Dünya Kadınlar Gününün en anlamlısını, Kürdistan serhıldanına önderlik eden Kürt kadını yaşıyor.
Geleneksel 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, bir kez daha kadın özgürlüğü gerçeğimizi göz önüne getirerek, kadın sorununa yaklaşımın nasıl geliştiği ve bunda bizim çözümümüzün ne olduğunu bilince çıkarmak ve günün mücadele gerçeği içinde daha da ilerleyebilmesinin savaşı içinde olmak, bugüne verebileceğimiz en anlamlı karşılıktır.
PKK tarihi, onun sömürgecilikle savaşım tarihi, aynı zamanda Kürt kadınının kurtuluş tarihidir.
Halk gerçeğimiz, yoğun bir biçimde kadın gerçeğimizin benzerliklerini taşır. Onun sorunu, onun kurtuluşu; kadın sorunu, kadın kurtuluşudur. Belki de denilebilir ki, hiç bir devrim Kürdistan Devrimi kadar kadının kurtuluş devrimi olamayacaktır. Bunun tarihi, ulusal ve toplumsal nedenleri vardır. Tarihte, toplumun ataerkil aile yapısından ötürü ve giderek daha da geri biçimlerde günümüze kadar gelişen feodal ağalık, aşiretçilik, dincilik kurumlarının erkeği öne çıkarması ve bu kurumların en çok yabancı işgale yataklık etmesi, Kürt erkeğini çok onursuz, işbirlikçiliğe en çok alet olan, bu konuda sınır tanımayan bir çarpıklığın içine iterken; kadın güçsüz de bırakılmış olsa, Kürt ulusal değerleri içinde kalabilmiştir.
Erkek egemenliği, onu hep kadın üzerinde baskıya doğru götürürken, dışta işbirlikçiliğe doğru götürmüştür. Kurtuluş yolunu hep işbirliğinde arar. Dolayısıyla yabancı işgalcilerin, sömürgecilerin kültüründen tutalım her türlü siyasi, askeri tortu işlerinden tutalım kabiliyetine göre en tehlikeli ajanlık ilişkilerine kadar, hepsine Kürt erkekleri içinde bolca rastlanır. Bu konuda adeta kendileriyle iftihar edenler. Yabancı işgalcilere en çok kim hizmet ederse, "bu en iyi adamdır" biçiminde bir bakış açısı gelenek olmuştur. Genel anlamıyla erkeğin yaşadığı bu olumsuzluk, işbirlikçi sınıflarda daha da gelişmiştir. İşbirlikçi sınıf ve onun erkek egemenliği denilebilir ki, Kürdistan’ın en uğursuz, en lanetli kirine bulaşmış, ulusal değerlere ihanet etmiş ve dolayısıyla da en çok sorumlu tutulması gereken kesimi oluyor. Eğer kadın bu anlamda bir defa kirli düşmüşse, erkek on defa daha kirli düşmüştür. Bu gerçeği çok işledik.
Genel toplumsal çözümlemelerimizde ve daha çok da kadın sorununun ortaya konulması ve çözümünde son yıllarda oldukça ilerleme sağlamış bulunuyoruz. Hatta bununla da yetinmedik, pratiğe bu çözümlemeler temelinde yol aldırmaya çalıştık. Gelişmeler, çözümlemelerin doğruluğunu ortaya koydu. Kürt kadınının kendini en iyi dile getirdiği 1990 yılının CizreNusaybin serhildalarında önderlik edenler kadınlardı, çocuklardı. Kadınçocuk ilişkisini göz önüne getirirsek, kesin olarak serhildanda önderlik, ağırlıklı olarak kadınındır. Bu gerçeği iyi anlamak gerekiyor.
Unutmayalım ki CizreNusaybin’de, Kürdistan’ın diğer benzer serhildanlarının geliştiği yörelerde, kadının kendini ortaya çıkarışı tesadüfi değildir.
Birincisi; kesinlikle partimizin ideolojikpolitik yaklaşımlarının doğruluğuna, kadının tutkusuna verdiği önemi gösteriyor. Bu kesindir.
İkincisi; yaptığımız pratik çalışmanın doğruluğunu, kadın faaliyetlerine verdiğimiz önemi, kadın kadrolarının kitleler arasındaki çalışmalarının önemini ve sonuç alıcılığını gösteriyor. Özellikle Cizre kadınının etkilenmesinde temel rolü oynayan Bınevş AGAL yoldaşın örnek kişiliği, çok iyi bilinir ki, bu gelişmelerin en önemli nedenidir. Hemen hemen her yörede böylesine gelişmelerin ortaya çıkarılmasında, partinin bizzat eğitip mücadele alanına sevk ettiği kadın kadrolarının yeri önemlidir. Onlarca şehit verilmiştir. Daha dün 1991 serhildanının geliştiği Şırnak, İdil ve Dargeçit’te, kadınların yürüyüşün başında olduğu ve yine ilk şehidin bir kadın olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Şu ortaya çıkıyor ki, Kürdistan Devrimi’nde daha başindan itibaren, kadinlar önemli rol oynayacaktir, korkusuz yöneleceklerdir.
Devrim, önemli oranda kadinlarin kurtuluşunun devrimi olacaktir.
Bu düşüncede ortaya konuldugu gibi, pratikte de böyle olacagini kanitlamiştir. Kürdistan ulusal gerçegi, içten baski altina alinan halkin yaşadigi zor koşullar ve buna karşi özgürlük savaşiminin ortaya çikardigi gelişmeler, kadin etkisini siki sikiya taşir. Şunu sikça söyleriz; bizim halkimizin gerçegi, biraz da kadin gerçegine benzer, kadinin baski ve sömürü altina alinişina benzer bir baski ve sömürü altina alinmiştir. Dolayisiyla halkimizin sorunlari ve kurtuluş yollari ile kadin sorununun çözüm ve kurtuluş yollari iç içe düşmüştür. Hiçbir halkin gerçegiyle karşilaştirilmayacak kadar bize özgü bir gerçektir. O halde, bu gerçek böyleyse ve gelişmeler de bunu dogrulaşmişsa, Dünya Kadinlar Günü dolayisiyla, her ulusun kadinlarina bugün dolayisiyla göstermek istedigi bir yaklaşim vardir. Bizim de bu konuda gösterecegimiz en olumlu yaklaşim, gerçegimizin izleyicisi olmak ve eger bu gerçekligimiz de bir direniş, serhildan gerçegine dönüşürse, bunun en anlamli yaklaşim oldugunu ortaya koymaktir. Biz sadece bunu bir günün saygili yaklaşimi olarak degil, gittikçe derinleşerek bütün toplumumuzun kurtuluşuna, onun her bakimdan dirilişine katkisini sunacak ve sadece bu anlamiyla Kürdistan için degil, bunu kadinin kurtuluşu için degil, dünya kadinlarinin özgürleşmesine de katkiyi yapacak bir yaklaşim olarak görüyoruz ve bunun savaşimini veriyoruz.
PKK’nin kadın sorununda çok radikal olmasının en temel nedeni, kadın gerçeğimizin kendisinde yatmaktadır. Sorunu dünya kadının sorununa bağladığı gibi, tarih boyunca kadının baskı ve sömürü altına alınışı, düşürülüşü, kötürümleştirilmesi ve buradaki mücadelesine başladığı gibi, en çok da bunun Kürdistan kadınında nasıl geliştiği, Kürdistan kadınının baskı ve sömürüsünün özgül yanı, ayrıca kurtuluşunun da özgün yönlerini doğru ele almak gerekir.
Şunun çok iyi bilincindeyiz; genelde bir toplumda kadının özgürlük düzeyi, bütün toplumun özgürlük düzeyini belirler. Bir toplumun ne kadar özgürleşeceğini anlamak istiyorsanız, bir kadının ne kadar özgürleşmek durumunda olduğuna bakacaksınız. Bir ailenin ne kadar özgür bir aile olduğunu anlamak istiyorsanız, kadının ne kadar özgür olduğuna bakacaksınız. Şunu da ekleyelim; bir erkeğin ne kadar özgür olduğunu anlamak istiyorsak, kadın sorununda ne kadar özgür olduğuna bakmak gerekir. İyi veya kötü, demokrat, sosyalist olmanın temel ölçütlerinden birisi; soruna demokrat ve sosyalist olarak bakabilmek, kadın ilişkilerinde bir seviye tutturabilmek buna bağlıdır. Dolayısıyla biz, partimizin içinde "özgürlük ne kadar vardır" sorusuna cevap vermek istiyorsak, saflarımızdaki kadınların özgürlüğüne bakacağız. Saflarımızda kadın ne kadar özgürleşiyorsa, PKK de o kadar özgürdür.
PKK’nin özgürlük derecesi toplumumuzun özgürlük derecesidir.
PKK’deki kadının özgürlük derecesi, Kürdistan toplumunun içindeki kadının özgürlük derecesini tayin eder.
Soruna böyle yaklaştığımızda, partililere ne tür bir görev düştüğünü çok iyi anlıyoruz. Her şeyden önce partinin konuya doğru tarihi, toplumsal gerçekler temelinde bakmasını bilmek gerekiyor. Bu konuda geliştirilen çözümlemeler vardır. Mutlaka bütün partililerin özümsemesi gerekiyor. Tutarlı olmanın birinci boyutu budur. İkincisi, bunu kendi kişiliklerinde uygulamaları gerekir. Çözümlemelerden çıkarılacak sonuçlarda sadece kadının özgürlüğü değil, erkeğinde özgürlüğünün yattığının bilinmesi gerekir. Düşürülen kadın, erkeğin düşürmesidir. Özgürleşen kadın, özgürleşen erkek demektir. Böylesine iç içe etkileyen taraflar olarak baktığımızda, sağlam bir partilinin kendini mutlaka eğitmesi gerektiği ortaya çıkar. Ne kadın bize geleneksel kendi köleliğini, düşkünlüğünü dayatabilir, ne de erkek kendisinin tersyüz edilmiş egemenliğini, daha tehlikeli işbirlikçi düşkünlüğünü ve baskıcı egemen olma konumlarını dayatabilir. Mutlaka tutturulması gereken, tarafların eşit ve özgürlüğe açık olmayı bilmeleridir. Açık, şeffaf, özlü, baskıdan uzak, olumsuz etkilenmelerden uzak, sonuna kadar temel kurtuluş değerlerine bağlı, saygıya dayalı, sevgiye dayalı, sonuna kadar yoldaşça ilişkiler içine girebilmeleridir. Parti buna önem veriyor, bu konuda mevcut gerilikleri aşmaya çalışıyor ve daha şimdiden bu çabaların ürünü olarak Kürdistan kadınının devrimde küçümsenmeyecek rolünün ortaya çıkmasına yol açıyor. Düşmanın baş edemeyeceği müthiş bir güç kaynağının sadece kendini kurtarmakla yetinmeyeceği, bütün toplumun kurtuluşuna, onun zengin, yeni, diri, yaşanmaya değer bir toplumsal düzene dönüştürülmesine en büyük katkıyı sağlayacaktır.
Demokratik olsun, ulusal kurtuluş olsun, sosyalist olsun geleneksel bir çok devrimde kadın hep uydu, bağımlı bir biçimde ele alınmıştır. Devrimin esas bir öğesi değil, bağımlı bir öğesi gibi yaklaşılmıştır. "Herkes askerdir, kadın da bir askerdir; herkes bir militandır, kadında bir militandır; herkes şu işi yapıyor, kadın da o işi yapmalı" şeklinde kabamateryalist yaklaşımlar sergilenmiştir. Kadının askeri, siyasi, örgütsel çabalara katılması gerektiğini inkar etmemekle birlikte, bunun yetmediğini, hatta bu konuda kadına yaklaşımda salt eşitlikçi bir anlayışın tutturulmasının ciddi sakıncaları olacağını hemen belirtmek gerekiyor. Çünkü kadının özgürlüğü, onun mücadelesinin de özgürlüğünü ortaya çıkarır. Kadının fiziki, sosyal, tarihsel, içinde bulunduğu durum ve hatta bir bütün olarak toplum için ifade ettiği anlam, her ne kadar bütün toplumsal etkinliklere buna devrim de dahildir katılmayı kurtuluş için vazgeçilmez kılıyorsa, özgünlüğünden kaynaklanan durumda aynıdır. Bu yönlü özellikle dıştalanmıştır, söz değerinden yoksun bırakılmıştır, eylem değerinden yoksun bırakılmıştır. Her türlü etkinliği sınırlandırılmıştır. Bu daha çok sosyal yaşamda, kültürel yaşamda, böyledir. Yalnız siyasi askeri yaşamda değil, diğer alanlarda da yoksun bırakılmıştır. İlişkilerde özgünlüğü, eşitliği ortadan kaldırılmıştır. Bütün bunların yeniden ele alınması, özgürleştirilmesi gerekir.
Dolayısıyla soruna dar bir eşitlikçi anlayışla değil, kadın gerçeğinin bütün boyutlarıyla ele alıp zenginleştirilmesi temelinde yaklaşılmalıdır. Böylece kendi elinden alınan bir çok yeteneğinin yeniden kazandırılmasına yol açılır. İyi bir inceleme sonucu, toplumsal baskı nedeniyle neyi kaybettiyse, onu bulmaya götüren, onu edinmeye götüren bir mücadelenin sahibi olması gerektiği açıktır. Kadının kendi orijinalliğini, özgünlüğünü böyle bulmasına, en az diğer alanlardaki eşitlik çabaları kadar büyük gereksinme vardır. Bunu karşılayamadan, kendini erkekle kaba eşitleştirme içine sokması tehlikeli bir yanılgıdır. Çünkü kadının bir de yitirdikleri vardır, elinden alınan yetenekleri vardır, kişiliğini yaşamama, kadınlığını yaşamama durumu vardır. Bunun büyük sıkıntıları, bunun yol açtığı acıları vardır. Bunları gidermeden ne siyasi, ne askeri, mücadeleye ciddi olarak katkı sunacakları düşünülemez.
PKK bu konuları zengince ele almaya çalışıyor. Hiçbir partiye nasip olmayacak bir biçimde kendine duyduğu bir güvenin de eseri olarak bakıyor. PKK’nin konuya böyle bakışının altında, aslında Kürdistan Devrimi’ne bakışı yatmaktadır. Bu bakışın altında, Kürt toplumunun, kadınların yaşadığı baskı ve sömürü biçimine benzer bir durumu yaşaması gerçeği vardır. Dolayısıyla soruna çok köklü yaklaşmamız, kendi toplumumuzun sorunlarına köklü yaklaşmamızdan ötürüdür. Bu nedenle de iki sorunun çok iç içe ve hatta kadının özgül nedenlerden ötürü öncü rol üstlenmesi de bu nedenle gerekiyor. Örneğin, Kürdistan toplumunun, erkeğinin sürekli dışarıya kaçışı ve neredeyse toplumun dörtte üçünün kadınlardan oluşması, yine erkeğin kolay işbirlikçiliğe yatması, ama kadının ulusal değerlerden kopmayışı gerçeği var. Okuryazarlığı yok ve Kürt kalmak zorunda. Bu basit nedenler bile, neden kadının çoğunluğunun ulusallığı temsil ettiğini bize açıkça gösteriyor. Partimizin daha başından itibaren bunları gördüğünü göz önüne getirerek, bu soruna hakkettiği yeri vermesi, serhildanda kadın önderliğinin ortaya çıkışına yol açıyor.
Hiç şüphesiz bununla yetinmeyeceğiz, attığımız adım bir başlangıçtır. Parti içinde olsun, ulusal kurtuluş saflarında olsun, giderek daha fazla ve yoğunca bu sorunun işlenmesine ağırlık vereceğiz. Her şeyden önce parti saflarında kadın eğitimini daha da geliştireceğiz. Mevcut çözümlemelerin iyi özümsenmesi, derinleştirilmesi, kişiliklere indirgenmesine artan bir çabayla karşılık vereceğiz. Aynı şeyi yalnız kadın için değil, erkeğin eğitimine de yansıtacağız. Şu ilkeyi sürekli göz önüne getireceğiz; bir kadro bu sorunlarda doğru çözüme ulaştığı anda kadrodur, bu sorunda özgürleştiği oranda özgürdür. Gerçeğine biraz özeleştirisel yaklaşacak, sürekli eksiklikleri gidermeye çalışacak, bu konuda kendi mücadelesinde giderek derinleşme ve yoğunlaşma sağlayacaktır.
En önemlisi de kadın kadro adayları, daha çok kendi eğitimlerine ağırlık vereceklerdir. Partiye çok zayıf geldikleri, toplumun ağır etkisini taşıdıkları, çok geri özellikler getirdikleri biliniyor. Dolayısıyla özgül eğitimlerini yapacaklar. Bu konuda geleneksel kadın düşkünlüğünü, duygusallığını, hafifliğini asla yansıtmayacaklar. Bilakis cesur, fedakâr, zeki kadın olma özelliklerini sürekli geliştirecekler. İnanıyoruz ki, kadınlar da bu özellikler erkeklerden daha aşağı değildir. Bizim yaşadığımız gerçekler daha şimdiden bunu doğruluyor. Geçen yıl, yani 1990 Newroz’unda partimizin ideolojisinden sınırlı olarak etkilenen kahraman kızımız Zekiye ALKAN’ın kendini yakma eylemi, "Newroz ateşi en iyi insan teninde yanmalıdır" demesi, cesaretin ve fedakârlığın sınırsız bir örneğidir. Demek ki, kadının kurtuluşa girişi öyle küçümsenecek bir giriş değildir. Doğru yol gösterildikten sonra, eğer yanlış engellemelerle dıştan dayatmalar olmazsa, kadına sonuna kadar güvenmek ve bunun doğruluğuna inanmak, sanıldığından daha fazla kurtuluşumuza katkı sağlar, zenginlik sağlar. Bu olmadan devrim olmaz. Kadının genelde dünyada, özelde Kürdistan’da katılmadığı devrim, noksan kalmış bir devrimdir, bizdeyse imkansız bir devrimdir. Ulusal kurtuluş devriminde, demokratik, sosyalist devrimde kadın, Kürdistan özgülünde gittikçe daha artan bir rol oynayacaktır. Şu çok önemli bir gerçektir ki, Kürdistan kadını uyandığı, örgütlendiği, kat be kat kendini özgürleştirdiği oranda, Kürdistan uyanmıştır, dirilmiştir, özgürleşmiştir ve yaşanılır bir alana kavuşmuştur.
Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla bir kez daha bu soruna kendi katkımızı sunarken, böylesine kapsamlı düşünmeyi ve üzerimize düşeni yapmayı bilmeliyiz. Parti Önderliği olarak biz, kendi çabamızı oldukça yoğun ve çözümleyici kılmaya çalıştık. Halen kadın kurtuluşunun Kürdistan kurtuluşundaki yerini, önemini ortaya koymak için, ardı arkasına çözümlemeler, yoğun eğitimler, örgütlenmeler yapıyoruz. Bu konuda bütün partililere, doğruların nasıl ele alınması gerektiğini, çözümün ne olduğunu, özellikle pratiğin nasıl geliştirilmesi gerektiğini önemle vurguluyoruz. Devrimimizin önemli oranda kadın devrimi olduğu bilinciyle hareket ediyoruz. Çabalarımız, bize bu konuda oldukça yenileştirici, oldukça özgün olmayı öğretmiştir. Geleneksel yaklaşımların, namus kavramının, aile kavramının yıkılışını, bunun yerine gerçek namuslu yaklaşımı, özgür yaklaşımı, büyük zorluklara rağmen yerine getiriyoruz ve getireceğiz. Yaptığımız sınırlı bir çalışmadır. Daha fazlasını cesurca, bu konuda hiçbir engel tanımadan yerine getireceğimiz kesindir. Yeni olacağız, yeniyi başaracağız. Bu konuda kendimize güvenimiz, kadın kadrolarımıza, çalışanlarımıza ve bütün kadınlarımıza güvenimiz tamdır.
Bir kez daha bu vesileyle, başta kamp sahasındaki eğitim faaliyetine katılan yoldaşlar olmak üzere, PKK saflarındaki ve serhıldanlardaki Kürt kadınlarının mücadelesini selamlıyor, sevgilerimi sunuyorum.
Reber APO
8 Mart 1991
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1 Mart günü Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Sêderî, Xırba Mişka ve Badibê alanlarına yönelik işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon gücünü takip altına alan gerillalarımız saat 12.00’da operasyon gücüne yönelik bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1 Mart günü 07.00 ile 11.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Xeregol tepesi ile Zerê köyüne yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Bu ay içinde güçlerimizin herhangi bir askeri aktivitesi bulunmamasına rağmen işgalci TC ordusu saldırılarını aralıksız bir biçimde sürdürmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Şubat günü 17.00 ile 19.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Kandil bölgesi sınırları içinde bulunan Dola Bedran ve Dola Şehîdan alanlarına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Zağroslarda ‘terbiyeli bir kış’ın orta yerindeyiz. Hala alışamadım beni şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleyen tanımlamalarına. Her şeyi terbiye ile ifade ediyorlar kendilerini terbiye ederken. Mesela, kar yağmazsa ‘terbiyesiz’ diyorlar o kışa. Çok yağıp her şeyi silercesine kaplarsa her yeri, ona da ‘terbiyesiz’ diyorlar. Her şeyin kıvamında ve tadında olmasına özen gösteriyorlar. Buna uyan her şey terbiyeli, uymayansa terbiyesiz oluyor. Terbiye ediyorlar her şeyi. Kendilerinden başlayarak sonra, terbiyesizlere geliyor sıra. Terbiye ustası hepsi de. Çünkü, terbiyeli hepsi. Böyle tanımlıyorlar. Ben de aktarıyorum.
Yüksekler gelinliklerine bürünmüş yine. Alçaklar ve alçaklıklar ise aşağıda gölgemsi duruyorlar. Gözleri ışığa ve beyaza alışık olanlar biraz kararınca hava, iyice görmez olup ürküyorlar. Karanlıklara bakmayı sevmiyorlar. Alçaklardan ise iğreniyorlar. Dağların en ağız dolusu gülebilen ve küfür savurabilen ak saçlı bir delikanlısı yeni gelenlere dağı anlatırken dağlı olmanın alfabesini anlatıyor. Ağız dolusu yine. Yükseklerden alçaklara bakınca nedense aklıma hep o upuzun beyaz saçlı ağız dolusu küfürleri kahkahalarında eriten yüreği çocuktan çocuk, kafası kendi deyimiyle ‘hep bing-bang hallerinde’ olan çocuğu hatırlıyorum.
‘Bakın heval’ diyor. ‘Bu yükseklere çıkmak zor bir iştir. Meşakatlidir. Yolun başındayken neyle karşılaşacağınızı bilerek atın ilk adımlarınızı. Bu yolun sonu zirvedir. Zirvelere çıkmak zor ama orada durmaya devam edebilmek daha da zordur. Başınızın dönmesinden korkuyorsanız yükseklerde, uçurumların çekiciliğine kapılma ihtimaliniz varsa hemen durun ve orada kalın. Ama bu içine tükürülesi dünyaya ille de tepeden bakacağım diyorsanız, çıktığınız yükseklerde toprağa sağlam basın ayaklarınızı. Unutmayın, alçaklıklardaki alçaklar alçaklıklarını ancak kendilerinden ancak yukarıda olanlara bakarak fark ettiklerinden, alçaklıklarını herkesi alçaklıklara davet ederek, yücelikleri de alçaltarak alçaklıklarını gizleyebileceklerini sanırlar. Bakın yüksektekiler ve yükseklere tırmanma yolunda olanlar, zirvelere tırmanmak da, zirvelerden seyreylemek de bu dünyayı zor ama bir o kadar da keyifli kılar. İlle de çıkmışsanız bu yola keyfini çıkarın. Ama sakın düşmeyin. Alçaktayken düşmek çok incitmez insanı. Alçaktakilerin alçaklıkla aralarındaki mesafe kısa olduğundan çoğu zaman düştüklerini bile fark etmezler. Ama yükseklerden, zirvelerden düşmek dipsiz bir kuyuya düşmeye benzer. Param parça olur insan. Acılarda yiter gider. Yokluklarda yok olur gider. Yükseklerden düşmek sadece alçaklara inmeyi değil, sınırsız azaplarda olmayı getirir. Param parça olarak anlamaya, anlaşılmaya ve hakikate dair her şeyi yok eder. Alçaklardaysanız ve alçakları sevmiyorsanız bir an önce çıkın oradan ve tırmanmaya başlayın. Ne kadar yücelirseniz o kadar iyi. Ama sakın dönüp geriye bakmayın. Ve çıkarsanız yükseklere hep orada kalın. Yolu meşakatli ama zirvesi keyiflidir. Başınız dönebilir önce, gözleriniz kamaşabilir. Sakince bekleyin. Alışınca yükseklere qolinc’ınızda ince bir sızı hissederseniz korkmayın sakın, onlar sizi yıldızlara götürecek, kanatlarınızın derinize yaptığı baskının acılarıdır. O yüzden zirvelerden alçaklara bakmak hüzün, yıldızlara bakmak ise sevinç yaratır sizde. Sizi buraya getiren ayaklarınız değerlidir. Ama en değerlisi o ayakları yürüten yüreklerinizdir. Yükseklere hoş geldiniz. Burada adettir: yeni gelenleri yüreklerinden öperiz biz. Yüreklerinizden öpüyorum…’
Bu sözler farklı kelimelerle hep yankılanıyor beynimde ve yüreğimde. Şimdi bulunduğum diyarlardan ölçülebilir mesafelerde epey uzak ve yükseklerde yürüyüşlerine yücelik kattığını o dal gibi ince, ağız dolusu yaşamayı, çevresindeki her şeye, taşa, toprağa, kelebeğe, yıldıza bulaştırmayı ustaca yapan çocuğu hatırlıyorum. Bu tırmanışta geldiğim yerden aşağılara baktıkça sesi yeniden yankılanıyor kulaklarımda.
Bu ‘terbiyeli kış’ın ta kalbinden ana rahmi sıcaklığındaki mağaralarında uzaktakileri ve yürüdükleri yıldızları anıyoruz hep. Yıldızlar ve yüksektekiler sevince boğarken yüreklerimizi, alçaktakiler ve alçaklıklar ürkütüyor bizi. Yaşlı olanlar son dönemde daha fazla okudukları ve sevmeye başladıkları o post bıyıklı Almanın bir sözünü fısıldıyorlar kulaklarıma. Kendine ‘Zerdüşt’ün çırağı’ diyen o post bıyıklı Alman kardeşin ‘uçurumlara bakanların yüreklerinde uçurumlar oluşur’ diyormuş. O yüzden ‘hep yıldızlara bak’ diye fısıldıyor kulaklarıma. Öyle yapıyorum. O yüzden kelebek yurdu yüreğim, yıldız yağmurunda şimdi. Hepsini tek tek hatırlayıp kucaklıyor ve yüreğimle yüreklerinden öpüyorum.
Size yıldızlı ve kelebekli yazılar yazacağım demiştim ya, şimdi yıldız yağmuru yüreğimden bir yıldızı, onun hiç kimsenin o kadar güzel telaffuz edemediği sesinden bir Pepûle’ye dair bir çift söz etmek mecburiyetindeyim. Dilim onun güzelliğini anma ağırlığında birbirine dolanırsa mazur görün. Ama VÎYAN’ı her yıl hatırlama, anma ve hatırlatma sözündeyim. Ne desem eksik kalacak, biliyorum. Yüreğime gömüp yıldız yağmurunda en parlak yıldızlardan biri olarak gömülü kalıp, yüreğimi ateşlerde ısıtması belki yeter bana. Ama bir çığlık misali Haftanîn’de yıldız bedeniyle ‘Unutmak İhanettir’ diyen sesini hep taşırmak zorundayım. Yazıcılığıma emanet etmek istediği sesini yankılandırmak durumundayım. Bu bana verilmiş bir görev.
Bu dağlarda en kutsal şeydir görev. Hele bir yıldızın, bir pepûle’nin size layık gördüğü bir görevse bu, asla unutamazsınız. Unutmak İhanettir sözünün bir pepûle’nin kanatlarından size bırakılmasının nasıl bir görev duygusu olduğunu bu kapkara puntolarla anlatamam size. Yücelerdeyseniz ve yıldız yağmuru kelebek işgalindeyse yüreğiniz, unutmak daha bir alçaltıcı gelir size. Alçaklardan korktuğum için hep bakıyorum yıldızlara ve pepûle’lere.
Yıldönümü yaklaşıyor Pepûle’nin ateşlerde bir yıldız olmasının. Ne kadar zaman geçti? Yüreğimin takvimi zaman geçmedi diyor. Ölçülebilir zaman takvimi 7.yılını gösterse de VİYAN bütün güzelliği, kelebekliği ve yıldızlığıyla tam karşımda duruyor. Yüreğimin kadrajındaki fotoğrafları bastığım deklanşörden çıkarak ana rahmi duvarlarda gülümsüyor bana. Ben de gülümsüyorum. Ne kadar zaman geçti? Ya da geçti mi zaman? Şimdi şu tünelden her tarafı beyaza kesmiş mağaranın dışına çıksam beni orada bekliyor olacak. Biliyorum. Kafamı uzatır uzatmaz kar topunu kafamda patlatacak biliyorum. En sevdiğimiz oyundu kar topu oynamak. PKK’yi Yeniden İnşa Okulu’nun en yaman kar topu oyuncusu ve sesi, dengbêj namelerinde yüreklerimizi kaplayan halaybaşısı burada şimdi. Onunlayım. Doyum olmaz sohbetlerindeyim. Yeniden Halepçe’yi anlatıyor bana. Ve pepûle’leri…
VÎYAN… Leyla… Pepûlemiz… Xoşevîst’imiz… Unutmadık. İstesek de unutamayız ki seni. Sen kelebek yurdu yüreklerimizin en cıvıl cıvıl, en güzel, en renkli kelebeği, yıldız yağmuru kanatlarınla yüreklerimizde yakıcı bir aşk ve tükenmeyen umut. Seni birilerine anlatmaya kalkmak ve hatırlatmak görevim var, biliyorum ama görev derdinde değil, yürek aşkında anlatabilmek isterim seni. Nasıl mı? Bilemiyorum. Ama ihanet etmedim. Alçalmadım. Yine sana yürüdüm. Şimdi yürek mesafesinde kar topu oynayacağım seninle. Ustası olduğun bütün çocuk oyunlarımızda hep sen kazananı oluyorsun. Olsun. Sana yenilmek çok keyifli. Şimdi vurulsam ve şu kar’a düşsem, altında saklanmış beni bekliyor olacaksın, biliyorum. Vurulsam sana düşeceğim biliyorum. Vurulsam alçaklara değil, yıldızlara düşeceğim.
Şimdi yine dağlardayım. Ateşlerde kül olan kelebek eksiltti mi bizi? Hayır. Kaldığım kampta VİYAN var. Çoğalmış VİYAN’ın birçoklarından biri. Ne kadar çok VİYAN var dağlarda? Hepsi de birbirinden VİYAN. Hepsi de birbirinden halay başı. Hepsi de birbirinden Pepûle.
Şu tünele dalıp dışarı atsam kendimi ne kadar çok kar topu yiyeceğimi biliyorum. Ve her çocuğun oyun heyecanında korkuluyum. Çıksam beni kara gömecekler biliyorum. O kadar çoğalmış ki VİYAN, her yanım VİYAN şimdi. Çocuk arkadaşım, kar topu oyunlarındaki oyundaşım ve ateş sırdaşım bir ordu olmuşsun. Oynasak hepsi sen olan bütün VİYAN’lara yöneleceğim. Hangi VİYAN’a baksam yeniden yeniden vurulacağım. Yüreğim VİYAN yağmuru, VİYAN yurdu şimdi. Bu kadar çoğalmış VİYAN’la oynayacağım oyunlarda yenileceğim. Korkuyorum. Ama hiçbir korku çocuk oyunlarımıza engel değil. Ürkerek sana ilk adımımı atacağım. Sonra sana geleceğim, ürkerek ama korkusuz. Hiçbir soğuğun kâr etmediği yüreğinle karlar altındasın şimdi. Varsın gömüleyim bütün dünyanın bütün karlarına. Biliyorum, senin yüreğinle ısınacağım. Ve sımsıcak bütün karlar şimdi. Üşümeyeceğim. Gömülsem karlara hiç sönmeyen yangın yeri yüreğine gömüleceğim.
Şimdi şu tünelden çıkıp seninle oyun oynamaya geleceğim. Ve bakar bakmaz vurulacağım sana. Vurulacağım biliyorum. Ama sana vurulmak, sana düşmek o kadar keyifli ki anlatamam. Seni hatırlamak bir görev, bir slogan haykırışı değil, seni hatırlamak bir kelebeğin gözlerine vurulmak, seni hatırlamak bir kelebeğin kanadına düşmek, seni hatırlamak çocuk oyunlarımızda oyun ustalığına teslim olmak ve ustalara saygı duymaktır. Bu oyunlarda en ustamız, en güzelimiz, en çok çoğalanımızsın. Bak şimdi yine buradayım. Sana geldim. Vurulmaya, yenilmeye ve teslim olmaya her şeyimle. Nerede bir VİYAN görsem vuruluyorum. VİYAN dışarıdan çağırıyor beni. Genç VİYAN. Güzel VİYAN. Oyunlarımın hep kazanan ustası. Geldim. Seni daha da çoğalmış, güzelleşmiş ve ustalaşmış gördüm.
Hatırlamak mı? Hatırlamak için önce unutmak gerekir. Ben seni unutamam ki hatırlayayım. Bütün yüksekler ve yıldızlar Pepûle yurdu. Nereye baksam sen, neye baksam sen, her yer sen, her şey sen. Seni unutmak kendimizi unutmaktır. Unutmadık. İnkâr etmedik kendimizi. Sen inkâra gelmezsin. İkrarda biraz acemi kaldıysam acemiliğimdendir biliyorsun. Usta sensin. Biz ise çırak. Böyle bir ustanın çırağı olma keyfini ha bire anlatıyoruz herkese. Çıraklığımız çocukluğumuzdan gelir. Çocuk sevincinde çıraklarız biz. VİYAN’ın çırakları. YILDIZ çırakları. PEPULE çırakları. Oyunlardan öğreniyoruz her şeyimizi. Vuruluyor muyuz? Evet, vuruluyoruz. Ama hiç korkmuyoruz vurulmaktan. Çünkü düşsek, kar’ın altında saklanan güzel ustanın kanatlarına düşeceğiz. Kar topu oyunlarında hırpalanacağız önce. Sonra ustamız, halay başımız halaya davet edecek bizi. Davetine yok diyemeyeceğimiz bir halay başı bu.
Şimdi tünelden dışarı gidiyorum. Oyun arkadaşım davet ediyor beni. VİYAN davet ediyor. VİYAN’ın daveti kabulümüzdür. Gidiyorum. Ürkek ama keyifli. Hüzne bulanmış bütün sevincimle VİYAN’a gidiyorum. Kar topu oynayıp halay çekeceğiz. Yerimiz geniş. Yerimiz yüksek. Hiç alçaklara bakmadan yıldızlar altında yıldızlarla kol kola girip halay çekeceğiz. Dedim ya, yerimiz geniş. Yüreği yücelerde olan, yüreği yıldız yağmuru ve kelebek yurdu olan herkes davetlidir bu halaya. Davet eden VİYAN. Kabulümüzdür…
Gelemedim üzgünüm
Sen gidilesi yere gittin
Yüreğimin sağ yamacı yangın şimdi
Sol yanımı çığ tutmuş
Oynanacak oyunlarımız vardı
Sen halaydasın şimdi
Gelemedim özgünüm
Hani bir fil yürüyüşünde bitecekti her şey
Sen yine yaptın kelebekliğini
Oysa birlikte gidecektik
Herkes gülecekti fil ve kelebeğin yolculuğuna
gelemedim
şimdi daha bir dardayım
her şeyimle at hüznündeyim
sen halaydasın
her şeyinle davetkarsın
geleceğiz biliyorsun
Güzelin bu kadar güzeline
Sen ateş güzeline
‘Yok’ diyemeyiz hiç birimiz
Geleceğiz biliyorsun
At hüznünde fil yürüyüşünde
Karınca katarı gibi
Hepimiz de ateş taşıyacağız
Yangına ateş istemişsin
Halay davetin kabulümüzdür
Geleceğiz biliyorsun
Sonra hep birlikte gideceğiz
En çokta oraya
Yangın çıkarmaya gideceğiz
Biliyorsun biz de yanacağız o arındırıcı yangında
Davetin kabulümüzdür
Alevinde arınacağız
Sana ‘yok’ diyemeyiz
Biliyorsun xoşevistimiz...
Jêhat Bêrtî
- Ayrıntılar
Kürdistan halk Önderi Abdullah ÖCALAN şahsında gerçekleştirilen 15 Şubat uluslar arası komplonun 14 yılını geride bıraktık. Kürdistan halkı ve dostları Önder APO şahsında Kürt ulusuna karşı geliştirilen uluslararası komplonun yıldönümünü, uluslararası komplocu güçleri lanetleme ve “Önder APO’ya Özgürlük ve Kürdistan’a Statü” temelinde karşıladı. Ortaya çıkan eylem ve etkinlikleri satırbaşlarıyla da olsa değerlendirmek ve verilen mesajları ortaya koymakta yarar vardır.
Öncelikle uluslar arası komployu büyük direnişi, öngörüsü ve üretkenliğiyle boşa çıkaran Önder Apo’nun bu eşsiz direnişini saygıyla selamlıyoruz. Yine “ Güneşimizi Karartamazsınız” şiarıyla fedai eylemi gerçekleştiren yoldaşları ve bu yılın komployu lanetleme eylemlerinde şehit düşen genç devrimci Şahin Öner’i bir kez daha saygıyla anıyor, anısına, uğruna canını verdiği amaçları olan Önder Apo’nun Özgürlüğü ve Kürdistan’ın özgürlüğü için mücadeleyi zaferle taçlandırıncaya kadar sürdüreceğimizi bir kez daha belirtiyoruz.
Uluslararası komplo KCK Yürütme konseyi Başkanlığı, Kürdistan Halk İnisiyatifi ve Bölge inisiyatifleri, KCK kurumları, yasal Kürt siyaseti çağrıları temelinde Kürdistan milyonlarca Kürdistan halkı ve dostları Moskova’dan Beyrut’a Doğu Kürdistan’dan Avrupa’nın birçok yerinde büyük bir öfke ile protesto edildi, kınandı, lanetlendi. Ve Önder APO’nun özgürlüğü, Kürdistan’ın özgürlüğü için tam bir kararlılık ve irade ortaya konuldu. Hiçbir gücün ama hiçbir gücün bu kararlılık ve iradenin önüne geçemeyeceğini herkese gösterdi. Kaybedenin, mücadele ile geriletilenin uluslararası komplocular, Türk sömürgecileri, kazananın Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan, PKK, Kürdistan Halkı ve dostları olduğu çok net biçimde gözler önüne sermiştir.
Uluslar arası komploya ve soykırım gününe karşı Kürdistan halkı 1 Şubat 2013 tarihinden itibaren aralıksız bir biçimde giderek ivme kazanan, genişleyen ve radikalleşen eylemliliklerle protesto etmeye başlamıştır.
15 Şubat günü, başta Kuzey Kürdistan’ın bütün merkezleri olmak üzere Kürtlerin yaşadığı tüm alanlarda en yoğun katılımla karşılanmıştır. Kuzey Kürdistan’da hiç olmadığı kadar geniş bir alanda kepenkler indirilmiş, kontaklar kapatılmış, sömürgeci asimilasyon merkezlerine gidilmemiştir. Öğle saatlerinden itibaren yine tüm yılları aşan tarzda güçlü bir katılımla sokaklara inilmiş, protestolar gerçekleştirilmiştir.
Birçok merkezde de başta Cizre, Nısêbin, Amed, Wan, İstanbul, Qoser, Ceylanpınar, Gever ve Colemerg’de saatlerce sömürgeci Akp’nin katil polis sürülerine karşı aktif bir eylemlilik içinde olunmuştur. Saydığımız merkezlerin birçoğunda bu eylemlilikler birçok kez tekrarlanmıştır. Türk metropollerinde de Kürdistan halkı eylemlerini gerçekleştirmiştir. Strasburg’da geçen yılları aşan bir katılım düzeyi ortaya çıkmıştır. Bu yıl Rojava halkı yüzbinlerle cadde ve sokakları doldururken, Güney Kürdistan halkı ise tüm yıllardan daha fazla bir katılımla uluslararası komplocu güçleri ve Türk sömürgeci devletini lanetlemiştir.
Kuzey Kürdistan’da Kürt halkı birçok merkezde Kürdistan gençliğinin öncülüğünde Türk sömürgeciliğine karşı açıktan ve cepheden karşı koymuş ve meydan okumuştur. Belki de Kürdistan halkının uluslararası komploya yüklediği anlam şu üç sloganda dile gelmiştir. Birincisi, Kürt gençleri Amed’te sömürgeci Akp polisi ile çatışırken eline megafon alan bir Kürt gencinin polislere dönerek “faşist polis sürüleri Kürdistan’ı terk edin, defolun” sözüydü. Bir Kürt genci bunu olanca öfkesi, bilincinin ve yüreğinin birleşmiş sesiyle söylemesi önemliydi. Bunu şehrin en orta yerinde ve yüzlerine karşı söylemesi niteliksel bir ilerlemedir. Hem de bunu bir çatışma ortamında söylemesi altı çizilmesi gereken bir durumu ifade etmektedir. İkincisi, “Heta Ku… Serok APO Azad Nebe Aşitî Şaşîtîye” sözüydü. Öndeliğin özgürlüğü dışında hiçbir şeyi anlamlı bulmayacak kadar, Önderlikle bütünleşmiş bir halk gerçekliğine işaret ediyordu. Üçüncüsü ise “ Bu son 15 Şubat olsun!” pankartına yansıyan kararlı zafer iradesiydi. Yani Kürdistan halkının bir gün bile daha fazla Önder APO’nun İmralı’da esaret altında bulunmasına tahammülü artık yoktur. Başka da çarpıcı, söz, eylem ve pankartlar vardı. Sanıyorum, bunlar hepsini özetler nitelikteydi.
Yine bu süreçte Amed halkının Lice’de sömürgeci Türk ordusunun Kürdistan Özgürlük gerillasına dönük başlattığı imha operasyonlarına karşı başlattığı kararlı engelleme eylemliliğiydi. Burada da Amed’li gençler “ Bu dağlar bizimdir. Faşist ordu güçleri burayı terkedin” ifadesi de Kürdistan halkının Önder APO ve Kürdistan’ın özgürlüğü için neleri göze aldığı ve bu konudaki ulaştığı kararlılık düzeyini ortaya koymaktadır.
En önemlisi Kürdistan halkı bu eylemlerini Türk devletinin adeta birer açık zindana, karakola dönüştürdüğü şehir merkezlerinde ortaya koyması, Türk devletinin bu topraklardaki varlığının meşru ve kabul edilebilir hiçbir yönünün kalmadığının açık bir göstergesidir. Bunu hem de yıllardır sömürgeci akp devleti tarafından yoğun bir biçimde sürdürülen siyasi soykırım operasyonları ortamında yapması bu konuda ulaştığı sorgulama düzeyini göstermektedir.
15 Şubat uluslararası komplosuna karşı gerçekleştirilen bu eylemlerin diğer bir özelliği de sömürgeci faşist Akp’nin tam bir özel savaş operasyonu biçiminde geliştirdiği oyalama ve aldatma politikasına karşı Kürdistan halkının nasıl bir tutum içinde olduğunun ifadesi olmuştur. Sömürgeci Akp devletinin Başbakanı olan T. Erdoğan’ın ve ekibinin, yanına da Emine Erdoğan’a ekleyerek başlattığı aldatma-oyalama çabaları ve “Erdoğan bu sefer bu işi çözmede kararlıdır” diyerek kendisiyle beraber Kürtleri de aldatmaya çalışan Akp’nin psikolojik savaş operasyonuna malzeme taşıyan tiplerin bütün oyunlarını bozmuştur. AKP’nin oyalama ve ufak-tefek şeylerle avutma yaklaşımlarına karşı, yönünü Akp’ye değil, yönünü kendisine dönerek, “ne kadar serhıldan o kadar barış!”, yönünü dağlara dönerekte, “ne kadar savaş o kadar barış!” demiştir.
Bu eylemliliklerle, uluslar arası komplonun Akp tarafından yeni bir şeymiş gibi sunulan ama özünde güncelleştirilmiş topyekün savaşın bir ifadesi olan entegre stratejisine de ciddi bir darbe indirilmiştir.
Türk metropollerinde özellikle Akp döneminde yoğun bir biçimde ırkçı faşist saldırılarla korkutulup sindirilmeye çalışılan ve Anavatanları Kürdistan’dan koparılmaya çalışılan Kürtler bu yıl yönlerinin Anavatanlarına dönük olduğunu ve kimsenin de kendilerini bundan alıkoyamayacağını eylemsel duruşlarıyla daha çarpıcı bir biçimde göstermişlerdir.
Özellikle Kürdistan gençliğinin bir daha kitlesel bir biçimde sokaklara çıkıp uluslararası komployu protesto etmemesi için Şahin Öner yoldaşımızı alçakça bir yöntemle katletmesine rağmen, Kürt gençliğinin ve halkının daha kitlesel bir biçimde eylemlere katılması Şahin yoldaşın anısına bağlılığın bir gereği olduğu kadar, komploya karşı mücadelesinde ne pahasına olursa olsun her türlü bedeli ödeme pahasına kararlılığını bir kez daha ortaya koymuştur.
Sonuç olarak; Kürdistan halkı uluslararası komplocuları bir kez daha ancak daha fazla katılımla lanetlemiş, sonuna kadar Önder APO’nun özgürlüğünde kararlı olduğunu göstermiştir. Kürdistan’da Türk sömürgecilerinin varlığına artık tahammüllerinin kalmadığını ifade ederek, ulusal birliğinin ve duyarlığını açıkça ortaya koymuştur. Akp’nin tüm hile, dalavere ve oyalama politikalarına pabuç bırakmayacağını dost düşman herkese göstermiştir. Adeta sömürgeci Akp ve onun reklamcılarına “kendin çal kendin oyna” ya da Rıha’ların dediği gibi “sen siye konuş” demişlerdir.
Önümüz bahar ve baharın en yalın ifadesi de NEWROZ’dur. Yani diriliş günü.
Yani özgürlük için Serhıldana kalkma günü.
Yani kendini güneşten ve ateşten yeniden yaratma günü.
Ve üç kibrit çöpü ile zulmü en karanlık yerinde MAZLUMCA tutuşturma günüdür.
Kürdistan halkı, kadınları ve gençleri bu Newroz’u Önder APO’nun özgürlük gününe dönüştürmeyi esas almalıdırlar. Bu sadece bir slogan ve talep düzeyinde kalmamalı. Gerçekleşmesine giden yolu açmalıdır. Eğer “kahrolsun uluslararası komplo ve Önder APO’ya özgürlük” diyorsak, işte önder APO’yu özgürleştirmenin yolu ve imkânı.
İşte 2013 NEWROZ’U!
İşte meydan
İşte yılların serhıldan tecrübesi!
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
26 Şubat günü 11.00 ile 22.00 saatleri arasında 3 kez Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinden bulunan Kuro Jaro, Çiyaye Reş, Dola Şîve ve Gunde Fillah alanlarına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir. Gece geç saatlere kadar süren saldırılar, 23.00 ile 24.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarımızdan Kandil bölgesi sınırları içinde bulunan Sile köyüne ve aynı saatlerde Gare Bölgesi sınırları içinde bulunan Siyane köyüne işgalci TC ordusu tarafından bombardıman gerçekleşmiştir.
- Ayrıntılar
Şu anda vekaleten Silopi belediye başkanlığı görevi yürüten Hüsnü Yıldırım, gerilla güçlerimize ilişkin halk içinde bazı iddia ve söylentiler yaymaktadır.
Bu kişinin iddia ve söylemlerinin gerçekle bir ilgisi olmayıp yalandan ibarettir. Bu kişi, halkımızın iradesini gasp edip gizlice AKP ile anlaşmış ve Silopi halkımız içinde ailecilik ve aşiretçiliği kışkırtarak halkımızın ulusal birliğini bozmaya çalışmaktadır.
- Ayrıntılar
AKP sömürgeci devleti Kürdistan Halk Önder ile görüşmek zorunda kaldı. Şimdi de heyetler gidiyor. Öte yandan linç amacıyla Kürtlere saldırılar yapılıyor. Bu saldırılar 90’lı yıllardan bu yana artarak devam ediyor.
Hatay’da yine ellerinde zulmün simgesi Türk bayraklarıyla Kürtlere linç saldırısı yapıldı. Sinop’ta, Samsun’da yapılan da buydu. Siyasi soykırım operasyonları ve askeri operasyonlar ise devam ediyor. Öte yandan da bazı KCK’li rehineleri bırakmak durumunda kalıyorlar. AKP hem vurur, hem öldürür, hem görüşürüm, ister tutuklar, ister bırakırım, diyor. Kürtler de, bu entegre saldırı konseptine karşı hem direnir hem cevap veririm demeli ve cevap vermelidir.
Çok yönlü bir saldırıyla karşı karşıyayız. Kimden gelirse gelsin, hiçbir saldırıya karşı Kürtler sessiz kalmamalı. Bugüne kadar linçlere yeterince ses çıkarılamadı. Onun için mutlaka saldırılara gecikmeden cevap verilmeli. Unutulmamalıdır ki, cevapsız bırakılan her saldırı, Kürde uzanıpta kırılmayan her el, daha fazla saldırı demektir.
Önder Apo’nun İmralı’da başlatıp yürüttüğü görüşmelere sahip çıkmanın en doğru yolu, direnişi, örgütlülüğü yükseltmek, her türlü saldırıya anında cevap vermektir.
Görüşmek, tartışmak önemlidir, ancak gerçek çözüm… Yani Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kürdistan’ın özgürlüğü için daha çok birlik, daha çok örgütlülük ve daha çok serhıldan geliştirilmelidir.
Beklentiye girme zamanı değildir. Unutulmamalıdır ki, sömürgeci AKP’nin zalimleri 2012 yılı boyunca yürütülen destansı bir mücadelenin sonucu olarak Önder Apo ile görüşüyorlar.
Görüşmenin zaferle sonuçlanması ise, daha fazla birlik, daha fazla örgütlülük, daha fazla serhıldan geliştirmekten geçer. Yani ne kadar serhıldan o kadar özgürlük, ne kadar serhıldan o kadar gerçek ve onurlu barıştır.
Herkes Liceli gençlerin, kadınların ve welatparêz’lerin sömürgeci-işgalci Türk ordusuna karşı geliştirdikleri direnişi örnek almalıdır. Bu direnişi selamlıyoruz. Ve bu direnişi hem dağda, hem sokaklarımızda geliştirerek Liceli halkımızın direnişini her alanda yaygınlaştırmalıyız.
Lice halkı dağlarda işgalci Türk ordu birliklerine karşı “defolun gidin, bu dağlar bizim” diyebiliyorsa ve güçlü bir direniş sergileyebiliyorsa, halkımız, gençlerimiz neden Kürdistan şehir-kasabalarında aynısını yapmasın? Neden hala sömürgeci Türk polis sürüleri sokaklarımızda rahat dolaşabiliyor? Neden hala gençlerimizi, çocuklarımızı katledebiliyorlar? İstediğini, istedikleri zamanda evlerinden, işyerlerinden alabiliyorlar?
Şu işe bakın, Kürt şehri Amed’te halen sömürgeci Türk devletinin valisi ve emniyet amiri görevlerinin başında bulunuyor ve koltuklarında oturabiliyorlar. Hem de elleri bu kadar gencimizin kanına bulaştığı halde. Halk imza topluyor, istemediklerini söylüyor, ama onlar hala yerlerinde bulunuyorlar. Hem Amed halkı, hem Şahin’in katilleri aynı havayı teneffüs edemezler. Amed halkı gitmeyeceğine göre, sömürgeci Türk devletinin bu katilleri biran önce Amed’i terk etmelidirler. Eğer imza kampanyasıyla olmuyorsa- ki olmayacağı görülüyor- o zaman halkımız bunların peşini bırakmamalı ve onları çıkarmasını bilmelidir. Hem de halkımızın deyimiyle kuyruklarına teneke bağlayarak….
Amedi Amed’lileler yönetmeli. Amed’liler kendi güvenliğini almalıdırlar. Çünkü: “Özyönetimden yoksun kalmış bir toplum sömürge olmaktan kurtulamayacağı gibi, bunun doğal sonucu olarak asimilasyon ve soykırımla süreç içinde yok olması kaçınılmazdır. Öze yabancı yönetimler iktidarın en zorbaca ve sömürgen biçimini temsil ederler. Dolayısıyla bir toplum için en hayati, ahlaki, bilimsel ve estetik görev özyönetim gücüne erişmektir. Bu görevi başaramayan toplumun ahlaki, bilimsel ve estetik gelişimi mümkün olmadığı gibi, siyasal ve ekonomik kurumlaşma ve gelişmesi de yok olur.” (ÖNDER APO)
Yok olmamak için, kendi topraklarımızda kendimizi yönetmeliyiz. Hem de bin defa daha demokratik.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar