyada da güçleniyor. Bizim öngördüğümüz şekilde gidiyor. Genel anlamdaki teorik gelişmeler bizim ortaya koyduğumuz düşüncelerin doğruluğunu kanıtlıyor.
Sivil toplum konusunda çalışmalar yapmalısınız. Dicle-Fırat Havzası Tarih ve Ekoloji vakfı demiştim. Sağlık, tüketim, üreticiler için, çevre için sivil toplum örgütlenmeleri, Türkiye’de var. Bir sürü vakıf üniversitesi var, Vakıf üniversitesi olabilir. Dil-kültür diyorsunuz. Dili kim öğretecek, binlerce çocuk var. Bunlara kendi dilini öğretmek için bile alt yapı çalışması yok, devlete bırakmak olmaz. Bu konuda projeler yapmalısınız. Eğer sahte çalışırsanız halk bunu anlar, gerçekten çalışmalısınız. Sivil Toplum Kuruluşları politika için esastır. Politika yapmak istiyorsanız, Sivil Toplum Kurumları olmalı, yoksa siyaset yapamazsınız. Yaptığınız siyaset ağa, şeyh siyaseti olur. Ben sorguda bütün bunları tartıştım. Burada yoğun tartıştım, onlara da söyledim. Sivil toplum gelişmeli dedim, aslında onlarda olumlu baktı. Ciddi Sivil Toplum Kurumları olursa halkı aydınlatırsınız, halkın feodalitesini de çözersiniz, böyle siyaset yapmazsanız kazanmasınız. Daha öncede söyledim dört binden fazla avukat var binlerce aydın var her biri bir köye gitse her biriniz sivil toplum alanında ciddi çalışsa şimdiye dev gibi sonuçlar elde etmiştik. Demokrasi ancak böyle gelişir, kürtlere şimdi devletten çok demokrasi lazım, toplumu demokratikleştirmelisiniz. Zaten demokrasi ve hukuk iç içedir, ben burada sizinle asla basit hukuk diliyle konuşmadım. Basit hukuk diliyle konuşursam halka hakaret olur, Kürt halkının siyasi iradesi benim için her şeyden önemlidir. Halkın siyasi önderi olmam bununla bağlantılı halk bu yüzden bana güveniyor. Bunları savunmamda ortaya koydum, hukuk kavramını açtım, hukukun tanımı koydum, size de cesaret sahibi olun diyorum, öyle kelle koltukta cesaretini de kastetmiyorum zaten bundan sonra böyle tehlikeler fazla gelişmez ben medeni cesaret sahibi olun diyorum. Hukuk, demokrasi, insan hakları temelinde çalışmalar yapmalıydınız bu konularda beş on kitap yazılmalıydı. Ben hukuka bağlıyım burada gelen savcıya da söyledim, Türkiye Cumhuriyetinin hukuku var, benimde bir takım haklarım var, beni hukuktan kopartamazlar, beni hukuk dışına itemezsiniz dedim. İşte anayasa mahkemesi başkanı Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, onlarda hukuk çizgisine gelmeye çalışıyor, özel savaş çiller ve benzerlerinin çizgisini sınırlamaya çalışıyorlar. Son dönem tartışmaları görüyorsunuz Türkiye savaş çizgisinden medet umanlar var bunlar demokrasiyi, Atatürkçülüğü ve hukuku bulandırmasınlar.
Kürtlerin iç demokrasisi önemli. İç demokratik imarı geliştirmelisiniz. Taş taş üstüne döşemesi gibi tek tek işlenmeli. Sizi uyarmıştım, aksi halde siz imhayla karşı karşıya kalırsınız. Demokratik hamleyi yapmalısınız. İç demokrasi diyorum, burada ağır kelimeler kullanmak istemiyorum.
Güneyde’ki çalışmalarda PJA tarihi rol oynayabilir. PJA buradaki demokratik çözüm sürecine öncülük edebilir. Orada Saddam diktatörlüğü yerine, feodal aşiretler düzeni yerleşmemeli. Bunu önleyecek temel güç PJAdır. PJA Irak’ta, demokratik dönüşümün öncülüğünü yapmalıdır. Irak’ın demokratikleşme sürecine yoğun katılmalılar. PJA nın Türkiye’ye girişten çok, Irak’taki demokratik dönüşümü, siyasal çalışmalara ağırlık vermeliler. Ortadoğu devrimi kadın devrimi olacaktır. Irak’ta ekonomik ve sosyal alanda öncülük yapabilirler.
Onlara deyin ki kadınlar ile ilgili aslında yarım kalmış bir projem var. İleride fırsatını bulursam onu yapmaya çalışacağım. Kadın özgürlük sorunu çok önemlidir. Buna çok değer veriyorum. bu temelde selamları iletirsiniz. Savunmalarımdan bolca yararlansınlar. Bu savunmalarımı onlara adıyorum.
PARTİ ÖNDERLİĞİ
- Ayrıntılar
Her türlü sorunlarına çözüm getirebilir, kendi büyük görevlerini kesinlikle ortaya çıkarabilir. Bu inancımı zayıflatayım mı? Aksi halde kendinize en büyük saygısızlık olmaz mı? Bizden devrimci çıkmaz, bizden ordu kurucuları gelişmez, bizden zafer yaratıcıları gelişmez desek kendimize en büyük kötülüğü yapmış olmuyor muyuz? Buna hakkımız var mı? Hatta ben bile bunca olup bitenden sonra yıpranmış, yorgun düşmüş olabilir veya elimde olmayan ki, buralarda irade her yönüyle özgürce konuşturulamaz. Dışındaki birçok etken seni bitirişin eşiğine getirebilir, ama sizin gibi iradeyi tam özgür koşullarda konuşturabilecek konuma ulaşıldıktan sonra gerisi başarılır, gerisi bana kaldı deyin ve görün, işte adam seyretsin, neler, nasıl oluyor diyeceksiniz.
Hiç olmazsa şimdiye kadar binlerce müdahalemizden sonra tam bu müdahalemizle, yıla böyle yüklenmemizle, bu döneme kendimizi böyle vermekle işte “aklımız başımıza tam geldi, fırsatı bu sefer tam yakaladık” deyip sonuca gitmekten bahsediyorum veya tarzımızın bunu kesinlikle sağlamasından bahsediyorum. Bütün tecrübeme dayanarak söylüyorum, bütün yıllar için, neden kendinizi tam veremediniz, başaramadınız biçiminde savunabilirdiniz ama bu yıl kendinizi savunma gerekçeniz olmaz. Düşman bu hale geldikten sonra ordulaşma bu düzeyi yakaladıktan sonra, biz sizleri bu yıla böyle taşırdıktan sonra, neden gerekleri yerine tam getirilemedi, neden tam istenilen başarıya ulaşılamadı biçiminde bir değerlendirmeye hiç biriniz sahip olamazsınız, onu dayatamazsınız. Tam tersine her şey yeterli, sadece ihtiyaç duyulan önemli görev alanlarına fiziki anlamda ulaşmadır. Yolda bir kaza, bir talihsizlik oldu ben buna bir şey demiyorum. Çok iradeniz dışında ki onu da dikkatle değerlendirmeli irade dışı olan nedir, irade dâhilinde olan nedir diye şimdiden iradeyi konuşturabilirsiniz. Birçok talihsizliği önleyebilirsiniz, şimdiden tedbir üstüne tedbir geliştirerek bunu yapabilirsiniz. Talihsizliği talihe çevirmek, kazayı engellemek şimdiden mümkündür, hiç olmazsa asgariye indirilir.
Bütün bunlar, bizim pratiğimizde gizlidir. Her şey tesadüflerle yüklüydü, ama biz neredeyse şimdi savaşı kesin kazandık mantığına sahip oluyoruz, halk bile bu noktaya gelmiş. Umudun, imkânın hiç olmadığı konumdan buraya ben nasıl geldim? Bu önemlidir. Hiçbir şeyden eser yok iken, eğer bu konuma gelmeyi biliyorsak, herhalde sizler tabii kolay kaybetmenin gerekçelerini sıralayacak durumda olamazsınız. Benim yaptığımı bir alt yapı kabul edin, hiç olmazsa buna dayanarak onur, şan kazanma, “böyle yaşanılır” biçiminde onurlanmayı kendiniz için elde edin diyorum. Herhalde buna da muhtaçsınız.
Diğer dönemlerdeki gibi “elim birbirine dolaştı, kaybettim, engellendim, rolümü oynayamadım, şöyle oynandım, oynatıldım da sonuca gitmedim” demek yakışır mı? Nereden, nasıl oyuna getirilmede iç-dış engeller sebep oldu denilmemeli. Yaman bir önder bütün bunları sıfırlayan, kendi iradesini, zafer iradesini konuşturan kişidir. Bu dönem bunu artık olgun hale getirmiştir deniliyor. Bunu anlamanızı tekrar önemle vurguluyorum. Biraz daha derin düşünülerek, özümsenerek ve en önemlisi de pratik yürüyüşümüzün nasıl olması sorununa, savaş ve ordulaşmaya katılımınıza nasıl yerinde tam başarı kesindir iddianıza işlerlik kazandırmak için anlayışınızı yetişkin kılın, ona kaybettirecek en ufak bir olasılığa bile mümkünse yer bırakmayın. Kapsamlı yaklaşmanız her türlü olasılığı göz önüne getirerek, bunun için tekrar tekrar gözden geçirerek, bu derslerden azami sonuçları çıkararak bir yaklaşımı geliştirsin ve ne mutlu bize diyelim ki tekrar böyle bir fırsatı yakaladık. Herhalde kazanılması kesindir, aldığım tedbirler, göz önüne getirdiğim tüm olasılıklar bunun böyle gelişmesini engelleme şurada kalsın, ancak sonuca götürebilir.
Şimdi ben kendim de bütün bu olup bitenlere rağmen böyle ele alıyorum. Olasılıklar hesabı, buna dayalı tedbir çok anormal bir durum olmazsa, bir kaza olmazsa ki onu da kabul edilebilir sınırlar dâhilinde söylüyorum. Bu şartım önemli. Düşman ne kadar iddia ederse etsin, özel savaşımı ne kadar çılgınlaştırırsa çılgınlaştırsın, her gün ne kadar kelle keserse kessin, bilmem ne kadar bombardıman yaparsa yapsın bu yılı kaybetmekten kurtulamaz ve biz de kazanmaktan vazgeçemeyiz. Kazanma bu temelde kesindir diyoruz.
Önder APO
- Ayrıntılar