Newroz Kürdistan’da başka yaşanıyor. Kürt halkı Newrozu bambaşka kutluyor. 2013 Newrozu bütün zamanların en coşkulu özgürlük bayramı olarak kutlanıyor. Kutlamalar on gün öncesinden başlamış bulunuyor. Bazı Kürt kentlerinde on gündür her akşam Newroz bayramı kutlanıyor. Her yerdeki Newroz kutlamalarında kadınların öncülüğü ve ağırlığı çıplak gözle görülüyor. Görkemli bir 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü kutlaması yapan Kürt kadınlarının Newrozu da aynı kararlılık ruhuyla yaşamak istediği anlaşılıyor.
Kürtlerin Newroz kutlamaları gerçekten rengârenk! Her yaştan, her cinsten, her kesimden insan var. Ana kucağındaki bebelerden yetmişlik ninelere ve dedelere kadar herkes kutlamaya katılıyor. Kürtler çevrelerindeki halkları ve toplulukları da Newroz coşkusuna katıyor. Tam bir ulusal ve toplumsal bayram yaşanıyor. Bu durum Kürt özürlük devriminin ne denli güçlü bir toplumsal hareket yarattığını gösteriyor.
2013 Newrozunda Kürtlerin mesajı ve hedefi çok net: Öcalan’a Özgürlük ve Kürdistan’a Statü! Yani Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük istiyor. Artık İmralı işkence sistemiyle birlikte yaşamak istemiyor. Uluslararası komployu tümden aşmayı ve Kürt Halk Önderi’nin özgür olmasını hedefliyor. Bunun da Kürt özgürlüğü anlamına geldiğini çok iyi biliyor. Özgür yaşamı garanti edecek bir statünün yaratılmasını talep ediyor.
Bu Newrozu daha önemli ve coşkulu kılan şey, yeni bir süreci başlatması oluyor. Gerçi her Newroz, bir yeni başlangıç anlamına geliyor. Newrozlar yeni başlangıçlar yapmayı ifade ediyor. Kürdistan’da her şey Newrozla yeni bir başlangıç yapıyor. Kürt özgürlük ve demokrasi mücadelesi her Newrozda yeni bir hamle başlatıyor.
Ancak 2013 Newrozundaki yeni başlangıcın daha derin ve kapsamlı olacağı anlaşılıyor. Kürt sorununun çözümünü getirecek yeni bir stratejik sürecin başlatılacağı ifade ediliyor. Bu konuda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yeni bir ateşkes çağrısı yaparak süreci başlatacağına kesin gözle bakılıyor. Buna tüm Kürtler destek verdiği gibi, AKP hükümetinin de böyle bir adımın atılması konusunda son derece istekli olduğu gözleniyor.
Elbetteki her yeni süreçte olduğu gibi, 2013 Newrozunda yüksek olasılıkla ilan edilmesi beklenen yeni stratejik mücadele döneminin de kendisiyle birlikte getireceği birçok tehlike, zorluk ve engelle karşılaşılacaktır. Kürt halkı deyim yerindeyse yakıcı ve can alacı gerçekliklerle iç içe yaşama deneyim ve tecrübesine sahip bulunmaktadır. Kürtler için varlık ve özgürlük bilincinin edinilmesi bile başlı başına yakıcı ve can alıcı bir sürecin içinde kendisini bulması demektir. Kürtler 2013 Newrozuna bunun yol açtığı tecrübe ve deneyimlerin verdiği özgüven ile giriş yapmıştır. Bu anlamda yeni sürecin çok daha derin ve kapsamlı bir mücadele zemini içerdiğinin tamamen farkında olunmaktadır. İşte bu nedenle 2013 Newrozunu karşılarken zorlukları, tehlikeleri ve engelleriyle birlikte bu derin ve kapsamlı mücadele zeminine hamlesel bir çıkış ruhuyla giriş yapmanın özgüveni, coşkusu ve heyecanı alanlara yansıyacaktır.
AKP bu yeni sürecin adını sonunda “Çözüm süreci” olarak belirlemiş bulunuyor. Ancak neyi çözmek istediği henüz tam net değil. Mevcut zihniyet ve bazı üslûplara bakılırsa çözülmek istenenin Kürt Özgürlük Hareketi olduğu rahatlıkla anlaşılıyor. Fakat bu konuda AKP’nin başarısız kaldığı ve bu nedenle ciddi bir biçimde zorlandığı da çok açık. Dolayısıyla Kürt sorununu çözmeden artık yol alması çok zor.
Buna karşılık Kürtler, bu yeni süreci “Demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa süreci” olarak tanımlıyorlar. Özgürlük mücadelesinin bitmediğini, bu yeni sürecin de baştan itibaren derinlikli ve bütünlüklü bir mücadele süreci olacağını ifade ediyorlar. İdeolojik, siyasi ve diplomatik mücadeleyle de sonuç alabileceklerini, buna güçlerinin yeteceğini ve bu konuda kararlı olduklarını belirtiyorlar. Böyle bir adımı sahip oldukları anlayış ve mevcut politik durum gereği atmak zorunda olduklarını vurguluyorlar.
Elbette bunun için devlet ve hükümetin yaklaşımı önemli oluyor. Siyasi mücadelenin önü açık oldukça Kürt Özgürlük Hareketinin silaha başvurmaktan yana olmadığı biliniyor. Bu konuda mevcut iktidarın izlediği politikalar belirleyici oluyor. Bunun için KCK yöneticileri hep “Siyasi çözüme de, direnişe de hazır olduklarını” belirtiyor.
Benzer biçimde KCK yöneticilerinden yeni süreç için de uyarılar var. Özellikle olası yeni sürecin de kapsamlı bir mücadele süreci olacağı, hatta önceki süreçlerden çok daha da zor olacağı, dolayısıyla yanlış anlama ve rehavete asla düşülmemesi gerektiği vurgusu yapılıyor. Bununla birlikte yeni sürece dar ve tutucu yaklaşılmaması, kaygılar aşılarak yeni mücadele sürecine de hamlesel yaklaşılması gerektiği ifade ediliyor. Bu konuda özellikle gençler ve kadınlar uyarılıyor. Halkın ve dostların yanlış yapmaması isteniyor.
Bu noktada bazı demokratik çevrelerde sürece ilişkin ciddi kaygıların yaşandığı gözleniyor. Bu tür çevreler, AKP’nin çözüm projesi olmadığını, demokratik bir zihniyet ve politikaya sahip bulunmadığını, oyun yaparak Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etmek istediğini belirtiyorlar. Benzer görüş ve kaygılarla Kürtleri uyarmaya çalışıyorlar.
Kuşkusuz niyetleri iyi ve görüşleri de tümden hatalı değil. İfade ettiklerinin çoğu gerçeği yansıtıyor. Bu nedenle uyarıları elbette anlamlı ve değer ifade ediyor. Ancak şunu belirtelim ki, görüşleri doğru olmakla birlikte ulaştıkları sonuçlar politik mücadele realitesine pek uygun düşmüyor. İçinde oyun ve tasfiye amacı da olsa, karşıtları siyasi mücadeleden yana olurlarsa Kürt Özgürlük Hareketi bundan kaçınamaz. Ayrıca Kürtlere ve Kürt Özgürlük Hareketine güvenmek de gerekiyor. Kürtler artık eskisi gibi değildir. Kürt Özgürlük Hareketi ise şiddetle ezilemeyen bir hareket konumundadır. AKP’nin topyekûn özel savaş konseptiyle başaramadığını bazı politik oyunlarla başarması zordur.
Demekki 2013 Newrozunda Kürtler sadece coşkulu değil, aynı zamanda son derece bilinçli, kararlı ve güvenlidir. Newroz Özgürlük Bayramını böyle bir durumda kutlamakta ve yeni bir süreci başlatacak ulusal tutumunu ortaya koymaktadır. Bu temelde biz de Newroz’a “Hoş geldin” diyor, yeni sürece dair başarı dileklerimizle birlikte herkesin Newrozunu kutluyoruz!... Başta Mazlum Doğan olmak üzere tüm Newroz şehitlerini saygıyla anıyoruz!...
Newroz Pîroz Be!
Selahattin ERDEM
Yeni ÖzgürPolitika
- Ayrıntılar
Kürdistan halkı tarihinin en kitlesel ve görkemli Newrozunu kutlamaya başlamıştır. Tüm dönemlerin en büyük katılımlı kutlamasının yapılacağı Amed Newrozu’na da büyük bir coşku ve kararlılıkla hazırlanmaktadır. Bu konuda hiçbir engellemeyi tanımama bu anlamda özgür iradesini ortaya koymakta kararlıdır.
Biz bu temelde öncelikle Kürdistan’da tamı tamına kırk yıllık büyük düşünce, emek, fedakârlık ve cesaretle yaratılan bütün gelişmelerin belirleyeni konumundaki Önder APO’nun Newroz’unu kutluyoruz.
Zulme boyun eğmeyen, hep bir direniş konumunda olmuş ve sürekli bir biçimde yeni bir Demirci Kawa bekleyen, Önder Apo’nun çıkışına ilk günden katılarak büyük bedeller ödeyen Kürdistan halkının ve tüm Ortadoğu halklarının Newrozu’nu kutluyoruz.
Newrozların bugüne taşınmasında, büyük emeği, kahramanlığı olan ve bugün de en amansız koşullarda direnişini sürdüren, tüm PKK kadro, militan, sempatizan, taraftar ve Kürdistan özgürlük gerillasının Newroz’unu kutluyoruz. Onlar ki, toprakları işgal edilen, yakılıp-yıkılan, köleleştirilmeye çalışılan, soykırımla tarihten silinmeyle karşı karşıya bulunan Kürt ulusunun ve öz anavatanları Kürdistan’ın varlığını koruma ve özgürlüğünü güvence altına almak için her koşul altında direnmeye, savaşmaya hazır, Kürdistan’ın fedaileridir. Bilinmelidir ki, Fedaisi, savunma gücü olmayan bir halkın varlığı ve özgürlüğü tehlike ve tehdit altındadır.
Kürdistan özgürlük mücadelesinin iki dinamik ve öncü gücü Kürdistan gençliğinin ve kadınlarının Newrozu’nu kutluyoruz. Gençliği ve kadını özgürlük için savaşmayan, özgürleşmeyen, öncüleşmeyen hiçbir halkın bırakalım özgürlüğü sağlamayı, varlığı dahi tehlikededir, demektir.
1973 Newroz’undan 2013 Newroz’una kadar geçen kırk yıllık zaman diliminde başta, Newroz ateşini üç kibrit çöpüyle tutuşturarak kendisini Amed zindanında feda ederek, sömürgeci Türk devletinin faşizmine karşı bir tarihsel bir direniş sergileyen Mazlum Doğan olmak üzere tüm Kürdistan devrim şehitlerini saygıyla anıyoruz. Bu Newroz aslında onların Newroz’udur. Onlar bu Newroz’u yarattılar, onlar bu Newroz’un direnişçi ve isyancı özünü kendi yaşamlarını feda ederek kutladılar. Zekiyeler, Rahşanlar, Ronahi ve Berivanlar… Onları, anmak, anılarını sahiplenmek, onların toprağında rahat uyuyacakları özgür, demokratik bir Kürdistan yaratmaktır. Onun da zamanı gelmiştir.
Newroz demirci ve devrimci Kawa’nın önderliğinde zalim Asur köleciliğine karşı varolma ve yurt tutma temelinde gelişen direniş, M.Ö 21 Mart 612 yılında zaferle sonuçlanmıştır. Zaferin müjdesi ateşler birer zulüm sembolü olan kale burçlarında yakılarak özgürlük ve zafer kutlanmıştır. Ve bu ateş Perslerin, Arapların, Türklerin, Yunanların ve Romalıların zulümlerine karşı da hep bir direniş sembolü olarak yakılmaya devam etti. Zaman zaman bu ateş zayıflasa da, bir kıvılcım düzeyine kadar gerilese de, yanmaya devam etmiştir. İşte şimdi o kıvılcım “bozkırı” tutuşturmaya başlamış ve özgürlük yangınına dönüşmüştür.
Önder APO bundan tam tamına kırk yıl önce etrafında topladığı ilk altı kişilik arkadaş grubuyla Ankara’nın Çubuk barajı kıyılarında ilk toplantısını yaparak, bugün Kürdistan coğrafyasını baştan başa saran Türkiye ve Avrupa metropollerine yayılan Newroz ateşini tamda bir böyle bir günde yakmıştır. İşte önce Newroz ateşine ve sonra özgürlük yangınına dönüşen o kıvılcımdır. Dolayısıyla ilk kıvılcımdan, bugün özgürlük ateşine dönüşen sömürgeciliğin zulüm kalelerini tutuşturan Newroz ateşi, bugün 2013 yılı Newrozun’da daha farklı ve daha gür bir biçimde yanmaya devam etmektedir ve devam edecektir.
Hiç kuşkusuz Çubuk Barajında Önder APO tarafından tutuşturulan Newroz ateşi bugünkü Newroz ateşinin başlangıcıdır. Ancak Amed zindanlarında Mazlum Doğan yoldaşın Üç kibrit çöpüyle tutuşturduğu Newroz ateşi de bugünkü yangının büyümesinde ateşleyici bir rol oynamıştır. 90’lı yıllarda Zekiye Alkan’ın, Rahşan Demirel’in, Ronahi ve Berivan’ın bedenlerinde tutuşturdukları Newroz ateşi, bu ateşin harlanmasında üçüncü bir ateş halkasını oluşturmuştur. Bu aynı zamanda kadının Newrozlaşması da olmuştur.
Önder APO’nun 2012 yılının son aylarında, sömürgeci Türk devletinin temsilcileriyle İmralı’da başlattığı görüşmeler tarihsel önemde bir yeni Newroz’u karşılamayı hazırlamıştır. Kürdistan’da artık yeni bir süreç başlıyor. Bunun adı Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşam sürecidir. Bu öncelikle Kürdistan halkının, Lozan ile başlayan inkar-parçalama ve yoketme stratejisiyle beraber Önder Apo’ya karşı gerçekleştirilen uluslararası komploya vurulmuş bir darbe olmaktadır. Dolayısıyla İmralı zulüm sisteminin anlamsızlaşması anlamına gelmektedir.
Yine inkâr, soykırım stratejisi ve zulüm üzerine kurulan Kürt- Türk ilişkileri başta olmak üzere bir halklar, inançlar ve kültürler mozaiği olan Ortadoğu’da ilişkilerin yeniden eşit, özgür ve demokratik temelde yeniden yapılanmasına götürecek bir yolun başlangıcı olmaktadır. Yani Kürtler Kürdistan’da kendisini yönetecek, anadilini konuşacak, ekonomisini idare edecek ve başka halklarla özgür ve eşit yaşayacak! İnkar ve imha siyaseti son bulacak!
Ancak sömürgeci Türk devleti, eskisi gibi oyalama ve aldatma yollarına başvurur da, bu kez de samimiyetsizlik yaparsa işte o zaman, herşey yine başa döner. O zaman da, Önder Apo’nun’da belirttiği gibi “Ne eskisi gibi savaşacağız, ne de eskisi gibi yaşayacağız.” Yani o zaman dağlarda gerilla, şehirlerde serhıldan da eskisi gibi olmayacak! Kürdistan halkı, gençleri, kadınları ve emekçileri başta olmak üzere yediden yetmişe herkes öncelikle bu gerçeği iyi görmelidir. Önder Apo bir kez daha, Kürtlerin gasp edilen, yoksayılan ulusal-toplumsal haklarının barışçıl yöntemlerle tanınması, bunun anayasal-yasal temelde güvenceye kavuşması için bir imkan yaratmış, bir strateji ve proje sunmuş bulunmaktadır. Bunun AKP devleti tarafından doğru değerlendirilmemesi halinde, yaşanacaklardan Türk sömürgeci devletinin sorumlu olacağı çok açıktır. Kürdistanlılar ve dostları hem bulunduğu yerde hem de büyük tarihsel Newroz olan Amed Newroz’una bu temelde katılmalıdırlar.
Önder APO’ya Özgürlük Kürdistan’a Statü şiarıyla kutlanmaya başlanan Newroz aslında aynı zamanda Önder APO’nun geliştirdiği Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşam projesine de katılım ve onaylama anlamına geldiği gibi “ Savaşta da Barışta da Seninleyiz ÖCALAN!” anlamına gelmektedir.
Baharın geldiği her yerde her ağaç, her çiçek kendi renginde açmakta, her kuş kendi sesinde ötmektedir. Her dere, her ırmak ve hatta her pınar kendi bulunduğu yerin eğimine, yatağına ve girintisine-çıkıntısına göre çağlamaktadır. Ve hepsi birlikte tam bir bahar senfonisini oluşturmaktadır. Doğa tüm renkleriyle güzeldir. Cıvıldaşan, birbirine karışan farklı kuşların sesleriyle güzeldir. Halklar, inançlar ve kültürler kendileri olduklarında güzeldirler. Ezilen bir çiçeğin, çiğnenen bir çimenin, kırılan bir dalın, ezilen ve inkâr edilen bir halkın güzelliği olur mu? Dolayısıyla herkes ve her şey kendisi olmalı. İnsan başkasına özenmeden, kendisi oldukça, kendisiyle barışık oldukça güzeldir! Yani kendisi olan farklılıkların oluşturduğu bütünlük felsefesi.
İşte büyük ihtimalle Önder APO bunun müjdesini verecek. Önder APO böyle bir tablonun ortaya çıkması için de, savaşan tarafların uyması gereken kuralları ve yapması gereken görevleri bir yol haritası biçiminde sunacaktır. Newroz’da yapacağı çağrı büyük olasılıkla böyle bir çağrı olacaktır. Bu çağrı Kürdistan özgürlük mücadelesinin ilk günden bugüne peşinden koştuğu ulusal ve toplumsal hedeflerdir. Kürt ulusu diğer tüm halklarla eşit, özgür ve birlikte yaşama kararlılığını bir kez daha olanca kararlılığıyla dile getirecektir.
Öncelikle Kürdistan halkının vereceği bu mesajın başta sömürgeci Türk devleti olmak üzere tüm zalimlerin doğru anlaması gerekmektedir. Bu bir zayıflık ve çaresizlik çağrısı değildir. Gücünü tarihselliğinden, Önde APO’nun felsefesinden ve kırk yıllık direniş, özgürlük, mücadele ve savaşından almaktadır. Akp devleti daha önceleri yaptığı gibi oyalama, boyalama ve aldatma yada bunu istismar konusu yaparsa bu Newroz ateşinin nasıl bir yangına döneceğini ve kendisini yakacağının hesabını da yapmalıdır.
Kürdistan halkı 2013 Newrozuna aynı zamanda Rojava devrimiyle girmektedir. Kürt ulusu, hiçbir yılla kıyaslanmayacak düzeyde birleşmiş, kararlaşmış, örgütlenmiş, yeni mevziler kazanmış ve hiçbir zulüm sistemini kabul etmeyeceğinin ifadesi olan güçlü iradesiyle 2013 Newroz’u karşılamaktadır.
Kürdistan halkı kendisiyle samimi bir biçimde, eşit-özgür birliktenlik ve geleceğe dönük olarak stratejik ittifak kurmak isteyenle sonuna kadar dost ve kardeş olmaya açık ve hazırdır. Fakat iradesini zayıflatma, oyalama ve inkârı sistemini allayıp-pullayarak yutturmaya çalışanlara karşı da amansız bir mücadele yürütme gücünde ve kararında olduğunu-olacağını da bu Newroz’da gösterecektir.
Savaş-barış ilişkisinde ve diyalektiğinde, savaşabilecek güçte olmayanların barışının da olmayacağı çok açık ve kesindir. Dolayısıyla Kürdistan halkı her zaman, savaşabilecek konumunu ve serhıldanı yükseltebilecek konumunu muhafaza edebilmelidir. Formül, kanun ne yazık ki şöyledir: Ne kadar savaşa ve serhıldana hazırsan, o kadar Önder Apo’nun özgürlüğüne ve Kürdistan’ın özgürlüğüne yakınsın demektir!
Kürdistan halkı için barışın biricik anlamı da şudur: Barış= Önder Apo’nun Özgürlüğü ve Kürdistan halkının varlığının ve özgürlüğünün güvence altına alınmasıdır. Bu da, Türk sömürgecilerinin, Kürdistan’dan çekilmesidir. Gerisi demogoji veya kendini kandırmadır!
Bu temelde bir kez daha NEWROZ PİROZ BE!
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
TC devleti ve onun izdüşümü olan tüm zihinsel yapılar kendilerine karşı direniş gösteren tüm toplulukları eşkıya, şaki, çete ve yeni dönemlerde de terörist diye hakaret etme suçlamasını bir marifet biliyorlar.
Her ne kadar terör kavramı üzerine dünyada uzlaşılan bir tanım olmasa bile genel manada terörün, teröristin, terör yapılarının ne olduğunu az çok tanınmıştır.
Örneğin: Avrupa Sözleşmesi’nin 17. maddesinde terör, “...başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem...” olarak tanınmıştır.
Örneğin bu tanımdan yola çıkarsak kim kiminin, kime karşı “…başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem…”lere baş vuruyor?
Bir halkın hem de milyonlarla ifade edilen bir halkın tüm temel hakları gasp edilmesinin de ötesinde, hakaretlere maruz bırakılıyor, rencide ediliyor, topyekun imha edilmesi için adım adım kültürel olarak yok ediliyor, yok sayılıyor, hor görülüyor. Bunların tümü yapılırken ise zırnık bir vicdan sızlanması yaşanmıyor, vicdan sızlanmasını da bırakalım her gün her gün adeta yeniden tecavüz edilircesine, yok edilmek istenen toplumun gözünün içine bakıla bakıla bu tecavüz etmeye bin bir dereden getirilen gerekçelerle haklı çıkarılmaya çalışılıyor.
“…başkalarının insan hak ve temel özgürlüklerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı eylem…”i sistematik olarak uygulayan bir devlet üstelik kendi uyguladığı bu yok etmeyi kamufle etmek için, bu vahşete karşı direnenleri teröristlikle itham ediyor. Uluslar arası normlar TC devletinin yaptığını tek bir kelimeyle ifade edecek olursak: Terör olarak tanımlıyor.
Durum bu olmasına rağmen otur kalk terör demek, terörist demek sadece ve sadece hırsızın hırsızlığını kamuflaj etmesinde öteye bir şey değildir.
Hele bir de „Terörizm genellikle; terör tohumlarını atmak yani kurbanlar kategorisindeki diğer insanların aşırı korkması amacıyla, kurbanlar kategorisindeki insanlara karşı yapılan eylemler olarak tanımlanır” tanımını da TC devletinin yaptığına vurursak bu topraklarda en büyük terörizmi TC devletinin uyguladığını hiç kimse inkar edemeyeceği gibi hiç kimse bu gerçeği ters yüz edemez. .
TC devletinin son yüz yıllık tarihinde yaptıklarını yukarıda dile getirilen iki tanıma vurursanız, TC devletinin adeta baştan başa uyguladığı yol yöntemlerin tümü terör yöntemleridir. Terör yöntemlerini uygulayan bir devlet eğer bu yöntemleri sistematik olarak uyguluyorsa-ki TC devleti bunu her zaman yapmış-o zaman TC devleti bir terörist devlet olmaktadır.
Terörizme karşı, işgale karşı, baskıya karşı, zulme karşı, sömürüye karşı dünyanın neresine giderseniz gidin gösterilen direniş kesinlikle bir meşru savunma direnişidir. Ve bu meşru savunma direnişi dünyanın her yerinde meşru olduğu kadar var olmanın olmazsa olmazlarından kabul edilerek, onurlu insan olma duruşunun da temel ilkelerinden kabul edilir.
Tarihte o bilinen meşhur J. Jacques Rousseu Toplumsal Sözleşmesinde boşuna, “baskıya karşı direnmeyenler bastırılmayı hak ediyorlar” dememiştir.
Dünyamızda emperyalist olarak bilinen Amerika anayasasında bile “zulme karşı başkaldırma en temel insan hakkıdır” denilerek zulme ve baskıya karşı direnişin her zaman meşru olduğu söylenir.
Özcesi Türkiye’de en büyük terörist güç TC devletidir. En büyük terör gücünü de elinde bulunduran polisiyle, korucularıyla, para militer güçleriyle devlettir. Bu güçlerin sadece Kürtlere karşı değil toplumun tümüne nasıl bir terör uyguladığını günlük olarak görsellerde ibretle izliyoruz.
Devletin bu faşizan terörüne karşı Kürt özgürlük hareketinin gösterdiği direniş tek kelimeyle bir meşru savunma direnişi olmuştur. Bu meşru savunma direnişi içerisinde meşru savunma yöntemini aşan yöntemlere başvuranlar olmuş mudur? Olmuştur. Lakin bunlara karşı de en büyük mücadeleyi Kürt halk önderliği gösterdiğini yapılan eleştiri, özeleştiri, soruşturma ve yargılamalarla göstermiştir. Özgürlük saflarında meşru müdafaayı aşan ve insanlığa zarar vermiş olan ne kadar bu tür “eylemler” yapılmış ise kesinlikle kovuşturma konusu olarak yargılanmıştır.
Özcesi bir taraf meşru savunma direniş içerisindeyken meşru savunmayı aşan münferit olaylar yaşarken, bir taraf ise ilk günden başlayarak terörü sistematik olarak kullanmıştır. Bunun için diyoruz ki terör kelimesini öncelikli olarak özgürlük hareketine yakıştırmayacaksınız. Terör ya da terörist kelimesini kullanacaksınız önce TC devleti için kullanacaksınız. Ardından da TC devleti adına hareket eden onca para militer güç var onlara yakıştıracaksınız.
Kürt özgürlük hareketine mutlaka bir şey diyecekseniz, o zaman: Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı için direnişe geçmiş bir özgürlük hareket deyin. Aksi taktirde tarihin ileriki sayfalarında yapılan bu haksız tanımlamalar mutlaka bir gün yüzünüze birer tokat gibi çarpacaktır.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Birkaç gün önce Kürt özgürlük hareketi, elinde tutsak bulunan bazı askerlerle kimi kamu görevlisini resmi heyetler aracılığıyla TC devletine teslim etmiştir. Kürt özgürlük hareketi bu yaklaşımlarını geçmişten beri de yapmaktadır. Yani esir aldığı askerleri TC devletine çeşitli aracıların devreye girmesiyle teslim etmesi yeni bir şeydir.
Hatırlayanlar bilir daha birkaç yıl önce 8 askeri teslim etmişti. 1996 yılında Zap’ta yine birçok tutsağı teslim etmişti. Ve yine onlarca kez farklı sahalarda aracılarla teslim edilmiş askerler, polisler olmuştur.
Özcesi özgürlük hareketi tutsak aldığını nihayetinde teslim etmek için yanında tutsak almıştır. Sert savaş ortamlarında tutsak almalar, tutsak düşmeler yaşanabilmektedir. Savaşın doğasında bu vardır. Savaşa gitmiş isen her şeyi hesaplayıp gideceksin.
Ne var ki Türk askerlerini savaşa süren bir devlet ya da hükümet ya da bürokrasi artık ne derseniz deyin, askerleri tutsak düştüğünde bu tutsak düşen askerlerine sahip çıkma erdemliliğini bile gösterememektedir.
Hatırlayanlar bilir 2008 yıllarıydı, o zaman sözde TBMM başkanı olan Mehmet Ali Şahin Oremar’da gerillaların eline esir düşen askerler için “keşke ölselerdi” demişti. Buna benzer yaklaşımlar aslında yukarıda saydığımız devleti temsil eden tüm güçlerde vardır.
Örneğin savaşımızın içerisinde yer yer tepeler, karakollar ya da mevziler düşmüş ise, buralarda askerlerin tutsak alma imkanımız varsa, TC ordusu aniden çok büyük top ve uçak saldırılarıyla bu askerlerin elimize esir düşmemesi için yoğun saldırılarda bulunarak kendi askerlerini onlarca kez vurmuştur, öldürmüştür. Savaşımızın içerisinde her gerilla böyle olaylara çok kez tanık olmuştur.
Bu TC devletinin bir yaklaşımıdır. Hem askerini savaşa sürecek hem de askerinin kaderine sahiplenmeyecek. Ne de olsa “bir Türk dünyaya bedeldir” ya! Bunun için Türk askeri tutsak düşemez! Savaşta yenilemez?
MHP lideri bahçelinin o “nasıl tutanak tutarlar, onlar kimdir ki tutanak tutarlar” ve de Diyarbakır ciğercisi olmuş gibi “gidip ciğerlerini söküp almak gerekir” zihniyeti esasta bu köklü olan TC devlet zihniyet yapısıdır.
Onlara göre bu dünyada bir kendileri okul okumuş, bir kendileri zabıt tutabilir, bir kendileri esir alabilir, bir kendileri tutsak alabilir, bir kendileri savaşa bilir, bir kendileri kükreye bilir, bir kendileri her şeyi hak ediyorlar diğerlerine ise sadece müstahaklık kalıyor.
Dikkat edilirse Bahçeli’nin yaklaşımları biraz uç kaçıyor ama genelde öyle görülüyor ki bu devlet zihniyetine bezenmiş tüm yapılar benzer yaklaşım içerisindedirler.
Örneğin Bülent Arınç güya bu parti içerisinde en fazla insani olma reflekslerini doğal göstermekle biliniyor. Duygularını çok fazla yaşayan biri olarak genelde hem takdir görüyor hem de siyasal karşıtlarınca kullanılıyor. İşte bu aynı kişi –hele çözüm süreci diye bilinen böylesi bir süreçte- yine en fazla rol oynayacak olanlardan olacak olan biri, insani olarak tüm görevlerini yerine getirmiş bir özgürlük hareketinin iyi niyet gösterisi olarak, askerleri teslim ederken, onları Salı veren özgürlük hareketi temsilcisine el vermeyen bir askerinin yaklaşımlarını normal görebiliyor, hatta arka çıkabiliyor da. Kendilerini tutsak alan, aylarca da tek bir fiske vurmadan, tek bir hakaret etmeden, uluslar arası hukuk normlarına göre yaklaşmış olan bir hareketin gösterdiği iyi niyet yaklaşımını suiistimal eden o askere bir şey demiyoruz. Tarih ona bir gün ne hak ettiğini açıkça söyleyecektir. Lakin çözüm süreci, barış süreci, İmralı süreci diye diye ağızlarından tüy bitenlerin böyle bir yaklaşım içerisinde olmaları tek kelimeyle ayıplanacak bir davranış biçimidir. İnsanlar arasındaki nezaket ilişkilerine ters olduğu kadar, toplumsal ahlak ölçüleri açısından da terstir.
Böylesine yaklaşımlar yarın başka şeyleri tetiklerse kimse kalkıp ah vah yapmamalıdır. Ne ekersen onu biçersin misali. Atılacak bir sürü iyi niyet adımları vardır. Peki, bu yaklaşımlar ortadayken atılacak her adımı bu kez insanlar on kez ölçüp biçmez mi?
Özcesi böyle çiğ yaklaşımları özelde sürecin hassas olduğunu söyleyipte hiçte hassas yaklaşmayanlar iyi bilmelidir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Halepçe Kürtlerin dinmeyen acısıdır. Yarasıdır. Kürtlerin tarihinde çok daha büyük yaşanan acılar elbette vardır. Binleri çok çok aşan insanın katledildiği, yakılıp yıkıldığı olaylar dediğimiz gibi fazladır.
Ancak Kürtler için Halepçe farklıdır. Çünkü Halepçe daha dün herkesin gözü önünde, herkesin gözünün içine bakılarak yapılan bir katliamdır. Jenosittir. Halepçe’nin farkı budur.
Kürtler örneğin Dersim’de, Zilan’da çok önceleri Şehrezor’da, daha daha önce Magmoni’de dediğimiz gibi çok çok daha büyük katliamlarla yüz yüze gelmişlerdir. Dersim ve Zilan’ı dünya görmek istememiş, belki de dünyanın görmemesi için hem büyük çabalar harcanmış hem de bu olayları dünyaya yayacak imkanlar olmamış. Kürtler bu durumu asla ama asla hazmetmeseler bile bu durumu başkalarına anlatmayı bir türlü yukarıda dile gelen her iki durumdan dolayı anlatmakta zorlanmışlardır.
Ancak Halepçe böyle yaşanan bir katliam değildir. Halepçe Kürtleri çok derinden etkileyen ve ciğerlerini söküp alan bir katliamdır. Nedeni ise açıktır? Daha dün yapılmıştır, daha dün gerçekleştirilmiştir. Ve de dünyanın gözünün önünde yapılırken bile refleks gösterilmemiştir. Refleks göstermeyi bırakalım göz yumulmuştur. Üstü örtülmeye çalışılmıştır.
Çok tuhaf gelebilir ama bu görmemeyi en fazla da sözde o yıllarda bizim sosyalist blok diye bildiğimiz, sonrada kup kuru çıkar ilişki içerisinde olduğunu öğrendiğimiz reel sosyalistler olmuştu.
Bu durumu 1990 yılında Berlin duvarı yıkıldığında Doğu Almanya’ya yaptığım bir gezide çeşitli sol ve etkili çevrelerle yaptığım görüşmelerde net görmüştüm. Duvarlar yıkılıyor, Doğu Almanya Batı Almanya ile birleşiyordu. O yıllarda özelde de sol ve sosyalist olan bu çevrelere en fazla sorduğum soru, Halepçe katliamı olmuştu. Halepçe katliamını neden kınamadınız(?) sorum hep öncelikli sorum olmuştur. Tuhaf dediğim işte bu soruma verilen cevaptı: Cevapları, Cevapsızlıktı. Cevap verilmiyordu. Nedeni açıktı, Saddam gibi diktatör birinin katliamı kınanması gerekirken tek bir eleştiri ve kınama yapmamışlardı. Cevapsızlıklarını daha sonra Doğu Almanya ile Saddam arasındaki ilişkiler olduğunu öğrendiğimde doğrusu reel sosyalizmin ne olduğunu iyi öğrenmiştim.
Reel sosyalistler böyle iken Saddam’a hardal gazı satan Almanya ve Hollanda firmalarının yanı sıra, sözde İran karşıtı olan batılı ülkelerin çoğu Saddam’ı silahlarla donatarak sadece Halepçe değil, 182 bin kürdün Enfal diye bilinen güya Kuran’ın bir ayetine dayandırılan ve İslam’ın küfür diye bilinen insanlardan temizleme hareketini uygulamasının tüm öldürücü tekniklerini vermişlerdi.
Başka bir dille dile getirecek olursak, Saddam’ı öldürücü bir silah haline getirenler batılı emperyal güçlerdi. Yine bu diktatörün katliamlarına kendi dar ve bencil çıkarları için gözlerini yuman reel sosyalist ülkeler olmuştur.
İşte Halepçe Kürtler için bu durumdan dolayı asla ama asla unutulmayacak bir jenosittir. Herkesin görüpte ses çıkarmadığı, göz yumduğu, karşı tavır almadığı, gizliden gizliye sevindiği, hele birde haberleşme tekniklerinin bugün ki gibi olmasa bile oldukça gelişkin olduğu bir çağda yapılmış olmasını Kürtler unutmamış ve unutmamıştır.
Halepçe bu bağlamda uluslar arası hukukun Kürtleri en açık bir şekilde ret ettiğinin, yok saydığının en belirgin olayı olmuştur. Bunun için Kürtler Halepçe’yi unutmazlar. Belleklerinde silinmeyecek bir şekilde yerleştirmişlerdir.
Kürtler eğer inanılmaz bir şekilde direnişe geçmişler ise bir nedeni kesinlikle Halepçe’dir.
Hukuksuzluğu, statüsüzlüğü aşmak için eğer Kürtler bu kadar direniyorlarsa bir nedeni yine Halepçe’dir.
Ulusal arası yok saymaya karşı eğer Kürtler inadına ulusal birliğe sarılmak için direniyorlarsa bir nedeni Halepçe’dir.
Eğer Kürtler bugün demokratik ulus diyerek ulus devlet yapılarına karşı duruyorlarsa, nedeni uluslar arası daha doğrusu kapitalist modernist kültürün halkları birbirine karşı bırakan düşmanlaştırma siyasetini Halepçe’de yaşadıkları içindir.
Özcesi Halepçe Kürtlerin büyük acı çektikleri bir katliam ve jenosittir. Ancak bunun yanında Halepçe Kürtlerin tarihe daha görkemli olarak çıkmaktan başka bir yollarının olmadığını, kalmadığını öğreten en büyük vicdan uyandıran katliamıdır.
Bunun için Halepçe’yi biz Kürtler sadece Halepçe olarak almıyoruz. Biz Halepçe’yi bu dünyaya Kürtlere bir statü elde etmeden yaşamanın her gün, her an Halepçe’lerin yeniden yaşanacağının bilincini edinerek, asla ama asla statüsüz yaşanmayacağını öğreten en büyük olayıdır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
13 Mart günü 08.30 ile 09.30 saatleri arasında Hakkari'nin Çukurca ilçesine bağlı Talisa ve Erbîş köyleri ve Güvenlik tepesine yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Dünya tarihin de 20. Yüzyılda epey kanlı savaşlar olmuş, atom bombası gibi önemli bir silah Hiroşima ve Nagazaki’de kullanılmıştır. Bu da katliamların gelmiş olduğu düzeyi bize göstermiştir. Tarih sahnesinde insanlığa her türlü vahşet, imha, sömürü dayatılmış ve bu dayatmalar da belli kesimlerin çıkarları uğruna yapılmıştır. Birçok halk da bu siyasetlerin kurbanı olmuşlardı.
Tarihte Kürtler her zaman uluslar arası hegemonik güçlerin siyasetlerinin ve çıkarlarının kurbanı olmuşlardır. Özellikle 20. Yüzyılda yapılan politikalar da İngilizlerin ve bölge devletlerinin oyunları ile yapılmıştır. Halepçe katliamı da bunlardan biridir.
Bilindiği gibi İran-Irak arasındaki savaş döneminde Germiyan bölgesinde bulunan Halepçe kasabasına Saddam’ın cellâtlarından Hasan Ali Mecit Kimyevi’nin emri ile kimyasal gazlar, bombalar atılarak beş bin masum Kürt insanı katledildi. Geride binlerce yaralı ve sakat insan kaldı. Bu katliam geçmişte yapılan Kürtleri tarihten silme katliamlarının bir devamıdır. Kürtler topyekûn yok sayılmak istenmiştir. Dünyanın bu katliama karşı tavrı sessizlik olmuştur. Saddam rejimi sivil Kürt insanlarını katlederek adeta dünyaya meydan okumuştur. Aynı zamanda böylesi bir silahın elinde olduğunun mesajını vermek istemiştir. Bu siyasal boşluğun yaratılmasında ve katliamın gerçekleşmesinde işbirlikçi Kürt örgütlerinin de payı vardır.
Uluslar arası güçlerin desteği ile bu katliamı yapan Saddam, alelacele bir şekilde de aynı güçler tarafından idam edildi. Çünkü Halepçe gibi katliamlar da uluslar arası güçlerin payı ortaya çıkartılmak istenmiyordu.
16 Mart 1988 Enfal'ini gerçekleştiren Hizbil Baas rejiminin geride bıraktıkları da hiçbir zaman unutulamayacak olaylardandır. Binlerce köy boşaltıldı, birçok insan zindanlara atılarak ya idam edildi ya da ölüme terk edildi. Ailece zindanlara atılanlar oluyordu. Yine Saddam’ın kaleleri olarak nitelendirilen ve askerlerin kaldığı bu yerlere binlerce insan getirilip gözetim altında tutuluyordu. Toplu bir şekilde insanlar diri diri toprağın altına atılıyordu-gömülüyordu. Köylerde insanlar toplu şekilde kurşuna diziliyordu. Boşaltılan köylerde toplanan insanlar da özel olarak kooperatif evlerde tutuluyordu. Ortada kalan insanlar da Bahırke kampında toplanıyordu. Görünüşte beş bin insan katledildi. Ancak Enfal’e uğrayan insan sayısı yüz binlercedir. Verilen rakam 182 bindir.
Aradan 21 yıl geçmesine rağmen halen bu katliamın yaraları sarılmış değildir. Dünya bu utancı üzerinden atmış değildir. Halkımız halen bu katliamın acılarını gün be gün yaşıyor. Onun için bu katliamın yaralarını sarmak, sorumlularından hesap sormak en medeni yaklaşımdır. Yoksa kendisine çağdaşım, demokratım diyen, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok güç bu utançla yaşamaya devam edecektir. Güneyli güçler de her yıl bu katliamın duygu sömürüsünü yapacaklarına kendi politikalarını gözden geçirip halkın sorunlarına çözüm olmalılar. Güney’li halkımız da bu katliamın anısına kendisini daha fazla örgütleyip işbirlikçi siyasetlere karşı tavır sahibi olmalılar. Nasıl ki Halepçe katliamından sonra binlerce insan Amed, Muş, Kızıltepe kamplarında Kuzeyli Kürtler tarafından bir ilgi görmüşlerse Güneyli Kürtlerde aynı ruhla yaklaşmalıdırlar.
Doğan Doski
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 14 Mart günü 05.00 ile 06.00 saatleri arasında Hakkari’in Şemzinan ilçesine bağlı Nehrê ve Derya köyleri çevresine yönelik işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Bazı basın yayın organlarında 13 Mart itibarıyla serbest bıraktığımız 8 esirin dışında elimizde bırakılmayan kişilerin olduğuna yönelik kimi bilgiler yer almaktadır. HPG olarak elimizde esir statüsünde olan hiç kimse yoktur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
12 Mart günü saat 11.00 sularında Şırnak’ın Cizre ilçesinde birçok şehit yoldaşımızın kanında eli bulunan hançer timi üyesi korucu Mehmet Sait Coşkun isimli şahıs gerillalarımız tarafından vurularak öldürülmüştür.
- Ayrıntılar