Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Nisan günü saat 08.00 ile 20 Nisan 03.00 saatleri arasında Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Oramar mıntıkasında bulunan Şehit Gafur ve Şehit Karker alanları işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bombalanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Amed’te Nesim Güzel isimli bir şahıs hareketimiz adına halktan para toplayıp halkımızı dolandırmaktadır. İsmi geçen şahsın hareketimizin herhangi bir organıyla hiçbir biçimde ilgisi/ilişkisi bulunmamaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
17 Nisan günü Hakkari’nin Yüksekova ilçesi Oramar mıntıkasında bulunan Şehit Gafur ve Şehit Karker alanları 11.00 ile 14.00 saatleri arasında obüs ve havan toplarıyla, 18.00 ile 19.30 saatleri arasında da kobra helikopterler tarafından bombalanmıştır.
- Ayrıntılar
Dicle Üniversitesi’nde yaşanan olaylar önemli. Bu olaylar doğrudan adına “Çözüm süreci” denen yeni süreçle bağlı. Öyle ODTÜ ve diğer üniversitelerde yaşanan öğrenci olaylarından çok farklı. Eğer bir yerdekine benzetilecek ve bağlanacaksa, Suriye devlet güçleri ile adına “Muhalefet” denen bazı çete gruplarının Rojava halkına yönelik Halep, Serîkaniyê, Kamışlo ve Hasekî’de artan saldırılarına benzetmek ve bağlamak daha doğru olur.
Bir kere olayların oluşu çok açık. Dicle Üniversitesi’ndeki yurtsever öğrencilere adını “Hizbullah” koyan, Kürt halkının ise “Hizbulkontra” olarak ifadelendirdiği çete güçlerinin polis gözetimindeki saldırısı gerçekleşmiştir. Yani saldıran bir taraf var: Hizbulkontra. Saldırıya uğrayan bir taraf var: Yurtsever Kürt öğrencileri. Onların şahsında Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi. Yine zemin yaratan ve saldırıyı destekleyen bir güç var: Muammer Güler yönetimindeki polis.
Bu saldırının amacı ya da amaçları da çok açık. Bir amaç, yerel amaç Dicle Üniversitesi’ni ele geçirmektir. Yani üniversitede kendi fikir egemenliklerini kurmaktır. Diğer amaç, genel amaç ise adına “Çözüm süreci” denen yeni süreci provoke etmektir. Yani PKK’nin ateşkesini bozmak ve gerillanın geri çekilmesini engellemektir. Dicle Üniversitesi’nde bile böyle bir saldırı olursa, o zaman PKK çatışmaları nasıl durdurabilir, ateşkesi nasıl yürütebilir, gerillayı nasıl Kuzey’den çekebilir? Bu saldırı ile PKK’ye mevcut süreci devam ettirdiğinde başına gelecekler gösterilmek istenmiştir.
Peki kimdir bu saldırıları yapan “Hizbullah” ya da Hizbulkontra? Bu güçleri Kürt halkı da, kamuoyu da çok iyi tanıyor. Çünkü bunları TC’nin özel savaş sistemi 1990’lı yılların başında Kürt Özgürlük Hareketine ve yurtsever Kürt halkına karşı tetikçi olarak kullanmıştı. Bu saldırılarla yaşanmış binlerce “faili meçhul” denen katliam var. Bu çeteci grubu 2000’lerin başında Ecevit hükümeti tutuklatmış ve ağır cezalara çarptırılmıştı. Ancak 2010 yılında AKP hükümeti bazı hukuksal numaralarla bu güçleri cezaevinden salıverdi. Kısa süre sonra haklarında yeniden tutuklama kararı verilmiş olmasına rağmen, çeteci grup sırra kadem salmıştı. Basına yansıyan bilgilere göreyse, bu grup İran’a geçmişti.
Bu çete grubu 1990’lı yılların başında Türk özel savaşının tetikçisi olarak Kürt yurtseverine saldırtılırken, bu grubun ardında İran’ın olduğu da söyleniyordu. Yani Türk özel savaşı ve İran birlikte Kürt yurtseverlerine saldırı yapıyordu. Tetikçi olarak iki gücün ortak kullandığı kesimse bu Hzbulkontra denen çeteci ekipti. Şimdi de aynı ekibin yeniden devreye sürülmeye başlandığı görülüyor.
O halde yapan belli olduğuna göre, yaptıranlar da bellidir. Hizbulkontra denen bu çete ekibinin arkasında İran ve Türk özel savaş güçleri vardır. Bu iki gücü, yani İran ile Türk özel savaş güçlerini bir araya getiren tek şey, Kürt karşıtlığıdır. Kürt Özgürlük Hareketine bu temelde Kürt varlığı ile Kürt sorununun çözümüne karşıt olmalarıdır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Newroz’da yaptığı büyük çağrının başlattığı yeni süreç bu kesimleri telaş içine sokmuştur. Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi bu kesimleri ciddi biçimde korkutmuştur. Hizbulkontranın yeniden devreye konması ve Dicle Üniversite’ndeki yurtsever öğrencilere saldırı bu süreci sabote etmek ve engellemek amaçlıdır. Rojava’da Kürtlere yönelik saldırıların artması da aynı amaçlıdır ve o saldırıların arkasında da aynı güçler vardır.
Bu durum bize, basına yapılan açıklamalarla gerçeğin çok farklı olduğunu göstermektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Newroz çağrısına destek verdiğini herkes açıklamıştı. MHP ile CHP bile açıktan reddedememişti. Tüm bölge güçleri ile küresel aktörler “Destek açıklaması” yapmıştı. Öyle ki, selamlayanlar, kutlayanlar, açıktan PKK’yi olumlayanlar peşpeşe gelmişti.
Fakat şimdi görülüyor ki, gerçek siyaset herkes açısından böyle değildir. Basına “Süreci desteklediğini” açıklasa da, aslında sürece karşıt olan ve el altından süreci engellemeye çalışan epeyce güç vardır. Hizbulkontra’nın bu güçlerden biri olduğu açığa çıkmıştır. Ardındaki İran ve Türk özel savaş güçlerinin de mevcut çözüm sürecine karşıt olduğu anlaşılmıştır.
Tabi karşıtlar topluluğu sadece bunlarla da sınırlı değildir. Örneğin KDP’nin gerçek tutumu pek net değildir. Çözüm sürecinden gerçekten yana olsa, o zaman Zağros TV böyle süreç karşıtı propaganda yapar mı? Yine Fransa ve Almanya gibi güçlerin de ikili oynadığından kuşkulanmak için çok neden vardır. Eğer bu güçler yeni sürece karşı olmasalardı, o zaman yüz güne yaklaşmış olunmasına rağmen Paris katliamı hiç böyle karanlıkta kalır mıydı?
Daha fazla irdeledikçe, neredeyse süreç karşıtlarının destekleyenlerden çok daha fazla olduğu açığa çıkacak. Belki de bu listenin ucu AKP’ye kadar gelecek. Dicle Üniversitesi’ndeki saldırının AKP yönetimindeki polisin gözetiminde yapılmış olması bu kuşkuyu daha da artırmaktadır. Yine sürecin yürütülmesindeki AKP isteksizliği ve süreci muğlaklaştırıcı yaklaşımları sözkonusu kuşkuyu neredeyse gerçeğe dönüştürmektedir. Bu durum adeta insana “Yoksa AKP gerillanın geri çekilmesine karşı mı?” sorusunu sordurmaktadır.
Dikkat edelim, “Silahlar sussun, fikirler konuşsun” diyen AKP, sürecin TBMM’ye götürülmesine ve yasal-siyasal çerçeveye kavuşturulmasına karşı çıkıyor. “Kürt inkârı ve asimilasyonu aşıldı” diyen AKP, yeni anayasada Kürt kimliğinin yer almasını istemiyor. Aslında AKP Kürt varlığını kabul etmek ve Kürt sorununu çözmek istemiyor. Deyim yerindeyse bir nalına bir mıhına vuruyor. İpe un sererek süreci sadece ateşkes konumunda tutmaya çalışıyor.
O halde Dicle Üniversitesi saldırısının AKP polisinin gözetiminde gerçekleşmiş olması bir tesadüf ve şaşırtıcı değildir. En azından AKP içindeki bir kesimin bu yeni sürece karşı olduğu ve dolayısıyla üniversite saldırısının ardında bulunduğu açığa çıkmıştır.
Tüm bunlar süreç konusunu daha da aydınlatıp, AKP yalanlarını gün yüzüne sermektedir. Bir kere bu yeni süreci geliştiren AKP değil, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır. İkincisi, içte ve dışta süreç karşıtı çok fazla güç vardır. Üçüncüsü, hepsi değilse de AKP’nin bir kesimi de sürece karşıdır. O halde bu gerçekleri çok iyi görmek, çok duyarlı ve tedbirli olmak ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği bu yeni süreci iyi sahiplenmek gerekir.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
16 Nisan günü saat 04.00’da işgalci TC ordusu 25 zırhlı araç desteğinde Mardin’in Ömerli ilçesinde bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Kürtler, Kürtlerle birlikte birlikte aynı ezilmişliği, dışlanmışlığı, ötekileştirilmeyi, çoğu zaman da yok edilmeyi, horlanmayı yaşayan bu toprakların insanları için yeni bir mücadele dönemi başlamıştır.
Bazı sosyalist yoldaşların belirtikleri gibi Kürt sorununun çözülmesiyle artık tam da sınıf mücadelesinin dolu dizgin başlayacağı mücadele süreci…
Elbette Kürt sorunu henüz çözülmemiştir. Ne zaman çözüleceğini ise mücadele belirleyecektir. Bizlerin yani halkarın, ezilenlerin derken cümle cemaat insanı baskılayan sistemde zarar görenlerin mücadelesi...
21 Mart 2013 günü Başkan Apo yeni bir süreç başlatmıştır. Bu süreci Demokratik Siyasetin önünün açılması süreci olarak tanımladı.
“Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor” diye milyonlara hitap etti.
Başkan Apo sürecin bir mücadele süreci olacağını açıkça belirterek mücadeleye çağrı yaparken yer yer Başkan Apo’nun bu söylemlerini farklı yerlere çekenlerin çıktığını üzülerek tespit ediyoruz.
Bazı çevrelerde sanki mücadele bitmiş, artık başta Kürt sorunu olmak üzere sorunlar çözülmüş havası var iken. Kimisinde ise sanki hiç bir şey değişmemiş, aynen eskiden sürdülen mücadele sürdürülüyormuş gibi bir yaklaşım vardır. Ve yine bir kesimde ise bunların ikisi dışında süreci anlamaktan uzak, adeta provoke eden bir hal var.
Herkesin düşünme biçimi elbette kendine. Ancak denir ya “eğri otur ama doğru konuş” diye. Ya da tam böyle olmayanlara ise söylenenleri daha doğru ve derinliğine kavrayın lütfen diye.
Bir kere kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’de var olan sorunların tümü ortada durduğu gibi duruyor. Yani çözülmemiştir. Yapılan yeni bir siyaset biçimiyle var olan bu yığınca sorunlara çözümler üretmektir. Bu ise daha sert mücadele demektir.
Diğer yandan ise sanki dağlara çıkanlar ebediyen dağlarda yaşamak için çıkmışlardır. Dağlara çıkanların dağlara çıkış sebepleri sadece ve sadece Kürt sorununu ve de bu topraklarda yaşayan tüm ezilenlerin sorunlarına derman olmak içindi, içindir. Başkada dağa çıkanlar azdır. Özcesi, dağlara iş olsun diye kimse çıkmıyor. Murat Karayılan yoldaşın bir mülakatında belirttiği gibi; “dağlara çiçek toplamak için çıkmadık.” Bu ne demektir, var olan sorunun-sorunların farklı yollarda çözülme imkanı bulunuyorsa ve bu yol-yollar diğer bilinen sert yolda daha az bedel gerektiriyorsa o yolu seçmek en doğru olan tercih olmaktadır. Ve şimdi yapılan da budur.
Lakin öyle görülüyor ki Başkan Apo’nun başlattığı süreç tam anlaşılmıyor. Kaygılara kimsenin diyeceği bir şey olamaz. Ancak kaygıları olanların bu sürecin sağlam ve selametle ileriye götürülmesi için daha fazla çalışmaları gerektiği de ortadadır.
Biz savaş sürecinde barış diyenleri, görüşme süreçlerinde kavga diyenleri, barış süreçlerinde ise savaş diyenleri çok gördük. Böylelerini ciddiye almamızı kimse beklemesin. Böylelerine PKK tarihi çokça tanıklık etmiştir. Kaale alınmalarını kimse beklemesin.
Ariel Dorfmann: “Geçmişi öldürmek, iktidarda olan bazılarının iddia ettikeleri kadar kolay değildir. İnandıkları şey uğruna canlarını veren erkek ve kadınlardaki gizli ışığı tamamen söndürmek, bu dünyada halen onları hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan var iken bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter; ahlaki çölde haykıran bir insan, önce biri, sonra biri daha, adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu yeter…
Bazen doğru olan imkansızı hayal etmek, imkansızı istemek ve imkansız için haykırmak.
Tarih bizi dinliyor olabilir. Tarih bize cevap verebilir.”
Yukarıda dile getirilenler ışığında tarihin bize cevap verebilmesi için bizlerin geçmiş zamanlardakinden çok daha fazla bir şekilde mücadele etmemiz tarihi bir görevdir. Aksi taktirde; “İnandıkları şey uğruna canlarını veren erkek ve kadınlardaki gizli ışığı tamamen söndürmek” isteyenlerin cabalarına destek vermekten başka bir şey yapılmış olunmayacaktır. Bunu ise tarih asla ama asla, ezilen halkların tarihi af etmeyecektir.
HAYRİ ENGİN
- Ayrıntılar
Kürdistan özgürlük hareketi özgürlük mücadelesini tarihi bir dönüm noktasına taşımayı başarmıştır. Önder APO Türk devleti ile Kürt sorununu 90 yıllık inkar ve imha siyasetine son vermek amacıyla bir süreç başlatmış ve bu süreç önemli bir düzey kazanmış bulunmaktadır. HPG’nin Önder APO’nun ve KCK yönetiminin çağrısı üzerine ateşkes ilan ettiği, Önder APO’nun öteden beri önerdiği akil insanlar komisyonun tüm yetersizliklerine rağmen (daha önce bu konuda eleştirel bir yazı kaleme almıştım) hem Kürdistan’da hem Türkiye’de çözüm yönünde her iki halkın ezici çoğunluğunun çözümden yana eğilim ortaya koyduğu bir süreçte, Dicle Üniversitesinde Hizbil-Kontra’nın ortaya çıkmasını nasıl anlamak gerekir?
Bu bir tesadüf mü? Sıradan bir öğrenci kavgası mı? Sömürgeci Türk devletinin polis kuvvetlerinin tutumu ne olmuştur? Sömürgeci AKP devletinin tutumu nedir? Ve bu saldırıyla hedeflenen nedir? Bu soruları satır başlarıyla da olsa yanıtlamakta yarar vardır? Bu sorulara cevap verilmeden bu saldırıyı anlamak ve ona karşı doğru tutum takınmak mümkün değildir. Hareket ve halk olarak müzakere sürecinin bir tarafı olarak her zamankinden daha fazla sonuç almaya yakın bir durumdayız. Sakine, Leyla ve Fidan arkadaşların tam da bu dönemde katledilmesi bir tesadüf olmadığı çok açıktır. Bir ucu yeşil Ergenekona ve AKP devletine uzanırken diğer bir kolu ise Avrupa gladiosuna uzanmaktadır. Tüm veriler buna işaret etmektedir. Tabi ki öncesi de var. Lice kırsalında hem de yılbaşı günü Numan yoldaşın ve 10 HPG savaşçısının planlanarak katledilmesi ve sonraki süreçlerde Kandil’in defalarca bombardıman edilmesi tesadüf değildir. Bütün bunların bir amacı vardır. Amaç; Önder APO’nun inisiyatifinde ve öncülüğünde başlayan süreci sabote etmek PKK’yi zayıflatarak güçsüz düşürerek deyim yerindeyse eli ayağı kırılmış iyice hırpalanmaş bir PKK ile müzakere yapmaktır. Bir muhattap değil de adeta mecbur kılınmış bir halde konuşulan bir mağlupla süreci tamamlamayı hedefiemektedir. Hizbul Kontradan tam da Önder APO’nun Newroz açıklamasından ve aynı görkemlilikte doğum gününün kutlanmasının ardından böyle bir saldırının gelmesinin anlamı açıktır. Önder APO’nun ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin sonuç almasını engellemek. Engellemek isteyen güç bir ucu İran’da, bir ucu yeşil gladio da olan ve kendisini Huda-Par biçiminde legalleştirmeye dolayısıyla maskelemeye çalışan Hizbul-Kontra’dır.
Bu hizbul-kontranın 90’lı yıllarda PKK’ye saldırdığı dönemi de hatırlamaya çalışalım. Kürdistan Özgürlük hareketi büyük bir kitlesel güce kavuşmuş halk serhilldanları önemli bir gündem oluşturmuş, halk ayaklanma halinde Kürdistan özgürlük gerillası ise askeri alanda bir çok alanda denge sağlamış ve sonuç alma hamlesine hazırlandığı bir dönemde jitemci albay Arif’in teşviki yönlendirmesi ve lojistik destek sağlamasıyla öte yandan İran’ın Kürdistan özgürlük hareketinin bölgede bir aktör olmasının önüne geçmek için harekete saldırılar başlatılmıştır. Yüzlerce masum Kürt Yurtseveri en alçak yöntemlerle katledilmiştir. Bu saldırıların Önder APO’nun esaret altına alınmasından sonra adeta bıçakla kesilir gibi kesilmesinin anlamı açıktır. Sömürgeci Türk devleti kendisine göre başı koparılmış gövde de parçalanmaya açık hale gelmiştir, o halde bu katil sürüsünü ne diye besleyelim bu konuda böyle bir karar sonucunda da Kontra Şefi Hüseyin Velioğlu sömürgeci Türk devleti tarafından artık işlevini yitirdiği için öldürülmüştür. Kürdistan Tarihinde her ihanetçinin işinin bitmesinden sonra devlet tarafından ortadan kaldırılması akibetinden kurtulamamıştır. Hizbul-Kontra tek bir PKK gerillasına kuşrun sıkma gücünü ve cesaretini gösterememiştir. Farqin, Bismil, Nusaybin, Batman, Amed vb. Yerlerde Jitem’in kontrolünde ve denetiminde masum Kürt Yurtseverlerine saldırmış ve katletmişlerdir. Bunlar kendi dava dosyalarında da tüm ayrıntılarıyla ortaya konulmuştur. AKP Kürdistan Özgürlük Hareketini zayıflatmayı, tasfiye etmeyi varlığının ve geleceğinin teminatı saymıştır. Önder APO’nun deyimiyle Tayip Erdoğan PKK’ye vurarak iktidardaki yerini sağlamlaştırmıştır. İktidar mekaniğini böyle kurmuştur. Bunun için de alttan alta Hizbul-Kontray’ı PKK’ye karşı semirtmeye özel bir gayret göstermiştir. Bir çok AKP milletvekilinin Hizbul-Kontra ile içli dışlı olduğunu hemen hemen bir çok basın yayın kurumu yazıp çizdi. Fakat bu durum bir iki lokal çatışmanın ötesine geçmedi. Ne zaman ki AKP 2011 seçimlere hazırlandı ve seçimlerden sonra Ortadoğudaki gelişmelerle birlikte fırsat bu fırsat diyerek PKK’ye karşı Sri Lanka modeli topyekün imha planlamasını yaptı, işte o zaman 2011’in başlarında Hizbul-Kontra’nın eli Kürt kanına bulaşmış şefleri güya yanlışlık oldu denilerek birer birer serbest bırakılarak hem örgütsel olarak hem de moral destek bakımından önemli bir hazırlık yapılmıştır. Ardından Çağrı TV gibi imkanlar sunulularak palazlandırılmaya çalışılmıştır. Öyle ki legal bazı unsurları tam da bu süreçte öne çıkarak Kürt Kürdistan adına “bizde varız!” deme noktasına işi vardırmışlardır. Kürt ve Kürdistan için sömürgei Türk devletine ve onun inkar sistemine karşı tek bir söz söylemeyen tek bir eylem yapmayan tek bir kurşun sıkmayan bu hain çete Türk devletinden aldığı silahlarla ilk yaptığı şey Kürt yurtseverlerini katletmek olmuştur. Başka ülkelerin bir biçimde kendi ülkelerindeki haksızlığa zulme karşı hizbullah oluşumları vardır ve halen de bu kimlik adı altında önemli bir mücadele de yürütmektedirler. Fakat sözüm ona kendine Hizbullah adını yakıştıranlar tümüyle içinde bulundukları ihanet konumunu gizlemek içindir. İğrenç yüzlerine geçirdikleri kutsal islam onların o lanet yüzlerini gizlemede bir araç olmayacak kadar temizdir ve yan yana getirilemezler. Takke düştü kel göründü. Fırsat bu fırsat PKK ateşkes ilan etmiş geri çekilmeye de hazırlanıyor üniversiteden başlayarak bir çıkış yapalım ve sonuç alalım hesabı yapmıştır ama çarpılmıştır. Çünkü Allah en fazla kendisi karşısında yalan konumunda olanları sevmez ve affetmez. Kendi adına yalan söylenilmesini ise hiç affetmez. Dolayısıyla ancak PKK’nin sonuca gitmemesi için kullanılacak bir araç en azından denenmeye değer bulunmuştur ve kullanılmıştır. Öncelikle kutsal islam dini adına bu Allah’ın lanetini hak etmiş, Mazlum Kürt halkının ahını almış bu çeteci kesimin gerçekliklerini bilerek bir yaklaşım geliştirilmeli. Kürdistan halkı bunların gerçek yüzlerini, yani domuz bağı yaparak insanları kendi çoluk çocuklarıyla yaşadıkları evin bodrumuna diri diri gömecek kadar insanlıktan çıkmış bu çetelere karşı uyanık olmalıdırlar. Yurtsever Kürt Gençleri her zamankinden daha çok birliğini ve örgütlülüğünü geliştirmeli. Her türlü saldırıyı alt edecek bir daha saldıramaz duruma getirecek tedbirleri alma göreviyle karşı karşıya olduğunu bilmelidir. Tarihte bir oyunu iki kez tekrarlamak isteyenler traji komik bir duruma düşmekten kurtulamayacaklarını bilmelidirler. Birinci ihanetlerini sözüm ona bir özeleştiriyle yurtsever kamoyuna yutturmaya çalıştılar bu son ihanet saldırıları Kürt halkına karşı sömürgecilerin uşağı ve paramiliter gücü olmaktan öteye birşey olmadıkları gerçeğini çok yalın bir biçimde gözler önüne sermişlerdir. Kürdistan Özgürlük hareketi aslında onlara, kendi pratikleriden ve ihanet konumundan çıkma çağrısı yapmıştı. Öyle anlaşılıyor ki ortaya çıkan ilk fırsatta saldırmayı, ihaneti tekrarlamayı tercih etmişlerdir. Bu son pratikleriyle alınlarından bir daha sittin sene de geçse silinmeyecek kapkara bir ihanet lekesi işlemişlerdir. Bu konumda olanların ise Türk devleti’nin yeşil gladiosu ve İran’ın itlihatıyla yakın ilişkide olan çok sınırlı bir ihanetçi çete grubudur. Onun dışında kalanların bu gerçeği görerek kendilerini ihanetçilere kullandırtma pozisyonundan kurtarmalıdırlar.
Herdem Serhildan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 14 Nisan günü Dersim merkeze bağlı Rojnek ve Zel sırtlarına yönelik işgalci TC ordusu tarafından indirmelerle bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Nisan günü 18.00 ile 24.00 saatleri arasında Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Oramar mıntıkasında bulunan Şehit Gafur ve Şehit Karker alanlarına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Günlerden beri yurtsever basında, Murat İZOL adlı Kürt gencinin sömürgeci Türk devlet polisine yakalanmamak ve kurtulmak için Dicle nehrine kendisini attığı iddia ediliyordu. Günlerdir bu haber yurtsever gazete ve tv’ lerde işlenmesine rağmen ciddi hiçbir tepki ortaya konulmamıştır. Bir Kürt gencinin polisin eline düşmemek, tutuklanmamak için kendisini nehre atması haberine karşılık, ciddi bir tepki, olayı araştırma ve bunu bir kitlesel eylemliliğe çekme durumu yaşanmamıştır. Bunu nasıl anlamalıyız?
Bir insanın sırf yakalanmamak için kendisini Diclenin baharla birlikte kabarmış, hırçınlaşmış suyuna, üstelik giysileriyle atlarsa kurtulma şansının mucizelere kaldığını bile bile nehre atlaması nasıl anlaşılmalı? Bunu Dersim katliamı döneminde ateşe verilen köyün içinden can havliyle kurtulmaya çalışan bir Kürt kız çocuğunun, sömürgeci türk askerini görür görmez yeniden yükselen alevlerin içerisine koşmasından ne farkı var? Ha polisten kurtulmak için nehre atlayan Murat, ha askerin eline düşmemek için ateşe koşan Kürt kızı...
Ne farkı var?
Sömürgeci türk askerini görünce, onun eline düşmektense ateşlerde yanmayı, küllerinin havaya savrulmasını tercih eden Kürt kızının hikayesini önemli bir kesim bilmektedir. Yine yüzlerce belki de binlerce Kürt kızının, gelininin sömürgecilerin eline geçmektense kendisini Munzur suyuna ve uçurumlara attığını bilir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi tarihinde birçok gerillanın düşmana esir düşmemek için son kurşunu ve bombayı kendisinde patlattığı, kendilerini uçurumlara attığı gerçeği de bir sır değildir.
Bunlar biliniyor. En azından şu an da Amed’in sivil toplum örgütlerinde, kent meclisinde, ilçe meclislerinde bilindiği ve birçok aydın, sanatçı ve yazarın da, siyasetçinin de gayet iyi bildiği açıktır. Amed duyarlıdır. Amed Kürdistan’nın kalbidir, yüreğidir ve hassastır. Ama neden günlerdir Murat İZOL isimli yurtsever Kürt gencinin polise yakalanmamak için kendisini Dicle sularına atması üzerinde durmadı? Bu barışçıl sürecin etkisi mi? Acaba ses çıkarırsak, eylem koysak sorumluların üzerine yürürsek, süreç mi bozulur? Acaba bu kaygılar mı besleniyor? Bu kaygılar yerinde midir?
Bu kaygıların yersiz hatta bir anlamının olmadığı çok açıktır. Silahların susması, ateşkesin yapılması demek, bir halkın kendisini savunmasız her türlü saldırıya açık hale getirmesi demek midir? Siyasal savaş, gençlerimizin katledilmesine sessiz kalmak veya her türlü saldırıyı sessizce sineye çekmek midir? Veya bir-iki sıradan basın açıklamasıyla görüntüyü kurtarmak mıdır? Barış kendin olmaktan vazgeçmek midir? Ateşkes, silahların susması kendin olmaktan veya kendini savunmaktan vazgeçmek midir?
Kürdistan Halk Önderi bu süreçte siyasetin öne çıkacağının altını çizdi. Fakat siyaseti de şu şekilde tanımladı: “Siyasal savaş, yurtseverlik savaşı, tarihe ve toprağa sahip çıkma savaşıdır”. Tanımlamanın böyle yapıldığını en iyi Kürt siyasetçileri bilir. Siyasal mücadele demek, parlementer sistem içerisinde ve onun sınırları içerisinde takılıp kalmak değildir.
Savaş ne için yapıldıysa, silah ne amaçla kullanıldıysa; siyasal mücadele de o amaçla yapılır. Fark; araç ve yöntemleridir. Artık siyasetle de sonuç alınabilinecek bir duruma-konuma ulaşılmıştır. Bu nedenle de Önder APO’nun Demokratik Kurtuluş Ve Özgür Yaşamı İnşa manifestosunun anlaşılmayacak hiçbir yönü yoktur. Gayet açık ve nettir. Anlaşılır olmayan, bu ve benzer durumlar karşısında yaşanan utanç verici sessizliktir. Kaldı ki Murat İZOL’un cenazesi bulunduğunda silahla vurulduğu yurtsever basın tarafından dile getirilmiştir. Bu durum karşısında da yurtsever gençliğin bir açıklaması ve bir-iki tekrarı aşmayan gençlik eyleminin ötesinde henüz ciddi bir tepki açığa çıkmış değildir.
Son birkaç ay açerisinde Özgür ARDA isimli Kürt genci sömürgeci AKP devletinin polisleri tarafından kurşunlanarak katledilmişti. Şahin ÖNER isimli welatparêz genç herkesin gözleri önünde katledilmesine, panzer altında ezilmesine rağmen, bir-iki sınırlı tepkinin ve çok sınırlı bir imza kampanyasının ötesine geçilmedi. Sonuca götürülemedi. Öncesi de var; Aydın ERDEM isimli welatparêz Kürt genci bizzat sömürgeci AKP devletinin polisleri hedef gözetilerek ateş edildi ve katledildi.
Öyle anlaşılıyor ki Amed’de kürt gençlerini korkutma, sindirme ve yıldırmaya dönük son derece bilinçli bir saldırı yürütülmektedir. Son iki gündeki Hizbi-Kontra saldırıları da bu kapsam ve plan dahilinde ele alınmalıdır. Bunu yapanlar ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar. Fakat bu saldırının hedefi konumundaki Kürt Halkı, Kürt gençleri hala bu saldırı karşısında ne yapmaları gerektiği, nasıl bir dil ve mücadele içerisinde bulunmaları gerektiği konusunda yeterli bir kavrayış, plan, program ve bu temelde bir mücadele içinde değildirler. Geçiş sürecinin bir ifadesi olarak ortaya çıkan bu durumun hızla aşılması gerekir.
Tekrar Önder APO’nun son zamanlarda yaptığı siyasal mücadele tanımına dönelim. “Siyasal savaş, yurtseverlik savaşı, tarihe ve toprağa sahip çıkma savaşıdır”. Şimdi süreci başlatan ve büyük bir kararlılıkla barış mücadelesini yürüten Önder APO’dur ve O’nun da siyasal mücadele tanımı budur. Burda toprağı, tarihi ve Kürdistan yurdunu savunmaya, korumaya çok çarpıcı bir vurgu vardır. Siyaset ve siyasal mücadelenin önüne tam da bu görevler konulmuştur. Kürdistan toprağında ve tüm Kürtlerin kalbi olan Amed’in orta yerinde herkesin gözleri önünde işlenen bu katliamlara sessiz kalmak ya da görüntüyü kurtaran tarzda bir-iki geçiştirici söz söylemek barışı geliştirmez, süreci ilerletmez. Tam tersine müzakere sürecini dinamitler. Sömürgecileri bu katliamları yapmaya cesaretlendirmekten başka sonuç yaratmaz.
Barış, bir ulusun-halkın kendi olmaktan ve saldırılar karşısında kendini savunmaktan vazgeçmek değildir. Tam tersine barış, tam da bir ulusun-halkın kendisi olmaktır. Kürdistani olmak ve Kürdistan topraklarında diğer halklarla eşit bir biçimde yaşama imkanına kavuşmak demektir. Bu da ancak bir ulusun-halkın kendisine yönelen saldırgan eli kırk yerinden kırabilme gücünü gösterebilmek veya hissettirebilmektir. Evet, barışçıl siyaset veya siyasetin öne çıktığı durum, kendini özgürce ifade etme imkanına kavuşmaktır. Bu da sürekli bir biçimde örgütlülük ve mücadele demektir. Halk olarak kendini savunma, her türlü saldırıya karşı koruma sistemini kurmaktır. Kendisini savunamayanın, savunma bilinci, gücü ve örgütü olmayanın barışı da olamaz. Siyasal süreç, kendi varlığını koruma, özgürlüğü sağlama amacından vazgeçmek değildir. Çünkü, varlığı tehdit altında olanın barışı olamaz.
Murat İZOL’a gerektiği kadarıyla ve layıkıyla sahip çıkamamak, bir rehavet ve mücadelesizlik durumunu ifade etmektedir. Bunun hem de neredeyse “rehavete kapılmamalıyız” söyleminin en çok kullanıldığı bir zamanda görülmesi, kabul edilemez bir durumu ifade etmektedir. Sömürgecileri veya Önder APO’nun inisiyatifinde gelişen bu süreci sabote etmek isteyenleri cesaretlendirir. Mücadele ve hesap sormak için ayağa kalkmak ve kendi insanını sahiplenmek, bunun için kıyamet koparmak ise, sürecin biricik güvencesidir.
Zaten Önder APO da bu görevi Kürt Halkına vermedi mi?
Amed halkı bu görevi öncelikli olarak alan bir halk olarak, Diyarbakır valisi ve Emniyet müdürünü bu topraklar üzerinde, bu şehirde kabul etmemelidir. Bu katil ikiliyi, Özgür Arda’nın, Şahin Öner’in, Murat İzol’un ve Komutan Numan ve on HPG savaşçısının katledilmesini planlayan ve operasyonu yöneten katiller olarak, Amedin başında ve kendilerini yönetmesine izin vermemelidir.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar