Amansız Birbirine Eklenen Halkalar Sistemidir
PKK’nin kendisini resmen ilan edişinin 20. yılına girerken ortaya çıkardığı büyük gelişmelerle birlikte eski toplumun bütün lanetli, oldukça tehlikeli yaşam ve dolayısıyla savaş üzerindeki bozucu etkileri en çarpıcı bir biçimde devam etmektedir. Hatta en son düşmanın kendi ordusundaki durumu göstermek için götürdüğü gazetecilerin dile getirdiklerinden anlaşılıyor ki bizim çözümlemelerimizin bir orduyu halk içinde ve taktik tarzda, yaşamda ve savaş kurallarında büyüten, geliştiren ne varsa alıp uyguluyormuş. Tam tersine düşmanın eskiden içinde bulunduğu halk karşıtlığı, inançsızlığı ayriyeten kendi içindeki soğuk ve salt emirvari yöntemlere dayanan yaşam ve ilişki tarzı bize bulaşmış. Bizim öngördüklerimizi esas alırken kendisinin bütün olumsuzluklarını bize dayatıyor ve maalesef bunları siz yoğun bir biçimde yaşarken farkında olmayarak düşmanı böyle yaşatmaya cesaret edişinizi yorumlamak bizim için çıldırtıcı olmaktadır. Nasıl bu hale geldiniz, neden kendinizi bu durumda dayatıyorsunuz onu çözmeye çalışıyorum.
Düşman bile bizden bu kadar öğrenip uygularken sizin kalkıp da düşmanı taklit etmeniz yenilir yutulur bir şey değil. Nasıl hesap vereceksiniz? Tek kelimeyle izah etmekte güçlük çekiyorum. Gerçekten özgür insan olmanın bütün esaslarına karşı bir çelişkiyi dayatıyorsunuz. Bu tipik düşmüş kavimlerin, düşmüş toplulukların içinde bulunduğu durumu ifade ediyor. Temel insani değerlere kutsal, ilkesel ve yüceltici ruhu ve iradeyi büyüten yıkılmaz, kırılmaz kılan ne varsa onunla oynamayı korkunç bir alışkanlık haline getirmişsiniz. Son dönem dayatmalarınızın özü budur. Bütün önüne geçme çabalarımıza rağmen içinizdeki düşman adeta ahtapot gibi bir kolunu vuruyorsun diğer kolunu uzatıyor, bir türlü öldürülemiyor. Tıpkı kırkayağa benziyor, bir tanesini vuruyorsun ertesi gün yeni bir tanesi ürüyor. Basit yaşama, basit ölümlere o kadar alıştırılmışsınız ki ne bir dinde, ne bir felsefede bunun yerini bulmak mümkün değildir.
Halen sıradanlaşmayı, yaşamla oynamayı sanki normalmiş gibi vazgeçilmez bir kişilik özelliği olarak sürdürüp gidiyorsunuz. Bu ne cesaret? Tüm insani değerlere karşı mutlak bir imhanın yürüdüğü bir yerde, bir savaş ortamında neden yıllardır öğrenemiyor ve toparlanmayı bir türlü gerçekleştiremiyorsunuz. Toplum içindeki lanetliliği anladık, ama içimizdeki lanetliliği bundan daha tehlikeli konumlarda sürdürmek, bencilliğin bu biçimleri, neredeyse yoldaşına düşman olmayan bir tek kişi yok. O da şu nedenle; “benim yerim ne olacak” diyor, bu kadar benlik sevdası yaşıyor. Çok açık, bu benlik geliştirilecek olan bırakalım bir ordulaşmayı, bilmem bir özgürlük eylemini, kurtlar sürüsü bile böyle birbirini yemez. Size bütün bunlar basit gelebilir, ama çözümlemelerde ortaya çıktı ki, en benim diyen komutanınızın bile işi gücü düşmanlığı çok tehlikeli bir biçimde körüklemekten, bunun teori ve pratiğini derinleştirmekten başka bir şey yapmadığı halde, halen hak hukuk peşinde, halen ben ne olacağım, halen gözü doymaz bir biçimde değerlerin gaspı özlemindedir. İnsanin nefsi kirlenir, insanin ruhu kirlenir de bu kadar nasıl oluyor? Hem de komutanlık adın birazcık tedbir alsa, biraz vicdani, biraz imanı olsa kesinlikle ne bu kadar acılarımız, kayıplarımız olur, ne de yaşama karşı biz bu kadar tepkili hale geliriz.
Açıkla diyoruz; bu kimden kalma? Bahane arıyorsunuz. Nereden aldın bu terbiyeyi? Büyük namussuzluk içimizde kendini böyle yaşatıyor. Fitne, adeta yüreği karaçalı, diken gibi batmaktan başka hiçbir özelliği olmayan. Kendini içimizde yaşatmakta hak sahibi gibi görüyor. Çılgın mı bu adam? İnsan cahil olur, fukara olur da bu kadar olmaz. Diğer yanda sözüm ona dürüst aptallara, kölelere baktığımızda bu da tam bunun zemini. Bırak başarıyı kendi can kaygısını bile başaramıyor. Kendini yaşatmanın, çok rahat alınacak tedbirlerini almaktan vazgeçiyor. Hayret ettiğim o ki bizim en erken yaşlarda sorguladığımız yaşam gerçeğini, siz nasıl utanmadan halen yaşamaya cüret ediyorsunuz. Size lanetliliğin bütün baştan çıkarıcı etkilerini herhalde yedi yaşınızdan itibaren vermişler, sizi bu hale getirmişler. Dediğim gibi, psikolojide de söylenir; “insan yedisinde neyse yetmişinde de odur.” Bu çok acı bir durumdur.
Kendimi an be an çözümlüyorum. Doğru yaşamaya ulaşamazsam, bir fikir noksanlığını taşısam o gün kendimi bitiririm. Sizin her şeyiniz eksiklik, yanlışlık oluyor, sonsuza dek onunla yaşamak sizin için artik bir kader gibi. Bu ruhla veya bu ruhsuzlukla bu savaşımın içine girilemez. Yalnızca sıcak savaş cephesinden bahsetmiyorum. Hep açıklıyorum; bizim yaşamımız bütünüyle savaşmaktan ibarettir. Her şeyden önce fikrin esasi vardır, onu temel adlim. Ruhum da değil böyle dikenli, kara yüzlü olma, ruhum muazzam bir aydınlatma içindedir. En güzel duyguları ve bütün zulümleri yıkacak kadar bir iradeyi yakalamadıkça o gün kendimi yaşamış hissedemem. Siz bütün bunları bir tarafa itiyorsunuz. Bizi biz yapan veya esasta Partimizin tümüyle yükseliş gerekçesini siz tanınmaz hale getiriyorsunuz. Dediğim gibi, düşmanın bile uzaklaştığı tehlikeli yaşam, hatta savaş özelliklerini kendimize, halkımıza dayatıyorsunuz. İnanılmaz bir şey ama gerçek. Yalnız özel savaşla karşı karşıya değil, içinizde nasıl bu kadar etkili olmuş, nasıl kişiliğinizi bu kadar açık bıraktınız, şaşırmamak elde değil. Onun için ben söylemiştim, hep söyleyeceğim yanlış doğmuş, yanlış büyümüşsünüz. Keşke doğmamış olsaydınız. İnsan bu kadar yanlışlıklarla nasıl yaşamaya cesaret eder. Büyük suç, büyük hakaret yer yarılsa da insan içine girse.
Kısaca lanetli kavimlerin tehlikeli isyan dönemlerini çağrıştırıyorsunuz. Size normal gibi geliyor, ama olmaz. Siz bu PKK’nin kitabını anlamamışsınız. PKK’nin kutsallığı, iman düzeyi, PKK’nin taktik savaşı, günlük uğraşı düzeyini de anlamamışsınız. Bu belayı bir an önce ortadan kaldırmamız gerekiyor. Düşmanın kendisinin bu barbar özelliklerini, en pis kalıntılarını bu büyük yüce harekete dayatmak şurada kalsın, bir an önce kesinlikle atmak zorundasınız. Bu bir dayatma filan değil, bu laneti savunmanın hiçbir yönü olamaz. Serseriler de böyle olamaz. Ben bunun izahını ne bir kitapta, ne de toplumsal hiçbir gerçeklikte bulamıyorum. Bunun izahı şu: Devrimin yüceltici etkisiyle düşmanın gerçeğimizde özel savaştan da öteye, günlük insan vurma taktikleri değil de, yaşam alışkanlıklarındaki kıskacın altında siz bir şeyler temsil ediyorsunuz, karıştırmışsınız bir şeyler oluyor size. Ben hiçbir zaman yaşamı böyle ele alamam. Yani bu yaşıma gelmişim sizin gibi bir saniyemi bile asla yaşayamam. Bana göre yaşama en büyük hakaret bu tarzla ayakta kalmaktır. Düşünün, söyleminizden, yürüyüşünüzden halk rahatsız ve başarı değil, başarısızlık getiriyor. Bundan kendinizi sorumlu tutacaksınız. Bu parti hiçbir zaman bunu hak etmedi. Bu kadar acıya dayanabilen, direnebilen ve bu kadar mucizeden de öteye bir çabayla işleri bu noktaya getiren bizlere de, sizin bu dayatmalarınız en büyük hakareti ifade ediyor.
Gelişememek hakarettir, başaramamak hakarettir. En şirin bir yoldaş haline gelememek hakarettir. Siz çok tehlikeli bir gerçeklikte oynuyorsunuz. Ne kadar yüceltici kutsal yönleri olan bir çalışmayı ortaya koyuyorsak şu anda musallat olunan budur. Çok iyi biliyorsunuz ki düşman bırakılmış, bu değerlere musallat olmuşsunuz. Yetki savaşı, kariyer savaşı, komuta savaşı adi altında düşman ortada yok, değerlerin bozulması savaşı var. Bunları anlamak da istemiyorsunuz, işin en acı tarafı kendinize göre gündeminiz var ve kemirici kurtlar gibi hep onu yiyorsunuz. Bir nefsini ıslah etme, iradesini geliştirme, işleri güzelce yapma denilen olaya yaklaşmak istemiyorsunuz. En değme komutanımıza bakıyoruz, nasıl yoldaşlarının üzerine, keyfi iradesini dayatır, nasıl ölüme gönderir, nasıl hiç başarmadan o değerleri kendine mal eder, fikri-zikri bu ve birçok açık ortaya çıkıyor. Önce Partinin bütün yüceltici etkilerine karşı uzlaşıyorsunuz, en karşıtları dahil Partinin bütün yüceltici ideolojik ve örgütsel pratik hattı çiğnendikten sonra, onun kuralları bir tarafa atıldıktan sonra ikinci düzeyde sıra birbirlerinize karşı geliyor. Bu sefer kim kimi halt eder. Bütün hünerlerini birbirlerine karşı kullanıyorlar ve o da bittikten sonra, birisi bitip sözüm ona hakim olup, iktidar olduktan sonra, üçüncü aşamada sıra kendisine geliyor. Yani nasıl ölecek? Çok kötü bir ölümle kendisini noktalamak, böylece üç aşamada bitişi gerçekleştiriyorsunuz. İnanılmaz bir şey bakin pratiğinize hemen hepsinde ağır basan yön bu üç aşamada kendini gösteriyor.
Bütün bunları söyleyeceğim. Korkunç bir duvar oluşturmuşsunuz, çarpıp geri dönecek, ama bu bir gerçek. Ülkenizde nefes bile alamıyorsunuz, savaş birliklerinde bir, iki adim yol bile alamıyorsunuz. Bütün kayıplar son süreçlerde en basit bir yol yürüyüşünde adımların bile savaş kurallarına göre atılmadığını gösteriyor. Yaşamda hepsi öfkeli, konuşmalarımın ağırlıklı bir bölümü, yüzde doksanı küfürle geçiyor. Çünkü yetersizlikleri, yönetim bozukluklarını had safhaya vardırmışlar. Hatta düşman ordusuna bakıyorsun, generaller aynen şunu söylüyor; "eskiden bizde asık süratlilik hakimdi, şimdi erlerimizle sıcağı sıcağına ayni çadırda kalıyoruz” diyor. Halk içinde “eskiden bunlar PKK’lidir, düşman gibi üzerine gidiyorduk. Şimdi hepsinin ayağına kadar gidiyoruz, hepsi şu anda bizi istiyor, PKK’yi değil” diyor ve "gerilla taktiklerini, pusuları, gözetlemeyi nefes nefese araştırmayı biz yapıyoruz” diyor. Bizim bütün olumlu özelliklerimizin hepsini düşman ordusu şu anda kendisine mal etmiştir. Bizimkilerinde yaptığı serserilikten başka bir şey değildir. Halen şunu kanıtlamaya çalışıyorlar; başka türlü olmaz. Sen kimden öğrendin başka türlü olmazı? Sen bir defa kimsin, nesin, kaç paralıksın bunu ölç biç diyoruz, yok! Eline sözüm ona bir yetki geçirmiş, hepsi hikaye aslında, ondan da bir şey anladığı yok. En iddiasız yaşamı, en sıradan yaşamı yürütüyor. Ülkesinde hiçbir gözü yok. Kendi yoldaşının hiçbir kıymeti yok. Bir savaş kuralının disiplinlice uygulanmasında hiçbir iddiası yok. O zaman kendini ne yapacaksın? Sorarım size; bu kişilikle halen nasıl yaşıyorsunuz? Bunun kendisi bile insanlığa büyük hakarettir. Gelişememenin teorisini yapmak, bozgunculuğun teorisini yapmak bizdeki en tehlikeli düşmanlık değil mi? Bütün raporlarınıza bakin, hatta günlük duygu düşüncelerinize bakın, kemirmedir. Daha da derinliğine ele alınsa özellikle toplumsal olayımızdaki düşmanın bu aile, kabile, aşiret kişilikleri biçiminde körüklediği bin yıldır beyinin de, yüreğin de bin defa yaptığı ve birbirlerine karşı kışkırttığı bir defa değil, binlerce defa oluşturduğu kişiliğin hortlatılmasıdır.
Sen şuna saldıracaksın, buna saldıracaksın; ajanlıkta değil, sıradan bir işbirlikçilik olsaydı biz ona da razı olurduk. Ama sen şöyle soyuna ihanet edeceksin, sen şöyle yaşamı rezil edeceksin, çok kötü bir çirkinliği kendine çok güzel yakiştiracaksin, bin yerden bir birbirinizi yiyip tüketeceksiniz örgütlenmeden bahsetmiyorum, tabii siyaset filan da yok burada herşeyinle bir diken gibi batacaksın, işte "iyi Kürt sen busun, devam et işte". Bin yılların hikayesini böyle PKK’ye de bulaştırdınız. Ata ideolojisi ki işte en büyüğü de Barzani, diğerleri de kulları. Ben yalnız bunlarla savaşa savaşa buraya geldim, savaşımımı kendimi tanıdığım ilk günden bugüne kadar bu olumsuzluklara karşi vererek geldim. Tekrar tekrar vurgulayacağım sizin yanılgınız burada. Benim savaşımım nedir? İşte gördüğünüz gibi, şu anda büyük bir olay haline gelmişiz; bir iddia da değil, bir kitle hareketi, bir halk hareketiyiz. Şimdi ya bunu tanıyacaksınız, gereklerine uyacaksınız, ya da bu savaşımın nerede olursanız olun hedefi haline geleceksiniz. Biz atadan kalma yaşama müsaade etmeyiz. Biz bunu on yaşımızda karşımıza aldık. Şu anda sizin yaşadığınız bu tarzı ben on yaşımda yerle bir ettim, böyle büyüdüm. Sen yanlış büyümüşsen bana ne. Seni fitne fesat temelinde büyütmüşler, seni zavallılık, inkarcılık temelinde büyütmüşler, ruhsuzluk, çirkinlik biçiminde büyütülmüşsün.
Peygamberde hitap ettiğinde "bu cehaleti, cahilliği, münafıklığı terk edin" demişti. Bilindiği gibi kitaplarda var, okuyun, PKK’li olamıyorsanız hiç olmazsa dindar olun. İyi bir Hıristiyan da olsanız razıyım, iyi bir Müslüman da olsanız razıyım. Ama bu münafıklığa asla razı değilim. PKK dinin ki onun tüm olumlu özelliklerini esas almakla birlikte yetmediği, mevcut reel sosyalizminde yetmediği hatta onun üstünde yer alan bir harekettir. Onların varsa olumlu yönlerini alan ve birde kendinden bir şeyler katan bir harekettir. İncelemeyi neden durdurdunuz? Yıllar geçti, bakın ben tek başıma milyonlara öğretiyorum, halen bıkmadım. Siz kendinizi eğitemiyorsunuz. Peki, kimsiniz, hangi taifedensiniz? Eskiden hangi kabileden, aşirettensiniz, hangi kavimdensiniz derlerdi. Sınıfınız hangisi belli değil, ama bu sorular yakıcıdır.
Diğer bir kusur şurada; mal edilecek bir takım değerler yaratılmış şu anda bunları kemirme savaşı var ki dikkat edin şu anda paylaşılacak fazla bir şeyimiz yok açık söyleyeyim ben eskiden anamın yaptığı yemekleri bin kez özlüyorum. Bugün PKK’nin zenginliği deniliyor ancak mücadele için bir şeyler yeniyor yoksa tadı zevki yok. Sizin üzerinde paylaştığınız şeyler bana çocukluk günlerimin özlemlerini hatırlatıyor. Neden, çünkü bunlar kan değerleridir ve ancak büyük bir savaşçılıkla yenilip, yutulabilinir, başka türlü kan içmiş olursun. Bu kadar savaşmama rağmen ben halen kendimi doğru dürüst yaşatamıyorum. Bu kadar şehit, bu kadar yoksul halkın emekleri karşılığında yemeği bile fazla buluyorum, onun için midem çalışmıyor. Midem daha çok kabul edilebilecek basit şeylere çalışıyor. Fizyolojik bir olay bile bu kadar şartlanmış. Hele Önderlik adına yersiz bir tek söz söylemem, hele böyle büyük yanlışlıkları yapmam, kelime düzeyinde, adım düzeyinde bile mümkün değil. Birde kendinize bakın, o zaman dehşeti görün. Halen bunları biraz kendimde örgütleyip uyanık kılmasam, beni bitirebilecek bir biçimde dayatıyorsunuz. Neden sizin gibi, Kürt olayında ciddi bir kişilik çıkmıyor? Bu ruhla çıkmaz. Neden ünlü bir komutan çıkamıyor içinizde? İşte ünlü komutanınızı gördünüz, her gün seyredin çok güzel. Evet, sözüm ona en yamanı, kendini en çok beğeneni, işte ortada neden kendinizi sorgulamıyorsunuz? Sizi adam asker yerine bile koymuyor, “susuz götürüp susuz getiriyor.” Bizim genel bir korkumuz, etkimiz olmasa da sınırsız öldürmede dahil tasarrufatta bulunuyor. Kızları en genel düşmüş insanlardan daha kötü kullanmaya yelteniyor ve siz sadece hayranlık duyuyor seyrediyorsunuz. Peki, o zaman insanlığınızı nasıl savunacaksınız? Hani özgürlük savaşçısıydınız? Burada büyük bir gaflet ve yanılgı içinde olduğunuz çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmıştır. Demagoji yapmakla bilmem kendi kendini aldatmakla insan cevap olamaz.
Yiğitlik nedir günümüzde? Yiğitlik günümüzde; temel doğrudan, temel tutumdan taviz vermemek, onun cesaretini ve çabasını sürdürmektir. Tek bir yiğit insan çıkmıyor. Olgun, dirayetli ne yaptığını bilen ve biraz düşmanıyla savaşabilen. Söyleyin bakalım, kim var içinizde böyle. Birde yaşam, kadın-erkek, duygu falan diyorsunuz, Allahın zavallıları siz ayakta duracak halde değilsiniz. Ben böyle olsam kadınlığımı da, erkekliğimi de iki günde dinamitlerim, zaten ilk günden beri dinamitlemişim. Nefse bak! Zavallı düşmanın her türlü hakareti, ölüm tehlikesi altındadır, gözünün içine ölüm girmiş halen kendine göre yaşamaktan bahsediyor. Ben bunlara itiraz etmiyorum, günlük olarak karşınızda, ama ısrarla şunu dayatıyorsunuz: "Sen bırak" diyorsunuz, ben yine yalanı mı sana yutturayım? Ben bir doğru üzerine ne kadar göz gezdirdim bilmiyor musunuz? Beni hiç tanımıyor musunuz? Sersem adamlar, ancak fukara analar diyeceğim. Onları söz konusu etmemek lazım. Sizin öğrendiğiniz anaokulları başka okullar, sizi çok kötü kandırmışlar. Bizim öğrenme tarzımız farklı. Çok önemli bir şeye karar verişinizin altını mutlaka eşeleyip bulmalısınız. Yoldaş olamıyorsunuz. Bırakalım yoldaş olmayı, böyle bir kemirme hareketidir sürüp gidiyor. Diğer geri kalanlar da dediğim gibi köle, iradesiz, en ufak bir şeyde çarpılıp gidiyor. Yiğit yok. İnsan biraz tartışma yürütürdü ve kendine çeki düzen verirdi. Nasıl yiğit insan olunur? Halkının yüreğine göre, yoldaşlarının yüreğine göre nasıl olunur, içinizde bunu hiç kendine soran var mı? Ben kendimi size dayatmıyorum, beni öyle beğenin filan da demiyorum. Ama benim kendime olan saygımın bir gerçeği olarak bu kadar ciddi olmamıza rağmen halen dikkat ederseniz, düşmanımın bile benim için saygılı olduğu çok iyi bilinir. Nereye gitsem ki hiçbir imkanla bir yere gitmiyorum gittiğim her yerde bir bakış açısıyla ve iğne ucu kadar bir fırsatı yakalarsam, bir çabayla gidiyorum. Bunun dışında benim hiçbir olanağım yok. Bir yetkiyle, sizin gibi o çok taptığınız bir komutanlıkla, hazır bir kuvvetle ben hiçbir yere gitmem. Benim şu ana kadar gidişlerim hep bir bakış açısı altında, bir çabayla bir şeyler yaratmak içindir. Açıktır ve gözlerinizin önündedir. Hanginiz böyle yapmayı esas alıyorsunuz? Bir güne hanginiz böyle başlamak istiyorsunuz? O zaman neden kendinizi beğeniyorsunuz? Diğer bir nokta, hiç mi yapacak sağlıklı bir işiniz yok? Gerçekten çoktan öldünüz mü? O bazı tarikat üyeleri var Amerika’da, toplu intihar yaparlar, eğer bakış açısında tamamen ölüm mevcutsa, toplu intiharlar gerçekleştirin. Nitekim bizde de bu kayıplar bir nevi toplu intihardır. Onun bir değeri vardır, ama böyle pespaye yaşamanın bir değeri yoktur.
Ben size intiharı öğütlemiyorum, ben size zapt edilemez yaşamı öğütlüyorum. Yaşamı erken yaşlarda istediğim gibi yaşamayacağımı anlayınca müthiş akıllanma, iradelenme yolunu tercih ettim. Bakın siz bu konuda gerçekten büyük bir duyarsızsınız. O yaşlarda bir baktım ki benim yaşam olanaklarım aile bünyesinde, köyde, toplumda çok sınırlı, hemen tespit ettim. Baktım ki, şunu bunu yardıma çağırmakla, şuna buna yaranmakla hiçbir yere varılmaz. Bunu gördükten sonra tümüyle kendime yüklendim ve öğreneceğim dedim. Ondan sonra toplumun iyi görmediğini yapmayacağım, ama ki toplumun da gidişatı iyi olmadığı için yeni bir yol arayacağım. Yıllarca bununla kendimi yaşattım. Herkesin yaşadığını durdurdum kendim için. O sizin yaptığınız halen gözümüzü bile çıkarmak istiyorsunuz ya ben en erken yaşlarda onları tuttum “dur” dedim. Mümkünse bir insana büyük değer vereceğim. Bütün bilim kitaplarında artık hangi dinde, felsefede olursa olsun öğrenilene göre iyi şeylere göre bizim için bir yaşam yolunun bulunup bulunamayacağını soruşturdum. Doğruları buldukça sağıma soluma söyledim. Onun için de pratikte iş yaptım.
İnsan canlısıyım. Doğrular temelinde her insanla bitmez tükenmez çabalarla birleşebilmeyi esas aldım. Şu anda benim gücüm ne bu örgüt, bu ilişki arayışı ve ne de bu doğrularla. Ne ile derseniz: Dille, gerekirse milyonlarca tekrarlamayla. Yaşam savaşının böyle geliştiği açık, kendinize bakın, sorgulamayı duyuyor musunuz? Tüm yanlış yollara girmişsiniz, bir "dur" demeye hareketiniz bile yok, kendinize ilişkin cesaretiniz yok. "Bazı temel doğrulara kendimi yatıracağım, şu yanlışı yapmayacağım, örgüt içinde yanlışlık yapılırsa da yapmayacağım" diyen var mı içinizde? En akıllısı da dahil, geçen gün artık şunu demekten kendimi kurtaramadım: “Bakın yeter, sizi dinleye dinleye yirmi beş yıl geçti, ya çekil git, ya da kafana kurşun sık bir daha benim karşıma böyle çıkma, bile bile başarısızlıklara yol açıyorsun, ne diye kem küm ediyorsun" dedim. Adam gibi görevlerine sahip çık, bir şeyler yap, yapamıyorsan git. Mülteci kampı var, git orada yaşa. Yücelik adına, komutanlık adına böyle durma diyorum. Ölü mü, canlı mı bilemiyorum, ama elinden yine hiçbir şey gelmiyor. Yol yöntem gösteriyorum, savaş etrafında bu kadar kötülük yayan kişilik var diyorum, hakim ol. Aynı cümleyi okuyor, tekrar ediyor. İşte PKK’deki aşınım. PKK’de neden sağlam merkez olunamıyor? Neden zafere göz dikmiş bir komutan, bir birlik ortaya çıkmıyor işte izahı buralarda.
Esas kişiliğini, kimliğini ifade eden Haki’lerden tutalım, öldüklerinde bile kendilerini borçlu hisseden ve gerçekten o günün imkanlarına göre çok büyük başarı olmasa da, yanlışlara değil katılmak tek bir sözcükle bile yoldaşını yormayan, zorlamayan ve hep etrafına gücü oranında bir şeyler verebilecek bu kişiliği temsil ediyorlardı. Şimdi halen mevcut olan bizim içimizdeki yönetim midir, kadro mudur, komutan mıdır, ne derseniz deyin. Ne öğretebiliyor, ne öğrenebiliyor. Sözü zehir zemberek, davranışları da imhaya götürüyor. Düşman bizden öğrenmiş, oldukça başarmış, bizim tarzımızı uyguluyor. Eğer bunu aşamazsak çok tehlikeli bir durum. Kesin söyleyeyim ki ben biraz dayanıyorum. Benden yirmi dört saat sonra öyle yaşayacağını hatta bir şey başaracağını sanan varsa kesinlikle biter. Kendinizi aldatmanıza hiç gerek yok. Hiç ertelemeksizin eğer içinizde yaşamak isteyen varsa mutlak bir düzeltmeyi bu nefsinize yedireceksiniz. Özgürce ve savaşla olacak. Nedeni şurada burada hiç aramayacaksınız, kendinizde arayacaksınız. Anlamadık, duymadık demeyin, bakın ben açık geliyorum. Her geliş ciddidir, burada ben nasıl adam gibi karşınıza çıkıyorsam sizde adam gibi karşımıza çıkma dürüstlüğünü göstermelisiniz, ama adam gibi. Şarlatan, kof, dediği hep yalan çıkan kişiliklerinizi görmek istemiyorum. Çaresizliği de görmek istemiyorum. Neden yanımıza geliyorsunuz, biz burada ayı mı oynatıyoruz? Çok tarihi, çok hayati konuları dünya alem tanıyor, neden siz hala tanımıyorsunuz? Ben doğruları size göstermiyorsam hepiniz benden daha güçlüsünüz, hepinizi eleştiriyorum, birleşin, karşıma çıkın.
Demek ki benim bir tane yanlışım sizin seksen tane doğrunuzdan daha güçlüdür. Demek ki doğruların gücü bu kadardır. Burada neden destan yazmıyorsunuz demiyorum. Neden birden büyük, yiğit kesilmiyorsunuz demiyorum. Hayır, bunu söz konusu etmiyorum. Benim söylediğim açıktır: Nefsine hâkimiyet, doğrulara hâkimiyet; ister savaşta, ister yaşamda net olabilmek kadar yılmadan yapılması gerekeni yapmak. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyeceksiniz. Her yerde, her zaman gerektiğinde benimde yanlışlıklarım, yetersizliklerim olduğunda bana yönelik olarak görevinizin bu olduğunu çekinmeden yerine getirmelisiniz. Sanıyorum söyleminizin altında diğer bir önemli etken de şu; esasta yaşamak istememek veya düşmanın bin bozduğu yaşamı biraz yaşayalım demek. Sigara misali ile tekrar örneklendirmek istersek; "bırak şu dumanla kendimi biraz sarhoş edeyim, yaşam bu kadardır benim için!" diyorsunuz. Buna karar vereyim mi? Bunu onaylayayım mı? Çirkin de olsa köylüler bunu söyler, hiçbir şeyleri yok, hep "yarabbi şükür" derler. Harap, bitap haldedir, her zaman "iyiyim" der. Nasılsın, "sağ ol" der. Ortada ne iyilik var, ne sağlık var. Yalan bir söylemdir tutturup gidiyor. Şimdi siz bunu dayatmak istiyorsunuz ki ben kolay kolay aldanamam.
Kendimi çoktan doğru fikirlerle büyütmüşüm, üstün yaşam tarzıyla donatmışım. Siz anlamak da istemiyorsunuz. İşte kara cahiller veya diğer deyişle Ebucehiller tarihte böyledir. Çok ilginç, ne kadar birbirine benziyor. Binlerce yıl o yüceliş hareketleriyle cehalet veya geri çekilen hareketler arasındaki savaşımdır. Sizi suçlamıyorum, sizin koşullarınız çok kötü. Yanlış dönemde doğmanız ve yanlış tarzda büyümeniz sizin büyük talihsizliğiniz. Açık söyleyeyim ben de anamla yıllarca uğraştım "neden beni doğurdun" diye. Taşlarla vura vura böyle intikamımı almak istiyordum. Çünkü bana göre bir çocuğa karşı bu büyük bir suçtu. Savaşımın en büyük gerekçesi, bu kabul edilemez yaşama karşıydı. Halen de dövüyorum. Dikkat edin, çekiç örsle vura vura bu yaşamı ister düşmanın şahsında, ister sizin iç gerilikleriniz şahsında ne hale getiriyorum. Halen de tatmin olmuş değilim, kinim öfkem daha da büyüdü. Kendi iradenize bakın. Daha bir şey yapamamışsınız. Hepsi yorgun argın, bıraksam bir yere ölüp gidecekler.
Tek başımaydım başladım, halen görüyorsunuz karşınızdayım. Ne kadar savaşmak istiyorum. Daracık bir mevzide olduğum halde her gün ne maharetler icat ederek savaşıyorum. Telesavaş diyelim dönemin tekniğini de biraz kullanarak telesavaşı nerelere taşırıyorum. Yani taktik hata yapmamak için çıkmıyorum. Yoksa bizzat hareketlenmeyle daha fazla gelişmeyi yol açacağıma eminim. Kemal Pirler beni yarım saat dinlemişlerdi ki, sene 1972'ydi, ilk defa birbirimizi görmüştük, Ben ayaktaydım, O da yatıyordu karşımda. Kıştı, soğuktu. O yatağın üstünde dinledi, ondan sonra bir karar verdi, gerçekten pir verdi ve tüm yaşamını da bir kahraman gibi yaşadı. Düşünün '72’de genel doğrular biçiminde birkaç şey söylüyorum; bu dönemde neredeyse her ay üç tane kitap değerinde değerli çözümlemeler yapıyoruz. Halen bir kulağınızdan girip girmediği de belli değil, diğerinden çıkması şurada kalsın.
Tuhaf bir şey gelişen özel savaşım veya her savaşta böyle olmuş, bütün devrimlerde de olmuş: İslam, Fransız, Bolşevik devrimlerine baktığımızda da böyle şeyler var. Şu anda Bolşevik devriminin başına neler geldiğine bakın, korkunç, en hain sefiller mirası tepip tepip yiyor. Mafyalaşmaya bakın, korkunç, en hızlı zenginleşme şu anda Rusya’da. Amerikan kapitalizmi ile şu andaki Rus kapitalizmini mukayese edersek; Amerikan kapitalizmi yedi suyla yıkanmıştır. En kara kapitalizm şu anda Ekim devriminin mirası üzerinde gerçekleştiriliyor. Fransız devrimi de öyleydi. Devrimin en büyük kahramanları Robespierreler gibi burjuvazi kendi diktasını kurmaya doğru gittiğinde, onun başını giyotine göndermekle işe başladı. İslam devriminde de öyle olmadı mı? Muaviye ve Yezid, İmam Ali ve İmam Hüseyin’in başını keserek bu saltanatı İslamiyet adına yükselttiler. Devrimlerin yanı başında böyle bir karşı devrim tehlikesi var.
Benim durumum biraz farklı. Ben kendime biraz hakimim. Tarihten ders çıkardığım gibi kendi pratiğime de çok duyarlı yaklaştığım için yüzlerce karşı devrimciyi ve onların küçücük kişiliklerini daha dogmadan beş paralık duruma getirdim. Yoksa PKK içindeki karşı devrimcilik hiçbir devrimci harekette yoktur. Hem yaygındır, hem amansız. Benim kendime ettiğim yeminler var, arkadan hançerlenmemek gibi. O yemin de ne demektir? Böylesi ihanetleri yememek için müthiş uyanıklık, duyarlılık, büyük hassaslıktır. İçinizde aldanmayınız var mı? Bırak aldanmayı, aldatmayanınız var mı? İkide bir benim gücümü soruyorlar: Benim gücüm hassasiyetimden kaynaklanıyor, benim gücüm çok tedbirli olmamdan kaynaklanıyor. Tedbir nedir? Tedbir aslında şudur: Kendimi hep anlayış ve onun gerekleriyle duyarlı hale getirmek, götürmek, yatırmak, kaldırmak, konuşturmak, çalıştırmak bu. Başka türlü önder yetişmez, başka türlü komutan olmaz. Siz kendinizi aldatıyorsunuz. Babanızdan öğrendiğiniz bazı yöntemler var, hatta bana göre köy muhtarlığı bile bu kadar ucuz elde edilemez. Durumunuz köy muhtarlığından da daha geri. Ne olacak haliniz? Tutarlı olacaksınız, duyarlı ve dürüst olacaksınız. Duyarlılığı, dürüstlüğü olan kişilikler sizin gibi asla olamaz ve kaybetmez de, bunu hep iddia ettim. Tek ihtiyaç duyulacak şey gün yüzünü görmek, nefes alıp vermektir, gerisi başarıdır.
Düşünüyorum, ben halkın içine gireceğim de, bir dost, hatta beni sevmeyen birisi bile etkilenmeyecek. Şu anda bütün yöneticilerimiz geldi, ağa geldi, muhtar keşke muhtar gibi, ağa gibi de olsa en kof, en komik öleni dayatıyorlar. Belki çoğunuz "vay nedir bu savaşçılık, nedir bu başımıza gelen" diyorsunuz. Tabi, er meydanında böyle olur. Biz hiçbirinize rica ederek, gelin bizimle savaşın demedik. Ben size herkes yiğit olamaz demedim mi? Ama kendinizi öyle sanıyorsunuz. Elbise ve silah oldu mu, geldi bizim gerilla! Kafanızı buna takmışsınız. Ben bile buna cesaret edemiyorum. Kolay mı sanıyorsunuz? Yönetim içinde öyle. Ben halen bir köylünün karşısına çıktığımda, neredeyse kalbim duracak. Ona gerçeğine göre doğruyu nasıl söyleyeceğim diyorum. Siz gidip yumruk gibi, nemrut gibi utanmadan, sıkılmadan adamın başına dikiliyorsunuz. Böyle yönetim mi olur? Düşünün, bakin bu toplumumuzda kaç tane kahraman, çıkış yapacak adam var. Özel tedbirlerim olmasa hepsi neredeyse ağlayıp kendini yere atacak veya fitne fesat hareketini gırtlağına kadar körükleyecek. Çünkü elinden ancak o gelir. Bölücülük yap, ahbap çavuşluk yap, basittir, bu konuda sabaha kadar tutulmazsınız.
Açık söylemeliyim şimdi bu işte ben sorumluyum, sorumluluklarımı gördüğünüz gibi temsil etmek ve gereklerini yerine getirmek zorundayım. Ben sizden korkayım mı, utanıp geri mi çekileyim? Sizin yaptığınız gibi büyük bir sorumsuzlukla mı karşılayayım olamaz mı? Siz peki nasıl geldiniz? Ben hiçbiriniz karşısında "zordayım, zavallıyım" diyor muyum? Askeri usullere göre, siyasal-ideolojik bütün yeterlilik düzeylerine göre karşınızda hazır değil miyim? Peki, siz neden bir kaç temel doğruda bile dayanamıyorsunuz? Gözlerinizden korkunç zavallılık okunuyor. Nereye giderse düşer ölür veya bela olur kalır. Hani büyük sözünüz? Zaten iddianız da çok zayıf. Neyi başarabilirsiniz diye düşünüyorum da, fukara halkımızı hep göz önüne getiriyorum. Düşmanın alıştırdığı bazı şeyler var, şu anda ülkemizde bir kapıcılık var. En değme sözüm ona kendini ağa sanan, daha dünün geleneğine göre onurlu sayan birisi bir iş için görüyorsunuz ki beş, on bin kişi koşuyor. Hayret! Tarihin hiçbir döneminde insanlar bu kadar işsiz değildiler. Anlayamıyorsunuz. Ben yolma da yoldum, pamuk da topladım, taş da taşıdım, kısaca işle ilgili ve çok ciddi olarak önemli işlerdir, baktım ki yollar tıkalı, bir iş nasıl yaratılır meselesine kendimi verdim.
Bu devrimcilik nasıl başladı derseniz; yolmayı en temiz yolardım, babam işime hep bakardı, kusursuz bulurdu ve tarzım da müthiş fethediciydi. Bir köy koşullarında bile eksiksizdim, ona rağmen biz bu işleri yetersiz gördük. Bu işlerle insanin kendini fazla uğraştırması tehlikeli olabilir dedim. Hatta en son üniversiteyi de bitirme noktasına geldim. Bir özelliğimiz şudur; bir işi en iyi yaparım, yapabilecek düzeye gelirim. Sonra iş üzerinde düşünürüm, o iş yeterli mi, değil mi? Herhangi bir işe hakkını vermeden "sıkıldım, yapamıyorum" deyip kendimi koy vermem. İlginçtir, ama bu özelliğimi halen taşıyorum: Bir işe hakkini vermesem onu bırakmam. Korkunç bir inatla "ne zamana kadar bu işi tam iyi yapabilirim" noktasına getirdikten sonra, bu iş bu kadardır derim ve o işi bırakırım. Yeni ve daha sonuç alıcı iş lazım derim. Üniversiteyi de biz öyle bitirdik, dikkat edilirse günün ölçülerine göre herhalde en iyi işlerden birisini edinebilirdim. Olduğu gibi bıraktım.
Bir özellik, ama bakin çok önemli bir yanılgı veya kusurunuz var sanırım. Hiçbir işte dikiş tutturamıyorsunuz, ondan sonra Partiye geliyorsunuz. Bu yanlıştır. Diğer bütün işleri en iyi yapacaksınız ve ondan sonra, "bunların hepsi yetersiz en güzel iş PKK’dedir" deyip geleceksiniz. PKK’ye yaklaşımınızı, katılımınızı kesinlikle böyle tarif edeceksiniz veya tanımı budur. Başka türlü katılımların hepsi yanlış. Toplum size altın gibi ne kadar iş de sunsa "hepsi benim için değersizdir" diyeceksiniz, ben böyle yaptım. Öyle yapmasaydım kusurlarımla PKK’lileşmeye başlardım. Yani elinden bir iş gelmiyor. Zaten toplum da bana onu söylüyordu. O köy koşullarında, hatta vilayet koşullarında bile belki dört, beş kişinin bile çıkamayacağı koşullarda, ben üstün bir iş imkanı yarattığımda köylülere “bakın, size bırakıyorum” dedim, "bu işi bıraktım" dedim. O zaman benim ciddiyetime inandılar. Diğer bütün işler de böyleydi, askerlik işleri de böyle. Siz bu işleri kendi kendinize yaptığınızı mı sanıyorsunuz? Hayır, bir işi yapılabilinir düzeye getirdikten sonra size bırakıyorum. Bunları şunun için söylüyorum: Siz halen bir işe doğru katılmayı da bilmiyorsunuz. Herhangi bir iş elinizden gelmezse, devrim işi elinizden hiç gelmez. Benim bulduğum devrim işi şu anda dünyada bile bir numaralı iştir. Gerçekten bir sihirdir adeta, bir kilittir bu iş ve etkisi de öyledir. Bunun özünde yatan nedir? İnsanın kendini en değerli iş konusunda çalıştırırsa, hiçbir tekniğin yapamayacağı, en verimli en güzel işi yapabilir. İşte ben bunu temsil ediyorum: Halk için düşünün, müthiş zayıf, atomlarına kadar bölünmüş bir halkı örgütleme işi, işte birinci altın iş. İki imha sürecindedir, yani üzerinde bıçak sallanıyor, buna karşı savaş işi. İkinci altın iş, savaşı yapma işi. Üç, yaşam işi. Yani özgür, güzel yaşam işi. Güzel ve özgür yaşayanlar yalnız o yaşamın etkisiyle her türlü değerli düşünceyi ve eylemi kesinlikle vazgeçilmez bulurlar, hem de yaparlar. İşte altın işler. Kendinize bakın: "örgütlenme" diyorum kaçıyorsunuz; "eylem tarzı" diyorum, adeta "bin defa ölüme varız, doğru eylem adına yoğuz" diyorsunuz. "Güzel yaşam" diyorum aklıma bazı şeyler geliyor söylemeyeceğim "öyle yaşama hayır!" diyorsunuz. Olmaz!
Tüm bunları niçin söylüyorum? PKK’nin tarihine bir anlam veresiniz diye söylüyorum. Biz bu tarihi küçük göremeyiz. Biz bu tarihi hiç de sıradan karşılayamayız. Korkunç bir direnme tarihidir. Sanmıyorum, başka bir partinin tarihinde böyle direnmeler, böyle acılar, bu tarz dayanakları ve yürütülüşüyle bir örneği yoktur. Bunu anlaşılır kılmak istiyoruz, bunu anlamalısınız, dürüstçe, yeterlice anlamalısınız. Çünkü her şey burada gizli ve bu ülke için, bu halk için, hatta bu insanlık için tek doğru iş, tek önemli iştir. Varsa yiğitliğiniz, kendinizi kesinlikle bu işte biraz gösterebilmelisiniz. Bu kadar şehide verilen sözler var. Bunları ertelemeden, bir değil binlercesine karşı kesinlikle kendimizde yaşatmanın sözüne sahip olmalıyız. Kimin haddine bu şehitleri çiğnemek, kimin haddine bunları unutmak! Bu değerlere ihanet edecek kadar kendimizden vazgeçmiş miyiz, gafil miyiz? Dikkat ederseniz bütün bunlarla hem sizi anlamak, tanımak istiyorum, hem de PKK’yi doğru anlatıp mümkünse kaynaşmanızı, bütünleşmenizi ertelemeksizin çünkü ertelenecek hiçbir saatimiz, günümüz yok bunları sağlamak istiyorum. Değer de veriyorum size, çünkü bize doğru gelebilmeniz değerli bir iştir. Teptiğiniz yollar var, geldiğiniz yerler var. Değerli kılmayı gerektiriyor. Bizzat yaşamlarınız var, değerli yaklaşımı gerektiriyor.
Şunda ısrarlı olmak zorundayım: Siz "bizde insanlık bitti, yiğitlik bitti, yaşam umudu bitti, güzellik bitti, zafer bitti" diyemezsiniz. Bunu nasıl kabul edelim? Bu bitişlerin hikayesi gözlerinizden okunuyor. PKK’nin kaybettirilmek istenilen özü var, ben o tehlikeyi önlemek istiyorum. Bu kadar direnme, bu kadar şahadet, bu kadar eza ve cefaya katlanmak PKK’nin özelliği içindir, biz onu kesinlikle en kutsal değer, en yaşanılası değer olarak görüyoruz. Hepimiz buna göre onu yakalamak zorundayız. Hiç kimse hiçbir gerekçeyle ben buna ulaşamıyorum diyemez. Eğer "temsil edemiyorum" diyorsa o küstahtır, onun dilini kesmek gerekir. O sahtekarı bulup ortaya çıkaracağız, o ruhsuzu, o zavallıyı içimizden çıkarıp atacağız. Sanki hiçbir yaşam yolumuz yokmuş gibi kendini dayatır haliniz yüzünüzden okunuyor veya "bırak biz yanlışı dayatacağız" şeklinde bir tehdit de görüyorum. Ve her türlü çirkince yaşamaya da "evet" diyen hal hareketleriniz çok yaygın gözüküyor. Bunlara karşı durmak zorundayım. Savaşı sizin gibi anlamam. Öyle "bir, iki Türk askerini vur", bana göre o savaşın en istenmeyen basit yanıdır. Asıl savaş dediğin ki, onu da bu yaşamın önünde engel teşkil ettiği için vuruyoruz, yoksa bir damla kan bile akıtmak istemeyiz engel olmasaydı veya yaşamımızı imha etmek istemeseydi, ben tek başıma bu kadar direnir, savaşı buraya kadar getirebilir miydim? Savaş felsefeniz de bozuk, hiç yok denilebilir. Yaşam felsefenizin olmaması kadar, işte bizim kurnaz komutanlar nasıl yaşamlarını size dayattı gördünüz. Biraz kendini ölçen biçen ben olmasam beni de kandıracak. Zaten uzun süre kandırdı da. Bu neyi ifade eder? İşler halen tehlikede ve sizler ya derin bir gaflet içinde ya da bir aymazlık içindesiniz. Düşman ordusunun vazgeçtiği olumsuzlukları bu kadar yaşadığınıza göre; düşmanın kendini reformize ederek düzeltmesi imkan dahiline girmişken, sizin kontralaşma tehlikeniz boy veriyor. Bunun çok somut belirtileri fazlaca var.
Demek ki bu Parti dersi son derece yakıcı. Kesin dürüst ve yeterlilik temelinde bu partiye yenilerin de, eskilerin de doğru bir temelde paylaşımı, katılımı gerekiyor. Zorlama yok, ama aldatma da olmamalı. Çoğunuz yeni geldiniz. Tabi yeni eski fark etmiyor. Eskiler yenilerden daha duyarsız, o açıdan çağrılarımızı da, güne katılımınızı da istisnasız gerekli görüyorum. Sizi anlamak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Ama siz de halk adına artık bizi anlamaya çalışın. Amerikalılar kadar bizi anlamaya çalışın, TC'nin subayları kadar anlamaya çalışın. Hatta bu gafletten kendinizi çıkaracak kadar anlamaya çalışın ki, biz verilen sözün sahibi olduğunuzu biraz bilerek yaşam planlarımıza yön verelim. Yani geçen devrelerde de ülkeye adam gönderdik. Bazılarının nasıl kaybedildiğini, nasıl kaybettirdiğini gördünüz. Gelenlerin şahsında da okudunuz ki, daralmışlar, hatta filmlerde de görüyorsunuz büzülmüşler. Böyle toprağa kök salma, gürleşmiş diye bir kişilik göremedim. Hatta şimdi çoğu açlık sınırında.
Ben buralara geldiğimde, elin memleketinde sıfırdan başladığımda diyeceksiniz halk yardım etti, herkesi sen yaratmadın diyebilirsiniz fakat ben olduğum için oldu. Ben olmasaydım binlerce kişi buralardan geldi, geçti neden bir şeyler yapamadılar? Bir sebep gerekli, o da benim. Hepiniz gezdiniz, benim gittiğim yerlerden daha verimli topraklara da gittiniz, var olanı kuruttunuz. Hatta hiç kimsenin bana vermediği desteği ben hepinize verdim. Bunları niçin söylüyoruz. O kendini aç bırakmaların, o kendini kurutmaların, o kendini öldürtmelerin bir kader olmadığını göstermek için söylüyorum. Buradan daha kuru yer var mı? Her yerde değer yaratılır da herhalde buralarda yaratmak en zorudur. Burada ne ülkenin havasını koklarsın, ne mağarasını, ne toprağını, ne bulutunu, ne yağmurunu göremezsin. Burada her şey başkalarınındır. Ama burada yaratıyoruz, işte yarattık. Ama tekrar arkadaşlarıma soruyorum "nasılsın"; biliyorum ki açlık sınırında, sefil, zavallı, titriyor, sırf benim karşımda ayakta olduğunu göstermek için "iyiyim" diyor. Halbuki iyilikten eser yok. Neden kendini o durumu düşürdün? Gafil, zavallı. Ben öyle değilim. Her gün herkese bir şeyler veriyorum, o halen zenginliğim var. Kendinize de bir şey veremiyorsunuz. Neden? İşte bunun terbiyeyle çok sıkı bir ilişkisi vardır. Ben kendimi öyle terbiye ettim ki hep insanların karşısına çıktığımda önlerine onları ilgilendiren bir şey koyardım. Bir icat, bir oyun işte şimdiyse bu büyük bir savaştır. En üretken bir savaştır. Düşünün sizde bunun heyecanı bile yok, çok acı. Keşke paralı askerlikle olsaydı da sizi maaşa bağlasaydık. Sahte komutanın söylediği "yaşamı geliştirelim, delikanlıları everelim," keşke çözüm olsaydı, hemen bu yolla kendimizi sağlam kılsaydık. Keşke o birbirinize hediye ettiğiniz değerler var; yumuşak sözlerle bu işler yürüseydi. Olmuyor. Söylesem, yapsam hain olur veya olanda bir günde biter. Yani imkânsız olduğu için değil, onunla büyütülemeyeceği, onunla kazanılamayacağı için. Maaşa bağlanan bir adam, işte Barzani peşmergesini görüyorsunuz, o kadar olursunuz. Köylüleri görüyorsunuz, bir karısı, bir kocası için hangi halde olduklarını görüyorsunuz. Böyle yaşam bir işkence, ama gerçek. Başka türlü nasıl yapabiliriz siz söyleyin.
Sizin söyledikleriniz şu; "biz böyle tepkileri geliştireceğiz". Bir tarz icat ettiniz, son süreçlerde muazzam bir karşı tepki durumunda aç bırakıyorlar kendilerini, benden intikam alıyorlar. Heval senin eline para verildi hem de dolar cinsinden, yollar açık istediğini al ve ülkenin de her tarafında yemişler var, otlar, ağaçlarda her türlü yemişler var. Hatta sürü sürü koyunlar var, tuzlama yapsa hiç aç kalınamaz. Niye kendini aç bıraktın? Aslında intikam alıyor. Ben bunlara son zamanlarda bazı küfürlerle karşılık vermek istiyorum, bunun formülize edilir bir yanı yok. Diğer bir şey, daha düşmana kaptırmadığı bir şey yok. Yüz binlerce mermi, çok önemli rol oynayabilecek silah ve yiyeceklerin hepsini kaptırıyor. Hatta yoldaşlarını, o gencecik insanları, ana kuzularını ölüme terk ediyorlar. Kader midir bunlar? Bir doğru taktik verilse hiçbirisine bir şey olmayacak. Gel de buna "deyyus", "aşağılık, tehlikeli adam" deme. Yani kötü niyetten mi yapıyor, hayır. Zamanında eğitime inanmamış, bir gerilla nasıl yaratılır, bir gerilla dağda nasıl yaşar, bu soruları kendine sormadığı gibi babasından köylülüğü öğrenmiş, köy çadırı nasıl kurulur, köy ilişkisi nasıl olur. Bu yöntemle adam olsaydı başta baban adam olurdu.
Bir de en son işlediğiniz duygular, sevdalar meseleniz var, bu da işin tiridi oluyor. Her şeyi yaptığınız gibi tiride koymazsanız zevki olmaz. Bu alana da girdik mi, hassas alanlardan olduğu için her şeyin bitirilişinin daniskası oluyor. Son halka bu. Zaten Kürdün en son kendini bitirdiği nokta ve bunu bizde de tamamlamak istiyorsunuz. Zavallı adam, savaşta iflas ediyor, güç olmada iflas ediyor; ondan sonra kızları ben fazla suçlamıyorum, suçlanması gereken erkeklerdir, hakimiyet, irade sözüm ona güç konumu onda çünkü gözünü ona dikiyor. Düşmana karşı iktidar olamamış, geriliklere karşı iktidar olamamış, zavallı kıza karşı iktidar olmak istiyor. En büyük ayıp bu değil mi? Bak bu yönümle de kendimi iki cümleyle tanıtabilirim. Halen bu kadar çabalamalarıma rağmen belli bir iktidar gücü oluşmuş, bütün emperyalizme karşı söz söyleyecek gücüm var, benden oldukça çekiniyorlar ama halen benim sizin yaptığınız gibi kendimi zayıf insanlara, bu savaşçılara, hele bu kızlara karşı bir iktidar güç gibi göstermek düşkünlüğünü yapmıyorum. Ne kadar büyük farkımız var değil mi? Ayıp diyorum, zayıf insanlara karşı insan kendini güçlü gösterir mi? Ama şu anda komutanlarımızın hızını kesemiyoruz. Bazıları da uyuşuk. Ya yaşamdan vazgeçeriz, ya canavar kesiliriz. Ayıp olan burası. Sen yaşamı kazanmadın ki veya neden ölümü esas alıyorsun ki, ölüm düşmanın sana yüzyıllardır dayattığıdır, biraz diren. Neden yenildikten sonra kadına veya düşkünlüğe koşuyorsunuz. Başararak koş. Dikkat edin, ilişkilerinizin özünde yatan yenilginin başladığı yerde, örgütün bittiği yerde güdüleriniz, en ilkel duygularınız kabarıyor. Halbuki tersi olmalıydı. Zafere doğru tırmandığınızda, ama gerçekten düşmanı yenmeye doğru gittiğinizde duyguların büyüğü gelişmeliydi. Doğrusu bu değil mi? Aşkın doğru tanımı budur. Özgürlük tutkusu hep böyle izah edilir. Ama siz hep tersine çeviriyorsunuz. Adına da kadın-erkek ilişkisi diye her gün şarlatanlık yapıyorsunuz. Bir türlü kendinizi bize doğru tanıtmak istemiyorsunuz. Yapmayın, ayıptır.
Sosyal dersler, sosyal yaşam diye bir kavram icat edilmiş. Sosyal yaşamı elli sefer tarif ettim. Bizim tarif ettiğimizin tersini dayatıyorlar. "Sosyal yaşamın bir anlam ifade edebilmesi için çok önemli siyasal ve askeri esaslara bağlanmak zorundayız" dedik. Örnek olarak kendi yaşamımı da gösterdim. Amansız bir örgütsellik ve siyasallıkla birleştirmeseydim, sosyal yaşam diye bir yaşam zaten yoktu. Halen de öyle. Bunlar çok açık, hepsini kanıtladık. Duygularınız son derece köreltici, müthiş güçten düşürür. Bu büyük bir hakaret. Nasıl cesaret ediyorsunuz şaşmamak elde değil. Ben bu yaşa geldim, halen güçlendiren ilişki, kadınlar konusunda bu kadar güçlendirmeyi daha çok yetersiz buluyorum. Bizimkiler buna karşılar. "Başını kaldıran kadın canavardır" diyor. Ünlü komutana bakın hele iradesi bitmiş, dört dörtlük teslim olan kadını bekliyor veya iliklerinden boşanırcasına bireyciliğe batmış ilişkiler istiyor. Ne kadar büyük bir ayıp! En kötüsü de sizin ruhlarınız buna alışmış. Yani serbest kalsanız hepiniz böyle olacaksınız. Aşka ne kadar büyük bir hakarettir bu. İnsana ne kadar büyük bir hakarettir. Bunda güzellik ilkesinden eser yok, güzel diyebileceğimiz kavramlarla ifade edilecek hiçbir şey yok. İşte böyle akıl hocaları türemiş ve gözü kara uygulayıcılar var içinizde. Aşık olmak kolay mı, ben bunu size açmadım mı? Açtım, çözdüm. Oldukça bilimsel olarak da izah ettim. Şu anda bu güçlü tarifi başka bir psikologun veya bir sosyologun yapacağını sanmıyorum. Güç yok sizde, güçsüz olanlar aşkla ne bağlantı kurabilir? En aşık olunamayacak kişilikler sizsiniz. Aşk zaten kişiliğinizde çoktan beri ölmüştür ve onun yerine ne kalmıştır biliyor musunuz? Afrika yerlileri, onlar çok güzel insanlar, bu geri düzeydeki ilişkileri bile bana çok anlamlı gelir. Ama sizinkiler bir karabatak gibi.
Nedenleri var, tarih boyunca, sömürgecilikten ötürüdür, bunları anlamak zorundasınız. "Canım duygu istiyor" diyorsun, ne duygusu, duygu diye bir şey kalmamış sizde. Bu savaşın diğer önemli bir amacı da aşkı gerçekleştirmektir dedim ve şöyle dediler: Önderlik de böyle yapıyormuş veya böyle söylemiş vb. her şey ortada. Bu zavallı kızlara fiziki olarak ayakları üzerinde yürüme gücü vermek için bile kırk yıldır hazırlık yapıyoruz. Bir tanesini ya o, ya sen birbirinizin eline geçtiğinde ne yaparsınız. İki hafta yok, iki hafta da değil, belki de yirmi dört saat ne ruhi, ne fiziki bir yanı kalır. Ondan sonra bizim adam hoşaf gibi zaten dökülür. Hoşaf olmuştur zaten, bizim aşığın içine düştüğü son durum bu. Seven adam, aşık olan böyle yapar mı? Bunları anlayacaksınız. Anlamadan sizi gebertirim. Anlayacaksınız, yaşayacaksınız. Biz öyle bildiğiniz gibi Hasso, Hüssolardan değiliz. Sinekli Hasso değilim ben, anlayacaksınız beni. Hiçbir erkek ve hiçbir kız bizi baştan çıkaramaz. Yanımıza gelenler göğe yükselme gereğini esas alırlar. Düşmeymiş, düşürmeymiş şurada kalsın, göklere uçmaktan bahsediyorum. Biz bunları kanıtlamışız. Biz hiç karşı değiliz aşklarınıza, duygularınıza, ama göklere uçuruyor mu orası önemli. Ama doğrultusu öyle değil, ondan sonra hemen uçtunuz, "yere çarpıldım, parçalandım" demeyeceksiniz.
Ben kendime fazla pay biçmiyorum veya her şeyi yarattım demiyorum, ama sağlıklı aşkın yolunu da açtığıma inanıyorum. İnceleyin, duyarlı bir biçimde inceleyin. Ben akıllı adamım, gerçekten bir şeyler yapıyorum ama siz onu mahvediyorsunuz. O sizin duygulandığınız bütün erkekler ve kızları gerçekten ben yarattım, farkında değilsiniz, ama halen onlara yaşamı öğretmeye çalışıyoruz. Yani düşünün fiziki, ruhi, bütün cinsel yanlar kusurlu, özürlü, onları muazzam düzeltmekle uğraşıyorum. Bunlar olmadan önemli duygular gelişebilir mi? Babadan anadan bellediğiniz bir sanat var; "kim kimi nasıl kandırdı". Zavallı hatırlıyorum '90’larda diyorlardı; "biz birbirlerimizin gözüne bakarız, ne demek istediğimizi anlarız!". Bu karasevda tarzı iyi ki buna kendimizi kapattık. Kapatmasak, benden de beş metelik değer çıkmazdı. Sonra ajanvari baktı, ajan olmayan da yok bizde. Sevdalandın mı bitti. Fazla kendimi abartmayayım ama herhalde oldukça etkilenen bir insanım, fakat halen kendimi temkinli yürütüyorum. Bütün insanlarla ilişkilerde sonuna kadar yüreğim çok duyarlı, insanlara verdiğim değeri sanmıyorum başka bir örnekte bu kadar gelişkinini bulabilirsiniz. Ama yine "ya şöyle olursa", tedbirli olacaksın, öyle olursan belki büyüdükçe büyürsün, belki kolay düşmezsin. Siz hemen yaltaklanıyorsunuz, serbest bıraksak burada kadın erkek boyutunda tabi birbirini aldatmayan adam kalmayacak. İdeolojiymiş, politikaymış, örgütmüş bir çırpıda "bunlar bir tarafa, bizim fiskoslarımız bir tarafa" dersiniz. Tabi her şey kaybediliyor, dikkat edin ordu da gidiyor, yaşam da gidiyor, aşk da gidiyor. Şimdi bana "senin bu söylediklerin çok zorluyor" diyeceksiniz. Düşman senin için ne yapıyor, düşman sana kimliğine, kişiliğine göre, yüceliğe göre metelik kadar değer veriyor mu? Sorunu ben yaratmıyorum, sadece sorunun aşılmasının gerekçelerini yaratıyorum. Yaşamı kurtarma, yaşama saygı, güzelliğe davet, bunlar çok önemli değil mi? Kuşlar bile yuva yaptıkları yerde, en emin yerde, en azından yılanla insan elinin değmeyeceği yerde, bir emniyet anlayışıyla yuva geliştirirler. Kendinize bakın, düşman elini uzatsa gırtlağınızda. Neymiş, duygusallıklar gelişiyormuş. Hayret ediyorum kuşlara bakın öğrenemediniz mi, düşünün. İnsanoğlu düşünme, ya da gelişme yasalarına ters düştü mü kuştan daha beyinsiz oluyor. Kuş beyinli denilir ya tam da bizimkilere göre. Hatta kuşa hakarettir, kuşların beyni güzeldir, bundan daha da geri oluyor.
Yaşamı seveceksiniz, bunları söylerken kimse size yaşamdan, büyük duygulardan vazgeçin demiyor, tam tersine yaşamın bütün diyalektiğini, felsefik yönlerinden tutalım, estetik yönlerine kadar öğrenin diyorum. Öğrenin gelin. Öyle köylü kurnazlığıyla olmuyor. Eğer köylü kurnazlığıyla işler başarılsaydı biz dünyanın en önünde olurduk ve en görkemli aşıklar da orada ortaya çıkardı. Olur mu böyle şeyler? Bakıyorum bu dersler işinize gelmiyor, derslerin şahı böyledir işte. PKK’nin ideolojik, savaş dersleri hep bu temeldedir. Öyle bir tarz icat etmişsiniz ki, yaşamdan kopmuş, tükenmiş, demin de vurguladığım gibi, önce örgütü, sonra birbirini, sonra kendini tüketme tarzını ortadan kaldıracağız. Ben insanlar için bunun doğal olduğuna inanmıyorum, insanlıkta ısrar kesindir.
Umarım Partimizin resmen değerlendirilmeye çalışıldığı bu yirminci yaş yılına girişi ve en önemlisi de, daha da çarpıcı olanı düşmanın fark ettiği olumlu özelliklerimize sahip çıkıp, kendi olumsuz özelliklerini bize dayatıcı yanlarına karşı kesin yetkin bir savaşı vermede ve bunu hem kalıcı, hem kesin kılmada sadece karar değil, an be an yeterli bir çaba içindesiniz. Öncelikle bu tehlikeyi böyle aşma gücünü göstereceğiz. Onla birlikte tarihimizin çok müthiş direnme, başarma yanları var, onları yine aynı kesin kararlılıkla ve yetkin çabayla kendinize mal etme tutarlılığını göstereceksiniz. Özgür yaşam konusunda sağladığımız bir gelişme var, bu gelişmeyi hem çarpıcı bir biçimde ki en cansızı bile dirilişe çeker, ona yüksek değer biçeceksiniz, ilgi göstereceksiniz. Özellikleri var. Hem tanımlayacak, hem de kendinizi o temelde yaşamsallaştıracaksınız ve biz Partimizin bu yirminci görkemli final yılını bütün bu doğrulara yaraşır temelde karşılayacağız. Aksi halde kararlılığın tersine olan yanları aşılamazsa yirminci yıla girerken etkili olursa, biz bu Partiye ihanet etmiş oluruz ve Parti elimizden kayar gider, tehlikesi bu kadar büyük.
İlk defa tarihimizde onurlu bir yaşamın eteğinden tutuyoruz. Bırakmamacasına kesinlikle ona sahip çıkabilmeli, sonuna kadar bunun için sorumluluk, ciddiyet göstermeliyiz. Her insanin eksikliği var, benim de dolu, ama herhalde yaşadıkça çabayla bunları da hem düzeltiyoruz, hem de aşıyoruz. Açık söylemeliyim ki hepinizden de çok zayıf olan birisiyim. Başlarken de, günümüze kadar da, ama bir farkım var ki yaşamaya karar verdikten sonra gereklerini yerine getirme tutarlılığı gösterme, inançla, dürüstlükle, sürekli elinden gelebilecek çabalara esirgemeksizin gösterdim. Kesin söyleyeyim ki ben de fark sürekliliktir, halka üzerine halka eklemektir, "bununla kendim varsam varım" demektedir. Sizin hatalarınız, sürekliliği çok kesiyorsunuz, halkalar çok kopuk. Altın değerinde bir halka da olsanız, diğerlerinden kopuk olduğu için yere dökülüyorsunuz. Devrimin arabası sağlam zincirle ancak ileri çekilebilir. Sizde bütün halkalar kopuk olduğu için zincir bile olamıyorsunuz. Bırakalım sağlam bir zincir, yoğunlaşamama, halka üstüne halka ekleyememe, sizi böyle kopuk kopuk halkalar biçiminde şuraya buraya savuruyor ve dişe dokunur bir şey bırakmıyor. İşte bunu aşalım diyorum. Yaşam üzerine yoğunlaşmayı sürekli sağlayacak bir biçimde kesinleştireceğiz.
Burada kayıplarımız o kadar önemli değil, biri gider on tane halka hazırdır, eklenir. PKK tarihi yenilmezlik tarihidir, peş peşe, amansız ve fazlasıyla eklenen halkalar sisteminden ileri gelir. Belki incelemeyi bilmiyorsunuz, açın bakin kitabına böyle olduğunu görürsünüz. Eğer böyle olursanız her alanda sağlam yoldaşlıklarla ilerleyeceğiz. Akşam vurguladım, birisi kitap yazmış bizim için “Cumhuriyet” diyor. Sadece biz cumhuriyet değil, yani ekonomik, toplumsal, askeri bütün yönleri de böyle planlamış ve kendisine uygulatan bir otoritenin ta kendisiyiz. Klasik anlamda salt bir Parti değiliz, onu demek istiyorum. İlginç bir önderlik tarzıdır, bu da benim karakaşım kara gözüm değil, aslında bir müessese, bir kurumdur. Ben olsam da, olmasam da bu biraz devam edecek. Nedir? İşte daha şimdiden mevcut devletlerden daha etkili bir olaydır. PKK’yi bir de böyle tanımlayacaksınız. Yani devlet düzeninden daha çok kendine göre bir iş düzeni var, ilkeleri ve pratikleri var. Yeni yaşamı ve onun savaşımı var. Hepsi iç içe aynı bir devlet sistemi gibi. Hatta ben bu devletleri fosilleşmiş buluyorum, dinozor devletler diyorum. Yeni devlet bizimkidir, ama öğreneceksiniz. Biraz gerçekleşmişiz, gerçekleştirdik, daha fazlasını içini de, dışını da veya kuralını da, doldurmasını da biliriz. Büyük, eşsiz bir çabadır, ne kadar güzel bir çabadır, ama önce anlamak, duymak gerekir.
PKK’de biraz gerçekleşen insanlık iddialarından tutalım, bir insanın bütün kaybettiklerini bulmak kadar, neden ilgi bu kadar yüksek, bu nedenle insanlığın yitirdiği emellerinin halen temsil ettiği yer deniliyor. İnsanın yüce duygularının, bulunacağı yer diye halen ilgi var aslında. Bu bir parti değil yalnız dikkat edilirse bu bir yaşam arayışı bu yeni bir toplum arayışı ve hepsi içinde az çok bulunuyor. PKK'yi derinliğine anlamaya çelişeceksin. Ordu çalışmaları bunun küçük bir parçasıdır, diğer yönleri de çok önemlidir. Hepsi de bütünleyici, birisi olmadan diğeri olmaz. Sistemdir diyorum, kopuk tek bir halkası yoktur. Bunun için çok ciddi eğitime ihtiyacınız var, bunun için çok iyi bir örgenci, akilli, terbiyeli bir öğrenci olacaksınız. Öğrenmeden yaşamaya "asla" diyeceksiniz ve PKK bunu hak eden partidir deyip yaklaşacaksınız.
Eminim ki biz şimdiden, imkansızlıklardan mucizevi yarattığımız bu olayı insanlığın hizmetine bile taşırabiliriz. Yalnız halkımızın değil, bütün halkların, insanların hizmetine bile verebiliriz. PKK sevdası budur, PKK kahramanlığı bu temeldedir. PKK’nin zaferi de bu temeldedir. Bunun dışında benim sizleri karşılamamın hiçbir anlamı yok. Nereye bakarsanız bakın, bütün büyük davaların, büyük devrimlerin, büyük savunucuları ilkeleriyle ve savaşçılarıyla böyledirler. Bizden başka bir şey beklemeyin, düzenvari ilgiler, ilişkiler beklemeyin. Büyük ilkelerle, büyük savaşların gereklerini bekleyin. Geldiniz, bunu gördünüz ve bunu aradınız. Kaldı ki ekmek suyun da, o yakalamaya çalıştığınız yaşamın da ancak bununla mümkün olacağını bir an bile göz ardı etmeyin. Bütün zenginlikler, bu ilkelerin savaşımının bir sonucu olabilir. Yoksa ilkeleri ve savaşı bir tarafa bırakarak işte hepsi aç şu anda. Ama ben aç değilim mümkün de değil. En zenginiyim bu ülkede, bu halk içinde, her yönüyle zenginim. Neden, çünkü benim ilkelerimin amansız savaşı esas alındığı için bu böyledir. Bu çok net, bunu bırakıp neye dalabilirsin, bunu ikinci plana bırakıp neyi ön plana alabilirsin? PKK budur, önderlik budur, zafer de budur...
Reber APO
24 Kasım 1997
- Ayrıntılar
Mücadele ve savaş gerçeklerimizin ruhuna, bilincine ve kişiliğine gittikçe daha fazla yaklaşıyor, dönüşümü adım adım sağlıyorsunuz. Lanetli geçmişinizi ve ne kadar hastalıklı olduğunuzu biliyoruz. Bunun bir kader olmadığını, çıkışın bir yerden mümkün olduğunu, fakat bunun şimdiye kadar sandığınız gibi olmadığını, doğru yolun yöntemin farklı olduğunu da biliyoruz.
İlk adımların sağlam gelişmesi için büyük çaba gösterdik. Hemen her an bu işin inancını ve bilincini geliştirdim, bu işin pratik gereklerini olağanüstü diyebileceğim bir tarzda yapmaya çalıştım. Ancak yoldaş diye bellediklerimizin inanılmaz saflıkları, hamlıkları, kayıtsızlıkları, ilgisizlikleri ve her türlü yetmezlikleri umduğumuzun ve beklediğimizin dışında birçok olumsuz gelişmeye yol açıyor. Bir yerde neredeyse düşmanı bir tarafa bırakıp kendimizle uğraşıyoruz. Demek ki, lanetli olmak bu sonuçları doğuruyor. Bu kadar ayıplı, bu kadar düşmüş bir toplumdan bunlar çıkabilir. Bizim bütün umudumuz bu durumu yerinde kavrayacağınız, yolu hızlı ve keskin adımlarla tutturabileceğinizdi. Bizde önemli olanın tempo ve tarz olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu lanetli durumdan kurtulmanın tek çaresi doğru tarz, doğru tutum ve doğru tempodur. Yeterli tempo olmadan, bu durumdan sağ çıkmak mümkün değildir. İsyanlar ve mücadele tarihimiz bunu çok açıkça gösteriyor.
Korkunç yenilgili kişilikler kendini Önderlik gerçeğine yansıtırsa, belanın en büyüğü ortaya çıkar. Bu her devrimde biraz yaşanıyor, ama bizimki kadar ağır ve sancılı değildir. Bizimki kadar kendini uğraştıran bir devrim örneği bulmak gerçekten zordur. Fransız Devrimi'nde, İslam Devrimi'nde, Ekim Devrimi'nde sapmalar ve birbirleriyle savaşmalar çok yoğundur. Ama yine de onların tarzı anlaşılır ve bir yerinde yer alınıp gereken neyse rahatça yapılabilir; bu ister şu safta, ister bu safta olabilir. Biz de ise muğlak, karmaşık ve çok yanılgılı bir duruş var; hangi kişinin neye oynadığı ve kimi tuttuğu belli değildir. Kendini o kadar karmaşık hale getirmiş, o kadar nitelikten uzak ki, neye hizmet ettiğini kendisi de kestiremiyor. Hangi çizgiyi, hangi politikayı yürütüyor ve bunu pratiğe nasıl yansıtıyor, farkında bile değildir. Çaresizlik de işte buradadır.
Muğlaklık ve netsizlik dediğimiz yaklaşımlarınızın uzun süre devam etmesi çok belirgin bir özelliğiniz oluyor. Yetersiz yaklaşımlarla çabanızın neye hizmet ettiğini, kime yol aldırdığını görememe durumunuz var. Biz buna karşı başından beri çok tedbirliydik, olağanüstü bir sınıf çizgisini uyguluyorduk, çok hassastık. Emeğin lehine herkesi çatıştırmada çok üstün bir uygulayıcıydık. Maalesef en proleterim, en yoksul kökenliyim, en emeğe bağlı olanım diyeni de dahil olmak üzere, kime nasıl çalıştığını kestiremeyenler neredeyse bizde ağırlıklı bir kesimi oluşturuyor. En tuhaf olanı da bu gerçekleri bir an önce görüp bir türlü sınıf çizgisine gelemeyişinizdir. Muğlaklığın, kafa karışıklığının neye ne kadar hizmet ettiğini tam kestirememe sonucunda yılları adeta çarçur etme ortaya çıkıyor. Bunu yaşamanız insanı umutsuz kılıyor veya yazık ediyorlar diyecek noktaya getiriyor. Gamsızsınız, fazla endişeleriniz yoktur. Çizgi de söz konusu olsa, kendinizi çaresiz bırakıyorsunuz. Çizgi savaşımı için yerinde ve zamanında çalışıyoruz. Sizin ise onun sonuç almasına kendinizi vermeniz şurada kalsın, çizgi savaşımı neredeyse aklınıza bile gelmiyor. O zaman sizlerle ne yapacağız? Kendinizi yormazsanız, savaşı yoğunlaştırmazsanız sizi nasıl yaşatacak, öncülük yapılmadan nasıl savaştıracağız?
Toplumumuz sonuna kadar teslim olmaya yatmış bir toplumdur. Siz ise bu durumu parti içinde adeta düşmanın topluma dayattığı teslimiyetin yansımaları olarak yaşıyorsunuz. Direngenliğin, karşı koymanın kişiliğini sergilemiyorsunuz. Yaşama ve örgütlenmeye yansıyan, özellikle daha çok düşman gerçeği ve onun tanınmaz hale getirdiği kişiliktir. Tek başıma yıllarca bu işlerle uğraştım. Çizginin bir milim bile saptırılmasına fırsat vermedim. Çizginin olanaklarını başka sınıfın, başka gücün şu veya bu çıkarına kaptırmadım. Bu kesimlerin hepsini çalıştırdım, hepsini devrim çıkarları için kullandım. Ama siz elinize verdiğimiz dört dörtlük olanakları başkalarına peşkeş çektiniz veya kendinizi adeta onların hamalı yerine koyarak sömürttünüz. Köylüler, hamallar, marabalar nasıl sömürülüyorsa, parti içinde de diğer sınıflar adına öyle bir sömürü kaynağısınız. Çizgi anlamında, ideolojik-politik kullanılma anlamında öylesiniz. Küçük burjuvalar, her türlü orta yolcular sizi kullanıyorlar, ancak bunun farkında bile değilsiniz.
Kendine sahip çıkamayanın, emeğine sahip çıkamayanın bütün hal ve hareketleri öfkelendiricidir. Sizin saygı ve bağlılık anlayışınıza fazla anlam veremiyor ve bunu çok geri buluyorum. Bu anlayış proleter çizgi esaslarını -proleterden başka adını halk veya insanlık koyalım- fazla temsil etmiyor, özgürlük gücü ve kendini koruma gücü olamıyor. Kendi yaşam tecrübemle bu hareketi böyle geliştireceğim, ama bir çok yönetim ise o alanlar ve olanakları öyle kullanacak! Burada büyük bir çelişki var. Parti içi eğitim, çizgi eğitimi bu nedenle çok önemlidir. Kendinizi bu kadar gamsız, tasasız bırakmanız ve hiç utanıp sıkılmadan "ben varım" demeniz fazla saygı yaratmıyor, fazla anlam bulamıyor.
Bir insan kendine çekidüzen vermeyi, kendini mücadele gerçeğine ve şu anda yürüttüğümüz savaşıma biraz doğru yaklaştırmayı, ona güç yetirmeyi ve yürütme gücü olmayı, ona ister üst düzeyde isterse en alt düzeyde bir katkı sunmayı ve her düzeyde bir çalışanı olabilmeyi sağlayabilmeliydi. Bunlar neden olmuyor? Yaptığınız bütün iş, “bastırdık, bastırıldık” demektir. Ağzınızdan bundan başka bir söz çıkmıyor. Ne kadar etkisizleştiğinizi, ne kadar rol oynayamadığınızı belirtiyorsunuz. Önder kişi, militan kişi böyle olmaz. PKK Önderliği bu konularda muazzam bir çabanın sahibiyken, sizin buna dayanarak böyle ucuz yaşamayı kendinize nasıl yakıştırdığınızı anlayamıyorum. Kendime senin neyin eksik diye her gün soruyor ve bin kez bunu cevaplandırıyorum. Hem bu kadar bize bağlısınız, hem de birçok yönüyle benim kendimi adamadığım kadar kendinizi bu işe adıyorsunuz, o halde sonuç almada ve işleri sağlama bağlamada neden bu kadar beceriksizsiniz? Çoğunuzu köylüye benzetiyorum. Nasıl yaşadığınızdan bile habersizsiniz. Durumunuza, neye ve kime çalıştığınıza, kimin askeri ve hizmetçisi olduğunuza bakarak buna daha iyi cevap verebiliriz. Biz bu dünyada niçin yaşıyoruz? Bütünüyle kime çalışıyor, kimin kullanımında, kimin stratejisinde yer tutuyoruz? Halk dediğimiz gerçekliğimiz kimin hizmetinde, kime ucuz çalışıyor? Gençlerimiz, her soydan insanlarımız kimin malıdır? Parti içindeki yansımalar biraz da bu durumun ifadesidir. Bu konuda kendinizi yıllarca sorguya çekebilmeliydiniz. Neden kendinizi sorguya çekemediniz, neden kendinizi yetiştirmediniz diye sizi suçlamıyorum. Ama bir yerden ve birkaç temel kavramı belledikten sonra işin gereği üzerine düşünecektiniz. Niye kolaya kaçıyorsunuz? Sıkı bir eğitim ve kendinizi yetiştirme olmadan, yaşamın kenarından bile geçemezsiniz. Yaşama bu kadar ucuz, bu kadar sorumsuz, bu kadar gafil yaklaşma, kime ve neye mal olduğu belli olmadan katılma sizin tarzınız oluyor.
Birçok hastalıkla istemediğiniz halde partiye zarar veriyorsunuz. Başkalarına çok imkan ve fırsat sunuyor, bizi de, ortamı da kargaşaya boğuyorsunuz. Size bu kadar yol ve yöntem gösterdikten sonra bir çalışmanın başına geçmek çok zor mudur? Fedakarsınız, korkak değilsiniz, hayatınızı da adamışsınız; ama her şey sadece bununla sağlanmaz. Kaldı ki, tek başına ele alındığında bu kendini kurban etmedir. Size göre birileri sizin sahibinizdir, aşirete kendinizi kurban etme durumunuz var. Kaldı ki, bir sosyalist veya bir emek savaşçısı kendini böyle kullandırtmaz.
Yüzlerce eğitimden geçiyorsunuz. Ama buna rağmen herhangi bir birimin başına bir belalı çıkıyor, bir kişi bile buna dur diyemiyor. Biri çıkıp herhangi bir çalışma alanında, bir çalışma birimimizde bu tavrı sergileyemiyor. Yıllardır tanıdığım birkaç yaramaz kişi var. Bunlar birimlerin, alanların başına bela olmuşlar. Bazıları da kendini sanki onsuz bu mücadele yürüyemeyecekmiş gibi bir anlayışa kaptırmış. Oysa bunlar baş belasıdır, bunları içinizden atarsanız gelişme olur. Ancak birbirlerine dokunmuyorlar bile. “Birbirimizle uzlaştık” demeniz bunun ifadesidir. Bu halinizle tıpkı tutucular koalisyonu gibisiniz.
Parti içinde birbirini etkisizleştirme çabaları var. Bununla nereye varacaksınız? Ben de biraz uzlaşıyorum, ama uzlaşırken kırk türlü gelişme tedbirimi de alıyorum. Önderlik tarzını tüm gücünüzle uygulamanız beklenemez. Tamamen benim gibi yapın da demiyorum. Ama hiç olmazsa kendinizi kurtaracak, kendinize parti üyesi dedirtecek bir tarza ve güce ulaşın. Bir yeteneğiniz olsun, yeterliliğiniz sağlansın. Göreviniz bu değilse, PKK'ye neden katılıyorsunuz? PKK'nin bu tarzına, bu yeterliliğine ulaşmadıktan sonra PKKlilik nerede kaldı? Sadece "ben şikayet ederim, olmadıysa kendimi yere atarım" demek PKK tarzı mıdır? Sıradan bir üye haline gelmeyi bile başarsanız o da iyidir, ama siz onu da yapamıyorsunuz. O zaman parti sizi ne yapsın? Kendi yaşamınızı biraz gözden geçirirseniz, kafalarınızın dağınık ve kişiliklerinizin yoğunlaşmış olmaktan uzak olduğunu görürsünüz. Kendinize yazık ediyorsunuz. Saflarımızda gafil kişilik çok etkili, çaba çok yetersiz, doğruya hükmetme ve onu amansız takip etme yok denecek kadar azdır. Bir yere giderken eğer iki doğru lafı söyleyemeyeceksem, iki doğru tavrı sergileyemeyeceksem neden gideyim diye kendime sorarım. Eğer bir şey veremeyecek durumdaysam neden karşınıza çıkayım? Herhangi bir toplantıda herhangi bir tavır veya politika belirleyemeyecek durumdaysam ne diye bu işlerle uğraşayım? Şu anda nereye gidersem gideyim, hangi kişiyle temasa geçersem geçeyim, onu dört dörtlük mücadelenin emrine çekerim. Önderlik dediğin böyle olur. Kim olursa olsun tavrımız parti tavrıdır ve sonuç partinindir.
Yüzlerce ilişkiniz var, ancak bunların neye ve kime hizmet ettiği pek belli değildir, hepsi karışıktır. Bu ilişkiler sizi imhaya götürüyor, ama siz bunun farkında bile değilsiniz. Bu tutumlar birçok tehlikeli anlayışın türemesine yol açıyor, bunu bile göremiyorsunuz. Böyle parti militanlığı olmaz. Ben şunu belirtmiştim: Nasıl ki onsuz edemediğiniz bazı alışkanlıklarınız varsa, partinin de bazı tarzları ve özellikleri var, onlar olmaksızın edememelisiniz. Parti tarzı bütün alışkanlıkların önünde gelir. Seviyenin ne kadar düşük olduğunu anlıyorum, ama yükselmeyi bilmek de vazgeçilmez bir görevdir. Tümünüz bunu yapmasanız bile, içinizde mutlaka biraz daha akılı olanlar vardır ve onlar bu işin önünü tutabilirler. Eğer kazanmak istiyorsanız, doğruya gelmekten başka çareniz yoktur. Başka türlü sizi yaşatmak da mümkün değildir. Halkı yaşatmak, sizi yaşatmak çok zordur. Sizi nasıl taşıyacağız? Yedirip içirerek bir yerden bir yere aktarmaktan tutalım, savaş gibi çok ciddi bir olaya yaklaştırıncaya kadar sizi nasıl yürüteceğiz? Bunu kolay görmemelisiniz, çünkü bu çok ağır bir iştir. Çoğunuz lime lime olmuş gelmişsiniz. Ama savaşa böyle gidilmez. İki lafı bir araya getiremiyor, her an her türlü hataya açık bir kişilik sergiliyorsunuz. Savaş gibi yaşamın en ciddi olayına, en tedbirli yaklaşılması gereken bir olgusuna siz de doğru yaklaşacaksınız.
15 Ağustos Atılımı dahil, gerillaya gidenlere, siz ülkeye girdiğinizde ve eyleme katıldığınızda kaç gün sonrasını hesaplıyordunuz diye sordum. "Yirmi dört saat sonrasının ne olacağını bile kestiremiyorduk" diyorlar. Düşünün ki, uzun süre bütün birimlerin eylemleri böyleydi. Eylem yapıyor ve silah sıkıyorlar, ama onun yirmi dört saat sonrasının ne getirip ne götüreceği umurlarında bile değildir. Parti adına silah sıkmışlar, o kadar. Oysa muazzam sorumluluklarınız var. Siz bir asker vurdunuz mu, silahlı olarak dağa çıktınız mı üzerinize ordu gelir. Yirmi dört saat sonrasını hesaplayamazsanız, sizi nasıl yaşatacağız? Parti içinde "orası beni ilgilendirmez" demek olmaz. Sizi ilgilendirmezse bu savaşı kim geliştirecek?
Bütün gruplarımızın kaderini gözden geçiriyoruz. Ama maalesef "Silahlı eylemi başlattık, gerisini tamamlamak da bize düşer" diyen bir kişi çıkmıyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde dışarıda on beş binden fazla gerilla yetiştirilmemiştir. On beş bin gerilla yetiştirmeyi bırakın, Mao, Lenin, Ho Chi Minh bile elli kişiden daha fazla kişi eğitmemişlerdir veya eğitimleri birkaç seminerden ibarettir. Bu sahada on beş bin, belki daha da fazla militan yetiştirdim. Hem de bunları bir dış ülkede sıfırdan yetiştirdim. İnancından tutalım silahını omzuna takıp götürmesine kadar eğittim. Fakat bunlar en sıradan bir göreve sahip çıkmadılar, hatta çok büyük bir sorumluluk noksanlığı sergilediler. Her şeyi bana yaptırmak istediler. Dünyada böyle bir örnek yoktur. Bunlar benim burada yaptığımın onda birini o dağlarda yapabilselerdi yine iyiydi.
Parti terbiyesi, parti eğitimi, partinin inancı ve tarzı tutturulabilir. Bunun için zaman olmadığını da söyleyemezsiniz. Benden daha fazla zaman ve olanak elde etmişsiniz. Demek ki sizde bu konuda doğru bir yaklaşım, çalışma tarzı ve bu işin sorumluluğu yoktur. Yoksa en iyisi o dağlarda gelişebilirdi. Bu sorumluluk anlayışıyla vatanı kurtaramazsınız. Vatan kurtarmayı bırakın, kendinizi ve hatta günü bile kurtaramazsınız. Sizi kurtarmak başlı başına bir kurtuluş örgütü gerektirir. Halkı mı yoksa sizi mi kurtaracağım? Adeta böyle bir ikilemle karşı karşıya bulunuyoruz. Çünkü çoğunuzun içinde bulunduğu durum adeta kurtarmalıktır. Gelenlerin büyük bir kısmı kendini kurtarmaya çalışıyor. Oysa bizim görevimiz halkı kurtarmaktır. Tüm bunları neden anlayamıyorsunuz? Bunun karşısında "Köylü kurnazlığı veya aydın ukalalığı işime geliyor" diyeceksiniz. "Neden büyük bir çabaya girişip pür dikkat kesileyim ki! Sıradan bir çabayla yetinir, tembelce ve keyfimce bir katılımı yaşarım, bu benim çıkarıma daha uygundur" deyip kendinizi bırakıyorsunuz. Bu yaşanılan en lanetli toplum gerçeğimizdir ve bunun sizdeki yansımasıdır.
İnsanoğlu her türlü hesap kuruyor. Yetişme tarzı onu her türlü şeye yatkın hale getirmiş. Ne versen alır, ne iç desen içer, ne yap desen yapar. İyiliğin, güzelliğin ve doğruluğun nerede ve nasıl olduğunu bilmez. Düşmanın verdiği yemeği koşar adım ele geçirmek için yarışır. Tamamen ihaneti sunar, ihanet için yarışır. Biz böyle bir toplumdan geliyoruz. İçinizde ihanete tepki gösterecek kaç kişi var? Hatta kendinizi düşünün: Yurtseverlikten kaçıp temel yücelik değerlerine arkanızı döndüğünüzde veya onlara ulaşma gereğini duymadığınızda, düşmanın resmi düzen yaşamının bazı kırıntılarını ve olanaklarını yakaladığınızda nasıl yarıştığınızı, nasıl koştuğunuzu bilmiyor musunuz? Birisinden kaçarken diğerine koşma nedir? Bu, ihanet koşusudur. İliklerinize kadar bununla dolu yaşamışsanız, tabii ki kişiliğinizin ağır bir hastalık, ağır bir düşkünlük ve çürümeyle karşı karşıya olması anlaşılırdır. Devrimci eğitim, hiç olmazsa bunu biraz görüp gidermek içindir.
Komuta ve öncülük çizgisine gelememenizin nedenlerini ortaya koyuyoruz. Çocukların bile kendini bu kadar kandırdığını sanmıyorum. Çocukları ben de tanırım; bir iki doğru şey söylediğinizde ona bağlı kalırlar. En tehlikeli çocukluk sizin çocukluğunuz oluyor. Çok inatçısınız, gerçeklere gözünü kapatmışsınız ve bunu politikada da bir yöntem haline getirmişsiniz. Bütün bunlar yalnızca benim işim değildir; yaşamı düzeltmek, ülke ve parti yoluna doğru koyulmak daha çok sizin işinizdir. Bu halinizle sizi ne yapalım? Sizi kabul etmesek ortada kalırsınız. Yurtdışı, dağ başı, zindan söz konusu olduğunda insanı idam ederler. Düşman sizi paramparça eder. Bu ilgisizliğiniz, kayıtsızlığınız, yöntemsizliğiniz, üslupsuzluğunuz, kısaca bu yaşam tarzınızla başınıza neyin geleceğini kestirebiliyor musunuz? Gelen raporlara bakıyorum, günlük haberleri izliyorum ve bunları belirtmekten kendimi alıkoyamıyorum. Öyle hatalı kararlar var ki, bundan dolayı düşman her gün insanlarımızı parçalıyor. Dağ gibi insanlarımızı boşu boşuna kaybediyoruz. Bunun nedeni sağlam yönetimlerin olmamasıdır. Bunlar savaşın gereklerine göre olan kayıplar değildir. Savaşın gereklerini uyguladığınızda ise kayıp sıfır olur. Savaşın gereklerinden ne kadar kaçarsanız o kadar çok kayıp yaşarsınız.
Bu kadar kıyamet koparıyoruz. "Bizden adam olmaz" diyemez veya bunu bana kanıtlayamazsınız. Çok iyi hatırlıyorum: Tapu kadastro memuruyken bir köye gitmiştim. Bir köylü, "Beyim, bu lafları bize anlatma, bizim kulaklarımız bu kadar uzun" diyordu. O zaman, bu nasıl bir adamdır ki, kendisine 'uzun kulaklıyız' diyor diye düşünüyordum. Tuhaf ama o sözü bana söylemişti. O zaman buna bir anlam veremedim. Fakat akıllı birisiydi. Bu sözü söylemesi bile onun akıllı bir köylü olduğunu gösterir. Çünkü benim ne söylemek istediğimi de, toplum gerçekliğimizi de, düşmanın bizi ne hale getirdiğini de biraz fark etmişti. Hatırlıyorum: Bir tahta masa vardı, ben konuşurken o elini kütüğe vurdu, "Bu kütüğü yeşertebilir misin? Biz böyle kurutulmuş insanlarız" dedi. Bu teoriye göre yaşamak, hiçbir şey bilmeyen köylülerden bile daha geri olmak demektir.
O açıdan bazen yaşamınıza bakıyor ve öfkeleniyorum. Çünkü yaşamla oynuyorsunuz. Yaşamın nasıl yürütülmesi gerektiğinin farkında bile değilsiniz. PKK içinde, hem de PKK'nin en önemli ve en temel kademelerinde bir yaşam tutturmuş tipler var. Kellelerini koparsanız bu yaşam tarzından vazgeçmiyorlar. Ne iş yapıyor, ne de yaptırıyorlar; ama adları da ‘yürütme’ olmuş. Ben bunlara yürütmeme komitesi dedim. Birçok komite ve kademe bu durumdadır. Halen kendime bunlar nasıl böyle oldular diye soruyorum. Biz mi çok zayıfız, yoksa bunlar mı çok güçlü? Aslında çok güçlü de değiller. Toplumda emekçiler nasıl sayıca çoklarsa ve haklı oldukları halde nasıl bastırılıp sömürülüyorlarsa, içimizde de bazıları bize bunu yaptırmak istiyorlar.
Biz topluma tamamıyla güç yetirmeyebiliriz; ama parti içinde bunu halledebilir, parti içini çizgiye ve emeğe göre ayarlayabiliriz. Bu konuda "Ben PKKliyim" diyene iş düşüyor. İşimizi neden yapmayalım, başka ne derdimiz var ki? Siz bu iş için her şeyinizi ortaya koymadınız mı? O halde sürekli "Güç yetiremedik, oyuna geldik, bazıları bizi bastırdı" mı diyeceksiniz? Toplumdaki sıradan geri köylü ile bu tutumun sahibi arasında hiç fark var mı? Onu jandarma, sizi ise bir kariyerist bastırır. İkisi de aynı şeydir. Köylüyü ağa kullanır, sizi ise örgüt içinde ağalık yapanlar. Böyle gelmiş, böyle gidiyorsunuz. Bunlar doğru değildir. PKK böyle değerlendirilemez. Bunlar şunu demeye getiriyorlar: "Biz adam olamayız, onuru temsil edemeyiz, başaramayız, birbirimizi boşa çıkarmak, bazı işleri tıkatmak ve çirkinleşmek zorundayız." Buna hakkınız var mı? Hiç olmazsa bizim partimizde buna hiç kimsenin hakkı olmasa gerek. Israrla bunu kanıtlamak isteyenlerin neyi konuşturduğunu anlamak zorundasınız. Bazılarınız, hiç olmazsa "ben bu işte varım" diyenler, bu durumlara ve bu tutumlara çok etkili cevap vermek zorundalar. Çünkü olan, dürüst olanlara, emekçilere, emeğin sahiplerine yani sizlere olacak. Bu açıdan çizgi devrimciliği çok önemlidir. Kendinizi toparlayın.
Politikleşmek, bu belirtilen çerçevede kendini toparlamak, anlayış, bilinç ve tavır sahibi olmak demektir. Politik kişilik budur, örgüt kişiliği budur. Ekmeksiz ve susuz edemediğiniz gibi, politik kişilik, örgüt kişiliği olmadan da yaşayamazsınız. Çünkü o size daha fazla ve anı anına gereklidir. Ben de öğrenciyim ve sizin gibi öğreniyorum. Kaldı ki, bana öğreten de yoktur; ben her gün hayatın kendisinden öğreniyorum. Ama hiçbir zaman ciddi bir yetersizliğe düştüğümü hatırlamıyorum. Mücadele tarihimize bakın: Acaba sizin gibi tek bir gün ciddi bir yetersizliğe, bir örgüt çalışmasının başarısızlığına uğramış mıyım? Hayır, yaşamımın bütün önemli dönemeçlerinde çıkışlar ve sonuçlar güçlü ve başarılıdır. Bunu inceleyin ve araştırın. Hemen her dönemin, hatta her günün hesabını yapın. Göreceksiniz ki, hep kazandırma, yetkinleştirme ve hakimiyet vardır. Bu konularda ilerleme ve başarı kesindir. Bu bize hakim olan anlayıştır. Bu konuda kendinize bakın, birçok şey elinizden alınmış, hatta kendinizi kaybetmişsiniz, ama bunun farkında bile değilsiniz. Yaşamınız elinizden kayıyor, ancak bunun karşısında tedbir bile alamıyorsunuz.
Birey neden bu kadar bitik oluyor? Bakıyorsun, aniden kendini kurban etmiş. Bunu yadırgıyor, bu biçimi tehlikeli buluyorum. Kendi canınıza böyle kıyamazsınız. Hamal gibi çaba harcıyorsunuz, ama bir devrimci hamal gibi çalışamaz. Bir devrimci entelektüel, yönetsel, örgütsel ve siyasal çalışır. Demek ki, en büyük kabahatiniz kendinizi zamanında eğitmeyişiniz ve savaş gibi çok ciddi bir olaya çok donanımsız yaklaşmanızdır. Biz de onu telafi etmeye çalışıyoruz. O açıdan da hiç olmazsa bundan sonra önümüzdeki çok önemli aşamaya yeterli bir partililikle cevap verelim.
21 Haziran 1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Önderlik olayı çok kapsamlı bir olaydır. Kürdistan halkının tarihi boyunca doğru bir tarzda kavuşamadığı ve bu yüzden her şeyini kaybettiği bir kurumu teorik ve pratik gelişimi içinde anlamaya, kavramaya ve özümsemeye çalışıyorsunuz. PKK önder örgüt demektir. PKK devrimciliği, önder devrimcilik demektir. PKK tarihi, önderlik tarihi demektir. Bu, bende temsilini nasıl bulur, bütün PKK’lilerde veya bir PKK üyesinde temsilini nasıl bulur? İyi bir PKK’lilikte veya yetersiz bir PKK’lilikte temsilini nasıl bulur? Unutmayalım ki, şimdiye kadar ki tarihimizde kendimiz için önder demeyi bilemedik. Halen önderlik tarzına göre yaşayanlarımız parmak sayısı kadar bile değildir. Bağımsızlık ve özgürlük savaşımının önderi, özgür yaşamın önder gücü, tarzı ve tipi nedir, kimdir, nasıldır? İşte bunları gösteremiyorsunuz. Şuanda en temel sorun budur. Bütün bu çabalarım bir tarihi önderlik boşluğunu doldurmak için değil, önderlik adı altında dayatılan büyük ihaneti ve gafleti açığa çıkarmak ve mahkum etmek içindir. Onun yerine doğru bir önderlik anlayışını, önderlikte teorik düzeyi geliştirmeyi ve daha sonra bunu pratik olarak adım adım ortaya koymayı, yalnız ortaya koymayı da değil yürütmeyi gerçekleştirdim. İşte PKK önderlik tarzı, cephe önderlik tarzı ve ordu önderlik tarzı budur.
Artık kendisi için savaşan bir halk, yenilmeyen bir halktır. Bu işleri kolay mı sanıyorsunuz? Doğru bir önderlik tarzı olmasaydı, yirmi dört saat bile direniş gösterilemezdi. Barzani'ye, Şeyh Said'e, hatta tarihte başkaldırı yapmak isteyenlerin tümüne baktığınızda, ömürlerinin bir haftalık olduğunu görürsünüz. Bunu iyi inceleyin....Ona rağmen önderlik yapamamışlar, mahvolmuşlar ve daha kötü durumlara düşmekten kurtulamamışlardır. İsyanlarının bedelini kelleleri ile ödemişler ve hiçbir miras bırakamamışlardır. Kürdistan’da önderlik tarihini değerlendirirken, nasıl bir tehlikeli bitiş tarihini yaşadığımızı göreceksiniz. Mutlak anlamda düşmanın önderliği askeri, siyasi, ekonomik, kültürel, kısacası her düzeyde ne kadar etkin ve egemendir? Bunun yanında şimdiye kadar ki önderliklerin ne kadar işbirlikçi ve bağımlı olduklarını göreceksiniz. Bunları görmeden, PKK Önderlik tarzını anlamak mümkün değildir. PKK Önderliğini anlamadan direnmek, özellikle silahlı direnmek çılgınlıktır. Çünkü bunun ucunda ölüm vardır. PKK Önderliğini anlamadan ve gereklerini yerine getirmeden savaşa gitmeyin, dağlara çıkmayın ve halkın saflarına girmeyin. Bunların gereklerini biraz anladığınızda mücadeleye katılabilirsiniz. Yoksa kendinizi neden bela edeceksiniz ki! Anlayın ve işin içine öyle girin. Kendiniz ölçüp biçin, baktınız ki biraz sağlamsınız, o zaman işlere yüklenin.
Kendim için de bunları belirtebilirim: Bu Önderlik nasıl ortaya çıktı, neyi esas aldı, nasıl başlangıçlar yaptı, kendisini bugüne kadar nasıl getirdi? Tüm bu konularda beni inceleyin, bol bol tartışın, hatta gerekirse eleştirin. Bu bir halk önderliğidir, kendi tarihimizin büyük bir boşluğunu doldurma girişimidir. Bunu tartışmak ve kavramak, kendini kurtuluşa hazırlamak ve militan yapmak demektir. Biraz yaşama, saygıya, ölçüye ve edebe gelin. Bu sizin için çok önemli bir fırsattır. Benim gibi birini her zaman bulamazsınız. Kendimi bu işe nasıl adadığımı bir ben bilirim, hiç olmazsa bundan yararlanın. Önderliksel bir gelişme yaşadığınızda kendinizi ve insanlığı kazanmanın, hem de ilk defa kazanmanın şanslısı olarak değerlendirin.
Düşmana ve onun önderliğine koşuyor, onun en kötüsünden hizmetinde yaşıyorsunuz. Bunu bozmak çok önemlidir. Çünkü gelişmenin adımını başka türlü atamazsınız. Şimdiye kadar bunları çoktan anlayacaktınız. Eski Kürt tarzıyla önderlik yapılamaz. Kaldı ki bu, önderlik tarzı değildir. Ağaların nasıl en değme işbirlikçi olduğunu biliyorsunuz. Ailenizin ve çevrenizin hepsinin düşmana hizmet etmek için ne kadar yanaştığını biliyorsunuz. Bunlar önder midir? Bunlar işbirlikçi ve uşak bile değildir, ondan da kötüdür. Bunlar kendilerini bir meteliğe satıyorlar. Ben buna uşaklık bile demem. Uşak dediğin hiç olmazsa hizmetinin karşılığında para alır ve bununla iyi bir yaşamı olur. Bizimkilerin yaptığı ise çılgınlıktır. Beterin beteri bir durum yaşanıyor. Hiç kimse ülkesini bu kadar ucuz terk eder mi, bu kadar kendini bilmezin biri gibi yaşar mı? Bunları bir yana bırakın, hiç kimse partimiz içinde Önderlik gerçekleriyle bu kadar çelişir, Önderlikle oynar bir biçimde yaşar mı? Yaşıyorlar işte. Görüyorsunuz ki, bunların hepsi ortadadır. Neredeyse bunun kader olduğunu bana onaylatacaklar. Bu tutumlar karşısında direnme gücümü göstermez de boyun eğersem, “Senin halk dediğin, senin PKK’liler dediğin böyle, böyle gelmiş böyle gideceğiz" veya "Her şeyimizle karmakarışığız, nizam filan tanımayız; herkes bildiğini okur, herkesin bir tarzı vardır ve onu uygular" diyeceksiniz. Nizam ve terbiyeye gelmiyor, "Biz eskiden de böyleydik, şimdi de böyle olmak istiyoruz" diyorlar. Bize dayatılan budur.
Bu tutumlarda inkâr var; yoksa önderlik ve siyaset yoktur. Siz "İyiyi yaşamak istiyoruz" diyerek, mecbur kalıp bize geliyorsunuz. PKK'ye koşuyor, "Onda yaşam var" diyorsunuz. Doğru, PKK’de yaşam var, ama o yaşamı PKK’nin nizamı ve ölçülerinin sağladığını bileceksiniz. Başka türlü sizi kimse yaşatmaz. Düşmana koşmakta da serbestsiniz, ama düşman sizi yaşatmıyor. "Biz belalıyız" diyorsunuz, ama belalısınız diye beni de mahvedecek değilsiniz. Ben az çok kendimi koruyacak durumdayım. Sizin bu belalarınızın altında neden ezileyim? "Biz böyle yapabilir ve böyle yaşayabiliriz" diyorsunuz. Komuta ve yetkiyle oynama işte böyle başladı. Böyle yaşayamazsınız.
Tüm bunlar tarihimizle ilgilidir; Önderlik gerçeğinden ne kadar uzak olduğunuz ve ona ne kadar ters düştüğünüzle bağlantılıdır. Kendinizi düzelteceksiniz. Önderlik tarzına, parti ve ordu yaşamına gelmeniz sizin için bu şarttır. PKK’nin nizamına, özüne ve her türlü biçimine birincil planda yer vereceksiniz. Aksi halde sizi kimse yaşatmaz. Ben şimdiye kadar sizi yaşattım. Tabii bunun da nedenleri var. Önderlik gerçeğini inceleyerek bu nedenleri iyi anlamalı, “Önderlik neden bize böyle tahammül edip bizi böyle bir noktaya getirdi?” demeli; halk olarak, PKK’liler olarak, hatta gerillalar olarak bunu bol bol tartışmalısınız. Sizi bugüne getirmenin amansızlığını bir ben bilirim. Bu sabrın nedenleri vardır. Bunun başka çaresi de yoktu. Hiç olmazsa bundan sonra sağlam bir çıkış yapmak için bu bir neden olabilir. Bunun için sizi taşımış olabiliriz. Bu biraz da insanlığımızla ilgilidir. Herkes size bir yerinizden vuruyor ve tekmeyi sallıyordu. Biz ise sizinle biraz insanca ilgilenmek istedik. Bir nedeni de bu olabilir. Buna benzer birçok neden sıralanabilir.
Bir gerçeğiniz var: Dünyaya savrulmakla, ülkeyi tümüyle terk etmekle kendinize bir gelecek bulamıyorsunuz. Birbirinizi hiçe saymakla, her türlü örgütsüzlüğü yaşamakla fazla güç sahibi olamıyorsunuz. Hepiniz işsiz güçsüz ve perişansınız. Bunun için size doğru bir önderlik gereklidir. Güney’deki işbirlikçi önderliğin -ne kadar işbirlikçi olduğu da tartışmalı aslında- bir halkı ne hale getirdiğini günlük olarak izliyorsunuz. Öyle bir önderlik kaç para eder? TC'nin dayattıklarını yapıyorlar. Onların da ne yaptığı bellidir. PKK'nin bağımsız ve özgür önderliği, PKK’nin önder militanları bütün bunlara çaredir. Şimdi bakıyoruz ki, onlar da bütün nizamlarımızı ve kademelerimizi bozmakla uğraşıyorlar. Bunlar önderliğe bir cevap olabilir mi? Özellikle PKK içinde hiç kimsenin önderlikle oynamaya hakkı olabilir mi? "Nizam ve disiplin zor iş, bugüne kadar hep başıbozuk geldik, böyle yaşamaya alışmışız" diyeceksiniz. Sizi düşman öyle yapmıştır. Bu yaşamınız normal insani bir yaşam değildir. Bir kendi nizamınıza bakın, bir de TC'nin ordu nizamına, parti nizamına bakın: Göreceksiniz ki, kılı kırk yaracak kadar ölçülüdür. Bize yakıştırılan böyledir. O halde kendi nizamımızı ve ölçülerimizi bulacağız.
Saflarımızda başıbozukluğu geliştiren, kendini konuşturan ve her türlü kuralla oynamayı dayatan kimdir? Ben bunların adının söylenmesini fazla doğru bulmuyorum. Tam tersine, bunların adının ağza alınması bile bana göre suçtur. PKK içinde PKK nizamı, PKK tüzüğü veya PKK yasası geçer. Hele ordu söz konusu oldu mu, tümüyle nizam gerekir. Önderlik gerçeği bütün bunları açıklığa kavuşturur. PKK'yi tartışmak, bir anlamda Önderliği tartışmak ve onu bütün yönleriyle değerlendirmek demektir. Önderliği tartışmak ise, örgütlenmek ve ona ulaşmak demektir. Özellikle ordu örgütlenmesinde bu Önderlikle sonuç alınacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, bu konuların anlam ve önemini fazla idrak edememiş, etseniz de pratikte özünüze indirgeyememişsiniz. Bu konuları anlamaktan başka çareniz yoktur ve bu tek yaşam seçeneğinizdir. Aksi halde başkalarının hamalı olursunuz.
Benim kadar zapturapt altına alınması zor hiç kimse yoktu. Kurallara karşı çıkardım, ama en son vardığım nokta en büyük disiplin ve nizam noktasıdır. Siz benden daha fazla mı maceracısınız veya özgürlükçüsünüz? Ben kendimi bu kadar disipline ve nizama bağladıktan sonra, siz kırk kat daha fazla öyle olacaksınız. Yaşadığınız gafleti aşarsanız, o zaman bunun böyle olduğunu görürsünüz. PKK’de sonuna kadar tartışma özgürlüğü var. Hiç kimse size zorla "gelin, katılın" diye yalvarmıyor. PKK'ye gönüllülük temelinde gelinir, ama gelindikten sonra onun gereklerine de bağlanmak işin özü gereğidir. "Ben hem gelirim, hem de bu işin gereklerini göz önüne getirmem" demek, kendimizle alay etmek demektir. Biz bunu kabul edemeyiz. Öyle anlaşılıyor ki, bu hususları anlayamadınız, hakkını veremediniz ve yaşama dönüştüremediniz; sonuçta PKK'ye yakışmayan, ordulaşmaya gelmeyen bu durumlar ortaya çıktı. Kendinizi bu nedenle çarçur edip güçsüz düşürdünüz. Bundan düşmandan başka kimin yararı olabilir? Bu yetmezlikler sayesinde düşman, partiyi uğraştıran hainler ve her türlü oportünistler güçlendi. Bu partiye canını ve gönlünü verenlere yazık değil mi? Onların hakkını kim koruyacak, temsilini kim yapacak? Bunun için Parti Önderliği, parti militanlığı çok gereklidir.
Neden partileşemiyorsunuz? Neden mükemmel bir ordulaşmaya doğru gidemiyorsunuz? Buna cevap bulamıyorum. “PKK'ye geldim, her şey kabulümdür” dedikten sonra, her şey bitmiş veya bu işin sağlam bir başlangıcı yapılmış demektir. Gerisi eğitim ve tecrübe işidir. Ben de sizi eğitiyor ve herkese tecrübelerimi aktarıyorum. Kısa bir süre sonra hepinizin dört dörtlük particilik ve orduculuk yapmanızı hedefliyoruz. Hiç olmazsa ’94 yılının zaptı veya önümüzdeki bu dönemin fethi böyle olsun. Eğer fetih veya zafer olacaksa bu temelde olabilir. Bundan başka çare de yoktur.
Yanlışa oynayanların, kendini konuşturanların tarihini tek tek inceleyin; bütün bu kayıpların nedenlerini de inceleyin: Ucuz kaybedenler, en çok “köye, şehre veya mevkie dayalı rahat yaşarım” diyenler, kendileriyle birlikte dağ gibi değerleri vakitsiz kaybettirdiler. “Ucuz kurnazlıklarla kendimi yaşatırım” diyenler, şu veya bu biçimde bazı kademeleri tutanlar, şu anda en fazla yerle bir edilmesi gereken kişiler değil mi? Ucuz ve kurnazca kendini yaşatmak, kayıplara yol açmak bir yaşam tarzı olamaz. Hiç kimse PKK'yi kolay kaybetme örgütü, ucuz yaşama örgütü olarak değerlendiremez. Bizim gibi bir önderliği kimse böyle ele alamaz. Bu konuda sizi defalarca uyardım. Biz bir parça ekmeğin hesabını sorar ve bir kuruş paranın hesabını yaparız. Bizim kadar büyük bir emek hareketi dünyada az görülmüştür. Biz bütün değerlerimize sahipleniriz. İşin özü böyledir. Önderlik gerçeği böyle başlamış, böyle yürüyor. "Ben imkanları ele geçirip milyonları kullanırım, canları kullanırım, her şeyi kullanırım" diyen kişi kendini bilmez bir gafilden de öteye bir çılgındır. Bunu her yerde yapabilirsiniz, ama PKK'de bu mümkün değildir. Böyle çılgınlar içimizde neredeyse yığınla var. Bunlar kendilerini kaybetmişler. Halen bu kişiliklerin olabileceğine kendimi inandırmak istemiyorum veya yoklar diyorum. Bunlar sadece cezalandırılması gereken değil, adeta yer yarılıp içine girmesi gereken kişiliklerdir. Eğer bazı çalışmalara hakkını veremiyorsam, yer yarılsın ben de içine gireyim. Yaşama biraz hakkını verdiysem hakkım da, hukukum da odur. Bütün bunlar PKK gerçeği ve önderlik özellikleridir.
Bu baş belaları neden bu kadar çıktı, bunlar hangi koşullardan istifade ettiler? Hangi yasaları çiğnediler? Bunlar kimin yüzünden oldu? Örgütümüzün bu konuda hangi eksiklikleri var? Tüzük esaslarını mı işletemedik? Sağlam yöneticilik mi yapamadık? Bu hatalar kimden, nereden ve nasıl kaynaklandı? Hem parti tarihine hem de bölgelere kadar indirgeyerek, bütün yönleriyle bu durumların bir değerlendirmesini yapabiliriz. Önderlik gerçekleriyle neden bu kadar oynandı, kim oynadı? Bunlara karşı görevimizi neden yapamadık? Kendinizden de hesap sorarak sağlam sonuca ulaşmalısınız. Çünkü bunlar olmadan yola çıkılmaz.
İmkanlarımızın ne kadar sınırlı olduğunu biliyorsunuz. Hiç olmazsa tüm bunları iyi kavrayın. Çok zor koşullarda kesin bir çıkışınız olmalı ve başlarken umudu temsil edebilmelisiniz. Halkımız da biraz umutlu olmalıdır. PKK sizi hala yaşatabilir, ama bunu çılgınlık yapasınız diye yapmaz. Ben kademeler, olanaklar, yetkiler sizin kullandığınız gibi kullanılsın diye sizi yaşatmıyorum. Yaşatma tarzımın neye nasıl bağlı olduğunu görüyorsunuz. Yetki, görev ve para istiyorsanız, “dağlara çıkış yapmak istiyoruz” diyorsanız, bu esaslara bağlı kalmalısınız. Aksi halde bir ikiyüzlüsünüz, bir sahtekarsınız. Onlar da her yerde ve her zaman yaptıklarının karşılığını fazlasıyla öderler. Kaldı ki, yoldaşlıkta sahtekarlık, aldatma olmaz. Her yoldaş sözünün eridir. Bunun dışında bir yoldaş tanımına kimse cesaret edemez.
Bizim ortamımızda sonuna kadar tartışma özgürlüğü var. Bu, kafa karışıklığını geliştirmek için değil, hepinizin bazı şeyleri daha iyi anlaması içindir. Emin oluncaya ve tam inanıncaya kadar tartışın, kavrayın ve kavratın. Bu temelde katılımı tam yapın. Yaptıktan sonra da hiçbir yerde ve zamanda kimse sizi aldatıp oyuna getirmesin. Ne kimse size boyun eğdirsin, ne siz kimseye boyun eğdirin. Tam tersine, kolektif bir yönetim ve çalışma tarzı esas alınmalıdır. Ondan sonra bireysel inisiyatifin çok etkin, gerekli yerlerde ve zamanda sonuna kadar gösterilmesi gerçekleştirilmelidir. Görevlere yeterlilikle yaklaşılması, yeterli olunabilecek ve başarılabilecek görevlere mutlaka sahip çıkılması gerekir. Yetki ve makam söz konusu olduğunda, bunlara tam hakkını vereceğiniz zaman mutlaka sahip çıkmalısınız. Bütün bunların sorumluluğu beni ilgilendirir, ilgilenmek zorundayım da. İster sıradan yetki ve görev, isterse en üst düzeyde görev veya sorumluluk olsun, “mutlaka hakkını vermeliyim” diyecek kadar kendinize hükmetme, kendinize sahip çıkma ve kendinizi sorumlu tutma duygunuzun gelişkin olması gerekir. Böyle PKK’li olunur, böyle orduya katılım olur.
Yıllardır halen bunları anlamaya yanaşmıyorsunuz. Bu, yoldaşlığa sığması şurada kalsın, insanlığa bile sığmayacak bir durumdur. O zaman zorluklarınız ortaya çıkar ve mahvolursunuz. Benim belirttiğim tarzda örgüt ve onun önderlik gerçeğine kendinizi katamazsanız, cehennem gibi bir yaşam sizin peşinizi bırakmaz. PKK'de veya genelde ülkemizde yaşamı kolaylaştırmak, önderlik tarzına bütün yönleriyle gelmekle mümkündür. Köylü kurnazlığını, aydın ukalalığını bırakın. Zaten bunlarla hiçbir şey değerlendirilemez. Aydın ukalası demagogdur ve elinden fazla bir iş gelmez. Köylü kurnazı da her gün kendini aldatır ve kendini aldatmaktan başka kimseyi kandıramaz. Bu tarzları bırakın. Doğru tarzda iş yapma bizim tarzımızla mümkündür.
Görüyorsunuz ki, biz bu ülkede biraz iş yaptık. Savaşta yenilmeyen, örgütlemede sürekli gelişen, her zaman ve her dönemde başarı doğuran tarzın sahibi biziz. Tüm dünya ve düşman bunu biliyor, siz mi bilemeyeceksiniz? O halde ona uyum ve katılım gösterin. Madem bu size kazandırıyor, maddi ve manevi olarak sizi istediğiniz kadar büyütüyor, bundan başka daha ne isteyebilirsiniz? Madem en yoksul, en aç sizsiniz, o zaman bundan başka daha ne istiyorsunuz? Emrinize bu kadar imkan verilmişken, bu gelişmeleri neden yaşamıyorsunuz? İlk günde de bu yapılması gereken doğru katılım ve yaşam tarzıydı ve son günde de nihai zaferi bu tarz kazandıracaktır. Sizi kazanmaktan başka ne bekliyor? Bu çizgide kazanmazsanız, başınıza gelecek felaketi, işkenceyi ve parçalanmayı düşünüyor musunuz? Düşmanın size reva gördüğü sonuç budur. Düşman yalnız PKK militanlarına değil, halka da bunu uyguluyor. Sizi ayakta tutacak ve düşmanı geriletecek olan da bu sağlam tarzı, vuruşu ve tempoyu tutturmaktır. Bu temelde yiğitçe birbirimizin sorumluluğunu üstlenmeliyiz. Zaten halk da "Artık tek çare budur" diyor. O halde bunun hakkını vereceksiniz. Halen "Kafam karışık, muğlakım, net değilim" demek, kendisine en büyük kötülüğü layık görmektir. Günler çok acımasız geçiyor. Benim her zaman bu partiyi, bu hareketi, bu savaşı böyle götürmeye ne zamanım el verebilir ne de bunun gereği var. Mücadele olanakları oldukça fazladır. Bu tarz yaşamı benimsiyorsanız, mücadeleye korkunç yüklenmekten ve başarıyı koparmaktan başka ne bir seçeneğiniz ne de bir kabulünüz olabilir.
Eskisi gibi imkansızlıklarla boğuşmuyoruz. Başarma olanağımız, düşmanın kazanma olanağından defalarca daha fazladır. Ben bu olanakların değerlendirilmesinden bahsediyorum. Eskiden düşman kazanabilirdi, zaten mutlak anlamda da kendini böyle görüyordu. Biz o dönemlerin hepsini düşmanın aleyhine kapatmayı bilmekle en büyük hizmeti size sunduk. Şimdi kazanma yönü ağır basan bir dönemi yaşıyorsunuz. Sınırlı bir çaba bile hemen herkesi önemli kazanımlarla karşı karşıya bırakabilir. Buna sahip çıkacaksınız. "Olanaklar fazla, üzerine yatmaya bayılıyorum" derseniz, bu büyük bir sorumsuzluktur. İmkanların biraz gelişmesi, sadece “Bu imkanlar çok zor kazanıldı, bunlarla savaşı kazanabiliriz” anlamına gelir. O halde eskiden göstermediğiniz savaşçılığı göstermekten, yapamadığınız işleri ve görevleri amansız yerine getirmekten başka çareniz yoktur. Bu, imkanları böyle kullanmaktan geçer. Mevcut olanaklara doğru yaklaşım da budur. Değerleri nasıl değerlendiriyorlar? "Kendimizi fazla sıkmaya gerek yok, nasıl olsa PKK büyük bir harekettir, biraz da kendimizi yaşayalım, yorulduk" derseniz, en tehlikeli yaklaşım içerisine girersiniz. Eskiden belki böyle diyebilirdiniz, ama şimdi böyle diyemezsiniz, çünkü durum sanıldığından daha farklıdır. Bu olanaklar sadece savaşın kazanılması içindir. Aksi halde yalnız bu olanaklar kaybedilmekle kalmaz, bin kat fazlasıyla kişiye de kaybettirir, nitekim ettiriyor da. Bu çok sakıncalı ve tehlikeli yaklaşımları da bir tarafa bırakalım.
Benim yaşamıma bakarsanız, hiçbir dönemde 1993 yılında yoğunlaştığım kadar yoğunlaşmadığımı görürsünüz. 1993 yılı, olanakların en gelişkin olduğu, ama en çok zorlandığımız ve kendimizi nefes nefese bıraktığımız bir yıldır. Diğer yıllar acımasızdı. Her yılı kurtarmanın ne anlama geldiğini biraz biliyorsunuz. Ancak hiç birisi 1993 yılı kadar olmadı. Bunu biraz kendinize soruyor musunuz? Bu yıl hem önemli bir kazanım yılı, hem de çok dikkat edilmezse düşmanın yirmi yılın bütün kazanımlarını kaybettirmek istediği bir yıldır. Bundan çıkaracağınız sonuç şudur: Madem kazanma imkanı biraz artmıştır ve düşmanın da bütün kazanımları elimizden alma dayatması vardır, o halde bu yıla amansız yükleneceğiz. Kaldı ki, biz bütün yıllara bu yöntemle yüklendik ve 1994 yılının üzerine de böyle yürümek gerektiğini açıkça belirtiyorum. Bu konuda benden daha fazla sizler bir şeyler yapmak zorundasınız. Çünkü sıcak mücadele sahasına inecek ve bu yılı mutlak kazanmak için kendini yatıracak olan sizlersiniz. Ben yapacağımı yaptım, yine de yaparım. Bu benim bileceğim bir iştir, ama siz mücadelenin gereklerini çok az yaptınız ve yaşama hakkını çok az verdiniz. O açıdan görevlere mutlaka doğru yüklenmek, hayatınızın savaşımını vermek zorundasınız. Bu hem şans olarak, hem de görev ve tarz olarak sizin yerine getirmeniz gereken sorumluluğunuzdur.
Anlayışlıysanız bunları biraz anlamaya çalışacaksınız. Devrimde anlayışsızlıkta ısrar tehlikeli sonuçlara götürür. Bu noktada ne kadar zorlandığımız ve kendi kendimize çok anlamsız zarar verdiğimiz parti tarihinden de iyi anlaşılmıştır. Parti tarihinde tasfiyecilerin, provokatörlerin, her cinsten saptırmacıların hepsi kötü niyetli değillerdi; bazıları belki de sizden daha iyi niyetliydiler. Ama anlayışsızlıkta ısrar ettiler, bizim verdiğimiz bu çerçeveyi göz önüne getirmediler. Bu kişiler talimatlarla oynamaya çalıştılar ve kendilerini böyle kabul ettireceklerini sandılar. Böyle yapmayın dedik, ama kendi bildiklerinde ısrar ettiler ve sonuçları vahim oldu. Kimi katil, kimi en değme provokatör oldu, kimisi de düşmanın vermediğinden daha fazla zarar verdi ve kendisi de kaybetti. Bunların büyük bir kısmı yerle bir oldu. Bununla kâr mı ettiler veya saflarımızda yoldaşları katletmekle iyi mi ettiler? O kadar değeri kaybettirmekle neyi kazandılar? Tarih onları alçaklıklarından ve lanetli durumlarından başka nasıl anacak? Bu anlayışsızlık doğru bir şey mi? Bunlar “Biz bildiğimizi okuruz” dediler de bildikleri kaç para etti? Bunun bir şey ifade ettiğini hiç gördünüz mü? Düşmanla en çok uğraşan da savaşan da benim. O halde beni neden dinlemediler? Bize sözde taparcasına bağlıydılar. Bizi neden doğru anlamadılar? Görüyorsunuz ki, belirtiklerimiz çok ileri boyutludur. Bunlar bildiğini okuma, güçlenmek istediğinde Önderliği, her şeyi ele geçirmek istediğinde da PKK'yi ve yetkiyi kötü kullanma sonucunda bu duruma geldiler. Bu hesap düşmanın hesabı değil mi? Az kalsın burayı ele geçireceklermiş! Oysa ortada ele geçirilecek bir şey yok; emekle kazandırılacak işler ve görevler var.
Bu tarihe nasıl başlangıç yapıldı? Bu ibret tarihini iyi göz önüne getirin. Bu tipler anlayışsızlıkta ısrar ettiler, yoksa bunlar öyle bilinçli ajan veya kötü niyetli tipler değillerdi. Belki de sizden daha saygılı ve bağlıydılar, ama söz dinlemediler. İçlerinde bazı tiplerin “ne oldum” havaları vardı. Uyarıları dinlemediler, yanlış değerlendirme yaptılar, kemikleştiler ve sonra da öyle oldular. Parti tarihi bu yönüyle mutlaka iyi özümsenmelidir. Neden anlayışlı olmak gerekir? Neden değerlere ve özellikle kurallara harfiyen bağlı olmak gerekir? Eğer “Tarihten ibret alırcasına ders almak gerekir” diyorsanız, PKK'de bunlar çarpıcıdır. Bu tarih, aynı zamanda bizi kullanmak gafletine düşenlerin de tarihidir. Peki, bizi kullanabildiler mi? Örgüt içinde veya dışımızdaki güçler beni kullanabildi mi? Kim kimi kullanabilir? Bu konuda savaşın nasıl olduğunu da gördünüz. Kaldı ki siz bizi kullanacak durumda değilsiniz.
PKK'ye gönüllü katılanlarla PKK çizgisini bütünüyle yaşamak için emek birliği yapıyor, çabalarımızı birleştiriyoruz. Bunu ülkemizi ve özgürlüğümüzü kazanmak için yapıyoruz. Bunun birbirini kullanma ve bastırmayla ne ilgisi var? Eğer bütün bu belirtilenler sizi belli bir anlayışa götürmüşse ve size ömrünüzün sonuna kadar yetecek parti anlayışını, örgüt ve savaş kuralını biraz olsun vermişse, o zaman kendinizi şanslı saymalısınız. Bu esaslar dahilindeki bir yürüyüş, yaşadığınız müddetçe sizi iyi bir partili ve ordulu yapabilir; iyi bir halk savaşçısı, halk önderi haline getirebilir. Yine her zaman kayıplar olur, şahadetler yaşanabilir. Ama insan sağlam anlayışla yürüdükten sonra, ölüm nereden gelirse gelsin katlanılır; cefası ve zorlukları da nereden gelirse gelsin büyük bir gönül rahatlığıyla karşılanır. Kaldı ki, bize de her zaman ölüm, zorluklar ve sıkıntılar dayatıldı. Bu mücadeleye büyük bir rahatlıkla başladık ve nitekim sürdürüyoruz. Bu yolda bu temelde yürüyüş bizleri ölümsüzleştirir. Görüldüğü gibi, PKK tarihinin doğru kavranması kesin zafere götürür. Tarihin doğru kavranmayışı ve özellikle anlayışsızlıkta ısrar ise büyük felakete götürüyor. Yine her türlü yanılgılı ve yetersiz yaklaşım büyük karışıklığa, zaman, olanak ve hatta kişinin kendi emeğinin kaybına ve çarçur edilmesine götürüyor. Bu büyük bir tarihtir. Bu tarih olumlu tarzda sahiplenilirse her şeyi kazandırır.
Her şeyiyle kendini yeniden kazanmak zorunda olan bir halkın içinden geliyorsunuz ve bu halkın bir parçasısınız. Bizi ancak her şeyiyle kendini kazanmak yaşatabilir. Bunun dışında her şey bizim için lanet kokuyor ve layığımız da olamaz. Bize layık olan doğrultu, tarz ve anlayış bellidir ve bu vuruş tarzına kadar açıkça gösterilmiştir. Eğer sizde biraz ciddiyet varsa ve "Ben bu işte biraz iddialıyım" diyorsanız, o zaman başlangıçta ve her zaman bana hakim olduğu gibi size inanırım. Gerçekler karşısında biraz anlayışlı olan insana inanırım. Çünkü her türlü göreve doğru yürür ve başarır.
21 Aralık 1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Mücadele tarihimizde Partimizin okul sisteminde en derli toplu muhteva ve uygun bir okul düzeniyle ulusal kurtuluşu yolunda yücelme gibi bir duruma adım atıyoruz. Şüphesiz bu okulun özü, ulusal kurtuluşçuluk ve onun dayandığı ideolojik-politik doğrultu, sınıf temeli ve temel mücadele olarak halk savaşımı konusunda öğretim ve eğitimden oluşmaktadır. Sistemimiz için mütevazı bir başlangıç ve yeni tecrübe söz konusu. Burada sağlanacak sıradan bir başarı, eğer gerçek bir okul olan yaşamda da devam ettirilir, biçimlenme savaşın sıcak ortamında çelikleştirilirse, öğrenciler öğretmen haline gelir. Ulusal kurtuluş yolunda halkın her düzeyde okullar sistemine sahip olması, bunun temelinde güçlü kadrolar hazırlayarak çalışmaların ve savaşımın birçok cephesine sürülmesi ve böylelikle zafere kadar gidebilecek, bunun ağır yükünü omuzlayabilecek önderler yetiştirmesi söz konusudur. Bu, küçümsenecek bir çaba değildir. Buraya geliş şüphesiz çok çeşitli burjuva okul sisteminden kopuşla birlikte olmakta, bu işe burjuva okul sisteminden kendi öz okullarımıza yönelme isteği biçiminde başlanmakta ve çok yoğun, zorlu süreçlerden sonra sınırlı bir başarı kaydetmektedir.
Burjuva ve daha öncesinde feodal dönemin okullar sistemi, temel eğitim, öğretim, formasyon kazandırma kurumları, temelde kendi sınıf çıkarlarını sağlama alan; onların çıkarlarını her düzeyde temsil eden; onu fazla saptırmadan, ihanete uğratmadan gereklerini yerine getirecek olan kişilikleri ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır.
Dikkat edilirse, yüzyıllardan beri toplumun en zeki, kabiliyetli çocukları belli bir ayıklamadan sonra elemeden geçirilip temel okullar ve daha sonra ileri düzeyde medreselere alınarak, buralarda çeşitli süreçlerden, beyin yıkamalardan geçirilerek, feodal sınıfın çıkarlarını; ideolojik, siyasal, moral, ahlak bütün bu düzeylerde nasıl iyi savunacaksa o biçime getirilerek mezun edilir. Ve daha sonra sultanlığın, emirliğin hakimiyet alanlarına propaganda ordusu olarak görevlendirilir. Görülmemiş bir biçimde bunlar, camilerde, daha alt düzeylerde medreselerde hoca, imam, müderris* olarak ideolojik hakimiyeti sonuna kadar sağlamaya yönelik çabaları sergilerler. Yüzyıllardan beri bu ideolojik çabalar, kitleler üzerinde iktidarın tavrıyla özdeş, onu kutsayan, meşrulaştıran; kitleleri, bunların her türlü tasarruflarının bir tanrı emri olarak mutlaka gereklerinin yerine getirilmesi gerektiği şuuruna ulaştıran; dolayısıyla iktidarın her türlü baskı ve sömürüsüne açık bir zihniyetin meşruyet kazanmasını sağlayan çabalardır. O halde, eski feodal dönemde ister sultanlıkta, ister bağlı emirliklerde olsun okul sistemi, son tahlilde mevcut iktidarın son derece haksız, her türlü tasarruf ve uygulamalarının tanrı emriymiş gibi yüceltilerek, kutsallaştırılarak topluma sunulması işinde etkili bir araçtır. Böyle bir sistemin oturtulmasında ve yürütülmesinde en azından kuluçka rolünü oynamıştır. Okullar, esasen bu görevleri yerine getiren ocaklardır. Burada muazzam bir tecrübe birikimi vardır. Feodal ideolojinin, dönemin dinlerinin yoğunca incelendiği yerlerdir. Dogmatizm ve ezbercilik insan beynini uyuşturuncaya kadar yüklenilir. Yaratıcı düşüncenin gelişmesi ve halkın okulları haline getirilebilmeleri söz konusu edilemez. Mevcut çerçeve, derslerin programının veriliş tarzı bunu imkansız kılar. Bu eğitimde, tümüyle en yüce otoritenin gökteki sahibi Allah, yerdeki en büyük sahibi Sultan, devlet temsilcileri her düzeyde en büyük saygı gösterilmesi ve boyun eğilmesi gereken güç, diğerleri ise saf kul olarak yansıtılır. Ve böylece bu eğitim tarzıyla düzen rahat bir işleyiş mekanizması sağlayarak rolünü yerine getirir.
Günümüze doğru geldiğimizde, burjuvazi yükseldiğinde kendisiyle birlikte kendi eğitim sistemini birlikte getirir. Burjuva eğitim sistemi, sınıf çıkarları tarafından koşullandırılır. Onun her türlü ekonomik, siyasal, kültürel, askeri ihtiyaçlarına cevap verebilecek kadrolara ihtiyaç vardır. Bu kadroların sağlanması için eğitim kurumlarına ihtiyaç vardır. İşte bu nedenle modern eğitim dediğimiz sistem ortaya çıkar. Laik eğitim sistemi dediğimiz, dinden, feodal eğitim sisteminden kopmuş sistem ortaya çıkar. Bu sistem içinde her bakımdan sınıf çıkarları garantiye bağlanmak istenir. Bu yüzden devlet için en iyi yöneticiler, bürokratlar; ordu için subaylar; kültür-sanat faaliyetleri için edebiyat ordusu; ekonomiden anlayan ekonomistler yetiştirilir. Tabii ki, yine en zeki, yetenekli çocuklar alınır, temel okullarda eğitilir ve en yeteneklileri, bir ayıklanmaya tabi tutulur. Bunlar daha da üst bir sistem içine alınır. Yetiştirilip hazırlandıktan sonra bunlar egemen sınıfın çıkarlarını en iyi dile getirirler. Bu konuda ne kadar gözüpek, düzene ne derece bağlı ve uysal ise bu hep mesafe, derece alır.
Özellikle askeri okullarda resmi ideolojiye en çok bağlı olan, bu konuda gözükara bağlılık gösterenler; zekasını, fiziki yeteneklerini bunun için kullanan kişiler, subaylıktan kurmay subaylığa kadar daha ileri bir ayıklama içine alınır. Ve onlara devletin temel dayanağı olan ordunun stratejik yönetimi devredilir. Çok çeşitli süzgeçlerden geçirildikten sonra bu subay kadrosu aslında devletin esas kontrol ve denetim gücüdür. Bu konuda en çok sorumluluk duyan bu elit, kendisini gerçekten devletin giderek toplumun sahibi sayar. Tehlikeli bir durumda, gerektiğinde bunlar darbe yapar ve hakim olur. Gerektiğinde "şuna geç, şunda kal" diyerek, iktidarın en sağlam noktalarına kadar ulaşır. Ve tabii ki diğer tüm özel durumlarda benzer bir ayıklanma vardır.
Egemen sınıfa beynini ve yüreğini en iyi katan, onun hizmetine sunan, bu konuda sonuna kadar kesin niyetli, sonuna kadar irade bağlılığı içinde olan ve aynı zamanda bunu ustaca yapanlar sistemin güzide unsurlarıdır. Ve onlara geçiş hakkı tanınır. Bunlara mevcut kurumların en seçkin görevleri devredilir. Onlar da, böylesine bir ayıklanmadan geçmenin verdiği yüksek bir sorumlulukla, bu görevlerini büyük bir istekle, rahatlıkla yerine getirirler. Böylece sistem toplum içinde kendisine gerekli olan en iyi ögeleri böylesine yaygın, yoğun kurumlardan geçirterek kendisini sağlama alır. Kesinlikle egemen sınıfın eğitim sistemi böyledir. Her gün daha da artan bir etkinlikle bu sistem geliştirilmektedir.
Bunların toplam ifadesi; halk üzerinde görülmemiş bir ideolojik, politik, kültürel, ekonomik, moral, yönetim, denetim anlamına geliyor. Tümüyle buralarda burjuva sınıf çıkarı temelinde koşullandırılan beyinler, sıkı bir enformasyondan geçirilen bütün görevliler yığını, kimisi ordu gücüyle, kimisi kültür kurumlarında, kimisi ekonomik kurumlarda ve bütün diğer yönetim aygıtlarında bir koro halinde, gerektiğinde devlet başkanı, gerektiğinde hükümet başkanı, gerektiğinde genel kurmay başkanının etrafında saf bağlayarak, iktidarın pürüzsüz işlemesi sağlanır. Halk; emekçi sınıflar bunların çok yönlü ideolojik, yeri geldiğinde gelişmiş şiddete dayalı ağır egemenliği ile alıklaşmaya, aldatılmaya, yabancılaşmaya; ruhen etkilemeden tutalım düşüncede çarpılmışlığa kadar, pasifikasyona uğratılarak, egemen sınıfın baskı ve sömürüsünü üzerinde en rahatça uyguladığı bir konuma getirilirler. İlkokuldan tutalım, en gelişkin akademi sistemine kadar tüm eğitim sistemi, son tahlilde emekçiler üzerinde böyle bir baskı ve sömürüyü mümkün kılacak bilgi birikimini ve formasyonu kazandırmayı içerir.
Böylesine bir formasyondan geçen, tüm gözü açık, yetenekli kadrolar muazzam bir bürokrasi ordusu olarak iktidarın emrinde; sınıfın stratejik yönetimi tarafından işletilirler ve toplumun nefes alamaz bir halde kalmasına yol açarlar. Bu nedenle eğitim, burada son derece gerici bir işlevi yerine getirmektedir. Burada oluşan kafalar, son derece tutucu, tamamen kendisini düşünen, maaşını düşünen; bunun için belki de tam farkında olmadan her şeyini sunan bir konumdadırlar. Bu tabaka normal dönemlerde işlevini sessizce görürken, devrim dönemlerinde ise tutuculuğun, muhafazakarlığın kulu haline gelir. Güncel çıkarların en bağnaz savunucusu olurlar. Faşizm gibi karşıdevrimci bir hareket çıktığında, rahatlıkla 'daha fazla düzen' diyerek, faşizmin temel sosyal dayanağı olurlar; en çok bu tip gelişmelere temel teşkil ederler.
Türk egemen sınıfının eğitim sistemi, ister imparatorluk döneminde, ister cumhuriyet döneminde olsun, esas itibariyle aynı çizgileri yaşamaktadır. Hatta denilebilinir ki, Türk egemen sınıfı özellikle feodalizmin vurucu gücü olarak islam feodalizminin yönetimine girdiğinde, en gerici doğmalarla beslenerek, tam bir yobaz kafayla ortaçağ feodal devletinde yer bulur. Burada yaşama kavuşur. Göz doldurduğu oranda devlet kademesinde ilerler. Önde gelen akıncı Türk boyları feodal devletlerin hizmetine girdiklerinde, esas itibarıyla basit savaşçılıktan başkomutanlığa kadar yükselmesini bilirler. Bu, onlara daha sonra güç olma, devlet olma tecrübesi kazandırır. Türk egemen sınıfı, tamamen feodal devletin fideliğinde, onun sistemi içerisinde geliştirilen bir egemen sınıftır.
Ortadoğunun yerleşik feodal çıkarları ve onların dinsel doğmalara dayalı eğitim sistemi, en çok Türk boylarının ileri gelenlerinde sadık bir uşak bulmuştur. Bunlar egemen sınıf olma şartlarından biri olarak, sistem içinde bunu iyi özümseyerek sağlayabileceklerini çok iyi bilirler. En çok askeri ve diğer bürokratik, siyasi güç merkezlerinde yoğunlaşırlar. Önemli oranda okul hayatı yaşarlar. Daha sonra devletçikler oluşturmaya başlarlar. Burada önemli olan, feodal sistemin doğmalarından en çok etkilenen, o sayede yükselen bir egemen sınıf olmalarıdır.
Selçuklu ve Osmanlılarda bu sistem son derece geliştirilir. İmparatorluğun sivil ve askeri idaresi için gerekli olan kadroları yaratmak amacıyla, devşirme usulüyle, tüm halkların en yetenekli çocukları daha ana kucağındayken alınırlar, Medrese ve Yeniçeri Ocağı sistemi içinde özel olarak eğitime tabii tutulurlar. Bunlara hangi ailenin çocuğu oldukları unutturulur, hangi ulusa mensup olduklarını hiç bilemezler. Gözlerini bu iki ocak arasında açmışlardır. Buna birde resmi tarikat ocaklarını ekleyelim. Buralara alınarak yoğunca eğitilen ve gerçekten gözleri iktidarın kendilerine gösterdiğinden başka bir şey görmeyen; tamamen bu gösterilenleri yiyip içen; bununla büyüyen bu devşirmeler, dönemin en güçlü ordu çekirdeğini ve sivil yönetimi oluştururlar. Vezirler, Şeyhülislamlar, Kadılar, Paşalar hep o ocaklarda yetiştirildi. Osmanlı imparatorluğunda altı yüz yıla yakın bir dönem eğitim sistemi böyle işler. Denilebilinir ki, Osmanlı imparatorluğu gibi tamamen yağmaya ve çapula dayanan, görülmemiş baskının, kelle koparmanın uygulandığı bu iktidarda, en sadık bendeleri böyle oluşturulur.
Liberal, özgürlükçü düşünceye en ufacık bir yer verilmez. Gökte tanrı, yerde onun vekili Sultan, ve onun sadık bendeleri, kulları olan bürokrasi ve serfler yığını vardır. Bunda okul sisteminin büyük rolü vardır. İmparatorluğun işleyişinde bu sisteme verilen rol fazladır. Çok sıkı bir ayıklama, yıllarca süren bir eğitim ve yaşam içinde sürekli yetkinleşme ile imparatorluk kadrosu oluşturulur.
Bu kadroların en belirgin özelliği; mensup oldukları halk ve aile çıkarını tanımamak sadece bir tanrı buyruğu olarak anlaşılması gereken Sultan'ın fermanlarının hizmetinde olmak ve bunları hayatı pahasına en ufacık bir itiraz göstermeden yerine getirmektir. Bunun için peki üç kıtada ne yapılır? Talan! Tümüyle Sultan için her şeye el konulur. Sultan'ın ordusu, dünyanın en sadık ordusudur. Fetva verenler, Sultan'a sonuna kadar bağlılığın en iyi savunucusu ve örneğidir. Öyle ki, bu kadar uzun yüzyılları kapsayan bu imparatorlukta isyanlar, direnmeler en büyük günah olarak ve her türlü katliamı hak eden girişimler olarak değerlendirilir. Bunun için fetva verilir, ordular hunharca isyanları ezer. Halkın özgürlük ruhu boğulmuştur. Görülmemiş bir boyun eğme, uşaklık ruhu hakim hale gelmiştir. Pasifikasyon sonuna kadar geliştirilmiştir. Özellikle dinsel doğmalar, yani ideolojik etkileme o kadar ilerlemiştir ki; sınır tanımıyan sömürü, kitleler tarafından, iktidardan kaynaklanan bir olgu olarak değil, bir kader, bir tanrı hükmü olarak görülür. Böyle olduğuna göre boyun eğmekten başka bir çare yoktur. Zaten başka bir seçenek bırakılmamıştır. Demokrasi ruhu öldürülmüştür. Osmanlı sisteminin halk üzerinde yarattığı etki budur.
Daha sonra bu Cumhuruyet otoritesine yansıtılır. Osmanlılar, bu sistem ve gelenekleriyle, böyle bir halkı Cumhuriyete bırakır. Bu temelde Cumhuriyet kendisini kurumlaştırıyor. Yükselen bir burjuva sınıfı, Cumhuriyete damgasını vurur. Mevcut otorite önemli oranda Osmanlı otorite anlayışından devir alınmıştır. Devlet kurumları, bürokrası, ordu olduğu gibi aktarılırken, eğitim kurumları da aynen aktarılmıştır. Şüphesiz Cunhuriyetin kurucusu burjuvazi, sınıf çıkarları doğrultusunda bu yapıyı daha da modern kurumlarla takviye etmiştir, ama bu yapı ve kurumlar, kaynağını, anlayışını, yönetim geleneğini tümüyle Osmanlı otorite ve kurumlarından alır. Ordu kurulurken zaten imparatorluk ordusunun kalıntılarından derlenmiştir. Devlet diğer kurumlarında teşkilatlanırken; valilik, kaymakamlık, defterdarlık, yargı sistemi tümüyle kurum, kanun, işleyiş, hatta bürokrasi kurumu; imparatorluğun son döneminden devr alınmıştır.
Aynı durum eğitim kurumları için de geçerlidir. Sadece Arapça yerine, Türkçe, Osmanlıca dili yerine öz Türkçe esas alınmıştır. Yine burjuva çıkarlarının daha iyi işletilmesi için batı uygarlığının daha yaygın aktarımı yapılarak medreseler yerine Cumhuriyetin okul sistemi geçirilir. Darülfünun yerine, üniversite, İdadilerin yerine Lise geçirilir. Medreseler ikinci plana itilir, fazla ilgi gösterilmeyen Halk Eğitim Ocakları, İlkokul sistemi oluşturulur. Eğitimin özü değişmez. Amaç baskı ve sömürü için yeni kadrolar oluşturmaktır. Harbiye okulunun sadece adı değiştirilmiş ve Harp Okulu olmuştur. Mirası olduğu gibi devralır. Bu şekil değişikliğiyle birlikte görülmemiş bir eğitim hamlesine başlanır. Buna "eğitim devrimi" denir.
Eğitim devrimi, özünde feodalizme karşı bir devrimsel çıkıştan kaynaklanmayan, reformcu, üst yapı devrimleri denilen bazı dönüşümlerdir. Bu temelde çok gereksinim duyulan kadroyu ortaya çıkarmak için işe koyulunur. Bu sefer, Cumhuriyeti bağnazca savunacak; onun kemalist önderliğini, kemalist milliyetçiliği esas alacak; ona dinden daha fazla doğmatik olarak bağlanacak; bir kadro eğitim sistemi oluşturulur.
Kemalizm genelde burjuva milliyetçiliğinin bir türevi olmakla birlikte, devrimci burjuva milliyetçiliği değildir. Tutucu burjuva milliyetçiliğidir. Onun Türkiye koşullarına uyarlanması son derece şoven-faşist bir karakterdedir. Şoven milliyetçi ideolojinin rehberliği altında kurulan Cumhuriyetin tüm kurum ve kuruluşlarına olduğu gibi, eğitim sistemine de bu ideoloji damgasını vuracaktır. Dolayısıyla okul sisteminde Sultan yerine, bu sefer M. Kemal Allahlaştırılacaktır. Mutlak iktidar, Sultan yerine M. Kemal olacak; egemen ideoloji ve kültür de, Kemalist ideoloji ve kültür olacaktır. Burada demokrasi ruhu yoktur. Çünkü burada halka karşıtlık ve esas itibarıyla onun devrimci ideolojisi olan sosyalizme karşıtlık vardır. Sosyalizme yer yoktur, O'na göre sosyalizm görüldüğü yerde ezilmesi gereken bir tehlikedir. Orada burjuva tutuculuğunun en gerici bir tarzda uygulanışı söz konusudur. Dolayısıyla burjuva yaratıcılığı, girişimciliği, bilgi sevgisi ve araştırıcı ruhu da yoktur.
Üst yapıda sığ ve oldukça gericilikle yüklü bir dönüşüm söz konusudur. Esas itibarıyla okullar sistemi, Kemalist diktatörlüğü yükseltmenin yeni medreseleridirler. Hatta Sultanlıktan daha tehlikeli bir diktatörlüğün meşrulaştırılmasının ocaklarıdırlar. Özellikle askeri okul sistemi, dünyada belki de Hitler faşizminde bile görülmemiş düzeyde bir beyin yıkayan; azgın şövenler yetiştiren; gözü kara bir biçimde sınıf ve ulus gerçekliğini bile kabul etmeyen; 'Bir Türk Dünyaya Bedeldir' sloganında dile getirildiği gibi, kendisini insanlığın bile üstünde gören; faşist kadroların yetiştirildiği bir okul sistemidir. Bu okullardan mezun olanların hepsi de devletin temel gücü durumunda bulunan subaylardır. Burada subaylar en gerici, tutucu, faşist bir tarzda eğitilmişlerdir. Halka bir sürü gözüyle bakarlar. En ufak bir saygıları yoktur. Dünyaya üstünlük gözüyle bakarlar. Çok geri oldukları halde kendilerini çok yüce görürler. Kendi devletleri içinde sivilleşmeye bile tahammül edemeyecek kadar militarist ve gerici birer despotturlar.
İşte, bizim karşımızda, faşist bir ideolojik eğitimden geçmiş, böyle gerici, despot subaylar ve onların oluşturduğu bir ordu ve bu ordunun yönlendirdiği bir devlet yapısı bulunmaktadır. Diğer tüm kurumlara damgasını vuran da bu eğitim kurumlarıdır. Yüceltilen resmi Kemalist ideolojidir. Eskiden camilerde öğretilen, dikte edilen dini doğmalardan daha fazla, bugün bu okullarda Kemalist doğmalar dikte edilmekte, dayatılmaktadır. Eskiden camilerde bu günde bir kez yapılıyorsa, buralarda günde onlarca kez yapılıyor.
Bugün, bütün görünüşe duygulara hitap eden, kulağa hoş gelen sesler, göze gelen görüntüler, beynin algıladığı her şeye nüfuz eden Kemalist diktatörlük gerçeğidir. İliklerine kadar insanı kaplayan, bu gerçekliktir veya bu yalan, bu demagojidir. Kuruluşundan itibaren, özellikle ilk yıllarında şiddetlidir bu. Daha sonra da dozajından hiçbir şey kaybetmez. Cumhuriyet neslinin eğitimi denilen olay budur. Cumhuriyet uşağı, çocuğu denilen olay budur.
Denilebilir ki, insanlığa gözü kapalı, halka gözü kapalı, özgürlüğe gözü kapalı olan cumhuriyet çocuğu, belki de Hitler faşizminin SS kıtalarından daha tehlikeli bir biçimde, toplumun başına bela açmış faşist bir güruhtur. Cumhuriyet'in kuruluş kadrolarını bu şekilde değerlendirmek gerçekçi olacaktır. Bu kadrolar, gerçekten ileriye yönelik tüm hamlelerin frenleyici güçü olduğu gibi, halktan gelebilecek olası tüm ilerici çıkışların da amansız düşmanıdır.
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar yetmiş yıla yakın bir zaman geçmiştir. İnsan ömrü kadar olan bir zamandır bu. Bu dönemde Anadolu halkları, hiçbir zaman görmedikleri kadar baskı ve sömürü görmüşlerdir. Yine halklar, hiçbir devlet kadrosundan çekmediklerini, bu kadroların ellerinden çekmişlerdir. Bunlar kadar azgın halk düşmanı görülmemiştir. Demagojik yapılarıyla; kaba ve ince baskı yöntemleriyle; iliklerine kadar sömüren özellikleriyle bunların, hiçbir zaman benzer örneklerine tanık olunmamıştır. Bugün cumhuriyet, bu yönüyle daha iyi anlaşılmakta; yozluğun, çürümenin tüm belirtilerini göstermektedir.
Bir diktatörün, bir avuç yardakçısının ve en çarpık biçimde sınıflaşmayı yaşayan Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde üreyen bu devlet ve onun yetiştirdiği, biçimlendirdiği demeyeceğiz, biçimsizleştirdiği, hastalıklı ruh haline sahip olan insanlık ucubesi kadrolar; insanlığa felaket getiren ve bir anı olarak belleklerde yer edinen Hitler faşizminden daha tehlikeli bir devlet ve kadrolar olarak, bugüne kadar halklarımızın çektiği acıların kaynağıdırlar. Kuruluşundan günümüze kadar görülmemiş biçimde baskı ve sömürüyü sürdüren bu aygıt, bu temelde Anadolu halklarının ve halkımızın kültürünün, geleneklerinin, kişiliğinin, en doğal haklarının tanınmaz bir duruma getirilmesinin de baş müsebbibidir. Dolayısıyla bu sistemin yürütücüleri olan kadroları yetiştiren sistem de, en tehlikeli sistemlerden birisidir.
Biz 'Kışla Kültürü' adlı çalışmamızla bu sistemin nasıl Kürdistan'a yaydırılmak istenildiğini ortaya koyduk. Bu kadar tehlikeli çıkış temeli, amaçları, oluşum özellikleri bulunan cumhuriyetin Kürdistan'daki eğitim kurumları, mevcut sistemi tamamen katliamcı, yok edici temelde Kürdistan'a taşırmayı hedeflemiştir. Bu eğitim kurumları, çağımızın en gerici faşist rejimlerinden daha fazla gerici ve faşist karekteriyle; bütün doğmatik, fanatik kurum ve hareketleri bile geride bırakan özellikleriyle; tarihte eşine az rastlanan bir asimilasyoncu yok ediş çabasıyla; halkın başına nasıl musallat olduğunu, Kürdistan'da ele geçirdiği her şeye nasıl kendi damgasını vurduğunu, insanların yüreklerini dahi nasıl kendileri için olmaktan çıkarttığını biliyoruz. Yine bu eğitim kurumları yüzde yüz vatan düşmanı, halk düşmanı, halka metelik kadar değer vermeyen; toprağından en onursuzca kopan; vatanına yönelmeyi bir kabus gibi gören; basit bir maaş uğruna, rahatlıkla bir özgürlüğü satacak kadar aşağılaşan; güncel yaşamı, bir saati, bir anı kurtarmak adına bütün insanlığı satacak kadar düşkünleşen; tiplerin üretildiği kurumlardır.
Gerçekten de tarih ne kadar incelenirse incelensin; çağdaş öğretim ve eğitim sistemi bakımından neresinden ele alınırsa alınsın, görülecektir ki, bu kurumlarda her şey ters yüz edilmiştir. Burada eğitimin değil, eğitimsizliğin; aydınlamanın değil, karanlığın; şekillendirmenin değil, şekilsizleştirmenin alası yaşatılır. Hiçbir zaman ve hiçbir halkın gerçeğinde bu kadar öze ters düşürülmüş bir sistemden bahsedilemez.
Bizler bu sistemin içinden geçtik, bu sistemin zehirinden içtik. Burada aşılandık. Sözümona şekillendik. Bu bizi güçlendirdi mi? Hayır! Bu sistemin etkilerinden kurtuluşun dahi yılların savaşımıyla mümkün olduğunu belirttik. Biz büyük bir kararlılıkla bütün duyguların, düşüncelerin tahribatına karşı direndik. Çok mütevazi de görülse, kendi ölçülerimiz içinde bunun ne kadar büyük bir uğraş gerektirdiğini ortaya koyarak, Partimizin doğuşunun mümkün olduğunu gösterdik. Partimizin doğuşu bu anlamda Kürdistan'da cumhuriyetin büyük karanlık ve yıkım ocaklarına karşı alternatifinin yaratılması olayıdır.
Çoğunuz halen yaygın bir biçimde, cumhuriyetin eğitim sistemi içine alınmayı bir ilerleme etkeni ve kurtuluş çaresi olarak görüyorsunuz. Günümüzde 12 eylül rejimi sömürgeciliğin yürüme şansını, en çok eğitim sisteminin derinleştirilmesinde görmektedir. Başta üniversiteler olmak üzere, bütün okullarda 'milli birlik, bütünlük' dersleri, bütün derslerin önüne geçmiştir. Yani yabancılaşmayı daha çok derinleştirmek; ülke ve özgürlük kavramlarını ağza alınamayacak bir biçimde yok etmek; bunun yerine, etkisi altına aldıklarından en tehlikeli tipleri yetiştirmek için görülmemiş yatırımlar yaparak yeni okullar açmakta ve bu okullara, bütün cumhuriyetin tarih, din, devlet vb. konulardaki uzman ideolog adamlarını yaygınca yollayıp, çalıştırarak, böylece kafalar ve ruhlar üzerinde egemenliğini tam kurup sürdürmeyi hedeflemekte. Geliştirilen bu sözde eğitim ve öğretimde, bir yandan dinsel doğmalardan medet ummaktan tutalım, diğer yandan ezici bir biçimde okullarda her gün 'ne mutlu Türküm diyene' sloganı attırmaya kadar, her türlü Kemalizm şakşakçılığı, sabah akşam, zihinler alıklaştırılıncaya kadar öğretilir.
Bu sistemden geçmeyen aile çocukları kalmadığına göre, ortada süzgeçten geçirilmemiş; asimilasyon ve boyun eğdirmenin her biçiminden nasibini almamış bir kişi kalmamış gibidir. Bu gerçek bir boyun eğdirtme yöntemidir. Bu gerçek bir özel savaştır. Burada özel savaş, en tehlikeli uygulamalarından birini bulmuştur. 12 Eylül'ün halka dayattığı savaşın en tehlikeli bir biçimi, eğitim sistemini bir özel savaş sistemi haline getirilmesinde aranmalıdır. Gençliği devrimden ve devrimin etkisinden uzaklaştırmak için, gençliğin önüne onu bitirecek kurumları ve bu kurumların eğiticilerini koydu. Dinle oynayabileceklerin önüne din kurumlarını koydu. Devrimci güce karşı görülmemiş bir şartlanmayı, bir karşıeğitimi yürüttü. Yoğun ideolojik eğitimle, bir taraftan tüm toplum üzerinde "Devrim bir öcüdür, yaklaşırsanız yok olursunuz" biçiminde bir dayatma geliştirilirken, diğer yandan ise Kemalizm, onun otoritesi, onun ahlakı, onun öğretisi dayatıldı. Yükselmek mi istiyorsun, iş mi bulmak istiyorsun, adam mı olmak istiyorsun; her şey bu temel ilkenin kabul derecesine göredir. Ve görülmemiş ekonomik yoksullukla, bu ideolojik etkilenme birleştirilince, toplumun adeta yıkılması gerçeklileştirilmeye çalışıldı; önemli oranda gerçekleştirildi.
Karşıdevrimin eğitim sistemi bu denli tehlikeli bir rolü, işlevi yerine getirmiştir. Eğer bugün halkımız kendisini örgütlemeyecek kadar alıklaştırılmış ve çıkarlarının uzağına düşürülmüşse, bunun nedenleri, yüzyılların imparatorluğu Osmanlının eğitim sistemine eklemlenen, cumhuriyetin şeytani, hileli, pasifikasyoncu, son derece yabancılaştırıcı, karanlıktan da öteye bitirici ve yok edici işlevinde aranmalıdır. Onun eğitim sisteminin katliamcı sisteminde aranmalıdır. Bu kadar kolay boyun eğme, hem de görülmemiş baskı ve sömürü ortamına boyun eğme, ancak böyle bir eğitim sistemiyle mümkündür. Başka hiçbir şeyle, sağlanmamıştır. Hatta bu kılıçla bile sağlanmamıştır. Daha çok böylesine bir ideolojik, etkilenmeyle sağlanmıştır. Kılıç bunun için temel atmıştır. Bu yüzde yüz değilse bile yüzde doksan beş, zihin ve duygular üzerinde yürütülen yabancılaştırma; kendi özünden katmerli bir biçimde uzaklaştırma temelindeki bu eğitimle olmuştur.
Eğer bugün insanlarımız kendisine düşmanlık yaptığı oranda, kendi düşmanını yaşıyorsa; düşmanına yakınlaştığı oranda ilerlemenin mümkün olduğunu kendini inandırır hale gelmişse; bunu bir kişisel politika olarak iliklerine kadar yaşıyorsa; işi, parayı, gücü, etkinliği, güvenliği, rahatı, sağlığı her şeyi, kendisine düşman olanda görüyorsa; kendini inkar etme ve düşmanını yaşama noktasına gelmişse; bunda eğitimin ciddi bir rolü vardır. Belki de dünyada hiçbir yerde görülmemiş düzeyde, cumhuriyetin geliştirdiği bu eğitim sistemi, gerici ve hatta faşist bir işlev görmüştür. Bu sistemin eleğinden geçmek demek, kendini en geri, en savunmasız, işlevsiz ve örgütsüz bir ortamın içinde yaşatmak anlamına gelir.
Partimiz, esas itibariyle ve tamı tamamına bu eğitim sisteminden öncelikle kuşku duyma, bunu büyük bir eleştiriye tabi tutma, tehlikeli ve insanlık dışı yönünü açığa çıkartıp teşhir etme; onun eritici, yok edici özelliklerine karşı savunma gereğini duyma temelinde ortaya çıkmıştır. PKK'nin ideolojik gelişiminin temelinde, kesinlikle cumhuriyetin eğitim kurumlarının, şüpheci bir tarzda ele alınmasının ciddi bir yeri vardır. Bazı doğruların yanında, bu şüpheci yaklaşım sayesinde, bu eğitimin, esas itibarıyla istisnasız herkesi götürmek istediği yerin karanlık olduğu; kendi gerçekliğinden, kimliğinden kopuşu dayattığı; bunun yerine kendisinin ne idüğü belirsiz ve tam anlaşılmayan çıkarlarına sonuna kadar tabi olmanın yaşatılmak istendiği görülmüş ve görmeyle birlikte bunu red temelinde PKK ideolojisi geliştirilmiştir. Onun gelişimi böyle olmuştur.
Çok iyi biliyoruz ki, PKK Kürdistan halkının gerçek bir okuludur. Her türlü ulusal ve toplumsal bilincini kazandığı, örgütlenmesini ve savaşmasını öğrendiği bir okuldur. Çıkışı, cumhuriyetin bu en tehlikeli amaçlarına temelden karşı olma; cumhuriyetin en temel ilkesi olan kemalizme ve onun şöven ulusçuluğuna karşı, Kürdistan yurtseverliğine yönelme; halk düşmanı yönüne karşı, emekçilerin çıkarlarını ve sosyalizmi esas alma tarzındadır. Bu, halkların birbirilerine düşürülmesine ve ayrılıkçılığa karşı, eşit ve özgür temellerde birliğini, yani enternasyonalizmi esas almadır. Bu temel ilkeleriyle cumhuriyetin özüne ve biçimlenişine gittikçe her düzeyde karşı çıkmadır. Bunu öncelikle büyük bir ideolojik arınmayla başlatma, Türk milliyetçiliğine ve onun daha inceltilmiş biçimi olan sosyalşövenlere karşı ideolojik savaşımla geliştirmedir. Ve giderek Kürdistan'da işbirlikçi ideolojiye ve onun görülmemiş ulusal inkarcı tutumlarına karşı olduğu gibi, bunun inceltilmiş biçimi olan yerel kabilesel ve aşiretsel sahte milliyetçiliğe karşı da bu ideolojik mücadeleyi yürütmedir. Buradan temel siyasi doğrultuya; halkın temel çıkarlarına, politikasına ve kurtuluş iradesine kavuşma ve bunu sıcak bir savaşımla birlikte yapmadır.
İşte görülüyor ki, Partimiz bu temel gelişim özellikleriyle cumhuriyetin zıddı; onun görülmemiş gericiliğine ve karanlığına karşı, bir ilericilik ve aydınlık hareketidir. Sömürgeciliğin, insanı insanlıktan çıkaran, yok edici, bitirici ve çürütücü eğitimine karşı; insanı son derece güçlendiren, ilerleten, aydınlatan eğitime saygıdır. Bu anlamda Partimiz halkın gerçek bir okuludur. Yine bu anlamda Partimiz, halkın kendi özgücüne dayanarak, ideolojik ve siyasal büyümesini ilk defa geliştirip sistemleştirdiği bir okul olma şerefine sahiptir. Yüzyıllardan beri halk arasından çıkan, ama belirir belirmez kolayca eğemenlere alet olan değerlerini; kendi öz çıkarları temelinde yoğunca eğiten, örgütlendiren ve savaştıran bir okuldur. Yine ilk defa halkın tarihini, güncel ekonomik, kültürel ve siyasal yaşamını somut değerlendiren; ondan çıkartılan sonuçları halkın kurtuluş örgütünü ve eylemini yaratmada kullanan; halkın önde gelen bütün gençlerini bu temelde eğiten; böylelikle halktan aldıklarını daha da güçlendirerek halka veren; son derece zayıf, düşkün birisiyken, yüksek devrimci ruhla ve bilinçle donatarak halkın çıkarlarının sağlam bir sözcüsü ve savaşçısı olmayı başartan bir okul olma özelliğindedir.
Başlangıçtan itibaren böyle anlaşılması gereken Partimizin, somut olarak bu zeminde sistemli bir okul haline gelmesi anlamlıdır. Her ne kadar sınırlı olanaklarla ve sınırlı sürelerle eğitimimizi yürütsek de, gelinen aşamada, ilkelerden ne anlaşılması gerektiğini çok iyi bilenleriz. Öğretimin ulaşmak istediği hedefler konusunda duyarlı davranabilen insan, tarihi anlamda yerine getireceği görevler açısından kendisine sağlanan eğitimin önem ve anlamının büyük olduğunu görecektir. Elbette eğer, üzerinde ısrarla durulur ve yetkinleştirilirse bu böyledir. Yaratıcı bir ruhla eğitimi alırsak ve bunu bilgiden de öteye kişiliğimizin oluşmasında hayati bir devre olarak değerlendirirsek, şüphesiz muazzam güçleneceğimiz açıktır. Bu sahayı, sömürgecilerin ideolojik şartlandırma ocakları olan eğitim kurumlarının etkilerinin tamamen silindiği; kişilik üzerindeki büyük baskının kalktığı; böylelikle özgürleşmek ve güçlenmek için büyük bir gelişme imkanının ortaya çıktığı bir okul olarak değerlendirmek gerekir. Böylesine bir sistemi oluşturmak için yıllardır çalışmamız; bağımsızlık ve özgürlük doğrultusunda bir okul geliştirmeye çalışmamız; Kürdistan halkının ilerici insanlığa katılmasında ve kendi öz kurtuluşunu gerçekleştirmesinde bu okulun hayati bir rol oynayacağını bilmemizden ötürüdür. Her şeyden daha çok bu ilkeleri gerçekleştirecek sağlam adamlara ulaşmanın bu okullardaki eğitimle yakından bağlantılı olduğunu bilmemizden ötürüdür. Bu nedenle biz, başlangıçtaki sınırlı eğitim faaliyetlerimizden, gittikçe daha kapsamlı, nicelik olarak daha büyük ve süre olarak daha uzun bir gelişmeyi yaratmakla önemli bir aşamayı sağladığımıza inanıyoruz. Bu devremizden önceki bir çok devreden yetişenlerin, Partimizin amaç, hedef ve ilkeleri doğrultusunda, ulusal kurtuluşçu çizgide kahramanca direndiklerini ve sonuna kadar savaştıklarını görüyoruz. Bu nedir? Bu, bağımsız ve özgür kişiliğin kanıtlanmasıdır. Bu, burada muhteva olarak verilen ideolojik-politik ve askeri eğitimin, çok zayıf kişilikleri bile kahramanca bir eyleme itecek kadar güçlü olduğunun ispatlanmasıdır. Bu, şimdiye kadar hiçbir zaman sahip olmadığımız aydınlanma ve örgütlenme kapasitesine, bu okul sayesinde ulaşmaya başladığımızı gösterir.
Okul sisteminin özü ve biçimlenişine sınırlı da olsa ulaşılmıştır. Eğer biz, günümüzde bir kurum olarak bunu gerçekleştirebilmiş ve bu seviyeye getirebilmişsek; görevimiz, artık bunu ülkede açılan kurtuluş üslerimizde daha yaygın bir sisteme dönüştürmektir. Şimdi, artık bu sistemi, olduğu gibi, düşmanın kolay kolay nüfuz edemeyeceği yeraltı üslerimizden tutalım, kentler ve köylerimizdeki gizli yeraltı sığınaklarımıza kadar her yere taşırma; burada onlarca, hatta yüzlerce kişiyi kısa ve uzun devreler halinde eğitime ve böylelikle devrim ordusunu oluşturma görevimiz vardır. Ve bu görev, ülke somutunda sınırlı bir gerçekleştirilmeye ulaştığında göreceğiz ki, bu durumun karşısında hiçbir düşman gücü dayanamaz. Yine göreceğiz ki, halkın kendi temel öz eğitim kurumlarında sınırlı bir eğitimi gerçekleştiğinde bile onun ne denli yeteneklere sahip olduğunu, örgütlendiğinde ne yaman hale geldiğini, baş edilmez sanılan düşmanın nasıl çürük ve kağıttan kaplan olduğunu açığa çıkacaktır.
O halde biz, düşmanın güçlülüğünü ve zorluklarımızın çokluğunu konuşmaktan ziyade, halkımızı bu temel eğitim ve öğretim kurumları içinde birleştirelim; bu konudaki görevlerimizi yerine getirelim; o zaman güçlü olan ve kolay olanın ne olduğunu görelim ve söyleyelim. Bu konudaki görevlerimizi yerine getirmeden sıradan eğitim ve örgütlenme görevlerimizi başarmadan, ne düşman hakkında hüküm biçelim, ne de zorluklarımız hakkında boş laf edelim. Herkes bugün bu görevleri yapacak güçtedir. Şimdi bu kurumda küçümsenemeyecek kadar arkadaş bulunuyor. Eğer bu devreden çıkan her birimiz kendimizi yoğunlaştırırsak, bu okuldaki kadar başarılı eğitim veren kurumların kuruluşlarına öncülük edebiliriz. Bunların çoğunu yönetebiliriz ve yüzlerce devrimciyi çıkarabiliriz. Bizde bu kanıtlanmıştır. Kanıtlanan gerçeğin benzerlerinin daha da güçlü bir biçimde halkımızın saflarında oluşturabiliriz. Bu görevlerimizi başardığımızda göreceğiz ki, gerçekten halkımız bağrında büyük bir yetenekler taşımaktadır. Ülkemiz muazzam bir okul sistemine olanak verecek düzeyde elverişlidir.
O çok güçlü görünen; daha düne kadar bir öcü gibi karşımızda dikilen ve tabu gibi üzerimizde etkisini sürdüren düşman kuruluşlarının, gerçekte en kof kuruluşlar olduğunu o zaman göreceğiz. Özellikle de onun Kürdistan'daki kuruluşlarının çoğunun, bir tekme ile devrilecek kadar kof olduğunu göreceğiz. Orada üretilenin, eğitilenin ve şekillendirilenin ne kadar yaramaz, tehlikeli ve derhal tasfiye edilmesi gerektiğini göreceğiz. Bununla birlikte yine öz çıkarlar temelinde sınırlı da olsa sağlanan bir halk eğitim seferberliğinin ve hareketliliğinin neye kadir olduğunu; bir yürüyüşe geçildiğinde neleri, nasıl silip süpüreceğini ve kendisi için neleri, nasıl yaratacağını açıkça göreceğiz. O halde, bu soylu görevleri gerçekleştirmek için, burada alınan eğitimin özüne sadık bir biçimde bunu yaygınlaştırmak ve milyonlara maletmek için elden gelen vazgeçilmez bir görev olarak yerine getirilmelidir. Sizler bu temelde önemli bir şansa kavuşmuş durumdasınız. Eğitime bu bakış açısıyla yaklaşacaksınız. Yüksek bir sorumuluk duygusuyla ister ülke içinde, ister dışında her çalışmayı rahatlıkla başarabilecek durumdasınız. Yeterki halkın, Partinin bu önemli ihtiyaçlarına gelişen bir görev ve disiplin anlayışıyla yaklaşın. Gerisi kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Zaten zorluklar çekilmiştir, Partimizin sınırlı olanaklarından en çok istifade edilmiştir. Bunun temelinde de şehitlerin kanı vardır. Onlara layık olmanın nasıl vazgeçilmez bir borç olduğunu bilerek görevlere dört elle sarılacak ve bunu başaracaksınız.
Reber APO
Ekim 1988
- Ayrıntılar
Bir devrim kadrosu olarak yoğunlaşma sorunlarınız bütün ağırlığıyla devam ediyor ve çözüm sınırlı bir gelişmeyi yakalıyor. Düşman karşısındaki duruşunuz, ağır darbelerle sendeleyişiniz ve hatta bunun farkında bile olmayışınız yaşam karşısındaki gerçekliğinizi de ifade ediyor. Gerek ideolojiye, gerek devrimci pratiğin kendisine karşı ilgi zayıflığından tutalım, çok tehlikeli, yanlış, yetmez yaklaşımları sergilemeniz yenilmiş kişiliğin diğer bir ifadesidir. Bunu öyle kendiliğindenlikle, normal toplumsal gelişmenin bir ifadesi olarak sanmak mümkün değildir.
Sizin geriliklerinize karşı yürüttüğümüz savaşla, direkt düşmana karşı yürütülen savaş neredeyse tam üst üste bindi. Sizin dayattığınız savaş aslında düşmanın dayattığından daha tehlikeli, ayırt edilmesi, ayrıştırılması, aşılması çok daha büyük bir çabayı gerektirir. Sözümona devrimin kadroları olması gereken sizlerin kişiliği, düşmanın bilinçli ajan oluşturmasından da daha tehlikeli ve düşmanın da bunu farkederek bir politika içine girmesi sözkonusudur.
Bunu aşma iradenizin kendini fazla göstermemekle beraber, kendi kendine öfkeli veya gelişmeyi dayatan Parti ölçülerine bir nevi karşı intikamla yönelmesi de çoğunlukla yaşanıyor. Ne kadar geri yanlarınıza vurulsa o kadar karşı tepki geliştiriyorsunuz. Zayıflıklarınıza basmamızı hakaret gibi görüyorsunuz veya altında ezilip gitme biçiminde yaklaşım da gösteriyorsunuz. Bu da tabi devrimin temel öncülük, kurumlaşma, uygun adımlarla pratikleşmeyi boşa çıkarıyor. Size dayatılan başarma zorunluluğun kabul görülmesi şurda kalsın çok çeşitli tepkilerle sürekli önlenmeye çalışılıyor. Dayandığınız en büyük silah; “benden bu kadar, kötürüm olmuşum, gücüm yetmez, kafam almıyor, iradem paramparça, yaratamıyorum, çoktan işim bitmiş” gibi geleneksel toplumun düşman tarafından ezilişinin yansıtılması oluyor. En büyük silahınız çaresizlik silahıdır. Elinizden gelen çok içeriksiz, etkileyici amaca fazla yer vermeme. Bunu parçalamak istedik, fakat hani bir mermer taşi kadar saglamliga biraz sahip olmadiginiz için adeta dökülmedik bir tarafınız kalmıyor. Böyle toprak çıkıyor, kof çıkıyor. Çok çeşitli yönleriyle gerçekleri ne kadar yansıtmaya çalışıyorsak, anlam yoksunluğu ve anlama da olsa yüzgeri olma gibi refleksle karşılaşıyoruz. Artık burada iyi niyet, şu çaba bu çaba önemli olmuyor. Devrimler öyle birşeydir ki ya başarı çizgisinde amansız yürürsün, ya yerle bir olursun. Normal, vasat bir yürüyüş tarzı devrimde en kötü kaybediş tarzıdır. Tamamen sizin duruşunuza denk düşüyor. Nasıl ki bizim yaşam halkımızın başına bela olmuşsa, sizin de başınıza bu anlamda devrimcilik bela olmuş.
Devrimci yaşam diye hareket etme, parantez içinde devrim, kişilikte başlarken bile şiddetli bir hesaplaşmayla başlar. Büyük hesaplaşmayı kendinde yapmayanlar, belki devrimci saflarda olurlar ama devrimin yürüyüşcüsü olamazlar. Devrimde savaşabilirler de, ama çözemezler; devrimci gibi yaşar gözükürler, ama aslında devrimci tarzda yaşayamazlar. Devrimci eğitimi bile nasıl ele aldığınız meçhuldür, karışıklıklarla doludur. Ne kadar ciddi olduğunuz, gerçekten devrimci olmak isteyip istemediğiniz belli değildir. Eski yaşama göre bu yaşam hoşunuza gidiyor veya hoşunuza gittiği kadar 'ben varım' diyorsunuz. Tamamen heveslerle kendinizi fazla sağlam temeli olmayan hislerle bazı düşüncelerle idare ediyorsunuz.
Bugünler hatta yüzyılın sonları ısrarla “devrimler artık gereksizdir” veya emperyalizme göre; “herşey kontrol altındadır, istediğimiz gibi degişiklikler olabilir, özgürlük de istediğimiz gibi olur, kişi haklari da, ulusal sorunlar da, biz nasıl istersek öyle halledilir”. Bu görüşe göre eğer sözkonusu bizim halk gerçekliğimiz ise adımız bile geçmez. Belki bazı halklar için bazı kişiler için bir takım düzenlemeler olabilir ama bizim için bu görüşün içinde yer almak bile sözkonusu değildir. Tabi bunu size söyletmek, düzeltmek önemlidir. Daha kendinizi asgari düzeyde bireysel cahilliğinizle hesaplaşmayı, yaşamı çıplak düşmana karşı nasıl götüreceğinizi bile aslında kararlaştırmış değilsiniz. Bırak emperyalizme karşı olmak, siz aslında kendi içinizdeki basit geriliklere bile karşı olamıyorsunuz.
Bu anlamda bir kurtuluş kadrosundan ziyade tamamen kurtarılmayı bekleyen bir hasta konumunu arz ediyorsunuz. Bütün hal ve hareketlerinize baktığımızda, “Parti veya devrim beni ne zaman kurtaracak” gibi bir havadasınız. Bu da tabi devrimcinin tanımına ters düşüyor. Devrimci kurtarıcıdır. Baktıkça dediğim gibi yani çoğu kendinin kurtuluşunu bekliyor. Halkı da unutmuşlar, bu anlayış çoğaldı, kendini inanılmaz ölçüde önümüze koydu. Yani, “Parti önce beni kurtarsın, kurtuluşu bekleyen halk değil benim”. Nasıl gelişti, bunu neden böyle yaygınlaştırdınız, anlamak gerçekten zor. Zaten bütün devrimlerin başını da bu anlayış yemiştir.
Devrimler genelde yücelme hareketleridir. Bireysel fedakarlığın zirveleştiği, ruhların yüceldiği, bilincin genelleştiği toplumsal durumları ifade ederler ve bu devletleşmeye kadar gidebilir. Ben sizin devrimcilik anlayışınızı biraz anlamaya çalıştığımda, böyle bırakalım genelde bir yüceleşmeyi, “nedir bu başıma gelen” gibi bir hava içinde kalıyorsunuz. Tabi bunun altında vurguladığım gibi düzen çok örgütlenmiş, çok sığ bir yaşamı dayatmış veya kendi toplumsal gerçekliğimizde de bütün yaşam yollarını tıkamış, herşeye razı edilecek bir yaklaşımı geçerli kılmış. Daha da ötesi sizi yedi yaşından itibaren objektif bir düzen kişiliği, ajanı gibi yetiştirmiş. Bir yerden değil birkaç yerden çarpıtmış. Sağı-solu belli olmayan, kendini neye verip vermediği anlaşılmayan, karmaşık duygular, sağlam olmayan düşünceler, her attığı adımdan bir hata çıkaran, bol bol ağlayan, sızlayan, yaşama derinlikli bir yaklaşma gücü bile olmayan, bırakalım onu değiştirmeyi, dönüştürmeyi, varolan içindeki tehlikeyi, ölümü bile anlayamayan kişilik ağlamaktan başka ne yapar?
Ağlamak şu: Yani sizin gösterdiğiniz bu tepkiler, gülüşler bile bana göre bir nevi ağlamaktır. Hem olup biteni anlamamak, buna göre bir tavır geliştirememekte bir ağlamaktır. Bütün bunların aşılması kişinin kendini gerçekten mükemmel örgütlemesine bağlıdır. Tam bir bireysel insiyatifin patlaması gerekiyor. Bunun yerine sizin bireycilik dediğiniz şey daha farklı. Açık söylemeliyim ki kapitalist anlamda bir bireycilik sizin bireyciliğinizden çok ileride. Kapitalist bireycilik bazen ilerleticidir. Sizde o da yok. Sanırım içinizde devrimcilikle uğraşmak isteyen bazı arkadaşlar olabilir. Öyle cüretli arkadaşlar belki çıkabilir içinizde, ama şimdiye kadar pek başarılı örneklerini göremedik. Bana böyle o köylülerin kulaklarını sağır eden boş laflamaları gibi geliyor. Devrimci ortamımızdaki diyalog işte “laf et, boşluğu doldur” kabilinden. Çok köklü çare düşünüp ona göre ortamı canlandırma, işte ona göre ortamı ordulaştırma, savaştırma, tabi başarı oranını yükseltmek gibi bir hava içine giren, kendini bundan böyle sorumlu gören tipler çıkmıyor ortamımızda. Yaygın bir kesim ise tam bir farfaracı, yani “Parti beni idare etsin” havasından başka herhangi birşey arzetmiyor.
Toplumda belki sekiz, on saat çalışırdı, güzel bir çabası, işi getirebilirdi. Bazılarının içimizde tembelleşmesi de var. Genel emeğe, genel birikime kendini dayatarak bireysel yaşatmayı muazzam alışkanlık haline getiren az değil. Bu da daha tehlikeli bir yaklaşım biçimidir. Çünkü bilindiği gibi Parti genel emeğin yoğunlaşmış biçimidir. Milyonların çabalarının bileşkesi, şehitlerin mirası, devrimci faaliyetlerimizin bir birikimidir. Şimdi adam geliyor bunun içine bakıyor ki düzene göre muazzam bir fırsat. Bir gün de yaşasa ona göre değiyor herşeye. Dolayısıyla kendini dağıtıyor. “Ne olursa olsun” diyor “ben herşeye razıyım, ölsem de razıyım, bir gün yaşasam da razıyım”. Sanırım son dönem kadro yığınlaşması böyle bir anlayışın sonucu kendini böyle yoğunca dayattı. Onların vicdan ölçülerine göre ölse de yaşasa da çok iyi. Vicdanı diyor ki “namusu da kurtardım, vurdum da düşmanı, intikamı da aldım, yeter”. İçten içe vicdanı bu. Doğrusu vicdansızlığı o.
Şunu da önemle vurgulamalıyım ki sizin öyle derin vicdani ve temel değerler karşısında ciddi bir duygulanmanız da yok. Ben sizin duygularınızdan nefret ediyorum. Son dönemlerde duygu derinliğinin olmadığını görüyorum. Dağlar kadar duygulanacak değerleri ortaya çıkarmamıza rağmen, bazıları bana süper namussuz gibi geliyor. Öyle basit, çocukça oynayan, öyle fazla değerlerden yararlanmasını bile bilmiyor. Bu kişiliklerden bizim memnun olmamız mümkün değil. Taktik duyguları bile gelişmiyor. Olup bitenin çok kıymetli bir değeri olacaksa onu bile görmemezlikten geliyor. Hatta kurnazca onun üstüne biniyor. Böyle birçok ilginç, kurnazca yaklaşımlar var. Dediğim gibi bir yürek yok. Böyle ciddi bir düşünce ihtiyacı da duymuyor. Laflarla öğrenmiş bazı şeyler idare et gitsin. Disiplinden anladığı böyle sert bir gözetim. Belki o zaman kendine gelebilir. Tabi bizim koşullarımızda da bu mümkün değil ve doğru da değil.
Bizim disiplin anlayışımız gönüllülüktür, içtendir. Tabi başka halklarda yüzyılların entellektüel, sanatsal, çok çeşitli toplumsal hareketleriyle sağlanan gelişmeyi düşmanın yaklaşımlarından dolayı bizim tamamen devrimci hareketin kendisi içinde sağlamadaki zorunluluğumuz veya bizim diğer toplumsal gerçekliklerden çok farklı bir toplumsal düzeyi yaşamamız, bunun altındaki objektif nedendir veya bizim devrimimiz de bunu gözönüne getiriyor. Yani yüzyılların işini, hem sanatın, bilmem her tür siyasal, toplumsal gelişme düzeylerinin bizde normal olmayışı devrimci yöntemlerle hepsini kestirmemizi istiyor. Şimdi normal toplumsal gelişmeyi bile anlamadıktan sonra devrimsel düzenlemeleri nasıl anlayacaksınız? Bu sizi şaşkınlığa itiyor. Ben bunu çözmek için kendimi ortaya koymuştum. Kendi yaşam tarzımı çok çarpıcı ortaya koydum anlarsınız diye. Belki biraz anlıyorsunuz ama tabi ona göre yapılanmanız çok zor.
Bizim kırk yılda yaptığımızı sizin kalkıpta bütün desteklerimize rağmen aslında çok büyük bir kolaylık, çok büyük bir imkan varken, kurumuş kişilikleriniz, çok çeşitli tepkilerinizle “ben olamam, gelemem” diyor veya “şurası bana yarar, burası bana yarar, ona göre olurum” diyorsunuz. Tanınmazlık bu. Aslında biz yaşamın dikkat edilirse hemen herşeyinden kopartılmışız. Toprağından, özgürlüğünden, kişisel sağlığından, eğitiminden, kültüründen, tarihinden, geleceğinden, gününden kopartılmışız ki bunun düşüncesi bile oluşamıyor sizde. Neden yoksul bırakıldığınızı ve kim tarafından yoksun kılındığınızı düşüncede tam kavramak mümkün değil. Lafta genel bazı doğrularla ancak oluyor ama yürekten bunu bir doktrin, katı ideolojik hat haline getirmeniz nerede?
Aslında devrimimizin incelikleri var, avantajları var, zorlukları da var, uğraşılmaya çok değer bir konu. Bunun bütün verilerini biz size sunduk ama dediğim gibi gerçeklik üzerinde yoğunlaşmayı çeşitli nedenlerle savsakladığınız için, güç getiremediğiniz için bu olağanüstü çaba ve onun her tür yaratıcı geliştiriciliği bizde tek yoldur, bu yönlerine bir türlü akıl erdiremiyorsunuz. Ben yine kendimi hep gözönüne getiriyorum, 'neden bu kadar hareketli olabildim?' diyorum, çünkü başka tür özgür yaşama adımlar atılamaz. Doğru bir heyecanı, sevgisi, coşkusu olmayan bir yaşam, hatta daha da kötüsü bırakalım yaşamı da, düşmanın tamamen ruhsuzlaştırdığı, hep ihanete, inkara koşturduğu bir yaşam olur. En üste yükseltseler bile seni, daha da alçaklaşırsın. Yani yükseltmesinin kendisi bir süper alçalmadır.
Düşünelim yani, çoğunuz yaşamı halen düşmanın sınırlarında yükselme gibi anlıyor. Para öyle, kültür, siyaset, hatta düşünürsen herşeyde öyle. O da elinize geçmiyor. O zaman herşeyi boşver, bomboştur. Devrimi bir yöntem olarak önünüze koyduğumuzda en az anladığınız kendinizi kattığınız gibi ilkel böyle tepkilerle vuruşma. Tabi bu fazla sonuç vermez. Bu temelde bazı sonuçları kabul etmenizi emirle değil, dayatmayla değil, parti çok istiyor diye de değil, kendi iç dünyanızda bir alt-üst oluşu, bir hesaplaşmayı, 'ben ne olacağım, ne yapacağım, gerçekten birşeylere değecekmiyim, benim gerçekten bir yaşam şansım var mı, ben gerçekten neyi yaşıyorum, amaçlı mı, ne amacım var, nasıl, hangi yürüyüşle?' gibi bazı soruları sizde yaratmak istiyoruz. Bu konuda da sizde fazla tepki yok. En iyi tepkiniz “boşver, böyle gelmiş böyle gider”. Tabi bu yaklaşım sizin cüceliğinizin tipik ifadesidir. Böyle yapan adam büyümez. Dağlar kadar imkanı önlerine koy nasıl bakacağını bile kestiremez. Kurgusu böyle olan kişilik. Ama varsa bir canlılığınız, yaşam iddianız, bazı soruları mutlaka kendinize sormanız lazım. Bizim aldığımız tedbirler de bu. Benim yapabileceğim en ince iş bu. Başka birşey yok. Bazı soruları size sordurtacağım. Yani böyle boş boş bakan, herşeyi birbirine karıştıran kişilik yerine hiç olmazsa bazı köklü soruları size hissettireceğiz.
Yaşam sizin sandığınız gibi değil, benim sorduğum sorular temelinde gelişebilir. Hiç kendinizi kandırmayın, hiç yüzeysel geçiştirmeyelim de. Siz kaybettirilmiş, bütünüyle lanetlenmiş, nereye bakarsam tam temel zemininden kaydırılmış yaşama ilişkin bazı soruları kendinize soracaksınız. “Ben tanrıya bağlıyım, ben bilmem partiye, Önderliğe bağlıyım” diyeceksiniz. Yeter! Bunu demekle bu soruları cevaplandıramazsınız. Hatta soruları bile kendinize soramazsınız. Bırakalım cevapları, çözümlü yaşamı ne yapalım gerçek bu.
Şunu ben boşuna vurgulamadım. Ben yaşama gözümü ilk açtığımda, daha okul okumadan, daha dünyayla tanışmadan durumun felaketini anlamıştım. Doğal insanın istemine cevap vermeyen bir dünyayla karşı karşıyaydım. Sizi büyütmüşler, sözümona adam etmişler ve yaşa diyor. Sonra da bir bakıyorsun yaşanacak birşey yok. İşte bu sizin kişiliğinizin bütün düzeylerini gösteriyor. İşte zavallı, düşünemez, örgütlenemez, savaşamaz, adım atar vurulur, yenilir, saygısızdır, çirkindir. Çoğunuzun gerçeği bu, başka birşey elinizden gelmiyor. Kürt tarihine bakın hepsi ahvahlarla doludur. En yiğidi bile beklenmedik tarzda vurulmuştur. Hiçbirisinin yüreklice, “işte ben de başardım, bu dünyada bir gelişmeye yolaçtım” diyeni var mı? Siz onların çok daha gerisindeki bir durumu arz ediyorsunuz. Bütün bunlar size acaba soru sordurtacak mı?
'Nasıl yaşayacaksınız, nerede, kimlerle' desem, örgütle mi, savaşla mı yaşayacaksınız? Habire gönderdik işte. En benim diyen komutan adamın etrafında geliştirdiği, bizi boğacak sorunları arttırmak. Daha doğrusu bunalımı geliştirmek. Bir çare, bir yol açma gücü olma şurda kalsın bastırıyor, yontuyor, sonuç nereye gidecek kendisi bile izah edemiyor, ama işte günü kurtardıysa yeter. Elinden fazla birşey gelmiyor. Elinden birşey gelebilmesi için anlayabilmesi, iradelenmesi, sorgulaması gerekiyor. Ona da yanaşmıyor.
Bazı imkanları ben yıllardır ulaştırıyorum. Şimdi bu şuna çok benziyor. Benim babam ve anamın işte “oğlum seni biraz büyüttük, aileyi idare et” Ben, çok tuhaftır o zaman biraz maaşlıydım, ama maaşımı onlara göndermedim. Pek doğru bulmamıştım, böyle bana dayanarak yaşamaları pek doğru değil demiştim. Şimdi düşünüyorum aile için yapmadığımı sizin için yapmışım. Daha değişik ve geniş bir aile olduğu için herhalde yapma gereği duyuyorum. Sanıyorum 'ulaştır bizimkilere, ulaştır dayansınlar, ulaştır işte biraz daha yaşasınlar, ocakları körelmesin' gibi bir zihniyetle sizin için çalışıyorum. Aslında karşıydım ama, ana-babalar belki biraz daha büyük oldukları için onlar kendilerini yaşatırlar, ya siz çocuk gibisiniz, yardım olmasa çil yavrusu gibi gideceğiniz için bu büyük çalışma temposunu gösteriyorum.
Aslında sizin gerçekliğiniz karşısında insanın vicdanı da dayanmıyor. Ne düzen dahilinde, ne savaş ortamındaki yaşam dahilindesiniz, bizim için büyük bir vicdani sorun haline gelmiştir. Bu son müthiş tempoyu sanırım onun için gösterdim, yoksa anlayış olarak karşıyım. Ama o zaman da dediğim gibi çil yavrusu gibi dağıtılıyorsunuz. Kendinizi ayakta tutma haliniz yok. Kuruyacaklar dağda koştur ha koştur.
Sözde devrim sülalesini kurtarmak için. Büyüdükte diyemiyorsunuz. Bazı arkadaşlarımız var 45 yaşını buldular, gerçekten halen bir bebek gibiler. Yani insan çocuklardan umutlu olur, büyürse adam olur diye, 45 yaşındaki adamı ben büyüteyim desem insan kendi kendine alay eder. 45 yaşından sonra adam büyütülür mü? Normal yaş büyümesi 20 sınırındadır. Ondan sonra insanlar genelde durur. Bizimki 45 yaşında, ben şimdi nasıl büyüteceğim?
Sırtüstü bıraksak sizi, 'gidin büyüdünüz' desem, 'kendi kendinizi idare edin' desem, bahaneniz hazır, kaçarsınız. Dört gözle beklediğiniz birşey. İlk aklınıza gelen şeyleri biliyorum. Nasıl ki ailede büyümüş, her an ailenin dışına taşmaya can atıyorsa, sizin durumunuz da ona benziyor ama sonra başınıza gelecek felaket, bu da umurunuzda değil. Kız evden kaçar, bilmem sokağa düşer, oğlan evden kaçar serseri olur. Sonra belki aklı başına gelir ama iş işten geçmiştir. Tabi sizin durum bundan daha tehlikeli. En büyük silahınız ucuz hayallere, olmayacak dualara sığınmak ve amin demek olur. Bu aile yaklaşımı bizi zorluyor. Ne zamana kadar kiminize daha nasıl bakalım, büyümediniz mi? Dayanamaz mısınız, yaşayamaz mısınız? Ulusal aile budur. Yeni özgür temellerde toplumsal aile.
Tüm bunlara dayanarak söylüyorum, acaba bazı çetin soruları sorup ben adam olabilirim diyebilecek misiniz? Bunları söylerken abartmıyorum. Çünkü bu yaşa geldim, bunca çabanın sahibiyim halen böyle kafesleri parçalarcasına hamle yapıyorum. Siz, hazır yerde özgürlük alanlarında kıpırdayamıyorsunuz. Yaptığınız işte kargaşadır. Tabi mesele 'sen şu kadar suçlusun, sen şu kadar öyle değil' demiyoruz, öyle anlamamalısınız. Bu bir sistem meselesi, bir iradelerin sergilenmesi gereken mesele, o gücü gösteremiyorsunuz.
Hatta bazı iyi niyetler geliştirilmiş. İyi niyetlerle, yine ailenin namuslu evlat fedakarlığıyla kendini dağıtması, bitirmesi de söz konusudur. Aile namusu ki, zaten sizin namus anlayışınız bunu geçmiyor: İşte böyle kendini feda eden, üst düzeye çıkarmıyorsunuz. Büyük abiler, ablalar meselesi de beni daraltıyor. En büyüyen de bunu söylüyor, başka birşey söylemiyor: “Ben senin büyük abinim, beni dinle” Şimdi bu komutanların tüm meselesi de böyledir.
Halbuki biz bunlara karşıyız. Düşmanın bile son zamanlardaki iddiasi şu: “Gelin, tamam sizin üzerinize fazla gelmiştik, sizi inkar etmiştik, bazı şeyler düşünüyoruz ama önce büyük hakiminize bağlı olun, onun dediklerini esas alın, size birşeyler vereceğiz. Tamam anladık neye itiraz ettiğinizi ama büyüklerinize, büyük hakiminize öyle isyan edip durmayın. Böyle farklı bir irade dayatmayın.” Düşman cephesindeki politika bu. Diyorlar ki; “bunlar biraz isyan ettiler, tamam onları böyle oyalayabilecek bazı şeyleri önlerine koyalım” Sizi kendi halinize bıraksak düşmanla olası bir kabullenişiniz bunu aşmayacak. Aslında tüm toplumu hemen hemen bu hale getirmiş, birçok örgütü ayarlamış. Benim bazı çabalarım var, şimdi bunu halletmek istiyor. Bunun için aslında birçok tedbiri de almış, sizlerin de çoğunu ayarlamış aslında. Tabi dediğim gibi sorgu mantığım güçlü. Özgür irade, beğeni ölçülerim çok farklıdır. Bu sorun diyelim; sorun yaratan siz değilsiniz. Düşman karşısında kuzu gibisiniz buna eminim. Sizi halletmesi çok basit.
Açık söyleyeyim, biz buna tenezzül etmeyiz. Beğenilerimiz, bizim ölçülerimiz çok farklı, ben bunu büyük bir hakaret olarak görürüm. Sizin tarz yaşam, sizin tarz beğeni, sizin tarz birşeylere ikna olma, sizin tarz savaşma benim için bir küçüklüktür. Bırak değer vermeyi, saygı bile duyulmaz. Bu bizim savaşçılığımızdır. Ben savaşçılıktan zevk alan bir insanım, o tarz yaşam bizim gıdamızdır. Siz de bunun büyük yorgunu demeyelim ama adeta bunun altında ezilip büzülensiniz. Aşk yok, büyük öfkeler yok, dolayısıyla kişilikleriniz ancak ırgatçılık -varolan o eskiden hamalcılık- onun biraz yeni döneme uyarlanmış biçimi.
Abartma da yapmıyorum. Keşke içinizden böyle fırlayanlar olsa, bütün gücümüzle destekleriz. Ama o hava yok. Denedik, çoğuna yetki verdik, yüzüne, gözüne bulaştırdı. Keşke bazı anlamlı, içeriği güçlü istemleri sizde doğurabilsek. Aslında çoğunuz sözümona yaşamak istiyor. “Benim haklarım, ben ne zaman yaşayacağım” gibi bazı hisleriniz var, o da kendini kandırmaktır. Ciddi değerli şeyler istediğinize inanmıyorum. İnansaydım hepsi sizin olsun derdim. Sizin istediğiniz şeyler çok farklı, sigara gibi şeyler, uyuşturucu. Sosyetenin içtiği uyuşturucunun bir anlamı var ama sizin kendinizi uyuşturmanızın da hiçbir özelliği yok. Lafla uyuşturma, basit, incir çekirdeği kabilinden şeylerle kendini uyuşturma. Mesela ben de kendimi uyuşturmuşum. Beni uyuşturan nedir? Beni uyuşturan kesin büyük çabalardır. Mesela her ele aldığım olayda bir müthişlik var, bir çarpıcılık var, şok edici durumlar vardır. Beni de bunlar uyuşturur, ya da uyuşturmaz da hareketlendirir.
Gerçekten nasıl yaşayacağınızı insan hiç kestiremiyor. Serbest bıraksak önce kendini bol bol sere serpe yere atar, derinden bir sigara çekebilir. Canı birşey isterse onu yapar. Canı istemek, demin söylediğim gibi büyük amaçtan kopuk, onu zaten engel gibi görür, yani “çok sıktı” der. Toplumun küçük işleri, avrat işleri, koca işleri belki onlari biraz uğraştırabilir. Zaten aç kalır, herhalde ondan sonra da telaşla bir parça ekmeği kurtarmak için kendini şuraya vurur, buraya vurur. Zaten ömrü fazla kalmamıştır. Ondan sonra yaşayıp yaşamaması hiç önemli değildir.
Biz yaşamın böyle olmaması için o büyük fırtınayı kopardık. Halen fırtına havasında yol alıyoruz. Halen bu halimle bile bir dağlara düşsem, bir halkın içine girsem aynı heyecanla halen devam ediyoruz. Büyük dalgalar halinde yayılma, bir anlamı büyük olan işe yol açmak bizim halen bağlı olduğumuz bir ilkedir, bir hareket tarzıdır. Dünyayı verseler ben bu tarzımla değiştirmem. Yani hem de gönüllü, dikkat ederseniz beni kimse zorlayamaz. Böyle bir dünya acaba sizin için sözkonusu olamaz mı diye düşünüyorum. Çünkü bu sürükleyebilir. Bunun dışında hiçbir şans göremiyorum sizin yaşamınızda, yürüyüşünüzde. Tabi benim adıma da bu kadar kendinizi kandırmanız çok kötü, tehlikeli. Yazık edeceğiz, çünkü ben adamı kolay yaşatmam, bu da çok çarpıcı bir gerçeklik. Benim adamı kolay yaşatmama diye korkunç bir özelliğim var. Eskiden beri böyleydi. Adımız etrafında birçok söylenti var ve bu doğrudur.
Çok büyük bir ahdım, inadım var. Seni asla kolay yaşatmayacağım, hatta seni yaşatmayacağım biçiminde. Seni bu halinle yaşatmayacağım. Bunu müthiş çalışarak gerçekleştirdik. Tabi sizin de inatlariniz var ama sizin inatlarınız örgütsüz, zavallı. Benim ki çok daha planlı, örgütlü. Düşünün ve kendinizi benimle kıyaslayın. Aramızda hem büyük fark var, hem de birbirimize tersiz. Ama diyeceksiniz, sen kendi kendini bulup buluşturup yarattın. Doğru, belki de bunun tek ifadesiyim. Ama mühim olan mahkum olduğunuz gerçekler, çünkü hepiniz bana göre rahatsızsınız bazı düşmanlardan. Mühim olan onları parçalamaksa, onun tek ifadesi benim geliştirdiğim ifadedir. Savunma ve saldırı tarzı.
Biz sadece düşmanı rahatsız etmeyiz, sizin gibi uyurgezerleri de müthiş rahatsiz ederiz, yaşatmayız. Bunu biraz peşinen bilin, ona göre durumları ayarlayın. Tabi dediğim gibi sizin buna karşı savunma mekanizmanız korkunç bir kandırma. Ben bu yönünüze şaşıyorum. Lafla kandırıyorsunuz, ucuz pratikle kandırıyorsunuz, bana yutturmanız gerçekten zor. Ben çok zor beğenen kişiyim. Kendimi beğenmediğim için bu hallere düşürdüm. Sizi nasıl beğeneyim? Diyeceksiniz “vay bu başımıza gelen”, sizin başınıza bunu ben getirmedim, sizi bu duruma getirenlere 'vay' deyin.
Ben anama boşuna söylemedim. Suçlu! beni niye doğurdun ve savaştım kendisiyle. Siz halen soru bile sormuyorsunuz “ben bu dünyada nasıl yaşıyorum” diye. Bazı şarkılar var gidin o şarkıları bol bol söyleyin. Nedir o, 'ben nasıl yaşıyorum' diyor, Orhan Gencebay’ı yeniden dinleyin, yeni bir sürü genç popçular çıkmış, onları da dinleyin; onlarda bile devrimcilik var, sizde yok. Onlar yaşama itiraz ediyorlar. Tabi yaşam arayışları bizimki gibi toplumsal, siyasal değil; aşırı bireyci, toplumun aleyhine ama yine de bir devrimdir. Karşı-devrim temelindedir. Faşistler bile kendilerine göre çete oldular, müthiş milyarları vurdular. Dikkat ederseniz bütün o zenginlikleri ele geçirdiler. Onlar da faşistler için bir devrim.
En yoksul, en altta, en zavallı kalan siz oldunuz. Toplum nasıl mahkum edildiyse, Partinin içinde de siz bunu bana söylettiriyorsunuz “biz de böyleyiz”. Halbuki bana göre ben devrimciliği sürdürdüm, büyük bir devrimciliği sürdürdüm. Aslında mümkünse yeniden anılarınızı canlandırın. Nasıl doğdunuz, nasıl bu diyarlardan koptunuz, kimler sizi kandırdı, neden böyle çaresiz duruma düşürüldünüz? Hatta bir köşeye çekilip duygulanmanız için hüngür hüngür ağlayabilirsiniz de. Yalnız bunu açıkta yapmayın veya böyle bizim karşımızda çeşitli yetersizlikleri ortaya koyarak ağlamayın, köşeye çekilin, uygulama odaları var, orada bol bol ağlayın. Gözyaşlarınızı iyice sildikten sonra karşımıza çıkın. Çünkü ayıptır. Hiç ağlamadığım halde halen ben bile meydanlara tam cesaretle çıkmıyorum.
Hayret ettiğim diğer nokta da, nasıl böyle huzura çıkıyorsunuz? Her tarafta bakıyorum, salına salına birçok yere çıkıyorsunuz. Hele savaşa, şaşmamak elde değil. Ağlamadan çıkmak istiyorsanız gerçekten kendinizi gözden geçirin. Sizi zorla ne yaşama, ne savaşa herhangi bir meydana sürmüyoruz. Ama böyle cüretli bir tarzla da kendinizi dayatmayın. Allah size yardımcı olsun. Biraz yardımcı oluyoruz, o da yetmiyorsa dediğim gibi ananızla hesaplaşın, sizi doğuran nedenler var, onlarla savaşın.
Benimki semboliktir, aslında onlarla da çok savaştım, kıyamet kadar savaştım, sonra beni zorlayan bütün nedenlerle savaştım. Devletle savaştım, hatta tüm insanlıkla savaşıyoruz. Zaten başka türlü de olmaz. Beni yaşatmayan kimdir? “İnsanlıktır" diyebilirim. Mevcut insanlıktır, mevcut emperyalizmdir, mevcut sömürgecilik, en son TC faşizmidir. Daha sonra onun şartlandırdığı herşey. Bizim savaşı bu kadar genelleştirmemizin nedenleri şu: Beni yaşatmıyor bu dünya, beni yaşatmayan dünyayla benim savaşmam en doğrusudur. Diğer tarz nedir? Diğer tarz kölelerin tarzıdır, benim de köle olmaya niyetim yok. Acaba sizin de niyetiniz yok mu? Bu soruyu siz emin bir biçimde kendinize soramaz mısınız? Yani “ben bu dünyayla boğuşacağım ve asla köle yaşamayacağım” gibi bir kararınızın olduğunu sanmıyorum. Çünkü eğer bu karar köklü olsaydı fırtınalaşırdınız şimdiye kadar.
Çok ilginçtir, ben kendimi bu erken yaşlarda örgütledim. Korkunç bir filozofun göstermeyeceği akıllılıkla hemen hemen hayatın her anını birbirine ekledim ve planlayarak, çok duyarlı kılarak geldim. Sizde ise bunun en ufak belirtisi bile yok. Ne olacak, bana dayanarak yaşamak en tehlikelisidir. Herşeye dayanarak yaşayın ama bana dayanarak yaşamayın. Bana dayanarak insan ancak canından olur veya beni bile aşan bir kahramanlıkla ancak yaşama gücü gösterirsiniz. Benimle, bana dayanarak yaşamak mümkün. Bunu çok açık söylüyorum. Belki bir sırdır ama beni bile aşan bir kahramanca güç göstermezseniz ben yaşatmam. Ana-babamı bile yaşatmadım. Bacılarımı, kardeşlerimi benim elimden zor alıyorlardı.
Diğer özellikte şuydu: Küçük yaştan beri çocukları alırdım, bazı yaratım değerler vardı, onları paylaştırırdım, yaşama çekerdim. Ama nereye doğru çektim; işte bugüne kadar geldim bu yerlere doğru çektim. İçimizdeki bireyciliklerde ısrar edenlerin sürekli kulakları çınlasın onlara söylüyorum. Bireycilikle bizim içimizde yaşamak mümkün değil. Düzeni yaşatmıyoruz içimizde, düzenin basit bir kopyesini nasıl yaşatacağız? Bunun için diyorum acaba gönül gözünüzde böyle bir duygu, düşünce bir anlama yeteneği geliştirir mi? Şimdi bu nedir diye beni anlamaya çalışıyorsunuz. Dinler gibi gözüküyorsunuz, ama çok önemli bir iki doğruyu bile çıkardığınızı sanmıyorum. Değil bu kadar aylarca dersler vermek, birkaç tane yarım saatlik bir anlatım bile bizim gerçek militanı ortaya çıkarmaya yeter. Bugün yine Barzani temsilcisi “aman ateşkes” diye çağrıda bulunuyor. Bu bile sizin için ne anlama gelebilir. Bu adam 15 yıldır tek birşey, hatta 20 yılı aşkındır hiçbirşeyimizi anlamak istemedi. Yani bu gerillanın en büyük havası mı, kendilerine göre birşey yaratmışlar; “birincidirler, ilk sıradadırlar”. Şimdi bas bas bağırıyor. Halbuki en çok silahı olan, en büyük savaş ağasıydı. Herkes belki “ben silahla savaşamam” diyebilirdi, ama o demezdi. İşte o da bu noktaya geldi. Bu bizim tarzımızla ilgili. Eskiden sağa-sola koşuyorlardı. Şimdi direkt bana koşmak zorundadır. Çünkü bizimkilerin ağırlıklı bir bölümü sürekli kuyrukçuluk yapıyor, çoğu da kaçtı. PKK’den yüzlerce kaçan var orada. İnat ettik, bu mücadele tarzımızla bu noktaya getirdik. Yarın TC’de o noktaya getirilecektir. Yani kendime güveniyorum. Aslında bu örnekler kendimi kanıtlayacağımı gösteriyor.
Çıkaracağınız en önemli sonuç aslında olmalı, anlamalısınız. Barzani gibi birisi anladıysa, siz neden bu gerici tarzınızı bana dayatmakla, yani bir yerde iç savaşınızı böyle dayatmakla uğraştıracaksınız. Onun kadar güçlü müsünüz? Sizin tüm gücünüz zavallılığınızda yatıyor veya kendini kandırmakta. Ama bu yanlış, bu konularda da biz tedbir almışız. Baba, reis, Allah, peygamber kavramlarını aştırmışız. O açıdan ilkellikler savaşımını durdurun. Ama birgün Barzani gibi siz de yalvaracaksınız. “Ateşkes, ateşkes” diyeceksiniz. Yani size ayıp olur o zaman. Barzani zaten savaşıyor, bize bir faydası da yok. Barzani’nin savaşı parayla, kendi kendini büyüklük duygusuna kaptırmış biraz da politika yapıyordu. Belki anlamı var ama peki sizinki ne politikası? Vazgeçin, bana göre vazgeçmezseniz ne olur, elimden kurtulmak çok zor. Tehdit etmek istemiyorum ama savaşçı olduğumuzu da göz ardı edemezsiniz. Anam elimden kurtulamadı, siz nasıl kurtulacaksınız? Gidin sorun beni araştırın çok zor. Planlıyım ve birgün “aman Allah” diyeceksiniz. Yoldaş olarak bu duruma düşmeyin.
Benim de çıkaracağım sonuç biraz ciddi olacağım. Hiç olmazsa kendimi yürütebilecek bir tarza sahip olacağım. Asker olmak budur. Ne sanıyorsunuz yani biz neyiz, beni ne sanıyorsunuz. Madem bu kadar askerlik, silah dediniz, tabi ki ona göre sizden hakkini isteyeceğim. Düşün, askerliğin asgari kurallarıyla bile uyuşmuyorsunuz. Çocuklar gibi komando elbisesi giymişsiniz, naylon silahları da omuza takmışsınız, yürüyüş yapıyorsunuz. Yeter bu oyun! Bu işi artık gerçeğine göre yürütelim. Bu yaşta yapmazsak ne zaman yapacağız. Yapmayalım diyorsanız elinizi havaya kaldırın, “bu iş bize göre degil” deyin. Türk ordusunda bile denir işte; “Mehmetçiğin elbisesinin şerefi vardır.” Potininden tutalım, düğmesine kadar sağlam bağlarlar. Çünkü “şereftir” derler. Geçen gün biliyorsunuz eğitimsiz, cahil kadın ağzından yine birşey kaçırdı. “Şerefsiz onbaşı” dedi. Türk ordusu ayağa kalktı, toplum neredeyse üzerine yürüdü. Ağzından kaçırdı tabi, ama bu çok önemli bir söz. “Siyasi onbaşı” dedim diye kıvırttı durdu, ama asker anladı. "Sen misin, onbaşıya şerefsiz diyen?" dediler. Aslında gerçekten şerefsiz onbaşıdır, ordu sistemi ama çok bağnaz kendi sistemi. Onlar bu kadar bağnazsa, biz neden askeri gerçeğimizde ağırbaşlı olmayacağız. Ayıp olmasın söylemesi ama o Kemal Sunal’ın askerliğine biraz benziyor. Biz nasıl kabul ederiz. O açıdan çok ciddi olmak zorundayız, bundan kaçamazsınız. Yani Barzani gibi birisi bile yola geldiğine göre yavaş yavaş gerilikler, anlayışsızlıklar çok red edilecek şeyleri hızla bırakın.
Siz yoldaşlarsınız, bizimle savaş yürütme diye bir açık kararınız yok. Partileşmeye ordulaşmaya geldiniz. Gençsiniz, belki ben yorgun, argın, dargın olabilirim, ama sizin olmamanız gerekiyor. Kendinizi biraz toparlayın, inandırıcı olun. “Ben dayanamıyorum” diyen bizzat gelip başvursun ama kendini kandırmasın. Birkaç yılınızı adayın bu işe yigitçe, dürüstçe. Zaten herşeyi kaybetmişiz. Belki bu tarzda ısrar edersek bana göre tek şansınızdır. Ama bu sefer tamamını temiz anlayın. O kadar eleştiri yapıyoruz, bir daha olmasın yani aşılsın. Herkes yiğit olamaz. Yiğitlik istiyorsanız ölçüleri bunlardır. Bize layık görmüyorsunuz. Birkaç tane yigitçe ifade ve kişilik bizde de çıksın, bunu kendimize layık görelim. Biliyorsunuz sizin yaptığınızı gerçekten kocakarılar bile yapmaz.
Son dönem çözümlemeleri bu anlama geliyordu. Sanırım okumuşsunuzdur, epeyce yoğunlaştınız da. Umarım doğru yoğunlaştınız. Ordu kurmakta kararlıyız bunu her saha için söylüyoruz. Kültür kurumlarının ordulaşmasından tutalım, en askeri sıcak savaşım ordusunu kurmaya kadar, kadın ordulaşmasından tutalım, televizyonun ordulaşmasına kadar, hepsinin tutturulması gereken düzeyi olacak. Buna denk gelen adımları atarsanız bana göre devrim için en doğrusunu yapmış olursunuz.
Muhtemelen dediğim gibi algı düzeyiniz, yaklaşım düzeyiniz çok ters. Bu bize karşı bir savaş ama dediğim gibi en büyük ağayı dize getirdik. Ondan sonra sizin gücünüz ne olacak? Tabi boyun eğin anlamında değil, ben sizden boyun eğmenizi istemiyorum. Doğrulara büyük bir duyarlılıkla, yüreklilikle yeterli çabaya sahip olmakla gerçekleştirilmeli. “Bu yiğitliği göstereceğiz, bu konuda ısrarlı olacağız ve mutlaka adam olacağız” diyeceksiniz. Bunu yaparsanız kesinlikle bizimle olağanüstü yürüyebilirsiniz, coşarak hatta. Yok gereklerine böyle yaklaşmazsanız “biraz daha kendi tarzıma göre, biraz daha kendi inadıma göre, kendi küçücük numaralarıma göre” derseniz, acımasız otorite sizi giderek zaten boşa çıkarıyor. Son noktaya kadar da sizi sıkacaktır. Bu bir tehdit değil, doğrulara gerçekçi ve zaman kaybetmeksizin yaklaşma saygınlığı demektir. Yani kendinize değer biçmedir. Kendinizi gerçek ölçülerle adam haline getirmeye cüret etmektir. Mecburuz buna, en iyi işimiz budur. Devam edeceğiz bu çerçevede.
Benim bütün bu anlattıklarım aslında hem ilk derstir, hem de son derstir. İlk başlangıç sözleridir, son zafer sözleri de bu temeldedir. Uzun yıllar gördüm ki, bir türlü gerekene ciddiyetle yaklaşmadığınız için çok zora girdiniz, çok zarar gördünüz ve verdiniz de, yenildiniz, az başardınız. Bunları aşmak istiyoruz. 'Ben buna inanıyorum, sizi de inandırmak istiyorum' demeyeceğim aslında açıktır da. Biraz anlayışla yaklaşırsanız neden olmayasınız? Sizi engelleyen ciddi bir engelin kalmaması gerekiyor. Zorla kendi kendimizi de engel olarak dayatırız derseniz, bu iş olmaz. Böyle bir özgürlük kimseye yoktur, yani adam olamamanın bir özgürlük olduğuna inanmıyoruz. Geriliklere, bütün kaybediş nedenlerine özgürlük istemek, doğru bir özgürlük anlayışı değildir.
Özgürlüğün tek doğru tanımı, büyüyen, zenginleşen, yaratan kişi olma, halk olma, ulus olma, insan olma ifadesidir. Bunun dışındaki tanımlar asla özgürlük sözcüğü ile izah edilemez. Daraltmayı istemek, yenilgiyi istemek, tembelliği istemek, ilgisizlik, bilmem işte örgütsüzlük, başarısızlığın bir çok nedenleri, rahatlığı istemek, anlayış istemek doğru bir özgürlük istemi değildir. Onun için diyorum vazgeçmeniz gerekir. Özgürlük mü, bireycilik mi dersiniz bunlar yanlış. Diğerini, yani gerçek özgürlüğü, onun savaşımını mühendis inceliği ile ölçelim. Yine büyük bir siyaset meydanı gibi tartışalım. Yürekle, yüksek anlayışlarla böylesi özgürlük savaşımını yürütmek, hatta niçin, dolayısıyla nasıl yürüyeceğini kestirmiş savaşçılar topluluğu oluruz. Bu gereklidir, en iyisidir de.
Tekrar vurguluyorum, herşeyden kaçılır da bu tarzdan kaçınılmaz. Çünkü ne de olsa biz savaşın içindeyiz. PKK artık ulusal, uluslararası, siyasal, askeri olarak hem özgürlük iradesidir, hem de çembere alınmak ister. Amansız bir savaş hareketidir ve gerekli bu. Çünkü ben kırk yıldır gerçekten araştırıyorum, bunun dışında bizim iflah olacağımıza dair hiçbir ipucu yoktur. Yalan! Bize sunulan bütün reçeteler yanlış yazılmış. Tek doğru yaşam reçetesi budur. O açıdan zaten bazı önemli gelişmeler de var.
Dikkat edilirse PKK olayındaki gelişme hem ulusal, hem toplumsal gelişmedir, başattır, hakimdir, hem de dostun düşmanın dikkate aldığı tek önemli gerçekleşmedir. Zaten yürekçe de görüyorsunuz bu güzelleştiriyor, insanı anlamlı kılıyor. Yaşam dediğimiz olayı mümkünse böyle elde etmek imkan dahiline oldukça girmiştir. Bununla oynamayalım, tabi bunun için de anı anına savaş gerekli olduğunu asla gözardı etmeyelim. Tam tersine giderek pekişen saflar, gelişen düşünceler, duygular giderek kendini örgütlesin ama ciddiyetle, herkesin belli bir katkısı olmalıdır. Kimse kimsenin emeği üzerine ucuz kurulmasın. Herkes özgür, yani sosyalist emekle -o yaratıcıdır da- katılsın ve özgür kimliğin ifadesi olsun. Bir yarış olacaksa yine bu temelde olsun. Sanırım bu bizi böyle tam başarıya doğru götürecek.
Nereden bakılırsa bakılsın gelişmeler bunu göstermiştir. Belki çok zorlandık, tek başımıza büyük yüklendik ama mühim olan sonuçtur, gelişmedir, o da vardır. Bunu kendinize artık utanmadan, sıkılmadan mal ediyorsunuz. Ama bunun çok usta bir savaşçısı kadar, yöneticisi ve onun her alanda gerekli emek savaşçısı oluyorsunuz. Bu konuda son derece düşünceli, planlı olmak kadar yerinde, gerekli çabayı da esirgemiyorsunuz. Bu işte yeni kadro çözüm tarzıdır. PKK’nin kadrosu işte böyle çözüme kavuşur ve kavuşturur. Bu da sonuca götürecektir. Bu okulun en temel görevi bu kadroyu yaratmaktır. Buraya bunun için gelinir.
En yüce, halkımızın, insanlığın da önünde en değerlı çalışmadır. Çok zor gerçekleştiriliyor. Düşmanı bol, hatta diyebilirim ki en büyük savaş gerçeğidir bu. Mutlaka gereken dersleri tam almanız lazım. Bütün boyutlarıyla, felsefeden tutalım basit lojistik, yani maddi yaşam olanaklarının bile iç içeligi hep burda veriliyor, öğretiliyor. Diplomasi, bilmem uluslararasi realiteden tutalım, bizim en gizlenmiş, kaybedilmiş gerçeklerimizi bulmaya kadar az-çok burda en iyi öğretiliyor. En çarpıcı ve çok gerekli savaş taktiklerinden tutalım, yaşamın en duyarlı yönlerine göre hepsine belli bir açıklık kazandırılıyor. Yegane okuldur da. Büyük bir şans olarak görmeli ve tabi bir halka, hatta bir insanlığa karşı sorumlu olduğunuzu bilerek bu okulun değerini takdir edeceksiniz. Doğru öğreneceksiniz, doğru çıkacaksıniz. Bana göre bunu hem hak etmişiz, hem de başka çaremiz yok. Ben bile bu kadar dayanabiliyorsam, bu anlamının büyüklüğünden dolayıdır. Şimdiye kadar ki yetersiz katılımları muazzam bir yeterliliğe dönüştürmeli. Yani burası merkezi bir okul olduğundan dolayı söylemiyorum tüm Parti için geçerliliği var. Her saha için, bu okulun bir mekanla da ilişkisi yoktur, yani şuranın buranın okulu da demiyoruz dikkat edilirse. Partimizin temel kadro okulu.
Buradaki derslerle Parti militanlığı yapılır. Her yerde ve her zaman bu derslerin öğrettikleriyle yaşamı, savaşı yaratmaya koşulur. Başka da vurguladığım gibi gelişme, başarma yerimiz yok, olanağımız, okulumuz yok. Ciddi eğilmelisiniz, sonuç aldığınızda “iyi bir öğrencisi oldum, alınması gerekeni aldım” dediğinizde biz güvenebilmeliyiz. Gittiğiniz yerin hem yılmaz hem başarılı bir savaşçısı olduğunuza emin olmalıyız. Hedef bu olmalı. Bunun için günlerinizi çok iyi değerlendirin. Bütün değerlendirmeler elinizde. Bana göre küçümsenemez çalışmalar sunulmuştur. Kendinizi günlük olarak örgütleyin, gerekeni alacaksınız.
Benim fazla müdahale etmeme de bence gerek yok. Çünkü şimdiye kadarki dersleri anlamadan benim başka dersleri derinleştirmem bana pek tutarlı gelmiyor. Mevcut dersleri iyi özümseyin ki daha derinleştirmeyi bir istek haline ben de kendim için getireyim ve gerçekleştireyim. Kısaca size bağlı, biz üzerimize düşeni yapmakla da yetinmiyoruz ama alamazsanız, aldığınız boğazınıza düğümlenirse ben ne diye vereyim. Aldığınıza dayanarak daha iyi alacağınıza inanarak kendi katkılarımı tabi ki sunuyorum.
Bu çerçevede ülkemize taşırılan değerli gruplarımız oldu. Ağırlıklı bölümü görev sahalarına ulaşmıştır. Bu değeri takdir ederlerse çok önemli bir gelişmedir. Büyük bir imkandır, şanstır ama mutlaka gidenler bunu bütün bir sorumlulukla ve çok çarpıcı yeniliklerle birlikte bu oldukları alanda yaşamsal kılmaları, başarıya büyük bir tutkuyla bağlanmaları gerekir. Bu eğitsel çalışmalarımıza devam ediyoruz. Hatta her zamanki hedefimiz şudur: Önceki devrenin yapamadığını bir sonraki devre yapacaktır. Tam başarılamayanı başaracaktır. PKK’nin oldum olası bir sloganı da budur ve biz şimdiye kadar bu slogan, bu temel kural altında devrelerimizi daha ön-cekilerini tamamlayan bir biçimde ele aldık ve şimdi görüyoruz ki bu sonuç almıştır.
Dolayısıyla bu devremiz de daha önceki tüm devrelerin yapamadığını yapma gibi bir amaca da sahiptir. Bunun için bütün diğer devrelerin tecrübesini iyi özümseyecek, sorunlarını görecek, çözüm imkanlarını bulacak ve bunu gösterdiğinde işte kalanı da ben tamamlarım diyecektir. Kesinlikle nicel ve nitel düzeyimiz buna cevap verecek durumdadır. En doğru yaklaşım budur ve burada ciddi bir engel olarak da şu anlayışı, şu kişiliği, bilmem kimliği, şu geçmişi ve şu düşman dayatmalarını görmeyelim önümüzde. Varsa da aşma ustalığını gösterelim. Bunun için sanırım buradayız ve Partimizin bu genele de yayılacak devresine burada öncelikle kendimizde bir cevap veriyoruz.
Her zaman Önderlik sahasının şöyle bir özelliği vardır: Geneli sürekli etkiler ve bu etkileme de gerçekten düşmanın son yönelimlerine bakalım, iç ihanet sanırım çözülüyor, ağırlıklı olarak çözülme ihtimali her zamankinden daha fazla yükselmiştir. TC’nin de fazla inat edeceğini sanmıyoruz. Belli bir çözüme doğru taşırılıyor. Tabi düşmandır o, ufak bir fırsat buldu mu imha etmek isteyecektir. Ama bizim de dayattıklarımız az değil, bunu daha da böyle dayatırsak sanırım bunu biz çözeceğiz. Bunu artık neredeyse düşman kabul eder noktaya gelmiştir. Ama tekrar söyleyeyim, bu ağır sorumluluk bizim sırtımızdadır. Öyle geçmişte yaptığınız gibi rolünü savsaklayarak, işte imkanlar artmıştır kendimizi bilmem böyle dayatarak bu bir felakettir. Zaten çoğumuzun ne kadar zor duruma düştüğünü gözönüne getirirseniz, ısrar ederseniz önce siz halledileceksiniz.
Devrimin öncü kadrosu gereken disiplini, yüksek sorumluluğu, çözüm yeteneğini bir an bile savsaklayamaz ve onu oportünistçe istismar edemez. Eğer bunu anlıyor, gereklerine göre kendimizi yatırabiliyorsak bana göre bu işler kesin bu devre temelinde de daha sağlam yürüyecek. Varolan birçok eksik, yanlış giderilecek. Başarı için çok gerekli olan bazı hususlara da ulaşacak ve tam başarıya gitmede çok önemli bir rolü oynayacaktır.
Reber APO
2 Ekim 1997
- Ayrıntılar
Sizde bu gerilik, emredilen, anlaşılması gereken hedefe göre, çizgiye göre değerlere gelmedikçe bizdeki tabi kendimizi kaybetmeyeceksek sözümüzün sahibi olacaksak bu yüklenme devam edecektir. Dayatmalarla size iş yaptırmak mümkün değil de, fakat bir insanın kendi içinden bazen hırsları, öfkeleri, kederi olur ve her zaman dediğim gibi herkesin üzerinde düşünmesi gereken gerçeklere ilişkin anlayışının arzusunun gelişmesi gerekir. Siz de bunlar da çok zayıf. Gelip böyle bir düşmanın sadece bir halkın siyasi iradesini kırması ve mutlak yönde hakimiyetini kurmasını yeterli görmediği, beyinlerine, yüreklerine kadar girip tanınmaz hale getirmesi, hem oldukça hasta ve çaresiz, hem de tüm yönleriyle bir sinir hastalığına tutulmuş kişiler yarattıkça işlerin ne kadar zor olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyoruz.
Mesele sadece siyasi anlamda yenilgi hakimiyeti olsaydı, onu çözmek ona karşı tedbir geliştirmek rahat olabilirdi. Biz bunu daha önce yaptığımızı sanıyorduk, ama şimdi görüyoruz ki yürüyemeyen kişilik yapınız, daha değişik, çok daha derinlikli bir vuruluşu, beyinden ve yürekten büyük tahribatı yaşıyor. Hatta birde birisi kendinden tamamen vazgeçtimi, sağlığına kavuşmayı bile mesele yapmadı mı bu insandan herşey beklenebilir. Hasta hep kendine bakılmasını ister, halbuki kurtuluş örgütünün tarifi gereği hasta bir toplumu sadece tedavi etmek değil, onu sağlığına kavuşturmakla onun için düşmanlarıyla, mikroplarıyla da savaşmayı gerektirir. Bırakalım bunu, kendi sağlığınıza bile fazla emniyet vermeyişiniz sizi nereye götürecek? Tabii bu bir anlatım türü.
Devrimciler için özellikle olmaması gerekiyordu. Başlarken bu işe, devrime başlarken diyeceğim bunu da fazla tutarlı gerçekçi bulmuyorum. Aslında sizin, yaşamın edebiyatına herhangi bir anlam verdiğinizi sanmıyorum. Bireycilik anlamında bile birşeyler yapmak istediğiniz de kuşkulu, o kadar derbeder. Şimdi ben devrimciliğe birkaç sözcükle başladığımda o gündür bu gündür tarzımı, tempomu düşürmeden geldim. Mesele öyle bilinç, bazı imkanlarla yola çıkmak değil, dünyada benim kadar az bilinç ya da az imkanla yürüyen ve düşmana karşı çıkan olmamıştır, ama biz buraya kadar kendimizi getirdik ve şimdi sizi zafere götürecek imkanları bile önünüze koyduğumuzda sorun olmaktan başka elinizden gelen ne var?
Düşünün, bizde de bir sorumluluk anlayışı vardı. Biz tek başımıza çıktık. Olağanüstü anlayışlı olma, olağanüstü ilgi duyma, büyüme, çok sıradan imkan var mı, yok mu, onu yaratma, bununla biz buraya geldik. Halen uğraşıyoruz. Kendinize bakın, kendinizden iğrenmiyor musunuz? Hazır bu kadar imkanla devrimde yürümemeyi siz nasıl kendinize izah edeceksiniz? Sadece yaramazlık, dediğim gibi düşmanın provake ettiği kişilik. “Ben sinirliyim, ben bozuğum, ben şuyum.” Sersemliktir, bu kelimelerle siz neyi izah edebilirsiniz? Bunu söyleceğinize bu işin içine ilk adımı bile atmayacaktınız. Hayret ettiğim nokta bu, insanın biraz saygısı bile olsa, bırakalım devrimin içinde niye böyle yaşıyorsunuz? Size kim söyledi böyle yaşanılabilinir?
Yani ilk terbiyeyi nasıl almak gerektiğini size söylüyorum. Şimdi çok açık ki rezilsiniz, çok açık ki düşman kapısında da beş metelik etmiyorsunuz. Nereye gidiyorsanız kapılar kapalı. Bu çok açık, herşey aleyhimize. Peki insan bundan hiç bir sonuç çıkarmaz mı? En çok çıkarılan sonuç; lümpenizme sarılma, 'kafam karışık, her tarafım delikdeşik', her türlü ucuz kişilik numaraları. Peki bununla ne kazanılabilinir?
Önyargıları yaşam konusunda kırmak gerekir ve çok ciddi bir hazırlanmayı becermeniz gerekiyor. Aklınız biraz çalışmaya başlamışsa kendinize soru sormayı ve işlerin gidişatı hakkında bir hükme varmayı bilmeniz lazım.
Benim bu devre süresince sadece size değil, kendime de dahil hep sorduğum soru; 'keşke böyle yaşanılmasaydı'. Hep anama söylediğim o ilk söz aklıma geliyor. 'Sen misin beni doğuran, sen suçlusun' dedim. Bütün doğuşunuzu suç olarak görüyorum. Aslında bu halinizle suç kişiliğidir. Fakat ben dersimi almıştım ve kendimi müthiş eğittim. Düşünüyorum, benim eğitilecek hiçbir imkanım yoktu. Sömürgeci okullar insanı zaten sürekli baştan çıkarıyordu. Üniversitesine kadar, yaşam konusunda, gerçekler konusunda. Tek başıma bana yön verebilecek doğruları bulmaya çalışıyordum. Bu yaşam şansını kaybetmemek veya yaşayacaksam doğru yaşayabilmek için.
Şimdi size bakıyorum hiç yaşamı sorgulama yok, yanlış yaşayıpyaşamadığını değerlendirme yok. Bir hastalık ki hepsi Kemalizmin veya onun zorla ayakta tuttuğu her tür gericiliğin şartlandırması altında, ipe sapa gelmez, yaşam adı altında her türlü rezalet, kepazelik, beyinsizlik, yüreksizlik var. Ben hala şaşıyorum. Başını sallıyor, geliyor. Yaşam hakkında bu büyük bir ayıptır. Ben onun için terbiyemi çok sıkı yapmaya çalıştım. Yani insanlar karşısına çıkacaksam illa bir doğru çözümüm olacak dedim. Ve kesin attığım adım kabul görecek. İşte terbiye, ilkem bu iki kelimede gizli, ben hiçbir zaman düşman da dahil karşısına bir anlayışsızlıkla çıkmadım. Yersiz bir söz söylemedim. Size bakıyorum, bu kadar eğitmeye çalışıyorum yanlışlıklar şurda kalsın hepsi çaresizlikten ibaret. Bir gururla bir yere giriş yok, ülkeye gidecekler, endişeliyim yani hangisinin doğru bir adım atacağı konusunda sağlam bir güvenim pek gelişmiyor. Gidecek, nasıl kandıracak kendisini, nasıl kişilerle oynayacak, nasıl kendi kendini uyduruk yöntemlerle dayatacak? Budur genele hakim olan anlayış. Çünkü gurur yok. Çünkü derinden anlama yok. Çünkü gerçekten büyük bir işi yapma istemi yok.
Örgütlenmemiş kişilik yapısı, dayatmacı, oldukça despotik, anlayışsız ve çirkince. Fırsat buldu mu eğer biraz da yetkiye kavuştu mu, onun hiç anlam önemini gözönüne getirmeden, kör güdülerinden ne geliyorsa onu dayatır. İsterse canı çıksın. Vicdanı buna kadar götüren bir kişi hiçbir şeyi başaramaz, iyi geliştiremez, zaten diğerleri de büyük çaresiz. “Ben devrim yapacağım. Ben işlere yön vereceğim, birşeyler başaracağım.” Bırak bu duyguyu rahat yaşayabildiyse kırıntılar da yeter. Hele bir sigara buldu mu o kadar. Büyük hevesler, büyük arzular, büyük umutlar, bazı büyük işlere kendini yatırma aklına bile gelmez. Peki biz ne olacağız? Düşünüyorum da sizleri, yaşamı bundan sonra nasıl geliştireceksiniz? Hadi hepsinden istemiyoruz da, 'burada şöyle bir yaşam rotası geliştirelim veya rotası çizilmiş bunda yürüyelim' diyen bir yiğit çıksa insan yine 'bravo' diyecek. Binlerce içinden bir tane yiğit çıkmadı. Göreceksiniz belki siz de o kadar söz vereceksiniz herhalde yine çıkmaz. Tekrar söyleyeyim, bunda kasıt aramıyorum fakat kurgulanmış kişilikleriniz buna fazla yer vermeyecek.
Bu saha çalışmaları bana göre çok önemli. Biraz iddiası olana dağlar kadar iş yaptıracak çözüm gücünü herhalde suyun bu tarafında bırakıp gidecek, Yine kendisi nasıl bilirse öyle yapacak. Başarıymış, planmış, imkanmış, önemli imiş, birşeyler yapmak imiş, havaya uçar hepsi. Gerçekten insanı üzen şeyler. Nasıl vurulduğunu bile anlamadan gitmek. Savaştığını sanarken, belkide çok acımasız bir şeye girerken tüm bunları normal kabul etme. Bana doğalken, nerede ne mümkün doğal gelmesi bunu insana en büyük hakaret ve talihsizlik olarak görüyorum. Sizin bu tarz yürüyüşünüzü, herşeye bakışınızı, yorumlayışınızı zaten yorumlayışta yok tamamen çaresiz.
Olgun olmayı redediyorsunuz, anlayışlı olmayı redediyorsunuz. Birbirinize ne kadar muhtaç olduğunuzu anlamak istemiyorsunuz. Doğru temellerde yaklaşımın özünde inkar var. Nasıl böyle olmuşsunuz şaşıyorum. Bu bir güç meselesi. Neden bu kadar güçsüz düşürülmüşsünüz, neden biraz güç olmayı bilemediniz, hayatı neden bu kadar boşa geçirdiniz? Gerçi geçirttiler size artık yani sizin güç olma gibi durumunuz da hiçbir zaman olmadı ki. Düşmandan bir maaş alan kendini dünyanın en mutlu insanı hissediyor. Felsefe bu iken güç olma nerede aklınıza gelebilir?
Fakat bu benim adıma olunca ben öfkeleniyorum. Düşman sizinle herşeyi yapabilir de benimle bu olmaz, ben farklıyım. Bana aynı numarayı yapmak çok büyük öfkeme yol açıyor. Çok disiplinli, çok çalışmayı doğru bilen ve sonuçlarını da müthiş değerlendiren birisiyim. Sizin bu bana yaptıklarınızı yememyutmam imkansız. Benim adıma değil, sizi çalışma sahamda tutmam çok zor, sizi kabul etmem, yönlendirmem çok zor. Çünkü benim arkadaşlarım böyle olmaz. Böyle değil savaşçılık, böyle sürü bile besleyemez veya çobanlık bile yapamazsınız. Önderlik diyorsunuz, ama sizin yaşam çalışma tarzınızı bir çobanlık düzeyinde kabul edip size maaş vermem bile imkansızdır. Yapacağım ilk iş sizi muhasaraya (ablukaya alma) alıp, bir deliyi tımar eder gibi tamir etmek olacaktır. Bu kadar hassasiyet var.
Tabi hep öyle sözler söylemek istiyorum ki, yani bu anlamsızlık bana düşmanımdan daha öfkelendirici geliyor. Bunları yalnız başına size söylemiyorum, bütün camiaya, sözümona bu çizgi dahilinde olanlara söylüyorum. Nasıl cesaret ediyorlar bu sahada anlamıyorum, nasıl benim okulumda uluorta yapılıyor? Size bunu kim söylüyor? Daha da kötüsü oldu yanıbaşımızda, benim mutlak kurallarımla çelişen sürü sürü kişi eğitime gelmiş. Sözde burada bu kadar ders verdik, bir tek dersin ruhuna uygun davranış göstermediniz. İlgisizlik, bilmem her türlü sergilediğiniz o tutumlarınz var. 'Çok önemli bir hususa kafa yordum, kendimi burada müthiş ele aldım' diyeceğine, bırak onu tabi derin tarihi endişesi olmayanlar, bir halk uğruna gerçekten birşeyler yapma gereği bulmayanlar böyle davranır. Sanırım sizin durumunuz biraz buna da benziyor. Sanki o düşmanın söylediği; ‘bizim bu kölelerimizi baştan çıkardın’ gibisiniz. Köydeki yaklaşımlar da buydu, devletin de yaklaşımı buydu. Aslında sizi baştan çıkarmakla saflara kazanmıştım. Baştan çıkarmaya uygun durumunuz da yok. Bunu da sanırım iyi biliyorsunuz.
Bütün bunları kendi adıma hata yapmamanız için çok çarpıcı konuşma gereğini duyuyorum. Şunu hiç unutmayın bu ülkede değil elde silah savaşmak, benim gerçeklerim dışında yaprak bile kıpırdayamaz. Bunu kulağınıza gerçekten küpe değil kurşun yapın, asın. Bu böyledir; siz serserisiniz, siz bu ülkede silahla dolaşırken süper serserisiniz, bize hakim olan anlayışla uzaktan yakından alakanız yok. Benim bunu kabul etmem imkansiz. Savaşmayin bunu çok açik söylüyorum, benim adıma diyorum veya kendi adınıza olduğunuzu sanıyorsanız yanlış anlıyorsunuz. Gidin büyükbabalarınıza söyleyin böyle elde silah dolaşılamaz, hata yapıyorsunuz. Yürekleri hoplatıyorsunuz, büyük yanlışı yapmaya hakkınız yok, kimse size bu yanlışı yapın demiyor. Bu savaşın sıfırdan başlatıcısı benim ve sorumluluklarıma halen sahip çıktığımı açıklıkla belirtiyorum. Ama siz de o zaman bu neyin nesidir diye biraz kafa yormaya çalışın.
Tekrar vurguluyorum gidin bütün dünyaya danışın, silahsız mücadele çizgisi mümkünse ben sizi kabul ederim veya bu sandığınız bireysel tarzınızla silahçılık mümkünse onu da kabul ederim. Ama araştırın bütün kitapları, Kürdistan tarihini, sizin devrimciliğinizi kabul eder mi? Benden aldığınızın hepsi sizin olsun ama böyle bir durum yok. Kendinizi çok ters dayattınız ve tanınmaz hale getirdiniz. Şimdi bizi de patlatmak istiyorsunuz. Ayıp, gidin babanızın yanına, o size izin versin, benden neden onay istiyorsunuz?
Onay benim bizzat kendime uyguladığım yaşam gerçeklikleriyle mücadele tarzıyla bağlantılıdır. Eğer onunla olursa onay olur. Başka türlü ben sizin bu savaşçılığınızı mümkün değil onaylamam. Hiç moralinizi bozmayın, gidiyorsunuz eğer bizden birşey anladıysanız uygulama gücünüz varsa izin isteyin aksi halde imha olunur, ben onun altından kalkamam. Ölürseniz sağıma dönüp cesedinize bile bakmayacağımı bilmelisiniz. ‘Bir Başkanımız var, duyarlıdır, biz onunlayız’, hayır! Bu bir hastalıktı gitti diyeceğim. Ben sağlığıma çok düşkün bir insanım, gerçekten fiziki olarak bile ufak bir yaram oldu mu mutlaka onu aşmak zorundayım. Ufak bir sızıntıyı bile kolay kolay kendimle taşımam. Bunlar Önderlik hassasiyetleri. Bu hassasiyetle olmayan savaşçı benim savaşçım olamaz. Dolayısıyla savaşamaz da. Yeniden uyarıyorum yani bu hassasiyeti yakalayamamışsanız söyleyin size bir çare bulayım. Bir kenarda, bir köşede sizi bir yere yerleştirelim.
Biz gerçekten çok sağlam kişiliklerle yürümeyi esas alan kişilikleriz. Ben sizde ucubeliği gördüm. Bu son yıllarda savaşçılık adı altında sergilediklerinizle, çok büyük amaç bağlılığımız olmasa, düşmana karşı yenilmemek için çok büyük bir savaşımın içinde olmasaydım, sizin değil yıllarca saflarımızda kalmanızı, bir gününüzü bile kabul edemezdim. Bunu itiraf etmeliyim. Bana ne böyle yanlış yetişmişseniz? Vurmuş düşman, düşürmediği, kırmadığı, dökmediği, biçim vermediği hiçbir yer bırakmamış, bunu bana sunmak mümkün müdür?
Şiddetle kendimi savunma gereği duydum bu devrede. Ben de bir savaşçıyım. Sizden en yaşlısıyım fakat dikkat edin yani bir savaşçının olması gereken tüm özelliklerini kusursuz sergiliyorum. Ben de disipline bağlıyım, mesela düşünce, duygularıma tamamen savaş temelinde hakim olacak durumdayım. Değerlendirmelerim, tedbirlerim hep yerinde değil mi? Gözleriniz bunu görmüyor mu? Siz gidiyorsunuz bir ad bile veremiyorum yani savaş adı altında işlemedikleri halt yok, neymiş de bu da Apoculukmuş. Tamamen uyduruyorsunuz. Herşey olursunuz da Apocu olamazsınız. Bu trajikliği mutlaka sona erdirmeliyiz. Sizin gibi ne savaşılır, ne yaşanılır, ne ölünür.
Siz Agit’i büyük bir komutan olarak adlandırıyorsunuz. Bunda da büyük bir abartmacı, yalancısınız. Agit’in özelliği şuydu; saygılıydı, hareketlerinde hiç rahatsız edici yön bulamıyordum, zaten savaşmadı, bir yılı ya oldu ya olmadı, böyle büyük eylem falan da yapmadı. Agit’in özelliği bu işte yüreğini, beynini doğru koymaya çalışmasıydı. Benim onun kişiliğinde gördüğüm tek yan buydu. Bunu yücelttim, ben böyle sizin sandığınız gibi “büyük komutan, büyük işler yapan” diye değerlendirmedim. Atıyorsunuz siz, atıyorsunuz. Ama ahlakı çok güzeldi, çok terbiyeliydi ve oldukça disiplinliydi, attığı her adımı günlük olarak not ediyordu, ders çıkarıyordu. Toplantıda arkadaşlarına vermeye çalışıyordu ve oldukça çekici bir dille, kişilik davranışlarıyla bunu sergiliyordu. Yaşayamadı zaten, dediğim gibi bir senesi olmadı pratik içinde, ama bizim için çok önemliydi.
Sizin bütün özellikleriniz bizim esas aldığımız bu kişilik tarzı ile çelişiyor. Bakın günlük olarak yaşamında ders çıkarmak, bir toplantıda tartışmak, not etmek, yarını doğru planlama, tabi bütün bunları yaparken şematik değil, oldukça gerçekçi düşüncesini biraz zorlayarak ve yoldaşlarını hiç zorlamadan, onların bütün temel ihtiyaçlarına anlam vererek eğitme, siz hiç bunları yaptınız mı şimdiye kadar? Çok tuhaf adamlarsınız. Haki Karer’i hatırlıyorum. Antep’te ben bir gün odasına, çalıştığı yere gittim. Biriketlerle yeni yapılan ve pencereleri açık, hiçbir sıvası bile olmayan bir odada bir küçük grup gençle eğitim yapıyordu. Açtı çalışmasını önüme sabahleyin halen hatırımda. Birkaç zeytinle o çocuklara neler veriyordu, artık birkaç kuruş parayı sanırım zor bela kazanıyor. Ki sonradan Adana'da bir ara hammallık bile yapmış diye duyduk. Bu şekilde o grubu besliyormuş ve gecegündüz onların eğitimiyle uğraşıyormuş. Bir günlük çabasını böyle hatırlıyorum.
Şimdi size bakıyorum; eldeki parayı çarçur etmede, silahları paslandırmada, lojistiği bilmem tonlarca sağdasolda çürütmede, düşmana kaptırmada, dağ gibi mevzilerin gereklerini yerine getirmemede üstünüze yok. Sizin PKK militanlığı ile ne alakanız var? Hele bir de günlük yapılan hatalara bak, en ufacık bir savaş kuralını gözönüne getirmiyor. Son kayıplara bakın; roket düştü 3 kişi öldü, 5 kişi öldü, 10 kişi yaralandı. Rakamlar hep böyle. Kayıpların hepsi topla ilgili, gelen mermiyle ilgili. Savaş sırasında bir top en çok 5 metre çapında bir yeri tahrip eder. Olsa olsa orada da 1 kişi bulunur. Ya değer, ya değmez, değse de yüzde 50 şehit olur, yüzde 50 kalabilir. Ama bakın bizimkilere top geliyor içlerine düşüyor. Belli ki hepsi grup halindedir. Sürü psikolojisi ile hareket ediyorlar.
Bin defa size söyledik, düşman havadan ve karadan teknik kullanıyor, siz de bunu biliyorsunuz. Niye peki 10 metre aralıklarla mevzilen miyorsunuz? Çünkü onlara hakim olan gerilla psikolojisi, tarzı değil, sürü psikolojisidir. Bu basit kural size tarzınızı hatırlatmak için, “boşver gerek yok” tek elimden gelen bu. Utanmadan bir de soruşturuyorlarmış, ne soruşturması. Hergün kendini kandırmanın binbir örneklerini sergilerler. Gidin bakın yaşadıkları yere sefalet kokuyor. Burda bile bizim biraz yaklaşımlarımızın gücü kesilse kendinizi düşüremeyeceğiniz bir durum var mı? Hani devrimin sözünü vermiştiniz. Devrimciliği gerçekten altı ay da yapacaksanız bu çerçevede yapın, tarihe bir iz kalsın. Söylediklerim açık, yapmazsanız yine size yazık olacak, bazı olumlu yanlarınız var. Devrimcilik en güzel meslektir, devrimcilikte zorakilik yoktur. Devrimcilik hep en doğruyu arar, en güzeli arar, en başarılısını yapar.
PKK bu, bunu saptırmayalım. Bunun biraz ciddiyetini gösterelim. Tekrar söyleyeyim yani, bununla çok zavallı, çok güçsüz haliniz aşınır, adam olursunuz, yani saygı duyulan, ne yaptığını bilen, karşımıza çıktı mı bir değer arz eden biri olursunuz. Siz hep bir suçlu gibi karşıma çıkıyorsunuz. Yakışır mı bu? Sağlam bir iş konusunda ne kadar çaliştiğini, ne kadar plan, ne kadar gerekleri uğruna çaba harcadığını anlatın, bunu yapın, en büyük yenilgiyi yaşasanız da biz yine sizi saygıyla karşılarız. Kimse neden zafer kazanamadın diye sizi suçlamıyor. Dikkat edin, neden yanlış yaşadınız, neden bu kadar kurallarla oynadınız diye sizi eleştiriyor veya suçluyoruz. ‘Ben bütün elimden geleni yaptım, elimde olmayan nedenlerle veya gücüm yetmediği için başaramadım’. Biz bu tutuma da saygı gösteririz, çünkü ciddidir, birisinde başaramadıysa mutlaka başka birisinde başarır.
Onbinlerce insanı çağırdık, bir tane akıllı dediğim gibi çıkma gücünü gösteremedi. Ben demiyorum hakim olmayın, tam tersine doğrular temelinde müthiş hakim olun, gücünüz, yetkiniz sürekli artsın, ama işleri başarma temelinde artsın yoksa yaratılan sorunlar yaptıklarınızı burnumuzdan adeta fitil fitil çıkarıyor. Bu kadar sorun çıkaracağınıza hiç yapmayın, hiç girişmeyin.
Umarım ciddiyete veya anlayışa, saygınlığa gelirsiniz. Burada yapılacak aslında hiçbir şey yok. Anlamlı bir eğitim anlamında bir dersin bile yeterli olduğuna inanarak biz verdik. Ama malesef bekleneni gösteremediniz. Sizi daha da zorlasak problem çıkar, dayanacak haliniz yok. Yüksek eğitim desem, hepsi yüksek eğitimli, ilkokul çocuğu ile üniversiteliyi de birlikte ayarlayarak, buluşturduk, verdik. Mesele benimle ilgili değil. Yine yaşam sizindir ve başarıya bağlı, değerli olanlarla ben zaten birlikte olmaya devam edeceğim. Yok özgürlük değerlerimizden, bizden kopmaya ya da bildiğini okumaya göre olanlar da özgürlük onun olsun, ne bildiği varsa yapsın derim. Ama sıkıştığında yalnız benden medet ummayacak, Parti’ye zarar vermeyecek. Tekrar söylüyorum, Parti’ye göre olmayan, sıkıştığında bize böyle yaramaz gibi dayatana ben en ufacık bile acı duymadan iyi bir kurşun sıkarım.
Açık söylüyorum, görev vereceğim. İşte korktuğunuz Cuma arkadaş adam vuruyormuş, evet Cuma’ya söyleyeceğim, işin gücün vurulması gereken adamları ayrıştır ‘vur’ diyeceğim. Bunun içinde bazılarınız da olabilir. Biz de yüreğimizi böyle soğutalım. Bütün bu çabalara layık olunamıyora 'bu itleri temizleyin' diyeceğim. Ne yapalım, eğitime gelemiyorsanız, işiniz, gücünüz bir yaşamı, kuralı bozmaksa 'iyi niyetliymişsin' ben ne yapayım? Savaşın iyi niyetle alakası yok ki. Savaş bir kural işi, savaş devrimci yaşam, bir öz işi, bir ilke işi, bir örgüt işidir. İşi gücü bunu bozmaksa yapma bir, etme iki, şöyle olur üç. Bütün bunlardan çıkar ne? Ucubelik. Başka yerde değil, ömür boyu veya yıllar boyu böyle olmak, birkaç yerde kusurlu, hatalı olan adamı içeri atarlar. Siz bunun da sınırlarını zorluyorsunuz. Tam tersine diyorsunuz ki ben böyle dayatacağım. Ordulaşmayı kabul etmiyor, yaşamın doğru, yenilmez tarzını kabul etmiyor. Ben kendim varım. Çok açığa çıktı ki, bu kendiniz dediğiniz olay düşmanın baştan çıkardığı bir canavar. Yani ben isim vermek istemiyorum. Düşman yarattığını bilir. 'Kıro' diyor, bu bir kırrodur. Devrimcilikle alakası yok. Kırro, kero yani eşşek. Ben bunu nasıl kabul edeceğim? Onun için biraz görüşlere değer verin. Özgürlük o değil.
Bizim için özgürlük amaçlara kilitlenmeyle birlikte kurallara doğru içeriği, doğru özü hayata geçirmek için böyle şiddetli çabaya bağlıdır. Özgürlüğün bunun dışında bir tanımı yoktur. Bütün bunları yine şunun için söylüyorum: Gidiyorsunuz, size perspektifleri hiçbir dönemde veya şimdiye kadar yapmadığımız kadar açıklıkla yapıyorum. Bütün bunları aynı zamanda kendi vicdan azabımı da halletmek için yapıyorum. Benim bir yürek sorunum vardır. Yüreğimi dayanılır kılmak için layık olmayanların, zora sokanların yarattığı sorunları yük haline getirmemek için gerekçelerini yaratmak zorundayım. Bu sizin için şu anlama gelir: Belirlenen ölçülere göre davranmadınız mı, değeriniz beş metelik bile etmez. İlgi beklemeyin, destek beklemeyin. Yaramazın tekisiniz, ona göre başınıza geleni kabul edin. Deliliğe, subjektif niyetlerle kendinizi yaralamaya hiç yetinmeyin. Yaparsanız, biraz ısrar ederseniz, bir kurşunla halledilirsiniz. Biz bu halka bir ordu, doğru savaş tarzı yaratmaya mecburuz. En büyük söz, ordu sözü budur, askeri söz budur.
Hiç kimse burayı serseri yatağına çeviremez. Ben gerekçelerinizi kabul etmiyorum. Şunu da size söyledim. Ananızdan yanlış doğmuşsunuz. Tekrar ananızın yanına. Benim nasıl bir savaşçı olduğumu herhalde çoktan anlamış olmanız lazımdı. Aylardır üzerinizde duruyorum. Anlayın, yok siz bir ordu kuracaksınız, ilkelerini ilan edin, ben geleyim, içine gireyim. İlkelerimden metelik kadar taviz vermedim. Tektim, tekrar söylüyorum, öyle gücüm de ortada yoktu, halim böyleydi. Halk adına yola çıkmadan önce çok hastalıklı, zavallı birisiniz ama halk adına yola çıktığımı anladıktan sonra tek bir güç buna ses bile çıkaramadı. İşte bir militan için gerçek budur, bunlar önemlidir.
İstemeye hiç hakkınız yok. İsteyin bakayım nasıl hizmet veriyorum size gösteririm. Bütün bunları anlayacaksınız. Bırakalım herşeyi, hercümerc, yazboz tahtası biçiminde sürüp gitsin. Öldürseniz bile bana bunu yutturamazsınız. Dağınık, bu sistemsiz, kendi kendine dağıtmış kişiliğinize alet olmam şurda dursun, affetmem imkansız. Bildiğinizi okursanız tekrar uyarıyorum, bildiğinizi okumaya eskisi gibi anlayışla karşılık verilmeyecek. Size çok çok uyanık olmanızı öneriyorum. Dert ortağınız olmayacağım. Bize duygusal bağlanmayacaksınız. O duygularınızın çirkinliğini şimdiden görerek kendimizi doğru ayarlayalım.
Dikkat edin tam bu noktada çocuklar gibi işi gücü ağlamazırlama sınırlarına götürme var. Normal bir ağlama var, bir de biliyorsunuz içini böyle davul gibi şişirip sonuna kadar zırlaması var. Politikada sizinki böyle bir ağlamadır aslında. Bu kadar zurnanın sesi midir sonuna kadar çıkarsa zırlar, onu görüyorum. Yapmayın güzel bir ses değil ki kulakları sağır eder biliyorsunuz. Peki ne sanıyorsunuz. Bakın hergün bizi sorguya çekiyorlar, hergün bizi imtihan ediyorlar. Peki biz aleme karşı kendimizi nasıl savunayım? Sizin çok yaptığınız gibi ağlayayım mı? Bir halk militanı bu rezil duruma düşer mi? Ben bu kadar zorluklarıma rağmen hiç bir gün karşınızda ağladım mı? Bu kadar kişi var etrafımda istifimi en ufacık tarzda bozdum mu? Çünkü ben halk adına onursuzluk edemem, kendimi küçük duruma düşüremem, yalvarmam. Ama sizin bütün hareketleriniz yalvarma, acındırma veya terbiyesizlik, zavallılık.
Tekrar söylüyorum, ben tektim, yıllarca herkes dalga geçiyordu benimle, ama istifimi bozmadım. Yüceliğimden metelik kadar taviz vermedim. Tekrar söylüyorum tektim, öyle gücüm de ortada yoktu ve halen de öyleyim. Halk adına yola çıkmadan önce çok hastalıklı, zavallı birisiydim. Ama halk adına yola çıktığımı anladıktan sonra tek bir gün rahatsız bir ses bile çıkarmadım. İşte gerçek budur. Bir militan için bunlar önemlidir, nettir. Kısa çerçeve size ömürboyu yeterlidir. Eğer anlayışınız varsa ben bu temelde sonuna kadar varım, zaten amansız çalışıyorum. Anlayamadık demeye hiç hakkınız yok. Çok güçsüzlük numaraları yaparak da boşa çıkarmaya hakkınız yok. Zorluklar hepimiz içindir ve biz bunları aşa aşa başarıyoruz.
Halk ordusunun ilk esası budur. Böyle söz verilir. Gücünüz yetmiyorsa hemen yanıbaşınızdakinden affınızı istersiniz. Ama yok, halk ordusunun bir eriyim diyorsanız, esas budur. Hiç kimse 'işte ordudur, benim yükümü kaldırır, ben yetkiyi ele geçirdim ve boşluk var' diyemez. 'Kimse beni görmüyor' deyip bu esasla çelişirse bu gerçekten hata yapıyor ve ağır ceza görecek.
Ordunun şöyle bir özelliği var. Herkes milimi milimine gereklerini yaparsan ordu ordudur. Meşhurdur yani Cengiz Han’ın hikayesini bilirsiniz. Atın nalı meselesi, bir çivisi bile eksik olduğunda büyük sorun çıkarır. 'Bir çivinin eksik olması, bir orduyu bozar' der. Düşünün sizin yalnız çivinizin bozuk olması değil, neredeyse her tarafınız bozuk çalıyor. Ordu böyle kurulur mu? Güçlü denetim alanlarımız yok diye, günlük denetimi size dayatmıyoruz diye, herkesin istediğini yapma anlamına gelmeyeceğini bilmelisiniz. Özdisiplin en iyi disiplindir. Özdenetim en iyi denetimdir.
Bütün bunlar yeniden doğuş dersleridir. Özgürlük için, ordu temelinde ve doğru savaşma esaslarıyla birlikte. Böyle yürüyenler kesinlikle engel de çıksa aşarlar, sorun da çıksa çözerler, eksiklikte olsa giderirler, dağ gibi sorunlar birikse de onları aşmasını bilirler. Bu benim yaşamımın bana öğrettiği en temel dersidir. Hiçbirinizin yükü bizimki kadar ağır olmadığı gibi, hiçbiriniz bizim bütün süreçler boyunca yokluklarla savaştığımız kadar, yokluklarla karşı karşıya değilsiniz. Gittiğiniz her yerde varlık nedenleri çoktur. İş yapma olanakları fazladır. Aydınlatmaya ihtiyaç duyuyorsanız son derece aydınlatılmışsınız. Gerisi sağlam yürür diye düşünüyorum. Ben bu yargımı değiştiremem. Değiştirenin kaybettiğini hepiniz biliyorsunuz. Değiştirmediğim için ben ayaktayım. Diğerleri güçsüz, bana ne? Çünkü kendileri bu tarihi doğru yargının gereklerine göre yürümediler. Ondan güçsüz düştüler.
Diyemezsiniz ki, sen kendi kendini dayattın, güçlendirdin. Hayır ben milimi milimine kurallara, devrimin genelde gereklerine, özelde kendi savaşımımızın ince sorunlarına büyük bir yürekle karşılık verdiğim için güçlüyüm. Siz bir çok gereklerini bir tarafa bıraktığınız için güçsüzsünüz, mahvoldunuz, suç sizin. Bu çabanızı doğru verseydiniz her biriniz bir destan yazardınız. Doğru vermediğiniz için şimdi zavallısınız. Suçu kendinizde arayacaksınız. Çözümünü de dolayısıyla kendinizde arayacaksınız.
Bir de 'imkansızdır' falan demeyin. Çok açık yani, biz işleri buraya getirdik. Artık kim imkansızdır diyebilir? Elinizi uzatsanız olduğunuz yerde iktidar olacaksınız. Güçsüz olan ne? Bütün bunlar eğer doğruysa, sözünüzün bu çerçevede sahibi iseniz, sizden haklı olarak önemli gelişmeleri beklemek kaçınılmazdır. Bir talihsizlik hep beni endişelendirir. Nedir o? Teknik nedenlerle işte bot devrildi, suya düştü veya aniden beklenmedik bir pusu diyeceğim, o da bana göre doğru değil, çünkü planlı yürüyüş pusuyu da kesinlikle açığa çıkartır. Kaza nedeni ne olabilir? Düşmanın hava saldırısı olabilir ki o da kaza nedeni olamaz, çünkü onun da tedbirlerini almak mümkündür. Dikkat edilirse kaza payı giderek azalıyor. Tedbirlik ne kadar fazla gelişirse, kaza diye bir şey olmaz, su kazası bile olamaz. Kar kazası bile olamaz, çünkü ona karşı da alınacak tedbirler çok. Giderek kaza ihtimali de en aza indirgenmiş olarak gidiyorsunuz. Dolayısıyla sizden hep önemli başarılar beklemek doğru bir anlayıştır. Doğru bir tutumdur. Sözü bu çerçevede veriyorsunuz. Bu bile sağlam yürümek ve sürekli başarmak için bence yeterlidir.
Derlemeler
Reber APO
- Ayrıntılar