Demokrasi kelimesini en sade hali ile yetkilerin paylaşımı olarak ele alabiliriz. Yetkiler tabana yayıldıkça herkesin kendi rengini yansıtma imkanı bulabileceği rejime demokratik rejim de diyebiliriz.
Demokrasi elbette bir devlet biçimi değildir. Demokrasi toplumu yönetmenin bir biçimidir. Bu bağlamda demokrasi toplumla çok yakından alakalı bir kavramdır. Toplumla da alakalı bir kavram olduğu için demokrasi ya da demokratikleşme herkesi ilgilendiriyor. Belki de en çok ezenlerin cephesinde yer alanları ilgilendiriyor demokrasi kavramı.
Kürt halk önderliği 21 Mart 2013 günü Amed’de milyonlara seslenirken: “Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor” diye bir tespit yaptı. Siyaseti biz toplumsal sorunları çözme dili olarak ele alır isek, ya da siyaseti daha geniş ele alarak: “En genel anlamda toplumun kendi kendini organize etmesi ya da kendi kendini yönetmesi sanatı olarak tanımlanabilir. Siyasetin temel bağlamı toplumsal varlıktır. Siyaset, ne tek-tek bireylerin kendi keyfi istem ve iradeleri doğrultusunda toplumu yönlendirmek ve başkalarını idare etmek amacıyla geliştirdikleri mücadele ve işbirliği arayışının, ne de devlet denen kurumlaşmanın bir ürünüdür. Siyaset toplumsal varlık olmanın kaçınılmaz özelliklerinden birisidir. İnsan toplumu çok sesli, çoklu düşünen bir beyin gücü, hayalleri ve istemleri çok çeşitli olan bir varlıktır. Ama öte yandan hayatın tüm alanlarında müşterek ihtiyaçları bulunan, bu müşterek ihtiyaçlarının teminini ancak ortak işbirliği, mücadele ve dayanışma temelinde sağlayabilen ve daha da önemlisi, ortak sosyal dokunun kopmaz bağları ve akıl gücü ile ancak insan olduğunun ayırt ediciliğini ve gücünü kanıtlayabilen bir varlıktır da. İnsanın gücü tek başına onun düşünen ve akıl sahibi bir varlık olmasında değil, bu özelliğini ortaklaştıran ve örgütlü kılan siyasi aklında aranmalıdır. Siyaset, insani boyutta bitebilen bu çoklu beyin gücünü, hayal ve istemlerini müşterek olan amaçlar temelinde ortaklaştırma, ortak söz, karar ve eylem birliğine dönüştürme ihtiyacının bir ürünüdür” dersek o zaman demokratik siyaseti ise biz geniş tabana yayılmış, başkaların rengini kabul eden, başkaların renklerine saygı gösteren, başkaların da toplumsal sahaya kendi renkleriyle katılmasına hoşgörü ile yaklaşıldığı gibi buna teşvik eden bir siyaset biçimi olarak değerlendirmemiz yanlış olmaz.
Yukarıda tarif edilen demokratikleşme ya da demokratik siyaset herkese gerekli midir? Gereklidir. Nedeni açıktır? Türkiye’de yüz yıldır sürgit yürüyen sorunlar vardır. Kürt sorunu en belirgin görülenidir. Ancak Türkiye’de sadece bir Kürt sorunu yoktur. Alevilerin sorunları da diz boyudur. Solcuların sorunları da diz boyudur. Kadınların sorunları belki de en derin olan sorunlardandır. Çeşitli azınlıklar vardır. Ermeniler gibi, Asuriler gibi, Rumlar gibi. İnanç guruplarının sorunları çok fazladır. Ve tabii İslam dinini tamamen özgürce yaşamak isteyenlerin sorunları vardır. Özcesi az buçuk resmi ideoloji karşı durmuş, bu resmi ideolojiyle şöyle ya da böyle bir sorun yaşamış tüm çevrelerin Türkiye’de var olan rejimle sorunları vardır. Çelişiktirler. Barışık değildirler. Bu ise doğalında sürekli, sürgit kavga demektir. Hatta Kürtlerde görüldüğü gibi silahlı kavga ve savaş demektir.
Türkiye’nin bu durumu aşması için demokratikleşmeye acilen ihtiyacı vardır. Bu demokratikleşmenin ilk adımlarından bir tanesi kesinlikle tek elde biriktirilmiş yetkilerin bu yukarıda sıraladığımız ve mağdur edilmiş kesimlere karşı kullanılmasını terk edilmesidir. Her biriktirilen yetki yani erk başkalarından çalınan değerlerdir. Başkalarının sahasına girerek, birilerini mağdur etmedir ki bu da doğalında isyanların kalkış sebepleridir.
Özcesi öncelikli olarak yapılması gerekli olan çeşitli kesimlerden çalınmış olan temel haklarının hızla geri iade edilmesidir. Bunlar yapılmıyorsa bunların geri alınabilmesi için daha güçlü mücadeleler ortaya çıkarabilmek için ortaklaşmadır. Bir araya gelmedir. Büyük ittifaklar kurarak bu baskıcı yapılara karşı durmadır.
Kürt halk önderliği 21 Mart 2013 Amed Newroz’unda: “Kapitalist Moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkar eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu'nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum” dediği gerçeklik budur.
Ve :”Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan, birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç'in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes'in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek'le hısım-akrabadır” diyorsak ve buna inanıyorsak o zaman hepimizin ama hepimizin o zaman Türkiye’nin demokratikleşmesi için eskisinden çok daha geniş ve ilerisinden bir mücadele içerisinde olmamız tarihi bir görev olarak karşımızda durmaktadır.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Tarih 2013 Newrozunda yeni bir çağ değişimini yaşadı. Tüm zamanların en büyük Newrozu Amed’te yaşandı. Newroz tarihsel anlamına 2013 Amed’inde kavuştu. Kürtler bulundukları her yerde tarihin en coşkulu ve kitlesel bayramını kutladı. Amed’te yaklaşık üç milyon insan özgürlük, demokrasi ve kardeşlik dedi. 2013 Newrozunda gerçek bir devrim yaşandı. Bu bir ruh devrimi, duygu devrimi, zihniyet devrimi, kültür devrimi, özgürlük devrimi, demokratik devrim, demokratik birlik ve kardeşlik devrimi oldu. Kürt özgürlük devrimi doruğa çıktı.
Newrozu ve Amed’i bu duruma getiren kuşkusuz Kürt halkının özgür ve demokratik yaşam tutkusuydu. Bu uğurda onbinlerce şehit vererek geliştirdiği kahramanca özgürlük mücadelesiydi. Bu cesur ve fedakâr mücadelenin sonuçları yaşanıyordu. En büyük sonuç ise, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yaptığı tarihi çağrı oldu. 2013 Newrozunu tüm zamanların en büyük Newrozu yapan, yaşayan herkesin ilk kez gördüğü en büyük kitleyi Amed’te toplayan işte bu tarihi çağrıydı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bir süredir beklenen tarihi çağrısını 21 Mart günü Amed’te toplanan üç milyon insanın tanıklığında Kürtlere, bölge halklarına ve tüm ezilenlere yaptı. Gerçekten de her bakımdan mükemmel hazırlanmış, tarihin derinliklerinden ve toplumların yüreğinden gelen, başta Kürtler olmak üzere tüm ezilenlerin beyinlerine ve yüreklerine hitap eden tarihi bir çağrıydı. Tarihin en kuvvetli Demokratik birlik ve kardeşlik çağrısıydı.
Kürt Halk Önderi, çağrısını, başta Kürtler olmak üzere Ortadoğu’nun ve Ortaasya’nın tüm halklarına yaptı. Başta kadınlar olmak üzere tüm ezilenleri demokratik birlik ve kardeşlik mücadelesine çağırdı. Bunun bir son değil, yeni bir başlangıç olduğunu, mücadelenin bitmediğini, yeni bir mücadele hamlesinin başladığını üzerine basarak vurguladı. Artık silahlı direnişin rolünü oynadığını, demokratik siyasetin esas alınması aşamasına gelindiğini açıkça ifade etti. Silahlar sussun, fikirler konuşsun dedi. Tüm Türkiye toplumunu yeni demokratik siyasal mücadele hamlesine katılmaya ve sorunları demokratik siyaset temelinde çözmeye çağırdı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu çağrısı Kürdistan’da, Türkiye’de ve tüm dünyada büyük yankı yaptı. Amed’te toplanan milyonlar büyük coşku ve sevinçle karşıladı. Yeni bir Kürt referandumu, somut bir doğrudan demokrasi olayı yaşandı. Kürt sorununun demokratik siyasi çözümüne dayalı olarak Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşme sürecine başlaması tüm halklarda ve ezilenlerde büyük bir heyecan yarattı.
Önder Abdullah Öcalan’ın çağrısı tüm ezilen ve demokratik zihniyetli insanlarda büyük bir umut, coşku ve heyecan yaratırken, hiç kimse tarafından da reddedilemedi. En karşıtları bile dikkate almak ve ona göre davranmak zorunda kaldı. Şimdi herkes, tüm dünya bu çağrıyı tartışıyor. Kadınlar, gençler, tüm ezilenler büyük bir umut ve heyecanla çağrıyı anlamak ve gereklerini nasıl pratikleştireceğini belirlemek için çaba harcıyor. İlk kez Amerika ve Avrupa’dan da destek mesajları geliyor. Eğer herkes sözünde durur ve gereğini yerine getirirse Kürt sorununun Ortadoğu düzeyinde çözülme sürecinin başlayabileceği anlaşılıyor.
Bilindiği gibi, yirminci yüzyılın da benzer büyük çağrıları vardı. Yüzyılın başında Lenin’in geliştirdiği sosyalizm çağrısı, yüzyılın ortalarında Ho Shi Ming’in yaptığı bağımsızlık ve özgürlük çağrısı, yine yüzyılın sonuna doğru Humeyni’den gelen İslam devrimi çağrısı kitlelere yön vererek yüzyılın akışını belirledi. Tüm bu çarılar zamanında etkili olsalar da, özgürlük ve demokrasi ilkeleriyle çelişen devletçi paradigmaya sahip olmaları ve sınırlı kesimlere hitap etmeleri nedeniyle alternatif olamayıp kısa sürede etkinliklerini kaybettiler.
21. yüzyılın başında gerçekleşen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın demokrasi ve kardeşlik çağrısının, yirminci yüzyıl çağrılarından farklı ve çok daha güçlü olduğu gözlenmektedir. Hem paradigma ve hem de hitap ettiği kitleler bakımından farklılık arzetmektedir. Kürt Halk Önderi’nin çağrısı, özgürlük ve eşitlik ilkeleriyle uyumlu demokratik toplum paradigmasına dayanmakta ve ulus, sınıf ve cins ayrımına dayanmayan en geniş ezilen ve dışlanan kitlelere hitap etmektedir. Bu bakımdan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan çağrısını peygamberlik geleneğine dayandırmakta ve bu geleneğin ifade ettiği özgürlük ve adalet çağrısının gerçekleşmesi olarak görmektedir.
Diğer yandan, bu çağrının bir anda ve kayıptan elde edilen kuvvetlerle yapılmadığı, tersine çocukluktan beri gelen bir kişilik duruşuna ve kırk yıllık amansız bir mücadelenin ortaya çıkardığı birikime dayandığı bilinmektedir. Bu mücadele süreci içinde Kürt Halk Önderi sürekli özgürlük ve adalet çağrısı yapmaya, bir özgürlük ve demokrasi sesi olmaya çalışmıştır.
Örneğin, benzer ilk büyük çağrı 17 Mart 1993 günü yapılmıştır. Bu ilk çağrının da Kürtlerde, Türkiye toplumunda ve dünyada benzer bir heyecan ve umut yarattığı bilinmektedir. Fakat 2013 Newroz çağrısına göre çok daha acemi, hazırlıksız ve tedbirsiz olduğu ortadadır. Bu nedenle rantçı-çeteci grubun bilinçli ve planlı saldırıları altında sonuçsuz kalmaktan kendini kurtaramamıştır. Bu durum son yirmi yılın büyük çatışmalarına ve acılarına yol açmış, yirmi yılın kaybedilmesi sonucunu doğurmuştur. Bundan 1993 sürecini sabote eden rantçı-çeteci grubu sorumlu tutmak, 2013 çağrısının başarılı olabilmesi için aynı eğilimin benzer direnişi karşısında bilinçli, örgütlü ve mücadeleci davranmak gereklidir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1 Eylül 1998 ve 2 Ağustos 1999 tarihlerinde de benzer çağrılar yaptığı bilinmektedir. Her ne kadar bugünkü kadar hazırlıklı ve güçlü olmasalar da, o çağrılar da çözüm üretecek karaktere sahiptiler. Ama şoven-milliyetçi ve gladiocu çevrelerin uluslararası komplo biçimindeki saldırıları ve liberal-demokrat çevrelerin görevlerine sahip çıkmamaları bu çağrıların sonuçsuz kalmasına yol açtı.
O halde, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Newroz 2013’teki bu son demokratik çözüm ve kardeşlik çağrısının başarısı önünde de ciddi tehlikeler vardır. Eğer bu son çağrı, tarihi çağrı başarılı olsun isteniyorsa, o zaman bu tehlikelerin bertaraf edilebilmesi gerekir. Bu da Kürt Halk Önderi’nin ifade ettiği gibi herkese ciddi ve tarihi görevler yüklemektedir. Tarihi çağrının herkesçe doğru anlaşılıp başarılı uygulanmasını istemektedir.
Bu konuda elbette en çok görev PKK’ye ve Kürtlere düşüyor. Çünkü tehlikeleri bertaraf edecek ve görevleri başaracak birinci güç onlardır. Yeni mücadele hamlesi onların kendi özgüçlerine güvenerek ve dayanarak yürütüp başarıya taşıyacakları bir mücadele süreci olacak. PKK’nin ve Kürtlerin bu gerçeği iyi bilmesi, başkalarından beklentili olmadan, yeni dönemin demokratik siyasi mücadele hamlesini de başarıyla yürütme gücünü ve tutumunu göstermesi gerekir.
Bununla birlikte, benzer düzeyde tarihi görev ve sorumluluk Türkiye ve Ortadoğu halklarına ve demokratik güçlerine de yüklenmektedir. Onlar da bunun bilincinde olmak, görev ve sorumluluğu Kürtlere yükleme tutumunu artık aşmak durumundadır. Kürt sorununun demokratik çözüm çağrısı, tümüyle Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesi çağrısıdır. Başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’nun tüm demokratik güçleri bu gerçeğin derin bilincinde hareket ederek bu fırsatı değerlendirmeyi ve geçmişte yapamadıklarını bu kez başarıyla yapmayı bilmelidir.
Egemen sömürücü güçlere, devlet ve iktidar sahiplerine, iç ve dıştaki çeteci-rantçı güçlere gelince, onlar da artık halkların, ezilenlerin, Kürt ve Türk gençlerinin kanından beslenmekten vazgeçmelidirler. Bu sorunları kendileri yarattılar. Yirmi yıldır Kürt sorununun çözümünü engellediler. Artık biraz insani davranabilmeli, provokasyon ve saldırıdan vazgeçmelidirler. Yoksa artık tüm Ortadoğu halklarını karşılarında bulup tarihin çöp sepetine atılacaklardır.
Herkes sürecin başarısı için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın şu sloganını biraz da inanarak haykırabilmelidir: Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar

Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Mart gününden beri gece ve gündüz saatlerinde Medya Savunma Alanları'nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Ertuş, Merganiş, Şifrêza ve Erbîş köyleriyle Küçük Cilo alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bombardımanlar düzenlenmektedir.
- Ayrıntılar
Ne demişler, “zamanla gitmeyen zamanlar gider.”
Zamana ayak uyduramayanlara, zamanın ruhuna denk hareket etmeyenlere genelde yaşam gerçeklerinde kopuk diyorlar. Yaşam gerçeklerinde kopuk olanlara ise siyaset dilinden dogmatik diyorlar. Dogmatizmi ise genel manada olay ve olguları gerçekliğinden kopuk ele alma biçimi olarak tanımlıyorlar.
Daha genişçe ele alanlarda vardır elbette:
“İnsanda görünebilen en katı zihniyet türüdür. Bu zihniyet, bağlı olduğu her hangi bir öğretiyi evvel-ahir mutlak doğru ve değişmez kabul eder. Her hangi bir öğretiye körü körüne inanma, onu bilimsel bir kuşkuya ve eleştiriye yer vermeksizin üstün körü savunma, bu zihniyet türünün en belirgin özelliğidir. Genelde ise değişen dünya koşullarına uyum sağlamayan, eski olana çakılıp kalan, bu anlamda bilirli bir takım ilkeleri, tezleri, teori ve ideolojileri mutlak doğru gören, her zaman geçerli olduklarını kabul eden, görüşlerini kesin ve tartışmaya yer vermeyecek tarzda ileri süren tüm tutum ve yaklaşımlar için kullanılan bir sıfattır.”
“Kalıpçılık veya şablonculuk da denir. Olay ve olguları somut koşulların somut tahlili yerine var olan kalıplar ve reçeteler çerçevesinde ele alır.”
“Belirli bir somut konjonktürde belirli insanların belirli bir sorunla başa çıkmak için düşünüp üstünde karara vardıkları bir yöntemi her yerde ve her zaman uygulanacak tek doğru yöntem ilân etmek... “Dogmatizm” budur” diyenlerde vardır.
Özcesi dogmatizmi fena halde yaşamın dışında kalma biçimidir. Yaşamın dışında kalmak demek yaşamın kendisiyle kopuk kalmaktır ki buna yaşam dışılıkta diyebiliriz.
Dogmatik görüş ya da yaşam biçimine göre örneğin onlar “yok” diyorsa yoktur. Dünya yakılsa da onlara göre “yok”sa yoktur. Çünkü yaşama bakışları böyledir.
Böyleleri dünyanın hem en tehlikeli insanları hem de dünyanın en zavallıları olmaktadırlar.
Tehlikelidirler çünkü bu duruşları tümden cehaletin ötesinde bir duruştur. Gerçeği bilmek, onunla uyum içinde olmak demektir. Lakin dünyada kopuk olanlar, “yarım hekim candan, yarım hoca dinden eder” misali olanlar olduğu için her an insanı hem candan hem de dinde edebilirler. Boşuna: “Bilen insanla dost ol, çünkü seni aydınlatır. Bilgisiz insanlarla dost ol çünkü sen onları aydınlatırsın. Bilmediğini bilmeyenlerden hemen uzaklaş çünkü onlar seni aptallaştırır” dememişlerdir. Böylelerinin tehlikeli olmalarının nedeni bu yarı cehalet halidir. Bilenle sorun çıkmaz. Hiç bilmeyenle de sorun çıkmaz. Ancak bilmediği halde bildiğine inanıyorsa ve de üstelik bu bilmeyi de dünya gerçeklerinde uzak biliyorsa, yani zamanın ruhuna göre değil zamanın ruhunun dışında biliyorsa orada çok ciddi bir tehlike var demektir.
Hz. Ali ta 1400 yıl önce boşuna: “Gerçeği insanların ölçüsüyle değil, insanları gerçeğin ölçüsüyle tanı” dememiş ki!
Böyleleri birde zavallıdırlar. Zavallıdırlar çünkü böyleleri dünya döndüğü halde dünyanın dönmediğini ısrarla herkese söylemeye çalışırlar. Başkalarına söylemek belki bu kadar da acınacak bir durum değildir. Böyleleri birde gerçekten de dünyanın dönmediğine inanmış iseler orada gerçekten de tam acınacak durum vardır.
Özcesi dünyada kopuk yaşamanın iki türü vardır, biri çok tehlikeli bir diğeri ise zavallılıktır. Her iki türün de kabul edilecek bir yönü yoktur.
21 Mart 2013 günü hem Kürdistan’ın hem de Türkiye’nin ve belki de bugüne kadar Ortadoğu’da kutlanan en görkemli Newroz kutlaması olmuştur. İşte böyle yarı bilmiş, dünyada kopuk, gerçekleri görmeyen, görmek istemeyen ismindeki devlet yapısı gibi soğuk Devlet ön adlı kişi, “Diyarbakır Nevruz’unu kabul etmiyorum” demiş. Bu sözleriyle de Diyarbakır’daki Newroz olmamış olacak! Kimse orada Newroz kutlamamış olacak! Ve orada milyonlar alanlara akmamış olacak!
Dogmatizm dedikleri gerçeklik işte bu körlüğün ta kendisidir. Gerçeklerden kopuk olan, yaşamla ilişkisi olmayan, adeta o trene bakar misali yaşama bakan gerçekliktir.
Ancak bizler Hz. Ali’nin: “Gerçeği insanların ölçüsüyle değil, insanları gerçeğin ölçüsüyle tanı” diyerek inadına yaşamın gerçeğini göre yaşamaya devam edeceğiz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Özgürlük saflarına gelenler sıradan yaşayan ve sıradan yaşamak isteyenler değildirler. Büyük arayışları olan ve bu arayışlarını pratikleştirmek isteyen büyük yüreklerin yerleri olarak sistemin dışında ama sistemin karşısında yer alma cesaretini gösterenler dağların doruklarına çıkar.
Dağlar yürek isteyen mekanlardır. Dağlar derken dağlarda yaşanacak zorluklardan bahsedilmiyor, dağlar derken var olan ve yıkılması gerekli olan bir sistemin karşısında durmaktan söz ediliyor.
5000 yıllık iktidarcı bir geleneği yıkmaya kalkıştığınızda orada karşınızda duracak olan yerelde karşı olduğunuz güç tek olmayacaktır, cümle cemaat bu kirli sistemi korumak isteyenlerin tümü, dünyanın öbür ucunda da olsalar size karşı duracak ve sizi boğmak için her şeyi yapmayı planlayacaklardır.
İşte devrimciliğe adım attığınızda-özelde de burası Kürdistan ise-dünyanın tüm zulüm merkezlerine kafa tutmuşsunuzdur demektir. Bu ise zorluk demektir. Bu ise inanılmaz ölçüde baskı demektir. Ve tabii dünyanın her yerinde egemenlerce aforoz edilmek demektir.
Buna karşı söyleyecekleriniz varsa o zaman inadınıza, yüreğinize, beyninize ve ne kadar yaşam emaresi gösteren hücreniz varsa yüklendikçe yükleneceksiniz.
Dağlara Kürdistan’a bu şart altında çıkılıyor. Devrimciliğe bu temelde katılım yapılıyor.
Denilecek ki herkes böyle bir çıkışı ve katılımı yapmıyor...
Herkes gelirken söylediklerimizin tümünü hesaplamaya biliyor. Lakin dağlara gelinmiş ise, az bir şey PKK'nin suyunu içmeye başlamış ise, burada devrimcilik artık öğrenilmeye başlanacak ve bu işin ne kadar zor olduğunu da bilince çıkaracaktır. Çünkü dağlarda yaşamın kendisi yeniden ele alınıyor. İnsanlığın kaybettiği daha doğrusu bir avuç çapulcu tarafında tarihin ilk şafaklarından sonra kaybettirildiği o eşitlikçi, adaletçi ve ortakçı yaşam dağlarda yeniden kuruluyor, yeniden inşa ediliyor.
Bunun için diyoruz ki, dağlar arayışları büyük olanların yeridir. Dağlara sıradan olanlar gelemez. Gelseler bile buralar onlar için değildir. Başkaları gibi ev barkla uğraşmak isteyenler, para pul peşinde koşmak isteyenler, mal mülkü kendilerine dert edenler, bireysel ilişki peşinde koşanlar buralarda uzak dursunlar.
Yok, bunların tümünü elinin tersiyle itenler bir adım öne çıksınlar.
Yeni bir yaşam için yürekleri atanlar bir adım öne çıksınlar.
Özgürlük arayışlarını hayata geçirmek isteyenler bir adım öne çıksınlar.
Hayalleri varsa ve bu hayallere bağlı yaşamak istiyorlarsa ve bu hayallerini haksızlıklara karşı mücadelelerle birleştirmek isteyenler bir adım öne çıksınlar.
Çığlıklarını tüm dünyanın duymasını istiyorlarsa, haykırışları Kürdistan’da ta dünyanın öbür ucuna kadar ulaştırmak istiyorlarsa bir adım öne çıksınlar.
Evet, yürekleri dağların dorukları gibi atanlar, yürekleri şahikalarda atanların tümü bir adım öne çıkıp dağların yolunu tutsunlar.
Çünkü dağlar böyle olanların yeridir. Hayal dünyalarını gerçekleştirmek isteyenlerin yeridir. Romantizmi derinliğine yaşamak isteyenlerin yeridir.
Nihayetinde özgürlüğe inadına aşık olanların yeridir. Dağlarının ve dağlılarının aşkına güvenmenin yeridir.
Ve bunun için diyoruz ki, arayışları yüksek olanlar dağlara hem de dağların zirvelerine…
Dağlara, özgürlüğün ve barışın teminatı için dağlara…
K. Nuda
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
21 Mart günü öğleden sonra saat 14.00 da Medya Savunma Alanları’nın Haftanin bölgesi sınırları içinde bulunan Deriyê Dawetîya alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
20 Mart günü Akşam saat: 17.00'de Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Bozgorê ve Bêzekê köyleri çevresine yönelik işgalci TC ordusu tarafından zırhlı araçlarla bir operasyon başlatmıştır. Alandaki operasyon pusulama şeklinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
19 Mart günü saat 15.00'da Medya Savunma Alanları'nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Çiyaye Reş alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Bu Newroz yazısı ayrı bir Newroz yazısı olacaktır.
Newroz bayramı Ortadoğu'da kutlanan en eski kadim bayramlardan bir tanesidir. Bayram havasıyla kutlanması gereken bir bayramın yıllarca direnişin, başkaldırının günü olarak kutlanmak zorunda bırakılması kendi başına ciddi ele alınması gerekli olan bir durumdur.
Newroz'un ortaya çıkışına dönük çeşitli anlatımlar olsa da, sonuç itibariyle zulme ve baskıya karşı gösterilen görkemli bir direniş ardından Ortadoğu'da insanların özgürleştikleri, bir araya geldikleri, kardeşleştikleri, hatta ortaklaşmayı bir kademe daha ileriye götürerek barıştıkları söylenir.
Newroz bayramın nasıl ortaya çıktığına kafa takmadan, kimin bu günü ilk kutladığına da girmeden Newroz'un ruhuna denk bir yaklaşımın sergilenmediğini de biz bu coğrafyalarda yaşayanlar biliriz.
Newroz'un şimdilerde Nevruz olduğuna bakmayın. Yıllarca bu bayram Kürtlerin yaşadığı bir coğrafyada yasaklı kılınmıştı. Yasaklı kılınmanın da ötesinde hatta bir suç sayılarak, bu bayramı kutlamak isteyenler zindanlara atılmış ve çoğu zamanda işkencelerle karşılaşmışlardı. Bu ise Newroz'u sürekli kutlanması gibi kutlanmamasına götürmüştür.
Bayramlar halkların mutluluk anlarıdır. Neşe anlarıdır. Bir birlerini af ettikleri anlardır. Heyecanın, coşkunun, sevincin ve de sevginin zirvede olduğu anlardır.
Bayramlar böyle olmasına böyledirler ancak Newrozlar Kürdistan'da böyle hiç bir zaman olmamışlardır. Irak, Suriye, Türkiye kesinlikle Newrozları hem yasaklamış, hem aforozlaştırmış hem de dünyanın kıyamet hakaretlerini yağdırmışlardır. İran Newrozları kutlamış onlarda Kürtlerin de bir bayramı olan Newroz'u Kürtlerin kutlamak isteme biçimlerine izin vermemişlerdir.
Özcesi bir halkın normal hakkı olan bayramını anladığı, istediği gibi kutlamasına Kürtlerin doğdukları topraklarda izin vermemişlerdir.
Bırakalım özgürce yaşamasına bir bayramına bile tahammül edemeyenler Kürtlerin nasıl bir karşı koyuş içerisine girdiklerini 30 yıldır sürdürülen direniş göstermiştir. Bir halkın bir bayramını kutlamasına izin verilmezse ortaya çıkacak durum ise zaten direniştir, başkaldırıdır. zalim ve zulmü uygulayanlara karşı topyekun karşı duruştur. Bu ise kavgadır, savaştır. Savaş ise yapan yönü olsa da ağırlıklı olarak yıkımdır.
30 yıllık yıkımı, yani savaşı anlamak istiyorsak öncelikli olarak bu toprakları işgal eden güçlerin Newroz günlerine yaklaşımını bileceğiz. Bir halkın normalinde moral ve coşkuyla kutladığı bir bayramı terörize ederek, yok sayarak, hakaretler yağdırarak, yumurta tokuşturarak, demir döverek derken normal olmasının dışına çıkarırsanız, buna karşı sert karşı duranlar çıkacaktır ki-olanda bu olmuştur.
30 yıllık direnişin bu kadar uzatılmasının ya da bu kadar sertleştirilmesinin ardından Diyarbakır zindanlarında Mazlum Doğan yoldaşımızın üç kibrit çöpüyle Newroz ateşini fitilleyerek bedenini ölüme yatırması yatar. Bir halkın bayramını kutlamasına izin verilmezse olacak olan korkunç bir direniştir. Hem de sadece ve sadece et kemik kalınsa bile ölümüne ortaya çıkacak olan bir direniş...
Onun için diyoruz ki bayramlara, bayramlarımıza yaklaşımlar değiştiği oranda bayramlar halkların kutladığı bayramlar gibi kutlanır. Bayramlar neşenin, kıvancın, coşkunun, sevincin, sevginin, barışmanın, ortaklaşmanın, bir arada yaşamanın, kardeşleşmenin ve nihayetinde baharın gelişinin bayramı olabilir.
Dikkat edilirse 2013 yılı Newroz bayramı henüz tümden böyle olmasa bile, çok alt düzeyde bir normalleşmenin bile Kürdistan'da ve Türkiye'de Newroz bayramına yaklaşımın nasıl değişeceğine göstermiştir.
Özcesi, bu topraklarda başkalarını yok sayan, hor gören yaklaşımların terk edilmesi durumunda beraberinde çok büyük değişimlerin ve dönüşümlerin yaşanacağını söylemenin de ötesinde, bu yolda bir milim ilerleme bu topraklarda yaşayan tüm insanlar ve insanlık değerleri için çok büyük kazanımlar ve getiriler getireceği kesindir.
Bunun için diyoruz ki, bu temelde Her Gün Newroz Olmalı. Her gün barış ve kardeşlik olmalı.
HAYRİ ENGİN
- Ayrıntılar
Başta Önder Apo’nun tarihi çıkışını selamlıyor ve Newroz’unu kutluyorum. Yine Kürdistan’da, Türkiye metropollerinde ve yurtdışında Newroz için emek veren ve onu şanına ve anlamına göre kutlayan herkesi kutluyor ve selamlıyorum. Özellikle de Rojava’daki halkımızın özgürlük Newroz’unu kutluyorum.
Kürdistan halk Önderi, “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşam” projesi Kürdistan’da Kürt halkı başta olmak üzere, Türkiye metropollerinde yaşayan Kürtler ve Kürt halkının dostları tarafından büyük bir destek görmüştür. Başta Van ve İstanbul Newrozları olmak üzere, yapılan tüm Newroz kutlamalarında bu durum belirgin bir biçimde öne çıktı. Yani Önder Apo’nun projesinin bir tür oylanma platformları olan Newroz alanları “Önder Apo’ya Özgürlük, Kürdistan’a Statü” şiarını, onaylamıştır. Ve Kürdistan halkı bu şiarın peşinden serhıldanlarıyla yürüyerek mutlaka ama mutlaka sonuç alacaktır.
İmralı’ya Önder Apo ile görüşmeye gidip-gelen 3.BDP heyetinin gelmesinden sonra da Önder Apo’nun projesinin ayrıntılarını Newroz’da açıklayacağı kesinleşti. Dolayısıyla esas referandum Amed Newroz’unda olacak. Sonuçlarını da hep birlikte göreceğiz.
Newroz mücadele tarihimizde yeni başlangıçların yapıldığı bir gün anlamına geliyor. Kürdistan halk Önderi PKK’nin oluşumuna yol açacak olan ilk grup toplantısını bir Newroz’da altı arkadaşıyla yapmış ve Özgürlük hareketini başlatmıştı. Yıl 1973. 1985 Newroz’unda da ERNK, yani Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi ilan edilmişti. Yine Önder Apo, 2005 yılının Newroz’unda Demokratik Konfederalizmi ilan etmişti. Bu anlamda her üç Newroz’daki ilanların Kürdistan’ın ve bölge halklarının kaderini nasıl değiştirdiği bilinmektedir. 2013 Newroz’unda ilan edilecek sürecin de, Kürdistan, Türkiye ve bölge de önemli alt-üst oluşlara yol açacağı da kesin gibidir.
Bu kez de siyasal-demokratik mücadelenin ön plana çıkacağı demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa projesini ilan etmektedir. Bu ilanla Özgür Kürdistan ve özgür topluma giden yolun en son dönemecine girilmiş olacaktır. Kürdistan halkı artık yönetim, siyasal, sosyal, hukuk, eğitim, dil-kültür, ekonomi vb. temel konularda, yani demokratik özerkliğin boyutlarını inşa etmeye başlayacak, geleceği hakkında kendisi karar verecek ve yürütecektir. Artık Kürdistan’da sadece Kürtler değil, diğer tüm halklar, inançlar bu temelde böyle bir kuruluşun inşasına girişecekler. Kendi anavatanlarında, kendi geleceklerini “bin defa daha güzel” inşa edeceklerdir. Bundan daha güzel müjde, bundan daha büyük bayram olur mu?
Eğer sömürgeci devletin hükümeti de, söylediklerinde samimi olursa, bu Türkiye’de de demokratikleşmeye giden yolun başlangıcı olacaktır. Aksi takdirde Kürt halkı kaldığı yerden devam ederek devrimci halk savaşıyla bu amaçlarına ulaşılacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Fakat insanı kuşkulandıran, kaygılandıran bazı hususlar da vardır. Önder Apo’nun demokratik çözüm için bu kadar çaba harcadığı bir zamanda sömürgeci Türk devleti tarafından hala gerçeği açıkça itiraf etmeden bir kaçınma vardır. Sömürgeci AKP ‘nin bakanları, önde gelenleri Kürdistan’da şehir şehir dolaşarak yoğun bir çalışma yürütmektedirler. Bu anlamda dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Amed’deki konuşması, yine özellikle Amed billboardlarına Çanakkale ile ilgili yazılan sözler, sloganlar…Ama Roboski katliamını örtmek isteyen de yine aynı hükümetin milletvekilleridir.
Sömürgeci hükümetin başı Tayyip Erdoğan’ın Çanakkale konuşmasıyla birlikte AKP’nin çalışmalarında öne çıkan ana tema “bu cumhuriyeti birlikte kurduk, bizi parçalamaya çalışıyorlar, birleşelim, daha fazla güçlenelim” olmaktadır. Yine Tayyip Erdoğan, tek devlet, tek tek ezberini yineledi.
Evet, Çanakkale’de Kürtler de savaştı. Kürtler de Çanakkale’de şehit düştüler. Diğer Müslüman halklarla birlikte kanlarını döktüler. Kürtler böyle yaparken, İttihat-Terraki’nin inkârcı zihniyeti, 1913’te Talat Paşa imzasıyla çıkarılan mecburi iskân kanunu temelinde, Kürtleri dağıtarak eritip-yok etmenin planlarını uygulamak için sinsice fırsat arıyorlardı. Buldukça da uyguluyorlardı. Yine başta Kürt kurumlarını kapatma, önde gelenlerini silahaltına alma temelinde Kürtleri eritip-yok etmeyi planlıyorlardı.
Birinci dünya savaşının bitiminden sonra Mondros mütarekesiyle tam bir dağılma sürecine giren Osmanlı enkazları üzerinde kurulan TC’ni oluşumu için de Kürtler canını-kanını verdi. Kemalist elit, Lozan konferansının hazırlıkları yapılırken Kürtleri tasfiye etme planları üzerinde duruyorlardı. Ve planda da başarılı oldular. Lozan’da da Kürtlerin varlığına, canına, kanına ihanet edildi. Lozan anlaşması Türk devletinin, Türk ileri gelenlerinin Kürtlere ihanetin çirkin bir vesikasıdır. Tarihe düşmüş bir kara lekedir. Demek böyle bir sonuç elde etmek için “İslam kardeşliği” öne çıkarıldı?
Lozan’dan sonra kurulan Türk devleti dolayısıyla Kürtlerin inkârı temelinde kurulan bir devlet olmuştur. Büyük bir yalan üzerine, “herkes Türk’tür” yalanı üzerine inşa edildi. Kürtlerin kanına, canına, ruhuna, varlığına ve emeğine ihanet edildi. Kürtler yok sayıldı, Kürdistan Kürtler için vatan olmaktan çıkarılmaya çalışıldı.
Şimdi bütün bunları bir Newroz öngününde niye yazıyorum? Tarihi çarpıtmayı hatırlatmak için. Bir büyük yalanı gözler önüne sermek için… Diyarbakır’ın sömürgeci valiliği Amed billboardlarında Kürtlerin de Çanakkale’de şehit düştüğünü, Çanakkale de Kürtlerin de bir parçasının olduğunu ifade eden sözler var.
Ey sömürgeci vali, ey daha bir ay önce şahin Öner’i katleden polisi aklayan Vali! Şahin Öner ve daha birçok Kürt gencinin katili! Kürtler Çanakkalede kan döktüklerini senden daha iyi biliyorlar. Senin hatırlatmana gerek yok! Kürtlerin buna ihtiyacı da yok. Fakat Kürtler senin ataların tarafından nasıl ihanete uğradıklarını da iyi biliyorlar. Sana ve senin hükümetine düşen, Kürtlerin Çanakkale’de nasıl şehit düştüklerini anlatmak değil, sana ve hükümetine düşen, Kürtlere nasıl ihanet ettiğinizi, onların dilini-kültürünü yasaklayacak kadar nasıl vahşileştiğinizi açıklamaktır.
Öve öve bitiremediğiniz, her yıldönümünde 101 pare top attığınız Cumhuriyetinizin kuruluşunun Kürt inkarına ve yok edilmesine neden dayandırdığınızın ve yaptığınız bu büyük kalleşliği nasıl ve neden yaptığınızı açıklamaktır. Kürtleri takriri sükûn, istiklal mahkemeleri, iskan kanunu, dersim kanunu ve Şark Islahat Planıyla nasıl yok etmeye çalıştığınızı, bunun için işlenen katliamları, soykırımları açıklaman gerekir.
Ve tüm bunlardan ötürü özür dilemek!
Ucundan kıyısından konuşmaya gerek yok. “Kürtler yoktur, hakları da yoktur” yalanınızı ve onun nedenlerini, sağa-sola kıvırmadan açıkça itiraf etmenin vaktidir!
Bu yalanı niye söylediniz?
Bu yalanınızı gerçekleştirmek için neden Kürdistan’ı işgal ettiniz? Neden Koçgiri’de, Palu-Genç-Hani’de, Ağrı, Zilan ve Dersim de bu kadar katliam yaptınız, yüzbinlerce masum Kürdistanlının kanını döktünüz? Yüzbinlercesini sürgün ettiniz? Her türlü asimilasyona terk ettiniz? Şimdi de “şu kadar Kürt batıda yaşıyor” diyerek inkarın yeni bir biçimi olan entegrasyonu gündeme getiriyorsunuz? Ve neredeyse zaten entegre oluyorlar, haklara ne gerek var diyeceksiniz!
Ya 90’larda yaptıklarınız?
Bilmelisiniz ki, artık Kürt halkı, Kürt ulusu ne geçen yüzyılı, ne de bu yüzyılda yaptıklarınızı unutmayacak kadar bir tarihi hafıza, bilinç, örgütlülük ve özgürleşmede büyük bir kararlılığa sahiptir.
Bu Newroz’u bu bilinçle kutluyor, kutlayacak!
Şimdiden Amed Newrozuna katılacak herkesi kutluyorum.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar