1994 yılının yarısını boydan boya kaplayan çalışmalarımızın, en özlü ve yeni sayfalarını açmaya çalışırken, iddialı değerlendirmeleri esas yönleriyle ortaya koyduk. Hatta denilebilir ki, en iddialı, yeni bir okul anlamına gelebilecek yaratıcılığı mümkün kılarken, aynı zamanda emperyalizmin, özellikle günümüzde karıncalaştırdığı insanı, tekrar temel özellikleriyle yaşam iddiasında tutmak ve bu anlamda direnişçiliği ortaya çıkarmak, onunla birlikte kendi düşmüş insanlarımızın temelinde, bunu gerçekleştirmek sandığınızın çok üstünde önemli olan bir kazanımdır. Eğer gerekleri ısrarla yerine getirilirse, yaşamda, onun savaşım ve her düzeyde gelişimine de büyük yansıtılacak ve kavrayış politik bir noktada iç içe başarıyla yürütülecek bütün özelliklere sahiptir.
Tabii ki, ister bunu alın, ister almayın, biz bunu tarih için yapıyoruz, ilkelerimizi insanlarımız için oluşturuyoruz. Sizin sıradan deneysel bir grup olmanız bizim için o kadar önemli değildir, ama olursanız sizin için çok iyi olur. Biz bu çözümlemeleri sadece sizin hatırınıza yapmıyoruz. Zaten değerlendirme gücünüzün zayıflığına da bakmıyoruz, size söylenecek olan, hatta bütün partide “iyi yaşıyorum, bağlıyım” diyenlere ilişkin söylenecek olan, mümkünse saygılı ve duyarlı olmaktır. Ülkede gerçekliğimizi bu temelde yaşama ve çok iddia ettiğimiz gibi, savaşa yol almaya giderken, bağlı kalmayı biraz bilin.
Çokça yaptıklarınız, sandığınız gibi değil. Bizim bütün yönleriyle ortaya koyduğumuz gibi, saygıyı bu anlamda söylüyorum. “Kişiliğim var, özüm var, bağlı kalacağım” diyorsunuz. Gençsiniz, göstermekte iddialı olabilirsiniz. Kendi örneklerinize bakın. Yaşam karşısında bir hiçlik, yaşama karşı çok büyük saygısızlıklar söz konusu. Hâlâ yaşam bizim için savaştan geçtiğine göre, savaş gerçeğine yaklaşımlar, görüyorsunuz ki çok geri, yenilgili, çok soylu savaş yürütücüsü yok; savaşta derinleşen, iddialı olan kişilikler gelişmiyor. Fakat savaş çok soylu, önemli bir erdem, çok dönüştürücü ve yüzyılların dönüştüremediğini on yılda kesin dönüştürebilir.
Eğer gerçekten savaş istiyorsanız bunlar çok önemli. Ben sizin savaşa yaklaşımınızdan sadece ürküyorum, dehşet duyuyorum ve öfkeliyim. Bizi en çok öfkelendiren savaşa yaklaşımınızdır. Benim için savaş, ateşle oynama sanatıdır veya ateşle insanı temizleme hareketidir. Kendinize bakın; değil ateşin körükleyicisi olmak, onun bir moloz yığını içinde tutuşan tipi oluyorsunuz.
Yaşadığınızı, savaştığınızı sanıyorsunuz. Yiğitlik meydanı ortada. Romalılar neden gösterişliydiler? Onların ilk tanrısı savaş tanrısıydı. Roma bütün büyüklüğünü doğru savaşmaya ve onun sonuçlarını yaşama dönüştürmesine borçlu. Sizi savaşçı saymamızı istiyorsunuz ama kendini savaşa göre pişiren adam bizim karşımızda böyle mi durur veya savaş görevlerine böyle mi yaklaşır? Biraz kendinize ve ölçülere bakın ve anlayın. Ben biraz göstermeye çalıştım, yaşamak istiyorsan böyle yapacaksın, savaşmak istiyorsan böyle yapacaksın. Ama sizde büyük ciddiyet, kavrayış yok. Bunlardan sizi sorumlu tutmaya gerek yok, çünkü yetiştiğiniz okul, düşmanın askeri olmak, kocakarılık, alçaklık okulları sizi bu hale getirmiş. Siz o okulun talebeleri olarak geliyorsunuz. Bizim de sertliğimiz, affetmezliğimiz bu noktadadır.
Yeni bir okul kurduğumuzu ve bu okulun kesin ilkeleri ve yaşam gelenekleri olduğunu göstermek istiyoruz. Bu okulda zayıf kişilik kalamaz, köle kişilik olamaz; beceriksizlik olamaz, görevler karşısında duraklama, çözümsüzlük, tıkanma olamaz! Madem bu okuldan mezun oldunuz, yaşamla savaş gerçekliği karşısında yenilmez misiniz, ikirciksiz misiniz, her şeye hükmeden tarzı temsil ediyor musunuz bunu göreceksiniz. Buranın özelliği budur. Böyle bileceksiniz, yoksa hiçbir şey olamazsınız. Bu okulun bütün gerçeği budur. “Bu okuldan verim aldım” diyen, yaşam karşısında yenilgiye düşmez, savaşın her sorununa, mücadelenin her yerinde her soruna çözüm bulur. Eğer sahtekâr değilseniz, kendinizi aldatmıyorsanız, burada söylenenle başarırsınız.
Bizim okulumuzda yaşamaya bu kadar yenilgili, bitik, bu kadar öfkelendirecek kişiliklerle gelmeye cesaret edemezsiniz. İşte size eğitim fırsatı, kendinizi yetiştirin. Gerçekten insan sizden başardığınıza dair bir şeyler ummalı, bunu istemek çok mu fazla. Hiçbir başarı, şeref sözünüz olmayacak mı? Hiç mi bir işi doğru planlamaya, ilerlemeye ihtiyacını yok. Hep yenilgi, hep bozma, hep kaybetme kader midir? Değilse, o zaman niye hep sözle hazırsınız. Ben hiç birinize, “al sana bir görev” diye dayatmada bulunmadım. Tam tersine, hepiniz geldiniz, ağırlık teşkil ettiniz. Yoksa ben daha değişik de çalışabilirdim. Ama geldiniz “savaşa hazırım” diyene bir baktık ki, kendini dayatmış. İnsan biraz saygılı olur. Madem böyle bir savaş istediğiniz var, onun esaslarıyla uğraşın. Ama gidilen her yerde sözüyle, eylemiyle bizi öfkelendiren bir kişilik var.
Biz, kişiliğimizle söz ve hareketlerimizle halkımızı zora sokacak tutumlara girmemeye, bilakis en yüce saygıyı tutturmaya çalışıyoruz ve bunu bütün savaş zorluklarına rağmen yapıyoruz. Çünkü biz görev adamıyız, ilkeler için yaşamayı esas alanlarız. Size göre öyle de olur, böyle de. Hayır! Benim için hiçbir zaman sandığınız gibi olamaz! Bir saniye bile yaşamam, öldürseniz de ezik ruh haliyle, kendinden taviz veren kişilikle yaşamam.
Siz, her şeyle uzlaşıyor, yenilgiye “hoş geldin” diyorsunuz, her türlü çirkinliklere de “hoş geldin” diyorsunuz. Yaşamın her türlü gafletine, tehlikesine böyle yaklaşıyorsunuz. Fakat “hoş geldin” demediğiniz bir olay var; o da başarılı yürüyüştür. Başarılı yürüyüşe geldi mi, “bunalıyoruz, tıkandık” diyorsunuz. Sürekli kocakarıca tutumlar sergilendi. Buna bir “hoş geldin” demek yok. Kol gerdi dediğiniz düşman ve dolaylı etkileridir.
Biz tam tersine, gerileten ve başarıdan uzaklaştıran hiçbir şeye “hoş geldin” demedik. Tabii bunun için yıllarınızı vereceksiniz, bunun için tüm insani yeteneklerinizi vereceksiniz. “Hoş geldin başarı savaşı, hoş geldin özgürlük savaşı, hoş geldin özgürlük yaşamı!” diyeceksiniz. O kadar tekrarlamamıza rağmen, ciddiyet kelimesine anlam verdiğinize inanmak istiyorum, ama çok zor. O kadar iddiasız, zavallıları oynuyorsunuz ki, çok çok yapabileceğiniz, sözün etkisi altında kendini yitirmek, ucuz ölmektir.
Acaba sizi okula çekmekle hata mı ettik? Çok mu yeteneksizsiniz. Fakat ben insana güveniyorum. Bana göre insan yaşamı, büyük olay olarak görülüp ona yüklenmesi gereken bir olgudur. Biz de öyleydik. Hiç kimse benim kadar hayata karşı zayıf değildi, hiç biriniz benim kadar çekingen, sosyal, ekonomik ve siyasi olarak da uçurumlarda gezinen bir durumda değildiniz. Buna rağmen, cesaretli, güçlü, hayata karşı iddialı olmayı bu dereceye getirebildik. Başlangıçta kimse için ne avantaj, ne dezavantaj vardı, belirleyici olan ilgi, sorumluluk, giderek hayattan öğrenme, saygı, ciddiyet, güne aldanmama, gösterişe kapılmayarak iddialı olmak, doğru tutumları çok iyi görme ve taviz vermeden onun egemenliği uğruna savaşmaktı.
Sizin yapmadığınız budur. En altın değerindeki ilkeyi bir sigaraya satarsınız. Sizin için önemli olan dumandır, bu çok belirgindir. Hâlbuki biraz ilkeye bağlı yaşamayı bilmelisiniz. İlke nedir? Örgüt, siyasallık, çalışma tarzı, toplantı tarzı, üslup, bütün bunlar ilkedir. İlkenin esasları var; beni en çok ilgilendiren onlardır ama, sizin için bunlar ikinci sırada gelir. Önemli olan sigaradır, önemli olan bir psikolojik durum, ucuz bir hayat, ahbap-çavuşluk, zayıflık, zavallı tıkanmışlıktır. Onlarla kendinizi daha çok oyalarsınız. Fark burada!
Burada çok keskin bir tarzda iki farklı yaşama bakış ve pratik gelişmesini gösterdik. Çelişkiler bu temeldedir. Düşünüp duruyoruz. Mücadele adamları niye böyle olsun? Neden pratik sahaya doğru yol aldıklarında ve ulaştıklarında öğrendiklerine bile saygılı olmayacak kadar kendinden geçsinler. Bu durum saygısızlığı ifade eder. İlkelerine zayıf yaklaşan, onu pratikleştirmeyenin yüzü yoktur. İddiası, büyüklüğü olmaz, pratikte yalan söylemez, yapamadınız mı ne mal olduğunuz ortaya çıkar, lafazanlıkla örtbas edilemez, özellikle savaş pratiği böyledir.
Nasıl bir yanılgılar yumağı olduğunuzu ortaya koyduk. Yaşama karşı büyük sahtekarlıkların iç içe örülüşünü gösterdik. Yaşama gelemeyişi gösterdik ve eski toplumsal yaşamları gözlemleyerek değerlendirmeler yaptık. Köylülerin durumunu, yeni yetme küçük-burjuva aydınların durumunu, ağaların, lümpenlerin, kendini bilmezlerin durumunu ortaya koyduk. Bizim yaşamımız tam tersine, bu yaşama gelmeyenlere karşı savaşımdır. Yaşamınızı biraz soruşturduk. Çok yanlış yaşamışsınız, zaten savaşın taktiğine gelmemenin yanlış yaşamla ilişkisi var, bunu ortaya çıkardık.
Temel bir gerçekliğiniz var, sizi yanlış büyütmüşler, çok yanlış yetiştirmişler. Özellikle örgütsel, siyasal yetişmeleriniz çok tersine, çok düşmanca. Hiçbirinizin gözünden başarı okunmuyor ki! Hep çaresizlik, karışıklık, bozgunculuk, yapamama... Bundan başka hava yansıtmıyorsunuz. İlham kaynağı olan kaç kişi var? Mesela ben kendime güveniyorum, benim tek istediğim biraz nefes alıp vereceğim bir mücadele sahasıdır. Ben bunları hepinize veriyorum ama hiçbiriniz bana veremiyorsunuz. Ben kendi alanımı kendim belirliyorum. Gerilla sahasına ulaşacağım, kitle sahasına ulaşacağım da, sizin gibi kalacağım. Düşünebiliyor musunuz, çok hırslı, hırslıdan da öte çok değişik insanlarız.
Bazıları doğru-dürüst bir konuşmayı beceremiyorlar, bir toplantıyı düzenleyemiyorlar, bir talimatı uygulayamıyorlar, “şu engelledi, bu engelledi” diyorlar. Bundan daha fazlasını yapıyor musunuz? Biz her şeyi alacakaranlıkta ve bilinmeyen ormanlarda yol aça aça ilerleyerek ortaya çıkardık. Siz hazır yolda yürüyemiyorsunuz. Tabii ki büyük kişilikler yetişemez. Ondan sonra da hak arayıcılık, yetki, olanak üzerine kurulmak ve bunları istemek, Önderlikle bütünleşmek mi oluyor? Büyük yanlışlık! Bunun için hiç olmazsa bu okulu iyi öğrenmeye çalışın.
Zaten çok bitik geliyorsunuz, büyük bir iddianız da yok, ağlama-sızlama, bütün alanlarda şikâyet haline gelmiş. Okul düzenimizi özünden boşaltmaya fırsat veremeyiz. Biz halen okulumuzun felsefi, moral, yaşamın en başlangıç esaslarından tutalım en kapsamlı anti-emperyalist veya gücümüzün derinleşmiş, yoğunlaşmış düşman gerçeğine karşı yöneltilebileceğine inanıyoruz. Ve ezilmeyeceğimize, adım adım ilerleyeceğimize de eminiz. Aslında siz bunu değerlendirmelisiniz. Okulumuzun yaratmak istediği insan, savaşa yaklaştırmak istediği insan kimdir, nasıl ortaya çıkıyor sorusuna cevap olmalısınız. Aksi halde kendinize saygısızlık etmiş olursunuz. Çünkü burası gerçek bir okuldur ve çok önemli esasları kadar savaşla bağlantısı vardır.
Ben kısmen görevlerimi yerine getiriyorum. Sanıyorum bu konuda eğitim ve öğretim görevlerimiz küçümsenemez, hatta savaş için pratikte de sonuna kadar donatım desteği verdiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. Aynı şeyi sizin gösterdiğinizi söylemek zor. Eğitim, öğretimden alınması gerekeni, pratikte ve savaşımın olanaklarına anlam vermesini kendiniz bilmiyorsunuz.
Türk okullarında kopyayla sınıf geçmeye alışmışsınız. Yaşamla ilgisi olmayan bilgi küpü olmayı, çok yüzeysel, yalan-dolanla sınıf geçmeyi, yaşamın haini olmayı siz öğrencilik bellemişsiniz. Lanet olsun böyle öğrenciliğe! Zaten bu öğrencilikten duyduğumuz öfkeyle bu okulu geliştirdik. Biz Türk okullarında feodal, geleneksel yaşamı fazla tanıyamadık. Biz hiçbir zaman yaşamı; insanın özlü, özgür yaşamını tanıyamadık. Bize öğretmediler. Tümüyle inkârı, düşleri, sahtece etrafı çiğneyerek, insanlığın bütün değerleriyle oynayarak, sözüm ona yükselmeyi dayattılar ve böylece okullardan geçirilmek istendik. Bu büyük bir çelişkidir, biz bu çelişkiyi kendi okul gerçeğimizde çözmek istiyoruz.
Siz daha fazla o okulun sahte öğrencilerisiniz veya o okulun ağır etkilerini taşıyansınız. Ben yedi yaşından beri o okulların bütün olumsuzluklarına rağmen özgür kalmayı, kendime ihanet etmemeyi esas aldım. O okullardan sınıf geçtim ama hiçbir zaman tutarlı bulmadım, o okulların verdikleriyle yetinmedim. Kuşkuyla, şüpheyle baktım ve en son kendi özgürlük okulumuza ve onun gerçekleştirdiği amacına doğru yol alıyoruz. Hiç olmazsa şimdi sizde biraz dürüst öğrenciler olmalısınız. Bu saydığım faşist ve köhnemiş gerici okulların sahte, hatta yüzeysel öğrencileri gibi olmayasınız, ajanları gibi bizi uğraştırmayasınız.
Tüm bunlar bu devremizin az-çok ortaya çıkardığı ve yaşama, savaşa yansıması gereken gerçeklerdir. Mutlaka üzerinizde bazı etkilenmeler olmuştur. Sanıyorum bu okulun bazı eğitici değerlerini, farklı yaşam gücünü, imkânını görmüşsünüzdür. Layıkıyla “okuldan yararlandım, öğrencisi oldum” deyip de pratik sahaya, örgütsel her türlü görev, en başında da silahlı savaşıma doğru yol aldığınızda, biz de diyoruz ki; bu okulun emrettiği, sizin de oldukça özümseyip gerçekleştirdiği bu değerleri, başarı için uğruna söz verip ne pahasına olursa olsun kişiliğinize taşırmalısınız. Böyleyseniz sizi onaylayalım.
Yaşamla savaş iç içedir. Yaşam savaşla geçer, savaş yaşamı doğru bilmekle geçer. Kesinlikle yalnız savaşmanızı dayatma yok. Eğer mutlak anlamda savaş yaşamı mümkün kılmıyorsa biz o savaşa girmeyiz. Hiçbir gerekçesi de olamaz. Savaş bizim için sadece ve sadece zorunluluk ise, yaşamın en gerçekleştirici zoru, gücü olarak değerlendiriliyorsa verilir. Başka çare yoksa o zaman savaşa girilir. Yaşamın özgürce ifadesi için, sadece ve sadece savaş ve onun hazırlıklarıyla uğraşırız. Bu hem teorik olarak, hem de günlük yaşamda bütünüyle ispatlanmıştır.
…
---. Biliyorum, üç-dört tane kitap geliştirildi, Uğur Mumcu geliştirmek istedi, o da gitti. Gizli bir elin önlemek istediği veya bu taktiğin başarılı olamayacağı Ersever’in vuruluşunda da gözüküyor. Kesin bizimle ilişkisi vardır. Şundan ileri geliyor; biz bu konuda her türlü tuzağa düşürücü durumları karşı hamleye çevirecek kadar güçlüyüz. Hiçbirinize sübjektif anlamda art niyetlisiniz demiyorum.
Kadının gerçekliğini bütün yönleriyle ortaya koymuşum, kadın dürüst olmak zorunda, özgür olmak zorunda, her yönüyle gelişkin olmak zorunda. Aksi halde ayakta kuruyacak. “Evde kalma” bile değil, daha kötüsü olur. Özgürleşmezlerse ne olur? Kocakarıdan da öteye bir durumu yaşar. Ne sokak kadını olmak, ne kocakarı olmak, ne yetmişlik bir ajanın karısı olmak, sizi hiçbir şey kurtaramaz. Hele ağlamak-sızlamak hiç kurtaramaz. Geriye bir yol var. Gerçekten her şeyiyle yaşam etkinliğine, savaşın etkinliğine katılmak, onun büyük çalışma tarzına katılmaktır. Böyleyseysiniz ilgi bulursunuz. Asla başka yollara sapmayın.
Bu erkekler de istediğiniz kadar zayıf olsun, istediğiniz kadar cinsellik cazibeniz çekici olsun, ben varsam kesinlikle bununla politika yapamazsınız. Benim dışımda bütün yöneticileri bile etkiniz altına alabilirsiniz ama onları da yenebilecek kadar güçlüyüm. Dikkatli olun. “PKK içinde bir eyaleti, bir yöneticiyi etkileriz, kendimizi o temelde konuştururuz” demeyin. Yanlış hesap yapmayın veya bazılarının da egemenliğine girmeyin. Feci kaybedersiniz. Kadın ordulaşmasına karşı sizlerle açık konuşuyorum, zorlama yok. Yani ordulaşmaya da, yaşama da katılabilirsiniz, sevgiye de eşlik edebilirsiniz. Hiç ayıp değil, tam tersine sevmeyi bilmemeyi ayıplıyorum. Büyük ustalık ister, büyük yetenek ister.
Bu gençlerle deneyebilirsiniz. Tek şartım onları savaş gerçeğimizden, özgür yaşam gerçeğimizden geri çekmeyin. Bu pratiğin gücünü gösterin ama “yetkimi de kullanırım, kadınlığımla etkilerim” demeyin. Her şeye başvurun, ama erkeklerle kadınlar birbirlerine karşı böyle yöntemler denemesinler. Geriye çok zor olanı kalıyor.
Aşk tanrıçası böyle emrediyor, ben ne yapayım? Ben de emrin gereklerini yerine getiriyorum. Tanrıçaya inanmıyor musunuz? Tanrıça; iyilikler, güzellikler toplamı olan kavramdır. Aslında insanın soyut kavramıdır, yücedir. O söylüyor, ben de uyguluyorum. Aşk tanrıçası veya güzellik tanrıçası; düşmüş kadına, fahişe kadına ölüm emri veriyor. Kürt erkeğinin eski namus anlayışı, koca anlayışı, eski kendini erkek sanan anlayışına karşı yukarıdan emir gelmiş, “böyle yaşayamazsınız” diyor. Böyle alçak, yenilgili bir biçimde güzel olan her şeye karşıt yaşanmaz diyor. Bunları daha önce tanrılar söylüyormuş. Zaten tanrı kavramı da aslında budur.
Siz bütün bu kavramlarla alay edeceksiniz, “doğrusu bizim yaşadığımızdır” diyeceksiniz. Doğrusu sizin yaşadığınız gerçek değil. Siz gerçekte örgütsel düzeyimle, eylemsel düzeyimle yaşayamıyorsunuz. Kaçış kesinlikle bir yaşam değildir, değerler üzerine hoyratça depreşme bir yaşam biçimi değil, yozlaşmadır. Tıkanmış, ağlamaklı-sızlamaklı hal ve hareketler, yaşam biçimi olamaz. Uzun süre başarısız kalmak, sorunların üzerine ciddi gidememek, yaşamın ve hatta savaşımın bir biçimi olamaz. Uzun süre bir alanı geliştirememek yaşam olarak değerlendirilemez. Ben yaşayın demiyorum.
Görüyorsunuz, tüm gücümle yaşam çağrısı yapıyorum, savaş çağrısı yapıyorum. Saygılı olalım. Ciddi olacaksınız, ciddiye alacaksınız. Hiçbir şey yapamıyorsan, ciddi, ilgili, haddini bilen bir tarzın sahibi ol. Destan yazamıyorsanız, ihanet sayfalarını da çizmeyin. Büyük yiğitlik yapamıyorsanız, ordu bozanlık ve yaşam gafili de olmayın. Aslında tüm gücümle biraz ciddi olmaya çalıştım. Benim de özellikle zor koşullarda teslim olmayıp direnerek şehit düşenlere ve halen direnenlere büyük saygım var. Zaten bunlar için çalışıyorum. Bunlara bağlılığımdan ötürü bu kadar güç sergilemeye çalışıyorum. Sizler de hiç olmazsa elinizi vicdanınıza koyup saygılı olun. Bu değerlerle oynamayın, beş paralık duruma düşüyorsunuz. Hiç olmazsa doğru başlangıç yapın, güne doğru bir merhaba verin, ağzınızdan doğru bir sözcük çıksın, yerinde sağlam ve bizim olan sözcükler çıksın.
İnsan hal ve hareketlerinize bakıyor; niye bizi bu kadar öfkelendiriyorsunuz? Tanrı gazabı dediğimiz gazaplar, öfkeler böyle gelişir, lanetli tutumlar böyle gelişir. Siz insan olmayı basit bir mesele sanıyorsunuz. Çok zor, insan olmak için büyük taktik olaylar yaratın. Bana bakın, kolay mı, değil mi anlarsınız. Mevcut düzeyinizle belki sizi biraz onurluca yaşatabiliriz, ama benim bunu kolay yapıp yapmadığımı bana sorun. Yaşam size belki biraz rahat gelebilir, zaten ben daha kolay geçmesi için inanılmaz ölçüde her türlü çabayı harcıyorum. Psikolojik yaşamınızdan tutalım daha sağlıklı, moralinizin biraz daha üstün gelişmesinden tutalım, adeta savaş alanlarımızın başarılı olmasına çok büyük bir özveriyle karşılık veriyorum. Siz bunlara anlam veremeyecek misiniz? Terbiyeniz varsa, sözünüz varsa, onun disiplinine bağlı kalmayı bileceksiniz. Bağlılıktan neyi kastettiğimi her zaman doğru anlamalısınız.
Benim için bağlı kalmak yaratmaktır, başarmaktır, özgürleşmektir. Aciz, gözü yaşlı bir bağlılıktan her zaman nefret ederim. Ben zayıfların, güçsüzlerin bağlılığını istemem. Özgürlükten uzak kalmış, başarmaktan uzak kalmış bir kişinin bağlılığı bana zarar verir. Ben bunu her bireyde sezerim. Gözyaşı bağlılığından bile sezerim. Ciddi örgütsel, siyasi, savaşsal değeri olmayan bağlılıktan bile sezerim. Buna kolay da gelmem. Tüm bunlar çok açık. Sizin gibi yiğit olmak isteyene bu gibi şeyler yakışır diye de düşünüyorum. Asla sizlere karşı basit olmak istemedim.
En genç olanınızla, en candan arkadaş olmaktan tutalım en kurallı savaşçı olmaya kadar hepsini iç içe verdik ve özenle temsil etmeye çalıştık. Bu boşuna sergilenen bir tutum değildir. Bizim savaş tarzımızın, yaşam tarzımızın kesin bir gerçeğidir. Benden daha etkili ve güçlü olduğunuzu sansanız bile yine de alacağınız birçok şey vardır. Bunun için saygılı olun. Kaldı ki bunu da iddia etmiyorsunuz, etseniz bile yine söylüyorum, bizden güç alırsınız ama o da bu temelde olmalıdır.
Bu kadar deforme olmuş, şekilsizleşmiş, özden kopmuş kişilik yerine, bu okul gerçekliğimizde parti ve onun doğru savaşım gerçekliğinde sizi tekrar büyük kazanmaya, hem de insanlığı en kökünden ve bütün yönleriyle kazanmaya çalıştık. Parayla ölçülemez bir çapta ve herkeste böyle yaşamı kazandırmayı beceremez. Toplum, halkımız ve sizler bizi biraz ciddiye alarak ilgi duyuyorsunuz. Ve biz de “bunun da özü yaşamı böyle kazanmaktır” diye cevap veriyoruz. Siz daha kapsamlı tartışabilirsiniz. Yaşamın özgür, psikolojik, moral, estetik ifadesinden tutalım en sıcak savaşıma nasıl tutumla gelinebilirine kadar verilen dersleri tekrar edin, ben bir söyledim, siz on tartışın ve bunları mutlaka kendi kişiliğinizde, zayıf olan, yetersiz olan noktalara mal edin, özümsetin. Bu konuda en azından sağlam başlangıçlar için büyük hazırlığınız olmalı.
Bizim her zaman peşinde koştuğumuz ve hemen her döneme, her savaşım alanına yansıtmak istediğimiz böyle hazırlanmış savaşa ve giderek yaşama gelebilecek kişiliktir. Siz bu konuda her zaman sözünüze bağlı kalmayı beceremiyorsanız, hiç olmazsa bu sefer çok yönlü, bağlı kalmayı bilin. Her zaman söylüyorum, buna en çok muhtaç olan sizsiniz. Ben kendi düzeyimle kendi ihtiyacımı giderebilirim. Ama siz kesin başarmaya muhtaçsınız. Sizin yaşamınıza mutlaka birkaç başarı sığmalı. Sığmadan ölmeyi kabul etmemelisiniz. Çok önemli başarılar olursa, bunun da çok üstün değeri olduğu ve halkımızın baş tacı olacağını unutmamalısınız.
Yaşamak için birkaç başarıya olan ihtiyacınızı giderin. Kendiniz için bundan önceki tüm ölümleri imkânsızlaştırın ve baktınız imkânlar el vermiyor, fırsatlar el vermiyor, önünüzden geçiyor gidiyor, yakalayın. İnsanlık için, tarih için benden de birkaç büyük başarı isteyin ve onu da biz alkışlayalım.
Parti Önderliği
7 Temmuz 1994
- Ayrıntılar
Parti hareketimizin tarihinde, genel anlamda üçüncü bir on yılın hamlesinin başlangıcındayız. Birinci hamle dönemimizde ideolojik anlamda nasıl bir özgür Kürdistan çıkışı yapıldıysa ve bunun sonuçları hayli büyük rol oynadıysa -ki birinci dönem aşağı yukarı 1973-’83, ikinci dönem 1983-’93 yılları arasındaki süreci kapsar- üçüncü dönemin rolü de, daha çok hareketi siyasal ve askeri açıdan ülkeye oturtma biçiminde belirtilebilir.
Önümüzdeki süreçte özgür bir Kürdistan’ı, en azından parça boyutunda kesinlikle hedeflenmek zorundadır. Nereden bakılırsa bakılsın, devrimci çabalar anlam bulacaksa, tümüyle olmasa da bunun artık bir parça vatanı kazanmak zorunda olduğu, bunun dışında başka bir seçeneğin hiçbir gerekçeyle kabul görmeyeceği, böylesi bir seçeneğin gelişme de gösteremeyeceği, bu anlamda “ya özgür bir vatan, ya ölüm” şiarının kesinkes bir yaşam ilkesi olduğu kesinlikle vurgulanabilir. Tam da bu noktada dönemsel çıkışlar anlatılmaya çalışılırken, onun neye tepki olduğunu, neyi dayanak aldığını, neyi hedeflediğini ve hangi tarzla koşturulduğunu çokça vurgulamaya çalıştık. Denilebilir ki, son ayların değerlendirmelerinde bir kez daha, ama oldukça derinlikli olarak lanetliler topluluğunun kim olduğunu, ne kadar borçta olduğunu, yaşamın nasıl haini ve suçlusu olduğunu ortaya koyduk.
Diğer yandan hedefin nasıl çizileceği, hedefe nasıl koşturulacağı, hedefin ufku, hedefin vazgeçilmezliği ve hedefin belirlediği çabanın niteliği, yorumu kadar uygulaması, çalışma ve vuruş tarzı bir o kadar kapsamlıca ele alınmak istendi. Böylesine bir lanetliler topluluğu, yine alabildiğine ihanete uğramış bir ülkenin haini olmaktan çıkıp nasıl yaşanılabilir bir topluluk olunabileceği ve onun için bir ülkenin vaat edilmesinin nasıl sağlanabileceği bütün yönleri ve gerekçeleriyle ortaya konulmaya çalışıldı. Sizin yaşam felsefeniz ve tarzlarınız ne olursa olsun, ister bir hayvancıl geleneği kendisine esas alsın, ister çok incelmiş bir düşman sızması gibi olsun veya en yaramaz ve bitik bireycilik biçiminde kendini göstersin, bir o kadar kapsamlıca ele alındınız.
Durumlar ele alındığında görüldü ki, siz bu özelliklere sığınarak ne yaşam hakkını savunabilir, ne koruyabilir ne de yaşayabilirsiniz. Bu yaşam, hiçbir gerekçeyle savunulmaz. Bu yaşamın saygısı ve sevgisi olamaz. Hiçbir sahte ağız ve lehçe bu gerçeği değiştiremez. Bu büyük yalanı, ikiyüzlülüğü, kandırılmışlığı, aldatılmışlığı, her türlü zavallılık kokan davranışı ve dili ne kadar ölüce veya kurnazca sunarsanız sunun, bu bir onur ve şeref olarak değerlendirilemez. Yaşamın ne maddiyatını ne de maneviyatını kurtaramaz. Hep böyle kala kala, ölü olduğunuz veya yaşadığınız belli olmadan çürüyüp gidersiniz. Biz bunu ortaya koyduk.
En insani, ulusal emellerine ve umutlarına anlam verememe, kendini onun kişiliğine yatıramama durumunda ne kadar yanılmış ve kendinizi ne kadar insan yerine koymuş olursanız olun, bununla ne fazla iddia ileri sürebilirsiniz ne de haklı bir gerekçeyle bir kazanma olanağı elde edebilirsiniz. Yani bu yaşam başınıza beladır ve kanıtlanmaya da çalışıldı. Çünkü bize o kadar dayatma var ki, neredeyse düşmanı unuttuk. Biz, ne hiçbir haini bizi arkamızdan hançerlettirecek kadar yanımıza yaklaştırdık, ne bize en ufak bir etkilenmede bulunduracak kadar düşmanı üzerimizde güçlü hissettik. Tamamen hissettiğimiz karşımızdakinin alçak olduğudur.
Yoldaşlık adına, -halk adına mı, herhangi bir şey adına mı desem- onun en temel gerçekleri konusunda başarısız, dağılmış, kendi kendini yenilmiş hisseden, ısrarla yanlışı yaşayan, bütün kanıtlama çabalarımıza rağmen yine oralı olmayan bu büyük alçak veya alçaklık bizi etkilemeye, büyük yürüyüş tarzımızı bozmaya ve başarı şansını azaltmaya çalıştı. Gerekçesi, dayanağı, ufku nedir? İçinde bir incir çekirdeği kadar bir şey var mı? Bir sigara dumanından daha fazla bir hayal ifade edebilir mi? Bunu kendisi de belki bilmez. Bu belki çok basit bir güdü, bir şaşkınlık, bir yaramazlık eseridir. Kötü doğmuş, kötü büyümüş. Hani denilir ya, düşmanın askeri, düşmanın karkeri (işçisi), düşmanın hamalı, düşmanın uşağı, düşmanın her türlü hizmetkarı veya avare, serseri, yalancı. Bu da öyledir.
Biz bu tarzı affedemeyeceğimizi ortaya koymaya çalıştık. Kendim de dahil kimseyi bununla yaşatmayacağımı bir kez daha derinliğine ortaya koydum. Bu kadar ölüm kalım sürecini yaşayacaksın, kendini doğru yolda yürütemeyeceksin! O zaman ben de, sen kimsin derim. Elindeki silahı doğru kullanmayacaksın, elinde teori var, konuşmayacaksın; elinde mevzi ve karargah var, kullanmayacaksın; elinde savaşım olanakları var, onlarla oynayacaksın. O zaman sen kimsin? Bunu ortaya koymaya çalıştım. İyi niyeti ne olursa olsun, adı sanı ne olursa olsun, eğer biri ölüm kalım sürecinde ısrarla “biz yapacak fazla bir iş bulamıyoruz” diyorsa, fazla mevzilenemediğini söylüyorsa, o zaman sen ne geziyorsun denilir. İnsanlığa düşman, soyuna sopuna düşman, cinsiyetine cibilliyetine düşman, saygısız kişi sen kimsin? Neden savaşamazsın? Neden gayrete gelemezsin? Neden senin küçük bir başarın olamaz? Bunu vurgulamaya çalıştık.
Ne kadar haklı olduğumuz sanırım şimdi biraz daha iyi anlaşılıyor. İddia şu; “özgürlük bize göre değil, kutsal bir vatan parçası bize göre olamaz.” O halde sana göre olan nedir? Aşağılık bir yenilgi, aşağılık bir kaçış, şu veya bu tür aşağılık bir ajanlık, bozgunculuk olur. Sana layık olan budur veya sen buna varsın. Örgütü işletmeyeceksin, örgütü dağıtacaksın, kendini de halen karşımızda tutacaksın. Buna yüz bulacaksın. Veya etkili-yetkili biri de olabilirsin, kendini yaşattığın zaman rahatlıkla kendi vicdanına yedireceksin, “ben ne kadar sağlam yaşıyorum” diyeceksin ya da sağa sola “yaşıyorum” diye tafra satacaksın. Bunu ortaya çıkarmaya çalıştım. Yoğunlaştıkça yoğunlaştık, işledikçe işledik ve gördük ki, olay sandığımızdan daha kapsamlıdır. İlişki, yaşam, tarz ve üslup kaçırtıcıdır. Düşmandan daha fazla özgür vatanı yasaklayan bu olmuştur. Düşmandan daha fazla bu, özel savaşı içimizde uygulamıştır, her alanda bir temsilcisini bulmuştur. Bunlar, hem de iyi niyetlilik adına, en dürüst geçinenler içinden çıkıyor. Bunun böyle olmasını ben istemedim. Kimler kendilerini nasıl dayattıklarını bilirler.
Dikkat edilirse, yoldaşları için en iyisi ve en güzelini istemekte ben kendim için kusursuzum da diyebilirim. Çok açıkça ortaya koydum ki, yedi yaşımdan beri arkadaş hatırı için gücüm oranında göstermediğim bir çaba yoktur. Bu, yaşamın esasını teşkil etmiştir. Ama tam da bu noktada arkadaşlıkla oynama görüldü. Bu bir Kürt kör düğümüydü ve lanetliydi. Biz ısrarla buna yüklendik, lanet ısrarla bize yüklendi. Biz böyle olamazsınız dedik, o böyle olursunuz dedi. Onun arkasında bin yıllık koca bir lanetli geçmiş var, bizim arkamızda ise kendimizden başka kimse yok. Ama büyük doğrularımız var. Bu aşağılığın arkasında ne kadar böyle bir tarih olursa olsun, onun yanında ne kadar bitmiş bir insanlık olursa olsun bizim doğrularımız daha baskın çıktı. Bizim tarzımız daha görkemli oldu. Bunu biraz kanıtladık.
Karşımda sizlerin değil, sülalenizin, atalarınızın olmasını isterdim. Asıl hesaplaşmam gerekenler, sizleri büyütenlerdir. Veya sizden bir adım öteye bazı yerlere ulaşsam, alanlara ve karargahlara ulaşsam. Kendime bir ahtım var, bir gün mutlaka ulaşacağım diyorum. Biz hep nasıl yaşadık, ben nasıl savaşarak yaşadım? Örgütçü müydün, bozguncu muydun? Bu süreçte çok ilginç bir şey ortaya çıktı, “bu adam üzerimize gelmesin” diyerek, bundan kaçış planlarını yaptılar. Yangından mal kaçırırcasına yetki kaçıranlar, yetkiyi kötüye kullananlar, biraz politika yapıyorum adı altında çıkara gömülenler, her düzeyde sevdalı bir sürü PKK istismarcısı bir nolu örgüt temsilcisinden bizi hiç anlamamış ve dinlememiş kişiye kadar birçokları bizi kullanmaya çalışıyorlar. Olanak var, yetki var, istismar var, bunları kullandıkça kullanıyorlar. Karşılarında benim gibi fukara biri olursa tabii bunları dayatırlar. Oldukça bilinçli, uyanık ve günü geldiğinde bir intikam sahibi olduğumu biraz gösterdiğime inanıyorum ve bunu gösterdim.
Şunu da açıkça belirttik: İnsanı kazanmak için, tutulacak bir tek yanı olsa bile, onunla kendisini kurtarmak ve en büyük desteği sunmak durumundayız. Bize ısrarla yaramazlığı, lanetliliği, lanetli topluluğu, kişiliği ve ilişkiyi dayatırsa, o zaman acımasız olacağım dedim. Eğer zarar verirsen, ben de öyle planlar kuracağım ki, Moskova’ya gitsen, Washington’a da ulaşsan, yerin dibine de girsen, mezara da gömülsen seni tutacağım. Kendimi o kadar boyutlandıracağım ki, sana ulaşacağım. Senin ruhunu hemen elinden almayacağım. Öyle derinleştim ki, o yaramaz ruhundan çok önce, ilgi diye bellediğin, yaşam diye bellediğin her şeyi dirhem dirhem elinden alacağım. Sana kaba bir işkence yapmayacağım. Vatan hainliğin ne olduğunu, bir kaçışın, bir bozgunculuğun, bir ülke düşmanlığının, bir soy düşmanlığının, özgürlük düşmanlığının ne olduğunu sana mutlaka hissettireceğim. Yapmayın diye çok rica etmiştim, biraz dürüstlük istemiştim. Şunu da söyledim: On saat kan ter içinde kalıyorsun -şu anda Türkiye ortalamasında veya yabancı ülke çalışması da dahil- ya bir ekmeği kurtarıyorsun, ya kurtaramıyorsun. Yine yaşamın ya kırkı buluyor, ya bulmuyor. Zararlı biri olma, seni hem de en güvenlikli bir biçimde yaşatayım. Fakat biraz insanca olabilecek misin? Yine gözü kara bir biçimde “madem bu örgütün içine girdim, yetkisiyle sarhoş olurum, olamadıysam sınırsız bozarım” anlayışında olanlar var. Ne hakla, ne verdin, ne istiyorsun? Bu soruları kendisine hiç sormuyor. Bu, AİDS gibi yeni bir hastalık türü. İngiltere’de bir canavar mikrop çıkmış, içinizde onun gibi canavar bir hastalık var. Kürt politikaya girerse, politikanın da bir hastalığı böyle ortaya çıkıyormuş. Tabii tehlikeli bir hastalık. Kendi haline bırakılırsa ne can ne de soy kalır. Bunu göstermeye çalıştık.
Siyasi hastalığın tedavisinde siyasi yöntemler bulunmak zorundadır. Yoksa bunlar yalnız bir hastayı götürmekle kalmazlar, bir halkın ve soyun da sonunu getirebilirler. Bunları neden dile getiriyorum? Hain arkamdan hançerlese hiç ciddiye almam veya olabilir, bu bir güç meselesidir. Karşımdaki düşman ulaşsa, tamam bu da onun bileceği iştir. Fakat içimizdeki hain, içimizdeki alçak, içimizdeki düşkün ve bozguncu adam karşısında haklı olarak, bu neyin nesi diyeceğiz. Biz hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar bu iç hainle, düşkünle, savaş gerçeği ve yaşamın bütünüyle oynayanla uğraştık. Neden böyle oldu? Bunu, yaşam gerçeğimiz bize gösterdi. Yaşama gelememe, yaşamın savaşımına, onun örgütlenmesine, onun vicdanına gelememe bizi bu sonuca vardırdı.
Vatanı bu kadar elde etme olanağı doğmuşken, yine kaçış dünyanın hiçbir halkında bu kadar yüz bulamazken, herkes “bu kimdir, nedir” diye seninle alay ederken; sen de herkesin çölden kaçtığı sırada çöle koşarsan, herkes buzlu kutuplardan kaçarken kutup ülkelerine gidersen çok şey söylenmek zorundadır. Bütün bunları akıllı ve para getiren yaşam gibi değerlendirirsen, sadece ağlamakla, dövünmekle yetinmeyeceğiz, kıyamet koparacağız. İnsanlığın en utanılası bir kesimini oluşturacaksın, Afrika’nın siyah ırkından bile bin kat daha yitirilmiş bir durumda bulunacaksın, yine de gülüp oynayarak yaşadığını sanacaksın! Vicdan bütün bunları kabul edecek mi? Vicdanınız kabul etmeseydi, örgüt içinde böyle kalır mıydınız? Bu kadar lafazan, bu kadar yetmez, bu kadar ukala, bu kadar iş bilmez ve görevden anlamaz bir biçimde, bu kadar taktik ve yaşam dışı kalabilir miydiniz?
Yalancı ve sahte davranış derken, neyi kastettiğimi biraz gösterdiğimi sanıyorum. Neden bu kadar ısrarlı oldum? Sen örgütle, en temel değerlerle dalga geçersen ben de derinleşirim. Karşınızda çok etkili yetkili olmayabilirim, ama bazı değerleri savunacak gücüm de var. Seni yerle bir edemesem de sana hemen yenilecek durumda da değilim. Kendime verdiğim bir saygı sözüm var, bunu çiğnetmeyeceğim. Kendimi tanıdığımdan beri, pratikte güç getirmediğime hemen saldırmadım. Veya çok delicesine bir başarı peşinde koştum ya da olmayacak duaya amin dedirtmek istedim. Fakat özgür bir karar ve özgür bir davranışın sahibi olmak için kendimi sürekli tetikte tuttum. Belki bir gün fırsat doğar, belki olanak elde edilir, o zaman hesabını sorarım dedim. Bunu size gösterdik. Fırsatı çok iyi kullandığımı da gösterdim. Neden? Aslında böyleleri bu biçimde durursa, her alanda aşağılık, kopuk ve soytarı olan bazıları çabalarımıza kendilerini böyle dayatırlarsa, hemen hemen her birimde ve bir karargahta değerler çarçur edilirse, “nasıl kaçırtılır, nasıl işlenmez, nasıl yetiştirilmez” diye rapor üstüne rapor sunulursa veya etrafın, yaşamın böyle bir kişiliğin belirtileriyle dolu olursa tabii biz de derinleşiriz. O zaman daha derin düşünüp daha büyük davranışlarla güç yetirmeye çalışırız. Benim için yaşam durur, başka şeyleri pek ciddiye almam veya bir çılgın gibi de olabilirim. Ama ben büyük bir ısrarla bu tutumun hesabını sorarım.
Benim her dönem için böyle tarzlarım vardır. Kitle nereye sürüklenirse sürüklensin, arkadaş yapısı ne kadar bireyci olursa olsun, benim de her zaman bazı yön çizmelerim olmuştur. Sonuçta en büyük sözün, en büyük imkanın sahibi olan kim? Ben hiç adımı bile söylemedim, kendimi ileri sürmedim, dost ve düşman kendisi söyledi. Karşınızda büyük bir varlık olduğumu söylemeye tenezzül bile etmiyorum. Neden böyle oluyor veya ben neden böyle büyük olmak durumunda kalıyorum? Çok basittir, başımdaki küçüklerin kendini yığınca biriktirerek “biz de bir şeyiz” demelerine karşı durduğum, küçüklüğün savunulmasına, yanlışlığın ve çirkinliğin savunulmasına geçit vermediğim için büyüyen ben oluyorum. Bana dayatanlar beni büyüttü. Onlar bu anlamda benim iyi öğretmenlerim oldular. Ben her zaman akıllı bir öğrenci olduğum için iyi ders çıkarmasını bildim. Bu çok güzel bir yan. Düşmandan öğrenme, güzel bir öğrenme biçimidir, düşkünden öğrenme iyidir. Ben hep böyle öğretmenler olmanızı istemezdim. Ama bu gerçeklik şimdi böyle öğretmenlik yapıyor. Öğrenmeyi bileceğiz. Herhangi bir cephede, herhangi bir alan temsilciliğinde değerlerin nasıl harcandığının, yetkilerinin nasıl kullanılmadığının, hazır olan değerlerin nasıl çarçur edildiğinin ve peşkeş çekildiğinin sorumlusu herhalde ben değilim. Zaten eskiden herkes bu ülkeyi ve halkı, adı ve kimliği varsa ve bir kaç kuruş ediyorsa ucuza satardı. Bu eskiden geçerliydi, fakat benim dönemimde böyle olmaz. Ben kendime saygı sözü veren bir adamım. Kendine saygı sözü veren, bunu mümkünse insanlık adına, özelde bir ulus ve emek sahipleri adına vermişse hiç kimsenin buna saygılı olmaması düşünülemez. İş benim başıma düşmüş. Tek başıma da kalsam kaçmayacağım, saygılı yaşayacağım. Tabi görüldü ki, bu büyüklükmüş. Kendini o kadar akıllı sanan bireyciler, partimiz içindeki o korkunç bireyciler, kendine saygı karşısında ne olabildiler? Bu anlamda ne oldu, neye geçit verilmedi?
Benim dönemimde, benim sorumluluğum altında, PKK somutunda bir vatan sorunu vardır, bir özgür halk sorunu vardır, bir insan olma sorunu vardır. Bundan kaçamazsın. En zorlu veya ince savaşlar da olsa bu savaşları vereceksin, ama sızlanmadan. Yaşamak isteyen sensin, onun savaşımını vereceksin. Kaldı ki, iyi geçinen, özgür geçinen sen değil misin? Hiç olmazsa bu sözleri kirletme, anlamına göre yaşa. Neden yalancı olacaksın, neden sahte ve aldatılmış olacaksın? Doğru geçineceksin.
Ben mi o karargahlarda öyle yaşayın dedim? Ben mi size PKK’nin silahlarını böyle yetersiz ve yanlış kullanın dedim? Ben mi ideoloji ve siyaseti doğru kullanmayın dedim? Ben mi parti dışı kalın dedim? Ben mi taktik karşısında gayri ciddi oldum? Ben mi PKK’nin olanaklarını çarçur ettim? Ben mi savaşçıya sahip çıkmadım, ben mi ilgisiz davrandım? Hayır, dünya tanıktır ki, bu değerler için amansız savaşıyorum. Yaşamak zorundayız ve bunu kanıtlamaya çalıştık. Bir çocuğun elinden oyuncağını alırsan ağlar. Senin elinden vatan alınmış, özgürlük alınmış, her türlü kişilik hakların alınmış, bir çocuk kadar da mı ağlayamıyorsun? Bir kazanma olanağı var, buna yan gözle bakıyorsun, bunu anlamak istemiyorsun. Yine sorumsuzluk yapıyor, yine kaçışa yöneliyor, yine bozuyorsun. Bunu nasıl izah edeceksin?
Düşmanın büyük iddiaları var, “sen bir hiçsin” diyor. Belirttiğim gibi, düşmanı düşünmek bile istemedim, ciddiye almadım. En çok sahip çıkması ve ona öncülük etmesi gerekenlerin kendi kendilerine bozmaları kabul edilemez. Bin bir emekle bir örgüt olunmaya çalışılıyor. Bin bir dereden su getiriyoruz, gerekçe getiriyoruz. Neden örgütlenmemiz gerektiğini ortaya koyuyoruz. Örgütlü ve resmi olmamız gerekir diyoruz, o, “olmaz” diyor. Küçük bir mevzi kazandırmak için korkunç çaba gösterdik, korkunç yüklendik. Her şey hazır, neredeyse kurtarılmış bir ülkenin eşiğine getiriyoruz, fakat yürümesini bilmiyor, yürümüyor. Sağına soluna baksa, biraz iyi niyet ve dürüstlük olsa bir parça vatanı da, halkı da, kendisini de kurtarabilir, ama ilgi bile duymuyor. Bu insanı ne yapacaksın? Bunun cezası darağacı da olamaz. Buna daha değişik bir ceza gerekir. İşte biz, kendi ülkesindeki vatan hainliği üzerine, özgürlük düşmanlığı veya özgürlüğün gereksizliği üzerine iddiası olanlara, bunu böyle ele alanlara bunları söyledik.
Bu, çok utanılası bir toplumsal gerçekliktir, onun yansımaları ve etkisidir. Ama bu böyledir diye de asla görmezlikten gelemeyiz, kaderdir diye boyun eğemeyiz. Kendimi bunun için yaratılmış görmek ve gerekirse daha da amansız kılmak durumundayım. Dışta ve açıktaki düşmanı bırakır, bu özellikleri temsil edenlere yüklenirim, sizlere yüklenirim, yiğitlik ne olduğunu gösteririm. Örgüt üzerine, taktik üzerine, savaş sorunları üzerine oyunlarınız var. En olmadık yerde kaybetme ustalığınız var. Bu, ters bir iştir veya oportünizmin bin bir biçimidir, buna vuracağız. Nereye kadar: Halledinceye kadar, en temel değerlerle dalga geçmenize son verinceye kadar, vatanı Kabe gibi bir kıblegah haline getirinceye kadar, özgürlüğü güneş ölçüsünde ihtiyacını duyduğunuz bir çekim ışığı ve merkezi haline getirinceye kadar, kimliğe ve hakka, ekmek ve su ölçüsünde ihtiyaç hissettirinceye kadar, bunun için amansız bir biçimde savaşmayı ve gerekirse yaşamını vermeyi öğreninceye kadar, bunu uygulayıncaya kadar... Benim kendime sözüm budur, çağrım budur.
Ben kendimi aldatmak istemem. Ben şuna dayanırım; bilmem şu şöyle sürdürür, hiç önemli değildir, önemli olan benim kendime saygımdır. Ben burada halkı suçlamıyorum. Bu halk, uyandığı kadarıyla, şimdi en iyisi olmaya çalışan bir halktır. Halkla benim alıp veremediğim yoktur. Haini vardır, uykuda olanı vardır, onlarla uğraşırız. Benim sorunum, bütün çabalarıma rağmen, bütün olanaklara rağmen bu savaşımın öncülüğünün tutturulamamasıdır. “Biraz oynarız” denilmesin. Bunlar çok tehlikeli oyunlardır. Politik ve askeri sahaya giren birinin müthiş olması gerekir. “Biz tersini yaparız” diyor, ama hem silah istiyor hem de gerillaya gitmek istiyor. Hâlbuki sana ısrarla ‘ülkeye git’ diyen yoktu, ‘al silahı, git savaş’ diyen de yoktu. Peki ortaya çıkan bu durumlar nedir? Gelen bütün haberler ne kadar köylüleşmiş olduklarını, daha da kötüsü ilkelleştiklerini, yoldaşlarını katlettirecek kadar canavarlaştıklarını gösteriyor.
Taktiğe gelememek nedir? Benim burada el yordamıyla bile çözdüğüm taktik sorunu görememek ne demektir? On beş bini aşkın savaşçıyı tepeden tırnağa donatıp ülkeye ulaştırdık. Hepsi de fedaiydi. Birisi çıkıp da bunları düzenleyip şanlı bir eylem gerçekleştiremiyor. Yazboz tahtasına çeviriyor. Bir köye giriş çok mu zor bir olaydır? Hele o ilk zamanlarda nefesle bile kaldırılabilecek köyler veya ilişkiler vardı. Kaldı ki hepsi seni kurtarıcı gibi bekliyorlardı. Gidip hepsini düşman haline getirdiler. Ne kazandılar? Düşmana en iyi hizmet eder hale getirdiler. Bir köye girmek, bir köyü kazanmak hiç zor değildir. Biz her gün tanımadığımız bir insana merhaba deriz ve sonra o insan yirmi yıllık dostumuz olur. Benim tarzım halen budur. Sen partiyi bu kadar arkana alacaksın ve bu insanları böyle düşmanın kucağına iteceksin!
Biz sizin gibi hiç rahat hareket edecek bir çalışma alanı bulamadık, ülkede zaten mümkün de değildi. Bir özgür vatan parçasında faaliyet icra etmek, bir ev bulmak çok zordu. Biz burada bu olanaksızlıkları olanağa çevirmek için çalıştık. Ben bu yurt dışında on beş yılımı dolduruyorum. Küçücük bir dağ parçası bile diyemeyeceğimiz bir fırsatı gördüm ve nasıl yüklendim. İlk gün “al sana mezar kadar yer” demezlerdi. Sadece bir ziyaret ettim. Bir bakış, ardından bir adım atış... Çok iyi hatırlarım, şu kayanın altına girme özgürlüğüm olacak mı diye dört gözle beklerdim. En sonunda baktım özgürlük genişliyor, genişliyor ve orada on beş bin savaşçıyı eğittim. Ki hepsi de her şeyini inkar etmişti; ne vatanseverlik vardı ne de kimlik arayışı. Hasta insanlar yığınıydı. Hepsi vatan yoluna sokuldu. Bunlar açıktır. Sözümona ülkede gerilla vardı, ama aslında hepsinin buradan gönderildiğini düşman gördü ve “Mahsum Korkmaz Akademisi’ne şöyle yükleneceğiz” dedi. En son bütün dünya dengelerini zorlayarak bizi imha etmek istediğinde, biz bu mevziyi bıraktık. Başka mevzileri işletmekte zorluk çekmedik.
Peki, bizimkiler ne yaptılar? Mevzi anlayışları, karargah anlayışları, dağ anlayışları, olanak anlayışları neydi? Bunları hiç anlamak bile istemediler. Bu yabancı ülkenin çok az tahmin edilebilecek bir yerini büyük bir sabırla, ama büyük bir ruh, yücelik ve kutsallıkla -ki etkisi süreklidir- yaşanan bir yer haline getirdik. Sen havası, suyu, zozanı, vadisi ve rengârenk bin bir çiçeğiyle, Ortadoğu koşullarına göre gerçekten cennet olarak tabir edilecek bir yerde olduğun halde orayı nasıl mahvedilen bir yer haline getiriyorsun? Sen o görkemli dağları nasıl tutamadın? Şu anda doğru dürüst bir üs geliştirilmemiştir. O dağlar insanı saklamıyor mu? O dağlar insanı mevzilendirmiyor mu? Herhangi bir savaş biçimine fırsat vermiyor mu? Hayır, hepsi mümkün. Bakmıyor, doğru bakmıyor, gözü başka yerdedir. Biz de müdahale üstüne müdahale yapıyoruz.
Orası yaşam yeridir, kutsaldır. Biz ilk çıkış yaptığımızda oranın Kabe kadar değerli olduğunu belirttik. Anlam verememişler. Ruhları yokmuş, bilinçleri gelişmemiş veya çarpıtılmış, kokusunu alamıyorlar. En çok becerdikleri basit bir köycülükmüş. Özgürlük ufku, savaş yaklaşımı unutuldu. Baba sanatına yöneldiler, “köycülük yapalım” dediler. Yapmayın, etmeyin, biz böyle çıkış yapmak istemiyoruz dedik, ama hiç dinlemediler. Var olan kültürlerini konuşturdular. Bunlar somuttur, daha fazla açmak istemiyorum. Dağı böyle kullanamazsın dedik. Nasıl köyü ve köylüyü kullanamazsan, dağı da böyle kullanamazsın. Ben diğer savaşım olanaklarını söylemeyeceğim. Yani bir silahı bulabilmek için hangi tehlikeyi göze aldığımızı bilirim. Bir roket nedir, bir fırsat nedir, bunun hikayesi çok anlatılmıştır. Roket şimdi neredeyse havai fişek gibi kullanılıyor, eğlencelik olmuş. Tabii bu geçen on yıl içinde ülkeye böyle oturtulmanın sağlam olmayacağı açıktı. Derin çözümlemelerle bu durumu aştırmaya çalıştık. Anlayışı düzelt, şimdi de taktiği düzelt, taktiği oturt! Büyük anlayış savaşımı giderek taktik savaşıma kadar getirildi.
Her şeyin boşa gittiğini belirtmiyorum. Kuşkusuz şimdi savaşın olanakları artmıştır. Eğer içine zafer sığdırılacak bir dönem kazanılmamışsa, belirttiğim gibi bunun suçlusunun kim olduğu ortaya konulmaya çalışıldı. Bizim de kendimize sözümüz var. Her şeyin heba olup gitmesine göz yumacak değildik. Bazı değerleri tutacaktık. Artık ne kadar yetenekli olur, ne kadar güç yetirilebilir bu ayrıdır. Ama bazı olanaklar var. Şimdi hayli heyecanlı, bu kadar açığa çıkmış bir gerçeklik, kazanılmış ve de kaybedilmiş değerlerin bilinci üzerine çok iyi çizilmiş bir ideolojik ve siyasal hat, yine oldukça geliştirilmiş örgüt olanakları, oldukça tutulmuş mevziler, sayısız ilişkiler, savaşçılar, elini sallasan istediğin sayıda bulabileceğin savaşçı adaylar, istediğin kadar geliştirilebileceğin hareket mevzileri var.
Reber APO
23 Haziran 1994
- Ayrıntılar
18 Mayıs’ı şehitler günü olarak anıyoruz.
İlk büyük şehidimiz Haki KARER ve ardından Dörtler, daha sonra yüzlercesinin bugüne yakıştırdıkları kahramanca direniş, parti tarihimizde anlamlı bir gün olarak yerini almıştır.
Şehitlik günü, kavranması ve gereklerinin yerine getirilmesi en zor olan bir kavramdır.
Şehidi anlamak, şehide hakkını vermek, şehidin vasiyetine göre yaşamak bir devrimcinin en temel ve başta ele alması gereken görev ve sorumluluk olduğu gibi; bunu egemen kılmak, onun savaşımını kesin vermek, bağlılığın en vazgeçilmez bir gereğidir.
Halen hatırımdadır, “Haki KARER’in anısına nasıl karşılık verebiliriz” dediğimde, bazı arkadaşlar, “bir polise saldıralım, intikamını öyle alırız” demişti. Bu düşünce hiç de aklıma yatmamıştı. Tamam, o katili bir gün yakalarız, provokatörün cezasını veririz, bu olur, fakat, bunun da anıyı kurtaramayacağını çok iyi gördük ve uzun süre düşündükten sonra, aynı yıl, bugünkü parti program tasarısını şehit düştüğü mahallede kaleme aldık ve sanıyorum kendimize göre anıya bir karşılık vermenin en uygun biçimi budur dedik. O, bizi basit bir gençlik grubundan partileşmeye karar veren bir grup durumuna taşırdı.
Demek ki, partileşmede şehidi ve ilk şehidi anlamak, gerekeni yapmak çok önemli bir rol sahibi olmaktır ve tarih, bu partileşme çabamıza da denilebilir ki, bir yılbaşı gibi anlam kazandırdı. Ulusal tarihin en temel bir kilometre taşı olarak yerini buldu.
Şehidin anısında ısrar, gerekeni yapmak, daha sonraki bütün şehitleri bağladığı gibi, yaşayanlara da kesin yaşam çizgisi haline getirildi ve bu eşittir savaş çizgisi. Halk savaşı çizgisine kadar da taşırıldı. Şehitlere böyle bağlanmasını bilmeyenler, kesinlikle saygısız oldukları gibi, asla saygıdeğer kişilikler haline de gelemezler.
Şehide, şehidine hakkını vermeyenler, onların anısını esas alıp yaşamını düzenlemeyenler, parti gerçeğimizin de sağlıklı bir militanı haline gelemezler.
Bizim bir şehit için yaptığımızla, sizlerin yanı başınızda, hatta sorumluluğunuz altında binlercesinin yaşandığını düşünürseniz ve anılarına tek tek sağlam bir karşılık vermediğinizi göz önüne getirirseniz, kendi kişiliksizliğinizi ve partileşmeyen kişiliğinizin önemli bir nedenini daha bilince çıkarmış olursunuz. Şehide hakkını verseydiniz, eminim ki şu andaki değerlendirmeleri yapmazdınız. Oldukça parti kişiliğine uymayan, saygısını esas almayan bu yaklaşımları sürdürmezdiniz. Bu kadar şehidi yüreğine sığdıranlar, kesinlikle bu kadar yetersizlikleri sergileyemezler.
PKK şehitleri belki de insanlığın en köklü şehitleri olarak da düşünülmeye değerdir. En temel bir hatanız, şehidin anlamını PKK gerçeğinde hakkıyla bilince çıkarmama, gururunuza sindirememenizdir. Birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da kendinize göre bir tarz seçmişsiniz. Eğer doğru sonuç alacaksanız, ciddi olarak kendinizi parti gerçeğinde adeta bıçağa yatırır gibi yatırmak ve sağlığa kavuşturmakla yükümlüyüz. Savaş çizgisinde yine bütün bu yetmezliklere neşter vurup, son vermek... ancak böylelikle şehitlere bağlı olmak mümkündür ve bu da kişinin kazanım gücüdür.
Şehitlerine saygıyı böyle anlamlaştırmayanlar, ağzıyla kuş da yakalasalar bu davada fazla anlam, değer ifade etmezler. Sayılarını hatırlamada güçlük çekiyorum. Ve hatta öyle değerli şehitler var ki, çoğunun adını bile bilmiyoruz. Ve belki de bazılarını bilemeyeceğiz. En önemlisi, her birisi neredeyse bir kitap yazılması gereken şehitler, ama neredeyse hafızalardan silinip gidecek. Buna bir çare bulmak gerekir. Bu çarenin de en başta geleni, yenilmez bir parti ve onun savaş çizgisi olduğu kadar, onun sağlam militan güvencesini kişiliğimizde gerçekleştirmektir.
Şehitlerin huzurunda başka tür eğilimin, huşu getirmenin ifadesi olamaz. Şehitleri mutlak doğru anlayıp bilmemiz gerekir. Benim en büyük endişem, bu yaşadığınız yüzeysellik, yine saygıdan uzak, oldukça hafif, yani yaşam, mücadele yaklaşımlarınızdır ve bu şehidin anısına en büyük kötülüktür. PKK’nin şehitler bilançosuna baktığımızda, hele onların çok yüce olan niteliklerini göz önüne getirdiğimizde, mevcut kişiliklerle anlaşmamız, sizi bu temelde layık bir şehit vasiyetçisi olarak değerlendirmemiz çok zordur. En temel bir sorunumuz; bu kadar kapsam kazanan şehitlerimize layık olmayı güvence altına almaktır. Hatta ben kendi eylemimi geliştirirken en temel birincil amacımın şehit vasiyetini güvenceye almak olduğunu çok iyi biliyorum.
Şehidin Anısında Ölmek Değil Yaşamak, Savaşmak Ve Mutlak Başarmak En Doğrusudur
Hareketimizin en önemli nedeni; şehidin anlamının, onun vasiyetinin boşa gitmemesi için, örgüt sürekliliğini, savaş çizgisinin gelişimini, yenilmeyen partisini gerçekleştirmektir. Niçin? Çünkü şehit anısı dayatıcıdır ve gerekleri mutlak yerine getirilmeyi emreder. Bu şuur bende birincildir. Bütün şuurların önündedir. Hareketimi yönlendiren saik , etken diyorum. Çünkü bunu temel hareket ettiren etken olarak düşünemeyenlerin diğer değerlere saygıyla yaklaşacağını, sağlıklı ve gerçekçi anlam vereceğini fazla olasılıklı görmüyorum. Çünkü şehitler en temel değerdir. Acaba bu gücünüz var mı? Şehitler için yaşamak, şehit için çalışmak, şehit için başarmak; buna gücünüz var mı?
Şehit için ucuz ölmek, kesinlikle doğru olmadığı gibi, belki de en büyük saygısızlıktır. Şehidin anısında ölmek değil, yaşamaktan, savaşmaktan ve mutlak başarmaktan bahsetmek daha doğru olur. Her şahadetin içinde bir eksiklik vardır. Anıya bağlı olan, şehidin vasiyetini esas alan, aslında birincil planda o eksikliği gidermeyle görevlidir. Benzer bütün şehitlere baktığımızda, şehide böyle bağlılığın daha sonraki kahramanca yürüyüşlerin ve zaferlerin bu nedene dayandığını görebiliyorum.
PKK’nin şehitleri bu anlamda hem sayısal, hem de özelliksel olarak o kadar kapsamlıdırlar ki, belki de yaşam militanlarından daha fazladırlar, güçlüdürler, komutandırlar, hatta kalanlar belki de onların silik bir gölgesi durumundadırlar. O halde silik bir gölge olmaktan çıkılmak isteniyorsa, şahadete götüren eksiklik neydi, onu görmeli. Ben, Haki KARER’in şahadetinde eksikliği hemen şöyle tespit ettim. Ki, Haki’nin az çalışmasından, amaç bağlılığından, onun eksikliğinden ileri gelmiyordu. O koşullarda bile amaca ve çabaya hepimizden daha fazla bağlı ve katılan birisiydi. Ama objektif olarak eksiklik; örgütün olmayışıydı. Eksiklik, örgütün sürekliliği yoktu.
Demek ki, benim bu şahadete yapabileceğim en büyük iyilik, hem örgütü yaratmak hem de onun sürekliliğini sağlamaktı. Haki, eylem yapmıştı. İlk dönemlerde bazı faşist yönelimlerini ve düşman hedeflerini bombalamayı aklına koymuştu ve bu da örgütün taktiğini sağlama almayı beraberinde getiriyordu. Dönem için bu yerine getirilmesi gereken bu görevleri esas aldık. Şehidin anısına karşılık verdik. Sonuç, çok önemli tarihi bir gelişme oldu.
Agit (Mahsum Korkmaz) için hatırlıyorum, şahadetindeki temel eksiklik; o şahadette olası gerçekleşebilecek noksanlık neydi? Gerillalaşamama tehlikesiydi. Benim, anı değerlendirmesinde yaptığım tespit; en az ellişer kişilik gruplar halinde gerillayı Kürdistan dağlarında gezdirebilirsek, bu şehidin anısına en uygun karşılığı veririz dedik. Ve bir yıl geçmeden bu civarda gerillayı Kürdistan’da harekete geçirdik. Dikkat edin, 1986 baharındaki şahadete, 1987 baharında bu kapsamda bir yürüyüşle karşılık verildi. Bunu kendim için en büyük bir vicdan borcu olarak bellemiştim. Gerçekleştirdiğimde de en önemli bir aşamayı sağladığımıza inanmıştım.
Ondan sonraki gerilla gelişmelerinin kesinlikle Agit’in anısına amansız bağlılığın bir gereği olarak geliştiğini düşünmelisiniz. O, çok önemli bir görevdi, çünkü gerilla erimek üzereydi. Var olan gruplar her an dağılmakla karşı karşıyaydılar. Tüm gücümüzü ortaya koymasaydık, Agit’in anısı da hızla hafızalardan silinebilirdi. Ama yüklendik, yıl yıl yüklendik. Sonuç, işte gerillanın bu günkü düzeye gelmesidir. Şehidin anısına sağlam bir karşılık vermenin ne kadar tarihi bir adıma yol açtığını bir kez daha gördük.
Mazlum, Kemal ve Hayrilerin de anısına, işte bugün yine andığımız Ferhat Kurtayların anısına vereceğimiz karşılık; hareketimizin yine ülkeden kopukluğun önüne geçmek, hareketi Kürdistan’la birleştirmekti. Ve yurtdışı çalışmalarını bu anlamda olağanüstü bir çabayla ele aldık, yoğunlaştırdık. Ve aynı yıl, 1982’nin sonlarından itibaren partiyi taşırdık ve şunu söylemiştim; “bu şehitlerin anısı, ölümle yaşam arasındaki köprüdür. Üzerinden geçiyoruz, yaşama yöneliyoruz” dedik ve nitekim bunun da ne kadar tarihi bir dönüş olduğunu ve çok kalıcı bir iz bıraktığına herkes şahittir.
Dikkat edilirse, Önderlik gerçeğinde şehitlerin çok önemli bir yeri olduğu gibi, başarıyı belirleyen en temel bir neden de, bu konuda anıya bağlılığın gerekleri olarak yapılan çalışmalardır.
Sizler bu temelde kendinize yönelirseniz, en temel bir eksikliğinizi gidermiş olursunuz. Mutlak sorumlu tutulmanız gereken şehitlere karşı üzerinize düşen somut görevleri yeterince idrak edememeyi ve gereklerini yerine getirmemeyi esas aldınız. Başarı olmaz tarzındaki dayatmalar düşmanındır. Ardıllarına düşen zaferin nasıl gerçekleşemeyeceğini kanıtlamak değil, şehitler köprüsünden nasıl layıkıyla geçileceğidir. En büyük yenilgi şehide karşılık vermemektir. Hatta düşünün, bir çırpıda yürekten attığınız insanlar var, yanınızda gencecik insanlar şehit düşmüşler. Onların anısına karşılık vermeye gücünüz yok ve bu da sizin yenilginizdir. Düşünün, ölüme gönderiyorsunuz, ama hiç vicdanınız bile sızlamıyor. En önemlisi, onların kutsal bir amacı var, ne yapılması gerektiğini kendinize sorun yapmıyorsunuz kendinize. Sonuç, savaş içinde değerlerin muazzam aşınması, amaçtan uzaklaşma, çok çirkin kişiliklerin saflarımızda boy vermesi. En önemli neden demek ki, şahadet çizgisine hakkıyla bağlı olmamaktan kaynaklanıyor.
Bilmeniz gerekir ki, şehitlere bu temelde tüm yönleriyle anlam vermeden ve en önemlisi de gereken anı çalışması ve savaşımını vermeden siz kurtulamazsınız. Asla vicdan muhasebesini yapmazsanız, vicdanınızı aklayamazsınız. Tabii değerli bir parti militanı da olamayacağınız için, etkili bir başarınız da olmayacaktır. O halde, bir kez daha sizlere, çok kabarık bir liste kadar, çok insani, ulusal, sınıfsal özellikleri olan bu şehitleri iliklerinize kadar tanımaya, anlamaya ve gereklerini, çalışma gereklerini, savaş gereklerini, başarı gereklerini mutlaka yerine getirmeye çağırıyorum. Bu şehitler gününde, bir kez daha mücadeleci yaşamınızda şehitlere mutlaka hakkını verme sözünü yerine getirebileceğinize dair, gerektiğinde kendini yeniden yaşama ve savaşa katarak sözlerinin gereklerini pratikleştirmeye çağırıyorum.
Bizde Şehitlik Çizgisinde Yaşamla Ölüm Birleşmiştir
Şehitlerin ölümle yaşamanın arasındaki farkı silen çizgisinde, aslında yaşıyor muyuz, ölüyor muyuz hiç belli olmadan gidiyoruz. Kısaca bizde, şehitlik çizgisinde yaşamla ölüm birleşmiştir veya ayrımı silinmiştir. Önderlik çalışma tarzı, ölümle yaşam arasındaki farkı kaldıran bir çalışma tarzıdır. PKK şehitliği kesinlikle bunu dayatır. Ölümden çok uzak bir yaşam olmadığı gibi, ölümde de yaşamın tükendiğini, yaşamın bittiğini düşünmeyen bir özelliği vardır.
Bu çok önemlidir. Siyasette, askerlikte, örgütte, kısaca her tür çalışmada ölümle yaşam arasındaki farkı ortadan kaldırmak. Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşandığını ve her zaman ölümle burun burunaymışız gibi yaşamayı esas aldın mı, şahadet çizgisinde yaşıyorsun demektir. Bu çalışmalar böyle yürüyor. Başka türlü komutanlık çizgisinde seyretmek mümkün olmuyor. Burada hala PKK’nin bazı vazgeçilmez yaşam biçimleri vardır. Onda seyretmedikçe iflah olunmaz. Düzenden aldığınız kişilik nedir? Düzenden aldığınız yaşam nedir? Bir hiçtir. Dolayısıyla kendinize bir sıçratma yapmak istiyorsanız, PKK olayındaki yaşam ve ölüm çizgisinin böyle birleştirilmesi ve aslında bir yerde ölümü mahkum eden bir yaşam çizgisine sahip olunmasıdır. Bunun bazı gerekleri vardır. Eski, geri, uyduruk yaşam dürtülerini aşmak kadar, öyle basit korkularını da esas almamayı, bunları da yıkmayı emreder.
Bu da doğru cesaret ve onun yaşam ve savaşa yansımasına yol açar ki, en büyük kuvvet de bundan çıkar. Bu tabii, dediğim gibi her an ölümle burun buruna yaşamayı da gerektirdiği için, son derece dikkati, duyarlılığı da beraberinde getirir. Sizin gösterdiğiniz kör bir cesaretle ölüme yaklaşmayı asla kabul etmez. Aslında her an ölümle burun burunayız, şu ana kadar ölüm belki de herkese değmiştir. Ölümle burun buruna olmamıza rağmen, burnumdan bir damla kanı bile akıtmamıştır. Neden? Dikkat gücü, tedbir gücü çok yüksek olduğu için.
Bu dünyanın en tehlikeli yaşayan kişisiyim. Fakat tehlikeler varsa, tehlikenin yakalayamadığı kişisiyim de. İşte bunun da PKK’nin başaran tarzıyla çok sıkı sıkıya bağlılığı vardır. Şimdi bu çok basit, küçücük yaşam veya ölüm, korku güdülerinizle bizim böyle gerçekleştirdiğimiz yaşam tarzını karıştırmayın ve kötüye de kullanmayın. Mümkünse mutlaka anlayın diyorum bunu, şehitler günü bunun için çok büyük bir fırsat. Sizin içtiğiniz sudan, teneffüs ettiğiniz havadan daha fazla böyle bir yaşam çizgisine ihtiyacınız vardır.
Umarım anlarsınız. Anlasanız, bu bile sizin için çok sağlam bir yürüyüş, yaşam, savaş, başarı perspektifidir ve zaferi kesindir.
18 Mayıs 1996
Reber APO
- Ayrıntılar
Geçmiş hataların aşılma şansı vardır. Hatta suçların bile kat be kat telafi edilebilmesi için pratiğe girilebilir. Madem dönem böyledir, o zaman kendini kanıtlamak isteyen, şans isteyen bunu böyle değerlendirir. Şimdiye kadar söylenen tarzı, bizimle olan ilişkilerinizi biraz bu yönüyle değerlendirin. En değerli destek ve yoldaşça yardım sunulmuştur. Hiç kimse mevcut gelişmeleri ne eksik ne de yanlış yorumlamalıdır. Tutturduğumuz düzey, tarihimizde elde tutulacak ne varsa odur; en önemlisi de, parti tarihimizin yaşama ilişkin söyleyip bize sunacağı ne varsa odur. Önünüze serilen budur. Bu bizim için kişiliktir, onun fedakârlık ve cesaret düzeyidir; başlı başına da büyük bir yaşam fırsatıdır.
Yaşam savaştır, savaş da yaşamdır. Bu noktaya geldik dayandık. Karşımızdaki zorba güç, dünyanın bütün gerçekleriyle, tarihin bütün insanlık gerçekleriyle alay ediyor. Bu uğursuzluk, alçaklık ve lanetlilik hiçbir gerekçeyle kabul edilemez. Düşman, insanlık dışı dayatmalarını son bir çabayla da olsa başarıya götürmek istiyor. Bizim gerçekliğimiz de şunu söylüyor: Bir kişi tek başına da olsa, böyle bir zorbalığı kabul edemez. Eğer akıllıysa, tek başına da olsa, bu zorbalığa karşı durup onu başarısızlığa uğratabilir. PKK’nin tarihi biraz da budur. Bunu her zamankinden daha iyi anlıyorsunuz. Bunun öyle fazla okumuşlukla, fazla tecrübeyle de ilişkisi yoktur; biraz kişilikle, onurlu ve namuslu biri olmakla ilişkisi vardır. Sanıyorum, hepiniz de biraz böylesiniz. Bugünlere kolay ulaşmadığınızı belirtmeliyim.
Size verebileceğimiz en değerli armağan, sizi böyle bir güne ulaştırmaktır. Verilen bu kadar şehitler, çekilen bunca acılar, görülen işkenceler, halkın bütünüyle yoksulluğu aslında anlam olarak size verilen özgürlük ve savaş değerleridir. Eğer bunu büyütmek, halktan biri, partiden biri olarak değerlendirmek istiyorsanız, böyle olduğunuzu asla göz ardı etmemelisiniz. Siz bu değerlerin ürünüsünüz. Bu anlamda kendinizi başka türlü gösteremez, başka türlü kılamazsınız. Ancak ve ancak bu değerlerle büyüyebilirsiniz; hem büyüyebilir, hem büyütebilirsiniz.
Bizim için bu yaşam, kabul edilebilecek tek yaşamdır. Öyle zorlukları varmış, bilmem altından çıkılamazmış gibi sorunlar bizim için hiçbir zaman mevcut olmadı. Tam tersine, bu yaşamın dışında her şey çok zordur, kabul edilemezdir. Bu tek kabul edilebilecek yaşam, yıllarca bekleseniz de, rüyalarınızda ve hayallerinizde bulamayacağınız bir şanstır. Bir günlük de olsa, şiddetli bir savaş içinde de geçse, o şans da bir şanstır. Bu şans hepinize tanınmıştır. Eğer bunlar doğruysa, eğer siz de biraz kavrıyorsanız, şimdi içinde bulunduğunuz durumdan büyük bir tutkuyla, aşkla kurtulabilir, ne mutlu bize diyebilirsiniz.
Kendi lanetli gerçeğimizle karşılaştırdığımızda, şu anki özgürlük gerçeğimiz yaşamın özüdür, yaşamın en istenilip de gerçekleştirilecek olanıdır. Bu hem de en çarpıcı, en yaratıcı biçimiyle yaratmaya, partileşmeye, ordulaşmaya götürür. Eğer özgürlük değerlerimizi, yaşamın gerçekleştirilmesini biraz anlamışsanız, “Örgütten anlamam, savaş gerçeğini fazla göz önüne getiremem” demeniz, ancak bir gaflet olabilir. Gafillerin de yeri bellidir. Şimdi bu aşamaya geldikten sonra, gelişememeyi çok zor bir durum olarak görüyorum. Yıl yıl gelişmelerde ne zorluklar yaşandığını anlarım. Yirmi iki yıllık bir çizginin bir hikâyesi var; neredeyse her yılın, her günün, hatta her saatin zorluklarını da anlarım. Ama bu aşamaya ulaştıktan sonra da yürümemeyi, yürüyüp de önemli başarılara ulaşmamayı hiç anlamam. Bunun anlamı yoktur.
Bazıları “İlla lanetli kişiliğimizi tekrar dayatırız” diyor. Bu, Kürd’ün eski hikâyesidir. “Birbirimizle uğraşırız, uğraştırırız” diyorsa, ona karşı da hazırlıklı olduğumuzu belirtmeliyim. Biz böyle bir Kürtlükle amansız savaştık. Bu, kendini insanlığa layık görmeyen, kendisini ana topraklarına ve temel özgürlük istemlerine göre hazırlamayan bir Kürt’tür; bizim için ölümden bin defa beter bir Kürtlüktür. Hiçbir gerekçeyle, şu veya bu nedenle kimse bu eski hikâyeyi bize dayatamaz. Kılıf, maske giydirerek bize anlatamaz. Bunu artık kesin anlamak gerekir derken, bunu kastediyorum.
Kendimize inanıyor muyuz, özgürlüğe inanıyor muyuz? Özgürlüğün bizde artık gerçekleşmeye doğru yüz tutmaya başladığını görüyor muyuz? Buna evet diyorsanız, bunun karşılığı, önümüzde hiçbir şey durmamalı olmalıdır. Her türlü gelişmeyi anlarız, gereklerini yerine getiririz. Bu ordu olabilir, parti olabilir, cephe olabilir, eğitim olabilir, ciddi bir eylem olabilir. Çok yaman bir eylem planlaması olabilir, inanılmaz bir başarının kendisi olabilir. Bunların tümüne güç yetirilebilir. Eğer siz yaşamı böyle anlıyorsanız, bunun doğal sonucu da bu yönlü gelişmelerdir. “Yok, biz yine eski kafayla hareket edeceğiz” derseniz, bu ülkede yaşamayı kendinize yakıştıramazsanız, düşmandan önce biz kendimizi yerin dibine batırmalıyız. Yoldaşlarımızı sevemiyorsak, yoldaşımızla anlaşamıyorsak, düşmandan önce biz birbirimizi bitirmeliyiz. Düşmanın bizi vurmasına hiç gerek yoktur.
Yine sana bu kadar kötülük yapılacak; vurulmadık, el değdirilmedik, hakaret edilmedik tek bir hücren kalmayacak ve bir de intikam ve hesap sorma günü gelecek, kendini bu temelde değerlendirip intikama göre ayarlamayacaksın, ondan sonra da ‘bana yaşam’ diyeceksin; hem de bunu parti saflarında, hem de komuta gerçekliğinde yapacaksın! Bizden her şey istenebilir de, bize her şey yutturulabilir de, ama bu olmaz. Sende çok sınırlı bir insanlık, namus duygusu varsa, yılların intikamını alacaksın. Düşünün, bir ailede bile bir zorbalık yaşandı mı, kırk yıl sonra da olsa intikam almadan bahsedilir veya bir aile bütün bir ömür boyunca kendini buna göre ayarlar. Şimdi sen bin yılların intikamını almayla ve haksızlıkların halen sonuna kadar sana dayatılmasıyla karşı karşıya bulunuyorsun. Kendini sınırlı bir vatan evladı ve bir halktan sayıyorsan, insani bir değere bağlı olduğunu söylüyorsan yürürsün. Hangi hedef, hangi çalışma olursa olsun, ister kendi içimizde ister düşmana yönelik olsun, üzerine gider ve başarıyı elde edersin.
Bir kişinin gücünü belirleyen, yaşam çizgisinin, yaşam felsefesinin ondan ne istediğidir. Yaşam çizgimiz de bizden bu temelde özgürlük istiyor, özgür yaşam istiyor. Önünde engel varsa, direnişin, azmin ve yıkıcı öfken bunu yıkmaya yeter. Bu arada olumlu, kabul edilebilir bir yaşamın inşasını da yapabilir, kendinden başlayıp bütün vatan sathına yayabilirsin. Bunları yaşam düzeyinizde, eylem düzeyinizde kabul edilemez birçok gerilik olduğu için tekrarlıyorum. Bunlara halen aşılamazmış gibi sarılanlar var. Oysa buna gerek yoktur. Bununla ne onur, ne yetenek, ne güç kazanılır. Yenilmemeye cesaret etmeliyiz. Madem gün yenilik ve diriliş günüdür, bu yeniliği ve dirilişi kendimizde gün be gün, saat be saat gerçekleştirmeliyiz. Sizi başka türlü yönetemiyoruz, sizinle başka türlü yol alamıyoruz. İş beceremezseniz yoldaşınızla bile konuşamazsınız, normal bir birimi bile düzenleyemezsiniz. Sizinle nasıl konuşalım, nasıl birlikte yaşayalım? Birlikte yaşayamazsak, kendimize nasıl ulus diyeceğiz, nasıl halk diyeceğiz, nasıl yoldaş diyeceğiz? Bu konularda anlayışlı olmanızı istiyoruz. Başka çareniz de yoktur. Kendini sarhoş etmenin, allayıp pullamanın bir faydası olabilir mi? Kendini sağa sola yatırmanın, mecnun etmenin bir çıkarı, bir yararı olabilir mi?
Bütün bunları şunun için belirtiyorum: İşimiz zordur veya zorluk bu işin doğasında var. Ama emredilen görev, ulaşılması gereken hedef, bütün zorlukları yerle bir edecek kadar çekicidir. İrademiz içinde bulunduğumuz koşullara dayanılarak çelikleştiriliyor, kişilik böyle oluşturuluyor. Bu da bizde artık ispatlanmıştır. Kaldı ki bu başarılabilir, inanılmaz her türlü gelişmeye yol açabilir. Biraz bunu kanıtladık. Her kişi bunu kendine göre alır, uygular ve bununla kendini büyütür. Büyüyen benim babam veya sülalem değil, büyüyen siz oluyorsunuz, insanlığınız oluyor. Yaşayan biz değil, siz olacaksınız. Tabii ki kendi yaşamınıza kastedemeyeceksiniz, çünkü kendi yaşamınızla alay etme özgürlüğünüz, hakkınız olamaz. İlkelliğe ve ihanete eskiden özgürlük deniliyordu. Şimdi örgütlenmemeye, ordulaşmamaya, işleri sağlam geliştirmemeye özgürlük ve inisiyatif istenmez. Çünkü bunlar kişiye yarar getirmez, ancak ölüm getirir. Dolayısıyla bu sınırlarda seyretmek, aklı başında olanın bir talebi olamaz. Yine bütün bunları, gelişmemeyi bir felsefe haline getirenlere, doğru yönetmeme ve doğru işletmemeyi bir alışkanlık haline getirenlere, işleri ilerletmeyenlere, kendini, yoldaşını ve halkını geliştirmeyenlere söylüyorum. Bu konuda kendinizi savunacak hiçbir gerekçeniz yoktur. Tabii bunu olumsuzluklar ve yetmezlikler anlamında belirtiyorum.
PKK’yi tanırım, ne olup ne olmadığınızı da biliyorum. Sizi de az çok tanıyorum. Sizden ancak ve ancak doğru bir partililik çıkabilir. İflah olmaz birisi değilseniz, şu veya bu nitelikte bir ajan değilseniz, çok sınırlı bir ilgi bile sizi yaman bir yoldaş yapar. Bunun dışında hiçbir durumu kabul etmem. Kendinizi nasıl dayatırsanız dayatın, kendinizi nasıl sergilerseniz sergileyin, yine de kendinizi aldatamazsınız, kabul de göremezsiniz. Kendinizi bir şef, şöyle etkili yetkili bir kişilik halinde de tutamazsınız. Bütün bunların önü alınmıştır. Aklın yolu bir, idealin yolu bir, insanlığın yolu bir, gelişmenin de yolu birdir. O da bu söylenenlerde yatıyor. Bunu esas almak tek çarenizdir, çözümünüzdür.
Bunu “Evet, doğrudur, ama uygulamaya geçiremiyoruz” dediğiniz için belirtiyorum. Bunu uygulamaya geçirememek, yaşamla bütünleştirememek demek, yine daha da tehlikeli bir yalancı, bir düzenbaz, bir münafık olmak demektir. Herhalde bu savunulamaz, bu aşamadan sonra bize yakışmaz. Eskisi gibi, “Köleyiz, başarmaya fazla ihtiyacımız da yok, hatta şimdi eskisinden bin kat daha özgürüz, bu yetmiyor mu?” demeye hiçbirinizin hakkı yoktur. Sorun, kesintisiz başarı yolunda mıyız sorudur. Bundan aşağısı kabul edilmiyor, üstü ise yiğit olanadır. Bunu böyle anladıktan sonra, hem iyi yaşamı hem de yaşamınızı savaşla sonsuza dek güzelleştirebilirsiniz.
Botan sizin oluyor. Halkı emeğinizle oldukça özgürleştiriyorsunuz. Her zaman belirttik: Bu ülke insanlığın beşiğidir. İnsanlık yaşamı, tarih o dağların doruklarında başlamıştır. Biz çocuk değiliz, bunları biliyoruz. Sen halen anlamazlık edemezsin. İnsanlık nasıl başlamışsa, şimdi de en güzel bir biçimde başlatılabilir. Zagros etekleri, Toros etekleri uygarlığın başladığı yerlerdir. Biz insanlığın başlangıcını yeniden oluşturacak kadar kendimize güveniyoruz. Güncel gerçekler de bunun öyle pek hayali olmadığını, insanlığın da buna ihtiyacının olduğunu gösteriyor. Bunlar ne kadar insani olduğumuzu da iyi ortaya koyduğuna göre, işler orada şahane geliştirilebilir. Bir turist bile böyle bir yaşamı büyük bir şans sayabilir. Yani hiçbiriniz, burada şu zorluklar, bu zorluklar var demesin. Dünyanın dört bir ucunu gezin görün, bazılarınız belki görmüştür, o dağlardan daha güzeli, tutkulusu, daha şanlısı yoktur. Anlamayan anlamalı, anlayanlar da anlatmalıdır.
Bütün bunlar size, ister duygu dünyanızı, ister savaşçı dünyanızı, ister bilinç dünyanızı nasıl elde edeceğinizi gösteriyor. Birbirine güvenebilecek bir birliği, işlere başlamak için bir silahı isteyebilirsiniz. Belki bazılarınızın buna gücü yetmeyebilirdi; ama hepinize bunun kazanılabileceğini, verilebileceğini de gösterdik. Bu birliğe, bu güce, bu araç gereçlere kendiliğinden ulaşmadınız. Bu, emekle bağlantılıdır ve verilmiştir. Bunun değerini bilmek size düşer. Fazlasını istemek haddini bilmemektir, emeğe saygısızlıktır. Yine kolay düşürmek, emeğe saygısızlıktır. Her şeyi yapın, ama ne fazla isteyin ne de kolay düşürün. Bu değerlerin üzerine ibadet eder gibi titremelisiniz. Bir dağ parçasına ulaşmak, yüzlere şehidin kanı pahasına olmuştur. Anı anına, dakikası dakikasına büyük sabırla, büyük sorumlulukla, yaşamımızla, mücadelemizle mümkün olmuştur. Bunun değerini bilmeyen özgürlükten anlamaz, özgürlükten anlamayan da savaşamaz.
Doğayı, onu vatan olarak görmeyi, onun halka özgürce yansıtılışını anlamalıyız. Bunun değer ve emekle, acı ve işkenceyle bağlantısını kurmalısınız. Zindanda çekilen işkenceyi, her gün inim inim inleyen halkımızı orada dağa taşa, silahınıza sindiremezseniz, tutarlı bir yurtsever olduğunuzu gösteremezsiniz. Halkımızın binlerce yıldır çektiği acıları silahınızın namlusuna sürüp savaşamazsanız, iyi bir savaşçı olduğunuzu öne süremezsiniz. Bu halkın başına gelen her şey ve ona dayatılan her türlü yokluk ve çirkinlik bir ideoloji, bir siyaset olup beyninize, silahınıza sürülmezse, yüreğinize nakşedilmezse, siz iyi bir komutan, iyi bir savaşçı olamazsınız.
Gerçekleri biraz böyle anlamanın zamandır diyorum. Bu kadar söylenenden sonra anlarsınız, anlayıp da gereklerini yerine getirirsiniz. Çünkü siz bir insansınız. Şimdi eğer bütün bunlara itiraz yok diyorsanız, o zaman ben de parti gerçeğine, ordu ve savaş gerçekliğimize ilişkin söylenenler açıktır diyorum. Bu konuda herhangi bir taktik sorun, bir çözümsüzlük asla kabul edilemez. Herhangi bir eylem, herhangi bir ilişki, herhangi bir tarzın yerine başka bir tarzın konulması asla sorun teşkil etmez. Hepsine bu anlayış içinde karşılık vermek mümkündür.
Günlerdir sizinle yaptığımız tartışmalar, düşmana olduğu kadar kendinize de doğru yaklaşmanız içindir. Sanıldığından daha fazla felsefi yaklaştık. Çünkü kendinizi ideolojik ve siyasal gerçeklikten koparmışsınız. Bunun doğal sonucu olan örgüt ve ordu gerçekliğinden kendinizi koparmanıza -bu eski, bitmiş tarzdır- fırsat vermedik, sizi onunla bütünleşmeye çağırdık. Bu büyüklüktür, büyümenin başlangıcıdır. Düşünün: Yıllardır o dağlarda kalacaksınız, bir ordu kurmayı beceremeyeceksiniz! Bu kabul edilemez. Çok önemli savaş taktikleri söz konusu olabilecekken, bunun bile dişe dokunur bir tarzda gelişmesi söz konusu olmayacak! Bu da kabul edilemez. Eğer sizin durumlarınızı normal karşılarsak, şimdiye kadar nasıl gelmişse öyle gider. Buna da hakkımız yoktur. Burada kendinizi gözden geçirir, ihtiyacınız neyse ona göre bir ayarlama yaparsınız. Bu bir görevdir, herhangi bir çabanın gereğidir ve yerinde, zamanında başarıyla sonuçlandırılır. Bunu şimdiye kadar görmemeniz, bizim ısrarlı olmamızı ve halen dayatırsanız, bin defa daha ısrarlı olmamızı getirecektir. Önderlik dediğiniz olay biraz da budur; önderlik bir tutum, bir ısrar, bir doğruyu götürme ve ondan taviz vermeme meselesidir. Bağlılık dediğiniz olay, bunu biraz görüp hakkını vermektir.
Tüm partiyi esas alanlara, özellikle de ordu gerçekliğimiz içinde her türlü savaşçı ve komuta gerçekliğine hazırım diyenlere şunu diyorum: İçine girdiğiniz dönem, düşmanın dayattığı gibi imha dönemi değildir. Onun tehlikesi bertaraf edilmiştir. Düşman şu anda derin bir krizi yaşıyor. Zaten bu, dünyaya yansımıştır. Hiç şüphesiz, bu krizin faturasını katliamlarla halkımızın başına, yine gerillanın başına ödettirmek isteyecektir. Bundan kuşku duyulmamalıdır. Can çekişen bir canavar gibi sağa sola saldıracaktır. Ama bu onun çok güçlü olduğu anlamına gelmiyor, sadece eceli gelen bir canavarın ölümü anlamına geliyor. Tabii ki sizi eline geçirirse paramparça edecektir. Nitekim vahşidir, katlediyor. Cenazelere bile nasıl vahşice yaklaştığını biliyorsunuz. Genç kızları nasıl paramparça ettiğini, çırılçıplak yapıp sokaklara, caddelere attığını biliyorsunuz. Savaş tarihinde bunun örnekleri görülmüş müdür? Ama bu düşman bunu gösterebiliyor. Cenazeden ne istiyor? Biz onun bir tek askerine bile olumsuz bir söz söylemedik, ama o bunu dayatıyor, özel savaştır diyor. Bu onun nasıl canavarlaştığını gösteriyor. Hatta bir canavar bile böyle yapmaz. Bu ancak en aşağılık sadist kişiliklerden beklenebilir. Bunu yapıyorlar, daha da yapacaklar. Tükenişi yaşayan bir düşman, hiçbir haklı gerekçesi olmayan bir savaşı yürüten bir düşman böyle yapar. Daha da yapacaktır.
Bu düşmanın siyasal durumu nedir? Bunu vurgulamaya gerek yok, her gün izliyorsunuz. Partiler, seçimler neydi, gördünüz. Bunların hepsi özel savaşın yöntemleridir. Kimi sağ, kimi soldur. Sağcısı solcusundan beter; solcusu sağcısından beterdir. Hepsi özel savaş ayarlamasıdır, buna aldanmayın. Dincisi de öyle, komünisti de öyledir; yani çıkarlarıyla birbirlerine bağlanmış bir güruhtur. Özel savaş ekonomisi, şimdi durumu biraz daha kurtarmak istiyor. Kendi halkının başına bile ne getirdiğini görüyoruz. Hiçbir ülke halkının kabul edemeyeceği bir biçimde bir günde Nisan yağmuru gibi zam yağmuru ile ne hale getirildiğini görüyoruz. Aşiret reisi bile kendi aşiretine bunu yapmaz. Bir faşist bile kendi halkına bunu yapmaz, ama onlar yapıyorlar.
Bu, düşmanın yürüttüğü özel savaşla bağlantılıdır. Zulmün ve soygunun bu kadarının olamayacağını, bu halk şimdi kendisi görüyor. Bizim bunu fazla açıklığa kavuşturmamıza da gerek yoktur. Günlük gerçekler güneş kadar herkesi yakıyor, mızrak gibi gözlerine sokuyor. Biz daha önce de bunu söylemiştik, şimdi açığa çıkıyor. Dış alanda da ne hale geldiğini, en kirli müttefiklerinin bile artık kendisini bu haliyle kabul edemeyeceğini görüyoruz. En güvendiği müttefikleri bile, “Bu işi biraz kurallarına göre yürüt. İmha ediyorsan et, ama bu kadar da baştan çıkmışlık olmaz” diyor. Evet, müttefiklerinin de tavrında bunu görmek zor değildir.
Tüm bunlar bizim açımızdan düşman gerçekliğini çok derin bir biçimde değerlendirmemizi gerekli kılıyor. Kesinlikle ne yıkılamaz ve aşılamaz gibi, ne de basite alınır gibi ele alabileceğimizi gösteriyor. O vahşetini sonuna kadar götürecektir; fakat bunun içinde de yıkılma var, çözülme var, adım adım çözülüyor, gerçeklik budur. Ekonomik ve sosyal yapıdaki çözülüş siyasal yapıya yansımıştır, siyasal tıkanıklığın kendisidir ve askeri olarak da çözülüyor.
Burada önemli olan, düşmanın askeri durumundaki çözülmedir. Sizin yapamadığınız, askeri çözülmeyi veya bunun askeri olarak da ne anlama geldiğini görmektir. Kendi askeri avantajlarınızı anlamadığınız kadar, düşmanın da askeri olarak neyi ifade ettiğini fazla kestiremiyorsunuz. Neden? Çünkü iyi bir askeri teoriniz, iyi bir halk savaşçısı teoriniz fazla gelişmiş değildir; sadece öküzün trene baktığı gibi bunlara bakılıyor. Elinizde muazzam bir askeri alan var. Kendi ordulaşmanızı, kendi askeri faaliyetinizi ve bunu kurumlaştırmanızı mümkün kılan önemli gelişmelerin içindesiniz. Aslında bu yönüyle düşmanın askeri durum değerlendirmesini biraz daha derinliğine yapma gereğiniz de var. Birçok savaş birliğini, korucuyu da devreye sokması gücünü göstermiyor; savaştaki çözümsüzlüğünü ve çözülmeyi gösteriyor. Ama bundan sonuç çıkarabilir misiniz? Özellikle tempoya ve vurucu tarza dönüştürmeyi bilecek misiniz? Bunun çok büyük bir takibi, bir arayışı içinde olabilecek misiniz?
Ne kadar yeterli ve etkili olduğunuzu belirtmeyeceğim. Çünkü iyi bir askeri çözümlemeyi yapmaktan uzaksınız. Bazı durumları görüyorsunuz. Zaten zorluklar kat be kat artıyor. En son yaşanan operasyonların bir amacı da buydu. Sözüm ona ne kadar etkili, ne kadar güçlü olduğunu göstermek istiyor. Bizi salt pasif bir savunma durumuna çekmek istiyor. Aslında bu savaşı bu denli yürüten bir ordu, bu kadar yıl içinde düzenli ordu mantığıyla başaramadığına göre, bundan sonrasında da başaramaz. Eğer biz başaramazsak yazık olur.
Kendi askeri gerçeğimizi halen anlayamamışız. Askeri teorimiz, askeri pratiğimiz düşman gerçekliğiyle nasıl iç içedir? Ondan kopartılan bir gün, ondan kopartılan bir karış toprak nedir? Saati saatine nasıl değerlendirilir? Bir düşman takibi olmazsa gerileyen nedir, ilerleyen nedir, biz nereden nereye geldik, o nereden nereye geldi? Bunu hem tarih içinde hem de parti öncülüğümüzdeki savaş süresince yoğun bir değerlendirmeye tabii tutmazsanız, taktik sorunlara ve pratik gelişmelere hakkıyla cevap veremezsiniz.
Sizin durumunuz düşmanın durumundan daha vahimdir. Vahim derken, tabloyu biraz umutsuz göstermek için değil, önemli bir gelişmeyi görememe ve başarıyı yakalayamama açısından belirtiyorum. Yoksa öyle imha olacak, yaşayamayacak durumda değilsiniz. Bunu doğru anlayalım. Eğer böyle devam ederseniz, yüksek bir askeri anlayış, onun mutlak orduya dönüşümü, savaş tarzına ve taktiğe yansıtılışı olmazsa, bu halinizle ancak biraz yaşayabilirsiniz. Bazılarınız çok, bazılarınız az yaşayabilir, ama bundan da başarı bekleyemezsiniz.
Sizin gibi askeri bir işe el atmadım veya sizin gibi somut sıcak durumlar içinde değilim. Cephe gerisinden biraz destek sunmaya çalışıyorum. Ama buna rağmen, eğer ben bugün onun gereğini duyuyorsam, sizin önünüzde göremediğinizi buradan görebiliyorsam, işlerin ne kadar önemli olduğunu anlatmak içindir. Askeri sorunlara sizin gibi kafa patlatacak durumda değilim. Bu benim görevim değildir; hele hele günlük taktikleri belirlemek, benim görevim hiç değildir. Bu sizin görevinizdir. Ama sizden daha fazla bazı yanlışları buradan görüyorsam, işlerin geliştirilmesine ilişkin anlayış düzeyinde, hatta pratikte de daha fazlasına yol açabiliyorsam, sizin kendi durumunuzu anlamanız gerekir. Bir asker olarak, hele bir komutan olarak ne kadar yetmezlik içinde olduğunuzu, görevinizin ne olması gerektiğini bilmeniz gerekir.
Bir asker olarak, hele bir kurucu kadro olarak, kurmay olarak -ki çoğunuzun durumu biraz böyledir- düşman gerçekliği kadar kendinizi de, askeri gerçekliğinizi de görmeniz gerekiyor. Şunun için belirtiyorum: Aylardır kendi birimini çalıştırmayanlar, eğitmeyenler, moralinden tutalım eğitimine kadar birçok hususta yoksul bırakanlar var. Çok rahat düşürülebilecek bazı hedefler var, ama bunun üzerine yürüyemeyenler var. Bir de hedeflerin üzerine körcesine yürüyenler var. Bu da işin diğer garip bir tarafıdır. Bunların askerlikle bir ilgisi yoktur. Olgun olmama, iticilik, yoldaşlık ruhunun derinliğine yaşatılmaması var. Bütün bunların kişilikle, Önderlikle, halk kurutuluş militanlığıyla, hele hele askeri yaşamla hiçbir ilgisi yoktur.
Sizin tümüyle ileri sürdüğünüz gerçekler, “Biz isyan topluluğuyuz, kin öfkeyle hareket ederiz” temelindedir. Halk savaşında bunlara yer yoktur. Tarih boyunca hep böyle hareket ettik ve hep kaybettik. Sizin kişiliğinizi bu yönüyle anlamak veya bir de bizden böyle olsun demek, bin yıllık bitiş tarihini tekrarlamaktır. Doğrusu biraz bizim ortaya koyduğumuz tarzdır. Sanıyorum bunun için de yeterince materyal sunuldu. Kendi yaşamımızı size sunduk. Hiç kimse kendini övmüyor. Ama bu olanaklardan sonra herhalde bir şeyler yapabilirsiniz. Uzun vadeli savaşla bağlantısını kurarak yaşamınızı yürütebilirsiniz. Sizden istenilen budur. Zaten cesursunuz, fedakârsınız, ama onu askerliğe ve savaşı geliştirmeye dönüştüremiyorsunuz. Biz kendinize layık olmanızı istiyoruz.
Düşmanın askeri gerçeği hem çözümsüzlüktedir, hem de çözülüyor. Biz de önemli bir inşayla karşı karşıya bulunmaktayız. Nasıl asker olunurdan tutalım nasıl bir kurmay olunur? Birlik nasıl oluşturulur, nasıl sevk edilir, nasıl harekete geçirilir? Eylemin en anlamlısı, planlısı, sonuç alıcısı nasıl düzenlenir? Bununla karşı karşıyasınız. Bu da düşünce istiyor, yaklaşım istiyor, amansız bir pratik çaba istiyor, ciddiyet ve disiplin istiyor. Bunlar olmadan bu aşamayı atlatamazsınız. Başkalarına da, bana da atlattıramazsınız. Atlattırmak isterseniz, ben de bu aşamayı size atlattırmaya çalışırım. Çünkü görev görevdir, ona soyunmuş olan, eğer bu aşamaya karşılık verirse başarır. Siz de aşamayı başarıyla aşmış olursunuz. Askerileşmek, ordulaşmak açısından olanaklar buna elveriyor. Düşmanın olası bütün operasyonları da bizim için mükemmel bir ordulaşmaya zemin teşkil ediyor. Zaten ordulaşmayı savaşarak geliştirebiliriz. Kişilikler kendini savaşla kanıtlayarak gelişebilirler. Başka türlüsü de mümkün değildir.
Bu açıdan bu operasyonları ve daha ağır geliştirilecek olanı bile gelişmeler önünde ciddi bir engel olarak görmüyorum. Tam tersine, gelişmeleri bu operasyonlara dayandırarak geliştirirsek, bu en sağlıklısı, zafer için en teminatlısı ve en gerçekçisi olur. Sizin de bu operasyonlar süresince ordulaşmayı bütün yönleriyle geliştirmeniz zor değildir. Hatta yaman bir ordulaşma böylesine pratikler içinde ortaya çıkar. Bizim burada ordulaşmayı fazla geliştiremeyişimizin anlaşılır nedenleri var, ama sizin orada geliştiremeyişinizin hiçbir anlaşılır nedeni yoktur. Yakıcı ateş içinde insan çelikleşir. Eğer komutanız diyorsanız, siz de savaşçınızı bu savaş potası içinde döversiniz, geliştirir ve yenilmez kılarsınız.
O halde mükemmel bir ordulaşma ve savaşma fırsatı var. Bütün eyaletlere yeterince güç ulaştırılmıştır, hatta ülke bölgelere kadar parsellenmiştir. Etki sahamız olmayan bir karış toprak bile yoktur. Bu bir halk savaşı için mükemmel bir başlangıçtır. Düşünün, her yerde gerilla çekirdekleri var ve bu kendini büyütmenin bütün sınırlarına gelip dayanmıştır. Temel kitle bağlantıları, mükemmel coğrafyası var; araç gereç donanımı, tecrübesi, güveni var. Partisi, partisinin öncülüğü var. Bu da bir büyüme için, bir hamle yapma için, büyük bir savaş kampanyası için her şey var demektir. Şimdi binlerce mevzimiz var. Artık sayımız yüzlerce değil binlercedir, karargâh olarak ifade edebileceğimiz bir mevzi durumuna ulaşmıştır. Bir halk savaşı için ne gerekiyorsa o var. Büyüme ve yetkinleşme sorunlarına tümüyle karşılık verebilecek durumdayız. Sayıyı hızla tırmandırabilirsiniz. Dünyayı bile alt edebilecek kadar sayıya ulaşmak işten bile değildir. Araziyi tutabilirsiniz. Bir ordunun bile tutamayacağı alanlar, dağlar var. Böyle yüzlerce mevzi var. Bir dağımız bile bugün bir orduya bedeldir. Böyle binlerce dağ tutulmuştur. Tabii ki hakkını vereceksin ki başarıyı sağlayasın. Başarı kendiliğinden olmaz, bunu görmek gerekiyor. Orada bunu görmek sizin işinizdir. Etrafınızda insanlar katlediliyor, bunu önlemenin yolunu düşünebiliyor musunuz? Birlikleriniz biraz zayıftır; onu yetiştirmek, bu işte ben varım diyene düşer.
Düşünmek, sizin şimdiye kadar yaklaştığınız gibi, armut piş ağzıma düş biçiminde olmaz. Bu mümkün değildir. Her şey karış karış tırnakla sökülüp elde edilmezse, emeğin değerini takdir edebilir misiniz? Savaş emeğinin değerini takdir edebilir misiniz? Edemezseniz komutan olabilir misiniz? Olamayacağınız açıktır. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuçlar var. Mükemmel bir halk savaşı başlangıcına ulaştık. Şimdiye kadar olan biteni iyi bir başlangıç olarak değerlendirebiliriz. Savaşın ülkenin her tarafına yayılması, bir ordunun başarısına bağlıdır. Bu konuda gereken mevziler tutulmuştur. Temel çekirdekleri yerleştirmek açısından yeterlilik sınırlarını aşmışsa gerisi büyümedir, kaliteli eylemlerdir, savaşın düzeyini ve biçimini geliştirmedir. O da biraz komutana veya “Bu işte ben varım ve geliştirmeye adayım” diyene düşer. Bir dağı, bir alanı ilerletmek bize, sıradan bir savaşçıya ve halka değil, o işin sorumlusuna veya komutana düşer. Komutan dediğin, bu başlangıcı sağlam ele alıp yürümeyi bilen, ilerletmeyi bilen kişidir. İlla komutanlıktan bahsedecekseniz, kendinizi buna layık görmek istiyorsanız, bu gelişmeyi göstermek zorundasınız. Bu aşamanın sorunlarına cevap verecek kişiliğe ulaştığınızda siz komutansınız.
Dolayısıyla ordulaşmada ve onun her türlü savaş biçiminin geliştirilmesinde engel görmüyorum. Olsa olsa komuta engeli olabilir, komutayla oynayan kişi engel olabilir veya komuta rolünü oynamayan, onun çabasını, düşünce gücünü, örgütlülük ve eğitim gücünü gösteremeyen kişi komutanlıkla oynar. Tabii böyle bir oynama da oldu mu, hazır bir zaferin içinde de olsak, gerisin geriye kaybederiz. Bu konuda da hiç kimse ne bizi ne de kendisini yanıltmalıdır.
Taktik düzenleme komutanın işidir; taktiğe göre örgüt, taktiğe göre birlik, taktiğe göre hareketlilik, taktiğe göre vuruş, taktiğe göre savunma, taktiğe göre pusu ve her türlü taktiği sergilemek komutanın işidir. Bu işte yirmi dört saat komutanlık yapanın işidir. Nereye, nasıl gidilir? Nereden, nasıl çıkılır? Akşam ne yapılır? Bir takımla ne yapılır? Silahla veya silahsız ne yapılır, eylem anında ne yapılır? Eylem sonrasında, eylem öncesinde ne yapılır? Bunu tabii ki kendine hakim bir komutan belirler. İyi belirleyen amansız sonuç alır. Onu ağa gibi ben belirleyemem. “Şöyle yaşarım, böyle de yaşarım” diyen, sonradan ya düşmanın darbeleri ya da bizim darbelerimiz altında ezilip gider. Kürdistan gerçeğinde eski kafayla yaşamak, yer bulmak mümkün değildir. Bu konuda akıllı olalım.
Bu böyledir diye kimseye eşsiz bir destan yaz diye dayatmada bulunmuyoruz. Sadece kazanımların, başlangıcın düzeyini ve bundan sonra devrimci emekle, ordulaşma çabasıyla sergilenmesi gerekenin ne olması gerektiğini, buna talip olanın nasıl olması gerektiğini belirtiyoruz. Düzenleme sizin işinizdir. Konferanslar yaptınız, birçok görev belirlediniz. Ben ona müdahalede bulunacak durumda değilim, o sizin işinizdir. Yine birçok plan geliştirdiniz. Talimat, perspektif, yönetmelik geliştiriyorsunuz, daha da geliştirebilirsiniz. Değerlendirmelerimizden de yararlanarak birçok ayrıntıya ilişkin talimatlar geliştirilebilir, yeni görevlendirmeler olabilir. Bunlar hep sizin işinizdir, yaratmanız gereken işlerdir. Hareket tarzlarınızı günbegün değiştiriyor, geliştiriyorsunuz.
Her zaman belirttiğim gibi, yirmi dört saatlik, hatta saatlik durumlar değerlendirilerek taktik tersine de çevrilebilir. Mutlak bir taktiğe saplanma olmaz. Yirmi dört saatte tersine de değişebilir, kesinleştirilir de, hatta temel taktik tutum haline de getirilebilir. Bu konuda büyük bir maharet ‘savaşta gelişmek istiyorum, ilerlemek istiyorum’ diyenin kişiliğinden beklenir. Onlar yaparsa iyi bir komutan olabilirler. Kendiliğinden komutanlık, kör inatla, kör dayatmayla komutanlık olmaz. Hele gelişen bir PKK çizgisinde böyle bir komutanlık söz konusu olamaz. Bastırarak, dayatarak, sağa sola çekiştirerek, başkalarının emeğine ucuz kurularak, kafayı çalıştırmayarak hiç kimse komutan olacağını sanmasın.
Bütün bunlar işlerin nasılına ilişkin sorulara yeterince cevap veriyor. Tecrübeleriniz bunun için yeterlidir. Olanaklarınız bundan sonraki işleri düzenlemeye yeterlidir. Size artık güvenmek veya bu işlerin başarılı gelişmesini size bırakmak gerekir. Gerçi şimdiye kadar da size bıraktığımızı sanıyorduk. Bu sandığımız gerçekleşmedi veya gelişmeler çok sınırlı kaldı, ama bundan sonra yine inanmak isteriz. Bunca gelişmelerden sonra kendimize, bu yıla ve bu son sürece müthiş yükleniyoruz. Sanıyorum bu sonuç alacaktır, hatta şimdiden sonuç alıyor bile.
Avrupa gibi bir alanda, bizim ulus olarak bütünüyle tükenip gitmemizi, başımızı bir daha kaldırmamamızı isteyenlere nasıl başkaldırdık? O son derece kahraman iki değerli kızın (Bedriye Taş-Ronahi, Nilgün Yıldırım-Berivan) Newroz’daki şahadetini düşünelim. Bunlar Avrupa’da büyümüşler, ama PKK çözümlemelerini ve özgürlük anlayışını biraz özümsüyorlar; kendilerini düşmanın yakmasına bile fırsat vermeden kendilerini yakıp meşale halinde tutarak, söndürülmemeleri için de bütün tedbirleri alarak şahadete ulaşıp bir halkı böylesine ayağa kaldırıyorlarsa, bu PKK’nin vardığı düzeyi gösterir. PKK’nin özgürlük düzeyini, cesaret düzeyini gösterir. Avrupa’daki halkımız ayağa kalkıyorsa, üçüncü kuşak gençliği bile PKK’yi böyle anlıyorsa, bu diğerlerinin de ne yapması gerektiğini oldukça ortaya çıkarıyor. Her türlü katliam denemesinden geçen halkımızın da öyle kolay boyun eğmeyeceği kanıtlanmıştır. Gerillayla o dağlarda neler yapamaz! Bu sorulara da siz cevap vereceksiniz. Nasıl olur gibi bir kargaşa içine girmenin anlamı var mı? Yine bütün bunlara rağmen, kimse kolay başarı sağlanır diye düşünmesin. Ucuz başarı da vaat etmiyoruz. Fakat direndik, dayandık, büyük bir sabırla buraya kadar geldik.
Tabii bundan sonra da gelişmeler kaçınılmazdır. Yine şahadetler olacaktır. Fazlasıyla şehit vereceğiz. Ama bütün bunlar eğer kazanma yolundaysa, gereken yapıldıktan sonra veriliyorsa, bizim için kabul edilebilir. Yanılgıya, hele hele gaflete asla düşmek istemiyoruz, hiçbirinizin düşmesini de istemiyoruz. Oldukça kazanmaya doğru geldiğimiz bu günleri geriye götürmeye hiç mi hiç rıza göstermek istemiyoruz. Hiçbir gerekçeyle, hiçbir kişiliğin kendini dayatmasıyla asla gelişmenin bir karış bile gerisine düşmesini kabul edemeyiz. Tekrar söylüyorum: İdeolojik ve siyasal düzeyimizden tutalım, pratik-örgütsel düzeye kadar kazanılıp gelinen aşamayı görmemek, onun gerisinde seyretmek kabul görmez. Parti demek, en yüce, en zirvede seyretmeyi bilmek demektir. Parti buna ulaşmıştır, bu artık saygıyla karşılanmalıdır. Dost düşman bile buna saygı duyuyorsa, militanların hayli hayli duyması kaçınılmazdır.
Savaş önümüzdeki yıl nasıl gelişebilir? Nasıl gelişirse gelişsin, biz kendi temel yaklaşımlarımızı böyle geliştirip savaşa girdikten sonra, savaş ister çok ister az şiddetli geçsin, ister şu kadar ister bu kadar kayıp olsun kabulümüzdür. Yeter ki gerekli olana sonuna kadar karşılık verilsin. Kimse mutlak zafer diye bir şey de istemiyor. Ama bütün olanaklar, olasılıklar göz önüne getirildiğinde diyoruz ki, önemli başarılar bizi bekliyor. Haklıyız, bu temelde doğru değerlendirmelerin sahibiyiz. Her hazırlığımız da her insanoğlundan en üst düzeyde başarı bekleyebilecek düzeydedir ve sonuç gelişmedir. Bunun nasıl yansıyacağını, üç ayın, altı ayın nasıl geçeceğini günlük gelişmeler, çalışmalar belirler. Eğer güne çok güçlü yüklenirsek, altı ayda kazanacağımızı bir günde de kazanabiliriz veya altı ayda kazandığımızı kötü bir yönetimle bir günde de kaybedebiliriz. Bu da taktiğin bir sonucudur. İhanet eden veya görevlerine çok yanlış yaklaşan bir komutan bir bölgeyi bir günde düşürebilir. Ama çok iyi takip eden, çok ısrarlı olan birisi de, gerçekten bir altı ayda yılların kayıplarını da telafi ettirebilir veya şimdiye kadar kazanamadığını kazanabilir. Bütün bunlar mümkündür. Yıllarca, hatta yüz yıllarca kaybedileni de insan bu dönemde elde edebilir, parti tarihimiz boyunca yapılanı da bu önümüzdeki aylara sığdırabilir.
Tersi de söz konusudur. Düşmanın şiddetli yüklenimini, düzeyini eğer iyi değerlendiremezseniz ve gerekeni yapamazsanız kaybedersiniz. Yirmi yıldır kazandığınızı size kaybettirebilir. Belki bazıları, “Bütün partiye kaybettiremez, partiyi bütünüyle kaybetmek mümkün değil” diyebilir. Öyledir, ama bu senin sayende olmayacaktır. Sana kalsa, senin bölgene kalsa, partiye mutlak anlamda kaybettirilmişti. Bu anlamda sen her şeyi kaybettiriyorsun. Parti tabii ki kaybetmeyecektir, ama sen mutlak anlamda kaybediyorsun. Genelin kaybetmemesi, senin kaybetmediğini göstermez. Aslında alanlarınızda biraz da bu var. Partinin kaybetmemesini, kendinizin kaybetmemesi olarak değerlendiremezsiniz. Bu doğru değildir. Parti genelde kaybetmemenin bütün tedbirini almıştır. Halk zaten kaybetmez, o düzeyi yakalamıştır. Ama bu senin birçok değerin canına okuduğunu, birçok bölgeyi çoktan düşürdüğünü, eğer tamamen düşmemişse, bunun da parti sayesinde olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Her militan bir de bu yönüyle kendine doğru bakmalı; ‘kaybettiriyor muyum, kazandırıyor muyum’ biçiminde bir değerlendirmeyi anı anına yapabilmelidir. Böyle yaparsa, bütün bu işlerde verilen kayıpların bir anlamı olur ve bundan sonuç çıkarılır. Kayıplar kazanca dönüştürülür, kazançlar daha da büyütülür. Bütün bunlar da belirlediğimiz çerçevede yüzyılların, parti tarihinin bütün kazanımlarını aşabilecek bir kazanmaya da dönüştürebilir.
Bütün eyaletlere ilişkin yaptığım konuşmaları tekrarlamayacağım. Sanırım tek tek ve bölgeler düzeyinde de konuşuldu, bazı ipuçları verildi. Günlük taktiğe ilişkin de temel tutumlar aslında belirlendi. Alanlara nasıl yükleneceğiniz konusunda, Serhat’tan tutalım Binboğa’ya, Binboğa’dan tutalım Zagroslara kadar, Cudi’den tutalım Amanoslara kadar genel bir çerçeve çizilmiştir. Belirttiğim gibi temel başlangıçlar için de olanaklar serpiştirilmiştir. Düşman da kendi hazırlığını yapmıştır. Ekonomik krizle de bu savaşın bilançosunu halka nasıl dayatmak istiyor? Bunun intikamını bizden nasıl çıkarmak istiyor? Bunlar da gösterilmiştir.
Geriye ölüm nereden gelirse gelsin karşılayacağız diyoruz. Eğer her savaşçımız, her militanımız durumu böyle değerlendiriyorsa, biz ne olursa olsun, fazla itiraz etmeyeceğiz. Bizim itirazımız, her zaman belirttiğimiz gibi kendi gerçekliğimizle alay etmek, çok rahatlıkla ülkeye girilebilecekken durumları ve süreçleri görmemek, yandan sıyırmak, teğet geçmek, aldatmak, aldanmaktır. Bunu kesinlikle bertaraf ediyoruz. Bütün itirazımız, bu tutumların şu veya bu biçimde gösterilmesinedir. Onu da artık kesinlikle aşmak durumunda olduğumuzu ve artık son verilmesi gerektiğini belirtiyorum. Bunların tümü anlaşılmışsa ve pratikte gerekleri aşağı yukarı böyle belirlenen bir çerçevede yerine getirilirse, biz sağlam bir konumdayız demektir.
Bu baharın tazeliği kadar, taze bir başlangıç halindeyiz. Umutlarımızın, tutkularımızın büyüklüğünü pratikte anbean gerçekleştirebilecek kadar şanslıyız. Böyle şanslı ve umutlu olanların da yaşamı bir başarıdır. El atacakları her mesele, sonuçta başarıya götürür. Dökecekleri bir damla kan, verecekleri şahadetler de sadece ve sadece başarıyı biraz daha yakınlaştırır. Bunun tersi belirttiğim gibi baş aşağı gidişe götürür. Biz bunu önlemek istiyoruz. Görülüyor ki, bütün savaşanlarımız parti, ordu ve cephe sahalarında oldukça iddialıdır ve şanslı bir dönemi kendimize yakıştırmalıyız. Çektiğimiz zorluklar pahasına da olsa, bunca şehidin anısına bağlılığın bir gereği de olsa, yine halkımızın bize bağlılığının bir sonucu da olsa, bu şanslı dönemi yakalamış bulunuyoruz. Gerisi, gerçekten sizlere düşüyor. Özellikle gerilla ordulaşması ve savaşımında yer alanlara düşüyor. Bir tek kişinin tek bir damla kanı bile doğru hesaplanarak dökülmelidir. Bir yaşamı değil, bir günü değil, bir tek nefesi bile düşünülerek an’a yüklenilmelidir. Kendini böyle sürece yayan bir parti, hele on binleri aşan bir ordu gücü sonuç alabilecektir.
Bir kez daha bu değerlendirmeler ışığında durumlarınızı gözden geçirin. Nihai hazırlıklarınızı, eylemliliklerinizi gözden geçirin. Eksiklikleri de var, yanlışlıkları da var. Onları da çözmeye çalışın. Karış karış değerlendirilmesi gereken coğrafya ve kitle ilişkileri, yaz ve kış hazırlıkları şimdiden planlanmalıdır. Bir yıl sonrasını da düşünüyoruz, geçmiş yılı da düşünüyoruz. Bizim öyle planlanmayacak, planlanıp da gerekleri karşılanmayacak bir durumumuz da yoktur. Bunu, bütün ülkemizi ve ülkemizin cephe gerilerini de sağlama alacak durumdayız. Ülkemizin dört tarafı eskiden bizim imhamız için çalışırdı, şimdi ise cephe gerimizdir. Uluslararası alan da bir geri cephedir. Bu başarılmıştır. Dağlarımız terk edilmiş sahalardı, şimdi yaşamın çekici güneşidir. Daha fazlası ne olabilir? Bir kurtuluş için her şey olgun değil mi? Başarı olabilir, başarı için başarı üstüne başarı olabilir. O da kendi elinizdedir.
Bunu söylerken, ne kimse zorlukları abartarak altından çıkılamayacak gibi göstermeli ne de fazla rehavete kapılmalıdır. İmkânlarımız sınırlıdır, fakat yine de küçümsenmeyecek işler yapılıyor. Her zaman belirttiğim gibi, yaşadıkça bu işte gerilemeye fırsat vermeyeceğimiz bilinir. Kendi yaşamımdan sorumluyum. Bu sürdükçe hiçbir alanda, hiç kimse eskisinden daha geri bir durumu dayatamaz, dayatıp da sonuç alamaz. Bu, düşman için böyledir, dostlar için böyledir, sizin için böyledir. Bu işlerin başında nasıl olduğumuzu, nasıl yürüttüğümüzü biliyorsunuz. İnsana özgü olanı, insana layık olanı da esas aldığımız kesindir. Şimdiye kadar ki gelişmeler, gerçekleşmeler bunun böyle olduğunu göstermiştir. Bunu anlamanız gerektiğini tekrar vurguluyorum.
Tarihi anlamda, ulusal, siyasal ve sosyal içerikleriyle bir Önderlik tarzı kurumlaştırılmaya çalışılıyor. Ben bunu şahsım adına, sülalem adına geliştirmiyorum. Bir halk adına, biraz da insanlık için özen gösterdiğimin farkındayım. Kurumlaşma gelişiyor, yavaş yavaş buna uygun kişilikler de gelişiyor. Temel özellikler halka mal olmuştur. Bağlılık kişiye değildir, bu temeldedir. Hatta bağlılığın bana olup olmaması da önemli değildir, önemli olan tarihsel bir kurum olmasıdır. Bu da biraz ilerliyor ve bunu da derinleştireceğim. Mümkün oldukça da kişi olarak değerlendirmeye, temsil etmeye çalışırım. Bunun ne anlama geldiğini anlamanız gerekir.
Bir önderlik, boşuna kendine önderliğim demez. Şu veya bu kişinin keyfine göre de, ahbap çavuşluğuna göre de kendine önderliğim demez. Biraz tarihi bilir, insani gerekleri bilir, ne yaptığını bilir. Son derece objektiftir. İdeolojiyi esas aldığı gibi politikanın da en incesini bilir. Pratiğin de nasıl bir çaba ve emekle bağlantılı geliştiğini bilir. Biz de bunları bilerek hakkını vermeye çalışıyoruz. Herhalde bu konuda da doğru yaklaşımı, bağlılığı, güç alıp vermeyi bundan sonra yeterince ve doğrulara oldukça yakın bir biçimde yaparsınız.
Biz de aslında size, başta şehitler olmak üzere, halkımızın bu ilgisine layık olmaya çalışıyoruz. Ama bir kurum olunduğunu, biraz da tarihin bazı zorunlu ihtiyaçlarına cevap vermek durumunda olduğumuzu da biliyoruz. Kişinin hatırı için, sizlerin hatırınız için de devrim yapmıyorum. Bunu da gösteriyoruz. Esas olan da budur. Ama yine de tarihi işler tarih içindir; ulusal işler ulus içindir. Bir gün içinde olmayabilir. Eğer bütün bunlar böyleyse, Önderlik olayını da biraz anlamalısınız. Anladığınızda da kesin gerekli büyüklüğe de ulaşırsınız. Emredilen büyüklük neyse, herhangi bir iş için büyüklük neyse, bir kurum ne istiyorsa, onu oluşturup içini doldurabilirsiniz. Önderlik gerçeği de her zamankinden daha fazla büyüme sağlamıştır, ilerleme sağlamıştır, başarı sağlamıştır. Bu, sizin büyümenizdir. Layıkıyla karşılık verirseniz, her sahanın önderlik gerçeğini temsil edersiniz.
Biz tekrar bu temelde bu yaşam dolu, oldukça başarıya yakın günlere hakkını vereceğinizi, kaybettikleriniz neyse onu kazanabileceğinizi, çirkinlik adına ne varsa onu güzelleştirebileceğinizi, kötülük adına ne varsa onu söküp iyileştirebileceğinizi belirtiyoruz, buna inanıyoruz. Bu temelde çabalarınızın da size layık olanı size kazandıracağını söylüyoruz. Selamlarımız bu temeldedir, sevgilerimiz bu temeldedir. Hepinize bu mücadele yılını tekrar üstün başarılarla ve bizzat her birinizin biraz da tarihimizin de emrettiği gibi, sizlerin de kanıtlamak istediğiniz başarıların sizin için olmasını diliyoruz. Tekrar selam ve sevgilerimizi sunuyoruz.
9 Nisan 1994
Reber APO
- Ayrıntılar
Dünya Kadınlar Gününün en anlamlısını, Kürdistan serhıldanına önderlik eden Kürt kadını yaşıyor.
Geleneksel 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, bir kez daha kadın özgürlüğü gerçeğimizi göz önüne getirerek, kadın sorununa yaklaşımın nasıl geliştiği ve bunda bizim çözümümüzün ne olduğunu bilince çıkarmak ve günün mücadele gerçeği içinde daha da ilerleyebilmesinin savaşı içinde olmak, bugüne verebileceğimiz en anlamlı karşılıktır.
PKK tarihi, onun sömürgecilikle savaşım tarihi, aynı zamanda Kürt kadınının kurtuluş tarihidir.
Halk gerçeğimiz, yoğun bir biçimde kadın gerçeğimizin benzerliklerini taşır. Onun sorunu, onun kurtuluşu; kadın sorunu, kadın kurtuluşudur. Belki de denilebilir ki, hiç bir devrim Kürdistan Devrimi kadar kadının kurtuluş devrimi olamayacaktır. Bunun tarihi, ulusal ve toplumsal nedenleri vardır. Tarihte, toplumun ataerkil aile yapısından ötürü ve giderek daha da geri biçimlerde günümüze kadar gelişen feodal ağalık, aşiretçilik, dincilik kurumlarının erkeği öne çıkarması ve bu kurumların en çok yabancı işgale yataklık etmesi, Kürt erkeğini çok onursuz, işbirlikçiliğe en çok alet olan, bu konuda sınır tanımayan bir çarpıklığın içine iterken; kadın güçsüz de bırakılmış olsa, Kürt ulusal değerleri içinde kalabilmiştir.
Erkek egemenliği, onu hep kadın üzerinde baskıya doğru götürürken, dışta işbirlikçiliğe doğru götürmüştür. Kurtuluş yolunu hep işbirliğinde arar. Dolayısıyla yabancı işgalcilerin, sömürgecilerin kültüründen tutalım her türlü siyasi, askeri tortu işlerinden tutalım kabiliyetine göre en tehlikeli ajanlık ilişkilerine kadar, hepsine Kürt erkekleri içinde bolca rastlanır. Bu konuda adeta kendileriyle iftihar edenler. Yabancı işgalcilere en çok kim hizmet ederse, "bu en iyi adamdır" biçiminde bir bakış açısı gelenek olmuştur. Genel anlamıyla erkeğin yaşadığı bu olumsuzluk, işbirlikçi sınıflarda daha da gelişmiştir. İşbirlikçi sınıf ve onun erkek egemenliği denilebilir ki, Kürdistan’ın en uğursuz, en lanetli kirine bulaşmış, ulusal değerlere ihanet etmiş ve dolayısıyla da en çok sorumlu tutulması gereken kesimi oluyor. Eğer kadın bu anlamda bir defa kirli düşmüşse, erkek on defa daha kirli düşmüştür. Bu gerçeği çok işledik.
Genel toplumsal çözümlemelerimizde ve daha çok da kadın sorununun ortaya konulması ve çözümünde son yıllarda oldukça ilerleme sağlamış bulunuyoruz. Hatta bununla da yetinmedik, pratiğe bu çözümlemeler temelinde yol aldırmaya çalıştık. Gelişmeler, çözümlemelerin doğruluğunu ortaya koydu. Kürt kadınının kendini en iyi dile getirdiği 1990 yılının CizreNusaybin serhildalarında önderlik edenler kadınlardı, çocuklardı. Kadınçocuk ilişkisini göz önüne getirirsek, kesin olarak serhildanda önderlik, ağırlıklı olarak kadınındır. Bu gerçeği iyi anlamak gerekiyor.
Unutmayalım ki CizreNusaybin’de, Kürdistan’ın diğer benzer serhildanlarının geliştiği yörelerde, kadının kendini ortaya çıkarışı tesadüfi değildir.
Birincisi; kesinlikle partimizin ideolojikpolitik yaklaşımlarının doğruluğuna, kadının tutkusuna verdiği önemi gösteriyor. Bu kesindir.
İkincisi; yaptığımız pratik çalışmanın doğruluğunu, kadın faaliyetlerine verdiğimiz önemi, kadın kadrolarının kitleler arasındaki çalışmalarının önemini ve sonuç alıcılığını gösteriyor. Özellikle Cizre kadınının etkilenmesinde temel rolü oynayan Bınevş AGAL yoldaşın örnek kişiliği, çok iyi bilinir ki, bu gelişmelerin en önemli nedenidir. Hemen hemen her yörede böylesine gelişmelerin ortaya çıkarılmasında, partinin bizzat eğitip mücadele alanına sevk ettiği kadın kadrolarının yeri önemlidir. Onlarca şehit verilmiştir. Daha dün 1991 serhildanının geliştiği Şırnak, İdil ve Dargeçit’te, kadınların yürüyüşün başında olduğu ve yine ilk şehidin bir kadın olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Şu ortaya çıkıyor ki, Kürdistan Devrimi’nde daha başindan itibaren, kadinlar önemli rol oynayacaktir, korkusuz yöneleceklerdir.
Devrim, önemli oranda kadinlarin kurtuluşunun devrimi olacaktir.
Bu düşüncede ortaya konuldugu gibi, pratikte de böyle olacagini kanitlamiştir. Kürdistan ulusal gerçegi, içten baski altina alinan halkin yaşadigi zor koşullar ve buna karşi özgürlük savaşiminin ortaya çikardigi gelişmeler, kadin etkisini siki sikiya taşir. Şunu sikça söyleriz; bizim halkimizin gerçegi, biraz da kadin gerçegine benzer, kadinin baski ve sömürü altina alinişina benzer bir baski ve sömürü altina alinmiştir. Dolayisiyla halkimizin sorunlari ve kurtuluş yollari ile kadin sorununun çözüm ve kurtuluş yollari iç içe düşmüştür. Hiçbir halkin gerçegiyle karşilaştirilmayacak kadar bize özgü bir gerçektir. O halde, bu gerçek böyleyse ve gelişmeler de bunu dogrulaşmişsa, Dünya Kadinlar Günü dolayisiyla, her ulusun kadinlarina bugün dolayisiyla göstermek istedigi bir yaklaşim vardir. Bizim de bu konuda gösterecegimiz en olumlu yaklaşim, gerçegimizin izleyicisi olmak ve eger bu gerçekligimiz de bir direniş, serhildan gerçegine dönüşürse, bunun en anlamli yaklaşim oldugunu ortaya koymaktir. Biz sadece bunu bir günün saygili yaklaşimi olarak degil, gittikçe derinleşerek bütün toplumumuzun kurtuluşuna, onun her bakimdan dirilişine katkisini sunacak ve sadece bu anlamiyla Kürdistan için degil, bunu kadinin kurtuluşu için degil, dünya kadinlarinin özgürleşmesine de katkiyi yapacak bir yaklaşim olarak görüyoruz ve bunun savaşimini veriyoruz.
PKK’nin kadın sorununda çok radikal olmasının en temel nedeni, kadın gerçeğimizin kendisinde yatmaktadır. Sorunu dünya kadının sorununa bağladığı gibi, tarih boyunca kadının baskı ve sömürü altına alınışı, düşürülüşü, kötürümleştirilmesi ve buradaki mücadelesine başladığı gibi, en çok da bunun Kürdistan kadınında nasıl geliştiği, Kürdistan kadınının baskı ve sömürüsünün özgül yanı, ayrıca kurtuluşunun da özgün yönlerini doğru ele almak gerekir.
Şunun çok iyi bilincindeyiz; genelde bir toplumda kadının özgürlük düzeyi, bütün toplumun özgürlük düzeyini belirler. Bir toplumun ne kadar özgürleşeceğini anlamak istiyorsanız, bir kadının ne kadar özgürleşmek durumunda olduğuna bakacaksınız. Bir ailenin ne kadar özgür bir aile olduğunu anlamak istiyorsanız, kadının ne kadar özgür olduğuna bakacaksınız. Şunu da ekleyelim; bir erkeğin ne kadar özgür olduğunu anlamak istiyorsak, kadın sorununda ne kadar özgür olduğuna bakmak gerekir. İyi veya kötü, demokrat, sosyalist olmanın temel ölçütlerinden birisi; soruna demokrat ve sosyalist olarak bakabilmek, kadın ilişkilerinde bir seviye tutturabilmek buna bağlıdır. Dolayısıyla biz, partimizin içinde "özgürlük ne kadar vardır" sorusuna cevap vermek istiyorsak, saflarımızdaki kadınların özgürlüğüne bakacağız. Saflarımızda kadın ne kadar özgürleşiyorsa, PKK de o kadar özgürdür.
PKK’nin özgürlük derecesi toplumumuzun özgürlük derecesidir.
PKK’deki kadının özgürlük derecesi, Kürdistan toplumunun içindeki kadının özgürlük derecesini tayin eder.
Soruna böyle yaklaştığımızda, partililere ne tür bir görev düştüğünü çok iyi anlıyoruz. Her şeyden önce partinin konuya doğru tarihi, toplumsal gerçekler temelinde bakmasını bilmek gerekiyor. Bu konuda geliştirilen çözümlemeler vardır. Mutlaka bütün partililerin özümsemesi gerekiyor. Tutarlı olmanın birinci boyutu budur. İkincisi, bunu kendi kişiliklerinde uygulamaları gerekir. Çözümlemelerden çıkarılacak sonuçlarda sadece kadının özgürlüğü değil, erkeğinde özgürlüğünün yattığının bilinmesi gerekir. Düşürülen kadın, erkeğin düşürmesidir. Özgürleşen kadın, özgürleşen erkek demektir. Böylesine iç içe etkileyen taraflar olarak baktığımızda, sağlam bir partilinin kendini mutlaka eğitmesi gerektiği ortaya çıkar. Ne kadın bize geleneksel kendi köleliğini, düşkünlüğünü dayatabilir, ne de erkek kendisinin tersyüz edilmiş egemenliğini, daha tehlikeli işbirlikçi düşkünlüğünü ve baskıcı egemen olma konumlarını dayatabilir. Mutlaka tutturulması gereken, tarafların eşit ve özgürlüğe açık olmayı bilmeleridir. Açık, şeffaf, özlü, baskıdan uzak, olumsuz etkilenmelerden uzak, sonuna kadar temel kurtuluş değerlerine bağlı, saygıya dayalı, sevgiye dayalı, sonuna kadar yoldaşça ilişkiler içine girebilmeleridir. Parti buna önem veriyor, bu konuda mevcut gerilikleri aşmaya çalışıyor ve daha şimdiden bu çabaların ürünü olarak Kürdistan kadınının devrimde küçümsenmeyecek rolünün ortaya çıkmasına yol açıyor. Düşmanın baş edemeyeceği müthiş bir güç kaynağının sadece kendini kurtarmakla yetinmeyeceği, bütün toplumun kurtuluşuna, onun zengin, yeni, diri, yaşanmaya değer bir toplumsal düzene dönüştürülmesine en büyük katkıyı sağlayacaktır.
Demokratik olsun, ulusal kurtuluş olsun, sosyalist olsun geleneksel bir çok devrimde kadın hep uydu, bağımlı bir biçimde ele alınmıştır. Devrimin esas bir öğesi değil, bağımlı bir öğesi gibi yaklaşılmıştır. "Herkes askerdir, kadın da bir askerdir; herkes bir militandır, kadında bir militandır; herkes şu işi yapıyor, kadın da o işi yapmalı" şeklinde kabamateryalist yaklaşımlar sergilenmiştir. Kadının askeri, siyasi, örgütsel çabalara katılması gerektiğini inkar etmemekle birlikte, bunun yetmediğini, hatta bu konuda kadına yaklaşımda salt eşitlikçi bir anlayışın tutturulmasının ciddi sakıncaları olacağını hemen belirtmek gerekiyor. Çünkü kadının özgürlüğü, onun mücadelesinin de özgürlüğünü ortaya çıkarır. Kadının fiziki, sosyal, tarihsel, içinde bulunduğu durum ve hatta bir bütün olarak toplum için ifade ettiği anlam, her ne kadar bütün toplumsal etkinliklere buna devrim de dahildir katılmayı kurtuluş için vazgeçilmez kılıyorsa, özgünlüğünden kaynaklanan durumda aynıdır. Bu yönlü özellikle dıştalanmıştır, söz değerinden yoksun bırakılmıştır, eylem değerinden yoksun bırakılmıştır. Her türlü etkinliği sınırlandırılmıştır. Bu daha çok sosyal yaşamda, kültürel yaşamda, böyledir. Yalnız siyasi askeri yaşamda değil, diğer alanlarda da yoksun bırakılmıştır. İlişkilerde özgünlüğü, eşitliği ortadan kaldırılmıştır. Bütün bunların yeniden ele alınması, özgürleştirilmesi gerekir.
Dolayısıyla soruna dar bir eşitlikçi anlayışla değil, kadın gerçeğinin bütün boyutlarıyla ele alıp zenginleştirilmesi temelinde yaklaşılmalıdır. Böylece kendi elinden alınan bir çok yeteneğinin yeniden kazandırılmasına yol açılır. İyi bir inceleme sonucu, toplumsal baskı nedeniyle neyi kaybettiyse, onu bulmaya götüren, onu edinmeye götüren bir mücadelenin sahibi olması gerektiği açıktır. Kadının kendi orijinalliğini, özgünlüğünü böyle bulmasına, en az diğer alanlardaki eşitlik çabaları kadar büyük gereksinme vardır. Bunu karşılayamadan, kendini erkekle kaba eşitleştirme içine sokması tehlikeli bir yanılgıdır. Çünkü kadının bir de yitirdikleri vardır, elinden alınan yetenekleri vardır, kişiliğini yaşamama, kadınlığını yaşamama durumu vardır. Bunun büyük sıkıntıları, bunun yol açtığı acıları vardır. Bunları gidermeden ne siyasi, ne askeri, mücadeleye ciddi olarak katkı sunacakları düşünülemez.
PKK bu konuları zengince ele almaya çalışıyor. Hiçbir partiye nasip olmayacak bir biçimde kendine duyduğu bir güvenin de eseri olarak bakıyor. PKK’nin konuya böyle bakışının altında, aslında Kürdistan Devrimi’ne bakışı yatmaktadır. Bu bakışın altında, Kürt toplumunun, kadınların yaşadığı baskı ve sömürü biçimine benzer bir durumu yaşaması gerçeği vardır. Dolayısıyla soruna çok köklü yaklaşmamız, kendi toplumumuzun sorunlarına köklü yaklaşmamızdan ötürüdür. Bu nedenle de iki sorunun çok iç içe ve hatta kadının özgül nedenlerden ötürü öncü rol üstlenmesi de bu nedenle gerekiyor. Örneğin, Kürdistan toplumunun, erkeğinin sürekli dışarıya kaçışı ve neredeyse toplumun dörtte üçünün kadınlardan oluşması, yine erkeğin kolay işbirlikçiliğe yatması, ama kadının ulusal değerlerden kopmayışı gerçeği var. Okuryazarlığı yok ve Kürt kalmak zorunda. Bu basit nedenler bile, neden kadının çoğunluğunun ulusallığı temsil ettiğini bize açıkça gösteriyor. Partimizin daha başından itibaren bunları gördüğünü göz önüne getirerek, bu soruna hakkettiği yeri vermesi, serhildanda kadın önderliğinin ortaya çıkışına yol açıyor.
Hiç şüphesiz bununla yetinmeyeceğiz, attığımız adım bir başlangıçtır. Parti içinde olsun, ulusal kurtuluş saflarında olsun, giderek daha fazla ve yoğunca bu sorunun işlenmesine ağırlık vereceğiz. Her şeyden önce parti saflarında kadın eğitimini daha da geliştireceğiz. Mevcut çözümlemelerin iyi özümsenmesi, derinleştirilmesi, kişiliklere indirgenmesine artan bir çabayla karşılık vereceğiz. Aynı şeyi yalnız kadın için değil, erkeğin eğitimine de yansıtacağız. Şu ilkeyi sürekli göz önüne getireceğiz; bir kadro bu sorunlarda doğru çözüme ulaştığı anda kadrodur, bu sorunda özgürleştiği oranda özgürdür. Gerçeğine biraz özeleştirisel yaklaşacak, sürekli eksiklikleri gidermeye çalışacak, bu konuda kendi mücadelesinde giderek derinleşme ve yoğunlaşma sağlayacaktır.
En önemlisi de kadın kadro adayları, daha çok kendi eğitimlerine ağırlık vereceklerdir. Partiye çok zayıf geldikleri, toplumun ağır etkisini taşıdıkları, çok geri özellikler getirdikleri biliniyor. Dolayısıyla özgül eğitimlerini yapacaklar. Bu konuda geleneksel kadın düşkünlüğünü, duygusallığını, hafifliğini asla yansıtmayacaklar. Bilakis cesur, fedakâr, zeki kadın olma özelliklerini sürekli geliştirecekler. İnanıyoruz ki, kadınlar da bu özellikler erkeklerden daha aşağı değildir. Bizim yaşadığımız gerçekler daha şimdiden bunu doğruluyor. Geçen yıl, yani 1990 Newroz’unda partimizin ideolojisinden sınırlı olarak etkilenen kahraman kızımız Zekiye ALKAN’ın kendini yakma eylemi, "Newroz ateşi en iyi insan teninde yanmalıdır" demesi, cesaretin ve fedakârlığın sınırsız bir örneğidir. Demek ki, kadının kurtuluşa girişi öyle küçümsenecek bir giriş değildir. Doğru yol gösterildikten sonra, eğer yanlış engellemelerle dıştan dayatmalar olmazsa, kadına sonuna kadar güvenmek ve bunun doğruluğuna inanmak, sanıldığından daha fazla kurtuluşumuza katkı sağlar, zenginlik sağlar. Bu olmadan devrim olmaz. Kadının genelde dünyada, özelde Kürdistan’da katılmadığı devrim, noksan kalmış bir devrimdir, bizdeyse imkansız bir devrimdir. Ulusal kurtuluş devriminde, demokratik, sosyalist devrimde kadın, Kürdistan özgülünde gittikçe daha artan bir rol oynayacaktır. Şu çok önemli bir gerçektir ki, Kürdistan kadını uyandığı, örgütlendiği, kat be kat kendini özgürleştirdiği oranda, Kürdistan uyanmıştır, dirilmiştir, özgürleşmiştir ve yaşanılır bir alana kavuşmuştur.
Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla bir kez daha bu soruna kendi katkımızı sunarken, böylesine kapsamlı düşünmeyi ve üzerimize düşeni yapmayı bilmeliyiz. Parti Önderliği olarak biz, kendi çabamızı oldukça yoğun ve çözümleyici kılmaya çalıştık. Halen kadın kurtuluşunun Kürdistan kurtuluşundaki yerini, önemini ortaya koymak için, ardı arkasına çözümlemeler, yoğun eğitimler, örgütlenmeler yapıyoruz. Bu konuda bütün partililere, doğruların nasıl ele alınması gerektiğini, çözümün ne olduğunu, özellikle pratiğin nasıl geliştirilmesi gerektiğini önemle vurguluyoruz. Devrimimizin önemli oranda kadın devrimi olduğu bilinciyle hareket ediyoruz. Çabalarımız, bize bu konuda oldukça yenileştirici, oldukça özgün olmayı öğretmiştir. Geleneksel yaklaşımların, namus kavramının, aile kavramının yıkılışını, bunun yerine gerçek namuslu yaklaşımı, özgür yaklaşımı, büyük zorluklara rağmen yerine getiriyoruz ve getireceğiz. Yaptığımız sınırlı bir çalışmadır. Daha fazlasını cesurca, bu konuda hiçbir engel tanımadan yerine getireceğimiz kesindir. Yeni olacağız, yeniyi başaracağız. Bu konuda kendimize güvenimiz, kadın kadrolarımıza, çalışanlarımıza ve bütün kadınlarımıza güvenimiz tamdır.
Bir kez daha bu vesileyle, başta kamp sahasındaki eğitim faaliyetine katılan yoldaşlar olmak üzere, PKK saflarındaki ve serhıldanlardaki Kürt kadınlarının mücadelesini selamlıyor, sevgilerimi sunuyorum.
Reber APO
8 Mart 1991
- Ayrıntılar
Önderlik gerçeği, hiçbir iç ve dış kaynaklı yetmezliğe, gaflete, saptırmaya yaşama şansı vermemek kadar, doğrultusunu da tüm bu yönlü engellemelere karşı egemen kılma çabaları, hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar büyük bir çabayla bu dönemde sonuç alacaktır. Savaşımızın en can alıcı yönünün; insan yaklaşımı, onun amaçla bağlantısıyla birlikte, amacını gerçekleştirecek, başta düşünce, ideolojik güç olmakla birlikte onu tamamlayacak, onun başarı şansını artıracak, teknik donanımı da morali de kesin verecek gücü vermektir.
Görülen o ki, Önderlik gerçeğinde tamamen saptırılan, boşa çıkarılan, en esaslı çalışma bu oluyor. Bütün tasfiyeciler, oportünistler her boydan yetmezler ve gafiller, esasta bu işin gereklerini yerine getirme yerine, kendi şeytani emelleriyle ucu-bucağı belli olmayan, iyi veya kötü niyet ne olursa olsun, mutlak yapılması gereken işi yerine getirmeyip sonuçta sözüm ona bireyciliğini, sınıfsal şu veya bu amacını, küçük hesabını yapmakla hayata geçirmekle uğraştığı için, PKK Önderlik gerçeğinde haketmediği çok büyük yaralar aldı. Darbeler yedi, çok önemli zaferleri de yakalamaktan ve yaşamaktan alıkonuldu.
Çok net anlaşılmıştır ki, en büyük oyun bu konu üzerinde oynanmıştır. Yani düşmanın açık saldırı cephesinden insanımızı bozmak için, bir hayvandan daha beter kullanılır hale getirmek için ne gerekiyorsa, ne kadar çaba ve ideolojik savaş gerekiyorsa, hepsini yapmış. Sonuçta düşman kendisi için birey yaratmışsa; bizim içimizdeki Önderlik gerçeği ile bir türlü yol almasını bilemeyenler, onunla uyuşamayanlar, onunla örgütün ideolojik-örgütsel birliğine kendini yatıramayanlar da bu işi içten yapmışlardır. Hatta belki de açık savaşan, cephede daha tehlikeli bir biçimde kapalı, muğlak çok çeşitli ruh halleriyle en can alıcı yerinden bu savaşı düşman lehine olabilecek bir biçimde, sözüm ona kendi küçük hesaplarını da yaşayabilecek, yine incir çekirdeğini doldurmaz planlarla, alışkanlıklarla, güdülerle işin altından çıkmaya çalışmışlardır. Kendini böyle affedilmez bir biçimde açığa çıkartan en temel hususlarımızdan birisi bu.
Nasıl bu durumu yaşadınız? Nasıl göz yumdunuz? Hatta buna nasıl öncülük, sözcülük ettiniz? Bunları biraz açığa çıkarttığımız gibi, daha da canına okuma işine, bu çalışmalarda acımaksızın devam edeceğiz. Kimsenin adına-şanına bakmaksızın, ya o kesin can alıcı noktada rolünün sahibi olacaktır, ya canına okunacaktır. Bunun için yetmezlik, “şu özelliğim yetmedi, şu yanım el vermedi, eğik kaldı, bozuk çaldı” gibi sözlerin asla kabul görmeyeceğini, kesin size anlatacağız. Artık benim de aklım başıma geldi. Ne mutlu ki, bu günlere ulaşıp canına okuyabilecek gücü, halk adına yakalayabildik. İmkan ve olanakları fazlasıyla elde ettik. Büyük bir öfkeyle ben de, bu halkın Önderlik gerçeğinin canına okuyanların canına okuyacağım. Ayıp olmasın, hepinizden bunun hesabını soracağım.
Ya çok sağlam bir halk önderi olacaksınız, ya da yaşatılmayacaksınız. Bunun ayıbı, kaybı, kusuru olamaz! Ya halk için yaşamasını bileceksiniz, ya da hiç yaşamayacaksınız! Zaten yaşamayacağınızın da düşmanla bağlantısını göreceksiniz. En azından kendi gafletinizi aşacaksınız. Bıktık artık, kangrene döndürdünüz. Düşünüyorum, her an kesinlikle önemli bir başarı imkanı her militan için vardır. Her birisi düşman için çok önemli bir darbeyi planlayabilirdi. Ama her birisi Kürt’ün namussuzluk geleneğini sonuna kadar izleyerek, maalesef bu darbenin sahibi olamadı.
Bunu çözmeye çalışıyorum şimdi. Bu hastalık neden bu kadar derin ve sürekli her tarafı kapladı gitti? Faşizm neden bu kadar egemen oldu? Devrim ne kadar çaptan, gözden düştü? Savaşacağım konu bu. Ya bu ikiyüzlülüğü, yalancılığı aranızdan kaldıracaksınız, ya da sizinle asla uyuşmayacağız ve bizimle yaşamayacaksınız.
Bıktık artık ucuz laflardan, gerekleri yerine getirilmeyen kararlardan, çok bencil hesaplarınızdan, yiğitliğe hiç yakışmayan bütün tutum ve davranışlarınızdan! Bir köy fethedecek kadar gücü olmayanların, bir-iki insanını bile doğru kazanacak gücü olmayanların, kendileri için bir saygıdan, bir hürmetten asla bahsetmemeleri gerekir. PKK adı altında bakıyorum bir çok baş belası ortaya çıkıyor. Asgari görevlerine saygısı yok. Olanakları var, “yiyelim, içelim ve diğerlerini de alıp kaçalım” diyor. Bunlara çare bulacağız. Artık ihanetin kolay kolay olmayacağını, gizli veya açık sonuç almayacağına kesin çare bulacağız. Bu ağlamanıza, sızlanmanıza bir son vereceğiz, kesin çare bulacağız. Yıllardır en basit siyaset için gerekli bir dil gücünü bile kazanamıyorlar. Etkili bir hitap dilini bile kazanamıyorlar.
Neden, bu da mı çok zor? Adam gibi kalkıp bir toplantıda amaçlı ve etkili bir konuşma yapmak neden zor olsun? Bir toplan-tının anlam ve önemini yıllardır en önemli bir çalışmada bile gündemleştirme neden gerçekleştirilmiyor? Gözler önünde yapılması gereken bir çok iş var. Hiçbirisine ilgi duyulmuyor. Peki kimin adına varsınız, neye varsınız? Ucuz yaşayacaksanız, buna geçit olmaz. Suç ortaklığı yapmayacağız. Bir çok yaklaşımı kökünden değiştirmek istiyoruz. Kendimiz için artık bir tarih yazmanın imkanları ortaya çıkmıştır. Yıllardır hamalca verdiğimiz çabalardan, hiçbir sonuç yok. Böylesine tarihi bilinç için de çaba verme gücünü göstereceksiniz.
PKK’de bir tarz yaratılmış, gece-gündüz kendime “bu kimin tarzı” diyorum, ben halen anlamıyorum. Benim tarzım olmadığı kesin. Kim bu dalavere işini yürütüyor? Anlatıyorlar bir eğitime gidiyorlar, herkesi uyutuyorlar. Bir eyleme gidiyorlar, en olmadık kayıplara yol açıyorlar. Bir yaşamları var, fitne-fesat dolu. Bir halka gidiyorlar, halkı sömürgecilerin memurlarından daha saygısız ele alıyorlar. Bunları kim size aşıladı böyle. Bu benim işim midir? Ben mi size bunları öğrettim? Bu bir özgürlük anlayışı mıdır? Hangi ideolojide bunun yeri var? Yok! Bunun artık anlaşılması gerekiyor. Hiç kimse uyduruk gerekçelerle, nedenlerle bu gerçeklerin üstünü örtbas etmemelidir. Nedenlerini ve çözüm yolunu gerçekçi ortaya koymalıyız. Bizim kendimizi mutlak yetiştirmek gibi bir görevimiz olduğunu kimse inkar edemez. Çok belli ki, asgari konularda bile takılıyorsunuz. Bunun kesin aşılması gerektiğini de hiçbiriniz inkar edemezsiniz. Bu yaşa gelmişsiniz, bir çareniz olacak.
PKK Önderlik gerçeğini anlamama var. Böyle gelmişse böyle gidemez, bu bir. Bu kadar laubali, neredeyse uygulanan her türlü geri yöntemle devam edilemez, iki. “Hiç anlamaya gerek yok, önüne ne konulursa ye, iç” anlayışına evet denilemez, üç. “Bizden hayır çıkmaz, adam olacağımız da yok, her şey çoktan kaybedilmiştir, bunu değiştirmeye ne güç yetişir, ne de gerek vardır” yaklaşımı kesinlikle affedilmez, kabul edilemez, bu da dört. “Çok çabalarız, bazı doğrular var ama, ancak onların uğruna övünülür, onların fazla yaşam değeri yoktur” gibi bir iddiada bulunulamaz, beş. “Bir yaşam imkanı yakaladık, biraz örgüte bir şeyler veririz, ama çoğunu kendimize yontarız” yaklaşımına da asla fırsat verilemez, altı.
En doğrusu, kendimize insan varlığının çok temel toplumsal ve günümüze doğru geldiğimizde ulusal gerçekliğini inkar etmeksizin, belli bir özgürlük bilinciyle, kendinde bir yaşam heyecanı, tutkusu yaratarak ve bunun için gerektiğinde kendi kimliğinde karar kılarak, varsa düşmanlara karşı da mücadele etmenin doğru yol ve yöntemlerine sahip çıkarak, doğru kurtuluş yolunu, amaç ve örgütlenme araçlarına bağlı kalınarak, onun gerekçesi, gerekirse çok şiddetli bir savaş çabasını esirgemeyerek, kendinde yaratarak bu biricik doğru yolda çok kararlı yürümektir. Eğer ölünecekse bu temelde ölmek, eğer yaşanılacaksa bu çabanın sonunda yaşamaktır. Yaşam kararınız olacaksa onun da makulünü böyle yapacaksınız. Bunun dışındaki bu uydurmalarınızdan artık nefret ediyorum!
Bu eşittir, partileşme, ordulaşma anlamına geliyor. Adam gibi yaşama, hatırı sayılır, başı dik size ekmek sudan daha gereklidir. Neredeyse merkezimizden tutalım her tür birime kadar, toplumumuzun bile yaşadığı o zayıf olabilecek kahredilesi yaşamdan daha sefil, başı bozuk, kuralsızdır. Herkesin nerdeyse kendi keyfine göre kural dinlemediği bir ortam. Özgürlüğü böyle yozlaştırma, en rahat yapılabilecek işlere koşmamak kadar, en küçük hesaplarınız bir örgütü yıkacak kadar peşinde koşma. Bunları terk edeceksiniz. Öyle adımız var, ünümüz var veya “şöyleyiz, böyleyiz” deyip de tehlikeli bir yaklaşım içine kesinlikle giremezsiniz. Çok kötü bir ölüm teorisine yatırarak da olmuyor, “başarı imkanı yok, iyisinden ölünür” yaklaşımını da lanetle karşılıyoruz. Hiç kimsenin bu teoriyi şu veya bu biçimde aramızda yaymaya asla hakkı olamaz. Şımarıklar var, gözü açıklar var. Bunların hepsi haddini bilecektir.
Biz insana güveniyoruz. Bugün ulusal kurtuluş bizim için bütün insanlığın arkasında kalmış bir sorundur. Dünyanın sonundayız. Herkesin kullandığı yöntemlerin hepsi bizim tecrübe hanemizde kayıtlı. Partimizin de büyük bir tecrübesi var. Bunları görmeyeceksin, halen de en olmadık, anlaşılmaz oyun oynayacaksın. Hayır! Ben bunlara “dur” diyorum ve ilk yapılacak iş de budur. Eskiden bir töre vardı, görevinde başarısız oldu mu “başını getirin” derlerdi. Biz bu kaba anlamda başınızı istemeyeceğiz ama, başarmayan da olduğu yerde anında görevden düşsün. Yıllarca başarısızsa halen komutan, halen yönetici olmasına izin vermiyoruz, bu ahmaklığa devam edemeyiz. Başaramayan anında düşer. Bir çalışmada başarılıysan devam edeceksin. Bunları anlamak zor mu? Uygulamak zor mu?
Utanmadan hepsi başarısızlık için ne gerekiyorsa onu birbirine dayatıyorlar. Peki düşmanla uğraşmaya gerek var mı? Bu yaklaşımın kendisi her şeyi bitirmeye yeterli değil mi? İnsanlığınızdan, Kürtlüğünüzden gerçekten bir şey anlayamıyorum. En kötüsü de, ben yol açtım bu çıkışlarınıza, sorumluluk üstlendim, ama bu kadar ters gelişmesine bir türlü anlam veremiyorum. Görünüşte hepsi Başkana bağlı, öl dese hepsi ölür. Öze bakıyorsun, hepsi Başkanın düşmanından bile daha saygısız düşmanları. Gel de bu işin içinden çık! Bunu kim icat etti, bu size ne zevk veriyor? İnsan bencildir diyelim, biraz “ben”i, yani egosunu yaşamak ister. Ama böyle egonuzu da yaşayamazsınız. Çünkü bunun içinde en daracık “ben”in bile imhası vardır ve bu çok nettir.
En önemlisi anlamaya yanaşmıyorsunuz. Zaten bu en büyük silahınız. Bir, anlamaya yanaşmamak; iki, ciddi olmamak; üç, demagoji geliştirmek; dört, bin bir türlü cıvaları gevşetmek. Hiçbir şey birbirini tamamlamasın, her şey oluruna ve keyfine göre gitsin! Bunlar sizin dayanılmaz hafifliğinizdir. Sanmıyorum başka bir olgu veya gerçeklikte bunun başka bir örneği olsun. Herhalde derin sömürgecilik, insanımızın bütün direnç damarlarını böyle kırmış ve sizler de bunu şimdi rahat rahat kusuyorsunuz.
Değiştireceğiz! Devrimcilik eşittir; değiştirmedir.
Neyin değiştirilmesi? Bu durumun değiştirilmesi! İnsanını bu ihanet ortamından zaptetmeyen, bir kişide bile ihaneti durduramayan nasıl karşımıza çıkabilir? Her birinin komutası veya sorumluluğunda yüzlerce insan kaçmıştır, düşmana gitmiştir. Bir-ikisini bile durduramadınız. Peki nasıl kendinize insan sever veya yurtsever diyeceksiniz? Hiç bu soruları kendinize sormayacak mısınız? Yalancılar! En temel iş, insanı lanetli, haince işten alıkoymak değil midir? Onları ayakları üzerine dikip hedefe yöneltmek değil midir? Peki siz, şimdiye kadar bunu yaptınız mı? Neyle uğraştınız? Birbirinizle! Meşhur Kürt felsefesi! Felsefe de değil, felsefenin de, dinin de, imanın da bittiği, fitne-fesat, her türlü münafıklık, umudunu yitirmişlerin, yaşamsal tüm konularda kaybetmişlerin inanılmaz hafiflikleri, iddiasızlıkları. Ben bunu iyi anlıyorum.
Çocukluğumda çok dolaşırdım. Pek ürün vermeye elverişli olmayan kıraç toprakları gezerken sizi hatırlıyorum. Bir-iki damla su tutmayan sevdasılar vardı. Onlardaki kurumuşlukları hatırlarken sizi görüyorum. Daha yeşermeden, hele hiç ürüne gelmeden kuruyan bitkileri hatırlarken sizi görüyorum. Bir cemaatle otururken, hiç umut vaat etmeyen boş laflar kalabalığını görürken, sizleri hatırlıyorum. Bunlar benim bütün yaşamımı bağlayan bu toplumun kara kabuslu yanlarıydı. Siz bunları değişik bir lisanla dayatıyorsunuz, yani o kabusu bana yaşatmak istiyorsunuz. Halbuki ben bu kabusları çoktan aştığıma inanıyordum. Hoşunuza gidiyor. Önderlik gerçeğine yaklaşımınızı bu kelimeler ele veriyor. “Ne olur kendimizi böyle yaşatsak?” diyorsunuz. İşte bu kabuslu, bu hiç ıslah etmeyecek yaklaşımlar. Size göre özgürlük bunların cirit atmasıdır.
Burada kıyamet koparacağız, geçit vermeyeceğiz. İnsana güveneceğiz ve mutlaka en bitik yer de olsa, bir kaya parçası da olsa onda kök salacağız. Önderlik gerçeğinin bu olduğunu bileceksiniz. Biz kayalara kök salın demiyoruz. En mümin topraklara sizi ektik, reddediyorsunuz kök salmaya. Mutlak gelinen nokta, Afrikalı siyahın diasporasından* daha aşağılık, daha köleci bir biçimde, yine asırlar ötesi biçilen insan topluluklarından daha tehlikeli bir biçimde dağılmayı felsefe haline getiriyorsunuz. Tarihin son döneminin gerekçesiz, anlaşılmaz sorunların halkasına en son halka olarak eklenmek istiyorsunuz. Bunların büyük tehlike olduğunu öğrenmeniz gerekir. Hiç bunlardan haberiniz olmayacak mı?
Her gün düşmanın hitap ettiği bazı alışkanlıklarınız var, korkmadan, utanmadan onlara yer arıyorsunuz. Oysa sizin biricik dersiniz budur Önderlik gerçeğidir. Ya bu dersi doğru anlayıp gerekeni yapacaksınız, ya da bu sınıftan atılacaksınız. Ya bu dersin ciddiyetine inanacaksınız, ya da bu okuldan çıkacaksınız. Hasret kaldık bir mevzi çalışması yapana, bir saygılı iş yapana.
Eskiden diyordum; bunların yiyeceği yok, silahı yok, güvenecek arkadaşları yok. Bunların hepsini oluşturdum. Nasıl ki eskiden bütün yollar Roma’yaydı, şimdi bütün yollar Kürdistan’a dedik, onu da gerçekleştirdik. Halen şanlı bir tek ses yok. “Burada yaşanmaz” diyor, ya nerede yaşanılır? “Böyle yaşanılmaz” diyor, ya nasıl yaşanılır? Söyleyin bana! Avrupa, Afrika, Arabistan, Orta Asya’da nasıl yaşanılacağını ispatlayın. Yer var mı, yok mu? Bir araştırma yapın; orada yaşam yeri olabilir mi, olamaz mı? Bakın birbirinizin yüzünüze ve anlatın nasıl yaşadıklarınızı. Karınızla, kocanızla, çocuklarınızla nasıl yaşadığınızı birbirinize anlatın. Varsa bir sevdanız anlatın. Yüzlerinize bakın; biz maymun muyuz, insan mıyız diye.
Birbirimizden ne kadar bir şeyler anlıyoruz, anlatacaksınız birbirinize. Bunları doğru anlatmadan sizleri bırakmayacağım. Yaşama ihanet edemezsiniz, uyduruk yaşayamazsınız. Yaşama mutlaka saygıyı göstereceksiniz. En sorumlularımız büyük bir öfkeyle düşmana karşı yol alması gerekirken, işleri bozmayla uğraşıyorlar. Aklın içine tuz ekmişler adeta, kireç ekmişler, kurutmuşlar. Olmaz, bir tek benimle olmaz!
Bunları şunun için söylüyorum; okulumuzun öğrencilerisiniz ve bu okulun öğrencilerinin esas dersi Önderlik dersidir. Halk önderliği; halkın bütün ulusal, toplumsal, ekonomik, kültürel işlerinde yol gösteren olmak, düşmanın bentlerini yıkmak, halkın yaşamının gereklerine inşa gücü olmaktır. Ders budur, bu dersten geçmeniz gerekiyor. Başka hiçbir işiniz olamaz. İlkesi kadar belli bir işbölümü dahilinde, uygulama esaslarında çaba sahibi olacaksınız. Düşmanın size taktığı yüreği koparacağız. Kendi Önderlik gerçeğimizin akıl ve yüreğini gerekirse özel operasyonlarla, ameliyatlarla takacağız. Bol bol burada ameliyat yapacağız. Davamızın önemi azsa söyleyin, büyük çaba harcamayalım. Başka işler önemliyse, onu da bana anlatın, beni bu azaptan kurtarın.
Dikkat edin, son yıllarda yalnız bu konuları işliyorum. Eskiden derslere başlarken objektif gerçeklikleri ele alırdım, tarihten başlardım, sömürgecilik, toplumlar tarihi, askerlik, siyaset, kültür-sanat derslerini verirdim. Şimdi bunlara hiç değinme gereği bile duymuyorum. Bıraktım son yıllarda bunları. Neden? Yeni doğuşun bütün sancılarını taşıyorum bir ulus için, hatta insanlık için. Bizim yeniden ulusal direniş çok şey kazanacak. Nasıl ağır, önemli, komalık bir hastanın başında bütün hastanenin hekimleri koşar ve herkes pür dikkat bütün maharetlerini göstererek kurtarmak isterlerse, bin defa bizim ağır komalık, ama çok önemli bir konuda bütün hünerlerimizi gösterip bu hastayı kurtarmamız gerekiyor. Bu kadar çabadan sonra bir bakıyorum ki, herkesin yaptığı neredeyse değer hırsızlığı veya “boş ver, benim değil, nasıl olursa olsun” yaklaşımıdır. Halkın en yüce değerlerine sigaraları kadar değer vermiyorlar. İnanılmaz bir şey!
Önderlik dersinde bu mutlaka çözümlenecektir. Beni artık yanlış tanımayın. Size bütün verileri sunuyorum, inceleyin, kendi payınıza sonuç çıkarın. Belli ki ben zorla hiç kimseyi tutamam, ama hiç kimse de herhangi bir dayatmayla, zorbalıkla, kurnazlıkla beni sökemez. Hiç olmazsa şimdiye kadarki çalışmalarımla kendimi koruyacak gücüm oluştu diyeyim. Belki eskilerde beni istediği gibi zorlamak mümkündü ama, bu büyük çabadan sonra, sanırım beni hiçbirisi, özellikle de kendi öz sahamızda, herhalde kolay yıkamaz, aldatamaz. Kaldı ki, sizin görevleriniz beni yıkmak, beni aldatmak değildir. Sanmıyorum böyle bir görev önünüzde yok. Sizin göreviniz öyle tahmin ediyorum ki, en azından tartışmak ve bazı doğrularda özlüce karar vermektir.
En çok öğrenilen; kim PKK’de birbirini boşa çıkarır, kim birbirini zayıf düşürür, kim Önderliği boşa çıkarır oluyor. Resmen geçen yıl adını koydular; “yaptığımız savaş Önderliğe karşı savaştır” dediler. Hem de çok yaygın ve genel bir savaş! Peki siz bunun icazetini kimden aldınız? Kim size bu fetvayı verdi? Düşmanın çağrılarından başka bir kaynağı var mıydı? Bu savaşımın veya kendi sınıf eğilimlerinizin kaynağı ne? Sanki mal bulmuş mağribi gibi, herkes kendinde bir kıymet bulduysa “Önderliği boşa çıkaralım” demekle uğraşıyor. Sanki başka yapacakları iş yokmuş gibi. Derdiniz ne? Sıkıştıklarında “sen olmazsan biz yaşamayız” diyorlar. Zor koşullarda tümüyle bana dayanacaksınız, en ufak imkan elinize geçse de canımıza okuyacaksınız. Bu ne biçim yoldaşlık oluyor?
Ses tellerinizi bile doğru işler için ayarlayacaksınız. Ama siz kendi basit dünyanızı yaşamaya gelince istediğiniz gibi davranıyorsunuz. Bu cüretti nerden buluyorsunuz? Hangi hukuk kitabında böyle bir hak anlayışına yer vardır? Bu lümpenizmin sınır tanımaz edepsizliğidir. Başıboşluğun, haddini bilmezliğin, edepten anlamazlığın utanmazlığıdır. Veya cahilliğin ulu orta kendini yere atmasıdır, ortaya sermesidir.
Sizlerle ciddi bir çalışma yürütmek istiyoruz. Ciddi çalışma yürütmek için süreci iyi ayarlamışız. Artık yaşınız-başınız bu işe gelmiş. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u yirmi üç yaşında fethetti. İskender, Makedonya’dan Hindistan’a, Mısır’a kadar otuz üç yaşında fethetti. Düşünün, siz bir kulübeyi inşa edemiyorsunuz. Naylon çadırdan başka bir şey kurmak elinizden gelmiyor. Dört bin yıl önce, insanlarımızın hiçbir düşmanın giremeyeceği dağlardaki kazıdıkları mağaralar var, kovuklar var, henüz onlara bile girecek gücü kendinizde bulamıyorsunuz. Düz ovada sonunuzu getiriyorsunuz. Bunlar gerçek! Dört bin yıl önceki atalarımızın o topraklarda gösterdikleri çabaları gösterememek bir kader midir? Onların inşa ettikleri kaleler var, mezarlar var, yaşam yerlerinizden bin kat daha değerli ve kutsaldır. Mezarları bile yaşadıklarınızın yerinden bin kat görkemlidir.
Düşman öyle bir yenilgi felsefesi egemen kılmış ki, nasıl izah edeceğiz bu yenilgi felsefesini? İsterdim ki bir edebiyatçı bunu işlesin. Hiçbir şeye gücü yetmeyenin romanını kim yazacak? Babacığımı hatırlıyorum şimdi. Hiçbir şeye gücü yetmediği zaman birkaç iş yapardı. En büyük eylemi “ne yapayım Abdullah” diyordu, çıkıyordu damın başına, kapıyordu gözünü, açıyordu ağzını, kendi kendine küfürler yapıyordu. Tam bir acayip hal! Neye, kime küfür ettiği de belli değildi. Ondan sonra kahraman gibi o damın köşesinden inerdi. En ufak bir hedefe gerçekçi olarak yürüyemiyordu. Çaresizdi, güç getiremeyeceğini tamamen öğrenmişti. Bir eşeği vardı, o da yaramaz bir eşekti, zor-bela ona biraz binip, gidip tarla işlerinde çalışıyordu. Onu da fazla başaramıyordu. Bunun hikayesini bana anımsattırıyorsunuz. Sizin bu kavgacılığınızın bütün hikayesi, bunda mevcut. Ben dersimi o zamandan beri aldım. Ah bu babam olmasaydı diyordum, benim de şu çocuk gibi babam olsaydı ne olurdu? Bu en zavallı babayı kim bana baba yaptı? Anam daha değişikti. O da zurnanın bambaşka bir deliğinden çalıyordu, inanılmaz bir ses çıkarıyordu.
Ders çıkardım, böyle yaşanılmaz diye. Hem de o çocuk yaşımızla. Yeteneklerim fazla güçlü olmamakla birlikte akıllıca derslerimi öğrenmeye çalıştım. Yaşayacaksam, öğrenecektim. Tek bir doğru sözcük nerdeyse dört elle sarıldım. Birisinin en ufak bir ilgisine canı gönülden minnet borcu duydum. Gözümün gördüğü her şeyi okumaya çalıştım, anlam vermeye çalıştım. Koştum durmaksızın. Yüreğimin anlamaya çalıştığı her şeye ilgi duydum. Hepsi de çok yetersiz. Değil sizlerle, tek bir insanla yanlış tek bir iş yapmamayı esas ilke belledim. Zararlı hayvanlardan başka, her şeye, bir yeşillik de olsa onu ezmemeye özen gösterdim. Yeter ki zarar vermesin, hain olmasın. Dağların diliyle dağlarla konuştum. Düşmanımızın çocuklarıyla konuştum. Bütün bunları yedi-on yaş arasında yaptım.
Sizin gibi baylara ve bayanlara bakıyorum; hiçbir şeyi ne anlamak istiyorlar, ne dinlemek istiyorlar. Doğrusu nerede? Ne ona ulaşmak istiyorlar, ne ondan kopmak istiyorlar. Yanlış nerede? İşte o sizin dediğiniz toplumsal çabanın yansımaları böyle size egemen olmuş. Tabi bunun nedeni; dediğim gibi siz çok kötü büyütülmüşsünüz. Benim buna karşı tepkim de her zaman kanun niteliğindedir. Hammurabi kanunu gibi yazılmıştır bir defa, bozulamaz. Böyle olacağınıza hiç olmayacaksınız. Kanun bu! Anlayın! Devrilmeye kadar veya hükümden düşünceye kadar bu kanun yürüyecektir. Bakıyorum, bu size zor geliyor ve çok ince yollardan kanunu bozmaya çalışıyorsunuz. Ama unutmayın ki, ilk defa bu ülkede kanun sahibi olacak bir gücü yakalamışız. Kanunu bütün özellikleriyle anlayacaksınız.
İşte ders! Gece-gündüz bunu anlayacaksınız. Ben anlattıklarımı bile yeterli görmüyorum. Bu kanun nedir diye anlayacaksınız. Anlamak şurada kalsın, işiniz-gücünüz kanunu bozmak. Hiç olmazsa bu bozma işini, benden sonraya bırakın. Hammurabi olsaydı, kanunu bozdunuz diye çoğunuzu keserdi. Ben gerçekten vicdanlı birisiyim. Tam bir peygamber sabrı! En çok ikna eden Hz. İsa gibi, hatta daha fazlasını yapmaya çalışıyorum, Hz. Musa gibi yapmaya çalışıyorum.
Kanun kanundur. Bunu biliyorsunuz; yaptırım gücü vardır, uymayana mutlaka yaptırım gücü uygulanır. O gücün ne olduğunu size söylüyorum. “Kanun demiri keser” veya “şeriatın kestiği parmak acımaz” derler, bizim kanunumuz da en az bunlar kadar şiddetlidir. Kanun, nizam tanıyacak duruma geleceksiniz. Ve uydurukça değil, sandığınız ahbap-çavuş yöntemlerle değil, kanunların ruhuna uygun olarak yapacaksınız.
İlk defa Kürt olayında, kanun-nizamın geliştirilmesi vardır. TC’nin büyük bir hukuksuzluk olduğunu ve kanunlarının da zulüm kanunları olduğunu biliyoruz. Bizim kanunlar öyle değil, bizim kanunlar insanlığın doğal gelişme esaslarına dayalı kanunlardır. Ama böyle olduğu için de çok ciddi kanunlardır. Bu ülkeyi artık kanun-nizama göre yöneteceğiz. Çok mu görüyorsunuz bize? Hep düşmanın zulüm kanunlarına göre mi yaşayacağız? Kendi insani yaşam temellerine dayalı kanunlarımız gelişmesin mi? Bu konuda birkaç kişi kafa patlatmayacak mı? Halkına, insanlığına bir-iki sözü olmayacak mı? Kanun-nizam ruhuna ne zaman sahip olacaksınız? Bunun böyle olması için, örgütümüzün bazı kanunları, kuralları var, bir kaç tane işleyiş esasları var. İçtenlikle ne zaman uyacaksınız? Bunun için hiçbir çabanız olmayacak mı?
İsterdim, kanunsuzların romanı da yazılsın. Kanunsuz adam! Bunlar hep ciddi edebiyat konuları. Kanunsuz adam kimdir, nasıl yaşar biliyor musunuz? Zaten yaşamınız iflas halinde. Bir kaç taneniz kanunlarımızın ruhuna uygun bir çabaya sahip olmayacak mı? Askeri kanunlarımızın veya askeri çizgimizin esaslarını bir tarafa bırakıyorum. Temel yaşam kanunlarımızdan bahsediyorum.
Ayıp değil, benim de kendime yaptığım iyilik; devrimciyim biliyorsunuz, düşman kanunlarını boşa çıkarmanın önderiyim. Ama aynı zamanda halkların doğru hukuk normlarına da saygılıyım. Alman anayasa koruyucusu geldiğinde dedi ki, “sen bizim kanunlarımızı ve demokratik esaslarımızı bozuyorsun”. İlk verdiğim cevap; “ben böyle saygısız bir insan değilim, sizin hükümetiniz TC’den sonra bizim halka karşı en çok savaşı destekleyen hükümettir, ona karşı çıkmakla birlikte, sizin kanun ve demokrasi esaslarınıza saygılı olmak gerektiğine eminim” dedim. Bunu böyle taviz almak için, anlaşma yapmak için söylemedim. Halkların meşru gördüğü yaşam tarzlarına, onların hukukuna saygıdan ötürüdür. “Savaşı daha değişik yürüteceğim sizinle” dedim, “gücüm yeterse bir gün verdiğiniz zararları size ödettireceğim” dedim. Bunları bir çırpıda anladık. TC’ye karşı da öyle kendi hukuklarını tanınmaz duruma getirenler kendileridir. Ama halen bizim savaş hukukuna uymayı, onlardan daha anlayışlı yürüttüğümüzü söyleyebiliriz. Biz bir tek askere, esire fiske vurmadık. Bu bir ölçüdür.
İsterdik ki, tümüyle böyle olsun. Siz hukuk anlayışına, insanlarımızın en doğal yaşama gereklerine bile saygılı olamıyorsunuz. Komutanlarımızın hukuktan, nizamdan haberleri yok. Canı gibi koruması gereken değerleri, en başta savaşçısını, büyük bir hata ve kuralsızlık yüzünden kaybediyor, sonra da “kurtuldum” diyor. Bundan daha zalimane yaklaşım var mıdır? Destanlar yazması gereken kendi biriliğini, kuralsızlıktan ötürü çürütüyor, çökertiyor. Bunun hesabını görme gereğini bile duymuyor. Yine bundan daha ağır bir suç var mıdır?
Ne zaman biz suç ve ceza kavramına anlam vereceğiz? Hemen her sözünüz diken gibi insanın ruhuna batıyor. Ne zaman insanın moral değerlerine saygıdan bahsedeceğiz? Acaba bunların direkt düşman dayatmaları olduğunu ne zaman öğreneceksiniz? Yoldaşlar hiç birbirlerine böyle yüklenirler mi? Tüm bunlar Önderlik dersidir. Mutlaka öğreneceksiniz. Öğrenmeye niyetiniz varsa kalacaksınız. “Yok, işin altını üstünü birbirine karıştıracağız, kanun-nizam dinlemeyen öz tahribatına sonuna kadar devam”, hatta birilerinin dediği gibi, “ne kadar Önderlikten öğreniyorsak, o kadar canına okumak için uyguluyoruz” gibi geri öğrenme metodunu değiştireceksiniz.
Bize karşı savaşmanız için size öğretmiyoruz. Biz en zor durumda bizden yardım talep eden şehit analarına, ilgi gösterilmesi gereken insanlarımıza bakamıyoruz, tüm gücümüzü size veriyoruz. Siz de böyle yaparsanız, kendini bu temelde disipline edemediğinizden asla partileşme, ordulaşma derslerine giriş yapamazsınız. Bu temelde Önderlik esprisini yakalayamayan, hiçbir dersi öğrenemez, öğrense de çok tehlikeli olur.
Dediğiniz gibi, bize karşı savaşta, şu anda sanki emeğinin sahibini yenmek için bütün sınıflar içimizde hortluyor. Sizin göreviniz, emeğin sahibinin çabalarıyla sağlanılan gelişmeyi, karşı bir sınıf saldırısıyla yenmek değildir. Çünkü siz bu amaçla bu örgüte, bu okula girmediniz. Verdiğiniz söz, aldığınız karar, bu okulun temel öğretilerine, felsefesine, siyaset ve savaş tarzına sonuna kadar bağlı kalacağınıza dair yemin içerek başladı, herkes söz vererek giriş yaptı. O zaman hiç kimse “şu nedenden ötürü anlayamadım, sözüm bir tarafa, kendim bir tarafa” deme cüretini gösteremez..
Bu ne anlama geliyor? Şimdiye kadar başaramayışımız büyük kusurumuzdur. Temel Önderlik gerçeğimize göre davranmayışımız büyük kötülüktü. Ama artık bir savaştır yaptığınız diyorum. Bu savaşta bizim de bir yerimiz var. Adım atmak, yaşamda da ileri adım atmak istiyorum. Esasta bizim yol arkadaşımız olmak isteyenler adına da, kararına da uygun olarak tutarlı günlük çabalarıyla göstereceklerdir. Bunun anlaşılmayacak hiçbir yanı yok. Nasıl düzen okullarında, düşmanın zehir zemberek kustuğu okullarda akıllı öğrenci olduysanız, PKK’nin temel okulunda da saygılı bir öğrenci olacaksınız.
Bu okul ki, elimizden alınan insanlığı kazanmadır.
Bu okul ki, insanlığı kazanmak için yol yöntemleri edinmedir.
Bu okul ki, savaş sanatının tüm inceliklerine ulaşmadır.
Öğrenebileceğiniz kadar, hedeflerinize ulaşabileceğiniz kadar öğrenin. Bana göre ortam elverişli. Halk okullarında bu kadar fazla bile. Bu yaşamı, savaşı kazanmak için veya en azından namusluca ölmek için ne gerekiyorsa tartışabilir. Tartışma özgürlüğü sonuna kadar hepiniz için vardır. Asırlık sorunlarınızı, konuşma imkanınız vardır.
Erkek-kadın bir aradasınız, her sınıftan insanlar olarak, hatta her ulustan komşular olarak bir aradasınız, ne alıp vereceğiniz varsa haykırın! Burada kimse korkmasın, içimde ne bitiyorsa, yaşam hakkı için hangi hayaller varsa, onu tartışmaya sokabilir. Bir tek şart var; tartışmanın disiplinine uyacaktır, bozmayacaktır, ajanlık yapmayacaktır. Temel amaca ve yaşam hakkına, hepinizin hemen hemen birleştiği içinizden kopan özgür yaşam hakkına saygılı olmaktır. Bunu istemek çok doğal ve çok haklı olan da ısrar etmektir.
Savaşı büyük tartışabilirsiniz. Binlerce olay var elinizde ve bu yüzden binlerce kayba yol açmışsınız. Yorgun musunuz? Ben bu halimle neden bu kadar tartışıyorum? Sevmek istemişsiniz, ilişkileriniz olmuş. Onları da tartışın, çünkü içinde ihanet var, kaçış var, çirkinlik var. Benim de var. Ben neden kendimi bu kadar tartışmaya açmışım? Neden korkuyorsunuz? Korkmayın! Genelevden bile gelen biri olsa, özgürce tartışırsa, onun benim başımın üstünde yeri vardır. Yeter ki, dürüstlük sözü versin, onun da başımızın üstünde yeri vardır.
Biz insanları kazanacağımıza inanıyoruz. Bu kadar kendimize güvenen bir hareketiz. Neden korkuyorsunuz? Biz burada her türlü hastalığı tedavi edecek güçteyiz. Tartışma hakkınızı kullanın. Ama tedavi olma gereğini de kesin öğrenin. Benim de var, ben de kendimi tedavi etmek için uğraşıyorum. Ayıp olan, hastalıkların çürütücü etkisi altında can vermektir. Yaşamımıza kasteden mikrobu temizlememektir. Ayakta gezen ölüler olmaktır. Bundan daha dehşetli tehlike var mıdır? Hepimizin yaşamı üzerinde büyük kabuslar, belalar, zalimler ve haksızlıklar vardır. Bunları yerle bir etmekten daha değerli ne olabilir? Müthiş çirkinlikler, zavallılıklar var. Bunlar akıyor adeta çehrenizden. Bunları temizlemekten daha değerli ne var?
Yaşamayalım mı? Hep utanmazlığı mı kader bilelim? Bir güzelliğe yol almayacak mıyız? Hep başkalarının uşaklığına mı oynayalım? Hep ağlayalım mı? Bozuk mu atalım birbirimize? Bu okulda bunlar sürdürülebilir mi? Bastıralım mı birbirimizi? Yüce kutsal bazı gelenekler geliştirmek istiyoruz, onları çiğnemek mi, uyanıklıktır?
Görüyorsunuz ki bu okul, halk ve devrim için yaşam okuludur. Dostların da yardımıyla, büyük bir özveriyle bu okulu hizmetinize soktuk. Bundan daha değerli ne var? Düşmanımız her yerde müttefiklerini de kullanarak en olmadık belalarını yağdırmıyor mu? Kullanmadığı silah kaldı mı? O halde büyük bir özverinin sonucu olarak kendinizi yeniden yeniden kararlaştıracak, düzenleyecek okul imkanını, çok büyük bir değer olarak hedefleyip düşman için ne kadar gerekliyse, yaşam için ne kadar gerekliyse öğrenip çıkış yapacaksınız.
Ben buna tutkunum mesela. Bir okulumuz olsun da, varsın hiçbir şeyimiz olmasın dedim. Oldum olası ben kaya altında, ağaçlar altında yer eşeledim hep. Benim hep okul deneyimlerimdi bunlar. Halen yaptığım yüzlerce okul yerlerimi hatırlıyorum. Bütün kaldırımları okul yaptım. Bütün yol güzergahları benim için okuldu. Bütün tanıdığım ağaçlar da benim için bir dershaneydi. Hiçbir şey gösteremezsiniz ki, orada bir öğretici işi yapmayalım. Bunu kendinize uygulayın, tam tersi geçerli. Halbuki bu halka en gerekli olan bu okul sistemiydi, PKK buydu.
Hatırlarım, Hakilerin, Kemallerin, Hayrilerin, Mazlumların da sistemi; kesinlikle benim bu geliştirmek istediğim okul sistemidir. Mazlum nereye gitse bir okul öğretmeniydi. Kahve, yol, yatak yeri bile bir okuldu. Hayri kesinlikle öyleydi. Haki, Kemaller tümüyle ayakta yürüyen öğretmenler gibiydiler. Bir tek saatlerinin bile boşa geçtiğini hatırlamıyorum. Bunlar bizim PKK’deki ilk öğretmenlerdir, yani propagandacılardır. Daha sonra bir çok sahte komutan peydahlandı. Altı ay geçiyor bir tane ders vermiyor. Binlerce pırlanta gibi fedai genç geliyor, onlara açmıyorlar, öğretmiyorlar. Zaman da yıllarca var. Peki bunları PKK’nin kutsal değerleriyle nasıl bağdaştıracaksınız?
Bir çoğu “imkanlar boldur, Önderlik çalışıyor yeter bize” diyor. Bunda büyük bir adaletsizlik yok mudur? Yalnız benim öğretmem yeterli mi? Kaldı ki ben esasları belirlerim, benim görevim biraz budur. Geniş propaganda ordumuz ise, silahlı propaganda ve hatta gerilla birliklerimizde propaganda ordusudur, gerçekleri açıklama gücüdür. Bu işi sizler yapacaktınız. Bir bakıyorum, hepsini benden istiyorsunuz. Alışmışsınız. Bazen hayretler içinde, “sen şu çeneni biraz patlatsan kıyamet mi kopar?” diyorum.
Tarihe bakın, bütün anlı-şanlı komutanlar, devrimciler birer etkili hatiptirler. Çoğunuzun sesi sinek vızıltısına benziyor. Büyük bir kısmı muğlak ve anlaşılmazdır. Bunu kabul etmiyoruz. Düşman dilinizi tıkamış, siz bunu burada sergiliyorsunuz. Dili olmayanın eylemi de olmaz! Birisinin dili ne kadar güçlüyse, eylemi de o kadar güçlüdür. Tutarlıysa, yalancı demagog değilse eyleminin yolu açıktır. Tabii PKK’ye türemiş bir çok hırsız var. Objektif, subjektif bir çok ajan sızıyor PKK’ye. Çünkü diyor ki, “PKK Kürdistan’ı ve onun halkının kaderini aldı götürdü”. Düşmanımız çok, hemen hemen dünyanın bütün belli başlı devletleri var, bir de bir çok hain-fesat var. Bütün yaşamları ihanet temeline bağlı. Bunlar büyük bir ayaklanma içinde. Ve her yöntemle sızma geliştiriyorlar.
Farkında olmadan sizler de onun sızmasısınız. Bu halinize bakın, ezici bir çoğunluğunuz objektif ajan konumundadır. Bakın, yetmeyen diliniz, yetmeyen davranışlarınız, yetmeyen anlayış kabiliyetinizin hepsi objektif olarak, Önderlik kuramına göre dolaylı düşman zeminidir. Mutlaka düşman bu zemini kullanacaktır. Nitekim çok da kullanıyor. Yakamızı bunlardan sıyıramayacak mıyız? O zaman yiğitlik nerde kaldı? Halk önderliği nerde? Hemen her yeriniz geçit veriyor düşmana. Açık söylemeliyim; duygularınızın büyük bir kısmı düşmanın geçit noktalarıdır. Düşüncelerinizin darmadağınıklığı, düşmanın kırk yerden geçidi haline gelmiştir. Temponuzun zayıflığı, Çanakkale boğazı gibi geçit veriyor düşmana. Örgütsüz kişiliğiniz, düşmana her yerden istediği gibi vurma imkanı veriyor. Ufkunuzun darlığı, hesaplarınızın küçüklüğü düşmanın bütün planlarının burnunuza değecek kadar etkili olma şansı veriyor.
Siz bunları öğreneceksiniz! Yoksa beni aldatamazsınız. Aldatırsanız ne olur? Benim de kendi tarzlarım var, kötülükte kimse benimle yarışamaz. Bu kadar kendini taşıyan bir kişi, herhalde sizin sandığınız gibi biri değildir. Düşünün, an be an düşmanına karşı ayakta kalmak için, her türlü hüneri gösteriyor. Nasıl size karşı yenik düşecek, sizi anlamayacak veya sizi affedecek?
Bundan çıkaracağınız tek sonuç; mütevazı, iyi bir öğrenci olmak, varsa komutanlıkta gözünüz, bunun esaslarına, kanunlarına ve kurallarına kesin anlam vermek, tüm sorunlarına kusursuz bir değer katmak, kazandırmak, görevi böyle talep etmektir. Bu okuldan çıkış başka türlü olamaz! Ben ölüleri neden savaşa göndereyim? Kuralları alt-üst edecek birini neden savaşa göndereyim, neden önemli görevler vereyim? Asla! Sanırım ilk defa bu devrede bunu deneyeceğim. Görev adamlarımızı, tamamen kanunların ruhuna uygun, biçim özellikleri kadar, an be an görevinin gereklerine ne kadar yeterlilikle yürüyecek? Bunları göz önünden geçirip ve bizi ikna ettikten sonra, görev adamı olmanıza karar vereceğiz.
Aslında başta bunu yapmalıydım. Yıllardır düşünüyorum, şimdi yapacağız. Biriniz gelecek, “ben görev istiyorum” diyecek. Okulumuzun öğretisini ne kadar iliklerine kadar öğrendiğini, her adımda nasıl başarıdan başka bir şeye fırsat vermeyeceğine dair gösteri yapacak, ant içecek ve ne kadar tetikte olduğunu günlük olarak gösterecek. Ancak bu temelde biz yetkiyi ona vereceğiz; insanlarımızı, savaşçılarımızı, silahlarımızı ona teslim edeceğiz.
Öyle kurnazlar türemiş ki, hiçbir silaha sahip çıkmaksızın, hiçbir savaşçıya değer vermeksizin komutanlık taslıyorlar. Hatta daha fazlasını istiyorlar. Artık buna kesin son verilmiştir. Komutanlık niyeti olanlar gerektiğinde kendine işkence bile ederek kendilerini hazır hale getirecekler. Ben artık bu komuta belasından kurtulmak istiyorum. Olmayacaksa olmasın. Binde bir isyan grubu olarak da savaşırız. Kaçacağımıza, teslim olacağımıza basarız bir şehri, vururuz. Onun da bir şanı, şerefi vardır. Gerilla komutanı olamıyorlarsa, isyanın kalabalığı olabilirler. Biz isyancılar, asiler grubu olarak girebileceğimiz yerlere gireriz.
Hesabınızı çok iyi yapın, gücünüz varsa görev talebinde bulunun. Şimdiden başlayın buna, daha devreye başlamadan bu işe başlayın. “Ben neyin komutanı olabilirim?” diye sorun kendinize. Bana proje geliştireceksiniz. Hangi dağda, bölgede, hangi kişilerle, silahlarla ne yapabileceğinizi belirleyeceksiniz. En son hepsini birleştirdim. Düşmanı bile hesapladım, bir plan koydum. Önümüze koyacak, ona göre onaylayıp onaylamadığımızı söyleyeceğiz. Komuta sistemi bundan sonra böyle yürüyecek ve haftalık bakacağız pratiğine. Ne kadar yürütüyor? Denetimcilerimiz olacak, rapor verecekler, biz de durumuna göre karar vereceğiz. Ya tamam devam et diyeceğiz, ya da ciddi bir aksaklık varsa, birincisinde uyaracağız, ikincisinde yol göstereceğiz, üçüncüsünde aynı durum tekrarlanırsa çok ağır cezalandıracağız. Bundan sonra kurallar böyle konuşacaktır. Bunlar temel derslerdir.
Dikkat edin! Önderlik dersleri ardından, onun daha bir somut ifadesi olan komuta dersi veya komuta çözümlenmesi böyle ele alınacaktır, somutluk kazanacaktır. Başka dersleri de burada görüyorsunuz. Temel bakış dersi, yani felsefeden, ekonomiye kadar nasıl yaşayacağız diyeceksiniz. Bunları da Önderlik ve savaş esaslarımızla bağlantılı ele alacaksınız. Yine yaşamın diğer zamanları vardır. Yani yaşam her an çarpışma değildir, her an ideolojik savaş değil. Bir de normal sosyal davranışlardır. Birbirine saygıyla hürmet, sevgiyle yaklaşım esaslarıdır. Bunlara da açıklık kazandıracağız. İncelikle, güzellikle, iyilikle olacaktır. Bunları da öğreneceksiniz. Okulun temel derslerinden biri de bu olacaktır. Terbiyeli yaklaşımın her sözün yoldaşlar için bir şeker olma gerçeğini bilmek gerekir.
Birçok yıkılacak yanlar var, ama yerine inşa edilecek olanı koyarak, sosyal etkinliğimizi de çok güçlendireceğiz. Hatta fiziki vücut derslerini de alacaksınız. Çünkü Yunan’dan beri “sağlam düşünce sağlam vücutta bulunur” sözü geçerlidir. Çoğunuzun vücuduna bakıyorum, kamburlaşmış. Bunlar da temel öğretiye terstir. Komuta yürüyüşü dik yürüyüştür. Engini görür, alnı açık ve havadadır. Tabii bu demek değildir ki, attığı adımların önündeki tuzağı görmez. Tam tersine, adımları da çok planlı atar. Söz ve adımı birleştirmede milim milimine ustalıklı hareket eder. Fiziğinizi bu anlamda doğrultacaksınız. En güzel insan figürleri boşuna Yunan’da, Roma’da görkemli heykellere nakşedilmemiştir. En güzel kadın ve erkek vücutları Roma ve Yunan heykellerinde vücut bulmuştur. Bunlar hâlâ görkemlidir ve klasik değerdedir.
Kendi gerçeğimize baktığımızda, her şey bunun tam tersidir. Bunları da aşacağız. Ayıptır, tabudur adı altında kendi ilkelliklerinize sevdalanmayacaksınız. Estetik, bir ders de bu okulda göz önüne getirilecektir. Buna hitap dersini de eklemiştik. Bu ezop dilini kesinlikle aşacaksınız. Tüm ünlü komutanların, siyasilerin çok etkili bir dili vardır. Bu dersi de mutlaka öğreneceksiniz. Toplu yapamıyorsanız, tek tek çekileceksiniz bir köşeye konuşacaksınız. Hangi dilde becerikliyseniz, o dilden konuşacaksınız. Biz her dili kabul ediyoruz. Yeter ki o dilin hitap gücünü kazanalım. Çoğunuzun bu sinek vızıltısı gibi anlaşılmaz ezop dilinizi artık dinlemek istemiyorum.
Bu temelde bir ders programınız vardır. Ben fazla müdahale etme gereği duymuyorum. Kendine güvenen herkes bu dersleri işleyebilir. Sınırlama koymuyoruz. Ama çerçeveyi de ortaya koymuşum. Buna göre olacak ve amacına ulaşacaktır dersler. Dersi veren kişi kendini sonuna kadar katacaktır. Bazen kulak kabartıyorum derslerinize, bana hiç çekici gelmiyor. Bir derse kendini doğru veremeyen asla komutan olamaz. Derslerin amacını inanarak, kanıtlayarak, özümseterek, kesinleştirerek vereceksiniz. Yoksa sırf can sıkmak için ders verilmez. Okulumuzda asla bu yaklaşıma yer olmaz.
Belki bazılarınız çok genç, böyle bir akademik çerçeveyi anlamayabilir. Ama anlayanlar var. Anlayanlar anlamayanlara rehberlik edecekler. Her öğrenci çok isteklidir ve çerçeveyi anlayabilecek yetenektedir. Yeter ki biraz rol sahipleri rehberlik görevlerini yerine getirsinler. Ben bu halimle bu halk okulunu tek başıma geliştirdim. Size bu kadar güç verdikten sonra, bu kadar malzeme, belge sunduktan sonra, hanginiz bir dersi yeterince veremem diyebilir? Dağlar kadar belge yığdık önünüze. Tecrübeyi de yaşattık. O açıdan artık bu devremiz bir zafer devresi olarak tamamlanacaktır.
Eski Kürt kimliğindeki bitmiş, yenilmiş insan yerle bir edilmiştir. Onun yerine, gözünü günümüzün en büyük devrimine dikmiş ve onun başarısı için gerçekten sınır tanımaz ufku, azmi kazanmış bir militan olup çıkacaksınız. Bundan daha değerli ne olabilir, bundan daha çok ne yaraşabilir? Bundan daha başka türlü biz neye yarayabiliriz? Karın doyurabilecek kadar bir iş var mı ülkemizde? On sekiz saat çalışsak, acaba bir somunu kazanabilecek miyiz? Hayır! Kazanılmadığını başkentimiz Diyarbakır’a bakın, anlayın. Bir çorba için yüzlerce binlerce kişi kuyruğa giriyor. Bu yaşam yolu olabilir mi? Bu toprakları da, bu topraklardaki insanlık kültürüne de en büyük düşkünlük bu değil midir? Bu yaşamayı hiç bilememek demek değil midir? İnsanlık bu kadar mı düşmeliydi?
Dolayısıyla, bizim için yegane olan, hem tek yaraşır, hem tek kabul edilir, hem de başka türlüsünün olmadığı bu işe, bu kutsal ve her şeyin kaynağı olan işe, büyük bir azimle, istekle, inançla ve bilinçle yaklaşım göstereceğiz ki, yaşamın yolunu açalım. Bu utanılası, lanetli yaşamın ve ölümün kefenini yırtalım. Bunun için mütevazı olun. Ama aynı zamanda başarı için gerektiği kadar ihtiraslı olun. Burası politik okuldur aynı zamanda. Gerekli esnekliği, kıvraklığı gösterin. Belki kesin nihai zafer için hepinizin gücü yetmeyebilir ama, eminim ki bu okulun izleyicileri er-geç bu temelde kesin zaferi yakalayacaklardır.
REBER APO
17 Aralık 1996
- Ayrıntılar