Karşılıklı güvene dayalı bir ilişkilenme biçimidir Samimiyet… Karşılıklı ve çıkarsız olduğu için aslında çoğu zaman konuşmalar da yersizdir samimiyette. Taraflar arasında yaşanan duygudaşlıktır bir bakıma…
Hakların ve hukukların çok ötesindedir, ortaklaşarak çoğalmadır. Çoğaldıkça hesabın ve çıkarın ne kadar faydasız ve bir kirlilik aracı olduğunu gözlerin içine sokandır samimiyet…
Kırılgan değildir; eğilip bükülmez. Hatta bazı yersizliklerin hoşgörüsünü bile kendi bağrında taşıdığından dolayı kimsenin aklına acaba’lı cevapları olan soru işaretlerini düşürmez… Hiçbir koşul altında samimiyet test edilmez. Çünkü her iki taraftan birini rencide eder, çirkinleştirir her şeyi!
İnsanların bütün hayatları boyunca denemeye tabi tutulmaları kadar kirli ve itici bir şey yok. Deneme ve bununla bağlantılı olarak test etmek aslında insani bir şey değildir. Kimseyi test etmenin anlamı olmadığı gibi bütün samimiyetin altına dinamit yerleştiren temel mesele de işte bu test etme ve deneme dönemleridir.
Çünkü hayatın akışkanlığı içinde samimiyetin kuralı ve tabiatı gereği teste dayalı bir süreç sağlıklı bir şekilde ortaya çıkmaz. Altına yerleştiren her dinamitte olduğu gibi bu alanda da benzeri bir sonun yaşanılması kaçınılmaz olur.
Tüm bunların ışığında içinden geçilen döneme baktığımızda; sürecin bir samimiyet havasını taşıdığını iddia etmek çok güçtür.
Ortada samimiyete dair en ufak bir iz bile yokken bir de bu samimiyetin teste tabi tutulması sürecin ve sözü edilen gelişmelerin ne kadar da ham bir hayal olduğunu ortaya koyarken, buna izahat getirmeye çalışmak da başlı başına başka bir mesele olmakta.
Özellikle Paris’te alçakça katledilenlerin ardından yapılan bu ucuz ve sıradan yaklaşımlar; ne bir barışı tesis edebilir ne de kürtlerin samimiyetine muvaffak kılabilir herhangi birini.
Sözü edilen samimiyeti daha geniş bir biçimde de ele alabiliriz pekala;
Saldırıların sürdüğü, her fırsatta ölümün/öldürmenin dayatıldığı insanlara sorunu çözmek istiyoruz demek ne samimiyettir ne de insani bir söylemin herhangi bir çerçevesidir. Kan döken siyasetin barışa dair herhangi bir imar planı olmadığı gibi samimiyetin karinesine de yazacağı herhangi bir not olamaz. Ondan dolayıdır ki; bu dönem içerisinde samimiyet kelimesinin altını dolduracak doğru düzgün bir gelişmenin olduğunu iddia edebilmek neredeyse imkansız.
Herhalde herkes Kürtlerdeki metaneti ve samimiyeti iyi gördü. Fakat bu metanet ve samimiyet kırılgan değildir, geçmişteki dönemler bunun en iyi örnekleridir. Çünkü kürtlerin samimiyeti neredeyse bin yıllık geçmişe sahiptir.
Metanet ise kürdistanın ve kürtlerin yaşadığı bu toprak parçasının temel bir vazgeçilmezidir. Öteden beri hayatla olan mücadelenin içinde metanetin yeri var olagelmiştir bu kadim topraklarda. Bedelini ödediği bir hayatın muhacirleri olsalar da; Kürtlerin metaneti ve samimiyeti deyim yerindeyse genetik bir yapıya ve toplumsal ahlakın yazılı olmayan kuralına dönüşmüştür.
Elbette bu durumu hem dost bilmektedir hem de düşman! Bundan dolayıdır ki; bir iki sözle kürtlerin metanetini ve suskun öfkesini sonsuza dönüştürmek pek de mümkün olmayacaktır. Ondan dolayı da; samimiyetin karşılıklı ilişkilenmesi önümüzde duracaktır.
Ya bu ilişkilenme biçiminin gereklerine göre davranılacak, ya da bedeli ödenen hayatların sunduğu paya herkes rıza gösterecektir. Bu elbette sadece kürtlere özgü bir yazgı olmadığı gibi Türkiye için de yazgının değişimi mümkün olabilir. Önemli olan bunun bedeline inanmak/göze almak ve gereğini samimiyetin doğasına indirgemektir…
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Sömürgeci Türk devleti ve işbirlikçilerinin katlettiği Sakine, Fidan ve Leyla yoldaşları sonsuz yolculuğa, milyonlarca Kürdistanlı ve dostları uğurladı. Hem bizzat cenaze törenine katılanlar, hem de Paris’te gerçekleştirilen katliamları protesto edip lanetlemek amacıyla, Kürdistan’da boydan boya kepenk kapatma, kontak kapatma, okul boykotu eylemleri yapıldı. Kürdistan dışındaki alanlarda da Kürtler ve dostları da bu eylemlere katıldılar. Böylelikle milyonlar PKK bayrağına sarılan, Kürdistan şehitlerini bağırlarına bastılar.
Şüphesiz 2013’ün ilk ayında ortaya konulan bu Kürdistan halk iradesinin açığa çıkardığı yeni siyasal, toplumsal, kültürel, askeri ve psikolojik durum üzerinde çok yoğun durulmalıdır. Ortaya çıkan bu tablo iyi okunmalı ve üzerinde ayrıntılı olarak durmak gerekir. Fakat ben tablo üzerinde durmaktan çok, sömürgeci-soykırımcı AKP sistemin faşist başbakanı T. Erdoğan’ın son günlerde söylediği birkaç sözü üzerinde durmak istiyorum.
Kürdistan halk Önderiyle İmralı’da görüşmelerin yapıldığının açıklanmasından sonra, AKP ve basını tam bir psikolojik operasyon başlatmış bulunmaktadır. Bunun için kimi gazetecileri, kimi televizyoncuları böyle bir misyonla görevlendirmişlerdir. Bu psikolojik operasyonla, PKK’nin silah bırakması, yurtdışına çekilmesi, herkesin de bunu kabul eder duruma getirilmesi, buna karşı çıkanları da hemen susturmak, barış istemiyorlar diye damgalayarak etkisizleştirmek istemektedirler. Sanki ortada bir barış ortamı varmış gibi bir atmosfer yaratmak istemektedirler!
Ancak yaşananlar bizim önümüze bir başka tablo koymaktadır. Siyasi soykırım operasyonları tüm yoğunluğuyla sürmektedir. Askeri imha operasyonları da aralıksız devam etmektedir. Öte yandan da Batı Kürdistan’da açığa çıkan Kürt özgürlük iradesini tasfiye etmek için de operasyon üzerine operasyon yapmaktadır. Tüm bunlar yukarda çerçevesini çizdiğimiz bir psikolojik savaş operasyonu eşliğinde yürütülmektedir.
Hele Nusaybin’de öyle bir olay yaşandı ki, unutmak mümkün değil, hiçbir insan, hiçbir Kürt bunu unutmamalıdır. HPG gerillasının annesi, oğlunun şehit düştüğünü öğrenir öğrenmez, yaşamını yitiriyor ve ana-oğul ikisinin cenazesi birlikte kaldırılıyor.
Sömürgeci sistemin başbakanı, bir kez daha PKK’nin silah bırakmasını, yurtdışına gitmesini ve bunun için de ellerinden geleni yapacaklarını açıklamıştır. Bu şunun gibi bir saçmalıktır. “ bana teslim olmak ve bana hizmet etmek istiyorsan, teslim olman ve bana hizmet etmen için gereken yardımı gösteririm.” Arkasından da, “tek bir terörist kaldığı müddetçe operasyonlar sürer. Kimse kusura bakmasın. Teröristleri etkisizleştirmek için operasyonlar aralıksız sürdürülecektir. Bunu da, kamuoyuna, “ elini taşın altına koymak ve büyük risk almak olarak” yutturabilmektedir. Yandaş basını ve yağdanlıkları da, bunu önemli bir adım olarak sunmaya devam etmektedirler.
Öyle anlaşılıyor ki, 2009 yılı siyasi soykırım ve imha operasyonlarını “açılım” adı altında yürüttüler, 2013 imha sürecini de, “ barış” adı altında yürüteceklerdir.
En önemlisi de, sömürgeci Türk devletinin başbakanının KCK ve PKK bayrakları için yaptığı hakarettir. Kürdistan halkının ve Özgürlük Hareketinin tarihini, varlığını, kültürünü, cesaretini, estetiğini, felsefesini, umudunu, şehitlerin kanını ve özgürlüğünü ifade eden ve şehitlerimizi sardığımız bayraklarımıza büyük bir hakaret yapmıştır. Sömürgeci TC’nin başbakanı, Kürdistan halkının varlık ve onur sembolü olan bayraklarını “ bir bez parçası ve paçavra” olarak adlandırmıştır.
Paçavra sözcüğünün kelime anlamı, sözlüklerde genel olarak, eskimiş bez parçası, çaput, değersiz ve iğrenç şey veya kimse olarak belirtilmiştir. Kürdistan halkının ve Özgürlük hareketinin sembollerine ve bayraklarına böyle saldırmak, hakaret etmek ilk değildir. Daha önce de sömürgeci sistemin içişleri bakanı idris naim şahin, Bülent arınç vb. leri de Kürdistan halkının bayrağına çeşitli zamanlarda hakaret etmişlerdi. Bu hakaretin anlamı, inkar da ve imhada ısrardır. Şark Islahat Planını sonucuna vardırmaktır.
Sömürgeci Türk devleti kendi bayrağı konusunda çok hassastır. Özel olarak bayrak kanunu bile vardır. Bayraklarını methetmek için ne kadar şiir yazıldığını herkes bilir. Ancak e Kürt siyasi partilerinin kendi toplantı ve kongrelerinde, özellikle de kongrelerinde “ türk bayrağı asıldı mı asılmadı mı, asıldıysa nereye asıldı, salonun görünen yerine mi, görünmeyen yerine mi, bayrak küçük müydü, büyük müydü” vb. tartışmaları başlatılır. Hatta bunun için davalar açılır. Kendi bayraklarına bu kadar titiz, hassas olan sömürgeci Türk devletinin yetkilileri, sözkonusu Kürdistan bayrağı veya Kürdistan özgürlük hareketinin sembolleri ve bayrağı olunca, hakaret olmaktadır. Kürtlerin sembollerine, çok saygısız davrandıkları gibi, işte en son sömürgeci sistemin lideri konumunda bulunan T.Erdoğan, şehitlerimize sardığımız bayrağı “bez parçası ve paçavra” olarak tanımlamış ve hakaret etmiştir.
Dün sömürgeci sistemin başbakanının Kürdistan halkına ve Kürdistan özgürlük hareketine karşı ve onların sembollerine karşı yaptığı küfür ve hakaret karşısında acaba Kürtler nasıl bir karşılık verdiler, acaba söz ve pratik olarak ne yaptılar diye basını taradım, TV’leri izledim. Ancak buna karşı herhangi bir sözlü, yazılı veya pratik davranış göremedim. Tek bir refleks göremedim. Belki de, izlenmemiş, görülmemiştir. Görülmemiş, izlenmemiş ve duyulmamışsa da, işte yazıyoruz.
O bayrak ki, 40 yıllık mücadelenin sonucunda ortaya çıkan şehitlerimizin kanı, büyük direnişler ve fedakarlıklar temelinde ortaya çıkmış bir bayraktır.
O bayrak ki, tüm değerlerimizin en yoğunlaşmış somut ifadesidir.
O bayrak ki, şehitlerimizi sardığımız kutsal sembolümüzdür!
O bayrak ki…
Bir halk ve onun gençleri, eğer kendi bayrağına, kendi sembollerine yönelik hakaret ve saldırılara karşı refleks göstermiyor, tepki ortaya koymuyorsa ve o halk ve gençlik için çok tehlikeli bir durum vardır demektir.
Kürtler, Kürdistanlılar kendi sembollerini savunmalıdırlar. Kendi bayraklarına sahip çıkmalıdırlar. Ve her türlü saldırılara karşı ulusal bir refleksle karşılık vermelidirler.
Eğer Türk halkının, aydınları, emekçileri, sendikacıları, partileri, sosyalistleri, devrimcileri eğer sömürgeci sistemin başbakanının sarfettiği hakaretleri konusunda uyarmaz, sömürgeci sistemin başbakanı eğer bayraklarımıza yönelik yaptığı hakaretlerden dolayı Kürdistan halkından özür dilemezse, Kürdistan halkı ve gençleri sömürgeci Türk sistemin Kürdistan’daki zulmün ve katliamın sembolü Türk bayrağına paçavra muamelesi yapmalıdırlar.
Paçavranın sözlük anlamını bilerek diyorum ki, Kürtler Türk devletinin zülmünün Kürdistan’daki varlığına karşı paçavra muamelesi yapmalıdırlar. Bu bazı Türklerin gururuna dokunabilir, bu konuda bazı Kürtler de, Türklerin hassasiyetine dikkat etmek lazım vb. diyebilir. Bunu söyleyenler, kırk milyonluk bir halkın hassasiyetlerini ve bir an bile olsa Kürt ulusunun sembollerine saygıyı da bir yana bırakalım, her gün Kürtlerin bayrağına ve sembollerine paçavra dediklerini duymuyorlar mı? Duyuyor ve sessiz kalıyor, ancak Kürtler karşılık verdikleri zaman, Kürtleri Türklerin sembollerine saygıya davet edenler oluyorsa, bunlara sadece ve sadece zalimin sesi demek gerekiyor. Hiçbir ciddiyetleri yoktur ve kabul edilmemelidirler.
Kimse Kürt ulusuna ve onun bayrağına paçavra diyemez. Hakaret edemez. Ederse karşılığını alır. Hem de fazlasıyla!
Öyle sömürgeci Türk devletinin başbakanı, tam bir lümpen ağızla Kürtlere, özgürlük hareketine söyleyecek kimse buna karşı bir şey demeyecek, ama Kürtler bir şey söylediği zaman, “aman süreç zarar görür, süreç kırılgandır” v.b demenin hiçbir ciddiyeti yoktur.
Süreç, sömürgeci Türk devletinin yöneticilerinin hakaret ve zulmüne sessiz kalmak mıdır yoksa daha fazla ulusal birliği, örgütlülüğü, direnişi ve serhıldanı yükseltmekle mi karşılanacaktır?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Sömürgeci AKP hükümetinin sözde barış girişimlerinde bulunduğunun iddia ve propaganda edildiği bir dönemde, bizzat Erdoğan’ın emir ve direktifleriyle Kürdistan’ın birçok alanında askeri operasyon ve bombardımanlar devam etmekte, Kürdistan da gerillamıza yönelik imha harekâtları düzenlenmektedir.
- Ayrıntılar
Kürtler özgür yaşam için zafer yemini ettiler. Kürt kadınları özgür yaşam ve zafer andı içtiler. Paris’te katledilen üç Kürt kadın devrimcinin anısı tam bir özgür yaşam ve zafer yeminine dönüştü. Kürtler için yeni bir duygu ve öfke devrimi oldu. Kürt kadın özgürlük devrimine çok büyük bir hamle yaptırdı. Katliamla Kürtleri, Kürt kadınlarını korkutacağını ve sindireceğini sananlar yanıldılar. Üç kadın devrimci Sara, Rojbin ve Ronahi’nin anıları tüm Kürtler ve Kürt kadınları için yeni bir bilinç, cesaret ve kararlılık kaynağı oldu.
Tam on gündür tüm Kürtler ve Kürt kadınları ayakta. Yemiyor, uyumuyor, yorulmuyorlar. Paris katliamının ne anlama geldiğini anlamaya ve bu üç büyük Kürt kadın devrimcinin anısına nasıl sahip çıkacaklarını ortaya koymaya çalışıyorlar. Tam bir hafta Avrupa’da yaşayan Kürtler bunu yaptılar. Onbinler ve yüzbinler halinde Paris’e akın ettiler. Üç devrimciye, üç devrimci militan ve öndere, üç özgürlük çiçeğine sahip çıktılar. Tam da Sara, Rojbin ve Ronahi’ye yakışan bir uğurlama yaptılar.
Üç gündür de İstanbul, Amed, Dersim, Elbistan ve Mersin’de benzer durumlar yaşanıyor. Ülkedeki halk ve kadınlar yüzbinler halinde bu büyük özgürlük kahramanlarına sahip çıkıyor. Amed 1991 Vedat Aydın’ı uğurlamaya benzer bir durumu yaşadı. 2006 Newrozundaki ayağa kalkışı bir kez daha gerçekleştirdi. Üç kahraman son yolculuğa tam bir devrimci kararlılıkla uğurlandı.
Paris’te üç kadın devrimci Sara (Sakine Cansız), Rojbin (Fidan Doğan) ve Ronahi (Leyla Şaylemez)’nin katledilmesi olayı Kürdistan özgürlük devrimine her bakımdan ciddi bir hamle yaptırdı. Kürtler ülke içinde ve dışında ayrı bir halk olma ve ısrarla özgürlük isteme gerçeğini açıkça ortaya koydular. Herhalde artık hiç kimse “Bu Kürtler de kim?” diyemez! Kürt kadınları özgür ve örgütlü yaşamda kesin kararlı ve ısrarlı olduklarını herkese gösterdiler. Herhalde artık hiç kimse “Bu Kürtler ve Kürt kadınları ne istiyor?” diyemez.
Kürdün üç özgürlük çiçeği halkı birleştirdiği gibi, özlemle tartışması yapılan ama pratikleştirilemeyen Kürt birliğini de yarattı. Bütün Kürt örgütleri ve şahsiyetleri ilk kez bir konuda bir oldular ve ortak tutum koydular. Paris katliamını şiddetle kınayarak, üç Kürt kadın devrimciye ve yürüttükleri özgürlük mücadelesine sahip çıktılar.
Paris katliamı Kürtleri dünyaya biraz daha fazla tanıttı. Kimin dost, kimin düşman olduğunu açıkça gösterdi. Kürtler açısından çok az bulunan ve bu bakımdan çok değerli olan dostlukları ortaya koydu. Afrika’dan Amerika ve Avrupa’ya kadar her kıtadan mesaj gönderenler, ziyaret edenler, törene katılanlar oldu. Kimisi bu üç devrimciyi Roza Lüksemburg’a benzetti, kimisi Jan Dark’a!
Kürtler on gündür duygu ve düşüncelerini çok net bir biçimde ortaya koydular. Üç büyük özgürlük şehidinin huzurunda çok açık mesajlar verdiler. Her şeyden önce, Fransız yönetiminden olayın aydınlatılmasını isteyerek hiçbir zaman peşini bırakmayacaklarını ve sonuna kadar gideceklerini gösterdiler. Yani Kürtler bu olayı çok ama çok önemsiyorlar. Olayın çözümünün Kürt sorununun çözümünü ve özgürlüğünü getireceğine inanıyorlar.
Amed’te BDP ve DTK Eşbaşkanlarının söyledikleri ise son derece netti. Ve tüm söylenenler meydanları dolduran yüzbinler tarafından açıkça onaylandı. Kürtler birlik içinde olduklarını, özgürlük istediklerini ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çözüm çabalarını desteklediklerini net bir biçimde ifade ettiler. Özgürlük getirecek onurlu bir barıştan yana olduklarını, ama her türlü mücadele yürütmeye de hazır bulunduklarını ortaya koydular. “Ağlama ve üzülme ki acın azalmasın ve dolayısıyla öfken dinmesin” dediler.
Kürtlerin son derece net ve çözümleyici mesajları muhatapları tarafından ne kadar algılandı, elbette şimdi bilemeyiz. Bunu önümüzdeki günler gösterecek. Fakat anlaşılmasından daha önemli olan söylenmiş olmasıdır. Kürtler tam bir olgunluk, birlik ve örgütlülük içinde söyleyip sorumluluklarının gereğini yerine getirdiler. Söylenenleri elbette ancak ciddi ve cesur olanlar anlayabilir.
Daha da önemlisi, on gün boyunca Kürtlerin yediden yetmişe “Özgürlük için zafer andı” içmiş olmasıdır. Bu yemini büyük özgürlük şehitleri Sara, Rojbin ve Ronahi’nin huzurunda ettiler. Onların şahsında tüm şehitlere zafer sözü verdiler. Kuşkusuz bu durum Kürtlerin özgürlük mücadelesinde daha kararlı ve ısrarlı olacağı anlamına gelmektedir. Mücadele içinde yeni yüzlerce ve binlerce Sara, Rojbin ve Ronahi olacak! Yeni Sakine, Fidan ve Leyla’lar görevi devralacak! Kürt özgürlük ve demokrasi mücadelesi çok daha büyük bir güçle gelişecek!
Kürtleri böyle derin bir bilinç, birlik ve kararlılık içine üç kadın devrimci çekti. Bu, kadın özgürlük devriminin Kürdistan’da ne kadar derinleştiğini gösteriyor. Kadın devrimciliğinin mücadeledeki öncü konumunu ortaya koyuyor. Kürt kadınının ne denli güçlü ve etkili hale gelmiş olduğunu ifade ediyor. Kürt özgürlük devriminin yenilmezlik sırrını anlamak isteyenler buraya bakabilirler.
Kuşkusuz Paris katliamı tüm Kürtleri etkilediği gibi, en çok da Kürt kadınını ve kadınları etkiledi. Kadınlar derin bir bilinç ve duyarlılıkla cellâdın amacını daha baştan boşa çıkardılar. Üç devrimci militanın şehadetini kendileri için bilinç, örgütlenme, cesaret ve kararlılık durumuna dönüştürdüler. Çünkü gördüler ki, bilcümle faşistler, gericiler, sömürgeciler kadından korkuyorlar, en çok da Kürt kadınından korkuyorlar. Bu kadar çok korktukları için böyle alçakça ve vahşice cinayet işliyorlar.
Tüm bunlar gösteriyor ki, önümüzdeki süreçte kadın özgürlük devrimi çığ gibi gelişecek ve her alana yayılacak! Kürt kadınları özgürlük mücadelelerini Kürdistan devriminin öncü gücü yapmaya devam edecek! Dahası Türkiye ve Ortadoğu’da demokratik halk devrimlerini özgür kadın hareketleri yürütecek! Elbette Sara, Rojbin ve Ronahi de tüm bu mücadelelerin sembolü olacak! Her alanda gelişecek olan özgür kadın hareketlerinin bayrağını oluşturacak! Tüm bu mücadeleler içinde ölümsüz varlıklar olarak canlı bir biçimde yaşayacak!
Sara, Rojbin ve Ronahi kişilikleri için de yakışan budur. Şimdi onları herkes tanıyor, dost-düşman tüm dünya tanımış bulunuyor. Resimleri kadınlar ve gençlerin elinde taşınan bayrak oluyor. Kuşkusuz Onlar bunu çoktan hak ettiler. Yaşamları boyunca halklarının ve yoldaşlarının büyük coşku, heyecan ve cesaret kaynağı oldukları gibi, şehadetleriyle de mücadelenin yolunu aydınlattılar. Devrimci militanlığın nasıl olması gerektiğini herkese gösterdiler.
Paris’te alçakça katledilen Sara, Rojbin ve Ronahi bir çağrı oldular. Onlar özgürlük çağrısıdır, direniş çağrısıdır, örgütlenme ve partileşme çağrısıdır, Önderliğe ve çizgiye sahip çıkma çağrısıdır! Başta Kürt kadınları ve gençleri olmak üzere yediden yetmişe Kürt halkı bu çağrıya cevap vermiştir ve bundan sonra da daha çok Saralaşarak, Rojbinleşerek ve Ronahileşerek gereken cevabı mutlaka verecektir!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
20 Ocak gününden beri Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesine bağlı Çiyaye Reş ve Xeregol alanlar ile Bêtkarê köyüne yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bombardımanlar düzenlenmektedir. Saldırılar devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Havalar bozuk. Dışarıda sert bir rüzgar ve yere düşmek için hiç de acelesi olmadığı her halinden belli olan kar taneleri var. Yağsam mı yağmasam mı; yağsam da tutsam mı diye soruyor kar.
Mangamız ise dışarıyla tam tezat. Yoldaşların sohbetleri, sobanın sıcaklığı, televizyondan gelen acılı tarihin yanıklaştırdığı sesten yayılan Kürt ezgileri gevşetiyor insanı. İçim geçmiş, uyuya kalmışım.
Televizyondan gelen sesler değişmişti. Gözlerim kapalı dinliyordum. Duymaktan hiç de haz etmediğim bir sesin mikrofondan yayılan ekolu, kah yükselen kah heyecanlanan kibir ve horlamayla dolu, hakaretamiz söylemleri çalındı kulağıma.
Bükemediğin eli öpeceksin diyor ya atalarımız, anlıyorum ki ya bu sözden habersiz, ya da anlamını bilmiyor ve “Silahları bırakmalarını istiyorum” diyor ses.
Artık rüyalarından ayrılmadığı belli olan derin bir özlem ve tutkulu bir isteğin tek’li hezeyanlara sığdırılması gibi bağırıyor kalabalığa. Sonra da müsebbibi kendisi değilmiş gibi sıkılı yumrukların; “Sıkılı yumrukları aradan çekip, öfkenin, nefretin diline bir son verip insanca yaşamanın önünü açmamız, bunu güçlendirmemiz gerekiyor" gibi garip bir cümle kullanıyor.
Her zaman olduğu gibi işlediği suçu yüzüne vurulan ve yakalanmış olmanın utancını saldırgan bir üslupla bertaraf etmeye çalışanların ruh haliyle “Birileri çıkıyor hükümeti, devleti operasyon yapmakla bu süreci zedelemeyle suçluyor” feveranında bulunuyor.
Ve devam ediyor “Terör örgütü silahı bırakmadığı, saldırılarına son vermediği sürece biz terörle mücadeleyi kararlı şekilde sürdüreceğiz. Hiç kusura bakmasınlar, elinde silahla benim güvenlik güçlerime kast edenlere, arkadan gelip benim polisimi şehit edenlere karşı biz toprağımızı, vatanımızı geri adım atmadan savunuruz ve savunuyoruz.”
Tüm devlet kademelerinin sözcüsü, uygulayıcısı, başı olmakla yetinmeyerek cumhurbaşkanı görevi olan “başkomutanlığı” da kimselere kaptırmak istemeyen zat, cepheye inmeye hazırlanıyor.
Ecdadının at üzerindeki yıllarına atıfta bulunması da zaten boşuna değildi. “Yeni Osmanlıcılık” ya da “imparatorluk hayali” olarak adlandırılabilecek süreçte başta Kürtler olmak üzere el atabildiği her yerde yeni sömürgecilik kanalları açmaya uğraşan bir çağdışı söylem ve icraatla ‘istikrarlı’ bir şekilde ilerlemeye devam ediyor. Tabii ki yine saldırısının meşruiyetini yaratmak için “savunma” gerekçesine başvuruyor.
Halbuki kendileri de Türk iç ve dış politikasının “atak”, “dinamik”, “saldırgan”,“özneleşen” yönünden sıkça söz ediyorlar. Ve bu ‘yeni’ özelliklerle yeni işgal ve sömürü hareketini Kürdistan’da başarmamaları durumunda hiçbir yerde başaramayacaklarının farkındalar.
Saldıran, yumruklarını sıkan, “var mı bana yan bakan” narasıyla gelene geçene omuz atan ve ne hikmetse her seferinde dayak yemekten kurtulamayan sokak kabadayısı Erdoğan ve politikalarının başarı kazanma şansının sıfıra yakın olduğu ortadayken bu sözler tebessüm uyandırıyor.
Çünkü haklı değil ve çünkü meşru değil.
Yalan ve düzenbazlıkla, gerçekleri tersyüz etmekle, hile ve entrikayla, komplo ve kumpaslarla amacına ulaşmak isteyen her kişi, devlet ve topluluğun yaşadığı yenilgiyi yaşamak zorunda kalacağının oldukça farkında.
Son süreçteki yeniden sözde barış arayış ve söylemlerinin bu anlamıyla herhangi bir kıymet-i harbiyesi yok. Saldırganlığının bedelini ödetecek bir gerilla ordusunun varlığı uykularını kaçırmaya devam ediyor. Bu orduya duyulan sevginin, halkın her gün yaptığı “İNTİKAM” çağrılarının anlamını çok iyi biliyor. Bu nedenle de şu aşağıdaki saçma sözü yineliyor konuşmasında
“Sağduyulu, samimi en önemlisi de vicdanı olan bir insan, öldürmek için gelen teröristin hakkını değil, öldürmek için kurulmuş terör örgütünün hakkını değil insani olanın, insanın hakkını savunur. Böyle olması lazım.”
Yani, diyor ki, “Tamam, Paris olayında onları savundunuz ama onlar ölmüştü. Sakın ha sağların hakkını aramayın, onlarla birlik olmayın, yanaşmayın bile. PKK’yi meşrulaştıracak, bırakın onu, hakkında olumlu konuşacak tek insan kulunun alnını karışlarım. Hepsini ölmekten beter ederim.”
***
Dışarıdaki buza kesmiş havayla tam ters bir sıcaklık yayılıyor bedenime. Ne manganın sıcaklığı, ne yoldaşların varlığı değil bu sıcaklığın nedeni. Paris’ten, Nusaybin’den, Lice’den, Çele’den, Medya Savunma Alanları’ndan gelen haberlerin; halkımın İNTİKAM çağrıları ısıtıyor içimi.
Zat’ın feveranlarının, nafile çabalarının ve gözü dönmüş saldırganlığının yarattığı kin ve öfke alevlendiriyor ateşi.
Yüreğim ısındıkça ısınıyor. Binlerce yoldaşım gibi, halkım gibi...
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Daha henüz oyun çağımızdayken gerillada silah arkadaşı olduğumuz Halil İvedi (Fadıl) Hasan Çelik (Cemil), Hasan Adak (Behri) ve öteki pek çok arkadaş ile mahallede oyun arkadaşıydık. Halkımızın ve ülkemizin gerçekliğinden dolayı yarım kalan doyamadığımız oyunlarımızın özlemi içimde, yüreğimdedir hala.
Bunlar arasında en sık oynadığımız oyun Gurki bilezi oyunuydu. Bu oyunda: sicim ile sarılarak yapılmış yan yana açılmış iki avuç içine sığacak büyüklükte bir çaput top ile yukarıdan aşağı, topa vuruş noktasına doğru kalınlaşan orta boy bir sopa vardır. Takımlar, düz bir alanda, epeyce bir mesafede karşılıklı yerlerini aldıktan sonra, bir takımın görevlisi, topu karşı takımın üzerine fırlatır; karşı takımın görevlisi de elindeki sopa ile üzerine gelen topa vurmaya çalışır. Bu takım havalanan topu yakalarsa oyunu kazanır; yakalayamazsa kazanan öteki takım olur.
Bu satırları okuyan, batı merkezli düşünmekten muzdarip ışıldak okuyucu, o egemen nitelikli salt analitik “bilgeliği”nin ekeliği içinde:
Aaa… Bu oyun Amerikan beyzboluna ne çok benziyor… Diyecektir.
Ma, ne var ki böyle bir söylem ve yaklaşım; bir nineyi torununa benzeterek ona:
Aman nineciğim, torununuza ne kadar benziyorsunuz, hık demiş burnundan düşmüşsünüz vallahi, ancak bu kadar olur ha… Demek kadar absürt, abes, ve görünüşteki bütün kesinligine rağmen ters ve komik bir durumdur bu okuyucu…
Ma bu, her şeyi kedisiyle başlatan narsist eğemen batı merkezlilikteten, bu dramatik komiklikten hepimiz bir parça muzdarip değil miyiz?
Bizim Gurki bilezi Amerikan Beyzboluna değil, Amerikan Beyzbolu bizim Gurki bileyize benzetilebilir.
Çünkü bugünkü batı toplumları ve egemen sınıflı toplum uygarlığı, egemen tarihin kaydetmekten bilinçli bir özenle kaçındığı, yok saydığı kadın eksenli çağda, Kürdistan’dan-Botan’dan batıya Avrupa’ya göç eden kadın eksenli tarım toplumları ve onların tarım uygarlıklarının üzerinde yükselmektedir. Öyle ki günümüzün sanayi ve sanayi ötesi toplumlarının altyapılarındaki tarım toplumu ve tarım uygarlığının kadın eksenli temel degerlerini, mümkün olsa da tutup çekiversek, geriye beyni-iç organları alınmış insan kadavrası gibi bir şey kalır ki, bu da zaten mevtadır, okuyucu…
Nitekim bugünkü centilmen İngiliz egemenleri soyluların tutkulu hobileri Golf oyunu da bizim Botan çıkışlı bir oyundur. Centilmenler gocunmasınlar ama Botan’da bu oyunu özellikle Koçer çobanları oynarlar. Aryen çobanlarının ana yurtları Botan’ın sadık Koçer çobanlarının Anglo-sakson soylularından centilmenlerinden daha tutkulu oynadıkları bu oyunda: Gurki bilezi de ki toptan çok daha küçük ve çok daha sıkı sarılmış bir top (Kürtçe Go…) bu kez topa vuruş noktası bir sopa; ve topun içine girebileceği büyüklükte bir çukur vardır. Her oyuncu kendi başına olmak kaydıyla iki-üç-dört ve daha fazla oyuncuyla oynanan oyunda, oyuncular ellerindeki sopalarla vurdukları topu, yerdeki çukura sokmaya çalışırlar.
“Go bilezi” yani top oyunudur. “Go” ile “Golf”ün köklerinin de aynı olduğu görülür.
Gerillanın Anılarından
- Ayrıntılar
Bir kez daha Kürdistan özgürlük mücadelesinin öncü kadrolarından, PKK kurucularından Sakine CANSIZ yoldaşı ve yanında şehit düşen Fidan DOĞAN ve Leyla SAYLEMEZ şahsında Kürdistan Özgürlük hareketine, Kürdistan halkına ve Kürt kadınına yönelik Türk sömürgeci yeşil gladyonun bu alçakça saldırısını tüm devrimci nefretimle lanetliyorum. Bu her üç öncü yiğit Kürdistanlı kadına sıkılan kurşunlar, Kürdistan halkına, Kürdistan özgürlük hareketine ve Kürdistan kadınına ve özgür geleceğine sıkılmıştır. Halk ve ülke olarak bizi yok etmek, geleceksizleştirmek için yapılan bu katliam, kendi topraklarımızda özgürce yaşamımızın önünde engel olamayacaktır.
Leyla SAYLEMEZ’in kızkardeşinin Paris’te yapılan mitingde, yaşadığı büyük acıya rağmen söylediği “siz ne yaparsanız yapın, biz Kürdistan’ı kuracağız, Kürdistan’a gideceğiz orada yaşayacağız, ne yaparsanız yapın…!” sözleri Türk sömürgecileri başta olmak üzere, bu katliamda şu veya bu biçimde yer alan tüm uluslar arası güçlere verilen en büyük cevaptır!
Bu yiğit Kürdistanlı üç öncü kadın için, bu direniş ve cesaret abidesi, bu özgürlük ve onur sembolü devrimci kadınların anısı önünde eğilirken, bir kutsal yemin gibi söylenen sözlere canı gönülden katıldığımı belirtmek istiyorum. Bu tüm Kürdistanlıların da sürekli yenilenen yemini olmalıdır. Acımızı güce, birliğe,örgütlüğe, SERHILDANA ve büyük tarihsel intikama dönüştürmeliyiz. Bu eşsiz güzel insanlarımızın anısına verilecek en doğru cevap ancak böyle olur. Başka türlü yaklaşım ne düşünülebilir, ne kabul edilebilir.
Katillerin Türk sömürgecileri olduğundan kuşku yoktur. Son yıllarda PKK-KCK-HPG yönetiminin sömürgeci Türk hükümeti tarafından açıkça imha edilmesinin hedeflendiğini bilmeyen yoktur. Hatta bu ABD büyük elçisinin Türk hükümetine nasıl bir teklif götürdüğü de bilinmektedir. Tayyip Erdoğan, Hüseyin Çelik ve basınlarının katliamı “PKK’nin iç çatışması” olarak nitelemesi katillerin gerçeğini gizlemeye yetmez.
AKP devleti, Kürdistan Halk Önderiyle yaptığı görüşmeyi, çok farklı bir biçimde yansıtarak kendine göre istediği gibi bir atmosfer oluşturmaya çalışmaktadır. Bir taraftan AKP-Fethullah Gülen basını bir taraftan da, bunun etkisinde kalan bazı liberaller ve sınırlı Kürt çevreleri tarafından ortalık adeta “Barış” a kesilmişken, öte yandan Sakinelerin katliamı, hiç eksilmeyen siyasi soykırım operasyonları, gerillaya yönelik imha operasyonları ve en son olarak Nusaybin’de gerçekleştirilen operasyon sonucu Mehmet Şirin Cebe ’nin katledilmesi…Zap ve Gare’nin saatlerce sömürgeci Türk ordusunun savaş uçakları tarafından bombardıman edilmesi…Keşif uçaklarının yoğun keşif faaliyetleri…
Bütün bunları nasıl anlamak lazım? Bu nasıl bir barış sürecidir? Eğer barış bu ise, peki savaş nedir?
Sömürgeci AKP devletinin tüm tasfiye planları, Kürdistan halk önderinin İmralı’daki duruşu, Gerillanın devrimci hamlesi, halkın serhıldanlaşan eylemliliği ve Batı Kürdistan’daki Kürt halkının zaferi karşısında çökmüştür, çökertilmiştir. AKP devletinin başbakanının Kürdistan halk Önderi’nin ayağına gitmesinin temelinde böyle bir gerçeklik vardır. Kürt halkının yeminli düşmanlarından birisi olan Tayyip Erdoğan’ın sürekli bir biçimde söylediği ve izlediği bir politika vardır: krizi ve çıkmazları fırsata dönüştürme ve burdan çıkış yapma. Kürdistan özgürlük mücadelesi karşısında bir çöküşü yaşamasına rağmen bu durumu kendi lehine çevirmek için aynı yolu-yöntemi izlemek istediği anlaşılmaktadır.
Sömürgeci AKP rejiminin psikolojik savaş konusunda oldukça tecrübeli olduğunu belirtmekte yarar vardır.Türk devleti zaten Kürt ulusunun yokluğu temelinde oluşturulmuş bir özel savaş devlettidir. Sömürgeci AKP devleti yaşadığı krizli ve çöküş durumundan çıkarken başvurduğu en temel araç psikolojik savaş olmaktadır. Bunu da büyük mali gücü, iktidar olanakları ve eriştiği geniş medya tarafından yürütmektedir.
Öyleki, sanki bir barış ortamı var, sanki gerçekten de Kürdistan halk Önderiyle bir anlaşmaya varılmış gibi bir hava yaratılmış, yol haritası bile çıkarılmıştır! Cumhurbaşkanından, başbakanına ve basınına kadar AKP sömürgeciliği bir taraftan böyle bir hava yaratırken, öte yandan Kürdistan özgürlük hareketine, yönetimine ağzına geleni söylemeye devam etmektedir. Ancak öte yandan da, sanki bütün bunlar yokmuş gibi,” süreci sabote etmek isteyenler olabilir, süreç hassastır, herkes sözlerine, hareketlerine, üslubuna dikkat etmelidir, Kürdistan demeyin hassasiyet yaratır, Türklerin hassasiyetine dikkat etmek lazım( peki Kürt ulusunun hassasiyetleri ne olacak)” diye habire nasihatlar geliştirilmektedir! Ta bi Lice’de yılbaşı günü katledilen 10 özgürlük savaşçısına nasıl ve neden operasyon yapıldığı üzerinde neredeyse kimse durmak dahi istememektedir. Demek oluyor ki, Kürt çocuklarının ve özgürlük savaşçılarının payına düşen ölümdür! İşte psikolojik savaş operasyonu denilen olay böyle birşeydir.
Yine bir taraftan Hüseyin Çelik ve Tayyip Erdoğan Kürdistan özgürlük hareketini suçlarken öte yandan Bülent Arınç Amed’de timsah gözyaşlarını dökmektedir. Öyle döküyor ki, bazı Kürtleri gerçekten de etkileyebiliyor.
AKP sömürgeciliği açıktan planlanmış bir psikolojik operasyon yürütmektedir. Genel olarak psikolojik savaş, özgürlük mücadelesi yürüten örgütlere, birey ve çevrelere karşı yürütülen bir savaş olarak tanımlanır. Amaç, ''onların hislerini, düşüncelerini, objektif muhakeme yeteneklerini, davranışlarını etkilemektir''. Bunun için de, özel olarak semboller, bilgiler ve sözcükler seçilir. Yani zihinler, ruhlar ve davranışlar hedef alınır. İstenilen kalıba sokulmaya, sınırlar çizilmeye çalışılır. Söz ve davranış kalıpları hedef kitleye kabul ettirilmek hedeflenir. Öte yandan da hedef kitle içinde kafa karışıklığı, muğlaklık, kuşku yaratılarak, sonuçta parçalanarak etkisizleştirilmek istenir. “Zihin ve hafıza konularının inceliklerinden faydalanır, iyi bir konu seçip, onu çekici hale getirip, ısrarla tekrar etmek anlamına gelir. Bir tür beyin yıkama yöntemidir. Halk kitlelerinin daima, inanmak isteklerine ve ihtiyaçlarına hitap eder.” (psikolojik savaş)
Yukarda da izah ettiğimiz gibi, AKP için artık yolun sonuna gelinmişti. Plan-projeleri çökmüştür. Artık halkların barış ve çözüm talebi ve arayışı görmezden gelinmeyecek bir duruma gelmiştir. Barışa, Kürt ulusunun haklarına saygılı olma, tanıma ihtiyacından değil, buna mecbur olmuş olmaktan hareketle konuşmaktadır, sömürgeci hükümet. Tam da böyle bir ortamda, “Barış, diyalog, müzakere” sözcükleri bu AKP cenahı tarafından kullanılmaya başlandı. Kürt ulusunun özgürlük sorunu sadece Türk devletinin değil, bölgenin ve uluslararası sorun haline gelmiştir. Böyle bir ortamda kitlelerin dikkatini çekecek, taleplerine denk gelecek sözcük ancak ve ancak “Barış, diyalog, müzakere” sözcükleri olabilirdi. AKP de bu sözcükleri seçti ve bunları bugün çok yaygın bir biçimde kullanmaktadır. Bununla birlikte “terörü bitirmek, terör belasından kurtulmak, PKK’yi silahsızlandırmak” kavramlarını kullanmaktadır. İlk sözcüklerle Kürtleri, liberalleri avlamaya, diğer sözcüklerle de Türk kamuoyunu kazanmaya çalışmaktadır.
Burda samimiyet ve gerçek, adil çözüm değil, tasfiye planından sözetmek için çok daha somut neden vardır.
Öyleki Oramarda Kürdistan özgürlük gerillasına teslim olmak zorunda kalan sömürgeci türk ordusuna mensup sekiz türk askerini teslim alma ve kurtulması için girişim yapma yerine, “ keşke ölselerdi” diyen M.Ali Şahin gibi birisi, bugün bu sözcükler ağzına hiç yakışmamasına rağmen, bol bol kullanabilmektedir.
2009 Baharında iyi şeyler olacak diyerek, adeta siyasi soykırım operasyonlarının başlangıç vuruşunu yapan sömürgeci sistemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de bugün herkese süreç konusunda nasihat etmektedir. Bunu da, Kürdistan özgürlük hareketine her türlü hakareti yaptıktan sonra yapmaktadır. Oysa bu Abdullah Gül dün gerillaları katleden sömürgeci ordu komutanlarına “ iyi iş becerdiniz çocuklar” diyen birisiydi. Ne oldu?
Tayyip Erdoğan ise sanki daha dün “ kadın da olsa, çocukta olsa güvenlik güçleri gereklerini yerine getireceklerdir, tek devlet, tek millet, tek vatan…bunu kabul etmeyen varsa başka yere gitsinler” diyen kişi değilmiş gibi, “barış savaştan daha zordur, biz zoru seçtik” diyebilmektedir. Roboski katliamını gerçekleştiren komutana ödül veren, Roboski katliamının yıldönümünde, katliamı savunan, normalleştiren T.Erdoğan nasıl olurda gerçek barış konusunda samimi olabilir? Kim inanır?
Hele hele Kürdistan halk Önderiyle görüşmeler başlatıldıktan sonra söylediklerini nasıl anlamak gerek? “Açık söyleyeyim. Anadilde eğitim diye şu anda masamızda verilmiş herhangi bir şey söz konusu değil. Böyle bir gündemimiz de yok. Şu anda Türkiye'de ana dilini öğrenmek için bütün imkanları hazırladık. Üniversitede, lisede buyursun seçmeli ders olarak girsin ana dilini öğrensin. Ama biz ülkemizde bölünmeye vesile olabilecek bu tür fırsatları veremeyiz. Birileri bizimle farklı konuları tartışıyorlar ve konuları da bilmiyorlar…Bölücü terör örgütünün Türkiye’yi terk etmesidir amaç, silah bırakarak terk etmesidir..Yani önce Kuzey Irak’a çekilmek sonra silah bırakmak değil.. Silah bırakarak çekilmek..AK Parti iktidarında af veya İmralı’ya ev hapsi olamaz”
Ya Fethullah Gülen münafığının son söylediklerine ne denmeli? Kürdistan özgürlük hareketine ve halkına yönelik olarak, “hakkı kötektir olan bunlar, allahım bunların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sar, feryadını figan sar, köklerini kes, kurut ve işlerini bitir”. Kürdistan da, asimlasyonu geliştirmek ve Kürt ulusunun soykırımını tamamlamak için kurduğu cemaatin kadrolarının nasıl canla-başla çalıştıklarını, polis örgütünün de nasıl halkımıza, welatparezlere saldırdığını da herkes bilmektedir.
Kürdistan Halk Önderi ve KCK yönetimi türk sömürgeci sistemin temsilcileriyle üç yıl boyunca tartışma, müzakere yürüttüler. Sonuçlarının ise ortaya çıkan protokollerin reddi olduğunu artık herkes bilmektedir. Kürdistan özgürlük hareketinin samimiyeti karşısında, Kürdistan özgürlük hareketini tasfiye etmenin ve oyalanmanın hesaplandığı artık kimse için bir sır değildir.
2006 1 Ekim tarihinden başlayarak ilan edilen tüm tek taraflı ateşkesler karşısında, nasıl namertçe ve kalleşçe Kürdistan halk Önderinin İmralı da zehirlendiğini, gerillalara karşı imha operasyonları, halka baskı ve siyasi soykırım operasyonların yapıldığı bilinmektedir. Tabi bütün bunların da, Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılında Amed’de, “Kürt sorunu benim sorunumdur, ben çözeceğim” dedikten sonra böyle bir sürece girilmişti. Ancak Tayyip Erdoğan’ın “düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur” sözünü de Kürtler unutmuş değil.
“Aman barış süreci vardır, süreç bozulmasın, herkes dikkatli olmalı…vb.” sözlerin, nasihatların hedefi Türk sömürgecileri değildir. Bu nasihatların hedefi esas olarak Kürdistan Özgürlük Hareketi ve halkıdır. Kendileri istediğini söyleyecek, istediğini yapacak, ancak Kürdistan özgürlük hareketi ve Kürdistan halkı ise sessiz kalacak! Böylelikle Kürdistan özgürlük hareketi ve Kürdistan halkının morali bozulmak istenmekte, hareketsiz, eylemsiz bırakılarak teslim alınmak istenmektedir…
Bugün hemen hemen hepsi birer barış güvercini postuna bürünmüştür. Fakat bu postun altında kana susamış bir akbaba olduğu görmek gerekir. Zaten ne kadar kendini güvercine benzetmeye çalışırlarsa çalışsınlar, ağzını her açtıklarında bir akbaba ve leş kargası sesi çıkardıkları görülmektedir. Son olaylar bunu fazlasıyla ortaya koymaktadır.
Sömürgeci AKP devleti, halen bir ulus olarak Kürtleri ve anavatanları Kürdistan’ı kabul etmiş değildir. Halen tasfiye konseptinden vazgeçilmiş değildir. Bunu da, tüm AKP şeflerinin açıklamalarının yanısıra, en son olarak Yalçın Akdoğan’ın yazısındaki Hz.Muhammed’in Mekke’deki Müşriklerle yaptığı Hudeybiye anlaşması analizinden daha iyi anlıyoruz. Fethullah Gülen denilen münafığın ortaya attığı bu örnekten hareketle Yalçın Akdoğan’ın ulaştığı sonuç, başlatılan görüşmelerden neyin hedeflendiğini ortaya koymaktadır. Açık olan şudur ki, savaşla, sömürgeci devlet terörüyle yenemediği, tasfiye edemediği Kürdistan özgürlük hareketi ve hudeybiye anlaşması mantığıyla tasfiye etmektir.
Bütün bunlar gerçekten eşitlik, özgürlük temelinde Kürt sorununu çözmek isteyen güçlerin davranışları, sözleri, üslupları olabilir mi?
Sömürgeci devletin en akılı beyleri! Siz haşa Hazreti Muhammed ve ilk müminler topluluğu değilsiniz, biz de Mekkenin müşrikleri hiç değiliz. Siz zalimsiniz, müşriksiniz ve Kürdistan’da sömürgeci, işgalci bir güçsüzsünüz! Kürdistan halkına karşı bu kadar katliam uyguladınız, inkar-imha politikası geliştirdiniz. Biz anavatanımız Kürdistan’da özgürce yaşamak isteyen bir halkız! Sizin konumunuz müşriklere daha fazla benziyor! Haklı ve geleceği olan biziz! Kazanacak olan da…
21. Yüzyıl Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın felsefesinde Serhıldanlaşarak ilerleyen Kürdistan halkının olacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Ocak tarihinde Mardin merkez de devlet hastanesi yakınlarında devreyi yapan ve devriye gezen polislere yönelik gerillalarımız bir eylem gerçekleştiriyor. Gerçekleşen bu eylemde net 1 düşman polisi ölmüştür
Kürdistan’ın başkenti Amed, dün yine tarihi günlerinden birine tanıklık etti. Amed’te bir milyona yakın insan, sel olup aktı. Yüz binler, üç özgürlük savaşçısını ölümsüzlüğe uğurladı: Sakine, Fidan ve Leyla…
Uluslar arası bir cinayetle fiziki olarak aramızda ayrılan bu üç devrimci, her gerillanın gitmek istediği Kürdistan’ın yüreği Amed’e son kez beraber geldiler. Dün Amed’in rengi hüzün ve öfkeydi. Yediden yetmişe hangi Amed’li ile konuşmak istesek sözcükler boğazlarına yumruk gibi oturuyordu. Zaten gözleri de söze pek yer bırakmıyordu…
Dün için çok şey söylenebilir ama bence dünün en önemli özelliklerinden biri Amed’in Ankara’ya tokat gibi verdiği cevaptı.
Bilindiği gibi Paris’in orta yerinde işlenen uluslar arası cinayetin hemen ardından cenaze merasimi tartışmaya başlanıldı. Önce TC hükümetin yandaş medyası, sonra Erdoğan’ın başdanışmanı Akdoğan ve sonunda Erdoğan da bu konuya dâhil oldu. Bu cenahın ruh hali aslında derin bir korkuyu yansıtıyordu. Aldıkları her nefesle sömürgecilerin korkulu rüyaları olan devrimciler, cenazeleriyle de sömürgecileri korkuya boğmuşlardı. Bunu anlamak zor değil ama bu cenahın ardına sığındıkları gerekçeler gerçekten hem çok komik hem de düşündürücü…
Erdoğan güruhunun ağzına sakız yaptıkları “Habur ve provokasyon” aslında sömürgeciliğin psikolojik savaşın bir parçasını yansıtıyor. Önce bir hatırlayalım Habur’da ne oldu? Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın çağrısıyla 2009 Ekim’inde bir grup gerilla dağdan ve bir grup sivil halk da Maxmur mülteci kampından barışa katkı yapmak için Türkiye’ye geldiler. TC devletinin beklentisi ve umudu gerillaların gelip kurbanlık koyun gibi başlarını sınırdan uzatmalarıydı. Gerillalar gelecekti ve TC de onları sıradanlaştıracaktı. Ama gerillalar Amed’e ulaştıklarında Batıkent Meydanı’na yine dün olduğu gibi iğne atsan yere düşmezdi. Amed adeta gerillalaşmıştı gerillalar da Amedleşmişti. Tıpkı dün aynı meydanda olduğu gibi…
Sömürgecilerin korktukları başına gelmişti. Yıllardır özel savaşın amansız cephelerinde gerillaya yapmadıkları saldırı kalmamıştı. Bununla da yetinmeyip kimyasal da dâhil her türlü silahla gerillana yönelmişlerdi. Hatta şehit ettikleri gerillaların cenazelerini parçalamaktan da geri kalmamışlardı. Ama yine de gerillayı Kürt halkının yüreğinden söküp alamamışlardı. Amed, o gün bunu her zaman olduğu gibi tekrardan ispatlamıştı tıpkı dün yine yaptığı gibi…
Ve sömürgecilerin kıyameti Amed’te kopmuştu… Sömürgeciler ortalığı velveleye vermişlerdi! Bir türlü kabullenemiyorlardı nasıl oluyor da Kürt halkı böyle sevinebiliyordu? Onlara göre Kürt halkı asla sevinmemeliydi. Eğer sevinmek, mutlu olmak kaçınılmaz olursa da bu, ancak sömürgecilerin belirlediği çerçevede olacaktı. Yani Kürt halkına açık açık şunu söylüyorlardı “biz nasıl istesek öyle sevineceksiniz. Mutluluğunuzun sınırını biz çizeceğiz. Çünkü siz Kürtler bizim sömürgemizsiniz.” 2009’da bu pervasızlığı gösteren sömürgeci TC, cenazeler konusunda da “Habur ve provokasyon” iddialarına sığınarak Kürt halkına şu mesajı veriyordu: “Sizin varlığınız bizim sömürgeliğimizden ibarettir. Sevincinizin sınırını biz belirlediğimiz gibi hüznünüzün de sınırını biz belirleyeceğiz.”
Sömürgeci TC devleti başbakanın öncülüğünde medyayı da arkalarına alarak cenazelerden günler önce kirli faaliyetlerine başladılar. Neymiş provokasyon olacakmış, süreç sabote olacakmış da mış mış… Amaçları cenazeye katılımı azaltarak dünya kamuoyuna “işte halk PKK’lilere sahip çıkmıyor” mesajını vermekti. Ama her zaman olduğu gibi Amed, Habur’dan gelen gerillaları karşıladığı aynı meydanda yüz binlerle tek yürek olup Ankara’ya tokat gibi şu cevabı verdi: “PKK HALKTIR HALK BURADA!”
Mem Amed
- Ayrıntılar