PKK hareketi olarak verdiğimiz mücadele ve amaçlarımız uğruna ödediğimiz bedellerin, sonucunda önemli gelişmeleri elde etmiş bulunmaktayız. İdeolojik anlamda da, siyasi anlamda da daha şimdiden dengeleri zorluyoruz. Türkiye dengesi zaten alt-üst olmuştur. Bölge dengelerine de tamamen oturmuş durumdayız. Olası bir devrim, sonuca giden bir devrim, Türkiye’yi ardına kadar devrime açmakla kalmayacak, Ortadoğu’yu da ve giderek dünya dengelerini de çok önemli bir konuma sürükleyecek siyasi gelişmeye yol açabilecektir. Bu nedenle ABD ideologlarının, diplomatlarının iki de bir “Kürt sorunu dünyanın şu anda en önemli sorunudur” demeleri, yine “PKK, en tehlikeli terör örgütüdür” deyip işi uluslararası yasaklamalara kadar götürmeye öncülük etmeleri tesadüf olmadığı gibi, mevcut gelişmemize de bir cevaptır.
Emperyalizm, ne kadar haklı olsak da, ağzına doladığı insan hakları, programlarına ne kadar aykırı gelse de, en insanlık dışı uygulamaları temsil etse de, TC faşizmini bu kadar ayakta tutmak istemesi ve her türlü desteği sunarak bütün suçlarını gizlemesi, aklaması onun ancak devrimimizin içeriğinden duyduğu endişeyle, korkuyla izah edilebilir. Kürt milliyetçiliğinin arkasında yer aldığını veya en azından kendisine bağlı bazı işbirlikçi, kişi veya örgütlerce durumu kontrol ettiği biliniyor.
Mesele ucuz bir Kürtçülükse, ABD bunun arkasında, ama içine bizim yürüttüğümüz devrimin gerçekleşmesi olayı girince, onu dehşete düşürüyor. Ve neredeyse Çekiç Güç, Irak rejiminden ziyade, bize doğrultulmuş gibidir. Son dönemlerde bu açıkça dile getirildi, nedenler gösterildi. PKK karşıtı Çekiş Güç, yani bir anlamda da “Kürdistan Devrimi’ne karşı alınan tedbirdir” deniliyor ki bu doğrudur. Yoksa Türk parlamentosunun Güneydeki Kürt devletinin kuruluşuna yardımcı olması düşünülemez. O kadar sıkıştırılmıştır ki, bir önleme hareketi olarak, Güneyde bir Kürt işbirlikçi federe devleti kurulsa ve eğer bu biraz Güneyde devrimi sıkıştıracaksa, bunu bile ehven-i şer olarak görüp desteklemek durumunda kalabiliyorlar.
Güney federe devleti gerçeği de, aslında olası bir devrimsel gelişmeye karşı alınan bir kontrol mekanizmasıdır. Bu da şimdi daha iyi anlaşılmıştır. Federe devlet, her zamankinden daha fazla, Kürdistan’da gelişmelerin bir kontrol aracı olarak elde tutuluyor. Parlamentodaki son tartışmalar, işin özünün bu olduğunu açığa vurmuştur. Ayrıca şunu söyleyemiyorlar; “biz bir Kürt devletçiği kuruyoruz, bunun sebebi PKK’dir” diyemiyorlar. Böyle deseler kamuoyunun farklı tepkilerini alırlar, Kürdistan halkından farklı tepkiler alırlar. “İnsan halklarına karşı, Irak rejiminden gelen büyük tehlikeye karşı kuruyoruz” diyorlar. Kendi kamuoyunu bununla aldatıyor ve özellikle PKK’ye karşı da ustaca bir taktikle tavır belirleme oluyor.
Bu ayda geliştirilecek Ortadoğu görüşmelerinde, özellikle ABD dışişlerinin, şimdi de Suriye’yle yaptıkları görüşmelerde, Filistin meselesinden ve hatta Suriye’nin İsrail’le olan meselesinden daha çok, PKK’yi tartışmaya getirmek istemeleri, bölgedeki siyasi ağırlığımızın ne düzeye gelmiş olduğunu veya nasıl değerlendirildiğini ortaya koyuyor. ABD’yi Filistin-Suriye-İsrail meselesinden daha ziyade, Kürdistan’daki gelişmeler ilgilendirmektedir.
Demek ki, ideolojik-siyasi gelişme Kürdistan tarihinde çok önemli bir aşamaya gelmiştir. Eğer bağlı kalınırsa, sonuçları önümüzdeki yıllarda da hayli büyük olacaktır. En önemlisi partinin içyapısındaki netleştirilmenin çok ileri boyutlu bir çözümlemeye tabi tutulmasıdır. 1994’ün üzerine giderken, partinin içi o kadar aydınlatılıyor, ayrıştırılıyor, netleştiriliyor ki, belki de hiçbir parti tarihinde, yalnız çağdaş partiler için değil, tarihi birçok parti diyebileceğimiz oluşumlarında görülmeyen bir doğru ile yanlışı, sahte ile sağlamı ayırt etme yöntemi ve onun başarıyla uygulanması söz konusu. Hiçbir partinin bu anlamda insanı bizim gibi çözümlemeye tabi tuttuğu, bilimsel yaklaşımını adeta en kapsamlı bir operasyona tabi tuttuğu görülmemiştir. Psikolojiyle siyaset arasındaki ilişki oldukça bilime uygun ve hatta örnek düzeyinde gerçekleştirilmiştir.
Örgütlülük ile siyasallık arasındaki ilişki çok açık ortaya konuldu. Siyaset-askerlik arasındaki bağlar en kapsamlı bir biçimde gösterilmişti. Bir kişinin kazanılmasıyla, bir partinin kazanılması veya bir kişinin şahsında bir partinin çürümesine dönüştürülmesi nasıl olur sorularına cevaplar verilmiştir. Birçok devrim tarihine bakalım; sağ sapmalar, tasfiyeler, restorasyonlar çok gelişmişken veya her devrimin başına böyle belalar çok yönlü gelmişken, bizim gibi son derece geri, devrimsel gelişmesini çok az iddialarla, olanaklarla sürdüren, bir o kadar düşmanın çok tecrübeli olduğu, sadece dıştan imha değil, içten de hatta yarattığı kişilikle çok kısa bir süre içinde sonuca gidebileceği ortadayken, bizim bu kadar uzun süreli bir partileşmeyi gerçekleştirmemiz, büyük bir özenle üzerinde durmayı gerektirir ve bu çok önemli bir partileşmedir.
Son dönemlerin partileşme çabaları, büyük bir kuvvetin nasıl geliştirilebileceğini, belki de dünyada örnek bir şekilde gösterebilir. Çünkü uygulanan, sadece kaba bir Türk sömürgeciliği değildi; onun her türlü yarattığı, dayattığı düşman kişilik değildi. Şunu gösterdik; yarattığı kişilik, bilinçli ajandan daha tehlikeli, kişilikler çıkmıştır. Öyle tipler içimizde ortaya çıktı ki, en değme kontraya taş çıkartır. Bunu açığa çıkaran bir hareketiz. Hiç şüphesiz emperyalizmin de bütün deneylerini bize dayatması söz konusu, onu görmek ve özellikle son ABD, Avrupa saldırılarını göz önüne getirdiğimizde, ister bizi işbirlikçiliğe çekmede olsun, ister bizi emperyalizmin üstünlük arz eden yaşamına katarak olsun, bu mümkündür. Birçok işbirlikçi devreye sokarak etkisizleştirmesi mümkündür.
Bütün bunlara karşı büyük bir parti mücadelesi verilmiştir. Örgütsel mücadele, yaşam mücadelesi verilmiş ve başarı kazanmıştır. Demek ki, öncülük anlamında kazanımlar oldukça ileri olduğu gibi, 1994’ün kazanılmasının da yönünü veya boyutlarını oluşturmak, böylesine sağlamlaşan parti içi yaşam, özellikle bunca provokasyon ve tasfiyeciliğe karşı kendisini böylesine çelikleştiren demiyorum, en önemlisi değerlendirme kabiliyetine dönüştüren bir parti, bir çok gelişmeyi daha şimdiden kendi kapsamına almıştır, gelişmeye eşlik, öncülük edebilir.
Hiç şüphesiz bu derinlikli, kendini gittikçe yüzeye vuran bir gelişme olmakla birlikte, en önemli gelişmeyi yine savaşta, ordulaşmada, geldiğimiz seviyede gösterebiliriz. Ajitasyon, propaganda ve kitleselleşme faaliyetlerine ulaşmak önemlidir. Hilvan-Siverek direnişi, bir anlamda silahlı propaganda direnişidir. Onun da sonuçlarının hayli önemli olduğu, eğer devamını getirmezsen, partiyi boğuntuya götürmek için kendi başına yeterli olabileceğini, silaha başvurmanın önemi kadar, silahlı mücadeleyi sürdürmenin ondan daha önemli olduğu, bu silahlı propaganda döneminde de kendini oldukça kanıtladı. 15 Ağustos Atılımı, bir anlamda gerilla yanı ağır basan bir silahlı propagandaydı, ama gerilla yaratıcılığı, gerilla sorumluluğu, dayanıklılığı gösterilemediği için, adeta çakılıp kaldı.
1990’larda, gerillanın yürütülebileceği kanıtlandı. Gerillanın Kürdistan’da savaşı yürütebileceğinin kanıtlanması büyük bir olay ve aşamadır. Sanıldığı gibi kolay sağlanması şurada kalsın, birçok tarihi hareketin pratiğinde görülmeyecek iç ve dış çalışmalar söz konusudur. Hiçbir hareketin tarihinde görülmemiş hazırlıklar söz konusudur. Yurtdışında binlerce gerilla adayının hazırlanıp donatılması söz konusudur. Bunu son yıllarda, hem de içte ve dışta her türlü engellemelere karşı, düşmanca yürütülen, her türlü olumsuzluklara karşı sağlayabildik. Bu açıdan önemlidir. 1993’ün deneyimi, gösterdi ki, savaşta bir adım daha ileri gitmek, biçim değişikliğine gitmek bizi zorluyor. Hem ordu kuruluşunda, hem de savaş biçiminin geliştirilmesinde biçim değişikliğini sağlamamız gerekir. Son gelen cephe haberlerinde de bunu açıkça görmekteyiz.
Önemli bir gelişmenin de siyasal ve diplomatik olacağı anlaşılıyor. Gerek düşman cephesindeki başarılı olmayışın getirdiği tıkanıklıklar ve gerekse Türk sömürgeciliğiyle, ağa-babası emperyalistler arasındaki ilişkiler, yine bölge devletleriyle olan çelişkilerin, bütün ağırlığı diplomasi de anti-PKK boyutuna indirgemiştir. Kendi deyişiyle, “1993’ü bütünüyle diplomaside, PKK’yi uluslararası sahada kuşatma, tecrit etme ve desteğini kesme” biçiminde değerlendirdikleri ve bunda da sözüm ona kendilerine göre önemli sonuçlara ulaştıkları, yine kendilerine göre 1994’ün girişinde bunu kendileri için hayli umut verici bir gelişme olduğu, bunun küçümsenmemesi gerektiğini söylüyorlar.
Mevcut hükümet iç siyasi gelişmelerinde de buna dayanarak puan toplamaya çalışıyor. “On yıldır yapılamayanı ben yaptım” diyor. “Bunun karşılığını, yerel seçimlerde destelenerek görmeliyim” diyor. Zaten yerel seçimler en önemli sorundur. O da tümüyle bizim mücadelemizin etrafında düğümlenmektedir. Yerel seçimler Kürdistan’da olacak mı, olmayacak mı? Hala tartışılıyor. Partiler bu konuda bir çıkmaz içindedir, siyasi yaşam durmuştur. Aşılması için her gün uğraşı veriliyor. 1994 için bu gelişmelerin önemli bir diplomatik faaliyeti ve siyasi faaliyeti kaçınılmaz kıldığı anlaşılırdır. Hiç şüphesiz, bu faaliyet biçimlerinde yoğunlaşmayı gerektirir.
Bazı genellemelerle, ideolojik katılık arz eden yaklaşımlarla, politik esneklik adı altında her türlü işbirliğine açık yaklaşımlarla; devrimin yarar görmesi şurada kalsın, çok ciddi sakıncalarla karşı karşıya getirebilir ki, her ikisi de bizde vahim bir biçimde etkilerini göstermiştir. Sözüm ona ideolojik katılık veya ideolojik dönemin katılığıyla politikaya, diplomasiye yaklaşanlar zarar görüyorlar. Yine siyasette esneklik adı altında veya siyasi yöntem adı altında işbirlikçiliğe kadar giden tiplerin sayısı az değil. Halen bizi de için için uğraştırıyor. Göz ardı etsek de, fazla önem vermesek de, doğru olmadığı gibi, zarar verebilir veya bizi önemli gelişmelerden alıkoyabilir.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, diplomatik-siyasi sahayı ne devrimin aleyhine bir taviz olarak görmek, onun karşıtı olarak ele almak, ne de onun kendiliğinden pasif bir izleyicisiymiş gibi değerlendirmek yerine, her zaman yaptığımız gibi devrimsel gelişmeyi güçlendirecek bir tarzda ele almak ve bunun oldukça inandırıcı ustalığını göstermek fazla değil, çok yaratıcı pratik adımlarla, görünüşte çelişkili de olsa tutum ve davranışları vaktinde sergilemekle bu sağlanır.
Nitekim geçen yılın bağrında, aslında önemli bir diplomatik siyasi atağı biz böyle sağladık. Hiç şüphesiz dönem değişmiştir. Şimdiki gelişme çerçevemiz, geçen yılınkinden daha lehtedir. Diplomatik-siyasi alana müdahale, bizi daha iddialı kılmaktadır. Ezbere, kendiliğinden, özellikle bize çok geçerli olan basmakalıp yaklaşımlarla, bu elverişlilik değerlendirilemez. Yine yaratıcı yaklaşım gerekecek, belki de şimdiye kadar eşine rastlanmayacak tutum ve davranışları yakalamak, sergilemek önem taşır. Her başarılı taktikte olduğu gibi, düşmanın kestiremeyeceği yönelimleri bulmak gerekir. Düşman kontrolüne girmeyecek bir politik ustalığı sürekli gündem de tutmak önem taşır. Kimin ne kadar yarar elde edeceğini, hakimiyet, çalışma tarzına verilecek karşılıkla görmek gerekir. Hiç şüphesiz düşman boş durmaz, tüm gücünü ortaya koyuyor ve bu da büyük bir tecrübe ve özellikle bize yönelik bir yoğunlaşmayla birlikte oluyor.
Düşman diplomatik sahaya özel savaştan daha fazla bel bağlamıştır. Hatta denilebilir ki, özel savaşımla alamadığı sonuçları, diplomasiyle elde etmeye çalışıyor. Yine siyasi faaliyet alanında yediği darbeleri, DEP üzerinde oynayarak ve yine birçok sol çevreyle oynayarak, sosyal-demokratları kullanarak elde etmeye çalışıyor ve oldukça da başarmıştır.
Bizim siyasi sahaya çok sınırlı müdahalelerimiz, şüphesiz olumlu sonuçlar vermiştir, ama düşman bunu kolay bize bırakır gibi de gözükmemektedir. Hiç şüphesiz siyasi gelişmeler aleyhinedir. Bizim gelişmeleri sağlamamız daha fazla imkan halindedir. Çünkü çizgi doğruluğu, haklılığı muazzam sonuç aldırıyor. Onun tükenmiş bir sömürgecilik politikası var. Ne kadar siyasi ustalığı olsa da, onu genel olarak başarısızlığa uğratır, ama bu demek değildir ki, günlük siyasi gelişmeleri de sağlayamaz. Hatta başarabilir de. Gericiliğin de siyaseti var, tükenişin de siyaseti vardır ve bazen devrimi imhaya da götürebilir. Devrimci güçlerin siyasetine, dikkat edilmezse, gereken tedbirler zamanında alınmazsa, özellikle taktik yaratıcılık sergilenmezse, bu hep böyle geçer.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, Kürdistan tarihinde, 1994 diplomasisiyle de önemli çalışmaların ilk defa devrime de biraz hizmet edebileceği, devrimi kullanamayacağı, Kürdistan halkının direnişini eskisi gibi ucuz pazarlayamayacağı bir yıl olma imkânına, onun olanaklarına kavuşur gibidir. Yine onunla birlikte, siyasi gelişme yansımaları, çok yoğun, çarpıcı gelişim göstermektedir. Hem iç, hem dış siyasi gelişmeler, hızlı değişikliklere uğrayana kadar, kapsamıyla, lehte ve aleyhte göstereceği seyirle, beklenmedik çok önemli sonuçlara yol açabilir. Mühim olan burada ideolojiden taviz olmayacağıdır. Sekterizm ve işbirlikçilik eğer gafilce girmişse, bu, en tehlikeli sonuçlara götürebilir. Bu da çok dikkat ister.
Devrimin halen silahlı savaşıma dayanarak geliştiği göz önüne getirildiğinde, onun uzun vadeli amaçları veya uzun vadede gelişmedeki etkileri kadar, günlük olarak sorunlarını görmek de önemlidir. Her zaman müthiş çalışan, savaşan bir ordu bazen kendi içinde çürümeyi de yaşayabilir. Çünkü siyaseti ihmal ediyordur. Nasıl ki yalnız siyasetle, hem de başarılı bir siyasetle çalışma yapıldığında, ordu çalışması olmadığında o güç yürürse, yalnız askeri savaşımla ittifak edip, onun siyasi sonuçlarını görmemek, görüp de değerlendirmemek o orduyu çürütmeye götürebilir. Halka öncülük düzeyinde bir siyasi faaliyetle değerlendirilemeyecek bir ordu çalışması, hak etmediği yenilgilere bile uğrayabilir. Bunu da göz ardı etmeyen bir siyasi çalışmayla, belli ki, hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar, önümüzdeki bu dönemde veya bu yılda hayli bizden çaba isteyecek bir çalışmadır.
Siyaset üzerine çok şey söylendi, siyasi görevler üzerine çokça duruyoruz; yerel seçimlere yönelik tartışmalardan tutalım Ulusal Meclis, eyalet meclisleri nasıl oluşturulur? Yine Serhıldan-cephe çalışmaları nasıl oluşturulur, çalışmaları nasıl sürdürülür? Güneyli güçlerle, komşu devletlerle, hatta emperyalist ülkelerle ilişkiler, diplomatik ilişkiler nasıl geliştirilir? Yönetimimiz ne basmakalıpçı bir tarzda “evet”, ne de “hayır” diyemez. Ak ile kara gibi bir yaklaşımı değil, gözü körcesine bir yaklaşımı değil; ihtiyatını, tedbirini hiçbir zaman elden bırakmayan, ilkede her türlü ilişkiye karşı olmayan, ama hangisini, nerede, nasıl korumak gerektiğini de bir mühendis inceliğiyle seçen tarzda yaklaşacaktır. Bir yerde bir ilişkiyi bırakmak gerekiyorsa mutlaka bırakmak, bir ilişki kurmak gerekiyorsa kurmak, önem vermek gerekiyorsa önem vermek, ikinci plana düşürmek gerekiyorsa ikinci plana düşürmek gerekir. Çok hassas bir yaklaşımla, ayrıntı derecelerine ustalıkla yaklaşmak, başarılı bir siyasi faaliyet için çok gereklidir. Bizde de en az olan çalışma tarzı budur.
Çok zarar gördük, çok büyük siyasi gelişmeleri, çok kötü bir çalışma tarzıyla adeta boşa çıkardık. Bu kadar muazzam kitlesi olan, bu kadar silahlı savaşımla desteklenen bir siyasi çalışma nelere yol önderliğe ulaşmaktır.
Gerek kitle içinde olsun, gerek çok çeşitli sahalardaki temsilciliklerde olsun, parti siyasetimizin doğru temsiline büyük önem düşmektedir. Kaliteli kadro, temsil yeteneği olan kadro büyük önem taşımaktadır. Bizi temsil yeteneği olmayan, çok yetersiz, yeteneksiz kadrolar vardır. Bunu aşmaya çalışıyoruz. Aynı çalışma diplomatik saha için de geçerlidir. Bir de uzmanlaşmadığımız, hassasiyeti oldukça elden bıraktığımız, üstün körü bir çalışma alanı da bu sahadır. Bizim adımıza başkaları adeta bu boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Her türlü reformist, işbirlikçiler, diplomatik desteğini en çok kendilerini kanıtlayabilecek, gelişmelerine yol açabilecek bir çalışma alanı olarak değerlendiriyorlar. Bu boşluğu bizim doldurmamız gerekiyor. Dolayısıyla biraz daha teknik yanı olan ve siyasi temsil yanı güçlü olması gereken kişiliklerin ortaya çıkarılması zor olmayacaktır. Önemini gittikçe hissettiren ve çözüm bekleyen bir sorundur. Önümüzdeki yılda bunu da ileri bir destekle çözüme kavuşturacağız.
Görülüyor ki, 1994’ün Kürdistan için özgürlüklerle dolu bir yıl haline gelmesi bir hayal değil. Güçlü verilere dayalı, gerçek bir gelişme olasılığını ifade etmektedir. Hiç şüphesiz devrimler için fazla rakam verilmez, gerekli de değildir, ama parti öncülüğümüzün nicel ve nitel gelişmesini, her türlü gelişmeye yeterli düzeye getireceği açıktır. Özellikle ordulaşma, savaşım biçiminin gelişim sağlayacağı kesindir. Geçmiş yıllarda on binleri zorladık, önümüzdeki yılda on binlerle hareket eden bir ordulaşmamızın ve her türlü hareketli savaşı da kullanan çok karmaşık bir savaş biçimiyle ülkenin her sahasında savaşan bir silahlı savaşım gücümüzün büyük gelişme göstereceği mevcut verilerden açıkça anlaşılmaktadır.
Diplomatik ve siyasi sahadaki gelişmelerin de, hepsinden daha fazla gelişim göstereceği, çok önemli bir siyasi ordulaşma, siyasi savaşım göreviyle karşı karşıya olduğumuz kadar, onun başarılabilir, çözülebilir olanaklarına daha şimdiden çok sahibiz. Sorunları her ne kadar ağır da olsa, çözüm olanaklarının fazlalığı, bizi oldukça başarılı olma iddiasına ve çalışmasına daha şimdiden götürüyor.
O halde, 1994 yılına miladi takvimle sağlam bir başlangıç yapılmıştır derken abartmasız bir değerlendirmede bulunuyoruz. Bunun Newroz’unu da daha gelişmiş bir hazırlıkla ve hatta oldukça seviye kazanmış bir kararlılıkla yakalayacağımız umudundayız. Parti en derli-toplu hazırlıkları bu zaman dilimi içinde yürütmeyle karşı karşıyadır, yine ordu çalışmaları ilk defa bu kadar derli-toplu, çok büyük bir alanda ve sayıda bunu gerçekleştirmektedir. Daha sonra ister adına barışçıl, demokratik, siyasi gelişme yolu denilsin, ister sert askeri savaşım yolu denilsin, ister hepsi iç içe olsun, bütün bu savaşım biçimlerini zorlayarak yılı kazanacağımız, dolayısıyla özgürlüklerle dolu bir Kürdistan yılı haline getireceğimiz kesindir.
Biz, bu temelde tekrar bütün parti çalışanlarımıza, özellikle onun ordu faaliyetlerinden ileri düzeyde sorumlular başta olmak üzere tüm savaşçılar, yine çok önem kazanan siyasi, diplomatik faaliyetleri de olanaklarımızın elverdiği, zorladığı çerçevede bir başarıya götürmeleri için oldukça dikkatli, çok hassas, sorumluluklarına bağlı bir biçimde yaklaşmaları, bunu yaşam tarzında vuruş tarzıyla karşılamaları, bunun engin çabalarını göstermelerini, tarihi bir fırsat kadar, büyük bir şans olarak da değerlendirmelerini ve mutlaka başarmalarını diliyoruz.
Tekrar bu temelde, hepinizin yılını kutluyor, sağlık ve üstün başarılar diliyor, sevgiler sunuyorum.
REBER APO
Ocak 1994
- Ayrıntılar
Bir yılı geride bırakırken sadece ulusal düzeyde değil, uluslar arası düzeyde de kendini oldukça gündemde ve ayakta tutan, devrimin en iddialı sesi, onun gerçeği olma iddiası kadar, süreç içinde pratik gelişimi başarıyla kanıtlar nitelikte, her gün dirilişin sahibi olduğunu göstermiş bulunmaktayız. Çok ilginç bir deneyim yaşadığımız açık. Uğraşmanın yine anlamlı bir çabasıyla karşı karşıyayız. Bu aynı zamanda, tarihin en eski insanlığının en hakim temsilcileriyle bir karşılaşmasıdır. Yine bu anlamda insanlık tarihi kadar eski ama, en çarpıcı özelliklerle karşı-devrimi esas alan güçlerin başında yer aldığı, birbirlerini anlamaya, kendi deneyimlerinden sonuçlar çıkarmaya büyük özen gösterdikleri çok sıcağı sıcağına bir yaşamsal durumla karşı karşıyayız.
Sizlerle çok uğraştık, uğraştırdık. Biz değişik bir savaş, mücadele ve yaşam biçimi diye tabir ettiğiniz hususlar üzerinde durduk ve en önemlisi de özgür olmaya büyük özen gösterdik. İnsana en yaraşır olana, çok yönlü ilgi gösterdik, bu soylu tutumdan asla vazgeçmedik ve sanıyorum bizim en anlamlı yanımız bu oluyor. Yoksa böyle bir zamanın başka türlü bir karşılığı ne bulunur, ne beklenir. Ancak en soylu özgürlük tutkuları onun arayıcılarının sahip olabilecekleri bir çaba, bir savaşım gerçeğidir. Kendimizi ne başarılıyız diye abartıyoruz, ne de baskılar çok vardır, altından çıkamayız biçiminde bir karamsarlığa kaptırıyoruz. Ve her zaman söylediğim gibi, kendimiz uğraşıyoruz, insana inanıyoruz, insanı esas alıyoruz, insanın gücüne güveniyoruz; onunla uğraşıldığında arzulanan ve hele insan gerçeğiyle fazla bağlantısını koparmamışsa en sonuç alıcı olanın bu yönlü çaba olacağına kendimizi inandırmışız. Bilinçlenmemizde böyle bir temelden kaynaklanıyor. Böylece adına hareketimiz denilen ve oldukça da etkileyici, çarpıcı, sonuç alıcı bir gelişme söz konusu olmuştur.
Dünyaya ne kadar gerçekleri anlatabildik, bırakalım onları, sizlere ne kadar anlatabiliyoruz? Nerede nasıl kaybettiniz, nerede nasıl yaşadınız, nerede nasıl her gün darbe yiyorsunuz, nerede nasıl ölmüşsünüz, nerede nasıl yenilmişsiniz, nerede nasıl yürütebilirsiniz, diriltebilirsiniz, mümkünse başarabilirsiniz? Bütün bu hususlar bizi çok yakından ilgilendiriyor. Kendi payıma, adına ne tür yaşam denilirse denilsin özellikle baskıyı temsil eden güçlerin amaçlarına cevap teşkil edecek bir gelişmeyi her zaman arayıp sorarım. Bunu garantileme biçiminde bir yürüyüş olmuştur. Fakat bu bizim için sıradan bir kalkan olma gerçeğidir. Daha fazlasını ve en önemli gelişmeleri kendi bünyemizde ortaya çıkarmaya daha fazla bir ilgi gösterdik. Zaten o olmadan da kaba anlamda fazla bir gelişme sağlanamaz. Sizlerle ilgilenmeye değer verdik, hiç kimsenin cesaret edemeyeceği kadar, değmeyeceği kadar biz bu gücü gösterdik. Ne kadar zayıfsınız değilsiniz o ayrı bir mesele, kendimize göre bir yol-yöntem de tutturduk aslında. Etkili olduğu, insanlığın temel gerçekliğine cevap verdiği şimdi biraz daha iyi anlaşılıyor. Tabii aptal olmamaya büyük özen gösterdik. Özellikle uzun süre kendimizi gaflete, aptallığa şu veya bu yönlü yanlışlığa, her türlü abartmaya, çok gerçeklerin dışında göstermeye düşmemeye, böyle konumları işgal etmemeye, onun yerine daha farklı, daha doğru ve bir yerde aykırı olanı yakalamaya büyük özen gösterdik.
Adına Önderlik Gerçeği denilen, parti gerçeği denilen bazı gelişmeleri sağlamaya çalışıyoruz. Doğrusu, halen bizim düşünüp yaptığımız gibi yapmadığınızı hemen belirtmeliyim. Bütün fedakârlık, cesaret, çabalarınıza rağmen yolun neresindesiniz, yolda nasıl yürüyorsunuz, sorununuz bu olacak. Bazı gevezeler söylese de kesin sonuç alma anlamında fazla iddialı konuşamıyor. Yeniden yapılanma konusunda kişilik olarak sahip olduğu malzemeler hem çok gevşek, hem de her ne kadar ilgili ve iddialı olmamızı engellemiyorsa da, kendiniz açısından, özellikle yaşanmaz pratik nedeniyle aynı iddiayı taşıyamıyoruz veya şansınızı pek iyi kullandığınızı söyleyemeyiz. Şüphesiz bunun kölelikle çok yakın ilişkisi var, bebeklikten itibaren yetişme tarzınızla çok yakın ilişkisi var. Ve büyük bir öfke duyuyorum; bunlar nasıl yetiştirildiler, yetiştirilirken acaba hangi yanlışlıklar, hatta pislikler, kirler bunların kulağına, gözüne duyularına aktı? Bu kadar ülkeye yabancı, kendi kişiliklerine yabancı, kendi insani gerçeğine yabancı kişilikler nasıl oluyor? Çok erken yaşlardan itibaren derinliğine sorgulanan ve halen cevabı aranan sorular bunlardır. Bu lanetli soy iddianızda nasıl böyle boy verdiniz? Basit adamlar, yaramaz kişilikler neden bu kadar aldandı? İnsan kendine eder de bu kadar mı eder? Neden güçlü bir eylemin ve sözün sahibi olmayı akıllarına getiremiyorlar? Bu sorular bizim için çok önemli.
Mesele burada kötü bir ölümü tercih etmek değildir. Yaşama doğru bir cevap neden olunamadı, bir saygısı neden gelişemedi? Devrim, bir anlamda bütün bu sorulara cevap vermenin eylemidir de. Bizim düşünce tarzımızda doğruları kaba anlamda sıralamak, öyle bir düzgün yürüyüşle yürümek fazla iç açıcı veya sonuç alıcı gibi gelmiyor. Bu tip bir yürüyüşün yanılgılarla, oldukça da yenilgilerle, başarsa bile oluşturacağı düzenin büyük hastalıklarıyla, yanlışlıklarıyla yüklü olacağını gösteriyor. Özellikle sosyalizm adına yaşanılan deneyimler, bizim bu konuda daha da derinleşmemizi ve fazla kendimize yakıştırmamakla birlikte, olası tehlikelere düşmemek için özenli olmaya zorluyor veya bu yönlü niteliklerimizi daha da gün ışığına çıkarmaya, hareketimizi bu temelde biraz daha doğru ve farklı kılmaya itiyor.
Görüyorsunuz ki, bizim eylem tam bir gönüllülük eylemi ama, müthiş zorunluluklarla içine girilir. Bu kadar gönüllü ve bu kadar disiplinli bir harekettir. Şüphesiz sizlerle bir tartışma geliştirmek isterdim, bunu büyük bir halka da yansıtmak istedik, tartışma sizlerle ve halkla gelişiyor, ordulaşabilirdi aslında. Her yerde birisiyle; kendi gerçekliğine ihanet etmiş, derin bir gafleti yaşayan kişilerin diplomasiyle alakalarına dönüp bazı şeyleri yeniden açmaya ve mümkünse yeni yaklaşımları gözden geçirmeye, ikna etmeye çalıştık. Söz de bunun içindi, eylem de bunun içindi. Küçük amaçlarımızdan birisi de buydu ve oluyor. Kendi yaklaşımımda insanla ilgilenmeyi en üst düzeyde götürdüğüm gibi, öyle ahbap-çavuşluğa gelmem, senli benli olmaya gelmem, sınır çizerim, seviye farkını gözden kaçırmamaya ve daha değerli yücelikleri esas aldırmaya büyük özen gösteririm. İnsan topluluğu hele bu topluluk bizim gibi birbirinden kaçan, birbirine en çok kötülüğü yapan, birey bile diyemeyeceğimiz bir ucube olayı, ilişkiyi, kişiliği tartışmaya çekme, uğraşıya çekme hatta ordulaşmaya tabi tutabilmek çok önemli.
Bizim bütün tutkumuz, tedbirimiz bunun içindi ve o da biraz gerçekleşiyor. Göstermelik tutumlardan hoşlanmayız, ciddiyete, tutarlılığa büyük özen gösteririz. Lafazanlıktan hiç hoşlanmayız ama, içtenlik, özdenlik yüksek takdir toplar. Zavallılık, alçaltıcı davranışlar, ucuz yaşayan duygulara boğulmuş ilişkiler bizde öfke, hatta iğrenç de karşılanır. Şu farkları ortaya koymaya çalışırız; her şey bir kötü yığın değildir veya çöplüğe atılmış sayılmaz; farklar yaratabilmek, birileri yerle bir edilirken, birileri veya bazı şeyler yerle bir edilirken bazı şeyler yükseltilmeli. Hem daha iyi görür, hem daha iyi yaşam farkı geliştirilebilir. Bunlar gece-gündüz kendi kendimize sorduğumuz sorulardır. Bu mevcut eylemler de bir yerde bütün bu hususların açıklığa kavuşturulması içindi. Başka türlü sizin gibi enkazları anlamak çok zor oluyor. Tarihin oldukça dökülmüş, lime lime olmuş, belki de iskeletini canlandırmak imkansızdır. Sizin en büyük hatalarınız; yaşama fazla saygılı olmayı bilememenizdir. Kendime karşı çok acımasızım aslında, ama en olumlu yanım da yaşama karşı saygılı olmak istediğimi söyleyebilirim. Ama nasıl bir saygı, bunu kavramak çok önemli.
Sıkça soruyorum; bu insanlar neden yaşama karşı saygıyla işe başlamadılar? Çünkü bütün hal ve hareketlerine baktığımızda insanın dehşetle karşılayacağı bir yığın husus var. Eylemimim hemen hemen bütünüyle kurtarmak istediği budur. Çünkü bize layık görüleni biliyorsunuz; her türlü ihmal, baskı, düşmanın sınırsız boz gez, ez geç, bozdum-bozarım, sil-dök, ne yaparsan yap, bu kadar reva görülen bir gerçek! Böyle oldu mu sana ortada saygı diye bir şeyin varlığından bahsedilemez. Mesela size bakıyorum, nasıl kendinizi böyle bir durumda tuttuğunuza şaşıyorum. Hatta diğer insanlara benzer yaşayabileceğinizi, daha da kötüsü, bir hırs, kötü bir kendini beğenme yaklaşımıyla dopdolu olduğunuzu gördükçe endişelerin olmaması mümkün değil. Kötü olan, kendi gerçeği karşısındaki gaflettir.
Ben halen bütün bu çabalarda; bir şeyler oldu, bir şeyler yapıldı denilmesine rağmen, gerçeğimizi ne kadar saygılı kıldık, ne kadar biraz özgürleşti diyemiyorum. Ciddi bir engeliniz, sizin olacak bir başarınız olmadığı halde kendinizi ne kadar hızla döndürebilirsiniz veya çok haksız temellerde avlanabilirsiniz? Veya hiçe de sayabilirsiniz? Şimdi bütün var olan sorunlardır. Ben sizlerden çok yüksek bilgili olmama rağmen, buraları bile düşmanın bütün amansız takiplerine rağmen, “günlük olarak takip altındadır, bilmem nefes alamaz durumdadır, bilmem şöyle teslim alacağız” demesine rağmen, yine gücümü ortaya koyabilir ve insanımızla, halkımızla, adı parti denilen toplulukla ne kadar özgür uğraştığımı ispatlamış bulunuyorum. En çok sıkıştığım, çalışamaz, yürütemez, üretemez denildiği bir dönemde hatta günlerde bile en verimli, en anlamlı, en sonuç alıcı bir çabanın içindeyim. Kendi kendime de tutarlı, saygılı olmanın bir ifadesi olarak da bunu değerlendirebiliriz.
Bazı sonuçları almaya devam edeceğiz. Ama düşünün, geniş alanlar olduğu halde, geniş yetkiler verdiğimiz halde, acaba güç toplattığımız kişiler konumuna ne kadar layık olabiliyorsunuz, ne kadar değerlendirebiliyorsunuz? Çok az. Bilinir Z.’lerin hamal çalışması, herkese hizmet etmesi, herkesin askeri, herkesin hamalı olması meşhurdur. PKK bünyesinde de bu tip çabaların fazla anlam ifade etmeyeceği açık. Kabul edilebilir bir çaba, bir çalışma çok önemli. Acaba PKK içinde veya ordulaşmamız içinde adını-sanını daha fazla duyuran kaç kişi çıkabilir? Acaba kaç kişi yüksek saygıdeğer bir çabayı gerçekleştiriyor; hem sonuç alıyor, hem de ardına kadar yenilgiye kapalı, yaşamı tamamen özgürce yakalamıştır; hem kurtarıyor, hem güzelleştiriyor, hatta düşmanın bütün dayatmalarını sadece boşa çıkarmakla kalmıyor, ona ölümcül darbeleri indiriyor? Bu nitelikte bir devrimciliği fazla göremiyoruz. Ben kendimi bile bu ölçülerde değerlendirdiğimde, sadece durumu biraz kurtardığımı söylüyorum. Ahım-şahım olmasa da bazı durumlar kurtarılmıştır. Eğer tam yararlanılsa, ben başarmasam bile bazılarının başarma imkanını son derece arttırmışım.
Tam bunu söylediğimiz noktada bakıyorum bizimkilerin yaptığı, başarma imkanlarını yerle bir etmek. Eski tarihlerine, gerçekliklerine yaraşır davranışlar içerisine girmek. “Şöyle layık olacağız, böyle kazanacağız” diyor, tam burada bir bakıyoruz yaptığını bırakmamış. Bizim savaş, eylem anlayışımız sizinkinden biraz farklı; sizler bizi oldukça uğraştırıyorsunuz. Tarzımızı biraz kendimiz geliştirdik. Sizin tarzınız enkazdan da öteye bir durumu ifade ediyor. Bu gerçekler bizi uğraştırıyor. Biz yine de ilgiyi kesmedik. Mutlaka bir şeyler almalısınız, bir şeylere gelmelisiniz, her biriniz bir yığın durumundasınız veya körler, dilsizler, sağırlar yığınağı. Kim ne derse desin, ben kendimi öyle ucuz başarılarla veya hiç nefes alamazsın denilecek durumlarda kaybetmemeye özen gösterdim. Ne fazla umutlu, ne fazla umutsuzluk veya ne çok önemli başarı, ne çok yaşayamazsın veya kaptıramazsın denilen durumlara kendimi kaptırmadım. Böyle şeylere fazla değer verilmez. Biz kendi işimizi şimdiye kadar nasıl ne alacağımızı ve biraz hal yoluna koyacağımızı gösteriyoruz. Dediğim gibi, ahım-şahım olmayabilir, sıradan olabilir ama, yine de biraz durumları kurtarıyor. Yiğitlik: Bu konuda herkesin saygı duyabileceği bir çalışmayı ortaya çıkarmaktır. Yani sadece bugün için değil, tarihe de böyle bir şey bırakabilmektir.
Başkalarına göre fazla anlamlı bir yaşamımız olmayabilir ama, onlara da söyleyeceklerim vardır: Sen nesin, kimsin? Onların bizim hakkımızda söyledikleri hiçbir şeyi ifade etmiyor. Ama bizim onlar hakkında söylediğimiz çok şeyi ifade ediyor. Umutlarınızı kırmayalım ama, gelişmelerin içine girmişsiniz fakat, öyle sandığınız gibi bu işler ele alınmıyor. Ölmekle de bu işin altından çıkılmaz. Nasıl iyi bir asker olunur, nasıl iyi bir komutan olunur, örgüt nasıl kurulur, idare edilir? Dişe dokunan bir adam yok diyorum. Adam hazır olanı bile değerlendiremiyor, yediği, içtiği hazırdandır. Yoksa biraz emek katarak bir değeri almak umurunda değil. Her şeyin kendimle yaratıldığını söylemiyorum. Kaldı ki benim öyle bireyci bir insan olmadığım da bilinir.
Önderlik çabaları milyonların çabalarının ifadesidir.
Ve onlar adına şüphesiz bazı değerlendirmeleri cesaretle yapıyoruz. Zaten ilgileri, destekleri olmasaydı bireysel irademiz bu kadar konuşturulamazdı, konuştursaydım müthiş bir geveze olurdum ve yaşayamazdım.
Çok önemli çıkışların sahibi olmanızı isterdim. Biliniyor, her gün hizmet etmek istiyorum, hizmet etmeliyim. Karşımızda öyle pratik sahipleri var ki, bunu nereden nasıl ele alabiliriz, buna ne yapabiliriz? İnsan kendini bu kadar acı, bu kadar hor görülecek bir duruma nasıl getirir? diyorum. Benim arkadaşlığımda biliyorsunuz coşku var, şenlik var; kişileri alçak görme, hor görme yoktur. Ama yaratılan durumlar çok istememe rağmen, ağırlıklı bu olduğunu ortaya çıkarıyor. Bütün çabalarda olağanüstü yoldaşlık, ilgi, çözüm gücü var. Fakat imkan-olanaklara rağmen gerilikte ısrar var. Tabii yine o kişinin özelliklerini, konumunu elden bırakmıyoruz. Her zaman söylediğim gibi, ben iyi bir tartışmacıyım, asla baskıya baş vurmadan ama, kendimi de hiç saymadan; bu ister bir devlet olur, ister sıradan bir kişi olur, boşa saymaya, duyarlı, saygılı olmamaya, bunun için her türlü hareketi reva görmeye dur diyeceğiz; biraz kendine gel, biraz saygılı ol dedirtecek konumda tutuyorum. Tamam, ben senin için fazla anlam ifade etmeyebilirim, fazla ciddiye almayabilirsin, ama tartışılacak bir husus varsa hiçe saymam, karşı tarafı veya ilgili bir tarafı bu kadar görmezlikten gelme; şöyle ileriyim, şöyle insan haklarından, bilmem demokratiğim diyorsan, bunun asgari gereklerini anlamaya çalış, ispatlamaya çalış. Böyle mütevazı bir durum, çabanın sahibi olmaya çalışıyoruz. Ve halen de durum budur. Yani sadece düşman karşısında değil, sizlerin de karşısında benim kurtarmaya çalıştığım husus; mütevazı bir tartışma tarafı yaratmak, eşitçe ve özgürce davranabiliyorsa, emeğe saygılı yaklaşıyorsa, sonuna kadar kendini bu konuda açık tutuyorsa, bizim bu konuda oldukça değer verdiğimiz kanıtlanmıştır.
Yapımız, kişilikler bir bebekten daha beter, yine bir despottan daha despot kalmıştır. Kendini bize dayatıyor aslında. Dikendir, kılçıktır, bilmem pisliktir, şu-bu yönleriyle bastırmaya uğraşıyorlarsa bizim direnmemiz gerektiği açıktır. Buna boyun eğmek yakışmaz. En can alıcı yerinden şimdi düşman da dayatıyor, günlük olarak “şöyle yok ederiz” diyor. Diğer yandan bebeklerin bile içine düşmeyecek kadar her an her türlü yıkılmaya, yine değişik bir imha ile yüz yüze olabilecek tavırları dayatırsan, bunun adına da politika dersen, bunlar kimdir, niçin böyle yapıyorlar sorusunu kendimize soracağız ve düşüneceğiz.
Siz, “bizim bunlarla ne ilişkimiz var, ne ilgimiz var?” diyebilirsiniz, ama var. Bilip bilmemek, iyi niyetli olup olmamak da bu konuda o kadar önemli değil. Keşke böyle olmasaydı veya keşke o özellikler fazla etkili olmasaydı da biz fazla sözünü etmeseydik. Herkesin bir yaşamı, bir oyunu var, benim de yaşamım, oyunum biraz böyle. Kendi sahamda kendi tarzımda oyunu veya yaşamı kaybetmemek için müthiş bir yoğunlaşma, kılı kırk yarma, her gün yüklenme, tek bir ana noktada özellikle yıllarca fır dönmeyi iyi bildiğim için karşı tarafın fazla güç ifade etmesi düşünülemez. Benim sanatımı bana karşı kullanıp da beni zor duruma düşürecek güçte değilsiniz ve bu dünya da olsa fazla etkili olamaz. Ben, her şeyi şöyle yapacağım, böyle yapacağım demiyorum ama, kendi sahamda bir mesele de yoğunlaşmaydı, bu meseleyi biz biraz çıkardık ve uğraştık. Adamlar “şöyle ezerek çözeceğiz, ezeriz öyle çözeriz”, tam bir kabadayı tavrı. Madem bu kadar çözme gücün vardı, senin demokrasin vardı niye çözemedin şimdiye kadar? Güya bizi şöyle imha edecekler, geriye kalanı da ABD’nin dünya çapındaki önderliğiyle, sözüm ona Türk demokrasisiyle bütünleştirip bu hareketin işini hal edecekler veya Kürdün işini bitirecekler.
Bu Kürt eskiden beri vardır ve bunların eli altındaydı, bunların demokrasisi eskiden de vardı niye o zaman böyle bir şey düşünmediler veya niye illaki bizi ezerek bu demokratikleşmeyi sağlamak istiyorlar? Oldukça düşündürücü! Kimler bu demokrasiye dahil edilmek isteniyor, kimlerin aracılığıyla, kimlerin ham maddesiyle, kimlerin el gücüyle veya kimler dışlamak isteniyor? Başarırlar veya başarmazlar gibi bir iddiayı da yüksek sesle söylemek istemiyoruz. Bizim söylediğimiz biraz daha mütevazıca, bazı köklü meseleleri, onun ilişki yumağını görebilmek, gösterebilmek, kişiyi kendi bünyesi içinde ortaya çıkarmaktır. Komalıksa, artık yaşam sınırını çoktan geçmişse ölmüştür diyebilmek. Ama yaşam belirtileri güçlüyse ona biraz yardımcı olmak.
Bizim için dünya kocaman bir hastadan ibarettir. Kendimizi böyle hasta gösterirken, dünyanın da fazla sağlıklı olduğunu söyleyemeyiz. Şimdi görüyorsunuz ki, gerçekten eski bir tarih sorunu kadar, en yeni bir insanlık sorunuyla da karşı karşıyayız. En kendimize ait dediğimiz bir şeyde, en dışımızda dediğimiz bir dünyayla iç içeyiz. Ve yine de yol alıyoruz. Çabalarınızı dehşetle karşılıyoruz; bu ne cesaret, bu ne fedakârlık da diyorum kendime ve ben gerçekten öyle gösteremem. Beni ister korkak, ister bencil bulun, nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, sizin tarzınız beni gerçekten çok çeşitli yönleriyle hem endişeye, hem dehşete hatta zaman zaman biraz da hayranlığa da düşürüyor. Bunu fazla makul görmemiz, çok önemli düzeltmelere tabi tutmama da o haliyle çok tehlikeli buluyorum. Neden bu tartışmayı halen sürdürüyoruz? Çünkü bazı noktalarda kaybedilme var, bu kaybedilme de kolay kolay yenilir-yutulur kayıplar değil. Ben sadece şehitlerimizi şöyle anarım demekle de sağlıklı bir anmanın yapılacağı kanısında değilim. Tarihi bile inkar ederek günümüzün kavranabileceğine inanmıyorum. Gelecek içinde fazla bir iddia taşınabileceğini sanmıyorum.
7ARALIK1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Yurtsever Kürdistan Halkına!
1994 yılını, tarihimizin bu en zor yılını geride bırakırken, 1995’in, en az bu yıl kadar zor olacağını, ama ondan çok daha fazla başarılı olacağını müjdelerken; sizleri selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Değerli Halkımız!
Yeni bir yıla girerken, hiç şüphesiz yapmamız gereken, geçtiğimiz yılların tarihimiz için, kaderimiz için ne anlama geldiğini çok kısa, ama zihinlerinize, yüreğinize kazırcasına bilince çıkarmak, yüreğinize çekmektir. Neydi 1994? Bunu mutlaka ve tüm yönleriyle bilmemiz lazım.
Düşmanımız Türk faşizmi, barbarlığı, bin yıldır bir iddia peşinde. Binlerce yıldır bu toprakların halkı olan, en eski kültürün, en eski dillerin halkı olan Kürdistan halkını yok etmeyi, bin yıl yetmiyormuş gibi, bu son bir yıl içinde de kesin amaç olarak denedi ve bunu gerçekleştirmek için tarihte denenmedik ne kadar yöntem varsa, hepsini çağımızın en ince yok edici tekniğini kullanarak, uğursuz, lanetli amacına ulaşmak istedi. Öyle ki, kış demedi, kar demedi, bahar demedi, sel demedi, yaz demedi, ateş demedi, güz demedi, soğuk demedi, çılgınca yüklendi. Ve çokça söyledikleri “ya bitecekler, ya bitecekler” sözü, neredeyse kendileri için bir söz haline geldi. Bu büyük bir gelişme!
Sizler de şunu görmektesiniz ki, bu yılı böyle kapatmak; bir halkın en büyük beladan, en büyük zorbadan, en büyük cellattan kurtulması demektir. Bu yılda her şeyi kaybetmek mümkündü. Umudun zerresinin bile elimizde kalmaması mümkündü. Çok gerçekçi olalım, eğer olmadıysa, çok iyi bilmeniz gereken bir mücadeleniz var, bir partiniz var, bir gerillanız var ve onun için amansız, nefes nefese yaşamanız var, bütün bunlara borçluyuz.
Sizlerden de bu yılın doğru anlaşılmasını isteyeceğim. Sadece sizlerin değil, sizden daha fazla gerillamızın, ona öncülük eden partimizin bilmesini isteyeceğim. Çoğunun sandığı gibi kolay geçen bir yıl değildi. Eğer bu yılı büyük bir sorumlulukla, büyük bir azimle, büyük bir bilinçle, büyük bir ustalıkla karşılamasaydık, “vay başımıza gelen” diyecektik. Bunun için neredeyse zamanı durdurduk, neredeyse yaşamımızı durdurduk ve sonuçta bu yılın sizlerin yılı olması için, bu yılın büyük kazanım yılı olması için ne gerekiyorsa onu yaptık. Ve bugün 1994’ün başarılarından memnunsunuz.
Siz Yurtsever Halkımız!
Bu yılda bir çok zorluk çektiniz. Binlerce köyün yakılıp yıkılması bu yılda oldu. Binlerce faili meçhul cinayet bu yılda gerçekleşti. Binleri aşkın gerilla bu yıl için şehit oldu. On bini aşkın insan tutuklandı. Zindanlarda, eşine ender rastlanır bir yılın işkencesi oldu. Ama tüm bunlar neyi kanıtladı? mücadelemizin büyüdüğünü, halkımızın büyüdüğünü, kırıp dökmekle bitmeyeceğini kanıtladı. Ne kadar şehit varsa, o kadar güç vardır; ne kadar yakılıp yıkılma varsa, o kadar bilincine kavuşan, umuda kavuşan halkımız vardır. Zindanın ordusu vardır. Biz onları yaşadığımız için kaybetmiyoruz. Şehitleri kayıp olarak görmüyoruz, zindanı kayıp olarak görmüyoruz. Yakılan yıkılan köyleri kayıp olarak görmüyoruz.
Ancak ne zaman kaybedilir? Eğer sonunu getirmezsek, eğer irade bükülürse, eğer teslim olunursa, o zaman her şey kaybedilir. Ve görüyorsunuz ki, irade çok sağlam, teslimiyet yerle bir edilmiş, umut Ağrı dağı kadar yücelmiştir. Şehitler daha da fazlalaşabilir, bütün Kürdistan’ın köyleri, kentleri, alanları da yıkılabilir. Ama bu sadece daha fazla savaşan bir halkın ortaya çıkmasıdır. Biz bu temelde bu yılın kesin kazanıldığını söylüyoruz. Bunu bütün dost da, düşman da biliyor.
Düşman biraz halkı aldatmak için, biraz da yüreğine su serpmek için kayıplarımızı farklı veriyor. Hayır! Kürdistan tarihinde ilk defa, bu kayıplar en büyük kazanımdır. Daha şimdiden kazanımlara dönüşmüştür. Tanıdığımız büyük şahadetlere eğer bağlı kalınırsa, her birisi yaşayan gerçek bir komutandır. Her faili meçhul cinayete kurban yurtsever hatırlanırsa, büyük bir yurtseverlik kaynağıdır. Her yıkılan Kürt köyü, gerilla için daha fazla açılan bir alandır. Hiç kaybedilen bir şey yok! Bu, bir teselli mesajı da değildir. Sizlere söylediğimiz savaşın gerçekleridir; kaybedilmeyen savaşın, kazanma şansı daha fazlalaşan savaşımımızın gerçeğidir. Bu temelde 1995’e giriyoruz.
Diyoruz ki, 1995, 1994’te kazanılmıştır. 1995’e de sığdıracağımız başka görevler, başka savaşlar, başka kazanımlar yok mudur? Var, hem de daha da fazla. 1994’ün sonuna kadar olanı bir tarafa koyalım, 1995’te olacağı diğer tarafa koyalım. Şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki; 1995 kazanımları bütün geçmiş yılların, bütün PKK tarihinin kazanımlarından daha fazla olacaktır. Bunun sözünü veriyoruz.
1995 yılında neler olacaktır?
Her şeyden önce, bugünlerde partimizin V. Zafer Kurultayı, hedeflerinde halkın iktidarının bir parçasını oluşturma kurultayı olarak şanslı bir çalışmaya kavuşmuştur. Bu çalışmamız, ülkemizin kurtarılmış kutsal topraklarında, silahlarımızın koruması altında gerçekleşirken, denilebilir ki, bin yıldan fazladır tarihimizin altını-üstüne getirerek, insanımızı kılcal damarlarına kadar çözümleyerek, hastalık adına ne varsa onları açığa çıkartıp gidererek, sağlık için, sağlıklı yol adına ne varsa onu da öngörerek, kendimizi son derece sağlıklı bir bünyeye kavuşturmanın çalışması olarak, bu Kongreyi gerçekleştiriyoruz.
Bu Kongre; bir zafer kongresidir, bir iktidar kongresidir. Gerilla ve hareketli savaşın ordu kongresidir. Bu Kongre; kurtarılmış bölgelerde bir parça iktidar kongresidir. Bu Kongre; kurtarılmış bölgelerde halkımızın ulusal iradesinin meclisi kongresidir.
Ülke İçinde ve Dışındaki Değerli Tüm Halkımız!
Bu yıla temel vazgeçilmez haklarınızın gerekleri için, temel görevlerine bağlı yaşama geçiyorsunuz. Yaşam, artık bundan sonra PKK öncülüğüdür, PKK öncülüğünün gerilla ordusudur, onun askeri olarak da düşmanı büyük çaresizlik içine itecek hareketli savaş dönemidir. Bu sizin en temel, bütün yaşamınızı belirleyecek bir savaş yılıdır. Yurtdışındaki halkımız için bir Sürgün Parlamentosu geliştirirken, aynı yıl içinde onun Ulusal Kongresi de ülkemiz içinde, kutsal vatan topraklarında ve bütün Kürdistan parçalarını kucaklayacak bir biçimde gerçekleşecektir. Bu meclisin bir yürütme gücü, bir hükümeti, bir devrimci hükümeti de ortaya çıkacaktır. Artık kendimizi, kendi iktidarımıza da hazır görmeliyiz. Başka iktidarlar, başka düzenler bizim iktidarımız, düzenimiz olamaz.
Bize her zamankinden daha fazla yakın olan kendi öz düzenimiz, öz iktidarımızdır. 1995’te buna her zamankinden daha fazla yakınız ve küçümsenmeyecek adımlarla bu yılı halkımızın iktidar yılı, halkımızın öz düzeni yılı haline getireceğiz. Tüm dostlarımız da bilmeli ki, böylesine bir devrimi öngörmekle, halkımızı böylesine bir devrimle ayağa kaldırmakla ve küçümsenmeyen başarıyı bu yıla taşırmakla, onlara da en layık olanı, bize olan umutları, onun gereklerini yerine getirmiş oluyoruz.
Dostlarımızın güvenlerinde haklı oldukları çok açık ortaya çıkmıştır. İnançlarını, dayanışmalarını daha da arttırsınlar. Başta Türkiye halkının kendisi olmak üzere her ulus, onun ilerici, vicdanlı, sorumlu temsilcileri bilsinler ki, kazanan Kürdistan halkı, kazanan Türkiye halkıdır. Kazanan Kürdistan Devrimi; gerçekleşen Türkiye Devrimidir. Ne kadar zalimlerine karşıysak da, bu zalimlerin halkımızdan daha fazla kendilerinin de zalimi oldukları açıktır.
İşte diyoruz ki, 1995, aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan halklarının da onurlu, eşit ve özgür birliğine en yakın olan bir yıl olacaktır. Türkiye halkı bundan emin olmalı, bu güvenle kendi zalimlerine, sömürücülerine karşı gerekli adımları başarıyla atmalıdır.
Biz 1995’in barış, demokrasi ve siyasal görüşme yoluyla sorunların çözüldüğü bir yıl haline gelmesini istiyorduk. Çağrı üstüne çağrı yaptık, ama düşman her zaman dedi ki “zayıflamışlar”. Hayır! bu zayıflamanın bir işareti değil, güçlü olmanın bir işaretidir. Zayıf olanlar başka tür konuşur, Türkiye halkının da gözyaşına, kanına mal olan bu savaşın durmasını, sorunların çözümünün siyasal yolla anlam bulmasını istedik. Ama onlar asla buna inanmak istemediler, asla kendi halklarının da özlemi olan bu yolu benimsemek istemediler. Tam tersine çıkmak için ne lazımsa onu yaptılar. Kar-kış demeden, bu yılbaşına bile girerken, yüzü aşkın halk evladı askerin canına da kastettiler. Bu anlamda da bunlar vicdansızlar. Ama bu savaşta ısrarlılar. O zaman bizim içinde onurumuz olan, onsuz yaşamamızın imkanı olmayan özgürlüğümüz için, kimliğimiz için savaşmaktan başka çaremiz yok.
Biz savaşı hep böyle ele aldık, bundan sonra da böyle sonuçlandırmak için her şeyimizi ortaya koyacağız. İlk defa 1995’te güzel savaştıracağız, başarı oranı çok fazla olan, kayıp yönü az olan, hatası-eksiği en az olan, doğrusu-tamamı fazla olan bir savaşı vereceğiz. Partimizin içinde geçmişte çokça yaşadığımız eksiklikleri, hata ve yanlışlıkları bu yıl içinde tekerrür ettirmeyeceğiz, ettirmeye fırsat vermeyeceğiz. Yine gerillamızın eskiden çokça işlediği hatalara, yanlışlıklara fırsat vermeyeceğiz. Savaş, daha çok kurallarına uygun gelişecek, partimizin doğrularıyla gelişecektir. Bu tedbiri çok iyi aldık.
Buna dayanarak diyoruz ki, partimizin öncülüğünde, halk ordumuzun savaşçılığıyla, 1995 güçlü kazanılacaktır.
Aynı zamanda sosyalizm bayrağını da uluslararası alanda dalgalandıran bir parti ve onun savaşçısı olmaktan da büyük kıvanç duyuyorum. Uluslararası sosyalizmin daha bir cesaretlenme, daha bir yetkin, dayatıcı, sosyalist karşılaşmaları da bu yılda çok güçlü gelişme gösterecektir. Bu temelde de uluslararası güçlerin, dostlarımızın umutları artacaktır. Destek ve dayanışmaları gelişecektir. Çok iyi biliyoruz ki, halkımızın özgücü, bütün dünya da birleşse, bu haklı vazgeçilmez amaçlar temelindeki zafere yetecektir. Zafere kadar bu sürecektir.
Bu temelde 1995’in halkımızın, tüm dostlarımızın, parti ve ordu güçlerimizin başarılarıyla dolu bir yılı olmasını diliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Reber APO
31 Aralık 1994
- Ayrıntılar
Amansız Birbirine Eklenen Halkalar Sistemidir
PKK’nin kendisini resmen ilan edişinin 20. yılına girerken ortaya çıkardığı büyük gelişmelerle birlikte eski toplumun bütün lanetli, oldukça tehlikeli yaşam ve dolayısıyla savaş üzerindeki bozucu etkileri en çarpıcı bir biçimde devam etmektedir. Hatta en son düşmanın kendi ordusundaki durumu göstermek için götürdüğü gazetecilerin dile getirdiklerinden anlaşılıyor ki bizim çözümlemelerimizin bir orduyu halk içinde ve taktik tarzda, yaşamda ve savaş kurallarında büyüten, geliştiren ne varsa alıp uyguluyormuş. Tam tersine düşmanın eskiden içinde bulunduğu halk karşıtlığı, inançsızlığı ayriyeten kendi içindeki soğuk ve salt emirvari yöntemlere dayanan yaşam ve ilişki tarzı bize bulaşmış. Bizim öngördüklerimizi esas alırken kendisinin bütün olumsuzluklarını bize dayatıyor ve maalesef bunları siz yoğun bir biçimde yaşarken farkında olmayarak düşmanı böyle yaşatmaya cesaret edişinizi yorumlamak bizim için çıldırtıcı olmaktadır. Nasıl bu hale geldiniz, neden kendinizi bu durumda dayatıyorsunuz onu çözmeye çalışıyorum.
Düşman bile bizden bu kadar öğrenip uygularken sizin kalkıp da düşmanı taklit etmeniz yenilir yutulur bir şey değil. Nasıl hesap vereceksiniz? Tek kelimeyle izah etmekte güçlük çekiyorum. Gerçekten özgür insan olmanın bütün esaslarına karşı bir çelişkiyi dayatıyorsunuz. Bu tipik düşmüş kavimlerin, düşmüş toplulukların içinde bulunduğu durumu ifade ediyor. Temel insani değerlere kutsal, ilkesel ve yüceltici ruhu ve iradeyi büyüten yıkılmaz, kırılmaz kılan ne varsa onunla oynamayı korkunç bir alışkanlık haline getirmişsiniz. Son dönem dayatmalarınızın özü budur. Bütün önüne geçme çabalarımıza rağmen içinizdeki düşman adeta ahtapot gibi bir kolunu vuruyorsun diğer kolunu uzatıyor, bir türlü öldürülemiyor. Tıpkı kırkayağa benziyor, bir tanesini vuruyorsun ertesi gün yeni bir tanesi ürüyor. Basit yaşama, basit ölümlere o kadar alıştırılmışsınız ki ne bir dinde, ne bir felsefede bunun yerini bulmak mümkün değildir.
Halen sıradanlaşmayı, yaşamla oynamayı sanki normalmiş gibi vazgeçilmez bir kişilik özelliği olarak sürdürüp gidiyorsunuz. Bu ne cesaret? Tüm insani değerlere karşı mutlak bir imhanın yürüdüğü bir yerde, bir savaş ortamında neden yıllardır öğrenemiyor ve toparlanmayı bir türlü gerçekleştiremiyorsunuz. Toplum içindeki lanetliliği anladık, ama içimizdeki lanetliliği bundan daha tehlikeli konumlarda sürdürmek, bencilliğin bu biçimleri, neredeyse yoldaşına düşman olmayan bir tek kişi yok. O da şu nedenle; “benim yerim ne olacak” diyor, bu kadar benlik sevdası yaşıyor. Çok açık, bu benlik geliştirilecek olan bırakalım bir ordulaşmayı, bilmem bir özgürlük eylemini, kurtlar sürüsü bile böyle birbirini yemez. Size bütün bunlar basit gelebilir, ama çözümlemelerde ortaya çıktı ki, en benim diyen komutanınızın bile işi gücü düşmanlığı çok tehlikeli bir biçimde körüklemekten, bunun teori ve pratiğini derinleştirmekten başka bir şey yapmadığı halde, halen hak hukuk peşinde, halen ben ne olacağım, halen gözü doymaz bir biçimde değerlerin gaspı özlemindedir. İnsanin nefsi kirlenir, insanin ruhu kirlenir de bu kadar nasıl oluyor? Hem de komutanlık adın birazcık tedbir alsa, biraz vicdani, biraz imanı olsa kesinlikle ne bu kadar acılarımız, kayıplarımız olur, ne de yaşama karşı biz bu kadar tepkili hale geliriz.
Açıkla diyoruz; bu kimden kalma? Bahane arıyorsunuz. Nereden aldın bu terbiyeyi? Büyük namussuzluk içimizde kendini böyle yaşatıyor. Fitne, adeta yüreği karaçalı, diken gibi batmaktan başka hiçbir özelliği olmayan. Kendini içimizde yaşatmakta hak sahibi gibi görüyor. Çılgın mı bu adam? İnsan cahil olur, fukara olur da bu kadar olmaz. Diğer yanda sözüm ona dürüst aptallara, kölelere baktığımızda bu da tam bunun zemini. Bırak başarıyı kendi can kaygısını bile başaramıyor. Kendini yaşatmanın, çok rahat alınacak tedbirlerini almaktan vazgeçiyor. Hayret ettiğim o ki bizim en erken yaşlarda sorguladığımız yaşam gerçeğini, siz nasıl utanmadan halen yaşamaya cüret ediyorsunuz. Size lanetliliğin bütün baştan çıkarıcı etkilerini herhalde yedi yaşınızdan itibaren vermişler, sizi bu hale getirmişler. Dediğim gibi, psikolojide de söylenir; “insan yedisinde neyse yetmişinde de odur.” Bu çok acı bir durumdur.
Kendimi an be an çözümlüyorum. Doğru yaşamaya ulaşamazsam, bir fikir noksanlığını taşısam o gün kendimi bitiririm. Sizin her şeyiniz eksiklik, yanlışlık oluyor, sonsuza dek onunla yaşamak sizin için artik bir kader gibi. Bu ruhla veya bu ruhsuzlukla bu savaşımın içine girilemez. Yalnızca sıcak savaş cephesinden bahsetmiyorum. Hep açıklıyorum; bizim yaşamımız bütünüyle savaşmaktan ibarettir. Her şeyden önce fikrin esasi vardır, onu temel adlim. Ruhum da değil böyle dikenli, kara yüzlü olma, ruhum muazzam bir aydınlatma içindedir. En güzel duyguları ve bütün zulümleri yıkacak kadar bir iradeyi yakalamadıkça o gün kendimi yaşamış hissedemem. Siz bütün bunları bir tarafa itiyorsunuz. Bizi biz yapan veya esasta Partimizin tümüyle yükseliş gerekçesini siz tanınmaz hale getiriyorsunuz. Dediğim gibi, düşmanın bile uzaklaştığı tehlikeli yaşam, hatta savaş özelliklerini kendimize, halkımıza dayatıyorsunuz. İnanılmaz bir şey ama gerçek. Yalnız özel savaşla karşı karşıya değil, içinizde nasıl bu kadar etkili olmuş, nasıl kişiliğinizi bu kadar açık bıraktınız, şaşırmamak elde değil. Onun için ben söylemiştim, hep söyleyeceğim yanlış doğmuş, yanlış büyümüşsünüz. Keşke doğmamış olsaydınız. İnsan bu kadar yanlışlıklarla nasıl yaşamaya cesaret eder. Büyük suç, büyük hakaret yer yarılsa da insan içine girse.
Kısaca lanetli kavimlerin tehlikeli isyan dönemlerini çağrıştırıyorsunuz. Size normal gibi geliyor, ama olmaz. Siz bu PKK’nin kitabını anlamamışsınız. PKK’nin kutsallığı, iman düzeyi, PKK’nin taktik savaşı, günlük uğraşı düzeyini de anlamamışsınız. Bu belayı bir an önce ortadan kaldırmamız gerekiyor. Düşmanın kendisinin bu barbar özelliklerini, en pis kalıntılarını bu büyük yüce harekete dayatmak şurada kalsın, bir an önce kesinlikle atmak zorundasınız. Bu bir dayatma filan değil, bu laneti savunmanın hiçbir yönü olamaz. Serseriler de böyle olamaz. Ben bunun izahını ne bir kitapta, ne de toplumsal hiçbir gerçeklikte bulamıyorum. Bunun izahı şu: Devrimin yüceltici etkisiyle düşmanın gerçeğimizde özel savaştan da öteye, günlük insan vurma taktikleri değil de, yaşam alışkanlıklarındaki kıskacın altında siz bir şeyler temsil ediyorsunuz, karıştırmışsınız bir şeyler oluyor size. Ben hiçbir zaman yaşamı böyle ele alamam. Yani bu yaşıma gelmişim sizin gibi bir saniyemi bile asla yaşayamam. Bana göre yaşama en büyük hakaret bu tarzla ayakta kalmaktır. Düşünün, söyleminizden, yürüyüşünüzden halk rahatsız ve başarı değil, başarısızlık getiriyor. Bundan kendinizi sorumlu tutacaksınız. Bu parti hiçbir zaman bunu hak etmedi. Bu kadar acıya dayanabilen, direnebilen ve bu kadar mucizeden de öteye bir çabayla işleri bu noktaya getiren bizlere de, sizin bu dayatmalarınız en büyük hakareti ifade ediyor.
Gelişememek hakarettir, başaramamak hakarettir. En şirin bir yoldaş haline gelememek hakarettir. Siz çok tehlikeli bir gerçeklikte oynuyorsunuz. Ne kadar yüceltici kutsal yönleri olan bir çalışmayı ortaya koyuyorsak şu anda musallat olunan budur. Çok iyi biliyorsunuz ki düşman bırakılmış, bu değerlere musallat olmuşsunuz. Yetki savaşı, kariyer savaşı, komuta savaşı adi altında düşman ortada yok, değerlerin bozulması savaşı var. Bunları anlamak da istemiyorsunuz, işin en acı tarafı kendinize göre gündeminiz var ve kemirici kurtlar gibi hep onu yiyorsunuz. Bir nefsini ıslah etme, iradesini geliştirme, işleri güzelce yapma denilen olaya yaklaşmak istemiyorsunuz. En değme komutanımıza bakıyoruz, nasıl yoldaşlarının üzerine, keyfi iradesini dayatır, nasıl ölüme gönderir, nasıl hiç başarmadan o değerleri kendine mal eder, fikri-zikri bu ve birçok açık ortaya çıkıyor. Önce Partinin bütün yüceltici etkilerine karşı uzlaşıyorsunuz, en karşıtları dahil Partinin bütün yüceltici ideolojik ve örgütsel pratik hattı çiğnendikten sonra, onun kuralları bir tarafa atıldıktan sonra ikinci düzeyde sıra birbirlerinize karşı geliyor. Bu sefer kim kimi halt eder. Bütün hünerlerini birbirlerine karşı kullanıyorlar ve o da bittikten sonra, birisi bitip sözüm ona hakim olup, iktidar olduktan sonra, üçüncü aşamada sıra kendisine geliyor. Yani nasıl ölecek? Çok kötü bir ölümle kendisini noktalamak, böylece üç aşamada bitişi gerçekleştiriyorsunuz. İnanılmaz bir şey bakin pratiğinize hemen hepsinde ağır basan yön bu üç aşamada kendini gösteriyor.
Bütün bunları söyleyeceğim. Korkunç bir duvar oluşturmuşsunuz, çarpıp geri dönecek, ama bu bir gerçek. Ülkenizde nefes bile alamıyorsunuz, savaş birliklerinde bir, iki adim yol bile alamıyorsunuz. Bütün kayıplar son süreçlerde en basit bir yol yürüyüşünde adımların bile savaş kurallarına göre atılmadığını gösteriyor. Yaşamda hepsi öfkeli, konuşmalarımın ağırlıklı bir bölümü, yüzde doksanı küfürle geçiyor. Çünkü yetersizlikleri, yönetim bozukluklarını had safhaya vardırmışlar. Hatta düşman ordusuna bakıyorsun, generaller aynen şunu söylüyor; "eskiden bizde asık süratlilik hakimdi, şimdi erlerimizle sıcağı sıcağına ayni çadırda kalıyoruz” diyor. Halk içinde “eskiden bunlar PKK’lidir, düşman gibi üzerine gidiyorduk. Şimdi hepsinin ayağına kadar gidiyoruz, hepsi şu anda bizi istiyor, PKK’yi değil” diyor ve "gerilla taktiklerini, pusuları, gözetlemeyi nefes nefese araştırmayı biz yapıyoruz” diyor. Bizim bütün olumlu özelliklerimizin hepsini düşman ordusu şu anda kendisine mal etmiştir. Bizimkilerinde yaptığı serserilikten başka bir şey değildir. Halen şunu kanıtlamaya çalışıyorlar; başka türlü olmaz. Sen kimden öğrendin başka türlü olmazı? Sen bir defa kimsin, nesin, kaç paralıksın bunu ölç biç diyoruz, yok! Eline sözüm ona bir yetki geçirmiş, hepsi hikaye aslında, ondan da bir şey anladığı yok. En iddiasız yaşamı, en sıradan yaşamı yürütüyor. Ülkesinde hiçbir gözü yok. Kendi yoldaşının hiçbir kıymeti yok. Bir savaş kuralının disiplinlice uygulanmasında hiçbir iddiası yok. O zaman kendini ne yapacaksın? Sorarım size; bu kişilikle halen nasıl yaşıyorsunuz? Bunun kendisi bile insanlığa büyük hakarettir. Gelişememenin teorisini yapmak, bozgunculuğun teorisini yapmak bizdeki en tehlikeli düşmanlık değil mi? Bütün raporlarınıza bakin, hatta günlük duygu düşüncelerinize bakın, kemirmedir. Daha da derinliğine ele alınsa özellikle toplumsal olayımızdaki düşmanın bu aile, kabile, aşiret kişilikleri biçiminde körüklediği bin yıldır beyinin de, yüreğin de bin defa yaptığı ve birbirlerine karşı kışkırttığı bir defa değil, binlerce defa oluşturduğu kişiliğin hortlatılmasıdır.
Sen şuna saldıracaksın, buna saldıracaksın; ajanlıkta değil, sıradan bir işbirlikçilik olsaydı biz ona da razı olurduk. Ama sen şöyle soyuna ihanet edeceksin, sen şöyle yaşamı rezil edeceksin, çok kötü bir çirkinliği kendine çok güzel yakiştiracaksin, bin yerden bir birbirinizi yiyip tüketeceksiniz örgütlenmeden bahsetmiyorum, tabii siyaset filan da yok burada herşeyinle bir diken gibi batacaksın, işte "iyi Kürt sen busun, devam et işte". Bin yılların hikayesini böyle PKK’ye de bulaştırdınız. Ata ideolojisi ki işte en büyüğü de Barzani, diğerleri de kulları. Ben yalnız bunlarla savaşa savaşa buraya geldim, savaşımımı kendimi tanıdığım ilk günden bugüne kadar bu olumsuzluklara karşi vererek geldim. Tekrar tekrar vurgulayacağım sizin yanılgınız burada. Benim savaşımım nedir? İşte gördüğünüz gibi, şu anda büyük bir olay haline gelmişiz; bir iddia da değil, bir kitle hareketi, bir halk hareketiyiz. Şimdi ya bunu tanıyacaksınız, gereklerine uyacaksınız, ya da bu savaşımın nerede olursanız olun hedefi haline geleceksiniz. Biz atadan kalma yaşama müsaade etmeyiz. Biz bunu on yaşımızda karşımıza aldık. Şu anda sizin yaşadığınız bu tarzı ben on yaşımda yerle bir ettim, böyle büyüdüm. Sen yanlış büyümüşsen bana ne. Seni fitne fesat temelinde büyütmüşler, seni zavallılık, inkarcılık temelinde büyütmüşler, ruhsuzluk, çirkinlik biçiminde büyütülmüşsün.
Peygamberde hitap ettiğinde "bu cehaleti, cahilliği, münafıklığı terk edin" demişti. Bilindiği gibi kitaplarda var, okuyun, PKK’li olamıyorsanız hiç olmazsa dindar olun. İyi bir Hıristiyan da olsanız razıyım, iyi bir Müslüman da olsanız razıyım. Ama bu münafıklığa asla razı değilim. PKK dinin ki onun tüm olumlu özelliklerini esas almakla birlikte yetmediği, mevcut reel sosyalizminde yetmediği hatta onun üstünde yer alan bir harekettir. Onların varsa olumlu yönlerini alan ve birde kendinden bir şeyler katan bir harekettir. İncelemeyi neden durdurdunuz? Yıllar geçti, bakın ben tek başıma milyonlara öğretiyorum, halen bıkmadım. Siz kendinizi eğitemiyorsunuz. Peki, kimsiniz, hangi taifedensiniz? Eskiden hangi kabileden, aşirettensiniz, hangi kavimdensiniz derlerdi. Sınıfınız hangisi belli değil, ama bu sorular yakıcıdır.
Diğer bir kusur şurada; mal edilecek bir takım değerler yaratılmış şu anda bunları kemirme savaşı var ki dikkat edin şu anda paylaşılacak fazla bir şeyimiz yok açık söyleyeyim ben eskiden anamın yaptığı yemekleri bin kez özlüyorum. Bugün PKK’nin zenginliği deniliyor ancak mücadele için bir şeyler yeniyor yoksa tadı zevki yok. Sizin üzerinde paylaştığınız şeyler bana çocukluk günlerimin özlemlerini hatırlatıyor. Neden, çünkü bunlar kan değerleridir ve ancak büyük bir savaşçılıkla yenilip, yutulabilinir, başka türlü kan içmiş olursun. Bu kadar savaşmama rağmen ben halen kendimi doğru dürüst yaşatamıyorum. Bu kadar şehit, bu kadar yoksul halkın emekleri karşılığında yemeği bile fazla buluyorum, onun için midem çalışmıyor. Midem daha çok kabul edilebilecek basit şeylere çalışıyor. Fizyolojik bir olay bile bu kadar şartlanmış. Hele Önderlik adına yersiz bir tek söz söylemem, hele böyle büyük yanlışlıkları yapmam, kelime düzeyinde, adım düzeyinde bile mümkün değil. Birde kendinize bakın, o zaman dehşeti görün. Halen bunları biraz kendimde örgütleyip uyanık kılmasam, beni bitirebilecek bir biçimde dayatıyorsunuz. Neden sizin gibi, Kürt olayında ciddi bir kişilik çıkmıyor? Bu ruhla çıkmaz. Neden ünlü bir komutan çıkamıyor içinizde? İşte ünlü komutanınızı gördünüz, her gün seyredin çok güzel. Evet, sözüm ona en yamanı, kendini en çok beğeneni, işte ortada neden kendinizi sorgulamıyorsunuz? Sizi adam asker yerine bile koymuyor, “susuz götürüp susuz getiriyor.” Bizim genel bir korkumuz, etkimiz olmasa da sınırsız öldürmede dahil tasarrufatta bulunuyor. Kızları en genel düşmüş insanlardan daha kötü kullanmaya yelteniyor ve siz sadece hayranlık duyuyor seyrediyorsunuz. Peki, o zaman insanlığınızı nasıl savunacaksınız? Hani özgürlük savaşçısıydınız? Burada büyük bir gaflet ve yanılgı içinde olduğunuz çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmıştır. Demagoji yapmakla bilmem kendi kendini aldatmakla insan cevap olamaz.
Yiğitlik nedir günümüzde? Yiğitlik günümüzde; temel doğrudan, temel tutumdan taviz vermemek, onun cesaretini ve çabasını sürdürmektir. Tek bir yiğit insan çıkmıyor. Olgun, dirayetli ne yaptığını bilen ve biraz düşmanıyla savaşabilen. Söyleyin bakalım, kim var içinizde böyle. Birde yaşam, kadın-erkek, duygu falan diyorsunuz, Allahın zavallıları siz ayakta duracak halde değilsiniz. Ben böyle olsam kadınlığımı da, erkekliğimi de iki günde dinamitlerim, zaten ilk günden beri dinamitlemişim. Nefse bak! Zavallı düşmanın her türlü hakareti, ölüm tehlikesi altındadır, gözünün içine ölüm girmiş halen kendine göre yaşamaktan bahsediyor. Ben bunlara itiraz etmiyorum, günlük olarak karşınızda, ama ısrarla şunu dayatıyorsunuz: "Sen bırak" diyorsunuz, ben yine yalanı mı sana yutturayım? Ben bir doğru üzerine ne kadar göz gezdirdim bilmiyor musunuz? Beni hiç tanımıyor musunuz? Sersem adamlar, ancak fukara analar diyeceğim. Onları söz konusu etmemek lazım. Sizin öğrendiğiniz anaokulları başka okullar, sizi çok kötü kandırmışlar. Bizim öğrenme tarzımız farklı. Çok önemli bir şeye karar verişinizin altını mutlaka eşeleyip bulmalısınız. Yoldaş olamıyorsunuz. Bırakalım yoldaş olmayı, böyle bir kemirme hareketidir sürüp gidiyor. Diğer geri kalanlar da dediğim gibi köle, iradesiz, en ufak bir şeyde çarpılıp gidiyor. Yiğit yok. İnsan biraz tartışma yürütürdü ve kendine çeki düzen verirdi. Nasıl yiğit insan olunur? Halkının yüreğine göre, yoldaşlarının yüreğine göre nasıl olunur, içinizde bunu hiç kendine soran var mı? Ben kendimi size dayatmıyorum, beni öyle beğenin filan da demiyorum. Ama benim kendime olan saygımın bir gerçeği olarak bu kadar ciddi olmamıza rağmen halen dikkat ederseniz, düşmanımın bile benim için saygılı olduğu çok iyi bilinir. Nereye gitsem ki hiçbir imkanla bir yere gitmiyorum gittiğim her yerde bir bakış açısıyla ve iğne ucu kadar bir fırsatı yakalarsam, bir çabayla gidiyorum. Bunun dışında benim hiçbir olanağım yok. Bir yetkiyle, sizin gibi o çok taptığınız bir komutanlıkla, hazır bir kuvvetle ben hiçbir yere gitmem. Benim şu ana kadar gidişlerim hep bir bakış açısı altında, bir çabayla bir şeyler yaratmak içindir. Açıktır ve gözlerinizin önündedir. Hanginiz böyle yapmayı esas alıyorsunuz? Bir güne hanginiz böyle başlamak istiyorsunuz? O zaman neden kendinizi beğeniyorsunuz? Diğer bir nokta, hiç mi yapacak sağlıklı bir işiniz yok? Gerçekten çoktan öldünüz mü? O bazı tarikat üyeleri var Amerika’da, toplu intihar yaparlar, eğer bakış açısında tamamen ölüm mevcutsa, toplu intiharlar gerçekleştirin. Nitekim bizde de bu kayıplar bir nevi toplu intihardır. Onun bir değeri vardır, ama böyle pespaye yaşamanın bir değeri yoktur.
Ben size intiharı öğütlemiyorum, ben size zapt edilemez yaşamı öğütlüyorum. Yaşamı erken yaşlarda istediğim gibi yaşamayacağımı anlayınca müthiş akıllanma, iradelenme yolunu tercih ettim. Bakın siz bu konuda gerçekten büyük bir duyarsızsınız. O yaşlarda bir baktım ki benim yaşam olanaklarım aile bünyesinde, köyde, toplumda çok sınırlı, hemen tespit ettim. Baktım ki, şunu bunu yardıma çağırmakla, şuna buna yaranmakla hiçbir yere varılmaz. Bunu gördükten sonra tümüyle kendime yüklendim ve öğreneceğim dedim. Ondan sonra toplumun iyi görmediğini yapmayacağım, ama ki toplumun da gidişatı iyi olmadığı için yeni bir yol arayacağım. Yıllarca bununla kendimi yaşattım. Herkesin yaşadığını durdurdum kendim için. O sizin yaptığınız halen gözümüzü bile çıkarmak istiyorsunuz ya ben en erken yaşlarda onları tuttum “dur” dedim. Mümkünse bir insana büyük değer vereceğim. Bütün bilim kitaplarında artık hangi dinde, felsefede olursa olsun öğrenilene göre iyi şeylere göre bizim için bir yaşam yolunun bulunup bulunamayacağını soruşturdum. Doğruları buldukça sağıma soluma söyledim. Onun için de pratikte iş yaptım.
İnsan canlısıyım. Doğrular temelinde her insanla bitmez tükenmez çabalarla birleşebilmeyi esas aldım. Şu anda benim gücüm ne bu örgüt, bu ilişki arayışı ve ne de bu doğrularla. Ne ile derseniz: Dille, gerekirse milyonlarca tekrarlamayla. Yaşam savaşının böyle geliştiği açık, kendinize bakın, sorgulamayı duyuyor musunuz? Tüm yanlış yollara girmişsiniz, bir "dur" demeye hareketiniz bile yok, kendinize ilişkin cesaretiniz yok. "Bazı temel doğrulara kendimi yatıracağım, şu yanlışı yapmayacağım, örgüt içinde yanlışlık yapılırsa da yapmayacağım" diyen var mı içinizde? En akıllısı da dahil, geçen gün artık şunu demekten kendimi kurtaramadım: “Bakın yeter, sizi dinleye dinleye yirmi beş yıl geçti, ya çekil git, ya da kafana kurşun sık bir daha benim karşıma böyle çıkma, bile bile başarısızlıklara yol açıyorsun, ne diye kem küm ediyorsun" dedim. Adam gibi görevlerine sahip çık, bir şeyler yap, yapamıyorsan git. Mülteci kampı var, git orada yaşa. Yücelik adına, komutanlık adına böyle durma diyorum. Ölü mü, canlı mı bilemiyorum, ama elinden yine hiçbir şey gelmiyor. Yol yöntem gösteriyorum, savaş etrafında bu kadar kötülük yayan kişilik var diyorum, hakim ol. Aynı cümleyi okuyor, tekrar ediyor. İşte PKK’deki aşınım. PKK’de neden sağlam merkez olunamıyor? Neden zafere göz dikmiş bir komutan, bir birlik ortaya çıkmıyor işte izahı buralarda.
Esas kişiliğini, kimliğini ifade eden Haki’lerden tutalım, öldüklerinde bile kendilerini borçlu hisseden ve gerçekten o günün imkanlarına göre çok büyük başarı olmasa da, yanlışlara değil katılmak tek bir sözcükle bile yoldaşını yormayan, zorlamayan ve hep etrafına gücü oranında bir şeyler verebilecek bu kişiliği temsil ediyorlardı. Şimdi halen mevcut olan bizim içimizdeki yönetim midir, kadro mudur, komutan mıdır, ne derseniz deyin. Ne öğretebiliyor, ne öğrenebiliyor. Sözü zehir zemberek, davranışları da imhaya götürüyor. Düşman bizden öğrenmiş, oldukça başarmış, bizim tarzımızı uyguluyor. Eğer bunu aşamazsak çok tehlikeli bir durum. Kesin söyleyeyim ki ben biraz dayanıyorum. Benden yirmi dört saat sonra öyle yaşayacağını hatta bir şey başaracağını sanan varsa kesinlikle biter. Kendinizi aldatmanıza hiç gerek yok. Hiç ertelemeksizin eğer içinizde yaşamak isteyen varsa mutlak bir düzeltmeyi bu nefsinize yedireceksiniz. Özgürce ve savaşla olacak. Nedeni şurada burada hiç aramayacaksınız, kendinizde arayacaksınız. Anlamadık, duymadık demeyin, bakın ben açık geliyorum. Her geliş ciddidir, burada ben nasıl adam gibi karşınıza çıkıyorsam sizde adam gibi karşımıza çıkma dürüstlüğünü göstermelisiniz, ama adam gibi. Şarlatan, kof, dediği hep yalan çıkan kişiliklerinizi görmek istemiyorum. Çaresizliği de görmek istemiyorum. Neden yanımıza geliyorsunuz, biz burada ayı mı oynatıyoruz? Çok tarihi, çok hayati konuları dünya alem tanıyor, neden siz hala tanımıyorsunuz? Ben doğruları size göstermiyorsam hepiniz benden daha güçlüsünüz, hepinizi eleştiriyorum, birleşin, karşıma çıkın.
Demek ki benim bir tane yanlışım sizin seksen tane doğrunuzdan daha güçlüdür. Demek ki doğruların gücü bu kadardır. Burada neden destan yazmıyorsunuz demiyorum. Neden birden büyük, yiğit kesilmiyorsunuz demiyorum. Hayır, bunu söz konusu etmiyorum. Benim söylediğim açıktır: Nefsine hâkimiyet, doğrulara hâkimiyet; ister savaşta, ister yaşamda net olabilmek kadar yılmadan yapılması gerekeni yapmak. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyeceksiniz. Her yerde, her zaman gerektiğinde benimde yanlışlıklarım, yetersizliklerim olduğunda bana yönelik olarak görevinizin bu olduğunu çekinmeden yerine getirmelisiniz. Sanıyorum söyleminizin altında diğer bir önemli etken de şu; esasta yaşamak istememek veya düşmanın bin bozduğu yaşamı biraz yaşayalım demek. Sigara misali ile tekrar örneklendirmek istersek; "bırak şu dumanla kendimi biraz sarhoş edeyim, yaşam bu kadardır benim için!" diyorsunuz. Buna karar vereyim mi? Bunu onaylayayım mı? Çirkin de olsa köylüler bunu söyler, hiçbir şeyleri yok, hep "yarabbi şükür" derler. Harap, bitap haldedir, her zaman "iyiyim" der. Nasılsın, "sağ ol" der. Ortada ne iyilik var, ne sağlık var. Yalan bir söylemdir tutturup gidiyor. Şimdi siz bunu dayatmak istiyorsunuz ki ben kolay kolay aldanamam.
Kendimi çoktan doğru fikirlerle büyütmüşüm, üstün yaşam tarzıyla donatmışım. Siz anlamak da istemiyorsunuz. İşte kara cahiller veya diğer deyişle Ebucehiller tarihte böyledir. Çok ilginç, ne kadar birbirine benziyor. Binlerce yıl o yüceliş hareketleriyle cehalet veya geri çekilen hareketler arasındaki savaşımdır. Sizi suçlamıyorum, sizin koşullarınız çok kötü. Yanlış dönemde doğmanız ve yanlış tarzda büyümeniz sizin büyük talihsizliğiniz. Açık söyleyeyim ben de anamla yıllarca uğraştım "neden beni doğurdun" diye. Taşlarla vura vura böyle intikamımı almak istiyordum. Çünkü bana göre bir çocuğa karşı bu büyük bir suçtu. Savaşımın en büyük gerekçesi, bu kabul edilemez yaşama karşıydı. Halen de dövüyorum. Dikkat edin, çekiç örsle vura vura bu yaşamı ister düşmanın şahsında, ister sizin iç gerilikleriniz şahsında ne hale getiriyorum. Halen de tatmin olmuş değilim, kinim öfkem daha da büyüdü. Kendi iradenize bakın. Daha bir şey yapamamışsınız. Hepsi yorgun argın, bıraksam bir yere ölüp gidecekler.
Tek başımaydım başladım, halen görüyorsunuz karşınızdayım. Ne kadar savaşmak istiyorum. Daracık bir mevzide olduğum halde her gün ne maharetler icat ederek savaşıyorum. Telesavaş diyelim dönemin tekniğini de biraz kullanarak telesavaşı nerelere taşırıyorum. Yani taktik hata yapmamak için çıkmıyorum. Yoksa bizzat hareketlenmeyle daha fazla gelişmeyi yol açacağıma eminim. Kemal Pirler beni yarım saat dinlemişlerdi ki, sene 1972'ydi, ilk defa birbirimizi görmüştük, Ben ayaktaydım, O da yatıyordu karşımda. Kıştı, soğuktu. O yatağın üstünde dinledi, ondan sonra bir karar verdi, gerçekten pir verdi ve tüm yaşamını da bir kahraman gibi yaşadı. Düşünün '72’de genel doğrular biçiminde birkaç şey söylüyorum; bu dönemde neredeyse her ay üç tane kitap değerinde değerli çözümlemeler yapıyoruz. Halen bir kulağınızdan girip girmediği de belli değil, diğerinden çıkması şurada kalsın.
Tuhaf bir şey gelişen özel savaşım veya her savaşta böyle olmuş, bütün devrimlerde de olmuş: İslam, Fransız, Bolşevik devrimlerine baktığımızda da böyle şeyler var. Şu anda Bolşevik devriminin başına neler geldiğine bakın, korkunç, en hain sefiller mirası tepip tepip yiyor. Mafyalaşmaya bakın, korkunç, en hızlı zenginleşme şu anda Rusya’da. Amerikan kapitalizmi ile şu andaki Rus kapitalizmini mukayese edersek; Amerikan kapitalizmi yedi suyla yıkanmıştır. En kara kapitalizm şu anda Ekim devriminin mirası üzerinde gerçekleştiriliyor. Fransız devrimi de öyleydi. Devrimin en büyük kahramanları Robespierreler gibi burjuvazi kendi diktasını kurmaya doğru gittiğinde, onun başını giyotine göndermekle işe başladı. İslam devriminde de öyle olmadı mı? Muaviye ve Yezid, İmam Ali ve İmam Hüseyin’in başını keserek bu saltanatı İslamiyet adına yükselttiler. Devrimlerin yanı başında böyle bir karşı devrim tehlikesi var.
Benim durumum biraz farklı. Ben kendime biraz hakimim. Tarihten ders çıkardığım gibi kendi pratiğime de çok duyarlı yaklaştığım için yüzlerce karşı devrimciyi ve onların küçücük kişiliklerini daha dogmadan beş paralık duruma getirdim. Yoksa PKK içindeki karşı devrimcilik hiçbir devrimci harekette yoktur. Hem yaygındır, hem amansız. Benim kendime ettiğim yeminler var, arkadan hançerlenmemek gibi. O yemin de ne demektir? Böylesi ihanetleri yememek için müthiş uyanıklık, duyarlılık, büyük hassaslıktır. İçinizde aldanmayınız var mı? Bırak aldanmayı, aldatmayanınız var mı? İkide bir benim gücümü soruyorlar: Benim gücüm hassasiyetimden kaynaklanıyor, benim gücüm çok tedbirli olmamdan kaynaklanıyor. Tedbir nedir? Tedbir aslında şudur: Kendimi hep anlayış ve onun gerekleriyle duyarlı hale getirmek, götürmek, yatırmak, kaldırmak, konuşturmak, çalıştırmak bu. Başka türlü önder yetişmez, başka türlü komutan olmaz. Siz kendinizi aldatıyorsunuz. Babanızdan öğrendiğiniz bazı yöntemler var, hatta bana göre köy muhtarlığı bile bu kadar ucuz elde edilemez. Durumunuz köy muhtarlığından da daha geri. Ne olacak haliniz? Tutarlı olacaksınız, duyarlı ve dürüst olacaksınız. Duyarlılığı, dürüstlüğü olan kişilikler sizin gibi asla olamaz ve kaybetmez de, bunu hep iddia ettim. Tek ihtiyaç duyulacak şey gün yüzünü görmek, nefes alıp vermektir, gerisi başarıdır.
Düşünüyorum, ben halkın içine gireceğim de, bir dost, hatta beni sevmeyen birisi bile etkilenmeyecek. Şu anda bütün yöneticilerimiz geldi, ağa geldi, muhtar keşke muhtar gibi, ağa gibi de olsa en kof, en komik öleni dayatıyorlar. Belki çoğunuz "vay nedir bu savaşçılık, nedir bu başımıza gelen" diyorsunuz. Tabi, er meydanında böyle olur. Biz hiçbirinize rica ederek, gelin bizimle savaşın demedik. Ben size herkes yiğit olamaz demedim mi? Ama kendinizi öyle sanıyorsunuz. Elbise ve silah oldu mu, geldi bizim gerilla! Kafanızı buna takmışsınız. Ben bile buna cesaret edemiyorum. Kolay mı sanıyorsunuz? Yönetim içinde öyle. Ben halen bir köylünün karşısına çıktığımda, neredeyse kalbim duracak. Ona gerçeğine göre doğruyu nasıl söyleyeceğim diyorum. Siz gidip yumruk gibi, nemrut gibi utanmadan, sıkılmadan adamın başına dikiliyorsunuz. Böyle yönetim mi olur? Düşünün, bakin bu toplumumuzda kaç tane kahraman, çıkış yapacak adam var. Özel tedbirlerim olmasa hepsi neredeyse ağlayıp kendini yere atacak veya fitne fesat hareketini gırtlağına kadar körükleyecek. Çünkü elinden ancak o gelir. Bölücülük yap, ahbap çavuşluk yap, basittir, bu konuda sabaha kadar tutulmazsınız.
Açık söylemeliyim şimdi bu işte ben sorumluyum, sorumluluklarımı gördüğünüz gibi temsil etmek ve gereklerini yerine getirmek zorundayım. Ben sizden korkayım mı, utanıp geri mi çekileyim? Sizin yaptığınız gibi büyük bir sorumsuzlukla mı karşılayayım olamaz mı? Siz peki nasıl geldiniz? Ben hiçbiriniz karşısında "zordayım, zavallıyım" diyor muyum? Askeri usullere göre, siyasal-ideolojik bütün yeterlilik düzeylerine göre karşınızda hazır değil miyim? Peki, siz neden bir kaç temel doğruda bile dayanamıyorsunuz? Gözlerinizden korkunç zavallılık okunuyor. Nereye giderse düşer ölür veya bela olur kalır. Hani büyük sözünüz? Zaten iddianız da çok zayıf. Neyi başarabilirsiniz diye düşünüyorum da, fukara halkımızı hep göz önüne getiriyorum. Düşmanın alıştırdığı bazı şeyler var, şu anda ülkemizde bir kapıcılık var. En değme sözüm ona kendini ağa sanan, daha dünün geleneğine göre onurlu sayan birisi bir iş için görüyorsunuz ki beş, on bin kişi koşuyor. Hayret! Tarihin hiçbir döneminde insanlar bu kadar işsiz değildiler. Anlayamıyorsunuz. Ben yolma da yoldum, pamuk da topladım, taş da taşıdım, kısaca işle ilgili ve çok ciddi olarak önemli işlerdir, baktım ki yollar tıkalı, bir iş nasıl yaratılır meselesine kendimi verdim.
Bu devrimcilik nasıl başladı derseniz; yolmayı en temiz yolardım, babam işime hep bakardı, kusursuz bulurdu ve tarzım da müthiş fethediciydi. Bir köy koşullarında bile eksiksizdim, ona rağmen biz bu işleri yetersiz gördük. Bu işlerle insanin kendini fazla uğraştırması tehlikeli olabilir dedim. Hatta en son üniversiteyi de bitirme noktasına geldim. Bir özelliğimiz şudur; bir işi en iyi yaparım, yapabilecek düzeye gelirim. Sonra iş üzerinde düşünürüm, o iş yeterli mi, değil mi? Herhangi bir işe hakkını vermeden "sıkıldım, yapamıyorum" deyip kendimi koy vermem. İlginçtir, ama bu özelliğimi halen taşıyorum: Bir işe hakkini vermesem onu bırakmam. Korkunç bir inatla "ne zamana kadar bu işi tam iyi yapabilirim" noktasına getirdikten sonra, bu iş bu kadardır derim ve o işi bırakırım. Yeni ve daha sonuç alıcı iş lazım derim. Üniversiteyi de biz öyle bitirdik, dikkat edilirse günün ölçülerine göre herhalde en iyi işlerden birisini edinebilirdim. Olduğu gibi bıraktım.
Bir özellik, ama bakin çok önemli bir yanılgı veya kusurunuz var sanırım. Hiçbir işte dikiş tutturamıyorsunuz, ondan sonra Partiye geliyorsunuz. Bu yanlıştır. Diğer bütün işleri en iyi yapacaksınız ve ondan sonra, "bunların hepsi yetersiz en güzel iş PKK’dedir" deyip geleceksiniz. PKK’ye yaklaşımınızı, katılımınızı kesinlikle böyle tarif edeceksiniz veya tanımı budur. Başka türlü katılımların hepsi yanlış. Toplum size altın gibi ne kadar iş de sunsa "hepsi benim için değersizdir" diyeceksiniz, ben böyle yaptım. Öyle yapmasaydım kusurlarımla PKK’lileşmeye başlardım. Yani elinden bir iş gelmiyor. Zaten toplum da bana onu söylüyordu. O köy koşullarında, hatta vilayet koşullarında bile belki dört, beş kişinin bile çıkamayacağı koşullarda, ben üstün bir iş imkanı yarattığımda köylülere “bakın, size bırakıyorum” dedim, "bu işi bıraktım" dedim. O zaman benim ciddiyetime inandılar. Diğer bütün işler de böyleydi, askerlik işleri de böyle. Siz bu işleri kendi kendinize yaptığınızı mı sanıyorsunuz? Hayır, bir işi yapılabilinir düzeye getirdikten sonra size bırakıyorum. Bunları şunun için söylüyorum: Siz halen bir işe doğru katılmayı da bilmiyorsunuz. Herhangi bir iş elinizden gelmezse, devrim işi elinizden hiç gelmez. Benim bulduğum devrim işi şu anda dünyada bile bir numaralı iştir. Gerçekten bir sihirdir adeta, bir kilittir bu iş ve etkisi de öyledir. Bunun özünde yatan nedir? İnsanın kendini en değerli iş konusunda çalıştırırsa, hiçbir tekniğin yapamayacağı, en verimli en güzel işi yapabilir. İşte ben bunu temsil ediyorum: Halk için düşünün, müthiş zayıf, atomlarına kadar bölünmüş bir halkı örgütleme işi, işte birinci altın iş. İki imha sürecindedir, yani üzerinde bıçak sallanıyor, buna karşı savaş işi. İkinci altın iş, savaşı yapma işi. Üç, yaşam işi. Yani özgür, güzel yaşam işi. Güzel ve özgür yaşayanlar yalnız o yaşamın etkisiyle her türlü değerli düşünceyi ve eylemi kesinlikle vazgeçilmez bulurlar, hem de yaparlar. İşte altın işler. Kendinize bakın: "örgütlenme" diyorum kaçıyorsunuz; "eylem tarzı" diyorum, adeta "bin defa ölüme varız, doğru eylem adına yoğuz" diyorsunuz. "Güzel yaşam" diyorum aklıma bazı şeyler geliyor söylemeyeceğim "öyle yaşama hayır!" diyorsunuz. Olmaz!
Tüm bunları niçin söylüyorum? PKK’nin tarihine bir anlam veresiniz diye söylüyorum. Biz bu tarihi küçük göremeyiz. Biz bu tarihi hiç de sıradan karşılayamayız. Korkunç bir direnme tarihidir. Sanmıyorum, başka bir partinin tarihinde böyle direnmeler, böyle acılar, bu tarz dayanakları ve yürütülüşüyle bir örneği yoktur. Bunu anlaşılır kılmak istiyoruz, bunu anlamalısınız, dürüstçe, yeterlice anlamalısınız. Çünkü her şey burada gizli ve bu ülke için, bu halk için, hatta bu insanlık için tek doğru iş, tek önemli iştir. Varsa yiğitliğiniz, kendinizi kesinlikle bu işte biraz gösterebilmelisiniz. Bu kadar şehide verilen sözler var. Bunları ertelemeden, bir değil binlercesine karşı kesinlikle kendimizde yaşatmanın sözüne sahip olmalıyız. Kimin haddine bu şehitleri çiğnemek, kimin haddine bunları unutmak! Bu değerlere ihanet edecek kadar kendimizden vazgeçmiş miyiz, gafil miyiz? Dikkat ederseniz bütün bunlarla hem sizi anlamak, tanımak istiyorum, hem de PKK’yi doğru anlatıp mümkünse kaynaşmanızı, bütünleşmenizi ertelemeksizin çünkü ertelenecek hiçbir saatimiz, günümüz yok bunları sağlamak istiyorum. Değer de veriyorum size, çünkü bize doğru gelebilmeniz değerli bir iştir. Teptiğiniz yollar var, geldiğiniz yerler var. Değerli kılmayı gerektiriyor. Bizzat yaşamlarınız var, değerli yaklaşımı gerektiriyor.
Şunda ısrarlı olmak zorundayım: Siz "bizde insanlık bitti, yiğitlik bitti, yaşam umudu bitti, güzellik bitti, zafer bitti" diyemezsiniz. Bunu nasıl kabul edelim? Bu bitişlerin hikayesi gözlerinizden okunuyor. PKK’nin kaybettirilmek istenilen özü var, ben o tehlikeyi önlemek istiyorum. Bu kadar direnme, bu kadar şahadet, bu kadar eza ve cefaya katlanmak PKK’nin özelliği içindir, biz onu kesinlikle en kutsal değer, en yaşanılası değer olarak görüyoruz. Hepimiz buna göre onu yakalamak zorundayız. Hiç kimse hiçbir gerekçeyle ben buna ulaşamıyorum diyemez. Eğer "temsil edemiyorum" diyorsa o küstahtır, onun dilini kesmek gerekir. O sahtekarı bulup ortaya çıkaracağız, o ruhsuzu, o zavallıyı içimizden çıkarıp atacağız. Sanki hiçbir yaşam yolumuz yokmuş gibi kendini dayatır haliniz yüzünüzden okunuyor veya "bırak biz yanlışı dayatacağız" şeklinde bir tehdit de görüyorum. Ve her türlü çirkince yaşamaya da "evet" diyen hal hareketleriniz çok yaygın gözüküyor. Bunlara karşı durmak zorundayım. Savaşı sizin gibi anlamam. Öyle "bir, iki Türk askerini vur", bana göre o savaşın en istenmeyen basit yanıdır. Asıl savaş dediğin ki, onu da bu yaşamın önünde engel teşkil ettiği için vuruyoruz, yoksa bir damla kan bile akıtmak istemeyiz engel olmasaydı veya yaşamımızı imha etmek istemeseydi, ben tek başıma bu kadar direnir, savaşı buraya kadar getirebilir miydim? Savaş felsefeniz de bozuk, hiç yok denilebilir. Yaşam felsefenizin olmaması kadar, işte bizim kurnaz komutanlar nasıl yaşamlarını size dayattı gördünüz. Biraz kendini ölçen biçen ben olmasam beni de kandıracak. Zaten uzun süre kandırdı da. Bu neyi ifade eder? İşler halen tehlikede ve sizler ya derin bir gaflet içinde ya da bir aymazlık içindesiniz. Düşman ordusunun vazgeçtiği olumsuzlukları bu kadar yaşadığınıza göre; düşmanın kendini reformize ederek düzeltmesi imkan dahiline girmişken, sizin kontralaşma tehlikeniz boy veriyor. Bunun çok somut belirtileri fazlaca var.
Demek ki bu Parti dersi son derece yakıcı. Kesin dürüst ve yeterlilik temelinde bu partiye yenilerin de, eskilerin de doğru bir temelde paylaşımı, katılımı gerekiyor. Zorlama yok, ama aldatma da olmamalı. Çoğunuz yeni geldiniz. Tabi yeni eski fark etmiyor. Eskiler yenilerden daha duyarsız, o açıdan çağrılarımızı da, güne katılımınızı da istisnasız gerekli görüyorum. Sizi anlamak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Ama siz de halk adına artık bizi anlamaya çalışın. Amerikalılar kadar bizi anlamaya çalışın, TC'nin subayları kadar anlamaya çalışın. Hatta bu gafletten kendinizi çıkaracak kadar anlamaya çalışın ki, biz verilen sözün sahibi olduğunuzu biraz bilerek yaşam planlarımıza yön verelim. Yani geçen devrelerde de ülkeye adam gönderdik. Bazılarının nasıl kaybedildiğini, nasıl kaybettirdiğini gördünüz. Gelenlerin şahsında da okudunuz ki, daralmışlar, hatta filmlerde de görüyorsunuz büzülmüşler. Böyle toprağa kök salma, gürleşmiş diye bir kişilik göremedim. Hatta şimdi çoğu açlık sınırında.
Ben buralara geldiğimde, elin memleketinde sıfırdan başladığımda diyeceksiniz halk yardım etti, herkesi sen yaratmadın diyebilirsiniz fakat ben olduğum için oldu. Ben olmasaydım binlerce kişi buralardan geldi, geçti neden bir şeyler yapamadılar? Bir sebep gerekli, o da benim. Hepiniz gezdiniz, benim gittiğim yerlerden daha verimli topraklara da gittiniz, var olanı kuruttunuz. Hatta hiç kimsenin bana vermediği desteği ben hepinize verdim. Bunları niçin söylüyoruz. O kendini aç bırakmaların, o kendini kurutmaların, o kendini öldürtmelerin bir kader olmadığını göstermek için söylüyorum. Buradan daha kuru yer var mı? Her yerde değer yaratılır da herhalde buralarda yaratmak en zorudur. Burada ne ülkenin havasını koklarsın, ne mağarasını, ne toprağını, ne bulutunu, ne yağmurunu göremezsin. Burada her şey başkalarınındır. Ama burada yaratıyoruz, işte yarattık. Ama tekrar arkadaşlarıma soruyorum "nasılsın"; biliyorum ki açlık sınırında, sefil, zavallı, titriyor, sırf benim karşımda ayakta olduğunu göstermek için "iyiyim" diyor. Halbuki iyilikten eser yok. Neden kendini o durumu düşürdün? Gafil, zavallı. Ben öyle değilim. Her gün herkese bir şeyler veriyorum, o halen zenginliğim var. Kendinize de bir şey veremiyorsunuz. Neden? İşte bunun terbiyeyle çok sıkı bir ilişkisi vardır. Ben kendimi öyle terbiye ettim ki hep insanların karşısına çıktığımda önlerine onları ilgilendiren bir şey koyardım. Bir icat, bir oyun işte şimdiyse bu büyük bir savaştır. En üretken bir savaştır. Düşünün sizde bunun heyecanı bile yok, çok acı. Keşke paralı askerlikle olsaydı da sizi maaşa bağlasaydık. Sahte komutanın söylediği "yaşamı geliştirelim, delikanlıları everelim," keşke çözüm olsaydı, hemen bu yolla kendimizi sağlam kılsaydık. Keşke o birbirinize hediye ettiğiniz değerler var; yumuşak sözlerle bu işler yürüseydi. Olmuyor. Söylesem, yapsam hain olur veya olanda bir günde biter. Yani imkânsız olduğu için değil, onunla büyütülemeyeceği, onunla kazanılamayacağı için. Maaşa bağlanan bir adam, işte Barzani peşmergesini görüyorsunuz, o kadar olursunuz. Köylüleri görüyorsunuz, bir karısı, bir kocası için hangi halde olduklarını görüyorsunuz. Böyle yaşam bir işkence, ama gerçek. Başka türlü nasıl yapabiliriz siz söyleyin.
Sizin söyledikleriniz şu; "biz böyle tepkileri geliştireceğiz". Bir tarz icat ettiniz, son süreçlerde muazzam bir karşı tepki durumunda aç bırakıyorlar kendilerini, benden intikam alıyorlar. Heval senin eline para verildi hem de dolar cinsinden, yollar açık istediğini al ve ülkenin de her tarafında yemişler var, otlar, ağaçlarda her türlü yemişler var. Hatta sürü sürü koyunlar var, tuzlama yapsa hiç aç kalınamaz. Niye kendini aç bıraktın? Aslında intikam alıyor. Ben bunlara son zamanlarda bazı küfürlerle karşılık vermek istiyorum, bunun formülize edilir bir yanı yok. Diğer bir şey, daha düşmana kaptırmadığı bir şey yok. Yüz binlerce mermi, çok önemli rol oynayabilecek silah ve yiyeceklerin hepsini kaptırıyor. Hatta yoldaşlarını, o gencecik insanları, ana kuzularını ölüme terk ediyorlar. Kader midir bunlar? Bir doğru taktik verilse hiçbirisine bir şey olmayacak. Gel de buna "deyyus", "aşağılık, tehlikeli adam" deme. Yani kötü niyetten mi yapıyor, hayır. Zamanında eğitime inanmamış, bir gerilla nasıl yaratılır, bir gerilla dağda nasıl yaşar, bu soruları kendine sormadığı gibi babasından köylülüğü öğrenmiş, köy çadırı nasıl kurulur, köy ilişkisi nasıl olur. Bu yöntemle adam olsaydı başta baban adam olurdu.
Bir de en son işlediğiniz duygular, sevdalar meseleniz var, bu da işin tiridi oluyor. Her şeyi yaptığınız gibi tiride koymazsanız zevki olmaz. Bu alana da girdik mi, hassas alanlardan olduğu için her şeyin bitirilişinin daniskası oluyor. Son halka bu. Zaten Kürdün en son kendini bitirdiği nokta ve bunu bizde de tamamlamak istiyorsunuz. Zavallı adam, savaşta iflas ediyor, güç olmada iflas ediyor; ondan sonra kızları ben fazla suçlamıyorum, suçlanması gereken erkeklerdir, hakimiyet, irade sözüm ona güç konumu onda çünkü gözünü ona dikiyor. Düşmana karşı iktidar olamamış, geriliklere karşı iktidar olamamış, zavallı kıza karşı iktidar olmak istiyor. En büyük ayıp bu değil mi? Bak bu yönümle de kendimi iki cümleyle tanıtabilirim. Halen bu kadar çabalamalarıma rağmen belli bir iktidar gücü oluşmuş, bütün emperyalizme karşı söz söyleyecek gücüm var, benden oldukça çekiniyorlar ama halen benim sizin yaptığınız gibi kendimi zayıf insanlara, bu savaşçılara, hele bu kızlara karşı bir iktidar güç gibi göstermek düşkünlüğünü yapmıyorum. Ne kadar büyük farkımız var değil mi? Ayıp diyorum, zayıf insanlara karşı insan kendini güçlü gösterir mi? Ama şu anda komutanlarımızın hızını kesemiyoruz. Bazıları da uyuşuk. Ya yaşamdan vazgeçeriz, ya canavar kesiliriz. Ayıp olan burası. Sen yaşamı kazanmadın ki veya neden ölümü esas alıyorsun ki, ölüm düşmanın sana yüzyıllardır dayattığıdır, biraz diren. Neden yenildikten sonra kadına veya düşkünlüğe koşuyorsunuz. Başararak koş. Dikkat edin, ilişkilerinizin özünde yatan yenilginin başladığı yerde, örgütün bittiği yerde güdüleriniz, en ilkel duygularınız kabarıyor. Halbuki tersi olmalıydı. Zafere doğru tırmandığınızda, ama gerçekten düşmanı yenmeye doğru gittiğinizde duyguların büyüğü gelişmeliydi. Doğrusu bu değil mi? Aşkın doğru tanımı budur. Özgürlük tutkusu hep böyle izah edilir. Ama siz hep tersine çeviriyorsunuz. Adına da kadın-erkek ilişkisi diye her gün şarlatanlık yapıyorsunuz. Bir türlü kendinizi bize doğru tanıtmak istemiyorsunuz. Yapmayın, ayıptır.
Sosyal dersler, sosyal yaşam diye bir kavram icat edilmiş. Sosyal yaşamı elli sefer tarif ettim. Bizim tarif ettiğimizin tersini dayatıyorlar. "Sosyal yaşamın bir anlam ifade edebilmesi için çok önemli siyasal ve askeri esaslara bağlanmak zorundayız" dedik. Örnek olarak kendi yaşamımı da gösterdim. Amansız bir örgütsellik ve siyasallıkla birleştirmeseydim, sosyal yaşam diye bir yaşam zaten yoktu. Halen de öyle. Bunlar çok açık, hepsini kanıtladık. Duygularınız son derece köreltici, müthiş güçten düşürür. Bu büyük bir hakaret. Nasıl cesaret ediyorsunuz şaşmamak elde değil. Ben bu yaşa geldim, halen güçlendiren ilişki, kadınlar konusunda bu kadar güçlendirmeyi daha çok yetersiz buluyorum. Bizimkiler buna karşılar. "Başını kaldıran kadın canavardır" diyor. Ünlü komutana bakın hele iradesi bitmiş, dört dörtlük teslim olan kadını bekliyor veya iliklerinden boşanırcasına bireyciliğe batmış ilişkiler istiyor. Ne kadar büyük bir ayıp! En kötüsü de sizin ruhlarınız buna alışmış. Yani serbest kalsanız hepiniz böyle olacaksınız. Aşka ne kadar büyük bir hakarettir bu. İnsana ne kadar büyük bir hakarettir. Bunda güzellik ilkesinden eser yok, güzel diyebileceğimiz kavramlarla ifade edilecek hiçbir şey yok. İşte böyle akıl hocaları türemiş ve gözü kara uygulayıcılar var içinizde. Aşık olmak kolay mı, ben bunu size açmadım mı? Açtım, çözdüm. Oldukça bilimsel olarak da izah ettim. Şu anda bu güçlü tarifi başka bir psikologun veya bir sosyologun yapacağını sanmıyorum. Güç yok sizde, güçsüz olanlar aşkla ne bağlantı kurabilir? En aşık olunamayacak kişilikler sizsiniz. Aşk zaten kişiliğinizde çoktan beri ölmüştür ve onun yerine ne kalmıştır biliyor musunuz? Afrika yerlileri, onlar çok güzel insanlar, bu geri düzeydeki ilişkileri bile bana çok anlamlı gelir. Ama sizinkiler bir karabatak gibi.
Nedenleri var, tarih boyunca, sömürgecilikten ötürüdür, bunları anlamak zorundasınız. "Canım duygu istiyor" diyorsun, ne duygusu, duygu diye bir şey kalmamış sizde. Bu savaşın diğer önemli bir amacı da aşkı gerçekleştirmektir dedim ve şöyle dediler: Önderlik de böyle yapıyormuş veya böyle söylemiş vb. her şey ortada. Bu zavallı kızlara fiziki olarak ayakları üzerinde yürüme gücü vermek için bile kırk yıldır hazırlık yapıyoruz. Bir tanesini ya o, ya sen birbirinizin eline geçtiğinde ne yaparsınız. İki hafta yok, iki hafta da değil, belki de yirmi dört saat ne ruhi, ne fiziki bir yanı kalır. Ondan sonra bizim adam hoşaf gibi zaten dökülür. Hoşaf olmuştur zaten, bizim aşığın içine düştüğü son durum bu. Seven adam, aşık olan böyle yapar mı? Bunları anlayacaksınız. Anlamadan sizi gebertirim. Anlayacaksınız, yaşayacaksınız. Biz öyle bildiğiniz gibi Hasso, Hüssolardan değiliz. Sinekli Hasso değilim ben, anlayacaksınız beni. Hiçbir erkek ve hiçbir kız bizi baştan çıkaramaz. Yanımıza gelenler göğe yükselme gereğini esas alırlar. Düşmeymiş, düşürmeymiş şurada kalsın, göklere uçmaktan bahsediyorum. Biz bunları kanıtlamışız. Biz hiç karşı değiliz aşklarınıza, duygularınıza, ama göklere uçuruyor mu orası önemli. Ama doğrultusu öyle değil, ondan sonra hemen uçtunuz, "yere çarpıldım, parçalandım" demeyeceksiniz.
Ben kendime fazla pay biçmiyorum veya her şeyi yarattım demiyorum, ama sağlıklı aşkın yolunu da açtığıma inanıyorum. İnceleyin, duyarlı bir biçimde inceleyin. Ben akıllı adamım, gerçekten bir şeyler yapıyorum ama siz onu mahvediyorsunuz. O sizin duygulandığınız bütün erkekler ve kızları gerçekten ben yarattım, farkında değilsiniz, ama halen onlara yaşamı öğretmeye çalışıyoruz. Yani düşünün fiziki, ruhi, bütün cinsel yanlar kusurlu, özürlü, onları muazzam düzeltmekle uğraşıyorum. Bunlar olmadan önemli duygular gelişebilir mi? Babadan anadan bellediğiniz bir sanat var; "kim kimi nasıl kandırdı". Zavallı hatırlıyorum '90’larda diyorlardı; "biz birbirlerimizin gözüne bakarız, ne demek istediğimizi anlarız!". Bu karasevda tarzı iyi ki buna kendimizi kapattık. Kapatmasak, benden de beş metelik değer çıkmazdı. Sonra ajanvari baktı, ajan olmayan da yok bizde. Sevdalandın mı bitti. Fazla kendimi abartmayayım ama herhalde oldukça etkilenen bir insanım, fakat halen kendimi temkinli yürütüyorum. Bütün insanlarla ilişkilerde sonuna kadar yüreğim çok duyarlı, insanlara verdiğim değeri sanmıyorum başka bir örnekte bu kadar gelişkinini bulabilirsiniz. Ama yine "ya şöyle olursa", tedbirli olacaksın, öyle olursan belki büyüdükçe büyürsün, belki kolay düşmezsin. Siz hemen yaltaklanıyorsunuz, serbest bıraksak burada kadın erkek boyutunda tabi birbirini aldatmayan adam kalmayacak. İdeolojiymiş, politikaymış, örgütmüş bir çırpıda "bunlar bir tarafa, bizim fiskoslarımız bir tarafa" dersiniz. Tabi her şey kaybediliyor, dikkat edin ordu da gidiyor, yaşam da gidiyor, aşk da gidiyor. Şimdi bana "senin bu söylediklerin çok zorluyor" diyeceksiniz. Düşman senin için ne yapıyor, düşman sana kimliğine, kişiliğine göre, yüceliğe göre metelik kadar değer veriyor mu? Sorunu ben yaratmıyorum, sadece sorunun aşılmasının gerekçelerini yaratıyorum. Yaşamı kurtarma, yaşama saygı, güzelliğe davet, bunlar çok önemli değil mi? Kuşlar bile yuva yaptıkları yerde, en emin yerde, en azından yılanla insan elinin değmeyeceği yerde, bir emniyet anlayışıyla yuva geliştirirler. Kendinize bakın, düşman elini uzatsa gırtlağınızda. Neymiş, duygusallıklar gelişiyormuş. Hayret ediyorum kuşlara bakın öğrenemediniz mi, düşünün. İnsanoğlu düşünme, ya da gelişme yasalarına ters düştü mü kuştan daha beyinsiz oluyor. Kuş beyinli denilir ya tam da bizimkilere göre. Hatta kuşa hakarettir, kuşların beyni güzeldir, bundan daha da geri oluyor.
Yaşamı seveceksiniz, bunları söylerken kimse size yaşamdan, büyük duygulardan vazgeçin demiyor, tam tersine yaşamın bütün diyalektiğini, felsefik yönlerinden tutalım, estetik yönlerine kadar öğrenin diyorum. Öğrenin gelin. Öyle köylü kurnazlığıyla olmuyor. Eğer köylü kurnazlığıyla işler başarılsaydı biz dünyanın en önünde olurduk ve en görkemli aşıklar da orada ortaya çıkardı. Olur mu böyle şeyler? Bakıyorum bu dersler işinize gelmiyor, derslerin şahı böyledir işte. PKK’nin ideolojik, savaş dersleri hep bu temeldedir. Öyle bir tarz icat etmişsiniz ki, yaşamdan kopmuş, tükenmiş, demin de vurguladığım gibi, önce örgütü, sonra birbirini, sonra kendini tüketme tarzını ortadan kaldıracağız. Ben insanlar için bunun doğal olduğuna inanmıyorum, insanlıkta ısrar kesindir.
Umarım Partimizin resmen değerlendirilmeye çalışıldığı bu yirminci yaş yılına girişi ve en önemlisi de, daha da çarpıcı olanı düşmanın fark ettiği olumlu özelliklerimize sahip çıkıp, kendi olumsuz özelliklerini bize dayatıcı yanlarına karşı kesin yetkin bir savaşı vermede ve bunu hem kalıcı, hem kesin kılmada sadece karar değil, an be an yeterli bir çaba içindesiniz. Öncelikle bu tehlikeyi böyle aşma gücünü göstereceğiz. Onla birlikte tarihimizin çok müthiş direnme, başarma yanları var, onları yine aynı kesin kararlılıkla ve yetkin çabayla kendinize mal etme tutarlılığını göstereceksiniz. Özgür yaşam konusunda sağladığımız bir gelişme var, bu gelişmeyi hem çarpıcı bir biçimde ki en cansızı bile dirilişe çeker, ona yüksek değer biçeceksiniz, ilgi göstereceksiniz. Özellikleri var. Hem tanımlayacak, hem de kendinizi o temelde yaşamsallaştıracaksınız ve biz Partimizin bu yirminci görkemli final yılını bütün bu doğrulara yaraşır temelde karşılayacağız. Aksi halde kararlılığın tersine olan yanları aşılamazsa yirminci yıla girerken etkili olursa, biz bu Partiye ihanet etmiş oluruz ve Parti elimizden kayar gider, tehlikesi bu kadar büyük.
İlk defa tarihimizde onurlu bir yaşamın eteğinden tutuyoruz. Bırakmamacasına kesinlikle ona sahip çıkabilmeli, sonuna kadar bunun için sorumluluk, ciddiyet göstermeliyiz. Her insanin eksikliği var, benim de dolu, ama herhalde yaşadıkça çabayla bunları da hem düzeltiyoruz, hem de aşıyoruz. Açık söylemeliyim ki hepinizden de çok zayıf olan birisiyim. Başlarken de, günümüze kadar da, ama bir farkım var ki yaşamaya karar verdikten sonra gereklerini yerine getirme tutarlılığı gösterme, inançla, dürüstlükle, sürekli elinden gelebilecek çabalara esirgemeksizin gösterdim. Kesin söyleyeyim ki ben de fark sürekliliktir, halka üzerine halka eklemektir, "bununla kendim varsam varım" demektedir. Sizin hatalarınız, sürekliliği çok kesiyorsunuz, halkalar çok kopuk. Altın değerinde bir halka da olsanız, diğerlerinden kopuk olduğu için yere dökülüyorsunuz. Devrimin arabası sağlam zincirle ancak ileri çekilebilir. Sizde bütün halkalar kopuk olduğu için zincir bile olamıyorsunuz. Bırakalım sağlam bir zincir, yoğunlaşamama, halka üstüne halka ekleyememe, sizi böyle kopuk kopuk halkalar biçiminde şuraya buraya savuruyor ve dişe dokunur bir şey bırakmıyor. İşte bunu aşalım diyorum. Yaşam üzerine yoğunlaşmayı sürekli sağlayacak bir biçimde kesinleştireceğiz.
Burada kayıplarımız o kadar önemli değil, biri gider on tane halka hazırdır, eklenir. PKK tarihi yenilmezlik tarihidir, peş peşe, amansız ve fazlasıyla eklenen halkalar sisteminden ileri gelir. Belki incelemeyi bilmiyorsunuz, açın bakin kitabına böyle olduğunu görürsünüz. Eğer böyle olursanız her alanda sağlam yoldaşlıklarla ilerleyeceğiz. Akşam vurguladım, birisi kitap yazmış bizim için “Cumhuriyet” diyor. Sadece biz cumhuriyet değil, yani ekonomik, toplumsal, askeri bütün yönleri de böyle planlamış ve kendisine uygulatan bir otoritenin ta kendisiyiz. Klasik anlamda salt bir Parti değiliz, onu demek istiyorum. İlginç bir önderlik tarzıdır, bu da benim karakaşım kara gözüm değil, aslında bir müessese, bir kurumdur. Ben olsam da, olmasam da bu biraz devam edecek. Nedir? İşte daha şimdiden mevcut devletlerden daha etkili bir olaydır. PKK’yi bir de böyle tanımlayacaksınız. Yani devlet düzeninden daha çok kendine göre bir iş düzeni var, ilkeleri ve pratikleri var. Yeni yaşamı ve onun savaşımı var. Hepsi iç içe aynı bir devlet sistemi gibi. Hatta ben bu devletleri fosilleşmiş buluyorum, dinozor devletler diyorum. Yeni devlet bizimkidir, ama öğreneceksiniz. Biraz gerçekleşmişiz, gerçekleştirdik, daha fazlasını içini de, dışını da veya kuralını da, doldurmasını da biliriz. Büyük, eşsiz bir çabadır, ne kadar güzel bir çabadır, ama önce anlamak, duymak gerekir.
PKK’de biraz gerçekleşen insanlık iddialarından tutalım, bir insanın bütün kaybettiklerini bulmak kadar, neden ilgi bu kadar yüksek, bu nedenle insanlığın yitirdiği emellerinin halen temsil ettiği yer deniliyor. İnsanın yüce duygularının, bulunacağı yer diye halen ilgi var aslında. Bu bir parti değil yalnız dikkat edilirse bu bir yaşam arayışı bu yeni bir toplum arayışı ve hepsi içinde az çok bulunuyor. PKK'yi derinliğine anlamaya çelişeceksin. Ordu çalışmaları bunun küçük bir parçasıdır, diğer yönleri de çok önemlidir. Hepsi de bütünleyici, birisi olmadan diğeri olmaz. Sistemdir diyorum, kopuk tek bir halkası yoktur. Bunun için çok ciddi eğitime ihtiyacınız var, bunun için çok iyi bir örgenci, akilli, terbiyeli bir öğrenci olacaksınız. Öğrenmeden yaşamaya "asla" diyeceksiniz ve PKK bunu hak eden partidir deyip yaklaşacaksınız.
Eminim ki biz şimdiden, imkansızlıklardan mucizevi yarattığımız bu olayı insanlığın hizmetine bile taşırabiliriz. Yalnız halkımızın değil, bütün halkların, insanların hizmetine bile verebiliriz. PKK sevdası budur, PKK kahramanlığı bu temeldedir. PKK’nin zaferi de bu temeldedir. Bunun dışında benim sizleri karşılamamın hiçbir anlamı yok. Nereye bakarsanız bakın, bütün büyük davaların, büyük devrimlerin, büyük savunucuları ilkeleriyle ve savaşçılarıyla böyledirler. Bizden başka bir şey beklemeyin, düzenvari ilgiler, ilişkiler beklemeyin. Büyük ilkelerle, büyük savaşların gereklerini bekleyin. Geldiniz, bunu gördünüz ve bunu aradınız. Kaldı ki ekmek suyun da, o yakalamaya çalıştığınız yaşamın da ancak bununla mümkün olacağını bir an bile göz ardı etmeyin. Bütün zenginlikler, bu ilkelerin savaşımının bir sonucu olabilir. Yoksa ilkeleri ve savaşı bir tarafa bırakarak işte hepsi aç şu anda. Ama ben aç değilim mümkün de değil. En zenginiyim bu ülkede, bu halk içinde, her yönüyle zenginim. Neden, çünkü benim ilkelerimin amansız savaşı esas alındığı için bu böyledir. Bu çok net, bunu bırakıp neye dalabilirsin, bunu ikinci plana bırakıp neyi ön plana alabilirsin? PKK budur, önderlik budur, zafer de budur...
Reber APO
24 Kasım 1997
- Ayrıntılar
Mücadele ve savaş gerçeklerimizin ruhuna, bilincine ve kişiliğine gittikçe daha fazla yaklaşıyor, dönüşümü adım adım sağlıyorsunuz. Lanetli geçmişinizi ve ne kadar hastalıklı olduğunuzu biliyoruz. Bunun bir kader olmadığını, çıkışın bir yerden mümkün olduğunu, fakat bunun şimdiye kadar sandığınız gibi olmadığını, doğru yolun yöntemin farklı olduğunu da biliyoruz.
İlk adımların sağlam gelişmesi için büyük çaba gösterdik. Hemen her an bu işin inancını ve bilincini geliştirdim, bu işin pratik gereklerini olağanüstü diyebileceğim bir tarzda yapmaya çalıştım. Ancak yoldaş diye bellediklerimizin inanılmaz saflıkları, hamlıkları, kayıtsızlıkları, ilgisizlikleri ve her türlü yetmezlikleri umduğumuzun ve beklediğimizin dışında birçok olumsuz gelişmeye yol açıyor. Bir yerde neredeyse düşmanı bir tarafa bırakıp kendimizle uğraşıyoruz. Demek ki, lanetli olmak bu sonuçları doğuruyor. Bu kadar ayıplı, bu kadar düşmüş bir toplumdan bunlar çıkabilir. Bizim bütün umudumuz bu durumu yerinde kavrayacağınız, yolu hızlı ve keskin adımlarla tutturabileceğinizdi. Bizde önemli olanın tempo ve tarz olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu lanetli durumdan kurtulmanın tek çaresi doğru tarz, doğru tutum ve doğru tempodur. Yeterli tempo olmadan, bu durumdan sağ çıkmak mümkün değildir. İsyanlar ve mücadele tarihimiz bunu çok açıkça gösteriyor.
Korkunç yenilgili kişilikler kendini Önderlik gerçeğine yansıtırsa, belanın en büyüğü ortaya çıkar. Bu her devrimde biraz yaşanıyor, ama bizimki kadar ağır ve sancılı değildir. Bizimki kadar kendini uğraştıran bir devrim örneği bulmak gerçekten zordur. Fransız Devrimi'nde, İslam Devrimi'nde, Ekim Devrimi'nde sapmalar ve birbirleriyle savaşmalar çok yoğundur. Ama yine de onların tarzı anlaşılır ve bir yerinde yer alınıp gereken neyse rahatça yapılabilir; bu ister şu safta, ister bu safta olabilir. Biz de ise muğlak, karmaşık ve çok yanılgılı bir duruş var; hangi kişinin neye oynadığı ve kimi tuttuğu belli değildir. Kendini o kadar karmaşık hale getirmiş, o kadar nitelikten uzak ki, neye hizmet ettiğini kendisi de kestiremiyor. Hangi çizgiyi, hangi politikayı yürütüyor ve bunu pratiğe nasıl yansıtıyor, farkında bile değildir. Çaresizlik de işte buradadır.
Muğlaklık ve netsizlik dediğimiz yaklaşımlarınızın uzun süre devam etmesi çok belirgin bir özelliğiniz oluyor. Yetersiz yaklaşımlarla çabanızın neye hizmet ettiğini, kime yol aldırdığını görememe durumunuz var. Biz buna karşı başından beri çok tedbirliydik, olağanüstü bir sınıf çizgisini uyguluyorduk, çok hassastık. Emeğin lehine herkesi çatıştırmada çok üstün bir uygulayıcıydık. Maalesef en proleterim, en yoksul kökenliyim, en emeğe bağlı olanım diyeni de dahil olmak üzere, kime nasıl çalıştığını kestiremeyenler neredeyse bizde ağırlıklı bir kesimi oluşturuyor. En tuhaf olanı da bu gerçekleri bir an önce görüp bir türlü sınıf çizgisine gelemeyişinizdir. Muğlaklığın, kafa karışıklığının neye ne kadar hizmet ettiğini tam kestirememe sonucunda yılları adeta çarçur etme ortaya çıkıyor. Bunu yaşamanız insanı umutsuz kılıyor veya yazık ediyorlar diyecek noktaya getiriyor. Gamsızsınız, fazla endişeleriniz yoktur. Çizgi de söz konusu olsa, kendinizi çaresiz bırakıyorsunuz. Çizgi savaşımı için yerinde ve zamanında çalışıyoruz. Sizin ise onun sonuç almasına kendinizi vermeniz şurada kalsın, çizgi savaşımı neredeyse aklınıza bile gelmiyor. O zaman sizlerle ne yapacağız? Kendinizi yormazsanız, savaşı yoğunlaştırmazsanız sizi nasıl yaşatacak, öncülük yapılmadan nasıl savaştıracağız?
Toplumumuz sonuna kadar teslim olmaya yatmış bir toplumdur. Siz ise bu durumu parti içinde adeta düşmanın topluma dayattığı teslimiyetin yansımaları olarak yaşıyorsunuz. Direngenliğin, karşı koymanın kişiliğini sergilemiyorsunuz. Yaşama ve örgütlenmeye yansıyan, özellikle daha çok düşman gerçeği ve onun tanınmaz hale getirdiği kişiliktir. Tek başıma yıllarca bu işlerle uğraştım. Çizginin bir milim bile saptırılmasına fırsat vermedim. Çizginin olanaklarını başka sınıfın, başka gücün şu veya bu çıkarına kaptırmadım. Bu kesimlerin hepsini çalıştırdım, hepsini devrim çıkarları için kullandım. Ama siz elinize verdiğimiz dört dörtlük olanakları başkalarına peşkeş çektiniz veya kendinizi adeta onların hamalı yerine koyarak sömürttünüz. Köylüler, hamallar, marabalar nasıl sömürülüyorsa, parti içinde de diğer sınıflar adına öyle bir sömürü kaynağısınız. Çizgi anlamında, ideolojik-politik kullanılma anlamında öylesiniz. Küçük burjuvalar, her türlü orta yolcular sizi kullanıyorlar, ancak bunun farkında bile değilsiniz.
Kendine sahip çıkamayanın, emeğine sahip çıkamayanın bütün hal ve hareketleri öfkelendiricidir. Sizin saygı ve bağlılık anlayışınıza fazla anlam veremiyor ve bunu çok geri buluyorum. Bu anlayış proleter çizgi esaslarını -proleterden başka adını halk veya insanlık koyalım- fazla temsil etmiyor, özgürlük gücü ve kendini koruma gücü olamıyor. Kendi yaşam tecrübemle bu hareketi böyle geliştireceğim, ama bir çok yönetim ise o alanlar ve olanakları öyle kullanacak! Burada büyük bir çelişki var. Parti içi eğitim, çizgi eğitimi bu nedenle çok önemlidir. Kendinizi bu kadar gamsız, tasasız bırakmanız ve hiç utanıp sıkılmadan "ben varım" demeniz fazla saygı yaratmıyor, fazla anlam bulamıyor.
Bir insan kendine çekidüzen vermeyi, kendini mücadele gerçeğine ve şu anda yürüttüğümüz savaşıma biraz doğru yaklaştırmayı, ona güç yetirmeyi ve yürütme gücü olmayı, ona ister üst düzeyde isterse en alt düzeyde bir katkı sunmayı ve her düzeyde bir çalışanı olabilmeyi sağlayabilmeliydi. Bunlar neden olmuyor? Yaptığınız bütün iş, “bastırdık, bastırıldık” demektir. Ağzınızdan bundan başka bir söz çıkmıyor. Ne kadar etkisizleştiğinizi, ne kadar rol oynayamadığınızı belirtiyorsunuz. Önder kişi, militan kişi böyle olmaz. PKK Önderliği bu konularda muazzam bir çabanın sahibiyken, sizin buna dayanarak böyle ucuz yaşamayı kendinize nasıl yakıştırdığınızı anlayamıyorum. Kendime senin neyin eksik diye her gün soruyor ve bin kez bunu cevaplandırıyorum. Hem bu kadar bize bağlısınız, hem de birçok yönüyle benim kendimi adamadığım kadar kendinizi bu işe adıyorsunuz, o halde sonuç almada ve işleri sağlama bağlamada neden bu kadar beceriksizsiniz? Çoğunuzu köylüye benzetiyorum. Nasıl yaşadığınızdan bile habersizsiniz. Durumunuza, neye ve kime çalıştığınıza, kimin askeri ve hizmetçisi olduğunuza bakarak buna daha iyi cevap verebiliriz. Biz bu dünyada niçin yaşıyoruz? Bütünüyle kime çalışıyor, kimin kullanımında, kimin stratejisinde yer tutuyoruz? Halk dediğimiz gerçekliğimiz kimin hizmetinde, kime ucuz çalışıyor? Gençlerimiz, her soydan insanlarımız kimin malıdır? Parti içindeki yansımalar biraz da bu durumun ifadesidir. Bu konuda kendinizi yıllarca sorguya çekebilmeliydiniz. Neden kendinizi sorguya çekemediniz, neden kendinizi yetiştirmediniz diye sizi suçlamıyorum. Ama bir yerden ve birkaç temel kavramı belledikten sonra işin gereği üzerine düşünecektiniz. Niye kolaya kaçıyorsunuz? Sıkı bir eğitim ve kendinizi yetiştirme olmadan, yaşamın kenarından bile geçemezsiniz. Yaşama bu kadar ucuz, bu kadar sorumsuz, bu kadar gafil yaklaşma, kime ve neye mal olduğu belli olmadan katılma sizin tarzınız oluyor.
Birçok hastalıkla istemediğiniz halde partiye zarar veriyorsunuz. Başkalarına çok imkan ve fırsat sunuyor, bizi de, ortamı da kargaşaya boğuyorsunuz. Size bu kadar yol ve yöntem gösterdikten sonra bir çalışmanın başına geçmek çok zor mudur? Fedakarsınız, korkak değilsiniz, hayatınızı da adamışsınız; ama her şey sadece bununla sağlanmaz. Kaldı ki, tek başına ele alındığında bu kendini kurban etmedir. Size göre birileri sizin sahibinizdir, aşirete kendinizi kurban etme durumunuz var. Kaldı ki, bir sosyalist veya bir emek savaşçısı kendini böyle kullandırtmaz.
Yüzlerce eğitimden geçiyorsunuz. Ama buna rağmen herhangi bir birimin başına bir belalı çıkıyor, bir kişi bile buna dur diyemiyor. Biri çıkıp herhangi bir çalışma alanında, bir çalışma birimimizde bu tavrı sergileyemiyor. Yıllardır tanıdığım birkaç yaramaz kişi var. Bunlar birimlerin, alanların başına bela olmuşlar. Bazıları da kendini sanki onsuz bu mücadele yürüyemeyecekmiş gibi bir anlayışa kaptırmış. Oysa bunlar baş belasıdır, bunları içinizden atarsanız gelişme olur. Ancak birbirlerine dokunmuyorlar bile. “Birbirimizle uzlaştık” demeniz bunun ifadesidir. Bu halinizle tıpkı tutucular koalisyonu gibisiniz.
Parti içinde birbirini etkisizleştirme çabaları var. Bununla nereye varacaksınız? Ben de biraz uzlaşıyorum, ama uzlaşırken kırk türlü gelişme tedbirimi de alıyorum. Önderlik tarzını tüm gücünüzle uygulamanız beklenemez. Tamamen benim gibi yapın da demiyorum. Ama hiç olmazsa kendinizi kurtaracak, kendinize parti üyesi dedirtecek bir tarza ve güce ulaşın. Bir yeteneğiniz olsun, yeterliliğiniz sağlansın. Göreviniz bu değilse, PKK'ye neden katılıyorsunuz? PKK'nin bu tarzına, bu yeterliliğine ulaşmadıktan sonra PKKlilik nerede kaldı? Sadece "ben şikayet ederim, olmadıysa kendimi yere atarım" demek PKK tarzı mıdır? Sıradan bir üye haline gelmeyi bile başarsanız o da iyidir, ama siz onu da yapamıyorsunuz. O zaman parti sizi ne yapsın? Kendi yaşamınızı biraz gözden geçirirseniz, kafalarınızın dağınık ve kişiliklerinizin yoğunlaşmış olmaktan uzak olduğunu görürsünüz. Kendinize yazık ediyorsunuz. Saflarımızda gafil kişilik çok etkili, çaba çok yetersiz, doğruya hükmetme ve onu amansız takip etme yok denecek kadar azdır. Bir yere giderken eğer iki doğru lafı söyleyemeyeceksem, iki doğru tavrı sergileyemeyeceksem neden gideyim diye kendime sorarım. Eğer bir şey veremeyecek durumdaysam neden karşınıza çıkayım? Herhangi bir toplantıda herhangi bir tavır veya politika belirleyemeyecek durumdaysam ne diye bu işlerle uğraşayım? Şu anda nereye gidersem gideyim, hangi kişiyle temasa geçersem geçeyim, onu dört dörtlük mücadelenin emrine çekerim. Önderlik dediğin böyle olur. Kim olursa olsun tavrımız parti tavrıdır ve sonuç partinindir.
Yüzlerce ilişkiniz var, ancak bunların neye ve kime hizmet ettiği pek belli değildir, hepsi karışıktır. Bu ilişkiler sizi imhaya götürüyor, ama siz bunun farkında bile değilsiniz. Bu tutumlar birçok tehlikeli anlayışın türemesine yol açıyor, bunu bile göremiyorsunuz. Böyle parti militanlığı olmaz. Ben şunu belirtmiştim: Nasıl ki onsuz edemediğiniz bazı alışkanlıklarınız varsa, partinin de bazı tarzları ve özellikleri var, onlar olmaksızın edememelisiniz. Parti tarzı bütün alışkanlıkların önünde gelir. Seviyenin ne kadar düşük olduğunu anlıyorum, ama yükselmeyi bilmek de vazgeçilmez bir görevdir. Tümünüz bunu yapmasanız bile, içinizde mutlaka biraz daha akılı olanlar vardır ve onlar bu işin önünü tutabilirler. Eğer kazanmak istiyorsanız, doğruya gelmekten başka çareniz yoktur. Başka türlü sizi yaşatmak da mümkün değildir. Halkı yaşatmak, sizi yaşatmak çok zordur. Sizi nasıl taşıyacağız? Yedirip içirerek bir yerden bir yere aktarmaktan tutalım, savaş gibi çok ciddi bir olaya yaklaştırıncaya kadar sizi nasıl yürüteceğiz? Bunu kolay görmemelisiniz, çünkü bu çok ağır bir iştir. Çoğunuz lime lime olmuş gelmişsiniz. Ama savaşa böyle gidilmez. İki lafı bir araya getiremiyor, her an her türlü hataya açık bir kişilik sergiliyorsunuz. Savaş gibi yaşamın en ciddi olayına, en tedbirli yaklaşılması gereken bir olgusuna siz de doğru yaklaşacaksınız.
15 Ağustos Atılımı dahil, gerillaya gidenlere, siz ülkeye girdiğinizde ve eyleme katıldığınızda kaç gün sonrasını hesaplıyordunuz diye sordum. "Yirmi dört saat sonrasının ne olacağını bile kestiremiyorduk" diyorlar. Düşünün ki, uzun süre bütün birimlerin eylemleri böyleydi. Eylem yapıyor ve silah sıkıyorlar, ama onun yirmi dört saat sonrasının ne getirip ne götüreceği umurlarında bile değildir. Parti adına silah sıkmışlar, o kadar. Oysa muazzam sorumluluklarınız var. Siz bir asker vurdunuz mu, silahlı olarak dağa çıktınız mı üzerinize ordu gelir. Yirmi dört saat sonrasını hesaplayamazsanız, sizi nasıl yaşatacağız? Parti içinde "orası beni ilgilendirmez" demek olmaz. Sizi ilgilendirmezse bu savaşı kim geliştirecek?
Bütün gruplarımızın kaderini gözden geçiriyoruz. Ama maalesef "Silahlı eylemi başlattık, gerisini tamamlamak da bize düşer" diyen bir kişi çıkmıyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde dışarıda on beş binden fazla gerilla yetiştirilmemiştir. On beş bin gerilla yetiştirmeyi bırakın, Mao, Lenin, Ho Chi Minh bile elli kişiden daha fazla kişi eğitmemişlerdir veya eğitimleri birkaç seminerden ibarettir. Bu sahada on beş bin, belki daha da fazla militan yetiştirdim. Hem de bunları bir dış ülkede sıfırdan yetiştirdim. İnancından tutalım silahını omzuna takıp götürmesine kadar eğittim. Fakat bunlar en sıradan bir göreve sahip çıkmadılar, hatta çok büyük bir sorumluluk noksanlığı sergilediler. Her şeyi bana yaptırmak istediler. Dünyada böyle bir örnek yoktur. Bunlar benim burada yaptığımın onda birini o dağlarda yapabilselerdi yine iyiydi.
Parti terbiyesi, parti eğitimi, partinin inancı ve tarzı tutturulabilir. Bunun için zaman olmadığını da söyleyemezsiniz. Benden daha fazla zaman ve olanak elde etmişsiniz. Demek ki sizde bu konuda doğru bir yaklaşım, çalışma tarzı ve bu işin sorumluluğu yoktur. Yoksa en iyisi o dağlarda gelişebilirdi. Bu sorumluluk anlayışıyla vatanı kurtaramazsınız. Vatan kurtarmayı bırakın, kendinizi ve hatta günü bile kurtaramazsınız. Sizi kurtarmak başlı başına bir kurtuluş örgütü gerektirir. Halkı mı yoksa sizi mi kurtaracağım? Adeta böyle bir ikilemle karşı karşıya bulunuyoruz. Çünkü çoğunuzun içinde bulunduğu durum adeta kurtarmalıktır. Gelenlerin büyük bir kısmı kendini kurtarmaya çalışıyor. Oysa bizim görevimiz halkı kurtarmaktır. Tüm bunları neden anlayamıyorsunuz? Bunun karşısında "Köylü kurnazlığı veya aydın ukalalığı işime geliyor" diyeceksiniz. "Neden büyük bir çabaya girişip pür dikkat kesileyim ki! Sıradan bir çabayla yetinir, tembelce ve keyfimce bir katılımı yaşarım, bu benim çıkarıma daha uygundur" deyip kendinizi bırakıyorsunuz. Bu yaşanılan en lanetli toplum gerçeğimizdir ve bunun sizdeki yansımasıdır.
İnsanoğlu her türlü hesap kuruyor. Yetişme tarzı onu her türlü şeye yatkın hale getirmiş. Ne versen alır, ne iç desen içer, ne yap desen yapar. İyiliğin, güzelliğin ve doğruluğun nerede ve nasıl olduğunu bilmez. Düşmanın verdiği yemeği koşar adım ele geçirmek için yarışır. Tamamen ihaneti sunar, ihanet için yarışır. Biz böyle bir toplumdan geliyoruz. İçinizde ihanete tepki gösterecek kaç kişi var? Hatta kendinizi düşünün: Yurtseverlikten kaçıp temel yücelik değerlerine arkanızı döndüğünüzde veya onlara ulaşma gereğini duymadığınızda, düşmanın resmi düzen yaşamının bazı kırıntılarını ve olanaklarını yakaladığınızda nasıl yarıştığınızı, nasıl koştuğunuzu bilmiyor musunuz? Birisinden kaçarken diğerine koşma nedir? Bu, ihanet koşusudur. İliklerinize kadar bununla dolu yaşamışsanız, tabii ki kişiliğinizin ağır bir hastalık, ağır bir düşkünlük ve çürümeyle karşı karşıya olması anlaşılırdır. Devrimci eğitim, hiç olmazsa bunu biraz görüp gidermek içindir.
Komuta ve öncülük çizgisine gelememenizin nedenlerini ortaya koyuyoruz. Çocukların bile kendini bu kadar kandırdığını sanmıyorum. Çocukları ben de tanırım; bir iki doğru şey söylediğinizde ona bağlı kalırlar. En tehlikeli çocukluk sizin çocukluğunuz oluyor. Çok inatçısınız, gerçeklere gözünü kapatmışsınız ve bunu politikada da bir yöntem haline getirmişsiniz. Bütün bunlar yalnızca benim işim değildir; yaşamı düzeltmek, ülke ve parti yoluna doğru koyulmak daha çok sizin işinizdir. Bu halinizle sizi ne yapalım? Sizi kabul etmesek ortada kalırsınız. Yurtdışı, dağ başı, zindan söz konusu olduğunda insanı idam ederler. Düşman sizi paramparça eder. Bu ilgisizliğiniz, kayıtsızlığınız, yöntemsizliğiniz, üslupsuzluğunuz, kısaca bu yaşam tarzınızla başınıza neyin geleceğini kestirebiliyor musunuz? Gelen raporlara bakıyorum, günlük haberleri izliyorum ve bunları belirtmekten kendimi alıkoyamıyorum. Öyle hatalı kararlar var ki, bundan dolayı düşman her gün insanlarımızı parçalıyor. Dağ gibi insanlarımızı boşu boşuna kaybediyoruz. Bunun nedeni sağlam yönetimlerin olmamasıdır. Bunlar savaşın gereklerine göre olan kayıplar değildir. Savaşın gereklerini uyguladığınızda ise kayıp sıfır olur. Savaşın gereklerinden ne kadar kaçarsanız o kadar çok kayıp yaşarsınız.
Bu kadar kıyamet koparıyoruz. "Bizden adam olmaz" diyemez veya bunu bana kanıtlayamazsınız. Çok iyi hatırlıyorum: Tapu kadastro memuruyken bir köye gitmiştim. Bir köylü, "Beyim, bu lafları bize anlatma, bizim kulaklarımız bu kadar uzun" diyordu. O zaman, bu nasıl bir adamdır ki, kendisine 'uzun kulaklıyız' diyor diye düşünüyordum. Tuhaf ama o sözü bana söylemişti. O zaman buna bir anlam veremedim. Fakat akıllı birisiydi. Bu sözü söylemesi bile onun akıllı bir köylü olduğunu gösterir. Çünkü benim ne söylemek istediğimi de, toplum gerçekliğimizi de, düşmanın bizi ne hale getirdiğini de biraz fark etmişti. Hatırlıyorum: Bir tahta masa vardı, ben konuşurken o elini kütüğe vurdu, "Bu kütüğü yeşertebilir misin? Biz böyle kurutulmuş insanlarız" dedi. Bu teoriye göre yaşamak, hiçbir şey bilmeyen köylülerden bile daha geri olmak demektir.
O açıdan bazen yaşamınıza bakıyor ve öfkeleniyorum. Çünkü yaşamla oynuyorsunuz. Yaşamın nasıl yürütülmesi gerektiğinin farkında bile değilsiniz. PKK içinde, hem de PKK'nin en önemli ve en temel kademelerinde bir yaşam tutturmuş tipler var. Kellelerini koparsanız bu yaşam tarzından vazgeçmiyorlar. Ne iş yapıyor, ne de yaptırıyorlar; ama adları da ‘yürütme’ olmuş. Ben bunlara yürütmeme komitesi dedim. Birçok komite ve kademe bu durumdadır. Halen kendime bunlar nasıl böyle oldular diye soruyorum. Biz mi çok zayıfız, yoksa bunlar mı çok güçlü? Aslında çok güçlü de değiller. Toplumda emekçiler nasıl sayıca çoklarsa ve haklı oldukları halde nasıl bastırılıp sömürülüyorlarsa, içimizde de bazıları bize bunu yaptırmak istiyorlar.
Biz topluma tamamıyla güç yetirmeyebiliriz; ama parti içinde bunu halledebilir, parti içini çizgiye ve emeğe göre ayarlayabiliriz. Bu konuda "Ben PKKliyim" diyene iş düşüyor. İşimizi neden yapmayalım, başka ne derdimiz var ki? Siz bu iş için her şeyinizi ortaya koymadınız mı? O halde sürekli "Güç yetiremedik, oyuna geldik, bazıları bizi bastırdı" mı diyeceksiniz? Toplumdaki sıradan geri köylü ile bu tutumun sahibi arasında hiç fark var mı? Onu jandarma, sizi ise bir kariyerist bastırır. İkisi de aynı şeydir. Köylüyü ağa kullanır, sizi ise örgüt içinde ağalık yapanlar. Böyle gelmiş, böyle gidiyorsunuz. Bunlar doğru değildir. PKK böyle değerlendirilemez. Bunlar şunu demeye getiriyorlar: "Biz adam olamayız, onuru temsil edemeyiz, başaramayız, birbirimizi boşa çıkarmak, bazı işleri tıkatmak ve çirkinleşmek zorundayız." Buna hakkınız var mı? Hiç olmazsa bizim partimizde buna hiç kimsenin hakkı olmasa gerek. Israrla bunu kanıtlamak isteyenlerin neyi konuşturduğunu anlamak zorundasınız. Bazılarınız, hiç olmazsa "ben bu işte varım" diyenler, bu durumlara ve bu tutumlara çok etkili cevap vermek zorundalar. Çünkü olan, dürüst olanlara, emekçilere, emeğin sahiplerine yani sizlere olacak. Bu açıdan çizgi devrimciliği çok önemlidir. Kendinizi toparlayın.
Politikleşmek, bu belirtilen çerçevede kendini toparlamak, anlayış, bilinç ve tavır sahibi olmak demektir. Politik kişilik budur, örgüt kişiliği budur. Ekmeksiz ve susuz edemediğiniz gibi, politik kişilik, örgüt kişiliği olmadan da yaşayamazsınız. Çünkü o size daha fazla ve anı anına gereklidir. Ben de öğrenciyim ve sizin gibi öğreniyorum. Kaldı ki, bana öğreten de yoktur; ben her gün hayatın kendisinden öğreniyorum. Ama hiçbir zaman ciddi bir yetersizliğe düştüğümü hatırlamıyorum. Mücadele tarihimize bakın: Acaba sizin gibi tek bir gün ciddi bir yetersizliğe, bir örgüt çalışmasının başarısızlığına uğramış mıyım? Hayır, yaşamımın bütün önemli dönemeçlerinde çıkışlar ve sonuçlar güçlü ve başarılıdır. Bunu inceleyin ve araştırın. Hemen her dönemin, hatta her günün hesabını yapın. Göreceksiniz ki, hep kazandırma, yetkinleştirme ve hakimiyet vardır. Bu konularda ilerleme ve başarı kesindir. Bu bize hakim olan anlayıştır. Bu konuda kendinize bakın, birçok şey elinizden alınmış, hatta kendinizi kaybetmişsiniz, ama bunun farkında bile değilsiniz. Yaşamınız elinizden kayıyor, ancak bunun karşısında tedbir bile alamıyorsunuz.
Birey neden bu kadar bitik oluyor? Bakıyorsun, aniden kendini kurban etmiş. Bunu yadırgıyor, bu biçimi tehlikeli buluyorum. Kendi canınıza böyle kıyamazsınız. Hamal gibi çaba harcıyorsunuz, ama bir devrimci hamal gibi çalışamaz. Bir devrimci entelektüel, yönetsel, örgütsel ve siyasal çalışır. Demek ki, en büyük kabahatiniz kendinizi zamanında eğitmeyişiniz ve savaş gibi çok ciddi bir olaya çok donanımsız yaklaşmanızdır. Biz de onu telafi etmeye çalışıyoruz. O açıdan da hiç olmazsa bundan sonra önümüzdeki çok önemli aşamaya yeterli bir partililikle cevap verelim.
21 Haziran 1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Önderlik olayı çok kapsamlı bir olaydır. Kürdistan halkının tarihi boyunca doğru bir tarzda kavuşamadığı ve bu yüzden her şeyini kaybettiği bir kurumu teorik ve pratik gelişimi içinde anlamaya, kavramaya ve özümsemeye çalışıyorsunuz. PKK önder örgüt demektir. PKK devrimciliği, önder devrimcilik demektir. PKK tarihi, önderlik tarihi demektir. Bu, bende temsilini nasıl bulur, bütün PKK’lilerde veya bir PKK üyesinde temsilini nasıl bulur? İyi bir PKK’lilikte veya yetersiz bir PKK’lilikte temsilini nasıl bulur? Unutmayalım ki, şimdiye kadar ki tarihimizde kendimiz için önder demeyi bilemedik. Halen önderlik tarzına göre yaşayanlarımız parmak sayısı kadar bile değildir. Bağımsızlık ve özgürlük savaşımının önderi, özgür yaşamın önder gücü, tarzı ve tipi nedir, kimdir, nasıldır? İşte bunları gösteremiyorsunuz. Şuanda en temel sorun budur. Bütün bu çabalarım bir tarihi önderlik boşluğunu doldurmak için değil, önderlik adı altında dayatılan büyük ihaneti ve gafleti açığa çıkarmak ve mahkum etmek içindir. Onun yerine doğru bir önderlik anlayışını, önderlikte teorik düzeyi geliştirmeyi ve daha sonra bunu pratik olarak adım adım ortaya koymayı, yalnız ortaya koymayı da değil yürütmeyi gerçekleştirdim. İşte PKK önderlik tarzı, cephe önderlik tarzı ve ordu önderlik tarzı budur.
Artık kendisi için savaşan bir halk, yenilmeyen bir halktır. Bu işleri kolay mı sanıyorsunuz? Doğru bir önderlik tarzı olmasaydı, yirmi dört saat bile direniş gösterilemezdi. Barzani'ye, Şeyh Said'e, hatta tarihte başkaldırı yapmak isteyenlerin tümüne baktığınızda, ömürlerinin bir haftalık olduğunu görürsünüz. Bunu iyi inceleyin....Ona rağmen önderlik yapamamışlar, mahvolmuşlar ve daha kötü durumlara düşmekten kurtulamamışlardır. İsyanlarının bedelini kelleleri ile ödemişler ve hiçbir miras bırakamamışlardır. Kürdistan’da önderlik tarihini değerlendirirken, nasıl bir tehlikeli bitiş tarihini yaşadığımızı göreceksiniz. Mutlak anlamda düşmanın önderliği askeri, siyasi, ekonomik, kültürel, kısacası her düzeyde ne kadar etkin ve egemendir? Bunun yanında şimdiye kadar ki önderliklerin ne kadar işbirlikçi ve bağımlı olduklarını göreceksiniz. Bunları görmeden, PKK Önderlik tarzını anlamak mümkün değildir. PKK Önderliğini anlamadan direnmek, özellikle silahlı direnmek çılgınlıktır. Çünkü bunun ucunda ölüm vardır. PKK Önderliğini anlamadan ve gereklerini yerine getirmeden savaşa gitmeyin, dağlara çıkmayın ve halkın saflarına girmeyin. Bunların gereklerini biraz anladığınızda mücadeleye katılabilirsiniz. Yoksa kendinizi neden bela edeceksiniz ki! Anlayın ve işin içine öyle girin. Kendiniz ölçüp biçin, baktınız ki biraz sağlamsınız, o zaman işlere yüklenin.
Kendim için de bunları belirtebilirim: Bu Önderlik nasıl ortaya çıktı, neyi esas aldı, nasıl başlangıçlar yaptı, kendisini bugüne kadar nasıl getirdi? Tüm bu konularda beni inceleyin, bol bol tartışın, hatta gerekirse eleştirin. Bu bir halk önderliğidir, kendi tarihimizin büyük bir boşluğunu doldurma girişimidir. Bunu tartışmak ve kavramak, kendini kurtuluşa hazırlamak ve militan yapmak demektir. Biraz yaşama, saygıya, ölçüye ve edebe gelin. Bu sizin için çok önemli bir fırsattır. Benim gibi birini her zaman bulamazsınız. Kendimi bu işe nasıl adadığımı bir ben bilirim, hiç olmazsa bundan yararlanın. Önderliksel bir gelişme yaşadığınızda kendinizi ve insanlığı kazanmanın, hem de ilk defa kazanmanın şanslısı olarak değerlendirin.
Düşmana ve onun önderliğine koşuyor, onun en kötüsünden hizmetinde yaşıyorsunuz. Bunu bozmak çok önemlidir. Çünkü gelişmenin adımını başka türlü atamazsınız. Şimdiye kadar bunları çoktan anlayacaktınız. Eski Kürt tarzıyla önderlik yapılamaz. Kaldı ki bu, önderlik tarzı değildir. Ağaların nasıl en değme işbirlikçi olduğunu biliyorsunuz. Ailenizin ve çevrenizin hepsinin düşmana hizmet etmek için ne kadar yanaştığını biliyorsunuz. Bunlar önder midir? Bunlar işbirlikçi ve uşak bile değildir, ondan da kötüdür. Bunlar kendilerini bir meteliğe satıyorlar. Ben buna uşaklık bile demem. Uşak dediğin hiç olmazsa hizmetinin karşılığında para alır ve bununla iyi bir yaşamı olur. Bizimkilerin yaptığı ise çılgınlıktır. Beterin beteri bir durum yaşanıyor. Hiç kimse ülkesini bu kadar ucuz terk eder mi, bu kadar kendini bilmezin biri gibi yaşar mı? Bunları bir yana bırakın, hiç kimse partimiz içinde Önderlik gerçekleriyle bu kadar çelişir, Önderlikle oynar bir biçimde yaşar mı? Yaşıyorlar işte. Görüyorsunuz ki, bunların hepsi ortadadır. Neredeyse bunun kader olduğunu bana onaylatacaklar. Bu tutumlar karşısında direnme gücümü göstermez de boyun eğersem, “Senin halk dediğin, senin PKK’liler dediğin böyle, böyle gelmiş böyle gideceğiz" veya "Her şeyimizle karmakarışığız, nizam filan tanımayız; herkes bildiğini okur, herkesin bir tarzı vardır ve onu uygular" diyeceksiniz. Nizam ve terbiyeye gelmiyor, "Biz eskiden de böyleydik, şimdi de böyle olmak istiyoruz" diyorlar. Bize dayatılan budur.
Bu tutumlarda inkâr var; yoksa önderlik ve siyaset yoktur. Siz "İyiyi yaşamak istiyoruz" diyerek, mecbur kalıp bize geliyorsunuz. PKK'ye koşuyor, "Onda yaşam var" diyorsunuz. Doğru, PKK’de yaşam var, ama o yaşamı PKK’nin nizamı ve ölçülerinin sağladığını bileceksiniz. Başka türlü sizi kimse yaşatmaz. Düşmana koşmakta da serbestsiniz, ama düşman sizi yaşatmıyor. "Biz belalıyız" diyorsunuz, ama belalısınız diye beni de mahvedecek değilsiniz. Ben az çok kendimi koruyacak durumdayım. Sizin bu belalarınızın altında neden ezileyim? "Biz böyle yapabilir ve böyle yaşayabiliriz" diyorsunuz. Komuta ve yetkiyle oynama işte böyle başladı. Böyle yaşayamazsınız.
Tüm bunlar tarihimizle ilgilidir; Önderlik gerçeğinden ne kadar uzak olduğunuz ve ona ne kadar ters düştüğünüzle bağlantılıdır. Kendinizi düzelteceksiniz. Önderlik tarzına, parti ve ordu yaşamına gelmeniz sizin için bu şarttır. PKK’nin nizamına, özüne ve her türlü biçimine birincil planda yer vereceksiniz. Aksi halde sizi kimse yaşatmaz. Ben şimdiye kadar sizi yaşattım. Tabii bunun da nedenleri var. Önderlik gerçeğini inceleyerek bu nedenleri iyi anlamalı, “Önderlik neden bize böyle tahammül edip bizi böyle bir noktaya getirdi?” demeli; halk olarak, PKK’liler olarak, hatta gerillalar olarak bunu bol bol tartışmalısınız. Sizi bugüne getirmenin amansızlığını bir ben bilirim. Bu sabrın nedenleri vardır. Bunun başka çaresi de yoktu. Hiç olmazsa bundan sonra sağlam bir çıkış yapmak için bu bir neden olabilir. Bunun için sizi taşımış olabiliriz. Bu biraz da insanlığımızla ilgilidir. Herkes size bir yerinizden vuruyor ve tekmeyi sallıyordu. Biz ise sizinle biraz insanca ilgilenmek istedik. Bir nedeni de bu olabilir. Buna benzer birçok neden sıralanabilir.
Bir gerçeğiniz var: Dünyaya savrulmakla, ülkeyi tümüyle terk etmekle kendinize bir gelecek bulamıyorsunuz. Birbirinizi hiçe saymakla, her türlü örgütsüzlüğü yaşamakla fazla güç sahibi olamıyorsunuz. Hepiniz işsiz güçsüz ve perişansınız. Bunun için size doğru bir önderlik gereklidir. Güney’deki işbirlikçi önderliğin -ne kadar işbirlikçi olduğu da tartışmalı aslında- bir halkı ne hale getirdiğini günlük olarak izliyorsunuz. Öyle bir önderlik kaç para eder? TC'nin dayattıklarını yapıyorlar. Onların da ne yaptığı bellidir. PKK'nin bağımsız ve özgür önderliği, PKK’nin önder militanları bütün bunlara çaredir. Şimdi bakıyoruz ki, onlar da bütün nizamlarımızı ve kademelerimizi bozmakla uğraşıyorlar. Bunlar önderliğe bir cevap olabilir mi? Özellikle PKK içinde hiç kimsenin önderlikle oynamaya hakkı olabilir mi? "Nizam ve disiplin zor iş, bugüne kadar hep başıbozuk geldik, böyle yaşamaya alışmışız" diyeceksiniz. Sizi düşman öyle yapmıştır. Bu yaşamınız normal insani bir yaşam değildir. Bir kendi nizamınıza bakın, bir de TC'nin ordu nizamına, parti nizamına bakın: Göreceksiniz ki, kılı kırk yaracak kadar ölçülüdür. Bize yakıştırılan böyledir. O halde kendi nizamımızı ve ölçülerimizi bulacağız.
Saflarımızda başıbozukluğu geliştiren, kendini konuşturan ve her türlü kuralla oynamayı dayatan kimdir? Ben bunların adının söylenmesini fazla doğru bulmuyorum. Tam tersine, bunların adının ağza alınması bile bana göre suçtur. PKK içinde PKK nizamı, PKK tüzüğü veya PKK yasası geçer. Hele ordu söz konusu oldu mu, tümüyle nizam gerekir. Önderlik gerçeği bütün bunları açıklığa kavuşturur. PKK'yi tartışmak, bir anlamda Önderliği tartışmak ve onu bütün yönleriyle değerlendirmek demektir. Önderliği tartışmak ise, örgütlenmek ve ona ulaşmak demektir. Özellikle ordu örgütlenmesinde bu Önderlikle sonuç alınacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, bu konuların anlam ve önemini fazla idrak edememiş, etseniz de pratikte özünüze indirgeyememişsiniz. Bu konuları anlamaktan başka çareniz yoktur ve bu tek yaşam seçeneğinizdir. Aksi halde başkalarının hamalı olursunuz.
Benim kadar zapturapt altına alınması zor hiç kimse yoktu. Kurallara karşı çıkardım, ama en son vardığım nokta en büyük disiplin ve nizam noktasıdır. Siz benden daha fazla mı maceracısınız veya özgürlükçüsünüz? Ben kendimi bu kadar disipline ve nizama bağladıktan sonra, siz kırk kat daha fazla öyle olacaksınız. Yaşadığınız gafleti aşarsanız, o zaman bunun böyle olduğunu görürsünüz. PKK’de sonuna kadar tartışma özgürlüğü var. Hiç kimse size zorla "gelin, katılın" diye yalvarmıyor. PKK'ye gönüllülük temelinde gelinir, ama gelindikten sonra onun gereklerine de bağlanmak işin özü gereğidir. "Ben hem gelirim, hem de bu işin gereklerini göz önüne getirmem" demek, kendimizle alay etmek demektir. Biz bunu kabul edemeyiz. Öyle anlaşılıyor ki, bu hususları anlayamadınız, hakkını veremediniz ve yaşama dönüştüremediniz; sonuçta PKK'ye yakışmayan, ordulaşmaya gelmeyen bu durumlar ortaya çıktı. Kendinizi bu nedenle çarçur edip güçsüz düşürdünüz. Bundan düşmandan başka kimin yararı olabilir? Bu yetmezlikler sayesinde düşman, partiyi uğraştıran hainler ve her türlü oportünistler güçlendi. Bu partiye canını ve gönlünü verenlere yazık değil mi? Onların hakkını kim koruyacak, temsilini kim yapacak? Bunun için Parti Önderliği, parti militanlığı çok gereklidir.
Neden partileşemiyorsunuz? Neden mükemmel bir ordulaşmaya doğru gidemiyorsunuz? Buna cevap bulamıyorum. “PKK'ye geldim, her şey kabulümdür” dedikten sonra, her şey bitmiş veya bu işin sağlam bir başlangıcı yapılmış demektir. Gerisi eğitim ve tecrübe işidir. Ben de sizi eğitiyor ve herkese tecrübelerimi aktarıyorum. Kısa bir süre sonra hepinizin dört dörtlük particilik ve orduculuk yapmanızı hedefliyoruz. Hiç olmazsa ’94 yılının zaptı veya önümüzdeki bu dönemin fethi böyle olsun. Eğer fetih veya zafer olacaksa bu temelde olabilir. Bundan başka çare de yoktur.
Yanlışa oynayanların, kendini konuşturanların tarihini tek tek inceleyin; bütün bu kayıpların nedenlerini de inceleyin: Ucuz kaybedenler, en çok “köye, şehre veya mevkie dayalı rahat yaşarım” diyenler, kendileriyle birlikte dağ gibi değerleri vakitsiz kaybettirdiler. “Ucuz kurnazlıklarla kendimi yaşatırım” diyenler, şu veya bu biçimde bazı kademeleri tutanlar, şu anda en fazla yerle bir edilmesi gereken kişiler değil mi? Ucuz ve kurnazca kendini yaşatmak, kayıplara yol açmak bir yaşam tarzı olamaz. Hiç kimse PKK'yi kolay kaybetme örgütü, ucuz yaşama örgütü olarak değerlendiremez. Bizim gibi bir önderliği kimse böyle ele alamaz. Bu konuda sizi defalarca uyardım. Biz bir parça ekmeğin hesabını sorar ve bir kuruş paranın hesabını yaparız. Bizim kadar büyük bir emek hareketi dünyada az görülmüştür. Biz bütün değerlerimize sahipleniriz. İşin özü böyledir. Önderlik gerçeği böyle başlamış, böyle yürüyor. "Ben imkanları ele geçirip milyonları kullanırım, canları kullanırım, her şeyi kullanırım" diyen kişi kendini bilmez bir gafilden de öteye bir çılgındır. Bunu her yerde yapabilirsiniz, ama PKK'de bu mümkün değildir. Böyle çılgınlar içimizde neredeyse yığınla var. Bunlar kendilerini kaybetmişler. Halen bu kişiliklerin olabileceğine kendimi inandırmak istemiyorum veya yoklar diyorum. Bunlar sadece cezalandırılması gereken değil, adeta yer yarılıp içine girmesi gereken kişiliklerdir. Eğer bazı çalışmalara hakkını veremiyorsam, yer yarılsın ben de içine gireyim. Yaşama biraz hakkını verdiysem hakkım da, hukukum da odur. Bütün bunlar PKK gerçeği ve önderlik özellikleridir.
Bu baş belaları neden bu kadar çıktı, bunlar hangi koşullardan istifade ettiler? Hangi yasaları çiğnediler? Bunlar kimin yüzünden oldu? Örgütümüzün bu konuda hangi eksiklikleri var? Tüzük esaslarını mı işletemedik? Sağlam yöneticilik mi yapamadık? Bu hatalar kimden, nereden ve nasıl kaynaklandı? Hem parti tarihine hem de bölgelere kadar indirgeyerek, bütün yönleriyle bu durumların bir değerlendirmesini yapabiliriz. Önderlik gerçekleriyle neden bu kadar oynandı, kim oynadı? Bunlara karşı görevimizi neden yapamadık? Kendinizden de hesap sorarak sağlam sonuca ulaşmalısınız. Çünkü bunlar olmadan yola çıkılmaz.
İmkanlarımızın ne kadar sınırlı olduğunu biliyorsunuz. Hiç olmazsa tüm bunları iyi kavrayın. Çok zor koşullarda kesin bir çıkışınız olmalı ve başlarken umudu temsil edebilmelisiniz. Halkımız da biraz umutlu olmalıdır. PKK sizi hala yaşatabilir, ama bunu çılgınlık yapasınız diye yapmaz. Ben kademeler, olanaklar, yetkiler sizin kullandığınız gibi kullanılsın diye sizi yaşatmıyorum. Yaşatma tarzımın neye nasıl bağlı olduğunu görüyorsunuz. Yetki, görev ve para istiyorsanız, “dağlara çıkış yapmak istiyoruz” diyorsanız, bu esaslara bağlı kalmalısınız. Aksi halde bir ikiyüzlüsünüz, bir sahtekarsınız. Onlar da her yerde ve her zaman yaptıklarının karşılığını fazlasıyla öderler. Kaldı ki, yoldaşlıkta sahtekarlık, aldatma olmaz. Her yoldaş sözünün eridir. Bunun dışında bir yoldaş tanımına kimse cesaret edemez.
Bizim ortamımızda sonuna kadar tartışma özgürlüğü var. Bu, kafa karışıklığını geliştirmek için değil, hepinizin bazı şeyleri daha iyi anlaması içindir. Emin oluncaya ve tam inanıncaya kadar tartışın, kavrayın ve kavratın. Bu temelde katılımı tam yapın. Yaptıktan sonra da hiçbir yerde ve zamanda kimse sizi aldatıp oyuna getirmesin. Ne kimse size boyun eğdirsin, ne siz kimseye boyun eğdirin. Tam tersine, kolektif bir yönetim ve çalışma tarzı esas alınmalıdır. Ondan sonra bireysel inisiyatifin çok etkin, gerekli yerlerde ve zamanda sonuna kadar gösterilmesi gerçekleştirilmelidir. Görevlere yeterlilikle yaklaşılması, yeterli olunabilecek ve başarılabilecek görevlere mutlaka sahip çıkılması gerekir. Yetki ve makam söz konusu olduğunda, bunlara tam hakkını vereceğiniz zaman mutlaka sahip çıkmalısınız. Bütün bunların sorumluluğu beni ilgilendirir, ilgilenmek zorundayım da. İster sıradan yetki ve görev, isterse en üst düzeyde görev veya sorumluluk olsun, “mutlaka hakkını vermeliyim” diyecek kadar kendinize hükmetme, kendinize sahip çıkma ve kendinizi sorumlu tutma duygunuzun gelişkin olması gerekir. Böyle PKK’li olunur, böyle orduya katılım olur.
Yıllardır halen bunları anlamaya yanaşmıyorsunuz. Bu, yoldaşlığa sığması şurada kalsın, insanlığa bile sığmayacak bir durumdur. O zaman zorluklarınız ortaya çıkar ve mahvolursunuz. Benim belirttiğim tarzda örgüt ve onun önderlik gerçeğine kendinizi katamazsanız, cehennem gibi bir yaşam sizin peşinizi bırakmaz. PKK'de veya genelde ülkemizde yaşamı kolaylaştırmak, önderlik tarzına bütün yönleriyle gelmekle mümkündür. Köylü kurnazlığını, aydın ukalalığını bırakın. Zaten bunlarla hiçbir şey değerlendirilemez. Aydın ukalası demagogdur ve elinden fazla bir iş gelmez. Köylü kurnazı da her gün kendini aldatır ve kendini aldatmaktan başka kimseyi kandıramaz. Bu tarzları bırakın. Doğru tarzda iş yapma bizim tarzımızla mümkündür.
Görüyorsunuz ki, biz bu ülkede biraz iş yaptık. Savaşta yenilmeyen, örgütlemede sürekli gelişen, her zaman ve her dönemde başarı doğuran tarzın sahibi biziz. Tüm dünya ve düşman bunu biliyor, siz mi bilemeyeceksiniz? O halde ona uyum ve katılım gösterin. Madem bu size kazandırıyor, maddi ve manevi olarak sizi istediğiniz kadar büyütüyor, bundan başka daha ne isteyebilirsiniz? Madem en yoksul, en aç sizsiniz, o zaman bundan başka daha ne istiyorsunuz? Emrinize bu kadar imkan verilmişken, bu gelişmeleri neden yaşamıyorsunuz? İlk günde de bu yapılması gereken doğru katılım ve yaşam tarzıydı ve son günde de nihai zaferi bu tarz kazandıracaktır. Sizi kazanmaktan başka ne bekliyor? Bu çizgide kazanmazsanız, başınıza gelecek felaketi, işkenceyi ve parçalanmayı düşünüyor musunuz? Düşmanın size reva gördüğü sonuç budur. Düşman yalnız PKK militanlarına değil, halka da bunu uyguluyor. Sizi ayakta tutacak ve düşmanı geriletecek olan da bu sağlam tarzı, vuruşu ve tempoyu tutturmaktır. Bu temelde yiğitçe birbirimizin sorumluluğunu üstlenmeliyiz. Zaten halk da "Artık tek çare budur" diyor. O halde bunun hakkını vereceksiniz. Halen "Kafam karışık, muğlakım, net değilim" demek, kendisine en büyük kötülüğü layık görmektir. Günler çok acımasız geçiyor. Benim her zaman bu partiyi, bu hareketi, bu savaşı böyle götürmeye ne zamanım el verebilir ne de bunun gereği var. Mücadele olanakları oldukça fazladır. Bu tarz yaşamı benimsiyorsanız, mücadeleye korkunç yüklenmekten ve başarıyı koparmaktan başka ne bir seçeneğiniz ne de bir kabulünüz olabilir.
Eskisi gibi imkansızlıklarla boğuşmuyoruz. Başarma olanağımız, düşmanın kazanma olanağından defalarca daha fazladır. Ben bu olanakların değerlendirilmesinden bahsediyorum. Eskiden düşman kazanabilirdi, zaten mutlak anlamda da kendini böyle görüyordu. Biz o dönemlerin hepsini düşmanın aleyhine kapatmayı bilmekle en büyük hizmeti size sunduk. Şimdi kazanma yönü ağır basan bir dönemi yaşıyorsunuz. Sınırlı bir çaba bile hemen herkesi önemli kazanımlarla karşı karşıya bırakabilir. Buna sahip çıkacaksınız. "Olanaklar fazla, üzerine yatmaya bayılıyorum" derseniz, bu büyük bir sorumsuzluktur. İmkanların biraz gelişmesi, sadece “Bu imkanlar çok zor kazanıldı, bunlarla savaşı kazanabiliriz” anlamına gelir. O halde eskiden göstermediğiniz savaşçılığı göstermekten, yapamadığınız işleri ve görevleri amansız yerine getirmekten başka çareniz yoktur. Bu, imkanları böyle kullanmaktan geçer. Mevcut olanaklara doğru yaklaşım da budur. Değerleri nasıl değerlendiriyorlar? "Kendimizi fazla sıkmaya gerek yok, nasıl olsa PKK büyük bir harekettir, biraz da kendimizi yaşayalım, yorulduk" derseniz, en tehlikeli yaklaşım içerisine girersiniz. Eskiden belki böyle diyebilirdiniz, ama şimdi böyle diyemezsiniz, çünkü durum sanıldığından daha farklıdır. Bu olanaklar sadece savaşın kazanılması içindir. Aksi halde yalnız bu olanaklar kaybedilmekle kalmaz, bin kat fazlasıyla kişiye de kaybettirir, nitekim ettiriyor da. Bu çok sakıncalı ve tehlikeli yaklaşımları da bir tarafa bırakalım.
Benim yaşamıma bakarsanız, hiçbir dönemde 1993 yılında yoğunlaştığım kadar yoğunlaşmadığımı görürsünüz. 1993 yılı, olanakların en gelişkin olduğu, ama en çok zorlandığımız ve kendimizi nefes nefese bıraktığımız bir yıldır. Diğer yıllar acımasızdı. Her yılı kurtarmanın ne anlama geldiğini biraz biliyorsunuz. Ancak hiç birisi 1993 yılı kadar olmadı. Bunu biraz kendinize soruyor musunuz? Bu yıl hem önemli bir kazanım yılı, hem de çok dikkat edilmezse düşmanın yirmi yılın bütün kazanımlarını kaybettirmek istediği bir yıldır. Bundan çıkaracağınız sonuç şudur: Madem kazanma imkanı biraz artmıştır ve düşmanın da bütün kazanımları elimizden alma dayatması vardır, o halde bu yıla amansız yükleneceğiz. Kaldı ki, biz bütün yıllara bu yöntemle yüklendik ve 1994 yılının üzerine de böyle yürümek gerektiğini açıkça belirtiyorum. Bu konuda benden daha fazla sizler bir şeyler yapmak zorundasınız. Çünkü sıcak mücadele sahasına inecek ve bu yılı mutlak kazanmak için kendini yatıracak olan sizlersiniz. Ben yapacağımı yaptım, yine de yaparım. Bu benim bileceğim bir iştir, ama siz mücadelenin gereklerini çok az yaptınız ve yaşama hakkını çok az verdiniz. O açıdan görevlere mutlaka doğru yüklenmek, hayatınızın savaşımını vermek zorundasınız. Bu hem şans olarak, hem de görev ve tarz olarak sizin yerine getirmeniz gereken sorumluluğunuzdur.
Anlayışlıysanız bunları biraz anlamaya çalışacaksınız. Devrimde anlayışsızlıkta ısrar tehlikeli sonuçlara götürür. Bu noktada ne kadar zorlandığımız ve kendi kendimize çok anlamsız zarar verdiğimiz parti tarihinden de iyi anlaşılmıştır. Parti tarihinde tasfiyecilerin, provokatörlerin, her cinsten saptırmacıların hepsi kötü niyetli değillerdi; bazıları belki de sizden daha iyi niyetliydiler. Ama anlayışsızlıkta ısrar ettiler, bizim verdiğimiz bu çerçeveyi göz önüne getirmediler. Bu kişiler talimatlarla oynamaya çalıştılar ve kendilerini böyle kabul ettireceklerini sandılar. Böyle yapmayın dedik, ama kendi bildiklerinde ısrar ettiler ve sonuçları vahim oldu. Kimi katil, kimi en değme provokatör oldu, kimisi de düşmanın vermediğinden daha fazla zarar verdi ve kendisi de kaybetti. Bunların büyük bir kısmı yerle bir oldu. Bununla kâr mı ettiler veya saflarımızda yoldaşları katletmekle iyi mi ettiler? O kadar değeri kaybettirmekle neyi kazandılar? Tarih onları alçaklıklarından ve lanetli durumlarından başka nasıl anacak? Bu anlayışsızlık doğru bir şey mi? Bunlar “Biz bildiğimizi okuruz” dediler de bildikleri kaç para etti? Bunun bir şey ifade ettiğini hiç gördünüz mü? Düşmanla en çok uğraşan da savaşan da benim. O halde beni neden dinlemediler? Bize sözde taparcasına bağlıydılar. Bizi neden doğru anlamadılar? Görüyorsunuz ki, belirtiklerimiz çok ileri boyutludur. Bunlar bildiğini okuma, güçlenmek istediğinde Önderliği, her şeyi ele geçirmek istediğinde da PKK'yi ve yetkiyi kötü kullanma sonucunda bu duruma geldiler. Bu hesap düşmanın hesabı değil mi? Az kalsın burayı ele geçireceklermiş! Oysa ortada ele geçirilecek bir şey yok; emekle kazandırılacak işler ve görevler var.
Bu tarihe nasıl başlangıç yapıldı? Bu ibret tarihini iyi göz önüne getirin. Bu tipler anlayışsızlıkta ısrar ettiler, yoksa bunlar öyle bilinçli ajan veya kötü niyetli tipler değillerdi. Belki de sizden daha saygılı ve bağlıydılar, ama söz dinlemediler. İçlerinde bazı tiplerin “ne oldum” havaları vardı. Uyarıları dinlemediler, yanlış değerlendirme yaptılar, kemikleştiler ve sonra da öyle oldular. Parti tarihi bu yönüyle mutlaka iyi özümsenmelidir. Neden anlayışlı olmak gerekir? Neden değerlere ve özellikle kurallara harfiyen bağlı olmak gerekir? Eğer “Tarihten ibret alırcasına ders almak gerekir” diyorsanız, PKK'de bunlar çarpıcıdır. Bu tarih, aynı zamanda bizi kullanmak gafletine düşenlerin de tarihidir. Peki, bizi kullanabildiler mi? Örgüt içinde veya dışımızdaki güçler beni kullanabildi mi? Kim kimi kullanabilir? Bu konuda savaşın nasıl olduğunu da gördünüz. Kaldı ki siz bizi kullanacak durumda değilsiniz.
PKK'ye gönüllü katılanlarla PKK çizgisini bütünüyle yaşamak için emek birliği yapıyor, çabalarımızı birleştiriyoruz. Bunu ülkemizi ve özgürlüğümüzü kazanmak için yapıyoruz. Bunun birbirini kullanma ve bastırmayla ne ilgisi var? Eğer bütün bu belirtilenler sizi belli bir anlayışa götürmüşse ve size ömrünüzün sonuna kadar yetecek parti anlayışını, örgüt ve savaş kuralını biraz olsun vermişse, o zaman kendinizi şanslı saymalısınız. Bu esaslar dahilindeki bir yürüyüş, yaşadığınız müddetçe sizi iyi bir partili ve ordulu yapabilir; iyi bir halk savaşçısı, halk önderi haline getirebilir. Yine her zaman kayıplar olur, şahadetler yaşanabilir. Ama insan sağlam anlayışla yürüdükten sonra, ölüm nereden gelirse gelsin katlanılır; cefası ve zorlukları da nereden gelirse gelsin büyük bir gönül rahatlığıyla karşılanır. Kaldı ki, bize de her zaman ölüm, zorluklar ve sıkıntılar dayatıldı. Bu mücadeleye büyük bir rahatlıkla başladık ve nitekim sürdürüyoruz. Bu yolda bu temelde yürüyüş bizleri ölümsüzleştirir. Görüldüğü gibi, PKK tarihinin doğru kavranması kesin zafere götürür. Tarihin doğru kavranmayışı ve özellikle anlayışsızlıkta ısrar ise büyük felakete götürüyor. Yine her türlü yanılgılı ve yetersiz yaklaşım büyük karışıklığa, zaman, olanak ve hatta kişinin kendi emeğinin kaybına ve çarçur edilmesine götürüyor. Bu büyük bir tarihtir. Bu tarih olumlu tarzda sahiplenilirse her şeyi kazandırır.
Her şeyiyle kendini yeniden kazanmak zorunda olan bir halkın içinden geliyorsunuz ve bu halkın bir parçasısınız. Bizi ancak her şeyiyle kendini kazanmak yaşatabilir. Bunun dışında her şey bizim için lanet kokuyor ve layığımız da olamaz. Bize layık olan doğrultu, tarz ve anlayış bellidir ve bu vuruş tarzına kadar açıkça gösterilmiştir. Eğer sizde biraz ciddiyet varsa ve "Ben bu işte biraz iddialıyım" diyorsanız, o zaman başlangıçta ve her zaman bana hakim olduğu gibi size inanırım. Gerçekler karşısında biraz anlayışlı olan insana inanırım. Çünkü her türlü göreve doğru yürür ve başarır.
21 Aralık 1993
Reber APO
- Ayrıntılar