Yukarıdaki sözlere geçmeden önce dünyada olup bitenlerde kopuk, adeta bir tüpün içerisine alınarak dış dünyada korunan ancak bu korunmanın ne kadar zarar verdiğini de görmeyerek, ısrarla o tüpün içinde yaşamaya ant içmiş kişiliklere dönük bir şeyler söylememiz gerekiyor.
Türkiye sinemasında böyle çokça vaka vardır. Böyle tipleri en iyi bir şekilde rahmetli Kemal Sunal canlandırırdı.
Hatırlayanlar bilir yanlış değilsek “Sütkardeşler” diye bir filmi vardı. Yine bir filmde kabadayı rolünü oynayan ile bankada çalışan ve birbirlerini tanımayan ikizleri canlandıran bir filmi vardı Kemal Sunal’ın.
Dediğim gibi yukarıda tüp içine konarak gerçek yaşamda uzak tutulan tipi en iyi Kemal Sunal canlandırmıştır.
“Tüp” içine konulan yaşam ile bir bağı olmadığı için yaşamı tanımıyor. Bunun için saf olmanın da ötesinde yaşam dışıdır. Bir mendil koklamayla başı dönebiliyor, bir sözle kana biliyor, bir hödlemeyle içine sinebiliyor. Yine her iki filmde görüldüğü gibi günlük olarak kandırılabiliyor. Ve çoğu zaman görebildiğimiz gibi yaşamın dışında kalanlar başka bir yönü de vardır. Öyle bir atıp tutanı da çıkıyor. Yaşam ile bağı olmadığı için pohpohlamayla dünyayı yarattığını düşünüyor.
Özcesi yaşamda kopuk olma iki durumu yaratıyor, ya saflığında ötesinde bir avanaklık ya da Kaf dağlarında gürleyen bir kral. Böyle durumda olan biri toplumla ya da toplumlarla sağlıklı ilişki kuramaz. Böyleleri toplumla karşılaştıklarında en hafifinden şok olurlar. Kendinden geçerler. Deli divane olurlar.
Türkiye’de yıllardır siyasetin içerisinde olan, sözde her gün bir yerlerde toplantı ve etkinlikler içerisinde olanların Sütkardeşler gibi yaşamalarına anlam vermekten gerçekten zorlanıyor insan.
Bahçeli’nin hazırlanmış konuşmalarının tümü-istisnası yok-hepsi yaşamda kopuk hazırlanan konuşmalardır. Onun toplumda kopuk olmayan konuşmaları yazılı halde değilken mikrofonlar uzatıldığında verdiği cevaplardır. Bunlarda her zaman böyle olmamaktır.
Yazılı metinleri kim hazırlar onu bilmiyoruz. Bizi ilgilendirmez diyeceğiz ama bir gerilla olarak gerçekten kendim bu yazıları hazırlayan ekibi tanımak isterdim. Bu yazıları hazırlayanlar kaç kişi olduğunu doğrusu merak eden biriyim. Çünkü bu yazıları hazırlayanlar kesinlikle “tüp içine alınmış kişiliklerdir. Bu yazıları hazırlayan kişilikler kesinlikle karantinaya alınmış, yaşam gıdaları sadece milliyetçilik hatta yer yer ırkçılık olan ülkücülük-ki bu ülkücülüğün zırnık ülkü ve ülke sorunu yoktur-olanlardır.
Bu tipler bir odaya alınmış, dünya ile temasları olmayan, muhtemelen sanal dünyayı da takip etmeyen, ellerine sadece ve sadece Türkiye’de bazı siyasetçilerin konuşmaları yine özelde ilgi sahalarına giden bazı alanlara dönük çıkan konuşmalar, görüntüler, haberler veriliyor. Ve bunlara; “haydi bir cevap yazın” deniliyordur.
Aksi taktirde yaşamın bu kadar uzağında, bu kadar yaşam gerçekliği ile kopuk metinler yazılabilir mi? Bu kadar ağzı kirli konuşulabilir mi? Bu kadar saldırgan bir dil sarf edilebilir mi? Bu kadar dar bir kelime hazinesi yani kelime darağacıyla konuşulabilir mi?
Açın bu partinin söyledikleri ve sarf ettikleri kelimeleri topu topuna kaç tanedir? “Hainler, hain, ihanet, vurun, öldürün, yok ödün, bomba patlatın, söküp alın, bayrak dikin, haddini bilmez, sefiller, canavarlar, caniler, katiller, it sürüleri, teröristler” ve buna benzer sadece insanın ruh hastası olduğunu gösteren kelimeler.
Yaşam sadece savaşla mı yürüyor? “Kardeşlik, barış, eşitlik, adalet, özgürlük, ortaklaşma, uzlaşma, konsensüs, bir araya gelelim, konuşalım, empati, sempati” ne bilelim insanın normal olduğunu gösteren hiç mi bir söz ağızlardan çıkmaz.
Hareket olarak tam 30 yıldır savaş yürütüyoruz. Ancak açın açıklamalarımızı, yazılarımızı, mesajlarımızı savaş gücü olan bir gerilla olarak kelime hazinemizin ağırlıklı bölümü barış ve onun etrafında örülü olan sözcüklerle örülüdür.
Savaşçı bir güç olmamasına rağmen alın bu cenahın sözleri yüzde 90 vurdum, kırdımdır.
En son önderliğimiz elimizde esir bulunan asker ve tutsaklara dönük yaptığı açıklama üzerine serbest bırakılmaları gündemdeyken, “Ciğerini, Girip Söküp Alacaksın” sözleri hem söylediğimiz savaş dili, hem de Kemal Sunal’ın sütkardeşindeki filmde o evde çıkmamış avanak olan kardeşin halidir.
Adama demezler mi bre adam bir milyonluk ordun, 300 binlik polis gücün, 90 bin korucun, kendi dilleriyle söyleyecek olursak 3 milyonluk para militer güç ve sizin gibi sadece kanda beslenen yüz binlerce çevreler. Kaç sefer gelip ciğerlerini söküp götürdünüz? Kaç sefer bunu başardınız?
“Şam uzak arşın da mı” diyeceğiz ama dilimiz varmıyor. Bu tıyniyetle aynı seviye gelmek olacak ki, bunu yapmayacağız. Ama onun yerine :
“Lütfen biraz toplumun içine girin. Lütfen biraz Kürdistan’a gelin. Hatta yapabilirseniz Avrupa’ya gidin. Ve eğer size zor gelmeyecekse gelin biraz gerillayı yerinde görün” ki yaşamla yeniden bağınız oluşsun. Aksi taktirde hep o sütkardeşin yaşadığı hikaye devam edecektir. Ve doğrusu bu hem Kürdistan hem de Türkiye içinde yazık olacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
5 Mart günü Mardin’in Savur ilçesine bağlı Ahmediye, Bengiza, Derîs, Gozêrîn köyleriyle Bajaroka Heyîna alanlarına yönelik işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatmıştır. Köylerde arama yapan düşman askerleri halka yönelik yoğun baskı uygulamıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Mart günü Cudi dağının Bilika köyü ve çevresinde işgalci TC ordu askerleri tarafından pusulamalar tarzında operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Öncelikli olarak dünya emekçi ve özgürlükçü kadınların 8 Mart bayramını kutluyor, tüm günlerin 8 Mart olmasını dileyerek başlamak istiyorum.
Yıllar önce gerillanın kadın kimliğine yaklaşımını ele alan bir makale kaleme almıştım. Bu makaleyi olduğu gibi buraya alarak, gerillanın kadın özgürlüğüne ve onun mücadelesine yaklaşımını ne olduğunu anlatmaya çalışacağız.
“Gerilla Cins Özgürlükçü Kimliktir
Gerillayı neredeyse tüm toplum askeri bir güç olarak bilir. Dünyanın başka sahalarında bu böyle olabilir, ancak dünyanın birçok sahasında gerillanın kimliği askeri olmaktan ziyade, siyasal bir kimlik olduğunu da hepimiz biliriz. Ve biz biliriz ki birçok yerde romantizmin, kültürleşmenin, başkaldırmanın, kendisi olmanın, insan olmanın kimliğidir de gerilla.
İlk elden Che’yi gösterebiliriz. Che hiçbir zaman askeri bir kimlik olmamıştır. O her zaman halkların yanında, egemenlere onun deyimiyle Yankeelere karşı başkaldırının sesi olmasını bilmiştir. Bir de biz Che’nin ne kadar romantik olduğunu da hep okuyarak, dinleyerek gerillanın büyüdüğü biliriz.
Kürdistan dağlarına adım atarken de biz, PKK’nin askeri kimliğinden dolayı yola çıkmadık. Bu bizim içerimizde -belki de Kürdistan gerillasının yüzde 95’inde-vardır. Sadece savaş için ve askerlik için gelenler de elbette vardır, belki de halen o biçimde katılanlar da vardır. Bu da yadırganan bir durum değildir. Bu kadar zulme ve baskıya karşı insanın kendi içerisindeki haykıran sesi dindirmesi her zaman olanaklı olmadığını da biliyoruz. Bunun için de dağların yolunu tutarak yılların intikamını almak için mavzere yüklenmek anlaşılırdır da.
Gerilla ezilenin sesi olarak ezilene ses kazandırmanın adıdır bizde. Gerilla körleştirilmiş gözlere göz olmanın kendisidir. Sağırlaşmış kulaklara duyma yetisi kazandıran en büyük insan eylemi olarak, yeni insanı yaratmanın en etkili ve sonuç alan politik eylemidir.
Ancak Kürdistan’da gerilla bunların daha ötesinde bir gerçekliğe sahiptir. Başka halkların gerillasında eşitlik, adalet, ekmek, özgürlük gibi kutsal kavramlar çok önemli yerler tutarlar. Hiç şüphe yok ki bu özgürlük mücadelesinde de o kadar önemlidir. Dediğim gibi özgürlük mücadelesinin ancak’ları vardır.
Bu ancakların başında gerillanın dünyaya felsefik bakışıdır.
1-Mal ve mülkten gözü olmayan dervişten daha derviş, bir lokma bir hırka felsefesinin daha da ötesinde bir mülksüzlüğü savunur ve ona göre yaşar gerilla.
2-Canını inandığı davaya hiç gözünü kırpmadan feda eden bir eylemcidir. Öyle ki gerillanın en büyük komutanlarından Kemal Pir “yaşamı uğruna ölecek kadar çok seviyoruz” diyerek geleceğin güzel ve özgür yarınları için seve seve ölümün üzerine gitmişlerdir. Hani Che’nin o meşhur “eğer sesimiz cepheden cepheye yankılanacaksa… Ölüm nerede gelirse gelsin hoş gelir sefa gelir” sözü var ya öyledir özgürlük savaşçıları.
3-Kadın-erkek ilişkilerinde klasik ailesel ilişkileri reddederek her türden kölecileştirici ilişkilerde öcü gibi kaçar gerilla. Toplum gerillanın bu özelliğinden dolayı birçok alanda evliyalara benzetir onları.
Bu üç felsefik bakışın üçüncüsü dünya ölçeğinde ele alınacak olursa çok ayrıksı duruyor. Belki birincisi de öyle duruyor. Ancak biz biliyoruz ki birinci şıka göre yaşamak isteyen çok gerilla ve devrimci vardır. İnsanlık var oldukça da böyle kendisini kir pastan uzak tutmak isteyen insanlar hep var olacaktır. Dediğimiz gibi üçüncü husus neredeyse sadece ve sadece Kürdistan özgürlük mücadelesine ait bir yaklaşımdır. Halkımız gerillanın bu özelliğinden dolayı kutsallık mertebesine taşırırken gerillayı, emperyalist güçler gerillanın bu özelliğinden dolayı aforoz ediyorlar onları. Ve çok ilginçtir ama bir dönemler gerillokluk yapanlarında en çok zorlandıkları hususta budur. Gerilladan kaçan tiplerin yüzde 99’u Kürdistan gerillasının bu temel felsefik bakışını yeterince kendilerine yediremedikleri için kaçmışlardır. Kimisi tam hain olmuş, kimisi ihanet etmiş, kimisinin de tüpü biterek gidip bir köşelere çekilmişlerdir. Böylesine tiplerin gerilla sahasından ayrılmaları tuhaf değildir, tuhaflık o dur ki bu enerjileri bitmiş, barutları kalmamış gerillokların kaçış ve ihanet ediş nedenlerini oraya buraya bağlamalarıdır. Hâlbuki temel nedenlerin başından bu husus gelmektedir.
Gerillanın en temel özelliğinin dayandığı tarihi bir arka planı vardır. Bu arka planı aydınlatan Önder Apo’dur. Daha doğrusu gerillaya özellik olarak kazandıran Önder Apo’dur.
O da: insanlığın kadın rengiyle başlamış olmasıdır. Gerilla insanın toplumsallaşmasını sağlayan temel gücün ana yanlı sistem olduğuna inanır. O insansı özeliklerini tümü ana yanlı sistemle hayat bulmuştur. Adalet, eşitlik, özgürlük, paylaşımcılık, ortaklık, komünallik, kolektiflik, kardeşlik, şefkat, açıklık, duygusallık. Ve tabii ki daha insanın ruhu ile ilgili ne kadar güzel yan varsa onu da sayın.
Gerilla insanlığın üçlü kirli ittifak olarak bilinen; şaman yani rahip, askeri şef yani avcı erkek ve anaların yanında ve gölgesinde tecrübe kazanmış ihtiyar erkek yani gerontokratların ortaklaşması ve kadına karşı geliştirdikleri komplolarla kirlendiğine ve bozulduğunu da inanır. Ardından da hiyerarşi, tahakküm, sınıf, devlet, sömürge, köle, vahşet, kan-revan, katliamlarla kirletilmiş bir insanlık.
Tarihin yeniden güzel, eşit, paylaşımcı, adaletli, özgürlükçü, komünal günlere geri dönmesi için ana yanlı özelliklere sarılmayı savunur gerilla. Bu bağlamda gerilla ana yanlı bir ideolojik, felsefik, politik ve kültürel zihniyete sahiptir. Bu ise kadına yakın durmak demektir. Gerilla kadına yakın duran ve ona karşı saygıyı en yükseklerde tutan gizemli güçtür.
Denilecek ki kadına saygıda kusur eden yok mudur? Vardır ama onların da ne halde olduğu bilen bilir. Özgürlük dağlarında hiç kimse ama hiç kimse dudak bükerek kadınla konuşamaz, kem gözle bir kadın gerillaya yaklaşamaz. Bunu yapan gerilla yıllarca sosyal tecridi göze alacak gerilladır, daha doğrusu gerilloktur. Çünkü gerillanın temel mantalitesi kadına saygı temelinde inşa edilmiştir. Hiçbir güç resmi ortamlarda kadın özgürlük çizgisini tartışamaz, dil uzatamaz. Gayri meşru ortamlarda dedikodular yaparak, ya da verilen yetkileri kötüye kullanarak bunu yapanlar var mıdır? Vardır, ancak böyleleri ya gerillok olurlar ya da verilen yetkileri hızla ellerinde geri alınır. Özcesi özgürlük dağlarında herkes kadına saygı duymak zorundadır. Bu temel bir zihniyet yapılanmasıdır gerillanın zihin yapısı.
Gerilla cins özgürlükçü kimliktir dedik. Her gerilla yoldaşına başka gözle bakamaz. Bakmaz da. Bu yaklaşım da elbette yetmez. Kimilerine göre bu yaklaşım ileri bir yaklaşım olabilir. Ancak Kürdistan gerillası için bu da yetmez. Yoldaşı bir kadın gerillaysa, kadın olduğunu bilerek ona saygıda kusur etmemeye özen göstermekle görevlidir. Ve karşısındaki yoldaşın bir kadın olduğu bilinciyle de ona eşit, kendisine, denk hatta geleceğin yaratılmasına en ciddi rol oynayacak gücün kadın olduğunu bilerek sonuna kadar pozitif yaklaşmasını da bilecektir. Ona öncülük rolü veren Başkan APO’ya saygıdan ve de kadına olan inançtan da bu saygılı yaklaşımı korur gerilla.
Kadının özgürlüğü için bir erkek gerillanın yeterince gücü yoksa kadına katacağı teorik ideolojik gücü yoksa o erkek gerilla, kadın özgürlük çizgisine zarar vermemek ve bir kadın yoldaşının gelişmesi önünde engel olmamak için kadın özgürlük çizgisine ve kadına saygılı yaklaşmasını bilerek kadın cinsine saygıda kusur etmemeye özen gösteren gücün kendisidir. Ve bu yaklaşımıyla dünya da gerillanın eşi benzeri yoktur. Uzun yıllar da böyle kalacaktır.”
Yeniden, tüm dünya kadınlarının yeni bir 8 Mart’ı kutlarken, tüm günlerin gerilla renginde kadın günü olması dileğiyle…
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Can çıkar huy çıkmaz diye bilinen bir atasözü vardır. Yani ölse de huyunu terk etmeme, bildiğinden vazgeçmeme, karakterini değiştirmemeyi ifade eden bu atasözü bugünlerde en çokta CHP’ye uyuyor.
CHP tarihi esasta Kürt halkına karşı işlenmiş olan suçların tarihidir. CHP’nin başına İnönü’nün geçmesiyle başlayan katliam sürece bugünlere kadar bu faşizan ruhla gelmiştir.
Kürtlerin son yüz yıllık tarihinde en büyük darbeyi ve en çok kötülüğü bu katliam partisinden yemişlerdir. Hatırlamak isteyenler tarihin sayfalarına inerek bunu görebilirler.
Kürtlerin buralarda sadece ve sadece köle olarak yaşayabileceklerini ta 1930’larda Mahmut Esat Bozkurt söylemiştir. Öyle ki Nazi hayranı ve sözde adalet bakanı olan bu kişi daha doğrusu faşist: “ “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı” diyerek CHP’nin neme nem bir kültüre sahip olduğunu ta o yıllarda göstermiştir.
CHP’nin mayasında bu faşist düşünceler dediğimiz gibi ilk kuruluşundan bu yana vardır. Cumhuriyeti kurarak kendilerince halka iktidarlarını dayandırdıkları bir yere kadardır, ondan sonra asıl ideolojik kalıpları “halka rağmen halkçılıktır” ve başka da tek bir numaraları yoktur. Hele söz konusu mesele Kürtler ise orada topyekün bir faşizanlık vardır.
Bu faşizanlık dün olduğu gibi bugünde olduğu gibi duruyor. Bir farkla o da CHP’nin kendisini bugün sosyal demokrat olarak pazarlamaya kalkışmasıdır.
Dünyanın neresine giderseniz gidin halkların dinlerine, dillerine, kimliklerine özcesi doğuştan gelen haklarına en çok saygı duyan hareketlerin başında sosyal demokratlar gelir. Her ne kadar sol ve sosyalistler gibi köktenci yaklaşmasalar da halkların doğuştan gelen haklarına ileri düzeyde saygıyı sosyal demokrat kimlikli partiler ve kişiler gösterir.
Yine dünyanın neresine giderseniz gidin muhafazakar ya da tutucu çizgiler diye bilinen çizgiler genelde milliyetçilik kulvarlarına daha yakındırlar. Muhafazakarlığı genel manada bir halkın ya da toplumun değer yargılarına sadık yaşamak olarak ele alırsak, böyle çizgi ve partilerin milliyetçiliklere hatta ırkçılıklara yakın duracakları anlaşılırdır.
Ancak dünyada ismi sosyal demokrat ya da işçi parti olupta tamamen milliyetçi hatta onları aşan bir çizgide seyreden sadece iki ülke bulunan “sosyal demokrat” partiler vardır. Bunlardan bir tanesi İsrail’dir diğer ise Türkiye’dir.
Dikkat edilirse İsrail’de işçi partisi, İsraillerin faşist diyebileceğimiz partilerinin tüm yaptıklarına çok rahatlıkla ortak olabilirler. Hatta Filistin halkına aynen o bildiğimiz sağcılar gibi saldırabilirler. Örneğin orada iktidarda Netanyahu’nun sağcı partisi iktidardayken sözde işçi partisinin başındaki adam olacak olan Ehud Barack çok rahat bir şekilde savunma bakanı olarak her gün Filistinlileri katledebilmiş.
Benzer bir durum birde Türkiye için geçerlidir. Örneğin Türkiye’de Kürtlerin en çok katledilmesini isteyen CHP’dir. En çok Kürtlere saldıranlar CHP’lilerdir. En son o İzmirli Hanım zaten söylenmesi gerekenleri CHP adına söylemişti. Ancak TBMM’de CHP’nin en ileri gelenlerinden olan Onur Öymen ise Dersim katliamının meşru olduğunu da dünyanın gözünün içine baka baka hiçbir tereddüt göstermeden ifade etmişti.
Özcesi dünyada İsrail dışındaki –eğer sosyal demokrat diyeceksek-faşizan özelikler gösteren tek –sosyal demokrat parti-CHP’dir.
Türkiye’de bir CHP’linin söylemlerini bir MHP’liyle yan yana getirin ve bu sözlerin analizlerini yapın kesinlikle hangi sözlerin kimi ait olduğunu çıkaramazsınız. Özelde de Kürtlere dönük sözlerinde bu kesinlikle böyledir.
Nedeni açıktır; ideolojik olarak beslendikleri yer aynıdır. O da milliyetçiliktir.
Şimdi ise Kürt halkını katleden bu CHP’nin başına kendi aslını inkar ederek tamamen Mangurtlaşmış bir tip bulunuyor. Sözde alevi, sözde Kürt ve sözde sosyal demokrat olarak ortaya çıkan bu tip adeta bu faşist partinin öz kimliğini saklamak ve gizlemek için seçilmiş bir tip olmaya rolünü gönüllüce oynamaktan çekinmiyor.
Bu tipin böyle bir rol oynamak için seçildiğini görmek istiyorsanız onun Kürt sorununun çözümüne ilişkin sarf ettiği sözlere bakmak yeter de artar da.
Başka bir halkın haklarını-doğuştan haklarını-İsrail’de bulunan işçi partisinin dışında sadece ve sadece CHP adındaki faşist parti ret edebilir.
Bunun için artık Kürtlerin bu doğuştan beri faşizanlık yapan parti ile aralarına mesafe koyma zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmektedir.
K. Nuda
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. İşgalci TC ordusunun 27 Şubat günü Medya Savunma Alanları'na yönelik düzenlediği ve 4 yoldaşımızın şahadetine yol açan saldırılara misilleme amacıyla 4 Mart günü saat 20.00'da Amed'in Lice ilçesi yakınlarında askeri konvoya yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
İnsan doğası erkenden rahatlamaya yatkın bir doğadır. Nedeni belki de tarihin derinliklerinden bugüne kadar gelmiştir.
İlk insanların komünal yaşadıkları söyleniyor. İlk komünal ilişkilerin binlerce yıl önce gerçekleştiği bir gerçek olsa da bu ilişkilerin yıllar yılları sürmüş olduğu da bir gerçektir. Deniliyor ki insanlar toplumsallaşmaya geçtiklerinde yaşam şartlarının zorluklarından kaynaklı birbirlerine ihtiyaç duymuşlardır. Bu birbirine muhtaç olma durumu esasta ortaklaşmanın en önemli faktörlerinden biri olsa da insanların yeterince mal ve mülklerinin olmayışı da insanlar arasındaki ilişkileri kirletmemiştir. Hatta az olanla birlikte yıllarca hatta bin yıllarca ortak yaşama yeteneğini göstermeleri esasta insan toplumunun en büyük yeteneklerinden biri sayılmaktadır. Bu ortak yaşama yeteneğin sırrı birbirlerine karşı olan güvenlerinden ileri gelmektedir. Ya da o zaman oluşturdukları güçlü ortaklaşma gücünden kaynaklanmıştır.
İnsanların uzun yıllar bir arada ortakça, komünalca yaşamaları öyle görülüyor ki insanlarda çok fazla temiz duyguları geliştirmiştir. Birbirlerine inanan, güvenen, hile hurdaya uzak duran, ortaklaşmayla her türden artırmaya karşı duran bu tip bir yaşam biçimi -çok sonralarda komünalizm olarak adlandırılacak-insanları dediğimiz gibi temiz kılmıştır.
Denilecek ki ama ondan sonra yıllar yılı kirli olan çalmalar, gasplar, emek hırsızlıkları yaşanmıştır. Ve hatta bugünde benzer bir şekilde ama daha derin olarak sürmektedir.
Bunlar doğrudur ilk olarak artı ürüne el koymalarla başlayan hırsızlık ve tahakküm bugüne geldiğimizde ismi devlet olarak tamamen toplumu soyan bir yapıya bürünmüştür.
Ancak bu gerçekten de iç karartıcı durum ilk insanların bin yıllarca sömürüsüz yaşadıklarını gölgelemez.
İşte bu uzun yıllar sömürüsüz yaşama alışkanlığı halen bugün bile insanlarda saflık, iyi niyetlilik safdillik, temizlik ve sadelik olarak yaşamaya devam ediyor.
Şimdi gelelim konumuza. Kürt halk önderliğiyle sürdürülen görüşmeler vardır. Bu görüşmeler az çok basına yansıdı. Türkiye basını ağırlıklı olarak yıllar yılı tamamen bir özel ve psikolojik savaş basını olduğu kendi pratiğiyle herkese göstermiştir. Yani bu basın belki de Kürdistan’daki özgürlük savaşının bu kadar uzamasının başlıca en büyük rant yiyicilerinden biridir de.
Nedeni açıktır, dünyanın hiçbir yerinde bir basın bu kadar olmamış olanı olmuş gibi göstermemiştir. Şile’de bir dönem “yirmi yalan bir doğru eder” tespiti yapılmıştı. Ve bu tespit ışığında basın yoğun bir karşı kampanya yapmıştı. Ancak bilebildiğimiz kadarıyla bir dönem yoğun anti kampanya yürüten bu basın daha sonra normal moduna geçerek ara sıra da gerçekten de habercilik yapmıştır. Ancak Türkiye’de böyle bir gerçek yoktur. Türkiye basını ta cumhuriyetin ilk yıllardan başlayarak tamamen savaş kışkırtıcılığı ve de Kürtlere karşı düşmanlık temelinde şekillenmiştir.
Alın 1930’ların basınını, göreceğiniz sadece ve sadece Kürtlere karşı düşmanlıktır. Alın 2000’lerin Türk basınını kesinlikle yine Kürtlere ve onların özgürlükleri için savaştıkları değerlerine karşı saldırı içerisinde olan bir basıncılıktır.
Şunu peşinen söyleyelim: Dünyanın neresine giderseniz gidin Türkiye’nin hem görsel hem de yazımsal basını başka ülkelerde başka devletlerde savaş kışkırtıcılığından dolayı suç yapmış sayılarak kapatılırlar. Yasaklanırlar. İnsanlar katledilirken bile sanki futbol maçı sunar gibi yapılan basıncılığın dünyanın hiçbir yerinde ahlaki karşılığı yoktur.
Özcesi Türkiye’de basıncılık kesinlikle bir özel savaş basıncılığıdır. Son dönemlerde buna psikolojik özel savaş basıncılığı diyorlar.
İşte bunun için diyoruz ki bugünlerde Kürt halk önderliği ile TC devleti arasında yapılan görüşmelerde olduğu gibi özel savaş basınının üzerine atlamamak gerekiyor. En iyisinden bu özel savaş basınını takip etmemek gerekiyor. Türkiye’de demokrat kimlikli yayın yapan birçok basın kuruluşu vardır. Gerektiğinde sadece bunları izlemek önemli olacaktır.
Ama her halükarda önemli olan bu görüşme süreçlerinde mücadeleci duruşu sürdürmektir. Her cephede faşizme karşı koyuşu sürdürmektir. Gevşeme değil tam tersine daha fazla disiplin bir şekilde mücadeleye yüklenmektedir.
Yeniden başa dönersek ilk insanların temiz duygularının her insanda var olduğunun bilinciyle mutlaka ama mutlaka bu temiz duyguların manipüle edilmemeleri için daha fazla duyarlılık, daha fazla hassasiyet göstermek önemli olacaktır. Aksi taktirde yine her zaman olduğu gibi ezenlerin, egemenlerin kirli politikalarının aleti olmaktan kurtulamayız.
Evet, bunun için diyoruz ki “İnsan doğası erkenden rahatlamaya yatkın bir doğadır.” Bunun için rahata kaymadan direnişçi duruşumuzu her halükarda dediğimiz gibi tüm cephelerde sürdürmek dönemin en önemli görevlerinden biri olmaktadır.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Ölümün selsizliğine gömülmüş, adeta ölüm döşeğinde ölümünü bekleyen bir halk gerçekliği vardı. Paşalar güya "meftun Kürdistan burada mahkumdur" diyorlardı. Soykırımın izleri, daha tazeydi bu coğrafyalarda. Zilan , Dersim, Ağrı vb. Bu soykırımlara karşı Dünya-Alem sağır sultana oynuyordu. Kürtlerde etrafını görmeyecek kadar kör,sağır ve dilsiz bırakılmışlardı. Yaşam adeta durmuştu.Her şey yasaktan ibaretti,buzlanmış bir gerçeklik vardı. Taki biriken acıların bir kıvılcımla tutuşup ateş gürleşene kadar.O ateş her yeri sardı.Büyüdü her yeri içine aldı.Umut oldu, kurtuluşun yolu oldu.Herkes Özgürlüğünü orada buldu . Buzları eritip sel oldu, Pınardan akan sular setlere aldırış etmeden okyanuslara doğru büyüdü.Damladan nehirlere, nehirden denizlere aktı ve hala akmaya devam ediyor. Yasaklanmış özgürlük şarkılarını haykırıyor ve ateş etrafında halaya tutulmuş, katılarak büyüyor her yerden bu halaya koşuluyor, Bölük-bölük Kürdistan'ın her yerinden Dağlara akınlar oluyordu.
Agit arkadaşta:Kürt halkının özgürlüğünü PKK hareketinde görerek bir gurup arkadaşıyla beraber saflara katılır. 1993 yılı Kürt gençleri için adeta bir katılım seferberliğidir.Agit arkadaş, Suriye üzeri gurubuyla Önderlik sahasına geçer. Bir dönem Masum Korkmaz Akademisinde, eğitim görerek kuzey sahasına geçmek için kendini hazırlar.Akademideki arkadaşların geneli eski olduğu için onun açısından büyük bir avantaj olur bu ortam. Burada her konuyu detaylı olarak ele alıyor ve değerlendiriyor.Pratiğe yeni katılan bir savaşçı için bulunmaz bir ortamdır.Önderliği görmek ve yanında eğitim görmek, yeni bir arkadaş için müthiş ve bulunmaz bir durumdur.Kapsamlı bir başlangıç ve onun zeminini bulmak için tam yerini bulmuştu. Agit arkadaş: Önderlik sahasında o süreci iyi değerlendirip Kuzeyin yolunu tutar.
Agit arkadaş Zagros Eyaletin de pratiğe aktif düzeyde katılır.Özgürlük mücadelesindeki pratiğinin genelini Zagros Eyaletin de yürütür. Zagros Eyaletinin pratik çalışmaları zor şartlara sahip bir yerdir.Bu eyaletimiz zor ve asiliğiyle bilinir.Zagros eyaletinde başarılı bir pratik ve performans sergileyen arkadaşlar her alanda başarılı bir pratik sürdürebilir demektir. Agit arkadaşta uzun bir süre bu alanda kalır. Uzun bir pratikten sonrada 2003 sonbaharında bir eğitim devresine katılım amaçlı Eyaletten ayrılır. Mahsun Korkmaz eğitim devresinden mezun oluktan sora kendi önerisi dahilinde düzenlemesi tekrar Botan Eyaletine olur. Güçlerimizin geneli güneyde konumlandığı için Haftanin bölgesine geçer. Ben de o zaman haftanin bölgesinde bulunduğum için Agit arkadaşla orda tanıştık.Agit arkadaş Bölgeye bölük komutanı düzeyinde pratiğe katılır.Genel Haftanin çalışma faaliyetlerine yoğun bir şekilde başlar.
2003 yılı; her açıdan yoğun bir dönemdi. Bu süreç tasfiyecilerin kendilerini yoğun dayattığı döneme denk geliyordu.Ağır bir süreçti. Ferhat ,Botan kişiliklerinin şahsında çete anlayışları kendini dayatıyordu. Tabii o zatlar da Kürt özgürlük mücadelesinin itinayla oluşturduğu değerleri, kazanımları yok etmek için ellerinden geleni yaptılar. Hedefleri bu değerleri ele geçirip pazarlama mantığına dayalı olmakla birlikte, PKK hareketini Önderlik gerçeğinden uzaklaştırmak temelindeydi . Bu dönemde,örgütte yaşanan bu durumları, Agit arkadaşla; tasfiyeci zihniyet, üzerine sık-sık tartışmalar yürütüyorduk. Agit arkadaş kendi açısından tasfiyecilere karşı tutumunu net ortaya koyuyordu , "Her ne olursa olsun hiç kimse özgürlük mücadelemize zarar veremeyecektir , Önderlik çizgisi dışında hiç bir eğilime yer yoktur, çabaları da yersiz ve sonuçsuzdur. Apocu militan kişiliğinin asıl görevi , tüm tasfiyeci girişim ve eğilimlere karşı durmaktır Önder APO bizi bu düzeye getirdi, biz de Önderliğin çizgisini her ne pahasına olursa olsun korumalı ve savunmalıyız" diye dile getiriyordu. Agit arkadaş: sürekli önüne verilen görevleri, Apocu militan tarzıyla, üstünde titizlilikle ve sorumlulukla duran, gerektiği gibi görevleri eksiksiz yerine getiren ve daha fazla kendisini katan bir arkadaştı. 2003 yılı gibi bir süreçte tasfiyeci şahsiyetlerin amaçları ve nereye ulaşmak istedikleri noktayı, yapısıyla tartışıp kavratma temelinde yoğun çaba sarf ederdi.
Agit arkadaşı tanımlamaya çalışmak istesem de bunun yeterli olamayacağı aşikardır. Her zaman en önde yer alan bir militanın duygu ve düşüncesini özgürlüğün arayışıyla o anı yaşayan biri bilebilir bunu. Agit arkadaşa baktığında, tüm yoğunlaşması örgütü daha iyi tanımak ve askeri çizgide daha fazla derinleşmek üzerineydi. Örgütü tanımayan, ya da kavramada ve anlamada zorluk çeken yeni arkadaşların , düzenlemeleri sırasında, kendi kaldığı alana ister, bütün çabasıyla o arkadaşı kazanmaya çalışırdı. Agit etrafına saygı ve sevgiyi yayan, "bir bireyle gerekirse üç saat; olmadı mı üçüyüz saat konuşuruz" geleneğinden gelen mütevazi bir yoldaştı. Kavratma esas çalışmasıydı. Bu tutum yanındaki arkadaşlarını güçlendiriyordu. O yoğun süreçte örgütün görev ve sorumluluklarını kolaya ya da zora bakmadan her zaman omuzlayan duruşa sahipti.
İki yıl Haftaninde kaldıktan sonra önerisi daha çok kuzey sahalarına gitme yönünde olur.Bu çerçevede yoğunlaşmış ve kuzeye geçmek için hazırlanmıştı. Artık Agit arkadaşın düzenlemesi bu doğrultuda yapıldı. Daha fazla içeriye doğru düzenlendi. Mardin alanına düzenlemesi yapıldı. Alana geçiş sırasında Agit arkadaşında bulunduğu grup pusuya düşüyor, pusuya düştüklerinde,Fayık arkadaş şehit düşüyor. 1 Ocak 2005' te ilk şehidimiz Fayık Arkadaş olur. Düşmanın hedefi gurubu imha etmektir, ama arkadaşların çabaları sonucu ucuz atlatır.Gurupta bazı arkadaşlar" Haftanine geri" gelmek ister,fakat Agit arkadaş ısrarlı bir şekilde düzenleme alanına geçmek için "ne yapılacaksa yaparak,geri dönmeden ilerleyeceğiz" deyip Cudi ye geçerler. Biz de arkadaşların" pusuya düştükleri" haberine ulaşmıştık.Gurubun durumunu çok merak ediyorduk ve böyle bir durumda geri geleceklerini düşünüyorduk. Hata bir grup arkadaş önlerine yolladık. Bu arkadaşların geri geldiklerinde karşılamaları ve gereken desteği sunmaları için yollamıştık . O gece sabaha kadar bir haber gelir diye hepimiz bekledik. Fakat Agit arkadaşın gurubu gelmedi. Muhabere saatinde Cudi deryasıyla bağlantıya geçerek ,durumu anlamaya çalıştık." Agit arkadaşın grubunun yerine vardığını ve durumlarının da iyi olduğu" yönünde bilgi verdiler. Tekmilden sonra rahat bir nefes almıştık. Fakat pusu sırasında" bir arkadaşın da şahadete ulaştığını" aktardılar. "guruptaki arkadaşların durumlarının iyi olduğu ve gidilmesi gereken yere doğru gideceklerini, ısrarlarında kararlı olduklarını ve geri dönmeyeceklerini belirtilerek en kısa sürede söylenen yere gidip pratik çalışmalara katılmak istediklerini dile getirdiler."
Pusu olayından sonra Agit arkadaş Mardin Eyaletine varır. Yerine ulaştığında; Agit arkadaşla cihaz üzerinde bir konuşmamız oldu. Konuşmada Agit arkadaşa : "pusuya düştüğünüzde geri geleceğinizi düşündük fakat gelmediniz, neden kendinizi riske attınız?" Agit arkadaşta " Biz pusuya düştüğümüzde biz de sizin bizim için başka bir gurup yollayacağınızı tahmin etik Ama biz geri dönüşü hiç aklımızdan geçirmedik. Çünkü varmamız gereken bir hedef vardı oraya varmalıydık. İhanetçilere ve tasfiyeci (Ferhat,Botan ) kişiliklere karşı buradaki duruşumuz daha önemlidir. Şehit arkadaşlara cevap olmayı hep aklımdan geçirdim. Bu açıdan Botan da büyük bir pratik sahibi olacağım. Çünkü böyle bir süreçte bizden beklenen, kolaya kaçıp geri dönmek değil ,neye mal olursa olsun örgütü daha fazla güçlendirmek için yapılan planlamaya uymak ve hedefe ulaşmaktır."Cihaz başındaki tartışmalarımız bu çerçevede sürdü. Sonra başarma temenni ve dileklerimizi söyledikten sonra vedalaştık. Haftanindeki arkadaşlar hepsi Agit arkadaşı tanıyor ve onu çok seviyordu , büyük düzeyde değer veriyorlardı. Agit arkadaş : saygıyı hak eden bir dava insanıydı. Agit bir nevi kendi sözleriyle , kendi duruşunu özetliyordu.Arkadaşın Mardine gitmesiyle devamlı Haftanin gücü " Agit arkadaş; acaba yerine ulaştı mı, Durumu nasıldır?" diye merak ederek sürekli soruyorlardı. Gitmesi gereken alana vardığını öğrenen Haftanin gücü çok sevinmişti. PKK yapısında bir gerçeklik var eğer bir insan her türlü görevi severek yapıyorsa ve istekli davranıyorsa etrafında bulunan savaşçı ya da komutan herkes tarafından sevilir ve saygı görür.
Pratikte sonuna kadar fedakar, çalışmalarda programlı ve örgütsel işleyişlerde planlı duran Agit arkadaş ;askeri mantığa sahip, kurallı, disiplinli ve azimli bir savaşçıydı. Öğrenme arzusu olan, çaba ve bireysel çalışmalarına önem veren araştırmacı bir devrimciydi. Agit arkadaş büyük bir kumutandı.
Uzun bir Botan patriğinden sonra 2007 nin başında Agit arkadaş tekrardan Güney sahasına geçti. O süreçte özelikle ciddi sağlık sorunları vardı. Tedavi amaçlı bir dönem Zap alanında kalır ve tedavisini görür. 2007 yılında bende Zap alanındaydım. Agit arkadaştan birkaç ay önce alana gelmiştim Agit arkadaşta tabur komutanı düzeyinde cephemize gelmişti. Mahir Mirzo da bulunan Ş. Rüstem taburunun başına görevlendirilmişti.
Arkadaşı bir daha görmek sevindiriciydi. Eskiden de birbirimizi tanıyorduk. O süreçte Zap cephesinde yoğun bir seferberlik içindeydik. Jeneratörler, hiltiler dinamitleri tepelere çıkartmış kanal tünel işlerinde kullanmak için kazma kürek kuşanmıştık. Bu gibi faaliyetlerde,böyle kapsamlı bir mevzilenme anlayışında, Agit arkadaş gibi tecrübeli yöneticiler lazımdır.Mevzilenmeden tutalım üstlenme alanlarına kadar, planlamamıza katkı sunacak bir arkadaştı . Bu arada olağan üstü dönemlerden geçiyor, düşman yoğun bir hazırlık süreci içinde ve kapsamlı operasyon yapacak bilgileri de geliyordu, operasyonun olacağı yönünde genel göçlerimizi uyardık. Başta belirttiğimiz gibi Agit arkadaş savaş tecrübesi olan, bir kumutandı. Mücadeleye gönülden bağlıydı, her yönden çok büyük destek sunacağı beliydi.
T,C devleti Önderliği zehirleme gibi kirli girişimleri devreye koymuştu . Bu olayı toplantılarda sürekli yapısına şu şekilde aktarıyordu " Eğer bu zehirleme durum devam ederse, bizde T.C devletine karşı yaşam alanı bırakmayacağız ve önderliğimize bir şey olursa yaşamın da bir anlamı kalmayacağını" söylüyordu. Agit arkadaş: örgütün sürece yönelik perspektiflere ve talimatlara en fazla anlam verip pratiğe geçirmeye çalışır, örgütün yapacağı eylemlere katılma o hamlenin içinde muhakkak yer bulmak isterdi. Oremar örneğinde olduğu gibi kendi önerisi dahilinde bu eyleme katıldı ve bu eylemin başarısında da aktif rolünü oynadı.
Agit arkadaş Zap direnişi süreci içinde yerini alır ve taburunda yer alan arkadaşlara büyük desteği olur.Moral ve motivasyon yönünde yapısını hep heyecanlı tutardı. Genel operasyon hazırlıklarının bizzat kendisi üstünde durarak, mevzilenmeyi o sağlıyor hazırlıkları gözden geçiriyor,düşmana nereden daha iyi darbe vururuz yoğunlaşmasıyla, taktik yöntemleri üstünde derinleşiyordu.Agit gerektiği yerde kumutan gerektiği yerde savaşçı bir insandı.Kanalların, mevzilerin yapılmasında bizzat yer alan,fedakar ve emekçi bir arkadaştı.
Operasyon başlamadan önce 15.Şubata biz de Agit arkadaşın taburuna ziyarete gidip orda ki taburun genel yönetimiyle tartışmalar yürüttük. Daha çok güvenlik noktaları üstünde konuşup fikir belirtik.Toplantıda : İlk söz hakkını Agit arkadaş almıştı " Kışın ortasında olduğumuz için havalar çok soğuk, karın metreleri bulması imkanlarımızı kısıtlar. Biz bir an önce hazırlıklara başlamalıyız.Bir yandan eğitimlerimizi sürdürürken, diğer yandan da karla kapanmış mevzileri açabiliriz.Bu dönem de dışarıda kalabiliriz,o açıdan arkadaşlar fedakarlık yapsınlar.Operasyon ne zaman başlarsa başlasın, hangi ayda olursa olsun, biz hazırlıklarımızı en üst düzeye çıkarmalıyız" diyordu. O toplantıda bir arkadaşta söz alarak : " biz her yıl intişara çıkıyoruz, ama ben inanmıyorum bu zamanda ve bu koşularda düşmanın bir operasyonu olsun" demesi üzerine Agit, tekrardan söz hakkı alarak " Bizim operasyonun olup olmayacağını yada ne zaman olacağını tartışmak yerine, her zaman hazır olmalıyız ve bu bizim bir görevimizdir. Belki havalar soğuk olabilir, kardan dolayı üslenmede zorlanmalar çıkabilir, fakat bizim bu fedakarlığı göstermemiz gerekir. Fedai ruh halini hep diri tutmalıyız. Biz bu dağlara geldiğimizde rahat ve kolay bir yaşamı yaşamaya gelmemişiz. Belki gerillada zorluklar hep vardır ve katlanılması gereken ne olursa olsun biz görevlerimizi yerine getireceğiz. Kürt halkının Özgürlüğü için buradayız. Ölüme de hazırız." dedikten sonra, toplantı o temelde sonuçlandı.
Arkadaşlar intişara çıktıktan sonra , kısa sürede operasyon; 20 Şubat ta hava saldırılarıyla başladı. Öncesinde zaten devamlı her tür ağır silah (top, havan,keşif uçağı v.b) gibi teknik kullanılıyordu. Zap alanına yoğun bir şekilde hava saldırıları yapıyordu. Genel o saldırılara rağmen hiçbir kaybımız olmadı. Operasyon başlamadan önce, akşam bizlere saldırı olacağı bilgisi gelmişti ve biz de Agit arkadaşa durumu aktardık ve Agit arkadaş kendi denetiminde olan, bütün arkadaşları bilgilendirdi , o anda bizimle cihaz bağlantısı kurarak " hava saldırılarının yoğunluğundan kaynaklımı acaba bir saldırı olacağı düşünülüyor " diye sordu, bizde yok kesin bir bilgi var Zapta bir operasyon olacak dedik. Düşmanın Çele den çıktığını ve akşam saat 20-21 arasında harekete geçtiğini söyledik ve Agit arkadaşta bu bilgiler temelinde "kendi denetiminde olan bütün gücü uygun şekilde mevzilendirdiğini" belirti. Operasyonun çıkmasıyla Çiyaye Reşte saat 12-13 arası çatışmalar başladı. Orası da sınıra çok yakın bir alandı. Çatışmalar başladığında Agit arkadaş gene bağlantı kurup Çiyaye Reşteki arkadaşların durumunu sordu ben de arkadaşların durumlarının şimdilik iyi olduğunu söyledim. Zap direnişinde düşman güçlerine en ağır darbeyi vuran ve düşmanın gözünü korkutan bizim Çiyaye Reşteki arkadaşlardı. Zap direnişinin hazırlık aşamasında yer alan arkadaşların bir sloganı vardı "Düşmanın gelişi olabilir sadece ölümü görecektir, fakat asla Zapa ayak basamayacaktır." Agit arkadaşta gene cihaz üzerinde bağlantı kurarak, bize Çiyaye Reşteki arkadaşlara "bizim bir sloganımız var o çerçevede düşmanı karşılamalılar. Zap onurumuzdur onur hiçbir zaman ayaklar altına alınamaz " espri yaparak hatırlamamızı istedi. Agit arkadaş operasyon sürecinde esprilerle ve yüksek moraliyle etrafa güç ve moral kazandırıyordu. Sonra devam ederek " düşmanın buradan ilerleyebilmesi için önce bizim üstümüzden geçmesi gerek, bu da boş bir hayaldir asla Zap alanına giremeyecekler" diyordu.
operasyonun ikinci günde Agit arkadaşın: taburu savaşa girdi. Taburun içinde olan arkadaşlar, büyük bir cesaret ve fedakarlık göstererek kar kış ve aşırı soğuk demeden Karda yanan ayaklara aldırış etmeden direndiler. çoğunlukla arkadaşlar yeni olmasına rağmen hiçbiri bireysel istemde bulunmadı. Tek talepleri cephane eksik olmasındı. Agit arkadaşın verdiği enerji ve gösterdiği cesaretten dolayı bütün güçlerimiz için moral kaynağı oluyordu. Genel arkadaşlar o açıdan ön cephede savaşmak için adeta yarışıyorlardı.
Agit arkadaşın taburu savaşa çok iyi hazırlamıştı. Her zaman bağlantı içindeydik ve bir keresinde benimle bağlantı kurarak " Hewal bizde biraz sıkıntı var, taburda olan Arkadaşlar ön cepheye gitmek için aşırı dayatıyorlar , ön cephede olan arkadaşlarda yerlerini bırakmayacağı yönünde direnerek, dinlenmek istemediklerini ve yer değiştirmemekte dayatıyorlar " diye belirtmişti.Tabii böyle bir ortamda isteğe saygı duymak lazımdı. Zap direnişinin zaferle sonuçlanması: düşmanın ağır darbeler alarak geri çekilmesinden sonra Agit arkadaş bir değerlendirmesinde "Heval benim anlamadığım şey T.C devleti aklını yitirmişti bu sert koşularda 12 ay biz bu dağlarda yaşıyoruz ve alışmışız, fakat bunlar nelerine güvenerek saldırıya geçiyorlar" diye belirtiyordu…
Bir süre Zap ta kaldıktan sonra, Agit arkadaş 2009 baharında Hakki Karer Akademisine kurul düzeyinde Eğitime katıldı. Eğitimi tamamlandıktan sonra,eğitime katılan çoğu arkadaşların düzenlenmesi kuzey alanlarına yapılınca Agit arkadaşta ısrarla Botana (Mardine ) gene gitmek istediğini söyledi. Ana karargah yönetimi defalarca arkadaşla konuşarak "önerini şimdilik kabul etmiyoruz" dese de " beli bir süre daha güneyde kalmasını" söylemelerine rağmen Agit arkadaş ikna olmadı.Önerisinde ısrar etti. Agit arkadaşın ısrarları sonucu isteği yerine gelerek, önerisi kabul edildi.2009 da tekrardan Mardin alanına geçti. Yine büyük bir iddia ile pratiğe yöneldi. Mardin alanında büyük bir istekle genel çalışmalara katıldı. Gittiği süreçte oynaması, gereken rolü oynadı , üzerine düşen görevleri de layıkıyla yerine getirip Büyük mücadele insanı olduğunu gösterdi. Yoldaşlığın timsaliydi. Mardin de oyla bir arkadaş mayın patlaması sonucu şehit düştü.Agit arkadaşın şahadet haberi bize iletildiğinde büyük bir acı içimize düştü. Agid i kaybetmek çok ağırdı. O gün Agidi tanıyan bir arkadaş, onu rüyasında gördüğünü ve rüyasında " ormanlar yanıyordu,otlar tutuşuyordu Agit arkadaş cihaz başında, ateşin ortasında kalmış, sadece bize bakıp gülümsüyordu, ona gel diyorduk o cihazla bağlantı kuruyordu" işte o andı Agit, ateşin içindeydi ateşi içine almıştı ve Agit ateş olmuştu, ve bu ateş özgürlük meşalesi gibi her daim yanacaktır. Eylülün 17siydi ayrılış ; yaprakların solduğu ve hüzünlü göçmen kuşların hüzünlü soluğunda bir veda tınısı yankılanıyordu Agit te sonbaharda hain bir mayın sonucu bizi bıraktı. Elveda değerli yoldaşım seni hep arayacağız.
Bütün şehitlerimiz büyük kahramanlıklarla ve fedakarlıklarla yaptıklarıyla çok şey bıraktılar.Her PKK militanının da bu esaslar üzerine Önder APO' yu özgürleştirmeden ve Kürt halkı özgürleşmeden Halkımızın,Toprağımızın ve Vatanımızın özgürlüğü için yaşanacak her şahadet onur ve şereftir. Şehitlerimizin izinde yürüyelim ve kazanalım.
Fazıl Botan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Mart tarihinden beri Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Xirbeka ve Decêmê köyleri ile Ömerli ilçesine bağlı Yaskê köyü çevresinde işgalci TC ordusu tarafından pusulamalar şeklinde bir operasyon düzenlenmektedir.
- Ayrıntılar
“Tüm 19. ve 20. yüzyıl milliyetçilikleri toplumsal meşruiyet ideasıyla bağlantılıdır. İçte sınıf çelişkilerini gizlemede, dışa doğru saldırganlığa teşvik etmede milliyetçilik büyük rol oynar. Milliyetçiliği kapitalist devletin ideolojik silahı olarak anlamak, yayıldığı dönemleri doğru kavramak açısından önemlidir. Milliyetçilik aynı zamanda devletteki merkeziyetçiliği güçlendirir. Daha demokratik federal yapılara karşı devlet milliyetçiliği, merkezi-üniter yapılara kayar. Buradan faşist ve totaliter devlet anlayışına geçilir. Toplumsal hastalığın histeriye dönüşmesi, kapitalist sistemin faşist ve totaliter devlet biçimine yönelmesiyle at başı gider. Sonuç, kapitalizmin intiharıdır. Birinci ve ikinci dünya savaşları bu anlamda milliyetçilik dozajının aşırı kullanılmasından doğan sistemin intihar eylemleri olarak da düşünülebilir. Kendisi uygarlık krizi olan kapitalizmin en genel ve derinlikli krize, kaosa girme sürecidir” diyor Kürt halk önderliği.
Milliyetçiliğin bundan daha anlaşılır bir şekilde tarif edilmesi zordur. Dünyamızda son yüz yıllarda insanlığa yaşatılan acıların tümünün kökeninde kesinlikle bu hastalıklı yapının rolü vardır. Birilerinin çıkarlarını savunan devleti, bir ulusa ait olduğunu söyleme ve hatta o topluma yutturma başarısı esasta bir toplumu hasta kılma sürecidir. Birilerinin çıkarları temelinde şekillenmiş bir yapıyı ayakta tutabilmek için genelin olduğunun hissini vererek ayakta tutmak çok önemli bir yalanın insanlığa yutturulmasının başarısıdır. Burjuvazi bu yalanı topluma yutturabildikçe ayakta kalabileceğini bildiği için tüm hünerini ulus devletinin inşasına vermiştir. Çünkü ulus devleti inşa etmek demek kendi çıkarlarını yüz yıllarca yeniden sürdürebilmek demektir. İşte bu yeniden yürütebilmenin kimliği daha doğrusu yürütecek olanın mayası milliyetçiliktir. Milliyetçiliği çok etkili kılabilmek için dinler kadar etkili işleyerek toplumsal hafızalara yerleştirmek gerekir. Bunu yapan başarır, bunu yapamayan başaramaz.
Nitekim kapitalizmi dünyaya egemen kılmak isteyenler bunun için ilk elden milliyetçiliği her yere empoze etmeye çalışmışlardır. Her topluma bunu nüfus ederek geleceklerini garanti altına almışlardır. Öyle ki dünyanın her yerine ama her yerine bu hastalığı götürerek herkese bulaştırabilme yeteneğini göstermişlerdir.
Daha dün birlikte yaşayanlar birbirlerinin boğazlamasına kadar gidebilmişlerdir. Birbiriyle ortaklaşa haksızlıklara karşı durması gerekenler birbirinin katili haline getirilebilmişlerdir.
Dağılan Osmanlının küllerinden şekillen milliyetçilik yüz yıllardır birlikte yaşayan halkları düşman kılmıştır. Ermenilerin soykırımını başka nasıl izah edeceğiz? Asurililerin katledilişlerini başka nasıl izah edeceğiz? Yunanların katledilişini başka nasıl izah edeceğiz? Özcesi bu toprakların birbirine karşı düşman edilişlerini başka nasıl izah edeceğiz?
Benzer durumu sözde medeniyetin beşiği olan Avrupa’da da görüyoruz. Altı milyon Yahudi’nin katledilişinden söz edilirken bu durumu hangi insan vicdanıyla izah edeceğiz? Avrupa’nın neredeyse her yerinde gelişen Holocaustları kim nasıl izah edebilecek? Ya da ne bilelim Ruanda’da yüz yıllarca birlikte yaşamış olan etnisitelerin birbirini palalarla katletmesini nasıl izah edeceğiz?
İnsanlık bu katliamları kolay kolay izah edemez. Çünkü insanlık tarihinde bu durumlar istisnaidir. Toplumsal histeri anlarıdır. Cinnet anlarıdır bu katletme anları.
İşte bu toplumsal histeri anları ya da cinnet anlarının tek bir izahı vardır, o da Milliyetçiliktir.
Birinin başkasında üstün olmadığı bu dünyada, herkesin aynı haklar temelinde geldiği bu dünyaya, birilerinin “özel, seçilmiş, farklı” olduğunun duygusunu halklara pompalamak tek kelimeyle insanlık dramlarına davetiye çıkarmak olduğu gibi, insanlığa karşı suç işlenmesinin temel dürtüsü haline getirilmesidir. Bu ise vicdanları kirleten bir durum olduğunu hiç kimse inkar edemez.
Özcesi milliyetçilik hangi rengi olursa olsun, kirleticidir. İsterse bunun adına ilerici milliyetçilik değin, isterse gerici milliyetçilik değin. İsterse bilimsel milliyetçilik değin, isterse başka türlü bir milliyetçilik değin. Her türlü milliyetçilik kirleticidir. Ve her milliyetçilik insanlığa karşı suç işlemek için potansiyel olarak hazır olan bir ideolojidir. Bu gerçeği bilerek her türlü milliyetçiliklere karşı durmak bir insanlık duruşu ve görevidir.
Bitti
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar