Öncelikle Kürdistan halkının Kahramanlık haftasını kutluyorum. Agit yoldaş şahsında tüm Kürdistan devrim şehitlerini, Mahir Çayan şahsında tüm Türk devrimcilerini saygıyla anıyorum. Anılarına Önder Apo’nun özgürlük manifestosunu pratikleştirmek, hepimizin boyun borcudur.
Kürdistan halkı Newroz ruhuyla kahramanlık haftasını karşıladı. Şimdide aynı ruh, coşku ve kararlılıkla Amara’ya yürüyor. Newroz’la birlikte başlayan Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı inşa sürecinin nasıl pratikleştireceğini tartışıyor ve anlamaya çalışıyor. Sömürgeci Türk devletinin Başbakanı, Cumhurbaşkanı ve muhalefeti Önder APO’nun yaptığı tarihi, stratejik ve çözümleyici adımı, Kürdistan halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin bu çağrıya verdiği eşi görülmemiş kitlesellikteki desteği bir yana bırakarak “neden orada bayrak yoktu” söylemini öne çıkardılar. Ve bayrağın asılmamış olmasını bir provokasyon olarak değerlendirdiler. Provokasyon sözü bizzat Erdoğan’a aittir.
Önderliğin açıklamalarını “olumlu bulmakla” birlikte bayrağın olmamasını provokasyon olarak değerlendirmesi samimiyetsizliğin de ifadesi olmuştur. Aslında T. Erdoğan sonuç alacağını bilse ve konjonktür uygun olsa Habur sürecinde olduğu gibi “başa döneriz” diyebilirdi. Fakat herkesin tespit ettiği bir durum vardır ki, AKP çok istediğinden değil, bu sürece mecbur bırakılmıştır. Nitekim M. Ali Şahin’in “aksi takdirde bölünecektik” sözü bunu teyit eder niteliktedir. Onun için açıktan “başa döneriz” demedi, diyemedi. Ama 29 Mart akşamı Kanal D-CNN Türk ortak yayınında bunu farklı bir biçimde dile getirdi.
Kürdistan Özgürlük gerillasının, TBMM’nin devreye girerek, yasa çıkarması temelinde geri çekilebileceği yönündeki açıklamalara karşılık olarak, sömürgeci devletin başbakanı “silahlarını bırakıp çekilirler, yasaya gerek yok, nereye giderse giderler”, “silahta diretirlerse biz şehit, onlar ise pisi pisine giderler” biçiminde bir değerlendirme yaptı. Bu bir çözüm anlayışı değil, teslimiyeti dayatmaktır, Kürdistan özgürlük savaşçılarına hakarettir. Şehitlerimize hakarettir. Bu Önder Apo’nun projesini boşa çıkarmaya yönelik bir adımdır. Ama sömürgelerde, ezilen halklara karşı haksız bir savaşı yürütenlerin değer gördüğü nerede görülmüş ki…Ancak kendi toplumunu haksız bir savaşa motive etmek için kullanılan bu ifadenin fazla bir değerinin olmadığı çok açıktır.
Belli ki, Önder Apo’nun “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı” inşa etme manifestosunun Kürdistan’da, Türkiye demokrasi çevrelerinde ve uluslararası alanda yarattığı etkiyi hazmetmemiş. Milyonların pür dikkat hem Newroz meydanında hem de televizyon başında Önder Apo’nun mesajını dinlemeleri ve açıktan desteklerini ortaya koymaları sömürgeci Türk devletinin başbakanının kimyasını bozmuş gibi gözüküyor. Abuk-sabuk konuşması bundandır.
Hatırlanırsa sömürgeci Türk devleti, Kandil ve Maxmur’dan gelen barış gruplarının milyonlar tarafından karşılanması üzerine sömürgeci Türk devletinin başbakanı “ başa döneriz” demişti. O ne umuyordu gelişlerden? Gelenler süklüm-püklüm, pişmanlık ruhuyla gelip Türk devletine sığınacaklardı. Ama böyle olmadı. Milyonlar karşıladı. Barış elçileri de, en ufak bir taviz vermediler. İlk günde gelişleri olumlu gören sömürgeci devlet yetkilileri, hem kitle gücünü hem barış grubunun tutumunu görünce, ağız ve politika değişikliğine gittiler.
Şimdide Kürdistan halk Önderinin açıklamasının yarattığı olumlu havayı ve hesaplarının alt-üst olduğunu görünce, “başa döneriz” anlamına gelen “silahlarını bırakıp çekilirler, yasaya gerek yok, nereye giderse giderler”, “silahta diretirlerse biz şehit, onlar ise pisi pisine giderler” türünde seviyesiz ve provakatif sözler sarfetti.
Sömürgeci Türk devletinin başbakanı T. Erdoğan’ın Newroz günü Önderliğin yapılan açıklamalarını esas alma yerine, bayrağın olmaması üzerinden Özgürlük Hareketine ve Demokratik siyaset alanına yüklenme gereği gördüğü şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu açıkça siyasi ve psikolojik saldırıdır. Amaç şudur. Kürtlerin özgüvenlerine, sevinçlerine ve geleceklerine müdahale ederek sınır koymaktır. Daha açıkçası “ istediğiniz kadar kitlesel olabilirsiniz ve sevinebilirsiniz ama efendiniz biziz, bayrağımız sizin tepenizdedir.” Bu aynı zamanda bir tehdit ve gözdağı anlamına da geliyor. Yani Türk efendiler olarak kölesi kabul ettikleri Kürtlere “fazla ileri gitmeyin giderseniz kötü olur. Atacağınız adımları da biz belirleriz, sizin kutlamalarınızın ve sevinciniz sınırını da biz belirleriz.” demek istiyorlar.
Türk başbakanının barıştan, teslimiyeti, kardeşlikten köleliği anladığı çok açıktır. Bir “Türk barışı” dayatması içinde olduğu çok açık. Tüm barıştan yana olan güçler, kesimler bu gerçeği iyi görmelidirler. Kim gerçek, onurlu bir barıştan, kim savaştan yana?
Türk devletinin, Akp’nin, Chp’nin ve Mhp’nin tutumlarını ve yaklaşımlarını anlamakta ve yorumlamakta bir sorun yoktur. Fakat bazı Kürt siyasetçileri “bizim bayrakla bir sorunumuz yok, bir yetersizlik olmuş, aklımızda olsaydı asardık” yönlü açıklamalar doğrusu Kürtlerin ve o muhteşem Newroz kitlesinin ve sürecin asla hak etmediği bir yaklaşım olmuştur. Belki bunu sözüm ona ortamı yumuşatma, politik esneklik adına ve yine hassasiyetler üzerinden söylemişlerdir. Böyle de düşünmüş olabilirler. Ama doğrusu yakışmamıştır. Bu yaklaşım politik olarak gerilemedir. Kürtlerin büyük direnişlerle kendilerini yeniden yarattıkları özgüveni dikkate almamayı ifade etmektedir. Sömürge toplum psikolojini ifade etmektedir. Kürdistan halkının direnişçi özünü ifade etmemektedir. Önder Apo’nun deyimiyle artık “Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı.” Bu yaklaşım Kürt halkının ulaştığı düzeyi ifade etmemektedir.
Eğer bu düşük yoğunluklu bir kriz ise bu krizi iyi yönetememişlerdir. T. Erdoğan kurnazlık ve sinsice gerilim siyaseti yürütmüştür ve ne yazık ki, Kürt siyasetçileri bunu görmemişlerdir. Diplomatik ilişkilerde gerilim siyaseti son derce bilinçli olarak uygulanır. Buna bir tür “blöf” ve “şantaj” da denilebilir. Bu görülememiştir. Kürt halkının hassasiyetlerini yeterince gözönüne alamama vardır. Burada sürecin ve Önderlik projesinin de yeterince anlaşılmadığı görülmektedir. Böyle hemencecik adeta “hata yaptık izin verirseniz hatamızı düzeltiriz” babında ifadeler sürecin ve önümüzdeki dönemin yeterince anlaşılmadığını ve kavranmadığını göstermektedir. İşte bir Kürt siyasetçinin bir türlü anlam veremediğimiz, kimsenin de anlam veremediği “ özür dileme” de bunun bir tezahürüdür. Özür bir yere oturtulamamış, boşta kalmıştır.
Şimdi şunu belirtmekte fayda var. Efendi-Köle, sömürgeci-sömürge ve inkar-imha üzerine kurulu olan Kürt- Türk ilişkileri değişecekse, eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden inşa edilecekse o zaman Türk bayrağı da değişecektir, değişmek zorundadır. Bayrak değişmez diye bir şey yoktur.
Öncelikle şunu belirtelim ki, Kürdistan halkının Türk bayrağına dönük “bu bizimde bayrağımızdır” şeklinde bir algısı, içten bir benimsemesi yoktur. Bunu adeta Kürtlerin böyle bir yaklaşımı varmış gibi yansıtmak, Kürtlere yabancılaşma ve bir hakarettir. Her Türk’ün evinde veya çeşitli özel günlerinde bir veya birden fazla bayrak görebilirsiniz. Ama her Kürt’ün evinde bu bayrağı göremezsiniz. Hele hele Newroz halkında bunu hiç göremezsiniz. Ancak bazı işbirlikçi kesimleri bunun dışında tutuyoruz. Kaldı ki bu bayrak doksan yıldan bu yana Kürtlerin gözünde, inkâr, imha, asimilasyon, katliam, sürgün, zindan ve işkence ile özdeşleşmiştir. Bu kadar kötü şeyi sembolize etmektedir Kürtler için. Yani Türk devletinin Kürdistan’daki katliam ve soykırım temelindeki hâkimiyetinin sembolüdür. Bunu aklı ve vicdanı olan Türkler dahi dile getirmektedir. Amed zindanında neredeyse büyük bir Türk bayrağının çizilmediği koğuş koridor yok gibidir. Bugün üzeri badanansa da hala yakından bakılınca gözükmektedir. Bazı koğuşlarda ise duvarlar yeterli görülmemiş olacak ki, tavanlara da çizilmiştir. O Türk bayrağının altında, yanında vahşetlerin yaşandığını herkes bilir.
Son iki yüz yıl içinde Osmanlı ve Türk devletleri adına bayraklarında değiştiğini biz biliyoruz. Dolayısıyla bayraklar ve semboller değişmez değildir. Değişir. Yeniden oluşturulacak bir anayasa ile birlikte, bayrak kanununda da kimi değişiklikler yapılarak, Kürt değerlerini ifade eden renkler o bayrağa eklenebilir. Ama bugün Kürtlerin gözünde bir zulüm simgesidir. Kimse bunu barış, kardeşlik adına Kürtlere sevdirmeye kalkmamalıdır.
Hele hele sömürgeci Türk devletinin “başa döneriz” havasındaki sözlerinden sonra…
Kürdistan Halk Önderi milyonların gerçek, onurlu barışını, Kürt ulusunun eşitlik-özgürlük temelindeki tarihi çözümleyici yaklaşımını ortaya koyduktan ve Kürdistan özgürlük hareketi elindeki esirleri serbest bıraktıktan ve sorunun çözümü için bir fedakârlık olarak ateşkes ilan ettikten sonra, eğer başa dönülecekse, buyurun başa dönelim!
Önderliğimizin ve bizim tercihimiz hiç kuşkusuzki başa dönmek değildir. Biz Önder Apo’nun projesinin pratikleşmesini istiyoruz. Kürdistan özgürlük hareketinin tüm çabaları ve Kürdistan halkının talepleri bu yöndedir. Ancak ille de Kürdistan halkına sömürgeci savaş dayatılır, yani başa dönülürse de, bir kez daha kazanan Önder APO, Kürdistan Özgürlük gerillası, Kürdistan halkı, barış ve özgürlük olacaktır. Kaybeden Türk sömürgeciliği ve şimdiki temsilcisi T. Erdoğan olacaktır! Çünkü Kürtler eskisi gibi yaşamamakta ve savaşmamakta kararlıdırlar. OLACAKSA BİR YAŞAM ÖZGÜRCE OLACAK YA DA HİÇ!
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
1947 yılının 31 Mart’ında Mahabat’ın Çarçıra meydanında Qazi Muhammed ve onunla yol arkadaşlığı yapan 3 insan asılarak katledildiler. Bugünlerde katledilişlerinin 66. Yıldönümünü geride bırakarak 67. Yılına giriyoruz.
“Birinci Paylaşım Savaşı’ndan büyük sarsıntıyla çıkan İran Şahlığın da siyasal birlik ancak 1925’te kurulmuştur. Merkezi otoritenin gelişmesinden rahatsızlık duyan kimi etkisiz hareketler dışında Doğu Kürdistan’da 1946’ya kadar ciddi bir hareket yaşanmadı. Şahlık rejimi Kürt egemenleri ile çatışmaya girmeden Kürtleri merkezi otoritesine dâhil etti. Baskı ve şiddeti içermeyen bu ilişki tarzı Doğu Kürdistan’da isyan hareketlerini engelledi.
Şahlık rejiminin II. Paylaşım Savaşı’nda Almanya taraftarı politikalar izlemesi üzerine Sovyet ve İngiliz güçleri İran'a girdiler. Bu durumdan yararlanan Kürtler 13 Ocak 1946’da Kızıl ordunun desteğinde Mahabat Kürt Cumhuriyetini kurdular.
Mahabat Kürt Cumhuriyetinin lideri Qazi Muhammed’in ailesi tanınan bir ailedir. Belli bir direniş geleneği olan bir ailedir. Böyle olunca erkenden kabul edilmesi zor olmamıştır. Dedesi Şeyh El Meşayih 1930’larda İngilizlere karşı Kürt aşiretlerini bir araya getirerek isyana liderlik yapar. Amcası Qazi Fettah Mahabad şehrini Türklere ve Ruslara karşı korumak için 1916’da direniş örgütleyen biri olarak tanınmaktadır. Kısacası yurtseverliği sınanmış bir aileden gelmektedir.
İkinci Dünya Savaşı esnası ve sonrasında birçok halk için olduğu gibi Kürt halkı için de bir fırsatın doğduğu düşünülmektedir. Savaş esnasında -25 Ağustos 1941’de- İngiltere ve Sovyetlerin Doğu Kürdistan’ın önemli bir bölümünü işgal etmeleriyle bu fırsat yaşam olanağı bulmuş olur. Her iki devlet İran üzerinde etkilerini yaymaya çalışmaktadırlar. Ne de olsa Ortadoğu önemli jeo stratejik bir alandır. Büyük petrol yataklarının bulunmasının yanı sıra Asya’ya açılım kapısı olması da ayrıca diğer ilgi çeken bir husustur. Somut gerçeklik olarak; her iki güç çıkarları gereği Kürtlere ve diğer etnisitelere ilgi duymaktadır.
Kürtler giderek gelişen Sovyetler Birliği’ne daha sıcak bakmaktadır. Bunun tarihte olup bitenlerle de bağı olduğu açıktır. Son yüz-yüz eli yılda İngiltere’nin Kürtlere çokta hayırlı işler yaptığı görülmemiştir. Bundan da olmalıdır ki Kürtler Sovyetler Birliği’ne yaklaşacaklardır. İran’ın zayıflamasıyla birlikte Sovyetlerle görüşmeler yapılır. 4 Eylül 1942 yılında İran’daki tüm Kürt örgütlerinin katıldığı bir geniş toplantı yapılır. Bu arada Komala kurulur. Önceleri illegal olan Komala kısa sürede legale geçer. Bilindiği gibi Komala legal sahaya geçmesiyle birlikte ismini “Kürdistan Demokrat Partisi” olarak ilan eder.
Sovyet rejimi Ortadoğu’ya yayılmak için Azerbaycan’da kurulmuş olan “Azerbaycan Demokrat Partisinin” benzerlerini buralarda da kurmaya çalışmaktadır. İlk önce 1943 yılında İran’da böyle bir partinin oluşumuna gider. Aynı rotada Molla Mustafa Barzani 1945'te İ-KDP'den esinlenerek Irak KDP’sini kuracaktır. İran’da oluşturulan İ-KDP’nin başına Qazi Muhammed geçer. Her ne kadar Qazi Muhammed saygın bir aileden gelse de aşiret reisliği gibi bir unvanı bulunmadığı için önceleri kimi çevreler itiraz belirtileri gösterir. Ancak Qazi Muhammed bilgi ve birikimiyle bu durumu aşar. Sovyetlerle ilişkiler sıcaktır. Destekler alınır. Bu gelişmelerle bağlantılı olarak 1946 yılında Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edilir. Çok kısa zaman önce Sovyetler KDP’nin öncülü olan Komala’nın liderlerini kabul etmemiştir. Ancak çıkarların her zaman en iyi çözüm dermanı olduğunu burada da göreceğiz. KDP ilan edildiği süreçlerde de Sovyetler kendilerine yakın duranları parti de hakim pozisyona getirmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Bunlar; Kirni Ağa-Mamiş aşiret reisi, Omerhan Şerifin-Şikak aşiret reisi ve Emir Esad Debokıri ismindeki tanınan isimlerdir.
Savaş sonrası anlaşmalar gereği Kızıl Ordu geri çekilir. Şahlık güçleri İngiltere’nin yoğun desteğiyle 1947 yılına girmeden cumhuriyete son verirler. Ortaya çıkan bu durumda Molla Mustafa Barzani’nin erkenden askeri güçlerini geri çekmesinin rolü olduğu söylenir. Mahabat’ta ki birinci derecede askeri komutan Molla Mustafa Barzani’dir. Ancak daha gerçekçi olan ise; ileri bir toplumsal tabandan yoksun olan, bu yüzden güçlü bir örgütlenmeye gidemeyerek Sovyetlere dayanmak zorunda kalan cumhuriyet İngiltere desteğindeki Şahlık güçlerine karşı dayanamamıştır, İran’ın Mahabat üzerine yürümesi sonrası düşürülmüştür.
Mamiş, Mansur ve Dehkokri aşiretlerinin yeni cumhuriyete karşı bunca uzak durma ve muhalefet yürütme nedenlerinden en önemlisi hiç kuşkusuz İ-KDP’nin başında olan cumhuriyetin önderi Qazi Muhammed'in biraz daha aydın ve modern olmasıdır. Qazi Muhammed ve Seyfi Qazi başta olmak üzere birçok Kürt lideri hapse atılır. Daha sonra Qazi Muhammed’in kardeşi de tutuklanıp hapse atılır, her üçü de idam cezasına çarptırılır ve cumhuriyetin ilan edildiği yer olan Çarçıra meydanında idam edilirler. Tarih 31 Mart 1947’dir.
Qazi Muhammed’in katledilişi Kürtlerin tarihi açısından sıradan bir olay değildir. Mahabat cumhuriyeti deneyi Kürtlere bilinç katmada, kültürel değer katmada çok önemli bir gelişmedir. Lakin çok çirkin bir şekilde yıkılışı da bir ders ve tecrübedir. Qazi Muhammed’in çok temiz duygularını kirli bir şekilde kullanarak ardından da katledilmeleri biz Kürtler açısından tarihi önemde bir derstir.
Qazi Muhammed İran devletine asla ama asla güvenilmemesini söylerken benzer duyguları Ararat direnişinde arkada İran tarafından hançerlenen İhsan Nuri Paşa’da söyleyecektir. Görüşerek ama arkadan da dolap çevirerek gizli ve kirli işler yürütmek öyle görülüyor ki bir İran devlet geleneğidir. Bu gelenek Kasımlo’nun ve de Şerefkendilerinin de katlediliş hikayesidir.
Qazi Muhammed Kürt halkına İran’nın bu kirli geleneğini anlatırken, şöyle demektedir:
“Tüm Kürt halkının düşmanları içerisinde Acemin (İran) düşmanlığı hepsinden daha zalimdir ve tanrı tanımaz acımasızdır. Uzun bir tarihten beri onların Kürtlere garezi, kinleri vardı (hala var). Bakınız, izleyiniz. Kürt halkının tüm ileri gelenleri, İsmail Axayê Şikak’tan tutun hatta Cewer Axa kardeşi ve Hemze Axayê Mengor ve nice insanların hepsi aldatılarak alçakça öldürüldüler. Onların hepsi yemin, kuranla kandırıldılar, Görülmemiştir ki Acem’in söz ve yemini, Kürt Önderleriyle yaptığı anlaşmalara sadık kalsın ya da onları yerine getirsin. Tamamı yalan ve hilekârlıktır.
Dolayısıyla ben sizin küçük bir kardeşiniz olarak Allahın yolunda, Allahın hatırı için size diyorum ki: Birbirinizi tutun, sırtınızı birbirinizden ayırmayın. Acem size bal verdiğine inansanız da içine zehir koymuştur. Acemlerin söz ve yeminlerine aldanmayın; çünkü onlar bin kez ellerini kutsal kurana vursalar da inanın ki amaçları sizi aldatmaktır, ta ki sizi kandırıncaya kadar.
İşte hayatımın son anında büyük Tanrının hatırası için size tavsiyelerde bulunuyorum. Size diyorum ve Tanrı biliyor ki; elimden bu geldi. Başım, canım mücadelem; tavsiye ve size doğru yolu gösterme de hiç yanlış yapmadım. Bu hal ve an da sizi yine bilgilendiriyorum ki, artık hiç bir sefer Acem’in sözlerine aldanmayın!
Sözlerine, yeminlerine ellerini Kur’an’a koyarak dediklerine inanmayın; çünkü Acem, ne Tanrı’ya inanır ne de peygambere. Onların kıyamet günü, hesap-kitaba inancı yoktur. Müslüman olsanız da siz onlar için Kürt’sünüz, suçlu ve mahkûmsunuz, onlara düşmansınız. Başınız, canınız, malınız onlar için helaldir. Çok sefer de geçmişi ve büyüklerimizi hatırlamışım ki; Acemler onları oyunlarla kandırarak yakaladılar ve öldürdüler; çünkü savaş meydanın da onlara karşı çıkamadılar, direnemediler. Çaresiz kalınca onları yalan ve oyunlarla aldatarak öldürdüler.”
Bu sözler Qazi Muhammed’in Kürt halkı için son sözleridir. Biz Qazi Muhammed’in acem, fars dediğini bu halkların egemenleri olarak okuyoruz. Qazi Muhammed’in halklara dost olduğunu biliyoruz. Onun yaşamı adalet ve insanlık üzerine kurulu olduğu için başka halklara karşı ön yargısı olamaz.
Qazi Muhammed’in sözleri sadece İran egemenlerine dönük söylenen sözler değildir. Halkları sömüren dünyanın tüm egemenlerine karşı duyarlı olunacak ancak halkların kardeşliğine ise asla sırt çevirmeden özgürlük kavgasına, Qazi Muhammedlerin ve de yoldaşlarının sürdüğü kavgaya devam edilecektir.
Katledilişinin yıl dönümü vesilesiyle onu anarken her zaman onun iyi genç takipçileri olacağımıza Kürdistan gerillaları olarak söz veriyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Önder Apo tarihi Amed Newroz’unda:
“Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır” sözlerini takiben ise:
“Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dıştalanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi'nde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum” diye meydanlarda bulunan milyonların aracılığıyla tüm insanlığa seslendi.
Yukarıda dile getirilenler yine söylenipte buraya almadıklarımızın tümü yeni bir sürecin görevlerine çağrı niteliği taşıyor. Herkesi özelde de gençleri ve kadınları bu yeni sürecin gereklerini yerine getirmeye çağırıyor.
Yeni süreç bunun için özü itibariyle yeni bir tarihi mücadeleyi gerektiriyor.
Öyle sanıldığı gibi her şey çözülmüş değildir. Her şey hal olmuş hiç değildir. Olup biten Kürt sorununu eksen alarak Türkiye’de birçok sorunun çözümünde başka bir dilin kullanılmasına başlanmasıdır. Buna gerici faşist ve milliyetçi militarist güçler ne kadar izin verir onu da tarih gösterecektir.
Halkların yine ezilenlerin, horlananların özü itibariyle hep emeği sömürülüp ve dıştalananların hak ettiklerine kavuşmaları için mücadele dışında bugüne kadar keşfedilmiş bir yol yoktur. Gönül isterdi ki insanın doğuştan gelen haklarının tümünü tüm insanlar, toplumlar, topluluklar derken inanç gurupları ve tüm renkler alsaydı. Ancak böyle bir gerçeklik yoktur.
Gerçeklik şudur: İktidarcı egemen güçler kendi çıkarlarını için, azami kar sağlamak için kesinlikle her zaman insanlığı sömürmek isteyeceklerdir. Bu sömürme işinden kesinlikle kendi rızalarıyla bir dakika bile vazgeçmeyeceklerdir.
Sadece bunun için olsa bile mücadelenin kesintisiz sürdürülmesi gerektiği ortadadır.
Ancak mücadelemizi başka insanların canını yakmayacak bir şekilde yürütme imkanı varsa, sosyalistlerin mutlaka bu yolu denemeleri gerektiği de bir o kadar ahlakidir, insanidir ve sosyalistçedir.
Şimdi Kürdistan’da egemenler yine Kürdistan’ı işgal altına alan güç böyle bir mücadele yoluna açık olduğunu belirtiyor.
Elbette kendiliğinden bu yola bunlar gelmemiştir. Önderliğimizin, halkımızın, gerillanın, dostlarının, Türkiye sosyalistleri ve demokratlarının muazzam mücadelesi bunun bir nedenidir. İkinci nedeni Ortadoğu’da giderek zorlanan bir Türkiye var. Planlamaları yürümeyen bir Türkiye var. Ve tabi Ortadoğu’da giderek zorlanan bir ABD ve ab var. Elbette bunlara ek olarak Ortadoğu’da kendilerine göre yapmak istedikleri de vardır.
Bunların tümü bir araya geldiğinde kendilerince Kürt sorununu dönük imha ederek çözmeye yönteminde en azından dilde ifade ettikleri gibi “vazgeçmişe” benziyorlar. Kendi politikalarını sürdürebilmek için bu “Tamil” benzeri yok etme yöntemlerinden “geri adım” atmışa benziyorlar.
Şimdi Türkiye devleti ve arkasında bulunan ABD devletinin ve onların yandaşlarının planları bellidir. Onların politikaları bu planları uygulamak olacaktır.
Ancak birde halkların cephesi vardır. Halkları cephesi ise bu coğrafyada halkların seçeneğini ve çıkarlarını uygulamaktır. Hayata geçirmektir. Bu ise söylendiği gibi “anlaştılar, uzlaştılar” gerçekliğinden çok ama çok uzak tespitlerdir. Uzlaşılan şimdilik öyle görülüyor mücadele yöntemine dönüktür. Ancak mücadeleye dönük uzlaşma halkların seçeneği gerçekleşirse olabilir. Başka da bu kadar zıt plan ve projeleri olanların uzlaşması mümkün değildir.
Özcesi sözü çok uzatmadan, zaman mücadele zamanı deyip eskisinden kat be kat daha fazla bir mücadeleye atılma zamanıdır. Dile dikkat edilecek midir? Edilecektir. Yöntemlere dikkat edilecek mi? Edilecektir. Ancak zaman dediğimiz gibi eski zamanlarda çok ama çok daha fazla aşan bir nicelik ve nitelikte bir mücadelenin yürütülmesi gerektiği bir zamandır.
Türkiye’de tüm muhaliflerin ilk kez bu düzeyde bir araya gelmenin zeminini yaratan 21 Mart Newroz manifestosu esasta Türkiye’de dıştalanmışların tümünü bir araya getirmenin de manifestosu ve çağrısıdır.
İşte bunun için diyoruz ki:
“Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.”
Bu Kürdistan gençleri için geçerli olan bir çağrıdır, ancak bir farkla; Kürdistan gençleri barış nöbeti için, Kürt halkının ve Ortadoğu halklarının eşitlik ve kardeşlik amaçları sağlanabilmesi için dağlara akması gerekmektedir.
Dağlar geleceği demokratik temellerde inşa edecek bir gençliği beklemektedir.
Bunun için diyoruz ki özelde Kürt gençliği ama genelde de Ortadoğu’da eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesi yürüten tüm halkların gençleri dağlara…
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Türk kamuoyunda son üç aylık savaşın bilançosu olduğu iddia edilen ve gerilla kayıplarımıza ilişkin kimi rakamların telaffuz edildiği haberler yapılmaktadır. Habere konu olan rakamlar gerçeği yansıtmamaktadır.
- Ayrıntılar
Kürt halk önderi Amed’de: “Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler” demişti.
Çağ gerçekliğini görmeyen, görüpte gereklerini yapmayanlar her daim tarihin çöp sepetine atıldıklarını tarih bize söyler.
CHP tarihinde sadece bir kere “zamanın ruhuna” uygun hareket etmiştir o da Avrupa’da faşizm dalgalanırken, şaha kalkarken, halkları katliamlar cenderesinde geçirirken olmuştur.
1920’lerin başlarında Almanya’da adım adım öne çıkan bir Hitler, yine benzer tarihlerde İtalya’da gelişen bir Musolloni ve de biraz ileri bir tarihte de İspanya’da gelişen Franco.
CHP o dönemlerde Avrupa’da gelişen bu faşizm dalgasına gayet iyi adım uydurarak, kendilerince “zamanın ruhunu” yakalamışlardı. “Zamanın dilini” okuyarak Kürdistan’da boydan boya katliamlar gerçekleştirmişlerdi. Başka da CHP, tarihinde “zamanın ruhunu” okuyarak politikalar geliştirmelerde hep uzak durmuştur.
CHP'nin bu zamanın dışında, çağın ruhunun dışındaki basiretsizliği aralıksız olarak 30 yıldır sürüyor. Ondan önce yer yer Ecevit ile kimi zaman bir şeyler yapmaya çalışmış olsa da dediğimiz gibi aralıksız olarak 30 yılda fazladır tam bir akıl tutulmasıyla yaşamını sürdürmektedir.
Akıl tutulmasının, yani zamanın dışında ve onun ruhunun dışında yaşamanın zirvesel ismi Baykal olmuştu. Baykal adeta donmuş, çağın dışında ve çağın gereklerini yerine getirmenin karşısında yer alan biri olarak tümden zaman dışı bir kişilik olarak şimdiden tarihe geçmiştir. Ancak Kürt halk önderliğinin bahsettiği çöp sepetinde…
Az buçuk bu CHP’yi bilenler Türkiye’de demokratikleşmenin en temel handikaplarında birinin bunların olduğu, Kürtlerin bunca yıl acı çekmelerinin de başlıca sorumlularının bunların olduğu bilirler.
Şimdi ise Baykal’ın sözde karşısına çıkarak CHP’yi çağa götürecek bir isim var. Güya Alevi, güya Kürt, güya Dersimli bir yeni CHP başkanı…
Amed’de Newroz mitingi yapıldığında merkez binalarına devasa bir Türk bayrağını asarak Türkiye’de demokratik mücadelenin önünün nasıl alındığını hem de en iyi bir şekilde göstererek. Milliyetçiliği körükleyerek yapan biri.
Türkiye’de 30 yıldır kesintisiz sürdürülen bir özgürlük mücadelesi var. Özgürlük kavgasına atılanlar en az 20 yıldır bu sorunun silahlar yerine siyasetle çözülmesini istiyorlar. İstemenin de ötesinde 20 yıldır birçok ateşkes ilan etmişler, sorunu çözmek için onlarca girişimlerde bulunmuşlar, fedakarlıklar sergilemişler derken Kürtlerin ve Türklerin barışması için çaba sarf etmişler. Bu topraklarda yaşayan tüm renklerin özgürce demokratik bir şekilde kendilerini ifade edebilmeleri için muazzam hem direnişler sergilemişler hem de bu direnişlerini farklı yol ve yöntemlerle sürdürmek istemişlerdir.
Lakin CHP adındaki parti milliyetçi ve ırkçı partilerin de ötesinde yaklaşımlarıyla sürekli engellemiş ve sabote etmiştir. Provoke etmiştir. Xabur bunun en bariz örneğidir.
Baykalcılık’ın özü tek bir çözüm önerisi sunmadan hep takoz rolü oynamaktı. Sabotajcılıktı. Demokratik kriterlerin gelişmemesi ve de faşizan devlet zihniyetin korunması için kışkırtıcılıktı.
Şimdi ise bu kez Baykal yerine ama daha sinsice bir sabotör işbaşındadır. Üstelik bu kez Alevi kimliğini, Kürt kimliğini ve de Dersim kimliğini taşıyan birileri tarafından…
Amed’de milyonların Kürt halk önderinin barışa bir şans için sunduğu tarihi konuşmaya; “Ağrıma gidiyor” diyen bir “Baykalcık” ile karşı karşıyayız. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kendi merkez binalarına devasa bir Türkiye bayrağı asarak Baykalcıklaşan biri ile karşı karşıyayız.
En başta da söylemiştik, CHP tarihinde sadece bir kere tarihin ve zamanın ruhuna uygun hareket etmiştir, o da 1920’lerin faşizan dalgalanmasında. Ve bu faşizan dalgalanmanın ne kadar zamanın ruhu olduğuna sizler karar verin.
“Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır” diyen Kürt halk önderliği: “Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler” sözlerini en fazla bu Baykalcıkların ciddi bir şekilde düşünmesi gerekir.
Ve tabi Baykalcıklara destek veren Aleviler, Kürtler, Dersimliler de bu çağın dışında kalmış olan gerçekten de giderek faşistleşen bir partiden ellerini çekerek çağın ve zamanın ruhuna uyarak cevap vermeleri gerekir.
Kürdistan gerillaları olarak halkımızdan, Alevilerden, Dersimlilerden ve tabi tüm sol ve demokratlardan istemiz budur.
K. Nuda
- Ayrıntılar
Önderliğimizin, milyonların katıldığı tarihi Amed Newroz kutlamalarında yaptığı barışçıl-demokratik çözüm çağrısı hareketimiz yetkililerince yapılan açıklamalarda da belirtildiği üzere hepimizin ortak açıklaması anlamına gelmektedir. Elli yıl boyunca Kürt halkının şahsında insanlığın ortak değerlerinin savunuculuğunu tüm saldırı, dayatma ve imkansızlıklara rağmen sarsılmaz bir irade ve kararlılıkla sürdüren Önder Apo’nun bu çağrısı hepimizin, tüm gerillaların felsefesi, programı ve stratejisidir.
Önder Apo, yeni bir çağın başlangıcı anlamına gelen bu çağrısıyla gerilla güçlerine de büyük ve tarihi görev ve sorumluluklar yüklemiştir. Önderliğimizin tam inisiyatifli bir kurum olarak yürüttüğü bu stratejinin başarısı olmazsa olmaz görevimizdir.
Bu çağrının en önemli noktası ise bir başlangıç olmasıdır. Sanıldığı ve beklendiği üzere sonuçlanmış, bitmiş bir süreç söz konusu değildir. Barış kapısı ardına kadar aralanmış, Kürt sorunu çözülmüş, Kürtlerin maruz bırakıldığı inkar ve imha süreci sonlanmış değildir.
Evet, hızlı bir ilerleme, kısa sürede sonuca ulaşmak bir hedef olarak tüm Mezopotamya ve Anadolu halklarının temel beklentisi konumundadır. Fakat son üç aylık süreçte yaşanılan ve olumlu olarak değerlendirilebilecek niyet beyanlarıyla bu hedefe ulaşılamayacağı da çok nettir.
Gerilla güçleri olarak TC devletine karşı ateşkes ilan etmiş ve Kuzey Kürdistan ve Türkiye coğrafyasından geri çekilmeyi ilke olarak kabul etmiş olmakla birlikte bu sürecin ilerlemesindeki temel belirleyiciliğe sahip olmadığımız iyi anlaşılmalıdır.
Kürdistan gerillaları olarak Kürt halkının özgürlüğü ve halk olmaktan kaynaklanan haklarının mevcut devletler düzeyinde yasal güvenceye kavuşturulmayana kadar gerilla varlığı devam edecek, Kürdistan’ın dört parçasında gerilla halkının savunma gücü sorumluluğunu yüklenmeye ve layıkıyla uygulamaya devam edecektir.
Bu gerçeğin bilincinde olanlar çok iyi bilirler ki bu hedef ve amaçtan vazgeçmemiz söz konusu dahi edilemez. Buna rağmen Önder Apo’nun belirlediği yeni mücadele stratejisi çerçevesinde önümüze konulan görevleri layıkıyla yerine getireceğimiz de çok iyi biliniyor.
Fakat yukarıda da belirttiğim gibi bu görevi yerine getirmemiz ve sürecin başarıyla devamı için biz belirleyen güç değiliz. Gerillanın ateşkesin yürürlükte kalabilmesi için yapacakları sınırlıdır. Esas belirleyen TC devleti ve ordusunun tavrı ve yaklaşımı olacaktır. Yine, geri çekilmenin başlaması ve başarılı bir biçimde sonlanması için AKP hükümeti ve devlet organlarının üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerekmektedir.
Ordu saldırıları ve askeri hareketliliği gelişmesi durumunda gerilla kendini ve saldırıların yöneldiği değerleri savunmak zorunda kalacaktır. Bu da yeniden çatışmalı bir sürecin gelişmesi anlamına gelecek ve AKP’nin sabırsızlıkla beklediği geri çekilme de asla mümkün olmayacaktır.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Türkiye’de yeni bir süreç başlamıştır. Bu sürece biz Türkiye’nin en büyük demokratik hamlesi diyoruz.
Türkiye’de en büyük sorun Kürt sorunudur. Kürtlere karşı uygulana gelen tüm politikalar özü itibariyle Türkiye’nin önünü alan politikalar olmuştur. Türkiye’de eğer demokrasiye dönük bir gelişme sağlanmıyorsa, sağlanmamışsa bunun en temel nedeni Kürt sorununa karşı takılan tavır ya da tavırsızlık olmuştur.
Kürt sorunu Türkiye’de tüm sorunların anasıdır. Mihenk taşıdır. Kürt sorununa karşı gösterilecek tutum kesinlikle demokrasiye, çoğulculuğa, farklı renklere ve farklı düşüncelere karşı gösterilecek olan yaklaşımdır.
Dikkat edilirse Türkiye’de yaklaşık 90 yıldır yok sayılan bir halk gerçekliği vardır. Bu halk gerçekliği sadece yok sayılmamış, sürekli yok edilmek için baskılara, zulümlere ve çoğu zaman katliamlara uğramıştır. Yine bu gerçeklik adeta sürekli Türkiye’nin olağanüstü bir durumda tutulmasının da temel nedeni haline getirilmiştir.
Dünyanın birçok yerinde görülen birilerini sorun göstererek diğer tüm toplumsal kesimleri tutsak alma gerçeğini Türkiye’de iktidara gelenlerin tümü halklara ve farklı kesimlere karşı iyi kullanmasını bilmişlerdir. Öyle ki Kürtlere karşı sürekli “milli cepheler” oluşturularak toplum tutsak almışlardır.
Örneğin Suriye tam 40 yıldır sözde İsrail’e karşı mücadele için olağanüstü yasalarla yürütülmektedir. İsrail’e karşı sözde alınan özel yasalar esasta tüm Suriye toplumlarına karşı çok kötü kullanılarak tümden tutsak alınmaya çalışılmıştır.
Benzer bir durumu bizler İran rejimi içinde söyleyebiliriz. İran İslami cumhuriyetini emperyalistlere karşı kollamak ve korumak için oluşturulan tüm özel ve olağanüstü yasalar esasta İran’da yaşayan tüm toplumlara ve topluluklara karşı çok çirkin bir şekilde halen kullanılmaktadır.
Yine 11 Eylül 2011’den bu yana sözde çok ileri demokrasilere sahip olan batı devletleri “terörü” gerekçe göstererek kendi toplumları başta olmak üzere diğer tüm toplumları ve toplulukları korkunç bir şekilde terörize etmektedirler.
Çıkarılan özel yasalar –gerekçeleri ne olursa olsun-kesinlikle son tahlilde kendi toplum ve topluluklarını teslim almak için alınmış ve çıkarılmış yasalar olduklarını da tüm dünya deneyimleri bize gösteriyor.
Yeniden konumuza dönecek olursak, Türkiye’de demokratikleşmenin, hoşgörünün, çoğulculuğun gelişmemesinin temel nedeni Kürt sorununa karşı alınan yok sayma zihniyetidir. Kürt sorununa karşı geliştirilen ve de adına “resmi ideoloji” dedikleri inkar ve imha siyaseti terk edilirse Türkiye’de birçok faşizan uygulamanın önü adım adım alınacaktır. Bu bağlamda Türkiye’de demokratikleşmenin önünü açacak olan Kürt sorununa karşı gösterilecek olan yaklaşımlar belirleyicidir.
Türkiye’de -ne kadar samimidirler onu süreç gösterecektir-yeni bir süreç başlıyor. Kürtlerin inkar ve imhasının terk edildiği söyleniyor. Kürtlerin kabul edildikleri söyleniyor. Bu ise kesinlikle yeni bir tarihi momentumdur. Kimisi buna milat diyor.
Artık kim ne derse desin, bu topraklarda tekçi zihniyetin aşılacağının, bunun da kesinlikle Türkiye’de yepyeni gelişmelere ebelik edeceğinin tarihi an’ını yaşıyoruz.
Kürt halk önderliği bu tarihi momentuma:
“Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.
Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır.
Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum” dediği momentumdur.
Bu: “Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan, birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç'in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes'in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek'le hısım-akrabadır” gerçeğinin yeniden yenilenmesidir.
Ve bu kesinlikle: “Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor”un çok güçlü bir şekilde dile getirilmesi oluyor.
Gerillalar olarak daha güçlü bir mücadeleye hazırlanırken, gerillaya yıllardır dostluk yapmış, gerillaya düşünceleriyle ışık tutmuş, aydınlatmış tüm sol, sosyalist, demokrat ve de özgürlük hareketinin hoşgörü kültüründen dolayı özgürlük hareketine yakın durmuş tüm çevreleri bu tarihi sürece katılmaya ve destek sunmaya çağırıyoruz.
Bizler özgürlük gerillaları olarak yeni tarihi bir sürece adım atarken, onların bunların söylediklerinden dolayı atmıyoruz, bizler öncelikle kendimize, halkımıza olan güvenimizden ve de bize yıllarca hem yakın durmuş hem de düşünceleriyle bize yol gösteren ve destek sunan dostlarımızdan atıyoruz.
Bu bilinçle tüm dost çevreleri görüşleriyle, fikirleriyle, önerileriyle bu süreci desteklemeye çağırıyoruz.
Bizim site ve gençlik içindir
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
26 Mart günü 12.00 ile 13.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları'nın Haftanin bölgesi sınırları içinde bulunan Partizan ve Heliz tepelerine yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
İLK Kurşun sıkılalı bir yıl bile olmamıştı. Kimseler inanmamıştı; ne uğruna mücadele verdikleri halk ne de kurşunu sıktıkları düşman binyılların kölelik zincirlerine sıkılan bu ilk kurşunlara. Düşman tüm hıncıyla 'bir avuç eşkıyadır, üç günde bitiririz, bunlar kılıç artıklarıdır' gibi haberleri sık sık yayınlıyordu. Halk içinde ilk kurşunun klasik bir isyanın tekrarı değil de modern bir gerilla savaşı olduğu anlaşılınca hem şaşkınlık hem de en derinlerde bir umut kıpırtısı belirmişti. Halk için Apocular artık zafer tutkusuyla çarpan bir yürek, bir beyin ve kaleşnikoflarıyla vazgeçilmez tek umut olmuştu.
1985 yılının Haziran ayıydı. Karlar erimiş, coğrafya tüm bereketini sunuyordu. Abbas, Erdal (Mustafa Yöndem), Zeydin, Haşim, Veysi, Kemal, Gürcan, Zozan, Cihan, Azime ve ismini hatırlayamadığım altı yedi arkadaşla beraber Zap'tan Haftanin'e doğru hareket etmek üzere kendi içimizde örgütlendik. O zaman Behdinan alanı şimdiki gibi denetimimizde değildi. Bir de İran-Irak Savaşı'ndan dolayı Irak ordusu her zamankinden daha çok duyarlıydı. Kullanıldığını bildiği bütün yollara pusu atıp top atışı yapıyordu. Bundan dolayı Güney sahası da Kuzey sahası kadar tehlikeliydi ve tedbir gerektiriyordu. Büyük bir gizlilik ve duyarlılık ile grubumuz yola koyuldu. Gittiğimiz yollarda küçücük bir iz bile bırakmamalıydık. İçtiğimiz sigaraların izmaritlerini bile saklıyorduk. Yürüyüş düzenini hiç bozmadan dördüncü günün sonunda stratejik alanlara konumlanmış karakolların arasından sıyrılarak arkadaşlara ulaştık. Haftanin'de 30-35 kişilik bir arkadaş grubu vardı. Birçok arkadaş daha önceden tanışıyordu, fakat uzun süre görüşmemişlerdi. Çay ve sigara eşliğinde birkaç saat hasret giderildi, yemek yenildikten sonra sohbetler yerini dinlenmeye bıraktı.
Haftanin'de yapılan bir dizi toplantı ve planlamadan sonra Agit arkadaşın olduğu alana, yani Besta alanına hareket etmek için yol hazırlıkları yapılmaya başlanmıştı. Yolda uyulması gereken kurallar üzerine tüm arkadaşlara uyarılar yapıldı. Düşman hem hareket üzerinde psikolojik baskı yaratmak hem de hareketi bitirmek umuduyla her gün operasyonlar düzenliyordu. Bu da yol yürüyüşümüzü zorluyordu. Görüntü vermemek için patikalardan çıkarak dik yokuşlara tırmanmaya başladık. Bazen kısa molalar vererek gideceğimiz yönü keşfediyorduk.
Bir seferinde keşif amacıyla giden Zeydin ve Kemal arkadaşlar operasyona çıkan arkadaşları fark etmişlerdi. Abbas arkadaş yürüyüş düzeni ve hareket tarzına ilişkin uyarılarını yaptıktan sonra akşam 8-9 civarında yola çıktık. Daha biz hareket etmeden düşman bizim yerimizi keşfetmişti ve Besta yönünde hareket edeceğimizi anlamıştı ki yollara pusu atmıştı. Grubumuzdan bir arkadaş rahatsız olduğu için zaman zaman kopmalar oluyordu. Arazi ormanın sık, kayaların ise az olduğu bir alandı. Vadinin sonlarına doğru gelmiştik, geçmemiz gereken bir boğaz kalmıştı. Düşman tam oraya pusu atmıştı. Grup hem açlıktan hem de yorgunluktan bitkin düşmüştü. Pusuya yakın bir yerlerde grubumuz bir kez daha koptu. Geride kalan arkadaşların gelmesi için bir arkadaş birkaç sefer ıslık çaldı. Düşman ıslık sesini duymuştu ve pusuya doğru geldiğimizden de emindi artık. Pusunun ilk kolunu çatışmasız geçtik. Düşman bizi tam ortalarına almak için ilk kolda ateş etmemişti. Tam düşmanın çemberine girdiğimizde sağlı sollu, önlü arkalı yaylım ateşine tutulduk. İlk mermi sesini duyar duymaz herkes kendisini yere attı. Yaklaşık yarım saatlik çatışmadan sonra çemberi ancak yarmayı başarabildik. Beş saatlik tempolu yürüyüşün ardından çatışma alanından uzaklaştık. Pusuda Haşim arkadaş şehit düştü, Zozan arkadaştan ise hiç haber alamadık. Diğer arkadaşlar ise sağlam bir şekilde geri çekilmeyi başardı.
Hava aydınlanmaya başlamıştı. Biraz uyuyup dinlenmek için uygun bir yere konumlandık. Erdal arkadaş ile benim gözlerim keskin olduğu için sabah nöbeti için görevlendirildik. Düşman da o gün sabahın erken saatlerinden başlayarak alanın geneline geniş bir operasyon düzenlemeye başlamıştı. Askerleri görünce hemen arkadaşlara haber vermeye gittim. Kaldığımız nokta sık ormanlıklı ve saklanmaya elverişli olduğu için gündüz hareket etmemeye karar verdik. Abbas arkadaş Erdal arkadaşa gülerek; "bir daha Gürcan arkadaşı sabah nöbetine göndermeyelim. Ne zaman göndersek askerlerle karşılaşıyoruz" dedi.
Karanlığın çökmesiyle düşman geri çekildi. Biz de yolumuza devam ederek bir gün sonra Masiro'daki arkadaşlara ulaştık. Arkadaşların içinde oldukça güvenli ve coşkuluyduk. Herkes bir ağacın gölgesine uzanarak dinlenmeye başladı. Noktada olan arkadaşlar ise grup için yemek ve çay yapmakla uğraşıyorlardı. Dinlendikten sonra bir taraftan çay ve sigara içilirken, bir taraftan da sohbet edilmeye başlandı. Bu sırada Erdal arkadaş, askeri parke giymiş, elinde M-16 silahı ve hafiften sakalı çıkmış olan Agit arkadaşı göstererek bizi tanıştırdı.
Farklı alanlardan gelen arkadaşlarla birlikte sayımız yüz elliyi bulmuştu. Bu kadar arkadaşın bir araya toplanması ortama farklı bir atmosfer kazandırıyordu. Arkadaşların moralli olduğu yüzlerinden okunuyordu. Tabii ben de oldukça etkilenmiştim. Çünkü ilk defa bu kadar arkadaşı bir arada görüyordum. Arkadaşların HRK'nin yönetim toplantısı için toplandığını sonradan öğrenmiştik.
Bütün arkadaşlar HRK'nin resmi kıyafetlerini giymişti. Herkeste kızıl yıldızlı bereler vardı. Muhteşem bir görüntüydü. Abbas, Erdal ve Agit arkadaşlar ayrı bir yere oturarak tartışıyorlardı. Toplantı o ana kadar yapılan toplantıların en kapsamlısıydı. Yaklaşık olarak on gün sürmüştü. Toplantının ardından düzenlemeler yapılarak herkes kendi alanına doğru hareket etmeye başladı. Bizim de yedi erkek arkadaş ve bir bayan(Azime) arkadaşla birlikte Hakkari'ye düzenlememiz oldu. Görevimiz daha çok halka toplantı düzenlemek, parti çalışmaları hakkında bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve yardım toplamaktı.
Bize verilen görev temelinde Hakkari'ye gittik. Faraşin, Levine ve Kaşura mıntıkası oldukça geniş ve zozanlık olduğu için her tarafı zomlarla doluydu. Bundan dolayı daha çok zomlarla ilişkilenip toplantı yapıyorduk. Hemen hemen gittiğimiz her yerde Azime arkadaş için; 'bu bayan arkadaşı gönderin, yazıktır, yapamaz' deniliyordu. Tabii bunu Kadın özgürlük mücadelesinden habersiz bir şekilde söylüyorlardı. Ama diğer yandan da gittiğimiz her yerde bütün kadınlar Azime arkadaşın etrafında toplanıyordu. Tek başına hepimizden daha çok etkili oluyordu. Bir de Azime arkadaşı görenler; "eğer bir bayan yapabiliyorsa, o zaman biz de katılmak istiyoruz" diyorlardı. Azime arkadaşın yaşamdaki duruşu ve halkla olan ilişkisi katılımlarda çok etkiliydi.
Daha sonra Irak sahasına çekildik. Oradan da Uludere'ye eylem yapma amacıyla yola koyulduk, fakat yoğun kar yağışından dolayı geri dönmek zorunda kaldık. Abbas arkadaş Gabar'a gitmek üzere düzenlememizi yaptı ve oradan da III. Kongre için Güneybatı’ya geçti. 1985 Aralığı'nda Gabar'a, Agit arkadaşın yanına geçtik. O zamanlar 32 arkadaştık. O süreci Agit arkadaşın yanında geçirme fırsatım olmuştu, böylece O'nu iyice tanıyabilmiştim.
Agit arkadaş, zamanının hemen hemen tümünü arkadaşlarla geçiriyordu. Onlarla tek tek ilgilenerek eğitmeye çalışıyordu. Dünya devrimleri, halkın mevcut konumu, yapılması gerekenler ve militanın nasıl olması gerektiği konularında her zaman sohbet ortamını yaratıyordu. Oldukça mütevazı ve özerk olmayan bir yaşam biçimi vardı. Hepimizde hayranlık uyandırmıştı. Kendimizi O'nun etrafında olmaktan alıkoyamıyorduk. Bu, bize anlatılamayacak, ancak yaşanılabilecek bir güven duygusu yaşatıyordu. Hiçbir zaman örgütsel tedbirlerini ve arkadaşların güvenliğini başkasına bırakmıyordu. Gittiğimiz her yerde bütün nöbet ve tepe yerlerini kendisi keşfeder, konumlanmayı bizzat kendisi yapardı. Hiçbir zaman düzenlemeyi yapıp; 'gidin, bu işi yapın,' demedi. Her zaman düzenlemeyi yapar ve kendisi de en önde yürürdü.
Köylere gittiğimizde de halka nasıl davranmamız gerektiğini ondan öğrendik. Anlatmadan yaparak ve yaşayarak gösterirdi. Agit arkadaş halk içerisinde de müthiş bir hayranlık uyandırmıştı. Tabii tüm bu yeteneklerden düşman da nasibini almaya başlamıştı.
Sürekli alan değiştiriyorduk. Kaldığımız yer çok genişti, onun için bazen Cudi, bazen Gabar, bazen de Eruh'ta kalıyorduk. Artık halk içerisinde Apocular olarak tanınıp dalga dalga yayılıp büyümüştük. Düşman bizim nerede olduğumuza ilişkin herhangi bir duyum aldığında, o gün varolan bütün gücüyle bize yönelirdi. Her an baskın yiyeceklerinin korkusunu taşıdıkları her hallerinden belliydi. Sağa, sola durmadan ateş ederlerdi.
III. Kongre başlamak üzereydi. Agit arkadaşın kongre için Güneybatı’ya geçmesi gerekiyordu. Bunun için acilen Cudi'ye geçtik. Agit arkadaşı geçireceğimiz zaman kuryemiz şehit düştü. Başka kuryemiz de yoktu, onun için tekrardan Gabar'a geri döndük. Gabar'a ulaşınca Agit arkadaş üç kişiyi ayarlayarak Dicle suyunu botlarla ya da lastiklerle geçerek Mardin'e geçmeyi planladı. Orada kurye bir arkadaş vardı, onu alıp gelmemiz gerekiyordu. Su o kadar yükselmişti ki, hiçbir şekilde geçmemiz mümkün değildi. Tekrardan Gabar'a döndük. Agit arkadaşın kongreye gidemeyeceği artık kesinleşmişti. Agit arkadaş; "madem kongreye gidemedik, o zaman eylemler geliştirerek hem Önderliğe destek vermiş oluruz hem de kongredeki arkadaşlar moral alır" dedi.
Agit arkadaş bir eylem planı hazırlayarak yakınımızdaki çete köyüne eylem yapmaya karar verdi. Fakat kimse ölmeyecekti. Cuma günüydü ve herkes camiye gitmişti. Tabii kimse silahını yanına almamış, evde bırakmıştı. İşte tam herkes camideyken köye baskın düzenledik. Bütün köylüleri toplayıp toplantı yaptık. Sonra da tüm silahları toplayarak yanımıza aldık. İkinci eylem olarak da, Zıvınga Şıkake ismindeki çete köyünü hedefledik. Yine hiç kimsenin ölmemesi gerekiyordu. Baskın için köye gittiğimizde herkes bostanlara gitmişti. Akşama doğru döneceklerdi, biz de o zaman yakalayacaktık. Ve toplantı yaptıktan sonra da köyden çıkacaktık. Köylüler dönmeye başladılar, onlara silahlarını bırakmalarını söyledik. Hiçbiri bizi dinlemedi ve ateş açmaya başladılar. Çatışmak zorunda kaldık. 3-4 kişi öldü. Bazılarını sağ yakaladık, sonradan da bıraktık. Birkaç tane de silah ele geçirdik. Agit arkadaş; "bu eylemden sonra düşman kesin operasyona çıkacak. Onları arazide sıkıştırıp vurmalıyız. Hem Newroz'u kutlamış oluruz hem de Mazlum arkadaşın anısına bir eylem yapmış oluruz" dedi.
19 Mart'ı 20'ye bağlayan geceydi. Eğer düşman operasyona çıkarsa tutabileceği iki boğaz vardı. Agit arkadaş grubu ikiye bölerek yarısını bir boğaza, diğer yarısını da diğer boğaza gönderdi. Kendisi de bizim olduğumuz grubun başındaydı. Boğazlar tutuldu. Sabaha doğruydu. Diğer boğazdan silah sesleri geliyordu. Askerler arkadaşların kurduğu pusuya düşmüştü. Buradan dört silah kaldırmıştık. Birçok da eşya. Agit arkadaş; "çabuk arkadaşların yanına gidelim. Askerler o boğazda darbe yerlerse bu boğaza gelemezler" diyordu. Gittiğimizde düşman geri çekilmişti, Meydan denilen noktada 27 Mart'a kadar bekledik. Alanın hemen hemen her yerinde operasyonlar başlamıştı. 27 Mart günü bir grup arkadaş erzak almak için zomlara indi. Bir çuval un, bir kilo çay, beş kilo yağ, beş altı kilo da şeker getirmişlerdi. Erzakımızı aldıktan sonra Cudi'deki arkadaşlarla ortak eylem planları yapmak için Cudi'ye gidecektik. Agit arkadaş üç arkadaşı öncü grup olarak gönderdi. "Eğer operasyon ve pusu olursa geri geleceksiniz yoksa da siz gelmezsiniz, biz geliriz" demişti.
Dürbünle keşfi yaptık, ortalıkta hiçbir şey yoktu. Hepimiz bir araya geldik. Vadiye doğru inmeye başladık. Henüz karanlık basmamıştı. Her arkadaş arasında 15-20 metre vardı. Tam o sırada baktık ki, askerler tam karşımızdaki yamaçtan sıraya dizilmiş gidiyorlardı. Onlar da bizi görmüştü. Fakat hiçbir tepki göstermeden yürüyüp gittiler. Biz yönümüzü değiştirerek farklı bir yere gittik. Akşam saat altıydı. Ateş yaktık. Agit arkadaş; "saat 12 buçuğa kadar buradayız, 1'de de hareket edeceğiz" dedi. O gece ateş yakıp 1'e kadar bekledikten sonra kalkıp harekete geçtik.
Hava açıktı, gökyüzü yıldız kaynıyordu. Kar ayazdan iyice sertleşmişti. Yürürken kar üzerinde ayak izleri gördük. Bazılarımız eskidir, bazılarımız yenidir, diye tartışıyorduk. Agit arkadaş; "Sessiz olun. Eğer askerse bizi görmüştür zaten" dedi. Ondan sonra ne oldu anlayamadım tam ortamıza bomba atıldı. Bir yandan lav silahı atılıyor, bir yandan da tarama yapılıyordu. Agit arkadaşın sesinden son olarak 'herkes geri çekilsin!' sözünü duydum. Büyük bir hızla geri çekildik. Biraz geriye doğru gittikten sonra grup toplandı. Harun arkadaş grubu saydı. Agit arkadaş yoktu, Metin arkadaş yaralanmıştı. Gece ateş yaktığımız yere gittik, Agit arkadaş orada da yoktu. İlk hareket ettiğimiz yere gittik, orda da yoktu...
28 Mart akşamı TRT radyosunda 'Apo'nun sağ kolu Mahsum Korkmaz vuruldu' diye bir haber geçti. İşte o an herkeste büyük bir dalgalanma oldu. Herkesin morali bozuk ve kimseden tek ses bile çıkmıyordu.
Agit arkadaşın şahadeti ile hareket her anlamda çok ciddi darbeler yedi. Düşman bundan cesaret alarak her yerde muazzam bir özel savaşı yürütmeye başladı. Gerilla içerisinde bazı insanlarda kararsızlık ve isteksizlik ilk o zaman belirdi. Agit arkadaş partinin büyük komutanı ve en büyük manevi değerlerindendir. Agit yoldaş Apocu komutanlığın sembolüdür.
Bir Gerilla
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
25 Mart günü saat 12.00'da işgalci TC ordusuna ait skorsky tipi helikopterler Medya Savunma Alanları'nın Haftanin bölgesi sınırları içinde bulunan Kuraniş vadisi üzerinden gerilla alanlarımıza girmeye çalışmış, gerillalarımızın karşılık vermesi üzerine geri çekilmek zorunda kalmıştır.
- Ayrıntılar