Diyabakır zindan direnişçileri yeni dönemi görkemli bir direnişle açmış bulunuyorlar. Tutarlı sorumlu devrimcilik, en zor koşullarda da yaşansa zafer kazanmasını biliyor. Bu direnişin ispatladığı temel hakikatlerden birisi budur.
Cezaevindeki yoldaşlar, tarihin kaydettiği en amansız koşullarda ve en uzun süreli bir direnişi önemli bir başarıyla kilometre taşı döşeyerek dönülmez bir noktaya getirmişlerdir. Bu, kendiliğinden veya bazı hapishane koşullarını düzeltmek için geliştirilen bir direniş değildir. Tam tersine, şanlı halk savaşımımızın önümümüzdeki dönemini güçlü karşılamak, buna kendi şanlı direnişleriyle yaraşır bir katkıda bulunmak için, bilinçli ve planlı bir şekilde geliştirilmiş ve böylelikle en zor koşulların devrimciliğinin nelere kadir olabileceğini ortaya çıkarmışlardır. Bunu çok şanlı bir direniş olarak görmek gerekiyor. Çünkü bu direniş, aynı zamanda bir de ister lehte ve isterse aleyhte olsun, koşullara devrimci iradenin nasıl mücadelede bulunabileceğini bir kez daha en görkemli biçimde ortaya koymuştur. Devrimci olmanın bu temel kıstasının en güçlü karşılığını vermiştir ve aynı zamanda da bu dönemin bir sonucu olmuştur.
Onların gerçekleştirdikleri kısa vadeli son direnişleriyle ulusal kimliği resmi düzeyde düşmana itiraf ettirmeleri en üst düzeyde bizzat faşist askeri rejimin başı Evren ve Özal' ın bunu kabul etmeleri, Milli Savunma Bakanlığı'nın açıklaması ve yine muhalefet Partilerinin de en azından bunları kabul etmeleri, bütün resmi siyasi düzenin adeta başka çaresinin olmadığını bilerek kabul etmek zorunda kalması, ulusal direniş tarihinin önemli bir aşaması, onun bir sonucu ve yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bundan öğrenilecek epey ders var. Bu, özellikle insanlığın ulusal kurtuluş için ve her türlü köleliğe karşı direnmede izlenmesi gereken yolu bunda iddialı olanların nasıl yaşaması ve neleri, nasıl yaratmaları gerektiğini ortaya koyuyor. Bu elbette buna yol açan Partinin ideolojik siyasi çizgisi kadar, onu doğru uygulamanın ne demek olduğunu da çok açık ortaya çıkarıyor.
Burada süreklilik denilen bir olay var. Şüphesiz ki onlar sekiz yılı aşkın sürekli bir direnmeyi salt kendi başlarına yürütmüyorlar. Her düzeyde faaliyetlerimizin birleşik etkisi bunda önemli rol oynuyor. Ama her şeye rağmen, yine de onlar kendi mevzilerinden sökülmüyor, o mevzileri sürekli savunuyor ve bunu giderek önemli bir başarı noktasına kadar götürebilmiş bulunuyorlar.
Şüphesiz bu direnişin tarihi uzundur. Onu burada aşama aşama değerlendirecek değiliz, ama düşmanın onlara dayattığı koşullar ve muntazam güç dengesizliği içinde onların insanlık onuru ve düşüncülerini, sadece ve sadece yüreklerine dayanarak savunma gibi bir durumları var ki, daha çok bunun anlamı üzerinde durmak istiyoruz. Onlar bu direnişleriyle tarihin tanıdığı en barbar bir rejime karşı ve Partimizin önderlik ettiği mücadelenin bu aşamasının sağlam bir cephesi olarak, adeta daha sonra sağlanacak bir çok gelişmeyi, daha şimdiden belirlemişlerdir. Düşmanın tavizler politikasının nasıl ortaya çıkabileceğini kanıtlamış ve orada resmen bir taraf olarak kendilerini temsil etmişlerdir. Bunu Partinin direnişçi sloganıyla dünyaya ilan etmişlerdir.
Daha yakın bir süre önce, sömürgecilik yirmi yoldaşa idam cezası verdiğinde, cezaevindeki yoldaşlarımız yeri göğü çınlatan sloganlarıyla sömürgeciliği kahrettiler, Partiyi ve Parti Önderliği'ni yüceltmeyi başardılar. Bunlar çok önemli direnme örnekleridir. Daha o sloganlarının yankısı kulaklardan silinmeden, hemen ardından gelişen bu direnmeler var. Bununla Türkiye ortamını ve düşmanı bir kez daha kendi gerçeklerine eğilmelerine sağladılar. Doğru ve insani olanı, insan hakları ve demokrasinin gereklerine dikkat etmeyi dayattılar. Diyarbakır gibi, sömürgeciliğin en yoğunlaştığı, özel sömürge valisinin karargâhı olan bir alanda, bütün dikkatlerin bir kez daha direniş üzerine çekildiği geniş bir kamuoyunun yaratılması, Partimizin en önemli bir hamlesinin gerçekleştirildiğini ve düşmanın o muazzam provokasyonlarının boşa çıkarıldığını gösteriyor.
Direnişe Diyarbakır'da bizzat yığınların katılımı, hemen hemen bütün kesimleri çekmesi ve hatta iktidarından muhalefetine kadar, bütün düzen Partilerinin bile buna ılımlı yaklaşma gereği duymaları, ne kadar bir etkiye sahip olduğunu ortaya çıkarıyor.
Tabii ki yoldaşlarımızın amacı sadece böylesine basit kazanımlar sağlamak değil, gerilla mücadelemize bir katkı sunmak ve şanlı bir dönemin öncülüğünü yapmaktır. Diğer gelişmeler kesinlikle bunu gösteriyor. Partimizin gelişmeleri sıcağı sıcağına onlara ulaşıyor ve böylelikle onlar bir görevi yerine getiriyorlar. Demek ki, devrimciler koşullar ne kadar zor ve edinilen bilgiler ne ölçüde az olursa olsun, ona gereken karşılığı verebiliyor, iradi gücü dayatabiliyor ve sonuç alabiliyorlar.
Başta Diyarbakır zindan direnişçiliği olmak üzere, bu cephedeki direnişler Partimizi epey beslemiştir. Biz, 1982 ve sonrasında ülkeye henüz fazla yönelmemişken bile, onlar en büyük direnişi gerçekleştirmişlerdir. Onların o dönemdeki direnişleri ,öncülük düzeyinde bir direnme ve çağrıdır. Dolayısıyla bizim daha sonraki atılımımız bunu tamamlar niteliktedir. İkisi de özlü ve birbirini güçlendiren direnmedir. Tüm yönleriyle doğru kavranıp uygulanması gereken bu direniş hareketlerimizi tamamen doğru kavramak ve gereken devrimci sonuçları çıkarmasını iyi bilmek gerekiyor.
Çok iyi biliyoruz ki, onlara da dayatılan provokasyonlar vardı. Bu direnmelerin mirasını tersyüz etmek için bir yandan düşman elinden gelen her şeyi yaptı, diğer yandan içerde de reformizm yönetimle her türlü işbirliğini geliştirerek, onu çarpıtmaya, ulusal kurtuluşu özünden boşaltmaya ve böylelikle etkisini alabildiğine zayıflatmaya çaba gösterdi. Ama sorumlu Parti devrimciliği her şeye rağmen bunlara iyi karşı koydu. Bizler de benzeri gelişmeleri dışarda yaşadık. Unutmayalım ki onların okuyacak bir kitapları, yazacak bir defterleri, seyredecekleri bir televizyon, dinleyecekleri bir radyoları yoktur. Ama o koşullarda doğru tahlilleri ve doğru devrimci görevleri ortaya koyabilirler. Bunun sonuçları ve belgeler elimize ulaşabilmiştir. Görüyoruz ki Partinin yaşadığı gerçek ne ise, orada da aynı muhtevada geliştirilebilmiştir. Bu PKK'nin tarihi çıkışı ve çizgisinin özelliklerine tutarlı bağlılığın bir sonucudur. Burada gerçekler budur.
Daha sonraki 19841985 atılımları vardır. Onların bu atılımımıza da destek oldukları, hem güç alıp, hem de güç verdikleri biliniyor. Bu hamlemize dayatılan provokasyona, işbirlikçilerin oyunlarına, özden boşaltma çabalarına karşı, tutarlı direnişimize, onlar da birliklerini koruyarak leke getirmemiş, en ufacık bir talepte bile bulunmadan başı dik ve en onurlu karşılığı verdiler. Bu noktada onlardan öğreneceğimiz önemli dersler vardır. Bu derslerden en başta geleni ortaya koydukları tutarlı particiliktir. Kesinlikle en ufacık bir talepleri olmadığı gibi, tam tersine yapmak istediğimize büyük bir katkıdır. "Partinin yürüttüğü mücadeleye biz de elimizden geldiğince, böyle bir çabayla karşılık vermek istiyoruz" demeleri, işte bu gerçeğin somut bir örneğidir. İstedikleri tek şey gelişmelerden daha fazla bilgilendirilmeleridir. Nitekim okuduğunuz raporları ve mektupları bu çerçevededir.
Son direniş katkılarını daha da geliştirmiştir. Hatta halk savaşımımızın yönlendirmesi doğrultusunda bir adım olduğu için, stratejik bir düzeye kadar getirmiştir. Nitekim direnişe geniş halk güçlerini katan bir gelişme olmuştur. Tabii ki bir de kısa vadeli bir kazancı vardır. Bu ulusal kimliği resmi düzeyde itiraf ettirmesi, Türkiye içinde demokrasi mücadelesine çok güçlü bir ivme kazandırması, önderinin her türlü feryadına rağmen, bir SHP'yi bile doğru demokratik bir konuma zorlaması, adeta buna mecbur etmesi, hatta ANAP'ta dahil, düzen Partilerinin kendilerine daha anlayışlı davranılması gereğini duyma noktasına getirilmesidir. Bu direnişin büyüklüğünün Türkiye demokrasisi üzerindeki etkileridir.
Direnişe katılanların sayısı iki bin olarak veriliyor. Bu sayı daha da kabarabilir. Altı yüze yakın yoldaşın ölüm orucu gibi bir direnişi göze almaları söz konusudur. Bu onları ürkütüyor. İsteklerinin yerine getirilmesi kararlığıyla altı yüz kişinin ölüm orucuna devam etmesi, Çankaya merkezi de dahil olmak üzere, bütün bir rejimi sarsıyor ve onları çok erkenden böylesine beklenmedik tavizlere zorluyor. Bu kadar kişinin büyük bir çoğunlukla kararlılık içinde ölüm orucunu sürdürmesini TC kaldıramaz. TC açısından burada dünya çapında büyük bir yenilgiye uğrama tehlikesi vardır. İşte onları geri adıma zorlayan da bu gerçektir. Yoksa ılımlı olduklarından, ya da âlicenaplıklarından kaynaklanmamaktadır. Kaldı ki en azgın bir şoven olarak Evren'in son konuşması vardır. Kars'ta, '1988 Kış Askeri Tatbikatı' günlerindeki konuşmasında, Sarıkamış'ı hatırlatarak "cesedimizi çiğneyip geçmeden onlara bu vatanı böldürtmeyiz" demiştir. Bunun anlamı şudur; böyle bir kimliği kabul etmeyeceğiz. Ama o bu gerçeği bizzat itiraf etmek zorunda kalmıştır. Uzun barbarlık tarihinde, şoven karakterine ve faşist rejim belli bir yetkinleşmeye ulaşmış olmasına rağmen, onun böyle bir itirafta bulunması direnişin büyüklüğünü göstermektedir. Burada hayatlarını sonuna kadar ortaya koyan devrimcilerin kararlılıklarını kanıtlamaları vardır. Bu itiraf, bunun üzerinden sağlanmıştır.
Ciddi bir dönem yaşanmaktadır. Kürdistan alabildiğine korkular çemberi içine alınmış, provakasyon yöntemleri alabildiğine uygulanmakta, tavizler, satın alma ve bilinen birçok yöntem devrededir. Böyle bir ortamda ve her türlü yozluğun, suiistimalin, toplum dışılığın yaşandığı Diyarbakır gibi bir zeminde gerçekleştirilmiş olması, bu direnişin değerini daha da büyütmektedir. En zor dönemde, en hayati konularda, en çok cesaret ve fedakârlık isteyen bir eylemin gerçekleştirilmesi her türlü değerlendirmenin üstündedir. Ebetteki böyle bir direnişin etkileri de aynı biçimde büyük olacaktır.
Demek ki tutarlı devrimcilik direniyor ve kazanıyor. Bu gelişmelerin altında kesinlikle bu gerçek vardır. Bizim de yoğun bir biçimde üzerinde durduğumuz alanlar, koşullar ve zaman lehimize, ya da aleyhimize nasıl olursa olsun, her zaman gelişme kaydetmek mümkündür. Ulusal Kurtuluş ve devrimci demokrasinin artık yaşamının zorunlu bir aşaması olduğu yerde, bunun gerçeği mutlaka yapılır, sorumlu devrimcilik bunda başarı kaydeder. Eksiklik ve olumsuzlukları mesele yapamaz.
Bugün halen içte ve dışta Partiye dayatılan her türlü tasfiyeci, bozguncu birlikten uzak çabaları hatırlayalım. Savaşa gönülsüz, ikircikli yaklaşma, hatta bunun üzerinde sayısız kişisel yaşam hesapları içinde olma, bireyselliğin bir eğilim haline getirilmesi, bu gelişmelerle tamamen çelişmektedir. Bunların kabul edilemeyeceği çok açıktır. Direnişçilerin neyi nasıl söyleyip, neyi nasıl yapacakları ortadayken, esas alınması gereken ölçüler başka ne olabilir? Öyle adamlar var ki, son derece elverişli alan ve koşullarda bile doğru dürüst bir Parti çalışmasını yürütmüyorlar, kendilerine sevdalanarak rahat koşulların etkisi altında yozlaşıyorlar. Biz buna PKK faaliyeti ve yoldaşlık diyebilir miyiz? Bu örneklerin PKK'deki yoldaşlığın gereklerine son derecede uzak oldukları çok açıktır. Bunlar direnişin gelişim özellikleri ve amaçlarının ne olduğunu bilerek kendilerine çekidüzen vermek zorundadırlar. Ve açık ki bu durumlar teorik izahlarla bazı gerçekler ileri sürülerek geçiştirilemez. Bütün bu gelişmeleri bu tiplere tek bir söz hakkı dahi vermemek için ortaya koyuyoruz.
Bu direnişte bir yoldaşın şehit düştüğü haberini aldığımız M.Emin Yavuz yoldaşı iyi tanırım. Bizim ilk grup faaliyetlerimize ilkokul düzeyindeki bir eğitim seviyesine sahip olduğu halde, ama tam bir emekçi olarak en canlı biçimde katılan biriydi. Hilvan'daki çalışmaların en önünde yer aldı. Taşocaklarında ve diğer en zor işlerde çalışıyordu. Fakat çok canlıydı. Toplantılarımıza gelirken hiçbir şey esirgemezdi. Çok fedakâr ve cesurdu. Ağalığa karşı çok büyük bir kini vardı. Kesinlikle anti feodal, demokratik bir çıkışla mücadeleye gelmişti. Nefret ettiği ağalığa ve faşist güçlere karşı halk kişiliğini dayatmak ve halkın özgürlüğünü temsil etmek için, çok azimli ve kararlıydı. Tüm toplantılara çok yüksek bir ilgiyle katılıyordu. Oysa geniş aile sorunları vardı, bakmakla mükellef olduğu çocukları vardı, yoksuldu. Sürekli feodal baskılarla yüz yüzeydi. Buna rağmen katılımını esirgemezdi.
En az donanımla zindana girdiğinde uzun süre direnebildi. Bu direniş bugün dokuz yılı geride bırakıyor. M. Emin Yavuz yoldaş, PKK’nın ilk kitleselleştiği dönemden başlayarak kavgalı yumruklu direnişlerden silahlı gösterilere kadar ve her türlü zorluk altında bütün direnişlere katılmış en son olarak da TC egemenliğine karşı böylesine bir direnişte sonuna kadar direnebilmiştir. Bu bir gerçeği kanıtlamaktadır ki, o da şudur; baştan itibaren PKK’nın direnişinde bu kişiliklerin imzası vardır.
Bazıları bugün PKK adına çok şey söyleyip kendilerini çok şeye sahip görebilirler, ama bunlar önemli yanılgılarla doludur. Özellikle bu dış zeminlerde bu tip yanılgıları yaşayanlar az değildir. Oysa PKK'yi PKK yapan en baştan günümüze kadar bu tip çalışmalar ve bunların sahipleridirler. Büyük Parti yüreği, Partinin büyük direnişçi, tutkulu kişiliği, bu kahramanların omzunda yükseliyor. Belki çok laf yapmasını bilmemişlerdir, ama bütün önemli direnişlere de vardırlar. Bu kahramanların birleşik etkisi kazanan PKK'dir.
Biz, her zaman yaşayan özü görmek gerektiğinden söz ettik. Esas alacağımız budur. Adeta insanlar yanlarından bile geçemiyor. Tek kelimeyle bunlar terbiyesizlik yapıyorlar. PKK’nın çıkış ve gelişiminin ana esaslarını kavramak ve bağlı olmak gerekir. Tekrar belirtmek gerekirse, bizim direnişçi değerlerimizi her yönüyle anlamak gerekir. Biz, bu insanlara direneceğimize dair söz verdik. Onlar da söz vermiş ve şereflice direnmişlerdir. Birçoğunun çocukları vardı, ekmek bulamayacak kadar yoksullardı, donanımları çok zayıftı, çok vahşi koşullarda yaşıyorlardı, ama bu noktaya kadar gelebildiler.
Demek ki, Emin yoldaşın yaşamı Partimizin şanlı doğuşuna ve direnişçi tarihine denk gelen bir yaşamdır. Baştan sona kadar, Partimizin ana atardamarlarından birisidir. Onun yaşamı ve kişiliği kendi önderlerinin şahsında bir halkın özgürlüğe nasıl kalkışacağının kanıtlanması, halk kişiliğinin nasıl yaşayıp ortaya çıkarılacağının gösterilmesidir. Aynı zamanda bizimle sağlam yoldaşlık içinde kalmak isteyenlerin nasıl bağlı kalmaları gerektiğinin ortaya konulmasıdır.
Onlar donanımsızlardır, ama Partiye bağlılık kesin, direnişe bağlılık kesindir. Madem ki onlar bunu gerçekleştirebilmektedirler, o halde bunca donanım ve en geniş özgür direnme olanaklarında kimse başka dayatmalarda bulunmamalıdır, başka önderlik sevdaları içine girmemelidir. Zindan direnişçilerinin anılarıyla uyumlu yaşamak, her türlü soysuz yaşamı Parti yaşamının yerine koymak mıdır? Yine her türlü mücadele ve gelişme imkanı olmasına rağmen, iki insanla doğrudürüst ilgilenmeme ve birde en popüler önderlik sıfatlarını, kişinin kendisine yakıştırması mıdır? PKK'nin militan kişiliğiyle bunlar arasında hangi bağlardan bahsedilebilir?
Partimizin gerçek militan kişiliğini şahsında temsil eden M.Emin Yavuz yoldaşın, bunu çok güçlü bir direniş içinde şehitlere kadar ulaştırmasıyla Partimiz fiziksel olarak büyük bir evladını kaybetmekle birlikte, tarihi bir halk kişiliğini önderliğini de kazanmış olmaktadır. Rus devriminde tüm dünya halklarının tanıdığı Babuşkin vardı. Bizde bu yoldaşı böyle değerlendirdik. O kendisine verilen böyle bir isme layık olduğunu ortaya koymuştur. Partimiz ve halkımız için de böyle kişilikler vardır ve daha da çıkacaktır. Bu Partimizin şanındandır.
Partiye ve şehitlerin anısına kesin bağlılık, bugün yüzlerce ve binlercesini ortaya çıkarmıştır. Böyle yüzlerce şehit vardır. Adsız bir Parti emekçisi, bir direniş kahramanı olarak gösterişsiz, ama derinden bir katılımla ilk günden son nefes anına kadar Parti ve halkın çıkarlarını esas alan M. Emin Yoldaş, en eski bir yoldaş olması itibarıyla da bu gerçeği en güçlü bir anı olarak bize hatırlatırken, boş yaşamadığını, önemli direnişlerde büyük etkisinin olabileceğini ortaya koyuyor. Onu ve onun şahsında bütün direniş şehitleri ve direniş kahramanlarını bu temelde selamlıyoruz.
Şubat 1988
Reber APO
- Ayrıntılar
Planlama faaliyeti esas olarak mevcut devrim için hazır öğe ve imkanlardan kalkarak, mevcut amaçlarımız doğrultusunda eylem programımızın nelerden ibaret olması ve buna en doğru çalışma tarzıyla, nasıl yaklaşılması gerektiği sorunudur. Planlama faaliyetinin özü, tanımı budur.
Her şeyden önce, dönem itibarıyla harekete geçmeye hazır hangi güçler söz konusudur? Bunların düzeyi, durumu nedir? Çizilen amaçlar, perspektifler hangi eylem programımıza hem gereklilik, hem de olanak tanıyor. Hangi örgüt ve eylemlilikle bunlara ulaşacağız? Buraya kadar ki tüm çalışmalarımız değerlendirilecektir. Partinin örgüt düzeyi, kitlelerin uyanışı, ilgi düzeyi önemlidir ve ele alınacaktır. Diğer objektif etkenler, düşmanın durumu, halkın dayandığı objektif şartlardan yola çıkılacaktır. Partinin amaçları, özellikle de belli bir dönem için amaçları nedir? Hangi zeminde ve daha ayrıntılı dönemler göz önüne getirildiğinde nasıl bir uygulamayla gerçekleştireceğiz? Tüm bunları değerlendirmek gerekecektir.
Her şeyden önce devirmek, bunun için adım adım geriletmek durumunda olduğumuz faşist sömürgeci rejimin güncel durumuna bakmak gerekiyor. Bu Parti edebiyatımızda sıkça üzerinde durulan bir husustur.
Gelişme dönemine daha yetkin tahlillerle karşılık vermekteyiz. Bugün sadece kendi değerlendirmelerimizle yetinmemek gerektiğini biliyoruz. Düzenin en sağ partileri bile "her düzeyde derin bir bunalım yaşanıyor. Bunu sadece bir hükümet bunalımı olarak değil, tüm alt ve üst yapıda değerlerin alçalması, yozlaşmasıyla birlikte, maddi alandan bütün manevi alanlara kadar yansıyan bir bunalım olarak görmek gerekir" diyorlar. Şüphesiz buna temel teşkil eden alt yapıdır.
Rejimin alt yapısı, günümüz için her karşıdevrim hükümetinde ve onun yönlendirdiği rejimlerde olduğu gibi, kitleler üzerinde baskı ve sömürüyü görülmemiş biçimlerde artırılmasında ifadesini buluyor. Ekonomiden, devletin en temel politikalarına kadar yansıyan tutumlarında görülüyor. Ekonominin çözmek durumunda olduğu sorunlar daha çok güncel sorunlardır. Tam bir bunalım ekonomisi haline gelmiştir.
12 Eylül faşist rejimi, esas itibarıyla gündemleştirdiği sorunları çözmek için, daha çok Türkiye tarihinde kapitalist gelişmenin emperyalizme bağımlılığı ile, Ortaçağ kalıntılarını iç içe geçirmiştir. Baştan itibaren tekelci bir avuç kapitalistin tekelleşmesi doğrultusunda yoğun çaba vardır. Bunun için yönlendirilen mali sermayenin bir kaç banka etrafında yoğunlaştırılarak, devletin yoğun desteğiyle dış rekabetten ve içten ise diğer sınıfların taleplerinden koruyarak, para politikalarıyla oynayarak ayakta tutma çabaları vardır. Olup biten her şeyi aslında bir avuç kapitalistin gelişmesi uğruna harcanan çabalardan, politikalardan ibarettir. Başlangıçta ticari ve mali olan sermayenin daha sonra sanayi sermayesine dönüşüm vardır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kuruluş yılları esas itibarıyla Türk tüccar ve milli sermaye sınıfı ortaya çıkarmak, bu temelde yaratılan sınırlı bir birikimle sanayiye yönelmek, bunu da dışa karşı sert bir korumayla gerçekleştirmek için harcanan çabalarla doludur. Bu anlamda M.Kemal dönemi, bir kapitalist gelişmeye sonuna kadar imkan tanıyan dönemdir. Sermaye palazlanır, devletçilik yoluyla sanayileşmenin yolu atılır. Bu tam bir soygundur.
Şunu belirtelim ki, TC'nin kuruluş yılları işçi sınıfının ve daha çok da köylülüğün amansız sömürüsünün gerçekleştiği yıllardır. Tekeller biçiminde üstte bir yoğunlaşma vardır. Kentte her türlü sendikal çalışma, kırsal alanda ise köylülerin toprak ağalarına karşı toprak istemleri sert baskı yöntemleriyle bastırılıyor. Yeni bir sınıf bir kurmayın eliyle geliştiriliyor. II. Dünya Savaşında bunlar daha da palazlanıyor. Soygun ve el koymalar bu dönemde daha da artmıştır. Sermaye büyümüştür ve büyüyen bir burjuvaziye tanık olunuyor.
Eskiden Türk milli burjuva çıkarlarını koruyan devlet, yavaş yavaş büyük burjuvazinin çıkarlarını korumaya yönelik bir sınıf temeline kavuşuyor. Bildiğimiz CHPDP ayrışması, bunun üst yapıya yansımasıdır. DP iktidarı yılları, TC'nin emperyalizmle ilişkilerinin daha da artması, ABD bağımlılığının gelişmesi, küçük burjuva ve orta kesimlerin payının azalması yıllarıdır. Halkın emekçi kesimlerinin de daha çok geriletilmesi biçiminde bir dönüşümdür. Bu konuda kırsal alanda olsun, ticari, mali ve giderek de sanayi alanında olsun, burjuvazinin palazlanması sürecinin bir adım daha ileri gitmesidir. Bunun sonucunda uluslararası tekellerle işbirlikçilik gelişiyor, toprak kapitalizmi gelişiyor. 1960'larda ortaya çıkan durum böyleydi. Bu dönemde işbirlikçi tekelci kapitalist gelişme sağlanmış ve buna karşı orta ve küçük burjuvazinin eskiden devlet içinde yer almış olan kesimlerin muhalefetine yol açmıştır. Bu muhalefetin ordu içindeki temsili ve CHP'nin buna kolkanat germesi söz konusudur. Bu 27 Mayıs hareketinde ifadesini bulur.
27 Mayıs daha önce devletten pay alan, orta ve küçükburjuva ile bürokrat burjuva kesimlerin gerilemelerine bir tepkidir. Bunlar 27 Mayıs Anayasasıyla tekrar kendilerine, başta ordu olmak üzere bürokrasi içinde bir yer, bir olanak elde ediyorlardı. Bunun için burjuva anlamda bir demokratik açılımdan bahsedilir. Yani tekelci gelişmenin biraz dizginlenmesi söz konusudur. Fakat kısa bir süre sonra, tekrar AP ve CHP koalisyonları, ardından tek başına iktidar olan AP'nin uluslararası sermayeyle, emperyalizmle ilişkileri geliştirmiştir. Sömürü yoğunlaştırılmış, sınıfsal ayrışım daha da hızlandırılmıştır.
Bu dönemde Kürdistan'daki kapitalist gelişme de açılım kaydeder. Mali sanayi sermayesi toprak kapitalizmine göre daha ileri bir duruma geçer, hatta ticaret burjuvazisinin de önüne geçmeye çalışır. Bu da bir rekabeti doğurur. AP hükümetleri döneminde ortaya çıkan bu durum, üstten bir çekişmedir. Yoğunlaşan sömürü emekçilerde de bir kıpırdanmaya yol açar. Orta kesim bu konuda biraz hareketliliğe geçer. Kendi konumlarını sürdürmek açısından emekçilerin hareketine göz kırpar, onlardan destek arar. Bu bildiğimiz radikal gençlik, devrimci gençlik hareketinin de doğuş zeminidir. Bu zeminde belli bir hareketlilik ve devrimci uyanış başlar.
12 Mart daha çok mali ve sanayi burjuva kesimlerin palazlanmasına olanak vermek amacıyla, gelişen devrimci gençlik hareketini bastırmak için geliştirilir. Daha sonraki süreç, 12 Mart'ın çerçevesinde kısmen gelişir, ama zaman zaman bu onu aşar. Özellikle devrimci gelişmelerin mevcut çatlaklarından yararlanarak geliştirilen bir süreçtir. Bunlar, bir yandan CHP, bir yandan AP ve diğer iki küçük parti arasındaki çelişkilerdir. Bu bir koalisyon dönemidir ve daha sonraki süreçte, daha çok 12 Eylül'ün tepki duyduğu bir dönemdir. Bu koalisyonlar siyasal denetimin zayıflamasına yol açar. Bu temelde bir çok grup ortaya çıkar.
Hemen söyleyelim ki bütün bu süreç, TC'nin bünyesinde tüm çelişkilerin açığa çıkması anlamına geldiği gibi, hepside zayıf bir çelişki durumundaydı. Üstten devleti yönetenler önemli oranda yönetemez duruma düşmüşlerdir. Orta kesimler kendi durumundan rahatsızdırlar. Emekçiler rahatsızlıklarını bilinçli örgütlülüğe doğru taşırmaya çalışırlar, ama hepsi de zayıftır. Bu durumda en güçlü, en organize kurum yine ordudur. Türk devletinin temel etkeni olan ordu, bu konuda komünist kollama hareketi için her zaman görev başındadır.
Öyle bir noktaya gelinir ki, normal sivil kurumlarla, parlâmentoyla, partilerle TC'yi yürütmek mümkün değildir. Partiler yetmez duruma düşmüşlerdir. Parlâmento çözüm üretemez durumdadır. Hükümetler hızla kurulup dağılmaktadır. Halk muhalefeti denetimsizdir. Fazla örgütlü olmasa da gelişme göstermektedir. Bu bir dönemin sona erişi anlamına geliyor. Üst yönetimde düşülen zaaf, alt'ın homurtularıyla birleşince bir devrimci durum ortaya çıkıyor, ama bu devrimci durumu değerlendirecek devrimci bir örgüt olmadığı, kırk yamalı bohça gibi olan sol grupların, bırakalım devrimci bir örgütün ihtiyacını giderme, işi daha da çıkmaza sürükledikleri için bir sonuca gidilememiştir.
Sivil kurumlar da bu gelişmeye çare olmadıkları için tek yıpranmamış kuvvet olarak duran ve aynı zamanda güçlü bir siyasi etkisi olan, faşist bir kurumlaşmayı kendi içinde yürüten, disiplinli ve planlı ordu gücü devreye girmiştir. Aynı güç biraz planlı bir çabayla kendini tek alternatif hale getirmiştir. Sivillerin toplumu yönetemez durumda olduklarını kanıtlamak için gelişini biraz geciktirmiştir. Özellikle Demirel başta olmak üzere, sivillerin denetiminde orduyu yıpratmamak için, göz göre göre sivilleri yıpratmaya yönelmişlerdir. 'Ordu yıpranacağına siviller yıpransın, toplum sivillerden nefret etsin' planıyla hareket etmişlerdir. Bunların hepsi işbirliği halindedir.
Sivillerin orduya karşı demokratik bir kurum olma durumu da yoktur. Fakat artık işleri döndüremez hale gelmişlerdir. Toplumun bunlardan kurtulması için veya toplumun orduyu arzu etmesi için, bunların yönetemez, kargaşayı önleyemez bir güç olduğunun kanıtlanması gerekiyordu. Demirel'in çokça yakındığı ve "denetimimiz altında çalışmıyorlar, bizi yıpratmaya çalışıyorlar ki, halk kendilerini kurtarıcı ve müdahale etmesi gereken güç olarak benimsesin" biçimindeki sözleri doğrudur. Sivil kurum, parlâmento kendini üretemez durumda olunca, ordunun bunu daha da körükleyeceği ve onları daha da iş göremez duruma düşüreceği açıktır. Buna bir defa niyetlenmişlerdir ve 78'lerden itibaren programlarında bu vardır.
Buna bir de tabandaki durum ve özellikle de Kürdistan'da gelişme istidacı gösteren Ulusal Kurtuluş Hareketi eklenince, cumhuriyeti yeni temeller üzerinde üretmek, yeni alt ve üst yapı kurumlarına kavuşturmak zaruri bir görev olmuştur. Bunun için, eski sivil kurumlarını önce denetim altına almak, sonra yasaklamak, parlâmentoyu, bütün partileri ve hatta liderliklerini tasfiye etmek, irili ufaklı bütün devrimci gruplar üzerinde amansız bir terör uygulamak ilk yönelimi olmuştur.
Halk kitlelerinin kendi beklenti ve umutlarına cevap vermeyen burjuva yönetimler dışındaki arayışlara düşmemeleri için, söz konusu hareketler üzerinden adeta silindir gibi geçilmiştir. Kitlelerin "biz de kendi kendimizi yönetebiliriz" düşüncesine kapılmamaları için, önce uyarı, daha sonra da ezme yöntemlerini geliştirmişlerdir. Uygulanan baskının yanısıra, muazzam bir ideolojik etkilenme altına alma yöntemiyle kendilerine karşı koyabilecek bir kişi bile bırakmamışlardır. Kitlelerin umutları adeta doğduklarına bin pişman ettirilerek başlarına yıkılmıştır. Tek kurtuluş yolu olarak ordu öncülüğü, Kenan Paşa'nın benimsenmesi politikaları ve uygulamaları söz konusudur. Hatırı sayılır bir desteği, bu baskı ortamında, propaganda ve pasifikasyon yöntemleriyle geliştirilmesi söz konusudur.
12 Eylül'ün gelişi, bastırmacılığı ve kendini yeniden kurumlaştırması durumu vardır. Oluşturulan Anayasa, Partiler Yasası ve demokrasiye dönüş taktiklerinin tümü, 12 Eylül'ün kurumlaştırılmasıdır, bunun sivil maskeyle sürdürülmesidir. Demokrasiye geçiş, özellikle de uluslararası emperyalizmin ve NATO'un da desteğini almak için bir maskedir. Alt yapıda, ekonomide tekelleşme ve holdingleşme, gelişmiş uluslararası tekellerden alınan payları yoğun bir biçimde artırmıştır. Buna karşı içte kemerleri sıkma ve iç tüketimin kısıtlanması, ticaretin geliştirilmesi yöntemiyle, dış tekellerin çıkarları da gözetlenerek, sermayenin bir avuç tekelcinin elinde yoğunlaştırılması için politikalar geliştirilmiştir. Bu, daha insafsız bir sömürüyü getiren ve sömürüyü gerçekten bütün sağ partilerin de söylediği gibi, bir talana kadar götüren politikanın adıdır.
Bu dönemde geliştirilen Özal ekonomi polimacılığı, sonuna kadar uluslararası sömürüye açılmış bir Türkiye demektir. Emekçilerin daha önceki ücret düzeylerinde %35'lere varan düşme, köylülüğün ürünlerine biçilen başfiyattaki düşme, memur maaşlarını dondurma yaşanmıştır. Hatta içte sanayi kesiminin payının bile azaltılması ve tüm bunlardan edinilen payların bir avuç ihracatçı ve mali tekellerin emrine, uluslar ası sermayeye verilmesi durumu vardır. Bu politikayı esas alan ANAP'ın kuruluşu, ANAP'la bu ekonomi politikanın sürdürülmesi ve Milli Güvenlik Konseyi ile ortaklaşa bir iktidarın bunlar tarafından götürülüşü söz konusudur.
Derlemeler
Reber APO
- Ayrıntılar
Günümüz Kürdistan'ın da uzun süreden beri, olası Kürdistan Devrimi'ne karşı, emperyalist ve yerli işbirlikçilerince hazırlık yapılmaktadır. Bu yarım asırdır gerçekleştirilen bir süreçtir. Günümüze dek sinsice yürütülen politikalar, Kürdistan'da ve etrafında yaşanan objektif gelişmeleri ortaya çıkarmaktadır.
Esas itibarıyla Partimiz önderliğinde yükseltilen Ulusal Kurtuluş Mücadelemiz, bu çabaları son aşamaya getirmektedir. Bu aşamada bütün yönleriyle açığa çıkarma, tehlikeli ve tasfiyeci sonuçlarını görme kadar, bunun etkisini yaşama kadar, bunu başarıyla devrim lehine tasfiye etmenin de koşullarının hayli olgunlaştığı bir dönemin içindeyiz. Büyük bir olasılıkla da bu dönemin son aşamasında bulunmaktayız.
Dünya halklarının tarihinde son yarım asırdır ulusal kurtuluş devrimlerinin dev boyutlu adımlarla geliştiği ve küçümsenmeyecek başarılara ulaştığı, bağımsız, demokratik ve hatta sosyalist toplumsal kuruluşların sağlanmasına kadar yürüdüğü bu çağda, Kürdistan halkının çeşitli nedenlerle, başta somut tarihi, sosyal ve siyasal durumu olmak üzere zor bir döneminde, başını ABD emperyalizminin çektiği ve dünya çapında yeni sömürgeciliğe yöneldiği ilk aşamada, Kürdistan'a da bir kement atıp olası devrimci gelişimini engellemek veya saptırmak için, sinsice, fakat çok akıllıca, gizli bir politikacılığı yürüttüğünü iyice görmek gerekiyor.
Kürdistan gerçekliğinin karmaşık durumunu çok parçalanmışlık oluşturmaktadır. Bu, yalnız bölgesel gerici ve sömürgecifaşist güçler tarafından çok farklı politikaların uygulamasıyla oluşmamaktadır. Aynı zamanda gerek uluslararası kapitalist emperyalist, sistemin her türlü tasfiyeye, açık veya gizli her türlü yöntemle yerine getirmek istediği politikalarla ve gerekse de sosyalist sistemin dış politikasına damgasını vuran ve özellikle de son elli yıllık gelişiminde iyice açığa çıkan 'kapitalist olmayan yol' tezi adı altında, yerli burjuva önderliklerin desteklenmesiyle oluşan bir durum söz konusudur. Bunların ezilen halklar üzerindeki her türlü milliyetçi,şoven ve giderek katliama varan politikalarına bile ses çıkarılmama biçiminde özetleyebileceğimiz bir politikası vardır. Son tahlilde sosyal,şoven politikanın, sosyal, emperyalist politikanın yıkıcı etkilerini yaşaması bu karmaşıklığı biraz izah etmektedir.
Daha da kötüsü, Kürdistan'ın geri yapısı ve asırlarca çok inceltilerek geliştirilen işbirlikçi,aşiretçi feodal artıkların tarihte eşine ender rastlanan uşaklık yöntemleriyle, biraz da kapitalizmin iğrenç yöntemlerini iç içe karıştırarak bu karmaşıklığı daha da içinden çıkılmaz hale getirdikleri bilinmektedir. Bütün bu gelişmeler içinde halkın nefesinin bile duyulamayacağı ortadadır. Bu kaos ve alacakaranlık içinde nelerin olup bittiği, bir halkın özgürlük özlemlerinin daha doğmadan nasıl yok edildiği görülmektedir. Bazı dürüst ve yurtsever çıkışlar olduğunda bile, bunların kısa ve basit, ama aynı zamanda çok alçak ve sinsi, komplolarla boğulduğu bilinmektedir. Böylelikle normal yaşam yerine alçakların yaşamı konulmaktadır.
Ulusal ve uluslararası gericiliğin hiçbir biçimde kabul edilmemesi gereken bu yaklaşımlarının, sanki normal, çağdaş ve insani yaklaşımlarmış gibi sineye oturtulduğu açıktır. Bununla da yetinilmeyerek, bu temelde ortaya çıkan, özümsenmiş, kesinlikle hakim ulusların ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel çıkarlarının imbiğinden geçirilmiş, bu temelde oluşmuş sosyal ajan yapıların sözcülüğüne soyunan bazı sahte aydın taslaklarının meşrulaştırıldığını görmekteyiz. Sözüm ona bu çağ anlayışı hakim kılınmak istenmektedir. Ulusal ve toplumsal konularda bir yandan aşırı ilgisiz, diğer yandan sahte sahipleniş tutumları gösteren bu sosyal ajan yapı, özünde ise vatanseverlikte bile hakim ulusun milliyetçiliğini esas almaktadır. Hakim ulusun dayattığı öz faşizm bile olsa, ona demokratlık ismini yakıştıracak kadar alçalan bir sosyal yapıyı oluşturmaktadırlar.
Kısaca, ulusal gerçeklik ve demokratik çabalar konusunda iliklerine kadar inkarı ve ihaneti yaşayan bu yapı, son derece gelişkin olan demagojik üsluplarıyla her şeyi papağan gibi tekrarlamaktadırlar. Bazen ilkel milliyetçilik biçiminde, bazen utanmazca "ulusal kurtuluş", "sosyalizm" kelimelerini bol bol kullanarak tüm sahteliklerini ve düşkünlüklerini ortaya sermektedirler. "Dilin kemiği yoktur" dercesine alabildiğine konuşturulan, hiçbir sorumluluk duymayan, pratik hiçbir çaba harcamayan, özümsenmiş sosyal ajan yapıya dayanan bu sözcülerin ellerinde gerçeklerin daha da kotarılması, özellikle devrimci çıkışların ortaya çıkması halinde toplu bir koro halinde saldırılması meşru bir olay haline gelmektedir. Özellikle PKK'nin ortaya çıkış ve gelişme koşulları incelenirken, bu konuda akla hayale sığmayacak kadar alçaklıkların, oyunların, komploların varlık nedenlerini ele alırken, bu gerçekleri çok iyi görmek gerekir. İliklerine kadar düşmanı yaşayan bu yapıya baktığımızda, bazen karşımıza yurtsever gibi çıkıyor, hatta sosyalist bile olabiliyor. İçinde bulundukları koşullara göre, insanın bir yerde anlam verebileceği, hatta saygı duyabileceği bir yaşamı, bunların şahsında kabul etmek bile mümkün değildir. İnsanlıkla ilişkisi olmayan, hatta hayvanlara bile yakışmayan bir durum söz konusudur. Hatta bunların daha da aşağısında bir konumu kendi halkına reva görmeleri durumu vardır.
Bütün bunları görmek ve bu durumlara "dur" demek gerekir. Eğer bu halk yaşama gücündeyse, bunun için gereken cesareti göstermek, neye mâlolursa olsun bunun savaşımını sergilemek ve yaşama hakkı varsa yaşatmak önemlidir. Yoksa bin defa adına yaşam denilen şeyden daha şerefli olan ölümü tercih etmek gerekir. Bu çabadan hiçbir gerekçeyle uzak durulamayacağı, bundan en ufak bir ikirciliğe, kararsızlığa düşülemeyeceği ve mutlaka sonuca gitmek gerektiği iyi bilinmelidir. Yaşama hakkı olan halkların yaptığı budur.
Bütün dünyanın basın,yayın organlarına bakarsak, son günlerde Kürt halkının imdadına koşmak isteyenlerin nasıl fazlalaştıklarını görürüz. Biraz emperyalizmin gerçeklerinden habersiz, kendi ülke gerçeklerinden habersiz birinin, bu çabalar karşısında heyecan duymaması imkansızdır. "Bizim de sahiplerimiz varmış", "insanlık vicdanı sızlamaya başladı", "bizi de yalnız bırakmıyorlar", "büyük insansever duyguları kabaran, Türk milletinin şerefli temsilcileri, kimyasal silahlardan kaçan insanlarımıza üç öğün sıcak yemek veriyorlar", "elektrik, su vb. şimdiden barınakları sağlamışlar", "görülmemiş bir hamiyet severlilik", "bütün ulusu harekete geçiren ve ancak kardeşin kardeşe duyabileceği sevgiyle yaklaşma var", "zor günde kardeşin imdadına yetişiyor, el üstünde tutuluyor", "işte yine tarihine yaraşırcasına bir kardeşlik örneği sunuluyor" başlıklarını, söylemlerini görüyoruz. Hemen şu da ekleniyor; "katil PKK'ye ders olsun, bu, onun iddialarına en iyi cevaptır". Daha da kötüsü, sahibinin sesi, yani efendilerinin iyi uşakları olanlar, TC'nin bu âlicenap büyük yardımseverliğini bütün Kürt hareketleri destekliyor diyorlar. Bunlar, sözüm ona Kürt milliyetçi gruplarıdır, sosyalist partilerdir.
Bunlar en alçakça iddialardır. Eğer kafalar duruma tüm yönüyle hakim olamazsa, ona yüksek bir bilinçle anlam biçilmezse, bir oyunun bir çok yönü gizli kalmış olur. Doğru devrimci tutuma da ulaşmak mümkün olmaz. Bu son sığınma dedikleri olay, aslında bir halkın bin yıllık, dört bin yıllık ülkesinin bir bölgesinden diğer bir bölgesine geçişi olmaktan öteye gitmemesi gerekirken ve yine elde silah her zaman şanlı direnme alanları olması gerekirken, böylesine yaklaşımın düşürücü ve teslim alma temelinde olduğunu tespit etmek gerekir. Sığınma ve kurtarma değil, büyük bir teslim alma hareketi gerçekleştiriliyor. Yalnız herhangi bir ilkel milliyetçi örgütün yürüttüğü mücadeleye karşı dayatılan, katliamlardan kaçan bir kitle değil, son elli yıldır için için geliştirilen bir oyundan sonra, Kürdistan halkının en direngen bölümlerinden birisinin teslim alınmasıdır bu olay! Biz bu teslim alma olayını çok ayrıntılı olarak ortaya koymak istiyoruz.
Hemen şu şekilde bir saptamayı yapabiliriz: Proletarya devrimleri, ulusal kurtuluş hareketleri çağında, başta vahşi Türk faşist,sömürgeciliği olmak üzere, emperyalizme bağımlı oluşturulan ve en gerici kapitalizm tarafından yönetilen rejimlerin, halkımıza karşı dayattıkları, Kürdistan'a dayattıkları yok etme girişimlerdir.
Reber APO
- Ayrıntılar
Zilan yoldaşı, tarihsel kutsal eyleminin birinci yıldönümünde saygıyla anıyor ve bir kez daha minnettarlığımızı belirtiyoruz. Şüphesiz bunu bir intihar eylemi değil, büyük bir direniş eylemi olarak değerlendiriyoruz. Gerek insanlık ve gerekse halklar gerçeğinde buna benzer örnekler olmakla birlikte, bizim halk gerçekliğimizde Zeynep Kınacı kişiliği PKK'de örneği çokça görülen büyük bir sembolün ifadesi olmaktadır. Kendisi bize yazdığı mektupta bir vasiyette bulunmuştu. Bu vesileyle üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum. “Vasiyetimin gereklerini en iyi sizler anlayabilir ve gereklerini yerine getirebilirsiniz” demiştir. Tabii bu bizi hem etkilemiş, hem de sorumluluğumuza doğru sahip çıkmanın gereğini ortaya koymuştur. Biz çok düşünmek ve mümkünse yaşama bunu dönüştürmek için olağanüstü olmaya çalıştık. Şüphesiz bazı gelişmeler vardır. Bu gelişmeler daha çok bu kişiliğin kendisini anlamaya yöneliktir; aynı zamanda onu bizzat pratikleştirmek ve yaşamsallaştırmak içindir.
Gerek parti içinde gerek halk gerçekliğimizde, aslında yoğunca işlediğimiz savaşımın kendi içinde çok önemli bir özelliğini de böyle karakterize etmek ve bu devrimin, bu halkın yeni yaşamının temel bir özelliği haline getirmek için büyük bir çaba harcadık. Her şeyden önce bilinmesi gerekir ki, Zilan eylemliliği düşmanın sınır tanımayan ve kendini hiçbir kurala bağlı hissetmeyen politikalarına karşı bir cevaptır. Dünyada en çok inkâr edilmiş, hakkında çoktan öldüğü ve bittiği biçiminde bir yargıya ulaşılan, davasına çok az ilgi gösterilen, ilgi gösterildiğinde de pek yaşayacak bir halk olarak değerlendirilmek istenmeyen Kürt adına her ne kadar çok büyük bir direniş ortaya çıkarmış olsak da, bu direnişin fazla başarılı olacağına inanmayan bir uluslararası kamuoyu var; hatta Kürdistan halkının da kendisine dayatılan bu ölümü bir nevi kader olarak algılaması söz konusudur. Düşmanın ’95 yılı için çok kapsamlı gerçekleştirdiği topyekün savaşımı ve ne pahasına olursa olsun bu yılın bir bitiş yılı olarak değerlendirilmesi, özgürlük adına ne varsa onun da bu yılla birlikte tarihe gömülmesi biçiminde oldukça tehlikeli bir biçimde büyük bir güçle hareketimizin, yaşamımızın, şerefimizin ve onurumuzun üzerine gelmesi söz konusudur. Bu, aynı zamanda bir namus, onur, yaşam umudu varsa onun da bitirilmesidir. Geriye kalanların şerefsiz ve onursuz bir yaşamdan başka bir şeyi beklemeyeceğinin açıkça ortada olduğu günlerde şovenizmin alabildiğine körüklenmesi, Türkiye halkının adeta çılgınca bu şoven serilere kendini kaptırması, ‘milli birlik’ adı altında bir halkın asgari insani taleplerinin bile göz önüne getirilmemesi giderek büyüyen bir öfkeye dönüşüyor.
Kendisinin biraz özgürce yaşamak için başından beri dikkat ettiği hususlar, duyarlılığı, kişiliği, özgürlüğün ne anlama geldiğini az çok kavraması, bununla birlikte düşmanın niyetlerini bütün yönleriyle değerlendirmesi, yine düşmanın arkasındaki emperyalist dünyanın sağladığı hiçbir hudut tanımayan desteği, Onun açısından son derece anlaşılır hususlardı. Nasıl geldiğini, ne amaçla geldiğini ve hangi sonuca ulaşmak istediğini iyi göz önüne getiriyor. Bunun yanında PKK’ye kısa bir süre önce katılmasına rağmen, PKK'nin ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. PKK tarihinin en iyi tanımını yapabilecek kadar bir gücü ve güçlenmeyi yaşıyor. Bununla birlikte bizim şahsımızı da oldukça iyi değerlendirebiliyor. Ne anlam ifade ettiğimizi, kendi kültür düzeyine uygun olarak, gerek insanlık gerekse tarihimiz içinde ne tür bir önderlik geliştirmek istediğimizi incelemiş; hatta parti saflarımızda en güzel, en geçekçi bir tanımı yapabilmiştir.
Bu arkadaş bizi görmemiştir ve mücadelede fazla bir mazisi de yoktur. Buna rağmen bizi güçlü değerlendirmesini son derece anlamlı buldum. Şehit Ronahi arkadaşın benzer bir yaklaşımını da buna eklemeliyim. Bu tip şehit arkadaşlarımızın, yine şehit Bermal'in de aynen o düzeyde bir anlam derinliği içinde olduğunu belirtmeliyim. Tabii birçok şehidimizdeki anlama derinliği, bu büyük şahadetleri gerçekleştiriyor. Ama Zilan'da bu oldukça bilinçlidir ve kararlılık düzeyine son derece yakındır.
Burada bu hususları fazla derinlemesine ele alamayacağım. Bilinmesi gereken en temel hususun, gerek uluslararası insanlık durumu hakkında, gerekse Kürdistan halkının gerçeği konusunda, partimiz ve kendi Önderlik sahamız hakkında en kapsamlı bilgilenmeyi ve buna dayalı bir kararlılığı yakalamış olmasıdır. Bununla da yetinmiyor, örgüt yaşamının oldukça farkında olan bir yoldaştır. Kadın gerçekliğini bütün yönleriyle değerlendirebiliyor. Son derece köleleştirici yaşam tarzıyla özgürleştirici yaşam tarzı arasındaki büyük farkı yakalayabiliyor. Buna da büyük bir saygı duyuyorum ve bunun çok az kişide gerçekleştiği kanısındayım. Bunu hem mütevazı hem de çok kararlı biçimde yakalaması, çok değerli bir biçimde kısa ve öz olarak anlatabilmesi beni oldukça etkilemiştir. Çok kısa da olsa, bu konulara açıklık getirmesi açısından, Onun bizzat bazı değerlendirmelerini alma gereği duyuyorum.
Önderlik konusunda söylediği çarpıcı hususlar var. Şöyle belirtiyor: “Her halkın tarihine bakıldığında, özellikle devrim süreçlerinde mücadele veren, başarıya ve kurtuluşa götüren, yaşadıkları döneme damgasını vuran önderlikler vardır. Tarih, öndersiz hiçbir ulusal ve sınıfsal hareketin gerçek anlamda da başarıya gitmediğini doğrulamaktadır. Önder, yaşatılmak istenen yenilik ve gelişmeleri en üst düzeyde temsil eden, yani yeni insan, yeni toplum düşüncesine denk, bütün yaşamını bir halkın yaşamına göre düzenleyen, kendi kaderini halkın kaderinde bulan ve o halkın acılarını, duygu ve taleplerini en derinden yaşayan ve kurtuluş için pratik görevleri en üst düzeyde omuzlayandır.”
Böyle bir önderlik tanımını, en benim diyen bir akademisyenin veya militanın yapabileceğini sanmıyorum. Bu kısa paragrafta bile doğru bir önderlik tanımını bütün yönleriyle ortaya koymuştur. Burada çok güçlü bir bilinç düzeyinin yakalandığı kesindir. Şimdi bu eylemi düşünürken, nasıl bir yaklaşım gücünde olduğunu bilerek değerlendirmek büyük önem taşıyor. Bazıları vardır, çok duygusaldır, acılar içinde kendini patlatırlar, yakarlar; ama bazıları da vardır ki, bunu çok büyük bir bilinç derinliğiyle yaparlar. Bu fark bence çok çarpıcıdır.
Devam ediyor: “Hayati gerçekliği olmayan, her alanda bitirilmiş, hiçbir halkla kıyaslanmayacak kadar kendisine yabancılaştırılmış, ulusal, kültürel, sosyal ve siyasal değerleri sömürülen bir halk gerçekliği karşısında, PKK Önderliği kuşkusuz çok farklı olmak zorundadır. Bu anlamda Parti Önderliği birçok yönüyle daha özgün, daha yeni, daha gelişkin yaşamıyla yaşatan ve kendi yaşamını adeta koskoca bir insanlığın yaşamına adayan durumdadır. Belirleyiciliği, önemi bu noktada kesin ve tartışmasızdır.”
Yine burada büyük bir bilinç derinliği var. Bu hem çok gerçekçi, hem de oldukça kapsamlı bir değerlendirme oluyor. Bizim halkımızın gerçekliğini tüm dünya halklarının gerçekliğiyle kıyaslıyor. Yabancılaştırılmışlık düzeyinin her alanda -ulusal, kültürel, sosyal ve siyasal bitirilmenin de ötesinde tanınmaz hale getirildiğini, yaşamının ölümünden daha beter olduğunu oldukça fark ediyor. Bu farkla Önderliği değerlendirmeye çalışıyor veya bizim ne tür bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu çarpıcı bir biçimde ortaya koyabiliyor. Aynı biçimde bunun herhangi genel düz bir önderlik anlayışıyla çözülemeyeceğini, böyle bir halk gerçekliğinin bugünlere ulaşmış devrim düzeyine ulaşamayacağını, bunun başarılabilmesi için çok özgün olmak gerektiğini, kendi yaşamını bir halkın dirilen yaşamına dönüştürmeye kadar götürmek gerektiğini vurguluyor ki, bu gerçekten çok derin bir anlayıştır. “Belirleyiciliği ve önemi bu noktada kesin ve tartışmasızdır” diyor. Bu son derece bizi etkileyen çarpıcı anlatım oluyor.
Yine devam etmekte bir sakınca görmüyorum: “Dünya devrim tarihine baktığımızda, gerek ulusal gerek sınıfsal kurtuluş mücadelesini veren halkların, devrimin gerçekleşme olanağını yaratan tarihi, sosyal, siyasal ve kültürel bir zemini ve birikimi vardır. Ulusal inkâr yoktur. Kişilik sorunları bizdeki kadar derin değildir. Tarihleri bizdeki kadar çarpıtılmamıştır. Kadın cinsi bu kadar sömürülmemiştir. Dini olgular bizdeki kadar kesinlikle kötü tarzda işlenmemiştir. O halkların mevcut konumlarına tepkileri vardır, özgürlük ve eşitlik düzeylerinde bir gelişmeleri vardır. Önderlerinin güç aldıkları az çok aydınları vardır. Kürdistan devriminde ise bu belirtilen hususların tümü bitmiş bir durumdaydı.”
Burada da çok çarpıcı ve gerçekten her aydının üzerinde düşünmesi ve sonuç çıkarması gereken tezler biçiminde değerlendirmeleri vardır. Bu satırları birisi tez biçiminde alıp işlesin, gerçekten her bir paragrafın bir kitap olduğunu anlayacaktır. Son derece duru bir düşünceye sahiptir ve gerçekliği de yakalamıştır. Bu noktada Kürt aydınları için acı duyuyorum. Bu kişi bizim bir kopyamız değildir, üniversite mezunu bir öğrencidir. Kendi kişiliğiyle incelemiş, araştırmış ve sonuçlara ulaşmış aydın bir kişiliktir. Maalesef Kürt aydınlarının veya genelde de kadrolarımızın birçoğunun işin sadece duygusal yanıyla uğraşmaları bize çok yetersiz gelmektedir. Ortada derinleştirilerek sonuca götürecek tezler vardır.
Bütün halklar devrime başladıklarında, arkalarında büyük bir tarih vardır. Sosyal, sınıfsal ve kültürel bir zemin, onun birikimi vardır. Ulusal inkâr bu denli yoktur, kişilik sorunları bizdeki kadar söz konusu değildir. Ama bizim için, tarihimiz için bunların hepsi tersine çevrilmiştir. Ayrıca kadın cinsi bizde başlı başına zaten en tehlikeli bir ajanlık konumunu yaşamaktadır; daha doğrusu o konuma getirilmiştir. Kadın tam bir kapana dönüştürülmüştür. Her şeyi yutan, kendi etrafında bütün değer yargılarının tersine çevrildiği bir konuma itilmiştir. Din de böyledir; burada dinin ulusal ve toplumsal gerçeklikle hiçbir bağı kalmamıştır. Tersine onu kemiriyor, onu her türlü olumlu özelliklerinden koparıyor ve en cahilce bir konuma getirebiliyor.
Hiçbir halkta bahsettiğimiz hususlar bu denli gelişmemiştir. “Diğer halkların konumlarına baktığımızda tepkileri vardır, özgürlük ve eşitlik düzeylerinde bir gelişmeleri vardır. Önderlerinin güç aldıkları çok sayıda aydınları, toplumun tepkileri vardır” diyor. Bütün bunların Kürdistan için hiç söz konusu olmadığını belirtiyor. Kaldı ki, bu doğrudur. Aydınlarımız, hele hele kendisini sosyalist, demokrat veya direnişçi sayan bazı kişilikler, lütfen kendileriyle bu satırları kıyaslasınlar. Hangisi gerçeğe daha yakındır? Biraz vicdanlarını ortaya koysunlar, vicdan muhasebelerini yapsınlar. En gerçek düşünceler bunlar değil midir? Bunlar doğru ve büyük düşüncelerdir. Kaldı ki bu, büyük direnişe yol açmıyor mu? Ulusal vicdan, ulusal yürek varsa, kesinlikle bu aydınlarımızın, hatta sözde birçok örgütün, devrimci partinin ve ilericinin buna biraz saygılı olmayı bilmeleri gerekiyor.
Unutmayalım ki, birçokları herhangi bir devrimciden çok şey öğrenebiliyorlar. Dünyada okumadıkları çok az ulusal kurtuluş devrimi ve onların önderleri vardır. Ama bu da bir kişiliktir. Acı duyuyorum ki, bunlar o kadar -ki, bizzat burada Zilan'ın kendisi dile getiriyor- yabancılaşmışlar. Yani kendini dünya tarihinde rastlanmamış bir sembol düzeyine yükselten bir kadını, bir Kürt kızını bile anlamayacak kadar yürekleri yabancılaşmıştır ve hakkında konuşamayacak durumdadırlar.
Aslında bunun da kendi başına bir olay olduğunu belirtmem gerekiyor. Çünkü düşman tarihinden tutalım, Afrika halkının bile tarihini çok iyi anlatan ve bunun için şiir bile yazabilecek kadar sözüm ona duygulu Kürt aydınları, insanlık tarihinde ender görülen bir Kürt kızı için yüreklerini çalıştırmıyor, bir şey söylemiyor, bir şey yazamıyorlar. Bu klinik bir vaka, bir düşürülmüşlük ve yabancılaşma düzeyidir. Bu tür insandan fazla bir hayır gelmez. Zilan arkadaşın mektubundan alıntı almaya devam ediyorum:
“Parti Önderliği çok zayıf bir gerçeklikten yola çıkmıştır. Din sorununa, kişilik sorununa, kadın ve aile sorununa yaklaşımı oldukça özgün ve bilimseldir. Rus Devriminin önderi Lenin bile kadın sorunun çözümünde oldukça yüzeysel kalmıştır. Kadın ordulaşması, gerçekleşen kadın konferansları ve kadın kongresi dünya devrim tarihinde ilk kez bizde gerçekleştirilmiştir. Parti Önderliği'nin yaşam tarzı; fedakârlık, cesaret, derinlik, duyarlılık, zekâ, öngörü ve yorumlama gücü, bağlılık, bilimsellik, tecrübe ve birikim düzeyi hiçbir önderlikle kıyaslanmayacak boyuttadır. Olayı ele alış tarzı dogmatik değildir. Parti Önderliği Kürdistan gerçeğini, dünya devrimlerini çok iyi tahlil edip sonuç çıkarmış ve Kürdistan Devriminin özgünlüğünü ortaya çıkarmıştır. Taklitçi, kalıpçı ve dogmatik bir tarzda değil, oldukça yaratıcı bir tarzda ele almıştır. Gerçekleşen sosyalizmi çok iyi tahlil etmiş ve kendi halk gerçekliğine uygun bir tarzda uyarlamıştır. PKK, Parti Önderliği'nin şahsında ifadesini bulmuştur.”
Burada da son derece çarpıcı ve oldukça aydınlatıcı tezlerle karşı karşıyayız. Bizim din, kişilik, kadın, aile ve bunun yanında Kürdistan'ın sosyal ve psikolojik düzeyi hakkında geliştirdiğimiz birçok çözümleme var. Zilan kişiliği bunları az çok değerlendiren bir yoldaş oluyor. Ayrıca büyük Rus Devrimiyle kıyaslıyor, Lenin'in bile kadın sorununda yüzeysel kalma durumundan bahsediyor. Kadın için çok özgün çalışmaların yapılmadığını ve ancak bireysel düzeyde bazı kadınlarla ilgilenildiğini vurgulamak istiyor. Bu doğrudur. Bunlar bizim biraz da bu tip kadın şehitlerimizin anısına geliştirmek zorunda hissettiğimiz görevlerimizdir.
Bunun yanında Önderlik yaşam tarzını çok çarpıcı değerlendiriyor. Aslında başta parti militanlarımız olmak üzere ilgili birçok kesim, eğer herhangi yüce bir değere bağlılıktan bahsediyorlarsa, halkımız ve dostlarımız biraz anlamak istiyorlarsa, bu satırların çarpıcılığını anlama ve mümkünse özümseme düzeyinde verecekleri bir karşılıkla kendilerinden bekleneni göstermeleri gerekiyor. Zilan arkadaşımız bunu çok iyi anlamıştır. Sadece anlamış değildir; çok dürüstçe, çok anlayışlıca ve çok cesurca bir karşılıkla Önderlik gerçeğine cevap olmayı görev kabul ediyor. Benim gördüğüm en büyük üstünlük buradadır. Bu tip cümleleri, kelimeleri herkes söyleyebilir; fakat bunun kadar anlayan, çok çarpıcı pratikleştiren ve somutlaştıran bir arkadaş görmek benim için zordur.
1997
Reber APO
- Ayrıntılar
Zilan, önünde eğilmesi gereken bir tanrıçadır. Tarihte biliyorsunuz kıble gahlar var kutsal mabediler var. Onların içinde kutsal tanrı veya tanrıçalar vardır. Ve onların ardılları, onların mensupları uygun günlerde gidip, o mabedlere kapanırlar. Affet bizi diye secde ederler, yalvarırlar yakarırlar. Bu yoldaşlar öyle yoldaşlardır. Bir mabede gider gibi huzurlarında eğileceksiniz. Secdeye kapanacaksınız. Artık böyle bir dininizin, imanınızın olması gerekiyor. Kesinlikle bunu hem hak etmiş büyüklerdir, hem de çok ihtiyacımız olan kutsallık derecesindeki mabetsel değerlerimizdir. Neden bunun büyüklüğüne inanmayalım ve iman etmeyelim ve yine gerekleri için secdeye kapanmayalım, emir komutasında yürümeyelim. Biliyorsunuz tarihte böyle değerlerin önce inançla ve sonra imanla secdesi gerçekleştikten sonra emri altındaki askerle müthiş bir saldırıya geçmeleri vardır. Zilan ateşinde her şey yaratılıyor. Mesela duygularda O, ateş her şeyi bütün kirleri temizliyor. Bir kadın kişiliği tanrıça kişiliği oldukça etkileyicidir. Çünkü O, ateşte bütün kirler, bütün zayıflıklar yakılmıştır.
İnsanlığı tercih etmek Zilanların dilinden olmak, düşüncesinden olmakla mümkündür. Şahadetlerin toplam ifadesi, ideolojik donanımın üst düzeyde temsili, duygunun, düşüncenin bireyi aşarak, toplumun örgütlü dili haline geldiği Zilan gerçeği ile kurumlaşarak, kurtuluş çizgisinin somut ifadesi olmuştur. Bu nedenle özgür yaşam uğruna ne varsa, ulusal aşk, özgür kadın ve erkek, her türlü geriliğin reddine dayalı ilkeli bir yaşam, bunun için de düşmana karşı müthiş bir kin ve kıyasıya savaşım Zilanlaşma çizgisinin kapsamıdır. Bu çizgi, ideolojik, felsefik olduğu kadar duygunun en üst düzeyde temsilidir. Onunla yürüyenler, eylemde yaşamda, örgütlülükte sevgi anlayışında, tarz ve tempoda militanca yaklaşımların sahibi olmaya çalışanlardır. Zilan eylemi, intihar eylemi değil, saldırı eylemidir. Eylem tamamen dönemsel, tarihi, planlı, oldukça örgütlü, çok cesur ve fedakarlık, soğuk kanlılıkla yapılmış bir eylemdir. Ancak bir gerilla bölüğünün yada taburunun yapabileceği saldırıyı tek başına gerçekleştirme gibi bir saldırı eylemi olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Zilan sembolize zafer kişiliğidir. Zaferle yaşamın büyük birliktenliğini veya diğer deyişle zaferi, aşkı birleştirmenin adıdır. Sembol olarak böyledir. Ama bizim için sembollerde önemlidir. Özgürlük sembollerine ne kadar değer verelirse, hatta ne kadar tapınılırsa o kadar yücelir. Yaşam adına yücelen ne varsa bu eylemdedir. Özgürleşme ve kendini gerçekleştirmenin, bu savaştan geçtiğini, bu savaşı verirken yaşayacağına inanıyor, o noktada tamamen kabul edilmesi gereken yaşam sınırlarına doğru yüceliyor. Anlam olarak, parti olarak yükseliyor. Daha önceki düşmanın egemenliği altında çizilen yaşam, zaten, eğer kül olan bir şey varsa odur. Yaşam adına yücelen ne varsa o da buradadır. Ölen, ölmesi gereken, kül edilmesi gereken bırakılmıştır. Yüceltilmesi gereken, gerçekten müthiş, şahane bir biçimde çıkarılmıştır. Yaşama büyük sevgisi onu böyle bir eyleme götürüyor. Yaşamın özgürlüğe dayalı büyük sevgisi yine yaşamın dirilişiyle bağlantısı çok büyük olmasa bu eyleme karar verilemez. Yaşamı sevenler böyle büyük eylem sahibidirler. Yaşamdan vazgeçenler asla eylemci, örgütçü olamazlar. Zilan’daki yaşamın büyük sevgisi onu böyle büyük bir eyleme götürüyor. Yine yaşamın özgürlüğe dayalı büyük sevgisi yaşamın dirilişle bağlantısı, yaşamın güzellikle bağlantısı çok büyük olmazsa bu eyleme karar verilemez.
Zilan bir manifestodur. Mektuplarında müthiş bir parti tanımı var. Parti içinde böyle net olmak, parti içinde böyle lafazanlıkla, demagojiyle asla kendini hastalıklı kılmama, her türlü ideolojik, siyasal, örgütsel esaslarımızla bağdaşmayan tutum ve davranışlara fırsat vermeyen ve müthiş bir direniş kişiliği ile yaşamak “topyekün üzerimize gelen düşmana karşı, topyekün direnmek, akıl sınırlarını zorlayan direniş, kahramanlık, emek, kararlılık ve inanç yaratılmıştır direniş PKK’nin temel karakteridir” derken, burada hakiki militanlık özelliklerine kesin sahip çıkıyor. Son suikast eylemine bir cevap olarak düşünüyor. “Düşmanın topyekün üzerimize gelişi var” diyor. Düşmanın son 96 operasyonlarının bilincine ulaştığını, buna karşı PKK militanlığında gelişmesi gereken eylemlilik tarzının nasıl olması gerektiğini kanıtlamak için de “böyle eylemlilik gerekiyordu” diyor. Tamamen taktiksel bir çıkıştır. En büyük eylemciler esasta güvendikleri değerler için eylem yaparlar. Veya o değerlerin sembolize edildiği, birleştiği, yoğunlaştığı kişilikleri esas alırlar. Demek istediğim canlarını boşuna ateşe atmazlar. Onu müthiş bağlayan, onu temsil eden sonsuz güven veren, bir değer, bir sembol, bir Önderlik olmazsa hiç kimse böyle bir şeye cesaret edemez. Önderlik gerçeğini hemen hemen bütün paragraflarda işlemiş. Beni tanımaz bu yoldaş ve yeni yoldaşlardan bir yıllık arkadaşlardan biridir. Fakat mükemmel incelemiş, ben bu yoldaşla sanırım uzaktan da olsa hiç konuşmadım. Ama buna rağmen bu kadar anlayabilen, anlamakla yetinmeyen, yorumlayabilen, özümseyebilen ve bunu böyle bir militan kişiliğe dönüştürebilen, PKK’nin hakiki militanı olarak değerlendirmek gerekir.
Çok doğru bir tarih anlayışına sahip mükemmel bir tarih özetlemesi yapıyor. “Tarihi bir temele dayanmayan bir dava adamı köksüzdür” bu büyük yoldaş kesinlikle tarihi temelini görmüş, terihe kök salmak gerektiğine de sonuna kadar ulaşmıştır, onun farkındadır, onun bilincindedir. Onun sorumluluğundadır. Mükemmel yapmıştır ve özgürlüğü kavramıştır. Zilan tarihin ve kadının dirilişidir. Yer olarak Dersim’in olması da önemlidir. Dersim’in dirilişi için unutulmaz ve belki de yaşamın biricik kaynağı olarak bu kişilik ve eylem değerlendirilecektir. Kahramanca olanlar tarihe böyle etki bırakır. Bitmez tükenmez bir halka bir ulusa ve hatta insanlığa, kadına güç veren bir kaynak olarak değerinin takdir edilmesi gerektiği çok açık. Çünkü tümüyle insanlık adına düşürülmüş insanlığa, müthiş bir faşist rejime karşı, orduya karşı, emperyalizme karşı, kadın cinsinin düşürülmüşlüğüne karşı bir eylemdir. Kadın cephesinin de sesi fazla çıkmasa da, fazla gücü olmasa da Zilan gerçeğinin vasiyetine bağlı olmanın gereği olarak seslenmek, gerçekten anlama ve yapma gereğini sorgulamak yerindedir. Tabi bunu tüm YAJK için seslendiriyoruz. Anlamı oldukça aydınlatıyor ve zaten sizde, YAJK da sorgulanıyor. Herhalde bunun büyüklüğünden kimse kuşkusu artık olmaz. PKK gerçeğinde yer almak onun ordu gerçeğinde yer almak, kesinlikle bu anlamla, bu ilkelerle bağlantılıdır. YAJK çağrısı Zilan gerçeğindedir. YAJK zafer özelliğidir. YAJK zafere bir çağrıdır. YAJK’a ulaşmak isteyen, önce zafere yakın olacaktır. Zaferi örgütlemede, siyasette, savaşta sağlayamayan, YAJK’tan anlayamaz ve YAJK’a yaklaşamaz. Yine bunun çağrısı Zilan gerçeğindedir. Bunları ben icad etmiyorum. Temsili yapılmıştır, YAJK’a ve özgür kadına ulaşmak isteyen, yaratmak isteyen kadında da erkeğinde de zafere ulaşacak.Bunun başka yolu yoktur. Ben sıkça bazı erkeklere yaklaşım için de bunu söyledim. Erkeklik manevi anlamda veya bir cinsel olgu olmaktan öteye, moral bir değer olarak, sözüne daha fazla bağlılık anlamına gelir. Şimdi bu temelde sizin erkekliğinizi bu kadının kadınlığıyla karşı karşıya getirelim. En beter bir şekilde karı durumunu yaşayan sizsiniz. Yani bu benim öngörüm. Aslında doğrulanıyor. En yiğitçe bir davranış veya halk tabiriyle bir erkeklikten bahsedeceksek, aslında böyle kanıtlanabilir. Zilan kişiliği netleştikten sonra eski erkeklik ölmüştür. Bütün kadınların bağlılığı kadınların daha fazla güzelliği çekiciliği daha fazla savaşçılığı benim için heyecan vericidir. Bu anlamda artık kadın klasik anlamda karı da olamaz. Zilan kişiliğinde bunun ifadesi artık çok çarpıcıdır. Erkek de bu anlamda artık bitmiştir. Aklınız olsaydı, erkeğin de eskisi gibi erkek olarak yaşamayacağı o, eylemle noktalanmıştır. Zilan kimliği netleştikten sonra bütün eski erkeklik ölmüştür. Zilan’ın eylemi kadın-erkek arasındaki yaşama darbedir. Özgür kadının şekillenmesine yaklaşım çok çarpıcıdır. Kesin bir yeni yaşam arayışıdır. Müthiş bir “özgürlük istemidir” var olan düzen dâhilindeki standart yaşamlara tepkidir. Zaten o yaşama iğne ucu kadar değer verse bu eyleme cesaret edemezdi. Bu eylem aynı zamanda geçerli yaşama müthiş bir darbedir. Kadın-erkek arasındaki yaşama darbedir. Düzen dahilindeki kadın-erkek evliliktir, cinselliktir, bilmem sevgidir, duygudur onlara büyük bir darbedir. Çünkü o küçük bir yaşamdır. Kendisi evlilik denemesini geçirmiştir. Herhalde ona hiç çekici gelmiyor, müthiş itici geliyor dolayısıyla eylem üzerinde etkili oluyor. Bunun yanında büyük arayışı çok net, bunun için güzel yaşam savaşla bağlantılı yaşam, eylemle bağlantılı yaşam çok çarpıcı bunun üzerinde tabii salt siyasi değerlendirmeler yapmakla açıklığa kavuşturma işini sağlayamayız. Bu biraz da edebiyatın konusu oluyor. Romanlaştırılarak, daha iyi dile getireceği kanısındayım.
Çare Zilan kimliğindedir. Büyük eylemlilik, büyük yaşam, büyük aşk istemi oldu. Bu bir başlangıç ise, başarabilirsek toplumsal gerçekliğimizde yaygınlaştıracağı, bütün kadınlarımızı erkeklerimizi, bu temelde yeniden yapılandıracağız, şekillendireceğiz. Zaten ulusların özgürleşmesi de ancak böyle mümkündür. Her halkın tarihinde böyle dönüştürücü değerler vardır. Zilan kişiliği bizim çerçevemizdir. Gereklerine canı gönülden katılacağız. Zilan kişiliği ister teorik, ister pratik yönleri ile emredicidir. Ve netleşmiştir. Herkes buna anlam da verebilir. Büyük bir şans ve grurla gereklerini yerine getirebilir. Kadın cephemizden, militanlarımızdan beklediğimiz, Zilan kişiliğinin her geçen gün fazla somutlaşmasıdır. Buna kişiliği el vermeyenler kesinlikle aşılacaktır. Ve kendileri bu kişileri görev dışı bırakacaktır.
Önderlik olayındaki gerçekleşen özgürlük, bütünüyle ilkesi ve uygulamalarıyla güneş kadardır. Katılmamız gerekir gibi kesin bir sonuç vardır. Zilan’da daha teorik, daha ilkeliyken Sema’da daha fazla sorunlarla boğuşma ve pratikleşmeye doğru bir tamamlama olayı var. Fikri Baygeldi’de bir tutarlı erkek kişiliğinin nasıl yeniden şekillenmesi gerektiğine dair, çok duyarlı anlamlı yanıt var. Zaten kendisi de söylüyor. Bunlar büyük gerçekleşmelerdir. Sadece büyük sözler değil, büyük eylemlerdir. Sema: “Zilan’ın eylemine sadece özü ile değil, biçimi itibariyle cevap olmak isterdim” biçim derken pratik yaşam, savaşım noktasında diyor. Fakat zindan koşullarında bu mümkün değil yani “zindan olmasaydı taktikte savaşta zafer, yaşamda özgürlük” bunu denerdim, yani “böyle bir eylemim olmadan da ben bunun gereklerini özgür savaş, yaşam koşullarında yapmayı da çok isterdim” diyor. Sema arkadaş ; kendi içinde yoğun hem kadın cinsi savaşını, hem sınıf savaşını yaşatmış bir yoldaş. Belki eylemine karar vermeden önce, düşünsel ve ruhsal hazırlığını önceden yapmış ve tamamlamıştır. Halka hibatı var. Emekçi Anadolu halklarına hitabı var. Hepsi çok değerli ve bir manifesto gibi insanlığa da var, herkese var, en son kadın yoldaşlara mesajı vardır.
Fikri Baygeldi arkadaş; eylemiyle komutanlaşan Kürt kadınının sade bir askeri olmak. Şimdi burada tabi anlam derinliği var. Büyüklük burada öyle hemen bir günde hisse kapılarak eyleme geçmemiş. Aydın bir kişilik. Fazla sınıf sorunu, yani maddi zorluklardan ötürü de katılmamış. Son derece inancın ve bilimsel bir ilkenin gereği olarak katılmış. Ve pratikleşmeyi gerçekleştirmiş. Hayli farklı biri ve daha çok da bizim çözmeye çalıştığımız insan olmayı bilmiş “erkek kişiliğindeki eksiklik çok” diyor. Çözümlediğimiz Amed kişiliği temelinde böyle kahramanlık eylemi ile tamamlamayı hem düşünmesi hem onu muazzam hazırlıkla pratikleştirmesi gerçekten destansıdır. Nereden bakılırsa bakılsın, erkek de Fikri Baygeldi’yi hem çok değer veriyor, hem de çok seviyor. Dikkat edilirse sevgi aşk sözcüklerini çok değerli anlamda kullanmıştır. Ve bu kadın yoldaşları da çok incelemiş ve onları özümsemiştir. Öyle cahil birisi değildir. Ulusallık derecesinde görüyor ve bağlanıyor. İşte bizim özlediğimiz bağlılık bu temeldedir. Bunu saflarımızda acaba ne kadar uyguluyorlar. Bir sürü kadın militan var aslında onları ne kadar inceliyorlar somutta olduğu gibi değerlendiriyorlar. Erkek kişiliklerinin de bu yönlü çok önemli görevleri vardır.
Bu çerçeve temelinde eğer söz konusu olan Zilan kişiliğiyse ve onun en güçlü ardılı Sema Yüce ve kısmen de Fikri Baygeldi yoldaşsa, daha özgü olanı da dile getirmekte gereklilik vardır. Genel ilkeye bu yoldaşların bağlılığı tartışmasızdır ve yüce değerdedir. Yüce kuvvette, cesarette, fedakârlıktadır. Özgü olan yanını da bizim aşmamız gerekir. Özellikle benim için kendilerini adamaktan bahsediyorlar en büyük güvenceleri olarak bizzat ismen bizi zikrediyorlar. Bir yerde bu eylemlerini bize vasiyet ediyorlar. Esasta bu eylemin büyüklüğünü benim halka, isyanlığa ve partiye taşırabileceğime çok büyük bir güven duyuyorlar. Daha da önemlisi çözebileceğim, gereken sonuçları çıkarabileceğimi bana yüklüyorlar. Bunlar yazılmış hepsi belgeli özlü mektuplardır.
Reber APO
- Ayrıntılar
Türk tarihinde ister Osmanlılar döneminde, isterse Cumhuriyet döneminde olsun, bir çok direnme yaşanmıştır. Bize tarih bilinci de gereklidir. İncelerseniz göreceksiniz ki, en değme başkaldırıların bile uzun vadeli gelişimi şurada kalsın, parlayıp sönmekten ve derin çöküşlere yol açmaktan öteye gidememiştir. Tarihin bir diyalektiği vardır. Türkiye tarihinin, Türk egemenlik sisteminin bir diyalektiği vardır. Bunun gelişimi vardır. Halk yığınları ve halklar üzerinde uygulamaları söz konusudur. Gittikçe ustalaşan, kitleleri başkaldıramaz bir duruma getiren; ideolojik, siyasi, eylemsel alanlarda onları mahkûm eden, adeta tüketen bir egemenliktir bu. Afrika'da, Asya'da, Latin Amerika'daki halklar, bırakın böyle sürekli zamlara ve dayanılmaz yaşam koşullarına boyun eğmeği, hepsi de bir günlük hükümet uygulamasına bir ihtilal ile karşılık veriyor. Türkiye'de ise, yıllardır bütün bunlar uygulanıyor, ama kitlelerden ses seda yok. Türkiye insanının düşürüldüğü kadar, hiçbir halk düşürülmemiştir. Bu durum, biraz tarihte ifadesini bulduğu gibi, günümüzün iktidarının özelliklerinde ve halk adına yola çıkanların gerçekliğinde izahını bulur. Bunları ortaya koymaya çalışıyoruz, halktan yana olduğumuzu ve düzene karşı isyanı örgütlemek gerektiğini söylüyoruz.
Bu noktada PKK'nin tarihsel önemi ortaya çıkıyor. Günlük olarak tüm gücümüzle bunun başarısını garantiye alacak çalışma biçimini, bunu mümkün kılacak militan tipi ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bu çok önemlidir. Yalnızca Kürdistan veya PKK meselesi de değildir. Bölgemiz açısından çok ihtiyaç duyulan bir kurumlaşmanın ortaya çıkarılması meselesidir. Bu yüzden zaman çok önemlidir. Çocuk olmamak gerekir. Bugün, yenilgili yaşamı ve yenilgili kafayı tamamen bertaraf etmek, zafer için uzun ve kısa vadeli çalışmaların nasıl yürütülebileceğini belirlemek bir örgüt meselesi değildir; bir halkın tarihinin ciddi bir ihtiyacını giderme meselesidir. Kendinizi günlük basit işlerle oyalayamazsınız. Mademki halklar adına yola çıktınız, o halde bu sanatı hakkıyla icra etmek zorundasınız.
Çok çeşitli düzeylerde sorunlarınız var, hatta basitlikleriniz var. Ben de kendi gerçeklerimi söylüyorum. Mühim olan sizin bireysel özelliklerinizi ortaya koymanız değil, bir halkın, halkların zaferini mümkün kılacak bir çalışmanın ortaya konmasıdır. Emredici olan, esas alınması gereken budur. Burada bireyin kendine sevdalanmışlığı, sadece yüzyıllardan beri bin defa yenilmiş olan, hiçbir sonuç almamış olan bir kısır döngüyü tekrarlanmaktan başka bir anlam taşımaz. Bu da bir tükenmişliği ifade eder. Ama Parti'nin ısrarla dayattığı gerçekler ve emrettiği yaşam, her gün yeni gelişmeleri mümkün kılan ve yeni yaşamı yaratacak olan bir tipi ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla tercih edilmesi gereken bu oluyor. Bunu, burada yoğunca yaşamaya çalışıyoruz.
Çoğunuz çok çeşitli nedenlerle belki de bazıları mazur görülebilinir gelişmeye sınırlı yaklaşıyorsunuz, onu adeta kendi bireysel imbiğinizden geçiriyorsunuz, bireysel çıkarlarınıza göre ayarlıyorsunuz. Bu belki kaba anlamda çıkar değil, belki havsalası* ruhu ancak bu kadarını alıyor, yeterli görüyor, ama bu da bir bireysel çıkardır. "Fazlasını kaldıramam, fazlasına hükmedemem" demek, kişinin kendisi için durmak, ilerlemeyi kabul etmemek anlamına gelir. Bu anlayışla güçlü hareket, güçlü örgüt ortaya çıkmaz, onun örgüt temelleri giderek tıkanır, büzülür ve tasfiyecilik biçiminde ürünlerini bol bol ortaya çıkarır. Kendisiyle birlikte örgüte de büyük zararlar verir. Yakın pratiğimizi incelerseniz; bu konudaki çözümlemelerin anlamının ne kadar önemli ve hayati olduğunu, devrimle oynanamayacağını bir kez daha göreceksiniz. Bu konuda ölmenin, yaşamanın pek bu kadar anlam ifade etmediğini; önemli olanın göreve doğru yaklaşıp, doğru gerçekleştirmek olduğunu göreceksiniz. Bunun her şeyden üstün olduğunu göreceksiniz. Üstün görev anlayışı ve onun doğru yöntemlerle başarılmasının her şeyden önde geldiğini, burada bireysel özelliklerin ve içinde bulunulan koşulların olumlu ve olumsuz yönlerinin fazla anlam ifade etmediğini, bunun sadece işlerimizi daha iyi ele alıp ilerletmek için, somut durum değerlendirilmesi itibarıyla hesaba alınabileceğini, bundan başka bir sonucun çıkarılamayacağını göreceksiniz. Demek oluyor ki, faaliyetlerimizin merkezine, mevcut iktidar karşısında devrimin zaferini mümkün kılacak ideolojik ve pratik uygulama düzeyindeki gelişmelerin nasıl sağlama alınacağını yerleştiriyoruz. Bu konuda tüm sorunları ortaya koymada ve çözüm yollarını göstermede çabamızı yoğunlaştırıyoruz.
Temel Parti okulunun bu konuda rolünü mutlaka oynaması ve burada bulunan bütün öğelerin bu işi tüm ciddiyetiyle benimsemeleri gerekiyor. Bunu sadece bir yükümlülük değil, aynı zamanda büyük bir onur ve herkese nasip olmayan bir çalışma olarak kavramak gerekiyor. Çok ileri düzeyde bir katılımın gösterilmesi, bunun coşkusuyla başarılması gerekiyor. Bunun böyle bir çalışma olarak telaki edilmesini ve gereğinin yapılmasını belirtirken, sadece herkesin daha baştan benimsemesi gereken bir tutum olduğunu dile getiriyoruz. Eğer özgürlük denen olayı çok özlüyorsanız ve buna her şeyden daha fazla değer biçiyorsanız, bu böyledir. Ama eski yaşamın şu veya bu kalıntıları sizde güçlüyse, elbette ki yapıyla ve gelişmeyle çatışacaksınız. Elbette ki fazla bir ilerlemeyi yaşayamayacaksınız. Burada sorunlar ve bunalımlar dediğimiz olayla karşı karşıya geleceksiniz. Bu durumda birey sadece kendi yenilgisini ve bundan sonraki iddiasızlığını kanıtlamış olur ki, bunun da tercih edilecek hiçbir yönü yoktur.
1988, gerek TC için, gerekse bizim için önemli niteliksel dönüşümlerin yaşanacağı bir dönemi ifade etmektedir. Bunun üzerinde epeyce duracağız. İçinde yaşadığımız bu yıl kendine has özellikleri olan bir yıldır. Kürdistan halkının ulusal kurtuluşu, Partimiz'in olgunlaşması ve Türkiye'de demokrasi hareketinin gelişimi açısından, hatta Kürdistan geneli itibarıyla devrimin bölgede biraz daha atılım kaydetmesi açısından hayati bir yıl oluyor. Onun için de, bu dönemi çok çeşitli yönleriyle değerlendirmeye tabi tutacağız. Gelişmeleri lehimize çevirmek için kendimizi olağanüstü vermemiz gerekiyor.
Karşı kuvvetler, hatta dostluk adı altında yaklaşanlar bile çok çalışıyorlar. Bunların hepsinin politik gerçekleri kendi çıkar gerçekliğidir. Dostların da çıkarları vardır. Düşmanın çıkarları bizim yok olmamız temelindedir. Bu kuvvetler çok şiddetli çalışıyorlar. Kürdistan halkı ise, tarihin ve günümüzün en çok gadre*, zulme uğramış, ulusal toplumsal hakları, temel insanlık hakları şurada kalsın, varlığı bile kabul edilmeyen bir halk konumundadır. Hiçbir halk açısından kabul edilmesi mümkün olmayan, çok talihsiz ve haksız bir yargılamanın, uygulamanın hedefi durumundadır. Halkımız bu dönemde bunu yırtmaya çalışıyor. Bunun için başını kaldırıyor ve sesini yükseltiyor. Böylece geleneksel ve toplumsal yapıyı, bölgeyi sarsıyor, çağa soru işaretleri yağdırıyor.
Bir hesaplaşma olacak ve bu hesaplaşmada herkes kendine göre cevaplar verecektir. Bu yıl, bu açıdan çok önemli bir imtihan dönemi oluyor. Biz bu imtihanı kaybetmemek için, her şeyimizi ortaya koyarak, basit bir hatanın bile nelere yol açtığını görerek değerlendirme yapacağız. Sınırlı bir gelişmenin ve bir olanağın nasıl kullanılması gerektiğini açık olarak ortaya koymaya çalışacağız. Çalışanlarımızın çalışma tarzının nasıl olması gerektiğini; oynamak şurada kalsın, daha disiplinli bir çalışma yürütmenin neden zorunlu olduğunu ortaya koyacağız. Bu yeni bir yaşamdır. Yalnızca Partimiz'in içinde gerçekleşen bir yaşam değil, bütünüyle Kürdistan halkının günlük olarak yaşamını altüst eden ve devrime çağıran bir yaşamdır. Aynı şekilde Türkiye'de yıllardır süregelen ve günümüzde de 12 Eylül faşizminin tam bir karşıdevrim uygulamasından ibaret olan, toplumu büyük bir kaosa sürükleyen, görülmemiş sömürü ve baskı yöntemleriyle sürdürdüğü düzenini alt edebilecek olan yaşamdır. Bunun önemi ortadadır ve bunlardan birinci dereceden sorumluyuz. Sorumluluğuzu derinden duyacak ve gerekeni yapacağız. Çünkü kazanmak zorundayız.
Türkiye'de insan küçültülmüştür dedik. Kürdistan'da daha da küçültülmüştür. Küçülme bir hakarettir. Küçültülen, ezilen emekçi sınıftır, onların ruhsal, kültürel dünyalarıdır. Büyüyenler, oburlaşanlar ise, Türk egemenlerinin işbirlikçileridir. Bunlar tarihte görülmemiş yöntemlerle çok ucuza satın alınmaktadırlar. Sömürgeciler, köleci ve feodal sömürü yöntemlerini bile çok çok geride bırakan bir sömürü yürütmektedirler. Bu anormal bir sömürü sistemidir. Bununla toplum gerçekten tam bir sömürü altına alınmıştır. Bu bir de katmerli baskı ve ideolojik saptırmalarla iç içe yürütülünce, küçülmenin, kendi kendini kaybetmenin düzeyi daha da büyümektedir. Çoğunuz böylesi bir gerçeklikten geliyorsunuz. O halde bu küçüklük temelinde gelmeyi savunmak hakarettir. En azından kişinin kendisine karşı bile hakarettir.
Biz düzenin bu niteliklerini ortaya koyarken, aynı zamanda halkı büyütmenin ve halkı büyütmek için hareket edenlerin büyütülmesinin büyük önemini de ortaya koyduk. Onurlu ve iyi yaşamak istiyorsanız büyüyeceksiniz. Halk önderi büyümek zorundadır. Halk önderi, halkı küçülten tüm güçlere ve onların politikalarına karşı, halkı büyütecek politikalara ulaşmayı bilen adamdır. Çoğunuzun özlemleri var, yaşama isteğiniz var. O zaman, buna bir gerçeklik kazandırmak için, kitle temelimizi büyüteceğiz. Bu, örgütle, ideolojik faaliyetle, eylemle büyütülür. Bunun başka anahtarı, başka bir bilimi söz konusu değildir. Partimiz, bu konuda bazı gelişmelerin mümkün olduğunu ortaya koyuyor. Bireyin nasıl büyüyüp gelişebileceğini burada göstermek istiyoruz. Onu burada gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
Parti silahı nedir, bu silah nasıl kullanılır, kullandığında nelere kadirdir? Pratiğimiz bunu ispatlıyor. Biz çok adam vurmak, ya da kelle sayısını arttırmak için faaliyet yürütmüyoruz. insanımızı Biz, elinden her şeyi alınan ve gittikçe daha çok yitirilen kazanmak istiyoruz. Bunun için eylem, bunun için örgütlenme diyoruz. Ve biraz bunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Eğitimin özü bunu vermektir, sizlerin de bunu almasını sağlamaktır. Devrimci eğitimin özü budur. Yoksa bilgilerin biriktirilmesi, bazı tekniklerin elde edilmesi değildir. Bunlar, ancak bu amaca hizmet ettiği sürece bir anlam ifade eder.
Eğitimin ve gelişmelerin böyle ele alınması gerekirken, yalnızca buradakilerin değil, ülkede savaşanların ve yurt dışında faaliyet yürütenlerin içine düştükleri durum da bunun tam tersidir. Bunu kabul etmekte son derece zorluk çektiğimiz bilinmelidir. Kabul etmek bir yana, bilakis üzerine gitmemize rağmen, ağırlığını gittikçe daha da fazla duyuran budur. Israrla böyle davrandıkları için de çok büyük zararlara yol açmaktadırlar. Parti'yi temsil etmek şurada kalsın, onunla çok çelişen, ancak örgüt adına hareket ettiğini söyleyen öğelerimiz az değildir. Onların yarattığı sıkıntı ve olumsuzlukların düşmanı umutlu kıldığı ortadadır. Bunu görüyoruz.
Düşman bugün, Parti'yi direkt baskı kuvvetleriyle ve politikalarıyla değil, yetmezlik ve hatalara dayanarak, Parti'yi yıkıp dağıtmayı sağlayamasa bile, geriletme umuduna kapılmıştır. Bu umudu düşmana veren, içimizdeki yaramaz öğelerin durumudur. Parti çizgimiz, TC'yi dehşetle korkutuyor ve onu son derece geriletiyor, ama pratik uygulayıcıların muazzam yaramazlıkları da bilakis onu umutlandırıyor. Bu durumun tasfiyesi üzerinde duracağız. Yapımız içinde yer alan ve genelde Türkiye için de söz konusu olan, bu tipin üzerine gideceğiz.
Bu tip derken, şu veya bu şahsı kastetmiyoruz, kastedilen özelliklerdir. Şu veya bu kişide, şu veya bu kadar etkisini gösterir.
Reber APO
1998 HAZİRAN
- Ayrıntılar