Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Nisan günü saat 12.00 ile 12.30 arasında işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları Medya Savunma alanlarımızdan Xakurke bölgesi üzerinde alçak uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar
Basına Ve Kamuoyuna!
1. 30 Nisan günü saat 24.00 ile 0.30 arasında işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları Medya Savunma alanlarımızdan Kandil bölgemizde alçak uçuş yapmıştır.
- Ayrıntılar
KCK(Koma Civakên Kurdîstan) 25 Nisan günü Kandil’de yaptığı tarihi basın toplantısında “Gerillanın 8 Mayıs’tan itibaren Kuzey Kürdistan’dan Güney’e çekileceğini” açıkladı. Eğer süreç karşıtları tarafından provoke edilmez ve engellenmezse gerilla Medya Savunma Alanlarına çekilecek. Beklendiği gibi, çekilme gerilla kurallarına göre, belli bir plan dahilinde, örgütlü ve disiplinli olacak. Askeri ve siyasi operasyonların devamı ile halka ve gerillaya yönelik katliam saldırıları çekilmeyi durdurma nedeni sayılacak.
Böylece Kürtler çözüm sürecinin başarısı için çok tarihi bir adımı daha atmış oldular. İlk önce 2011 ve 2012 yıllarında aldıkları savaş esirlerini serbest bırakmışlardı. Ardından Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tarihi Newroz Çağrısı gündeme gelmişti. Bu çağrıya dayanarak da KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı 23 Mart’ta ateşkes ilan etmişti. Şimdi Kandil’den yapılan geri çekilme çağrısı hem bu süreci tamamlıyor, hem de PKK’nin yeni süreç karşısındaki tutarlılığını ve başarı isteğini gösteriyor.
Bu biçimde, söz konusu yeni sürecin geliştirilmesinde PKK ilk aşamada üzerine düşenleri tamamıyla yapmış oluyor. Böylece ikinci aşamanın önünü tümüyle açmış oluyor. Önemli olan geri çekilmenin başlatılması, bu iradenin gösterilmesidir. Bu yapıldıktan sonra artık arkası gelir. Yani ciddi provokasyonla karşılaşılmazsa gerilla geri çekilir. Karşılıklı gösterilecek duyarlılık da bu tür engelleme girişimleri için zemini ortadan kaldırır.
Şimdi 25 Nisan Kandil açıklamasıyla birlikte PKK üzerine düşeni yapmış oluyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü önünde savaşı engel gören ve bundan da PKK’yi sorumlu tutanlar açısından artık engel ortadan kalkmış oluyor. PKK kendini engel olmaktan çıkardığı gibi, siyasetin önünü açmış ve demokratik siyasete ciddi bir güç vermiş oluyor.
Gerçi PKK önceden de siyasetin önünde bir engel değildi. Sadece silahlı mücadele yürütmediği gibi, savaşın gündemleştirilmesi ve sürdürülmesinin de birinci sorumlusu değildi. Birinci savaş sorumlularının, sonuncusu AKP hükümeti olan özel savaş hükümetleri olduğunu herkes biliyor. Buna rağmen, sömürgeci egemenlikten yana olan birçok çevre, tarafgirliği nedeniyle, PKK’yi sorumlu tutuyordu. Şimdi geri çekilmenin ilanıyla artık bu tür görüşler de tümden aşılmıştır. Şimdi sıra “Şu çatışmalar olmasa demokratikleşme ve Kürt sorununu hemen çözeriz” diyenlere gelmiştir.
Böylelerinin az değil, sayı ve çeşitlilik bakımından çok oldukları bilinmektedir. Eğer geçmiş süreçlerde zaman zaman yaşandığı gibi ipe un sermez, tersine verdikleri söze sahip çıkar ve sözlerinin eri olurlarsa, o zaman Türkiye temel sorunlarının çözüldüğü derin bir demokratik dönüşüm sürecine girer. Sayıları çok ve kuvvetli oldukları için de bu demokratik değişim ve dönüşüm hızla gerçekleşir.
Fakat ipe un serme eğilimlerinin az olmadığı da daha şimdiden görülmektedir. Örneğin, bazı TV kanallarındaki sözde tartışmacılar, geri çekilme ilanı ardından bunun anlamını değerlendireceklerine, “Irak’a çekilen silahlı güçler ne olacak?” demeye başlamışlardır. Tabi “İlerde bunlar tehdit unsuru olmaz mı?” sorusunu da ekleyerek. Derler ya, merdî kıptî şecaat arzederken sirkatin söylermiş. Böylesi sözlerin sahipleri, PKK’nin tehdit unsuru olacağını söylerken, gelecekte de mevcut despotik ve Kürtleri inkâr eden sistemi olduğu gibi sürdürmek istediklerini ortaya koymuş olmuyorlar mı?
Belliki bu tür gevelemelere düşünce ve söz diyemeyiz. Bu tür faşist zihniyetlerin, adı özgürlükle anılan basın organlarında yer bulması üzüntü vericidir. Dolayısıyla bu süreçte dikkatli olması gereken kurumların başında medya gelmektedir. Baştan sona hile ve yalan kokan, şoven milliyetçiliği ve faşizmi içeren, başkalarını küçük görmeyi ve hakareti ifade eden sözlere böyle bir süreçte özgür medya yer vermemelidir.
Elbette bir de MHP ve CHP’nin gösterdiği tutum var. MHP’ninki faşist karakterine uygun olandır. Bir yandan AKP’yi biraz korkak görmüş. Tehdit edersem geri adım attırırım diyor. Bu temelde sabah akşam AKP’yi tehdit ediyor. Diğer yandansa, Mussolini misali çok korktuğu için çok bağırıyor. Bağırtıyla korkusunu yenmeye çalışıyor. Herhalde kendisine “Şimdiye kadar neredeydin?” sorusunu soracak kimsenin olmayacağını düşünüyor. Oysa otuz yıldır yaşanan bu savaşa en çok katılan MHP’dir. Kürdistan ve Türkiye’nin her tarafında gerilla gruplarının gezmesi, herkesten çok da MHP’nin yenilgisi anlamına gelmektedir. Derler ya, yenilen pehlivan güreşe doymaz! MHP’ninki tam da buna benziyor. Dahası, kendisini yenen pehlivan için, “Bunu üzerimden kaldırın, yoksa ben kalkarsam onu kötü yaparım” diyen güreşçiyi andırıyor.
CHP’ye gelince, Kılıçdaroğlu yönetimindeki bu partiye değil sosyal demokrat demek, liberal demek bile mümkün değil. Ona da MHP gibi faşist nitelemesi daha iyi yakışıyor. Bu zatı muhteremlere göre, böyle geri çekilme olmazmış, PKK silahı bırakıp teslim olmalıymış! Aynı şeyi MHP de söylemiyor mu? Bugünkü CHP’nin Palu-Genç-Hani, Ağrı ve Dersim katliamlarını yapan CHP’den ne farkı var? Kürdü inkâr eden ve yok etmeye çalışan zihniyet ve politika bu CHP’nin icadı değil mi?
O halde bu CHP ve MHP’den bir şey beklenemez. Onların da bu sürece katılmaları teorik açıdan iyidir, ancak pratikte gerçekleşme koşulları çok zayıftır. Onların aşılmaları, tarihin çöp sepetine atılmaları belki de en iyisidir. Fakat burada müzmin muhalif olarak süreç karşıtlıklarına verilecek en iyi cevap, “Gücünüz yetiyorsa PKK’yi siz silahsızlandırın!” olacaktır. Öyle ya, onlarca yıldır başaramadıklarını bugün iktidardan istemeleri, bunu da muhalefet yapma adına dayatmaları bir değer ifade eder mi?
Demekki aklı başında ve demokrat hiç kimse CHP ve MHP gibi olamaz. Yine gözünü demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümüne dikmek yerine, sınır dışına çıkmış PKK’lilerin ne olacağına dikenler gibi de olamaz. PKK tarihi kararı vermiş ve gerillanın sınır dışına çekilme sürecini ilân etmiştir. Artık silahın sustuğu, fikirlerin ve siyasetin konuştuğu süreç başlamıştır. O halde, böyle bir süreç için çağrı yapan ve bu durumda aktifleşeceğini söyleyen herkes harekete geçmelidir. Şimdi görev ve sorumluluk onların omuzlarındadır. Hiçbir gerekçe bu görev ve sorumluluğun başarısını örtemez.
Görülüyor ki, başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm emekçiler, azınlıklar, kesimler, bütün ezilenler ve demokrasi isteyenler tarihi bir görev ve fırsatla yüz yüzedir. PKK önlerini açmış ve kırk yıldır yarattığı birikimi hizmetlerine sunmuştur. 2013 yılı 1 Mayıs’ı öncesi ilân edilen bu durum, en büyük 1 Mayıs hediyesidir. O halde bunun hakkı 1 Mayıs Meydanlarında verilmelidir. 1 Mayıs kutlamaları Amed Newroz’unun Türkiye’ye taşırılması ve ilân edilen sürecin sahiplenilmesi olmalıdır. Ardından demokrasi konferansları ve serhildanlarla bu demokratik kurtuluş hamlesi zirveye taşınmalıdır.
PKK’nin tarihi adımı tüm Türkiye’nin demokratik devrim adımıdır. 2013 yılı bu devrimci adımın zaferine tanıklık edecektir!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Nisan günü Amed'in Farqin ilçesine bağlı Şehit Baran alanı, Derika bikuri, Heci Çerkes, Başutê ve çevresinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava aracı ve kobra tipi helikopterler desteği ile zırhlı araçlarla bir operasyon başlatıyor.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Nisan'dan itibaren Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Helena ve Şıkestun köylerine çevresine işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Nisan günü sabah saat 6.30'da işgalci TC ordusu Skorski tipi helikopterle Amed’in Akdağ alanına indirmeler yaparak bir operasyon başlatmıştır. Operasyon, Dest Mala, Seferan, Kosan, Kewnik, Miçke, Tepe Tang ve Şehit Xeyri sırtlarınıda kapsamıştır. Bu alanlarda yoğun keşif faaliyetliliği ardından operasyon aynı gün sonuçsuz geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Terör kavramı bu dünyada birçok kavram gibi sadece ve sadece egemen sınıfların çıkarlarına göre içerik yüklenen bir kavramdır.
Bir ara Noam Chomsky terörizm kavramı için: “Terörizm genellikle; terör tohumlarını atmak yani kurbanlar kategorisindeki diğer insanların aşırı korkması amacıyla, kurbanlar kategorisindeki insanlara karşı yapılan eylemler olarak tanımlanır. Bu, ‘diğer insanların’ gelecekteki davranışlarını değiştirmek amacıyla yapılır“ tespitini yapmıştı.
Avrupa Sözleşmesi’nin 17. maddesinde de terör, “...başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem...” diye tanımlıyor.
Türkiye devleti hangi tanımı kendileri için esas alıyorlarsa o tanım üzerinden söyleyeceklerimizi dile getirelim. Ya da dinlerin tanımlamalarına göre bu kavramı ele alalım. Hangi terör tanımını esas alacaklarsa o göre değerlendirmelerde bulunalım. Yeter ki o Türkiye’de piyasaya sürülmüş ve mantar gibi orta yerde bitivermiş olan yarı bilmiş psikolojik özel savaş elemanları ile tüm ekranları kaplayan “terör” uzmanların tanımlamaları olmasın. Çünkü böyleleri yarı bilmişlikleriyle kendi boylarından çok ileri düzeyde değerlendirmelere doludizgin yalanları bile bile utanmadan yapabilmektedirler. Üstelik bu yalanları sıkarlarken yüz hatlarında tek bir utanma duygusunu da göremezsiniz. Göremezsiniz çünkü böyleleri Fuche tarzı karaktersiz kişiliklerdir. Birde Türkiye toplumlarından bilinen, “yarım hekim candan, yarım imam dinden eder” özdeyişinden yola çıkarak yarı bilmişlik ise yoldan çıkar insanı gerçeğinden dolayı bunların tanımlamaları dışındaki tüm tanımlamalara varız diyoruz.
“...başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem...” terör eylemi ise TC devleti adındaki yapı sadece bugün değil, dünde, evvelsi ki günde, bir daha evvelsi ki günde hep terör suçu işlemiştir.
Kürdistan’ı işgal edenler onlar, işgal ederek bu topraklarda yaşayan insanlar tüm doğuştan gelen haklarını sadece inkar eden değil, bu doğuştan gelen hakları yok etmek için gece gündüz çalan onlar, bir halkın en insani ve toplumsal hakkı olan dilini yasaklayan onlar. İsimlerini değiştirenler onlar. Coğrafyasını, kültürel mirasıyla oynayanlar yine onlar. Bunlar yeterli görülecek ise Kürtlerin binlercesini katledenler yine onlar. Hem katletmiş hem de yaptığı katliamları Kürtlere yığanlar yine onlar.
Şimdi sormak gerekiyor, Kürtler TC devletinin yaptıklarına karşı ne yapmışlar? Dağa çıkmak olmuş. Dağlara çıkan Kürtler ya da onların evlatları yaptıkları sadece ve sadece onlardan alınmış olan hakları yeniden geri almak olmuştur. Bu hakların yeniden geri iade edilmeleri için bu halkın evlatları dünyada en ağır çilelere katlanmayı göze alarak meydanlara çıkmışlardır. Ölmemek için kendilerini korumuşlardır. Vurulmamak için kendilerini savunmuşlardır. Ve tüm bu savunmalar hep Kürdistan’da olmuştur. Bu savunmalar başkasının topraklarına girilerek yapılmamıştır. Bu savunmalar kendi topraklarında yani Kürdistan’da işgal konumunda olan bir imha gücüne karşı verilen bir savunma olmuştur. Dolaysıyla başkasının “...başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem...” asla olmamıştır. Ortaya sergilenen eylemler sadece ve sadece savunma amaçlı olduğu gibi dediğimiz gibi bir halkın elinden zoraki gasp edilmiş olan haklarının geri alınması için yapılan eylemler olmuştur.
Şimdi Avrupa Konseyinde özgürlük savaşçıları için kullanılmış olan “aktivist” kelimesi bu bağlamda yeterli olan bir kavram değildir. Elbette gerillaların tümü aktivisttir. Ancak özgürlük aktivisti. Bunun için Avrupa Konseyin daha önce özgürlük hareketi ve onun militanlarına dönük kullandığı terör kelimesinden geri adım atması iyi bir adım olsa da, asıl yapılması gerekli olan Kürdistan özgürlük gerillalarını özgürlük aktivisti ya da özgürlük savaşçıları olarak tanımasıdır. Avrupa Konseyi Kürt özgürlük savaşçılarını böyle tanımlamasının yanı sıra TC devletini de yaklaşık yüz yıldır Kürt halkına karşı sistematik olarak uyguladığı terörden dolayı Terörist Devlet demesi gerekmektedir.
Denilecek ki şimdilerde TC devleti yapılan onca suçu telafi etmek için adımlar atmaktadır. Diyelim ki öyle olsun, bu yüz yıl boyunca Kürtlere karşı işlenmiş terör ve terörizm suçlarını silecek bir durum olamaz. Şimdi yapılanlar, ya da yapılması düşünülmüş olanlar olsa olsa gelecekte terörist faaliyetlerinden uzaklaşmış bir TC devleti olacaktır. Ancak tarihte işlenmiş suçlar olduğu gibi durmaktadır, bunların telafisi de yine TC devletine düşmektedir.
Özcesi Kürtlerin özgürlük savaşçılarını özgürlük savaşçıları olarak tanıması ve de TC devletinin yüz yıl boyunca hem Kürtlere hem de başka halklara ve inançlara karşı yaptıkları terörü de terör faaliyeti olarak tanımlarsa Avrupa o zaman bir nebzede olsa TC devletinin işlediği suçlardan kendisini arındırmış olacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
“Tarih bize yeniden Kemal Pir, Mazlum Doğan ve Haki Karer tarzından çalışmayı dayatıyor” demiştik. Bunun böyle olduğunu son zamanlarda olup bitenlere çok rahat bir şekilde gösteriyor bize.
Başkan Apo’nun başlattığı yeni süreçle birlikte Kürdistan’a adım atamayanların, halkımıza söyleyecekleri bir sözü olmayanların, toplumumuzda dıştalanmış olanların ve de benzerlerin Kürdistan’da nasıl cirit attıklarını görüyoruz. Cirit atmalarına bir şey diyeceğimiz olmaz ancak bu cirit atanların bir kısmı Dicle Üniversitesinde görüldüğü gibi 40 yıldır bu halkın ödediği ağır bedellere saldırarak cirit atıyorlar. Bir kısmı ise, bu halkın kendisini ölüm cenderesinden inanılmaz direnişlerle bugünlere getirmesini halen teröristlik olarak ele alarak yapıyorlar. Bir kısmı ise halkımızın değerlerine saldırdıkça saldırarak yapıyorlar. Ve bir kısmı ise ortaya çıkarılmış bunca değerlerin yokmuş gibi ajite ederek, halkımızla alay ederek yapıyorlar.
Özcesi gerillanın Kürdistan’ın kuzeyinden güneyine geçmesini fırsat bilipte halkımıza ve onun yarattığı değerlere farklı şekillerde de olsa dil uzatarak saldırılarda bulunmaktadır. Bir gerçekli budur.
Diğer gerçeklik ise Başkan Apo’nun 21 Mart Newroz’unda 2 milyon insanın önünde yaptığı tarihi açıklamayla özgürlük hareketi ve özgürlüğü bin kez hak etmiş halk ve halkların önüne müthiş fırsatların ortaya çıkmış olmasıdır.
Öncelikli olarak özgürlük hareketi, Kürt halkı ve de bu toprakların en güzel renkleri olan Ermeni, Asuri, Arap, Yezidi, Alevi derken tüm diğer güzel renkler için her alanda istedikleri gibi kendilerini dile getirme olanağı ortaya çıkmıştır.
Bu iki durumda da çıkaracağımız sonuç her hâlükârda eskisinden çok daha fazla çalışma yürütme görevlerimizdir. Birinci olarak halklarımızın karşısında gerici duruşlarını terk etmeyenlere karşı vereceğimiz mücadele görevlerimizdir. İkinci olarak ise yeni açılan mücadele sahalarında yürüteceğimiz çalışmalardır.
Kürdistan’da adeta inkarcılığı, imhayı, horlamayı, küçümsemeyi, hakaret etmeyi Kürt halkı ve diğer buranın güzel renklerine marifet bilenlere karşı yapacağımız kesinlikle güçlü duruşumuzu korumaktır. Örgütlülüğümüzü daha da pekiştirmektir. Mücadele ruhumuzu ve azmimizi koruyarak bu gerici cepheye karşı durmaktır. Bu ise kesinlikle eskilerden olduğundan çok daha fazla bir araya gelmekten, ortaklaşmaktan, çalışmaktan ve kesinlikle örgütlenmekten geçmektedir.
Hiç şüphesiz bu örgütlü duruşu ağırlıklı olarak demokratik mücadele içerisinde kalınarak yapılacaktır. En son Dicle üniversitesinde görülen paramiliter güçlerinin saldırılarına karşı istisnai olarak gerektiğinde öz savunma duruşuyla karşı duruş olacaktır. Ancak her hâlükârda Kürdistan’da halkların çıkarlarını düşünenler kesinlikle ama kesinlikle öz savunmalarını her şart altında alacaktır. Öz savunma her zaman ateşli silahlarla yapılan öz savunmalar olmak zorunda değildir. Ateşli silahlardan çok daha ilerisinde rol üstlenecek olan öz savunma ateşsiz olanıdır. Yani örgütlü duruşla kendini savunmaya alan öz savunmadır. Her saldırıya karşı savunmalı ve korunaklı olan savunmadır.
Diğer önemli durum ise yeni mücadele süreciyle birlikte önümüze açılan yeni fırsatlardır. Artık her yere açılma zemini yakalanmıştır. Örneğin en son Time Dergisinin Başkan Apo’yu dünyada 100 en etkili liderler arasında sayması, Avrupa Konseyi Meclisinde PKK’yi ve kadroları “aktivist” olarak görmesi hep yeni ve önemli açılım sahalarıdır. Legal siyaset gibi birçok çalışma alanı da yeni dönemde oldukça büyük fırsatlar yakalamış çalışma alanlarıdır.
Durum buyken o zaman yapılması gerekli olan açıktır; çalışmak, çalışmak çalışmak. Tabii ki yaratıcı bir tarzda çalışmak, yaratıcı bir tarzda harekete geçmek, yaratıcı bir tarzda açılmak.
Şunu peşinen söyleyelim, Kürdistan özgürlük mücadelesi bugünlere gelmek, bugünleri yakalamak için binlerce kahraman evladını verdi, binlerce köyü yakılıp yıkıldı, milyonlarcası sürüldü, yüz binlercesi sürgüne yollandı. Ve tabi kardeş halklarda yanan Kürt halkıyla birlikte yanmıştır. Ve bugünde aynı komşu halklar ve bu topraklarda yaşayan farklı inançlar nasıl ki özgürlük hareketinin çalışma sahaları genişlemiş ise aynı şekilde kardeş halklar içinde bu gerçekler ortaya çıkmıştır.
Bir diğer yazıda bu duruma tarihi moment dedik. Tarihi momentlerdeki çalışma tarzı sıradan olamaz. Tarihi momentlerde çalışma tarzı ancak ve ancak Kemal Pir tarzında olur. Mazlum Doğan tarzında olur. Haki Karer tarzında olur. Bu tarzın en belirgin olan özelliği en olmaz imkansızlıklardan muazzam çalışarak ürün ortaya çıkarmaktır.
İşte bunun için diyoruz ki dönem herkes için özelde de Kürdistanlı gençler için Kemal Pir tarzında Pir’ce çalışarak coğrafyamızın bin kez hak ettiği özgürlük imkanlarını elden etmektir.
Devam edecek
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Nisan günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Şîkeftanê köyü ve çevresine yönelik işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon düzenlenmiştir. Operasyon esnasında köylülere ait mazot bidonlarını ateşe vererek imha eden düşman askerleri köyde yeni bir karakol inşa etmek istemektedir.
- Ayrıntılar
Son mektubun üzerinden yedi yıl geçti ölçülebilir takvim zamanlarında. Yürek zamanında hep benimleydin oysa. Nereleri gezdim biliyorsun. Güzel dağların ardından isteksiz isteksiz mecburiyetten yolum yeniden düştü şehirlere. Sana hep yazmak istedim. Biliyorsun, dağlılığını sevdim en çok senin. Bir dağ gibi taşımak istedim yüreğimde. İkimizin de yüreğinin ortak mekânıydı dağ. Sıyrılıp bu mekanik zamanlardan dağın anlam zamanında yaşıyorduk sadece. Ötesi kirletiyordu ikimizi de. Zaman-mekân diyalektiğinde dağdan öte kirli, buruk, sesi soluğu kesilmiş oluyorduk. Hani alıp götürmese yüreklerimiz ve seslerimize sinen dağlar, dağın insanları, boğulurduk ikimiz de.
Hangi asfalt caddelerde beton duvarların ardında demir yığınlarının içinde gezinse de bedenimiz, yitik iki dağlıydık oysa sadece ikimiz de. Ölçülebilir zaman dışında yaşama tercihimizde kararsızlık geçirmedik ikimiz de. Hani bir dosta yazıyorum ya, hani adettir ya, seni ölçülebilir takvimlerin yedi yılında gönül alıcı bir özür dilemeliyim ya mektupsuz koyduğum için. Oysa biliyorsun bizim yürek âlemimizde pek ısınamadığımız kelimelerdir pardonlu, lütfenli, özür dilerimli seslenişler. Kırsak kalbini sevdiğimiz birinin, mahcup bir bakışımız, utangaç bir tebessümümüz, yere bakan gözlerimiz, kelimelerin bir türlü dökülemediği titreyen dudaklarımızın tamir edemeyeceği bir kalp yoktur, biliyoruz ikimiz de.
Her ne kadar hep yüreğimin dostlara ayırdığı o sımsıcak köşesinde taşısam da seni her yere, bir burukluk vardı hep içimde. Hani en iyi, dostlar bilir ya, bir dosttan sese dökülmüş, kalemde kalıcılaşmış ve sana ulaşmış bir selamın gururunu ve sevincini. Zaten ne isteyebilir ki bir dost bir dosttan yürekten bir selamın dışında. Ne kadar çok şey paylaşsalar da birbirleriyle, ne kadar birine ait bir şey, bir o kadar aitse ikisine de, yine de günde bin defa karşılaşınca gözleri, bir sıcak merhabanın, hasretle kucaklaşmanın yerini dolduramaz hiçbir paylaşma biçimi. Ama şehirlerde boğulmuş sesimle ve şehirlerde iyice bir yolunu şaşıran parmaklarımla kelimelere ve seslere dönüştürüp sana ulaştıramıyordum bir türlü selamımı.
Önceki mektupta gururla yazmıştım ya sana, seni en çok bu dağlarda anlayıp daha çok sevdiğimi. Yüreğimden hançereme bir yumruk gibi oturan sesim ve gözpınarıma asılı kalmış bir damla tuzlu suya gömülü bir gururla seslenmiştim sana.
Paylaşmak paylaşmaksa bütün güzelliklerini dostluk, en güzel yerlerde yaşadığın güzellikleri seninle paylaşamazlık edemezdim. Bu güzellikleri en çok hak eden ama en çok koparılmak istenen dostum, hasretinde olduğun bu dağlara ulaşmanın ve bu dağların en yüceleri Zağroslarda yaşadığım her şeyi seninle paylaşma sevincinde ve gururunda yazmak, duygularımı paylaşmak ne kadar rahatlatmıştı yüreğimi anlatamam.
Gördüğüm bütün dağlılara sana ve dostluğumuza dair bir şeyler anlatarak gururla taşırmak istedim seni dağlara. Dostlar kimseyle paylaşmak istemez dostlarını. Çok iyi bilirsin sen bunu, kıskançtır dostlar, en kıskanç sevgiliden bile daha kıskançtır dostlarını paylaşmada.
Ben seni dağlarla ve dağlılarla paylaşabilirdim ancak. Yüreği bir dağlı olarak çok iyi bilirsin sen, en ustasıdır onlar her şeyini paylaşmanın. Her şeyimle her şeyimi paylaşmak yakınlaştırıyor onlara beni en çok. Değer bilmez, dostluk bilmez şehir mekânlarında bize ait olan, dostlara ait olan paylaşılmışlıkların pazara düşme korkusudur kıskançlık. Her şey düşünce o pazarlara nasıl yitiriyorsa değerini, dostlukların da değerini yitirmesinden korkardık ikimiz de.
Ve iyi bilirdik asla pazarlara düşmemeliydi en insani yanımız olan dostluklar. O yüzden neyi düşürsen daha bir değer kazanan bu dağların dağ yürekli çocuklarıyla paylaşmıştım seni. Daha bir değer kazandı dağlara düşen dostluğumuz.
Sevgili dostum,
Yine o mekânlardayım bütün yüreğim ve üstelik bedenimle. Yeniden kavuştuğum bu güzellikleri bir selam yapıp dökmeden söze ulaştırmasam sana, ihanetlerin en büyüğü olan dost ihanetinde boğulacak yüreğim. Gururla şimdi sana selam veriyorum dağlardan. Bir dost sohbetinde gördüklerimi ve yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum seninle dostça. Hani ne kadar söze dökülünce sevinç veriyorsa insana bir merhaba, paylaşmada mahirdir en çok gözleri insanın. Biliyorum, merhabadan sonra gözlerimde paylaşabilirim her şeyi seninle. Hepsini yazmayı gerekli bulmuyorum sana. Ama gururlanacağını bildiğim için iki kelimeyle anlatayım sana yürümeye doyamadığım dağlarda dost yüreklerle seni nasıl paylaştığımı.
En çok sağlam dostluklara inanıyor onlar, hilesiz-hurdasız, fitnesiz-fesatsız, yalansız-dolansız, kirlenmesine asla izin vermedikleri bir parıltı olarak taşıyorlar yüreklerinde bütün dostluklarını. En küçük bir gölge düşürülse dostluklarına, hiçbir zulmün, işkencenin, acının, ihanetin kâr etmediği yürekleri bir çocuk kalbi gibi kırılıp daralıyor dünyaları.
Anlatırken seni, korumada maharetli oldukları yüreklerinde bir kıvılcım olarak hep taşıyacaklarını o göğüs kafeslerinde seni, biliyordum. Ve biliyorum şimdi, onların yüreğine düşmüş olmanın sevincindedir gözlerin. İsmini sevgiyle ve yiğitlikle sesine düşürse bile bir teki seni, bu, dünyalara bedeldir senin için. Ve bütün dost gayretimle seni anlatmaya çalışıyorum onlara. Anlayıp ‘yiğitliğine yakışır bu toprakların bir evladıymış’ diyorlar. Hani kolay kolay payesini kimseye vermedikleri yiğitlikle bir arada anınca onlar senin ismini, bir yiğitle dost olmanın gururuyla kabarıyor yüreğim. Bir çift söz etsem sana dair, dost paylaşımlarına inançta lekesiz, pırıl pırıl yürekleriyle ne kadar çabuk anlıyorlar seni, anlatamam. Ve dostluk ustası bu dostlar hemen teslim edip hakkını, veriyorlar sana hak ettiğin değerini.
Sevgili Burhan, güzel dostum;
Şimdi belki kızacaksın bana dostça bir sevecenlikle, ‘bırak sana ait çok iyi bildiğim o duygularını anlatmayı. Sen bana, o beni ben yapan o dağlarımı ve dağlarımın o güzel çocuklarını anlat’ diyeceksin. Hadi yine kızma öyle, kızgın çıkmasın bir nara gibi dağ hasretinde sarhoş sesin. Anlatacağım sana elbette, senin çocuğu olduğun dağların, seninle gurur duyan çocuklarını. Bir bilsen ne kadar ustalaşmışlar yeni dünyalar kurmada. Bir yurt yaratıyorlar şimdi bu güzel mekânlarda. En çok da dağ yüreklilerin koparılışlarında anayurtlarından öfkedeler. Kendileri için ne kadar sabır ve huzurla yaratıyorlarsa bu güzellikleri, bu güzelliklerden mahrum bırakılanlar bir an önce dönebilsinler diye bu güzelliklere, bir o kadar sevecen bir acelecilik ve telaştalar.
Sürgünlerde yurt hasretinde kanayan yürekleri, bu dağların güzelliğinde sağaltmak için bu bahara yetiştirmek istiyorlar güzellik inşalarını. Tek bir yüreğin dağ hasretinde kırık ayrılmasına bu dünyalardan kalmamış tahammülleri. Gömüldükleri, vurulup düştükleri bu dağlarda yanı başlarında olsun diye bütün dağ yürekliler, ha bire yer açma telaşındalar.
Seni anlatınca onlara ‘Bizim Karadeniz Burhan’a da güzel bir yer açmak gerekir bu dağlarda’ diyorlar. Gururlanıp seviniyorum. En çok gömülmek istediğin yerde bir yer açılacak sana. Kahpe kurşunlar düşürememişti seni toprağa. Dağ hasretine dayanamayıp sıyrılmıştın bedeninden. Dağlarda konacak güzelliklerin telaşında çırpınıyordu ruhun.
Dostlar hep müjdeli haberler bekler birbirinden. Madem bu kadar dostuz birbirimizle, yüreğime yerleşmiş bir müjdeyi vereyim sana. Zamanımız daha bir yakın gibi hissediyorum o güzel günlere. O güzel günlerde, o en güzel yerlerde, o olmayı en çok istediğin yerlerde bir yer açılıyor şimdi toprağa düşmüş bedenine. Her şeyinle seni dağlara getireceğim günler yakın diyor yüreğim. Bilirsin, kolay kolay yanılmaz dostluklardaki dağ yürekler. Çağırsam geleceksin, biliyorum. Sarhoş olacağız ikimiz de bu dağların güzelliklerinde. Bu sözleri duymak bile sarhoş etmiştir şimdi seni. Dağa ait bir damla, bir sözcük, bir selam bile ne kadar sarhoş edip sevinçlere boğar seni biliyorum.
Dağdayım şimdi Sevgili Burhan. Kalkmışsın o mahkûm edildiğin sandalyeden. Ayaklanmış, yürüyorsun benimle bütün patikalarda. Keyifli sohbetlerin, müjdeli haberlerin dost kucaklaşmalarının sevincinde çılgın ve sarhoş yüreklerimiz. Utanıp saklamaya gerek yok bu dağlarda sarhoşluklarımızı. Halden anlar dağlılar, anlayacaktır ikimizi de. Paylaşıyorum seni her şeyimle. Bu sarhoş, bu çılgın yüreklerimiz sofrasını buldu şimdi. Ekmeklerini paylaşacaklar bizimle ve sana ulaştıramadığım şaraptan dereler akacak yanı başımızda. Hangisi hangi dereden bir kadeh doldurup koysa önümüze, hangisi usulca okşayıp bir dağ çiçeğini, kokusunu savursa yüzümüze, hangisinin gözleri dikilse şarap renkli ufuklara gün doğumunda, biz de payımızı alıp yudumlayacağız büyük bir keyifle. Sonra sarhoşluğunda dağların, aylak aylak dolaşacağız bütün patikalarını. Dağ sarhoşluğundaki muhabbetlerimizde daha bir bulacağız kendimizi.
Sevgili Burhan,
Hasretlik bir mektup bu. Gecikmiş bir selam bu. Utancındayım gecikmenin. Duy titrek sesimi. Nemli ve utangaç gözlerimde kabul edeceksin biliyorum özrümü. Bu dağlar, her şeyiyle sen olan bu dağlar, bir ana gibi kucaklıyor ikimizi de. Böyle bir evladı doğurup ak sütünde emdirdiği için ne kadar minnetteyim bilsen o güzel ananın. Hepimize ana olan bu dağlarda sana saldığım bu selamda unutsam o güzel anayı, yarım kalacak bu selam biliyorum. En çok da seni yüreğinde taşıyan o güzel anaya da ilet selamımı. Seni kucaklayan ellerinden, seni seven yüreğinden ve seninle hep dolu dolu olan o gözlerinden öpüyorum hasretle. Gurur duyuyor seninle. Gurur duysun istiyorum benimle de, payımı alabildiğim için senin dostluğundan.
Analarımızın gururlanmasının bizimle, tutamaz hiçbir şey yerini. Bizimle gururlanan analarımızın gururundayız şimdi. Gururlanabiliriz ikimiz de, sen en güzel dağ, ben de en güzel dağın dostu olabildiğim için. Ana gururundayız ikimiz de. Dostuz ve anayız ikimiz de. Bir dost bulunca, en iyi dostu olan anasına kavuşmuş gibi olur insan. Ve en çok anasıdır insanın dostu. Sen yüreğimin dağ çocuğu, bütün açlıklarımda beni dostluğunla emziren sevgili anamsın. Varsa bir kusurum, en çok affedici olan çocuklar ve analar gibi affedeceksin beni, biliyorum. Bir dosta bir selam göndermenin ve kusurunu affettirmenin sevincinde kucaklıyorum seni.
Dağa geldim. Sana geldim. Yine ve yeniden, bütün yüreğimle merhaba dostum…
JÊHAT BÊRTÎ
- Ayrıntılar